Cafer Demir'in, Umut Yayımcılık tarafından 2009'da yayınlanan Dersim kitabı, politik tarihe ilişkin. Yazar katliamlar ve isyanlar coğrafyası Dersim'in, esasen 1852-1938 dönemini incelemiş. Geçmişe kısa göndermelerle yetinmesi isabetli olmuş. Bu yazıda, Demir'in kitabı vesilesiyle, son dönemde politik tartışmalarda iz bırakan Dersim tarihine göz atacağız.
Belgeler Ve Yazılı Anıları Alan Araştırmasıyla Tamamlamak
Yazar, Dersim tarihinin bu kesitini ele alırken, belgelerden, resmi-sivil tarih kitaplarından, Jandarma Umum Komutanlığı raporlarından, TBMM tutanaklarından ve anı kitaplarından yararlanmaya özen göstermiş.
1926 Kocan aşiretine yönelik imha harekatından itibaren sözlü anılardan topladığı bilgilerle yazılı kaynaklardakileri denetlemiş.
Kitapta, Dersim aşiretlerinin yaklaşık 400 yıl süren özerk yönetiminin, 19. yüzyılın ortalarından itibaren merkezileşmeyi güçlendirmeye çalışan Osmanlı İmparatorluğu tarafından kaldırılmaya çalışıldığı belirtiliyor.
Osmanlı, başlangıçta, sert askeri saldırılarla resmi görev vermeyi ardışık uygulayarak özerkliği sona erdirmeyi deniyor. Osmanlı'nın askeri saldırılarına karşı, Dersim'in doğu bölgesinin beyi Çarekan aşireti reisi de, diğer mıntıkaların aşiretleri de direnirler. Osmanlı 1863'ten itibaren doğu Dersim'in beyinin ailesinden birine Dersim Umum Müdürlüğü, bazı aşiret reislerine kaymakamlıklar vererek yönetmeyi deniyor.
Fakat aşiretlerin çoğunun reisleri ve halk Osmanlı'yı ve onunla uzlaşanları yönetici olarak kabul etmeyip 1875'te ayaklanma gerçekleştiriyorlar, özerkliği sürdürüyorlar.
1892'de (bazı Jandarma raporlarında halkın sözlü anlatımlarına gönderme yapılarak bu tarihin 1901 olduğu da belirtiliyor) Dersim'e yeni bir askeri saldırı yapılıyor. Kocan aşireti ve destekleyenler direniyorlar. Osmanlı'nın artık salt sopa politikasına geçtiği dönemdir. Sonraki yıllarda da bazı direnişler gerçekleşiyor.
Osmanlı'nın, hazırlanan raporlar doğrultusunda 1907'de Dersim'e yine askeri bir saldırı başlatıyor. Hozat aşiretlerinin köylerini yakıp yıkan saldırı daha çok aşiretin direnişte birleşmesini kışkırtıyor.
Osmanlı generalleri önceki yılın başarısızlığı üzerine 1908'de daha büyük çaplı askeri saldırı hazırlıyorlar. Aşiretler ekonomik ve askeri ablukanın kaldırılması ve tutukluların serbest bırakılmasını içeren nota veriyorlar. Neşet Paşa komutasında Elazığ ve Erzincan'daki birliklerden 26 tabur ve Cibranlı aşireti süvari alayıyla yapılan 1908 saldırısının büyük gücü, Dersim aşiretlerinin direnişini geriletiyor.
Saldırı devam ederken Meşrutiyet ilanının çıkardığı affa rağmen, Neşet Paşa ve komutanlar, affı kısmen kabul edip az sayıdaki aşiretin direnişi sürdürmesini bahane ederek askeri saldırıya devam ediyorlar.
Aşiretlerin yenilgisine rağmen 4. Ordu müşiri İbrahim Paşa, Kuzey Dersim aşiretlerine karşı 1909'da yeniden askeri harekat düzenliyor. 35 aşiretin liderleri uzlaşarak direnmekten vazgeçiyorlar. Bu nedenle saldırı Haydaran ve Demenanlılara yapılıyor.
1911'deKuzeydeki 5 aşirete karşı saldırı yapılıyor köyleri yakılıp yıkılıyor.
1914'e kadar sessizlik hüküm sürüyor. 1914'te direnişe geçen Kırxan aşireti yalnız kalıp yenilgiye uğruyor.
Emperyalist Paylaşım Savaşı: Yarı-Destek
Emperyalist paylaşım savaşında doğu Dersim aşiretleri, Çarlık Rusyası'na karşı, İttihatçı-Osmanlı generallerinin yanında başından itibaren savaşa katılıyorlar.
Fakat batı Dersim aşiretleri ve Kureyşan aşireti generallere güvenmezler.
1916'da batı Dersim aşiretleri Ovacık kaymakamını ve memurları kovarlar.
Kureyşan aşireti Nazmiye'yi ele geçiriyor. Destek aldığı diğer aşiretlerin güçleriyle birlikte Elazığ'a doğru harekete geçiyor. Mazgirt, Çarsancak (Peri) ve Pertek'e saldırıyor. Galatalı Miralay Şevket Paşa komutasındaki 7 taburdan oluşan askeri saldırı gücünü geri püskürtüyor.
2. Ordu komutanı Ahmet İzzet Paşa, karargahını kurduğu Bingöl'e aşiret liderlerini görüşmeye çağırır. Gelen az sayıdaki aşiret reislerine "vergi ve diğer yükümlülüklerden muaf tutulacakları, isteklerinin savaş sonrası kabul edileceğini" beyan eder.
Aynı yıl Talat ve Enver paşalar batı Dersim aşiret liderleriyle onları savaşa katmak amacıyla görüşmeye gelirler. Hozat tarafından birkaç aşiret lideri toplantıya katılır ve İttihatçı liderlerin savaşa katılma önerisini kabul ederler. Ardından bütün aşiretlerin savaşa katılmaları için Talat Paşa -toplantıya katılan aşiret reislerinin önerisine uygun olarakHacıbektaş Postnişini Cemalettin Efendi'yi görüşmelere gönderir. Cemalettin Efendi görevini başaramadan Rus ordusu 11 Temmuz 1916'da Erzincan'ı ele geçirir, ardından Dersim'i kuşatır. Kuşatma ve batı Dersim aşiretlerinin Ermeni Murat Paşa'yla anlaşma sağlayamamaları sonucu bu aşiretler de Osmanlı-İttihatçı generallerin yanında savaşa katılırlar. Sovyet Devrimi'nin Rus ordusunu geri çekme kararının yol açtığı elverişli durumda, milisleriyle Erzincan'ın "kurtuluşunu sağlarlar". Cibranlı Miralay Halit Bey komutasındaki Kürt süvari alayı 1919'da Ovacık'a yerleşerek İttihatçı-Osmanlı yönetimini yeniden kurar.
Kemalistler de İttihatçıların sopa politikasını sürdürürler. Kurtuluş Savaşı döneminde batı Dersim aşiretlerinin dedesteklediği 1921 Koçgiri İsyanı gerçekleşir. Bunun dışında Dersim'de sessizlik hüküm sürer. Ama diğer Kürt illerinde, isyanlar vardır; 1919'da Mityat'ta Ali Bate, 1920'de Urfa'da Milli Aşireti isyanı gerçekleşir.
Raporlar, Hazırlık, Planlar: CHP’nin Dersim Politikası
Kemalistlerin sonraki askeri harekatlarının kavranabilmesi için, yazar, anlatım akışı içinde onların hazırladıkları raporlardan ve aldıkları kararlardan alıntılar veriyor. Bunları büyük bölümüyle kitabının içinde ve ekler bölümünde yayınlıyor. Buradan CHP iktidarının Dersim politikası açık seçik ortaya çıkıyor.
Kemalistler, Kurtuluş Savaşı'nda Kürt feodalleri ve aydınlarıyla ittifak kurmalarına, Kürt ulusuna özerklik vaat etmelerine, 1921 Anayasası'na vilayet özerkliğini koymalarına rağmen, cumhuriyetin ilanı sonrası 1924 Anayasası'yla bunları tamamen terk ediyorlar. 1921 Koçgiri İsyanı'na karşı tavrı ve zorla asimilasyonu izleyecekleri politikasının temel iki boyutu haline getiriyorlar.
CHP diktatörlüğü, politikasını 1925 Şark Islahat Planı'nda (bundan sonra Plan olarak anılacak) formüle edip resmen ortaya koyuyor. Şeyh Sait İsyanı'nı ağır katliamla yener yenmez, M. Kemal ve M areşal Fevzi Çakmak'ın hazır bulunduğu bir Bakanlar Kurulu toplantısında, Şark Islahat Planı hazırlayacak bir komisyonun kurulması, 18 Eylül 1925'te gizli kararname ile kararlaştırılıyor.
Komisyonda İçişleri Bakanı M. Cemil (Uybadın), ırkçılığıyla ünlü Adalet Bakanı M. Esat (Bozkurt) gibi isimler de yer alıyor. Komisyon hazırladığı gizli Plan'ı 24 Eylül 1925'te İnönü Hükümeti'ne sunuyor, kabul ediliyor.
Plan'ın ana fikri; a) Kürtleri Umum Müfettişlik(ler) biçiminde olağanüstü yetkili sömürge valileri ve komutanlarla yönetmek, b)Türk nüfus yerleştirme, sürgün ve zorla asimilasyon yöntemleriyle Kürtleri Türkleştirmektir.
Şeyh Sait İsyanı, Kürtlere ilişkin vaatlerini terk eden CHP iktidarına karşı ulusal temelde bir tepkiydi. CHP iktidarı, isyan bölgesinde 1520 bin insanı katleden tavrını, Şark Islahat Planı'yla sistematik bir politikaya dönüştürüyor.
Plan, içinde Dersim'in de yer aldığı bölgenin bütününü;
"5. Umum Müfettişliği"(1) alanı ilan ediyor. (2. madde) "Program(ın) hitam-ı tatbikine kadar" sıkıyönetimin sürdürülmesine hükmediyor. (1. madde) "Mıntıkadaki tali memuriyetlere dahi, Kürt memur tayin olunmamalıdır." (10. madde)
"Silahlar toplanacak, (…) sahipleri, Divan-ı Harbi Örfilere tevdi olunacaktır." (12. madde) "Jandarma karakolları ve askeriye ve hudut karakolları (…) süratle inşa edilecek." (17. madde)
"Şark şimendiferleri(nin) az zamanda" Diyarbakır, Erzincan, Van'a" varmasını temine çalışmak" (19. madde).
Demiryollarının buralara uzatılması, askeri amaçla planlanıyor.
Plan'ın asimilasyon, koloni yerleştirme ve sürgün maddeleri:
"Aslen Türk olan fakat Kürtlüğe temessül etmek üzere olan mevkide Türk Ocakları ve mektep açılması (…)”
"Hasseten Dersim ... leyli iptidailer (yatılı okullar) açılmak suretiyle Kürtlüğe karışmaktan bir an evvel kurtarılmalıdır." (14. madde) "Dersimlilerin, Dersim'den çıkmak isteyen kısımları Sivas garbinde gösterilecek mıntıkaya nakledilebilirler." (15. madde)
"Aslen Türk olup Kürtlüğe mağlup olmaya başlayan "Malatya'dan Muş ve Van'a, Dersim ilçelerinden Diyarbekir'e kadar halkın yalnızca resmi dairelerde değil" çarşı pazarlarda Kürtçe konuşmaları" yasaklanacak, "hükümete ve belediyeye muhaliflik" suçu sayılıp cezalandırılacak. (13. madde)
"Fırat'ın garbındaki (…) Kürtlerin, Kürtçe konuşmaları behemehal menedilmeli." (16. madde)
"Van … ile Midyat arasındaki hattın garbında Ermenilerden metruk araziye Türk muhacirler yerleştirilecektir." (5. madde)
Plan'ın ardından İçişleri Bakanlığı'nın görevlendirdiği Mülkiye Müfettişi Hamdi Bey'in 02.02.1926 tarihli Dersim'e ilişkin raporu da Plan hükümleriyle aynı doğrultudadır. Okuru tekrarla sıkmamak için özgün yanlarını vermekle yetindim.
Hamdi Bey, gezisinde ve görüşmelerinde Seyit Rıza'nın yakın bir zamanda harekete başlayacağına dair kanıtlar tespit edemediğini belirtmesine rağmen "Dersim, Cumhuriyet hükümeti için bir çıbandır. Bu çıkan üzerinde kesin bir ameliyat yapma" tesbit ve önerisinde bulunuyor.
Okul ve fabrika açarak, halkın refahını yükselterek" kısaca medenileştirmek suretiyle ıslaha çalışmak, imkansız bir hayalden başka bir şey değildir" diyor. "Dersim meselesinin bir an önce hal" edilmesini kuvvetli bir askeri saldırıyla öneriyor: "Düzenli askeri kuvvetle… kuşatma ve tarama harekatı yapmak, görecekleri baskı üzerine dağlara çekilecek silahlı halkı da, kara ve hava kuvvetleriyle yok etmek… dikkat edileceken önemli husustur." (…) Tedibatı (uslandırma) genele uygulamak gerekir."
CHP iktidarının açık resmi raporu bile katliam öneriyor.
Hamdi Bey'in asimilasyonyöntemi de ilginçtir:
"25 sene devam etmek şartıyla idealist memur göndermek… misyonerlik yaptırarak Kürtleri Türkleştirmek."
"Bu müddet içinde okul açmamak, ancak 25 sene içinde ahaliye Türklük his ve terbiyesini verdikten sonra, okul yaptırmak ve halkı okutmak."
Aynı yıl İçişleri Bakanlığı, Diyarbakır Valisi Ali Cemal'i (Bardakçı) Dersim'e gönderiyor. O, farklı bir rapor hazırlıyor. Aşiretleri böl-yönet ve parçala politikasına uygun askeri harekat öneriyor. Nuri Dersimi dahil aşiret liderlerinin çoğunluğuyla görüşüyor. Yurtsever aydın Alişer daveti kabul etmiyor. Ali Cemal, aşiret liderleri ve halkının çoğunluğunun kazanılacağını, Seyit Rıza'yı bile Elazığ'da yerleşmeye ikna ettiğini rapor ediyor.
"Üç beş şahıs müstesna, ağalar ve reisler de dahil tekmil Dersimliler müthiş bir fakrü zaruret içinde çarpınmaktadır" vurgusunu, "gasp-u garatların (gasp ve baskınların, bn.) sebebi, yaşam hissi ve endişesidir" tesbitini yapıyor.
Tenkilin(2) yalnızca Kocan aşiretine yapılmasını öneriyor. Nitekim aynı yılın (1926) sonbaharında CHP Hükümeti, albay Mustafa Muğlalı komutasında kara birlikleri ve bombardıman uçaklarıyla -diğer aşiretlerden tecrit ederekKocan aşiretine saldırıyor.
CHP diktatörlüğü, Ali Cemal'in diğer önerilerine aldırmıyor. 1928'de Genel Müfettiş İbrahim Tali'yi (Öngören) Dersim'e gönderiyor. İ. Tali ilk raporunda "tenkil"e şimdilik gerek yok diyor. Fakat 1930'da Müfettişlik adına ikinci bir rapor hazırlıyor. Kuvvetli askeri tenkil harekatı öneriyor:
"Kuvvetli olması şartıyla harekatın hiç olmazsa Haydaranlı, Yukarı Abbas Uşağı, Keçel, Demenan aşiretinin Çibokez grubuna teşmili (kapsaması) lazımdır. "
Bütün Dersim'i askeri kuşatma altına almayı ve bu yolla aç bırakarak "iltica" etmek zorunda kalanları Batı'ya dağıtmayı, "bu harekatın mutlaka yeterli kuvvetle yapılması"sını öneriyor.
Askeri harekata değin orada önerdiği tedbirler bile İ. Tali'nin tenkil zihniyetini yansıtıyor:
"Elazığ'da bir bomba teyyare filosu buludurularak … hükümetin emirlerine muhalefet edenlerin aşiret ve köylerini kesin bir suretle bombalamak."
"Tehdit edici çeşitli yerlerde kuvvetli birlikler bulundurmak. Bu müfrezeler Dersim hakkında mutassever (tasarlanan) umumi harekatın çekirdeklerini teşkil ederler."
Genelkurmay Başkanlığı da o yıllarda kendisine sunulan raporların özet bir değerlendirmesini yapar. Genelkurmay Başkanı, Mareşal Fevzi Çakmak'tır, M. Kemal'den sonraki sırada rejimin kararlarında belirleyici etkiye sahiptir. Şark Islahat Planı, Hamdi Bey ve İ. Tali raporlarıyla aynı düşünceleri paylaşıyor. Sömürgeci zihniyetini yansıtan alıntılarla yetiniyoruz:
"Reisler alındıktan sonra, halkın ve en azgın olanların Dersim'den çok uzak olan ovalara sevki ve öz Türk köyleri içinde dağıtılması." "Yerli memurların kamilen çıkarılması." "Yüksek idare memurlarına adeta koloni idaresindeki yetkilerin verilmesi."
"Silahlı kuvvetin müdahalesi Dersimli'ye daha çok tesis yapar ve ıslahatın esasını teşkil eder." "Dersim koloni gibi dikkate alınmalı. (…) Aşamalı öz Türk hukukuna tabi kılınmalı."
1930'daki bir askeri harekatın komutanlığını yapan 2. Ordu Komutanı Ömer Halis (Bıyıktay) da yanı yıl rapor hazırlıyor. Toplu sürgünü ve riskini tartışıyor sonuçta "yarının harbinde en kıymetli" asker ve ayrıca dayanıklı işçi olarak değerlendirmeyi daha yararlı görüyor.
1931'de CHP Hükümeti İçişleri Bakanı Şükrü Kaya'yı Dersim'e gönderiyor. Seyit Rıza ve Haydaran Mirleri dışında, Seyit Rıza'nın oğlu dahil aşiret reislerinin hemen tümüyle görüşüyor. "Hepsinin tavrı mutidir [boyun eğici -bn], ilticakardır" sonucunu çıkarmasına rağmen büyük çaplı askeri harekat ve 347 aile ve akrabalarının Batı'ya sürgün edilmelerini öneriyor. Seyit Rıza'yı "tedbirler alınmazsa istikbalin Dersim için hazırlanmış şefi" olarak değerlendiriyor.
Tenha geçit ve boğazlardaki mezraların yakılmasını, Kuzey Dersim aşiretlerinin toptan Batı'ya sürgününü öngörüyor.
İlginç ve iktisadi acımasızlığını yansıtan önerisi, geçmiş vergi borcu bakiyesini, kayda geçmemiş hayvan başına yeni vergilerin askeri harekatla birlikte -%20'lik olarak belirttiği marabalar dışında kalanköylüler ve ağalardan alınması önerisi oluyor.
İ. İnönü (Başbakan) 1935'te bütün Doğu illerini kapsayan gezi yapıyor ve 21 Ağustos 1935 tarihli Şark Seyahati Raporu'nu (ŞSR) hazırlıyor. Rapor'da Dersim'e ilişkin sömürgeci zor ve asimilasyoncu içerikte görüş-önerilere yer veriyor.
"Erzincan beyleri arazilerinde işlemek için Dersimlileri (maraba) adıyla kullanmaktadırlar.
Bu köyler ve marabalar Dersim çapulcu kollarının içeri yayılması için menzil ve yatak rolü yapmaktadırlar. Az zamanda Erzincan'ın Kürt merkezi olması ile asıl korkunç Kürdistan'ın meydana gelmesinden ciddi olarak kaygılanmak gerekir."
Dersimli yoksulların yakın bir ovadaki Türk toprak beylerine maraba olmalarını bile tehlikeli gören ırkçı-sömürgeci zihniyet kendi sözlerinden anlaşılıyor.
İnönü'nün Şark Seyahat Raporu'nun gizli ve Dersim'e ilişkin bölümlerinden kısa alıntılarla yetiniyoruz. "Dersim vilayetinin yeniden teşkili ile askeri idare kurulması", "Muvazzaf bir kolordu komutanı vali ve üniformalı muvazzaf zabitler kaza kaymakamı olacaktır. Kaza memurlarından hiçbiri yerli olmayacak."
"İdama kadar infaz ilbaylıkta bitecektir."
"İlbaylığın emrinde 7 jandarma taburu bulunacaktır. Sabit jandarma ayrıdır. Karakolları yaptıracaktır. 1937 ilkbaharına kadar hazır olursa mürettep ve seferber 2. F. Kuvvet ilbaylığın emrine 1937 ilkbaharında verilecektir."
Bu planı bakanlar, GKB, askeri vali ve 2 gneel müfettiş, meclis başkanı dışında kimse bilmeyecektir.
Gerçekten de, 1937-38 Dersim askeri harekatı, başlama tarihi dahil, Başbakan İnönü'nün 2 yıl önceki planına uygun olarak, eksiği değil fazlasıyla yapılıyor.
Ekonomi Bakanı Celal Bayar'ın 10.12.1935 tarihli Doğu illerinde ekonominin geliştirilmesine ilişkin raporu Dersim'e ilişkin özel bir şey söylemiyor. Genel olarak isyan sonrası dönemlerde farklı davranılmamasının yararına değiniyor. Fakat raporunun şu anlayışı tenkil yanlılığını yansıtıyor:
"Şark'ta bugün için dahi tamamen yerleştiğimiz iddia olunamaz. İstinat edeceğimiz [dayanacağımız -bn] en mühim kuvvet ordumuz ve jandarmamızdır."
"İsyan edenleri tenkil etmek için şiddetin manası anlaşılır ve yerindedir."
1934'te Mecburi İskan Yasası'nı yapan CHP Hükümeti, 25 Aralık 1935'te "Tunceli İdaresi Hakkında Kanunu" yasalaştırıyor. Böylece 1925-35 arası rapor ve planları yasa katına çıkarıyor.
"Tunceli Kanunu", Dersim'in adını değiştiriyor, 4. Genel Müfettişlik'i kuruyor, kolordu komutanının vali olmasını ve bütün olağanüstü yetkilere sahip olmasını, Tunceli'de olağanüstü yetkili mahkemelerin kurulmasını hükmediyor. Tunceli Kanunu'nun 1940'a değin yürürlükte kalması hükmediliyor. Bu kanun, 1947'ye değin yürürlükte kalıyor.
4 Mayıs 1937'de, M. Kemal ve Fevzi Çakmak'ın hazır bulundukları Bakanlar Kurulu toplantısında alınan "1937 Yılında Yapılan Tunceli Tenkil Harekatına Dair Bakanlar Kurulu Kararı-Gayet Gizlidir" kararıyla, harekata resmen de tenkil adı veriliyor.
"Şedid [şiddetli] ve müessir [etkili -bn] bir taarruz harekatı" (1. madde).
"Bu defa isyan etmiş olan mıntıkalardaki halk toplanıp başka bir yere nakil olunacaktır. Ve bu toplama ameliyesi de köylere baskın edilerek, hem silah toplanacak, hem de bu suretle elde edilenler nakledilecektir. "
"Köyleri kamilen tahrip etmek ve aileleri uzaklaştırmak lüzumlu görülmüştür." (2. madde)
Resmi rapor ve kararlar Dersim harekatının 1925'ten başlanarak hazırlanan ve planlanan bir iş olduğunu tartışmaya yer bırakmayan açıklıkla gösteriyor.
Politik İlhakın Tamamlanması: 1921-38
1. Emperyalist Savaşın sona ermesiyle, Kürt Teali Cemiyeti'nin Koçgiri Şubesi yöneticileri olan yurtsever aydın Alişer ve aşiretin liderleri, batı Dersim aşiretleri liderlerinin desteğini alarak Kürdistan'a Muhtariyeti (özerklik) Ankara Hükümeti'nin de tanınması gerektiği fikriyle örgütlenirler.
Koçgiri reisi Alişan Bey, Ankara Büyük Millet Meclisi'ne (ve Paris Barış görüşmelerini sürdüren heyete) telgraf çekerek, "Dersim'in müstakil bir idare istediğini, ancak bu milli talebin Ankara Hükümeti tarafından kabul ve resmen ilanından sonra Kürdistan'ın bir konfederasyon şeklinde hükümetle işbirliği yapabileceğini…" bildirir.
Ankara Hükümeti, Kürt egemenleri ve aydınlarının büyük çoğunluğuyla ittifakına ve meclisteki 72 milletvekiline güvenerek, Merkez Orduyu, Mart 1921'de başına Sakallı Nurettin Paşa'yı atayıp tam yetkiyle donatarak Koçgiri aşiretinin üzerine sürer. Kontrgerillacı Topal Osman'ın komutasındaki Muhafız Alayı 47. müfrezesini de gönderir. Sivas, Elazığ, Erzincan'da sıkıyönetim ilan eder.
Batı Dersim aşiret liderleri, Elazığ Valisi aracılığıyla tavırlarına ilişkin soruya, “hükümetin Ermeniler gibi Kürtleri de tehcir etmek niyetinde olduğu malum olduğundan Koçgirililer Müdafaasının meşru olduğu” cevabını verirler.
Koçgiri ve destekleyen aşiretlerin silah ve cephaneye yönelik eylemleri Temmuz 1920'de başlıyor. Batı Dersim aşiret reisleri 15 Kasım 1920'de Ankara Hükümeti'ne, özerklik talebi çerçevesindeki isteklerini ve Koçgiri bölgesine gönderilen askeri birliklerin geri çekilmesini isteyen telgraf gönderirler. Yazarın belirttiğine göre Seyit Rıza bu toplantılara ve Koçgiri ayaklanmasına katılmıyor.
Meclis'te Merkez Ordu'nun ve Nurettin Paşanın gönderilmesi üzerine tartışmalarda yalnızca Erzurum milletvekili Hüseyin Avni (Ulaş) ısrarla muhalefet eder.
Batı Dersim aşiretlerinden üçünün (Kevan, Pezgewran, Kocan) güçleri Kemah ve Kuruçay kaymakamı ve memurlarını esir alırlar. Koçgiri liderleriyle toplantı yaparak Ankara BMM'ne gönderdikleri telgrafla, isteklerini asgari düzeye indirirler: Koçgiri, Divriği, Refahiye ve Kemah'ın başına yerli Kürtler'den bir vali atanması koşuluyla il yapılması!
'Zo diyenleri temizledik. Lo diyenlerin köklerini de ben temizleyeceğim' sözüyle ünlü Sakallı Nurettin Paşa komutasındaki Merkez Ordusu ve Topal Osman'ın çeteleri Koçgiri köylerinde tam bir katliam gerçekleştirirler. Nurettin Paşa'nın zulmüne karşı çıkan fakat etkili olmadığı için Bakanlığa ve Meclise şikayet eden zamanın Sivas valisi Ebubekir Hazım Bey'in (Tepeyran) anlatımları katliamın boyutunu yansıtıyor:
"Hadise ise 132 köyün enkazı altında hayli zaman evvel bastırılmıştır. Öldürülen 300'e yakın nüfustan başka binlerce masum ahali açlıktan, sefaletten ölüme mahkum edilmiştir."
"Asilerin… bir tanecik olsun asker yaralayamamış olması… gösteriyor ki, Nurettin Paşa bu kadar nüfusu müsademe suretiyle değil, katliam şeklinde öldürtmüştür."
Alişer, batı Dersim'e sığınıyor. (Daha sonra aftan yararlanarak köye dönen Koçgiri reislerinden biri evi bombalanarak öldürülüyor.)
Dersim milletvekili Hasan Hayri Bey ve Erzincan milletvekili Emin Bey "bu fecayi Ermenilere bile yapılmamıştır" eleştirisini yaparlar.
M. Kemal, Sakallı Nurettin Paşa'yı korur, hiçbir sonuç çıkmaz.
Koçgiri isyanı sonrası yıllarda M. Kemal ve Kemalist burjuvazi, Kürtlere verdiği özerkliği 1924 Anayasası'yla terk ediyor. 1925 Şeyh Sait ayaklanması üzerine Şark lslahat Planı hazırlanmasından 1 yıl sonra Dersim'e ilk askeri saldırı 1926'nın sonbaharında Kocan aşiretine karşı yapılır. Başında Albay Mustafa Muğlalı'nın bulunduğu 6 alay, 3 dağ bataryası ve bombardıman uçakları saldırıda kullanılır.
Kocan aşiretini yok etme saldırısı, saldırıdan önce aynı yıl Dersim'e gönderilen Diyarbakır Valisi Ali Cemal'in (Bardakçı) önerisi üzerine yapılır. Ali Cemal Bey, diğer aşiret liderlerini direnmemeleri için ikna ettikten sonra saldırı başlatılır. Ekim-Kasım ayları boyunca, ağır silahlar ve bombardıman uçaklarıyla yürütülen tenkil harekatı tam bir başarı sağlayamaz.
1925-1930 arası zaman Ağrı isyanlarının gerçekleştiği bir dönemdir. 1930'da Pülümür'ün batısı Erzincan merkeziyle sınırı olan alandaki aşiretler ve Haydaranlılara yönelik saldırı düzenlenir. Erzincan'daki ordu birlikleri saldırıya katılırlar. Aralıklı olarak 2 defa ve birer hafta süreyle yapılan saldırıya bölgenin aşiretleri direnirler. Kış şartlarının ağırlığı da etkili olur, saldırı silah toplamadaki kısmi başarıdan sonra sana erdirilir.
1937-38 Tenkili, 1918'den "1937 Yılında Yapılan Tunceli Tenkil Harekatına Dair Bakanlar Kurulu Kararı" alınıncaya kadarki süreçte çok sayıda rapor ve kararla yapılan hazırlıklardan sonra nihai saldırı olarak gerçekleştirilir. Raporlar bölümünde genişçe yer verdiğimiz gibi, İnönü'nün 1935 şark illerine gezisinden sonra, Dördüncü Umumi Müfettişlik kurulur ve başına Korgeneral H. Abdullah Alpdoğan atanır. Tunceli vilayeti oluşturulur, özel Tunceli kararı alınır. (07.11.1935'te Meclise sunulur, 4.1.1936'da kabul edilir.) Sıkıyönetim ilan edilir, büyük çaplı kara birlikleri seferber edilir, bombardıman uçakları konuşlandırılır, saldırı 1937 baharında başlatılır.
Askeri-ekonomik kuşatmaya karşı Demenan-Haydaran aşiretleri, Horçik çayı üzerindeki tahta köprüyü yıkar ve telefon hatlarını keserler. Süvari bölüğüne saldırırlar. Ayrıca başka bir köydeki askeri birliğe baskın yapılır. (20-21 Mart gecesi 1937) 26 Nisan'da Askisor karakoluna baskın düzenlenir. Hazırlıkları tamamlanan saldırı planı bu olayları bahane olarak kullanan Dördüncü Umum Müfettişlik tarafından başlatılır.
Saldırı, Bingöl, Erzincan, Diyarbakır, Malatya ve Çanakkale'den getirilen askeri birliklerin takviyesiyle, Dersim içlerinde sabit jandarma karakollarının kurulmasıyla sürdürülür.
4 Mayıs 1937'de M. Kemal ve F. Çakmak'ın katıldıkları Bakanlar Kurulu toplantısının aldığı kararla harekata resmen de "Tunceli Tenkil Harekatı" adı verilir.
Başbakan İnönü, 9 Mayıs 1937'de askeri harekatı denetleyip geri dönen F. Çakmak'tan aldığı bilgiler üzerine Korgeneral H. Abdullah Alpdoğan'a 30 Mayıs'ta kutlama telgrafı çeker ve harekatın kışın da sürdürülmesini ister. 20 Haziran'da Dersim'e giderek büyük çaplı harekata dönüştürülmesinin son askeri hazırlıklarını denetler. 22 Haziran'da harekat Dersim'in dört bir yanına saldırıya dönüştürülür.
Mart 1937'de Sin Karakolu'na yapılan ve kim tarafından yapıldığı belli olmayan -resmi raporlarda da böyle söyleniyorbaskını, Seyit Rıza'nın ailesini 16-17 Ağustos'ta katletmenin ve Seyit Rıza'yı (10 Eylül'de) yakalayıp oğlu ve 5 arkadaşıyla birlikte 15 Kasım'da idam etmenin bahanesi olarak kullanırlar.
1. Tenkil Harekatı Batı Dersim'de direnişi sona erdirmeyi başarır. Harekatın çok büyük askeri birlikler ve hava bombardıman uçaklarınca yapılması, aşiretler arası çelişkiler/zarar görmemek kaygısı direnişe az sayıda aşiretin katılmasına yol açar. (Haydaran, Demenan, Qalan, Yukarı Abbas'tan kısmen Bahtiyaran, Kureyşan ve Yusufan aşiretleri)
M. Kemal ve İnönü arasında anlaşmazlık nedeniyle Başbakanlığa C. Bayar atanır. M. Kemal, C. Bayar ve F. Çakmak birlikte Kasım 1937'de Dersim'e gelirler. Singeç köprüsünün açılışına katılırlar. Bayar (1986'da Tercüman'da yayımlanan) anılarında o sıradaki konuşmalarını anlatırken, Bayar ve M. Kemal'in tenkil harekatında ne denli pervasız olduklarını yansıtıyor:
Bayar M. Kemal'e hitaben, "anladım efendim 'bana hitap edişinizin anlamını' dedim. Atatürk 'mesuliyeti üzerime alıyorum, vuracağız Dersim'i' dedi ve vurduk."
21 Mart 1938'de 2. Tenkil Harekatı emri verilir. Harekat Haziran 1938'de bir yıl öncekinden daha büyük çaplı olarak başlatılır. Daha önce direnişe katılmayan bazı aşiretler direnmeye karar verirler. Fakat içlerinden yalnızca Kocan aşireti direnişe katılır. Askeri birliklere karşı eylemler düzenler, çatışmalara girer.
Ordu birlikleri Kocan aşiretinin direnişine 21 Haziran'dan itibaren yoğun hava bombardımanıyla saldırırlar. 24 Haziran'da Kuzey'de Palan aşiretine karşı büyük çaplı saldırı başlatırlar. 28 Haziran'da Kirxat tarafına saldırırlar. 19 Temmuz'da Laç deresi civarına saldırırlar. O alanlardaki aşiretler saldırılara karşı çatışmalara girerler.
Demenan aşireti 25. Alay'ın konuşlandığı karargaha saldırır.
Merkezi Erzincan'da olan 3. Ordu güçleri de Org. Kazım Orbay komutasında takviye güçler olarak ve 'manevra' adı altında Ağustos'un başından itibaren tenkil harekatına katılırlar. Haydaran bölgesine hava bombardımanları yapılır.
Hiçbir şekilde savaş hukuku uygulanmaz. Hava bombardımanı, top ve makinalı atışlarıyla, kaçıp mağaralara sığınan halka dinamit kalıpları ve zehirli gaz atılarak(3) direnen aşiretlerin silahsız sivil halkı çocuk-kadınbdemeden katledilir. Köyleri ve hayvanları yıkılır, yakılır.
Reşat Hallı, Türkiye Cumhuriyeti’nde Ayaklanmalar (Genel Kurmay basımı) kitabında ordu raporlarından aldığı bilgilerle askeri birliklerin, her defasında 50'şer, 100'er, hatta 500'er kişiyi birden öldürmelerini yazmaktan, bunların makineli tüfek taramaları ve bombardımanlarla yapıldıklarını belirtmekten kaçınmıyor.
Direnişe katılmayan aşiretlere de pek çok köyde katliam uygulanıyor.
Kocan aşireti bölgesi yile Kuzey'de Mercan-Pülümür arasındaki direnen aşiretlerin geniş bölgesi 2 yasak bölge ilan edilir. 1947'ye kadar yasak bölgeler devam ederler.
Askeri birliklere, özel teşkilat (kontrgerilla) 6 Eylül'den itibaren katılır, 1938'in ikinci tarama 'manevrası'na katılan ordu birlikleriyle birlikte tenkil harekatını sürdürür. 2 Ocak 1938'de fiilen başlatılan harekat, 16 Eylül 1938'de tamamen sona erer.
Ulusal Jenosid
1937-38 Dersim Katliamı'nda ordu birliklerinin öldürdükleri insan sayısına ilişkin ulaşılabilen belgelerde kesin ve gerçek rakam yoktur. 3. Ordu Müfettişliği'nin hazırladığı raporda "tarama bölgesi içinde ölü ve diri 7954 kişi çıkarılmıştır" tespiti var. Harekatın içinde yer alan bir subayın hazırladığı 4. Umum Müfettişlik Raporu'na göre, 13 bin 160 bin sivil öldürülmüş ve 11 bin 818 (toplam 2 bin 258 hane) kişi sürgün edilmiştir. (Hasan Saltık'ın toplayıp kitap halinde derleyeceği belgeler arasında, Röportaj, 19 Kasım 2009 Sabah gazetesi)
Dersim halkından çocuk, yaşlı, kadın, erkek, direnişte yer alan-almayan ayrımı yapılmaksızın öldürülen insan sayısı muhtemelen 13 bin 160'ın bir hayli üzerindedir. Yazar, Kemalist CHP diktatörlüğünün, politik egemenliğini pekiştirmek ve Türkleştirmek amacıyla gerçekleştirdiği katliamı jenosid (soykırım) olarak niteliyor. Bu doğru bir nitelemedir.
1925 Şeyh Sait(4), 1926-30 Ağrı, 1937-38 Dersim isyanlarında CHP diktatörlüğü aynı politikayı izlemiş, ordu birliklerini yalnızca direnişçilere karşı değil, sivil halka karşı da ölüm yağdıracak biçimde kullanmış ve her defasında 15-20 bin arası insan katletmiş, kitlesel sürgün ve yasak bölge yöntemlerini uygulamıştır. Bu gerçekler Kürtlere karşı jenosid uygulandığını ortaya koyar.
Dersim Direnişinin Niteliği
Yazar, Koçgiri Ayaklanması'ndan farklı olarak, Dersim direnişini ulusal nitelikli olarak değerlendiriyor:
"Düşman olarakgördüğü (yabancı) bir gücün (devletin) egemenliğine girmeden, … kendi inançsal ve kültürel değerleriyle yaşamak istiyorlardı.”
"… bu son 'operasyonla'… imha olmakla yüz yüze kalan kimi Dersim aşiretleri direnmeyi seçer" (s. 264) Bu değerlendirme direnişin ulusal niteliğini vurgulamaktan kaçınan bir değerlendirmedir. Oysa kültürel değerlerinin iki temel boyutu vardır; ulusal ve inançsal. Direnişin, Dersim'in özerkliği vasıtasıyla sürdürmek istediği bir temel boyut, ulusal kimliğidir. Bu direnişin niteliğini verir: Ulusal direniş. Modern veya ileri bir örgütlülüğe, ulusal talepleri formüle eden bilinç yüksekliğine sahip olmaması direnişin ulusal niteliğini ortadan kaldırmaz. Bilinç ve örgütlenme geriliği, bu niteliğin düzeyini gösterir ama ulusal niteliği (tabii aynı zamanda inançsal-kültürel niteliği) ortadan kaldırmaz. C. Demir bu iki şeyi karıştırarak önemli bir yanılgıya düşüyor.
Yazarın da belirttiği gibi direnişçi aşiret reisleri ve aranan Alişer, Nuri Dersimi gibi yurtsever aydınlar, ulusal talepleri ileri düzeyde formüle eden 1921 Koçgiri ayaklanmasına katılmışlardır. O zamandan itibaren Ermenilere yapılan imhanın benzerinin Dersim Kürtlerine yapılacağı endişesi içindedirler. '37-38'de, örgütlü bir ayaklanma yoktur ama kaygılandıkları yok etmeye karşı, genişçe bölümü direnemeyip boyun eğerken, bir bölümü ise aynı jenoside uğrama kaygısıyla, başarılı olup olmayacaklarınıdüşünmeksizin, direnmeyi seçiyor. Ulusal jenoside karşı direnişin niteliği ulusaldır. Tenkil harekatını yönetenlerin, direniş daha örgütlü olmasın diye ilk öldürttükleri de Alişer gibi bir yurtsever aydın oluyor. Seyit Rıza henüz yakalanmadan önce, eğer Alişer öldürülürse katliam yapılmayacağı aldatmacası dahil diğer komplocu yöntemleri de kullanarak yine bölge insanlarına öldürtüyorlar.
Yazar, Kemalist iktidarın bölgeye tam egemen olmak/devlet otoritesini tam kurmak ve asimilasyon (Türkleştirme) amacıyla tenkil-sürgün-asimilasyon politikası uyguladığını vurguluyor. Ancak bu politikayı sömürgecilik olarak nitelemekten kaçınıyor.
Yazarın da belirttiğigibi; 1921 -38 arası dönemde bu aynı politika Kürtlerin yaşadığı bölge çapında uygulanıyor. Bu politika bilimsel bakış açısıyla yorumlanırsa şu söylenmelidir: Askeri zorla kısmi özerklikleri zaten söz konusu olamazdı. Bu yıllara ilişkin ilgili bölümde alıntılar verdiğimiz raporlar, "koloni gibi ele almak", "kolonileştirmek" gibi sömürgeleştirme kavramlarını açıkça kullanmaktan da kaçınmıyorlar. Dönemin İçişleri Bakanı Cemil Uybaydın, M. Kemal'in isteği üzerine hazırladığı raporda, umumi valilik yöntemini de diğer öngördüğü yönetme biçimlerini de sömürgecilik olarak görüyor. Raporun başlığıda bu nitelemeyi yapıyor. "Kürtler umumi valilikle ve müstemleke (sömürge -bn) usulüyle idare edilmelidir." (Cemil Uybaydın'ın raporunun başlığını aktaran, Ümit Kardaş, 1921/1938 arası devletin Kürt politikası, Taraf gazetesi)
1937-38 Dersim tenkilinin zaferiyle yalnızca Dersim'de değil, bütün Kürdistan'da politik ilhak tamamlanmış oldu.
Yazar, kitabında, Kazım Karabekir'in 1918 tarihli raporuna yer veriyor. Rapor, Karabekir'in, Dersimlilere, tehcirden kaçan Ermenilere yardımcı olmalarından dolayı büyük bir kin duyduğunu sergilemiş oluyor. Hem bir tarihsel somut gerçeğin bilgisini hem de Karabekir'in tutumunu öğrenmiş oluyoruz.
Ayrıca Dersim'e nasihat heyetleri içinde yeralan gazeteci ve CHP milletvekili Naşit Hakkı Uluğ'un Dersim halkının Kızılbaş-Alevi inancına karşı kin duyan ve iftira atan sözlerini aktarmakla da isabetli davranıyor. Uluğ, Kızılbaş-Alevi inancına göre "Kızkardeşi … bile… helal gördükleri" iftirasını atabiliyor, kitaplarında yayıyor. Jandarma Umum Komutanlığı raporlarından biri de, Dersimli kadınların haftada bir gündüz, erkek "oynaş" tuttuklarını, bu geleneğin Kızılbaş-Alevi inancına dayandığı yalanını yazabiliyor. Bunlar, Kemalist CHP diktatörlüğünün, Kızılbaş-Alevi inancına düşmanlığını ve ilerici burjuva laiklikle ilgisinin olmadığını da göstermiş oluyor.
Derebeyliği Tasfiye Mücadelesi Mi, Tenkil Ve Asimilasyon Mu?
Yazar, Dersim tenkilinin antifeodal bir mücadele olduğu görüşünü haklı olarak eleştiriyor.
Geçmişte ve bugün Kemalistler ve hatta ilerici aydınlar tarafından bu görüş, tenkil ve asimilasyonu örtmenin aracı olarak kullanılıyor. Kemalistlerin bu yöndeki lafızı ilerici aydınları da etkiliyor. Ayrıca Komintern ve TKP'nin o dönemde bu yöndeki ağır yanılgısı da, Kemalistlerin demagojisinin ilerici aydınlar üzerinde etkili olmasına yardımcı oluyor.
Kemalistlerin"derebeylikle mücadele" iddiası gerçekte kaba bir demagojidir.
Birincisi, Kemalist CHP diktatörlüğü, "Kürt ulusal taleplerini" dile getiren ve bu tehlikeyi taşıyan feodaller -ki bunlar Kürt feodallerinin az bir bölümüdürlerdışındaki Kürt feodallerine dokunmamıştır. Kürt feodallerinin geniş bölümüyle işbirliği yapmışlardır. Bu işbirliği Cumhuriyet tarihi boyunca da sürmüştür.
Örneğin 1925'te Şeyh Sait ayaklanmasına katılan feodal unsurlar, bir grup Nakşibendi şeyhi ve büyük çaplı toprakağası olmayan aşiret reisleridir. Ki bu aşiretler Genç, Hani, Lice, Bingöl'deki küçük mülkiyetin yaygın olduğu dağlık bölgededirler. Bir grup şeyh, bazı aşiret liderleri ve Azadi'nin kurucu yurtsever aydınları bir cephede, CHP diktatörlüğüyle Diyarbakır'ın büyük toprak ağaları onların karşı cephesinde yer almışlardır.
Kaldı ki, ulusal mücadeleler tarihinde bir bölük feodal unsur öncülüğünde veya feodal unsurların da önderlik içinde yer aldıkları ulusal mücadeleler gerçekleşmiştir. Bunlar marksistlerce, ezen, sömürgeci ulus burjuvazilerine karşı haklı ve ilerici mücadeleler olarak değerlendirilmiştir. Şeyh Sait ve Dersim direnişlerinde de bir grup feodal unsur ulusal taleplerle veya CHP diktatörlüğünün sömürgeci katliamlarına karşı ulusal direnişin öncülüğünü yapmakla haklı ve ilerici ulusal bir rol oynamıştır.
Azadi'nin ilk kongresinde, Sovyetler Birliği'ne de yardım için başvurulmasına, Sovyetler'in inançsızlığı temsil ettiği gerekçesiyle, itiraz edenlere karşı Şeyh Sait'in tavrı şu olmuştur:
"Türkler tarafından Ermenilerin akıbetine uğratılmaktansa inançsızlardan yardım almanın mübah" olduğunu söylemiştir. (Öncesi ve Sonrasıyla 1925 Kürt Direnişi, Felat Özsoy, Tahsin Eriş, Peri Yayınları, s. 111) Seyh Sait'in, Ermenilere yapılanın benzeri bir jenosid beklediği CHP diktatörlüğüne karşı direnişi, haklı ve ilericidir.
İkincisi, vurgulamak gerekir ki Kemalistler, Türk burjuvazisinin temsilcisi olarak, daha ulusal kurtuluş savaşı sürecinden başlayarak, Türk ve Kürt feodalleriyle işbirliği/ittifak içinde olmuşlardır. Bu, sonraki onyıllarda da sürmüştür. Müdafaa-i Hukuk Cemiyetlerinde sayısız Türk ve Kürt toprakağısı, şeyh, din adamı, eşraf yer almıştır. Eskişehir'in en büyük toprak sahiplerinden Emin Sazak yıllarca CHP milletvekilliği yapmıştır. M. Kemal'in kendisi 150 bin dönümden fazla toprağa sahiptir.
CHP diktatörlüğü, Adana'da, Ege'de, Erzincan ovasında ve diğer yerlerde çok büyük topraklara sahip büyük kapitalist çiftlik sahiplerinin ve ağaların üzerine bir tek jandarma göndermemiş, tersine mülkiyetlerini koruyarak kapitalist gelişmeyi hızlandırmıştır. Dersim'deki aşiret ve reislerine (ve Ş. Sait'e) karşı ordu birlikleriyle gitmişse, açık ki bunu antifeodal mücadele için değil, sömürgeci politika izlediği için yapmıştır.
Somut bir gerçek de, Dersim katliamının en yoğun olduğu mıntıkalar, tarıma elverişsiz araziye sahip dağlık-ormanlık alanlar olarak feodalizmin maddi temelinin sürmesi açısından en zayıf yerler olmasıdır.
"Derebeylerin tasfiyesi" yalanını yayanlar, 1935'teki seyahat raporunda Dersim'in yoksul köylülerine Erzincanlı Türk toprak beylerinin marabalığını bile tehlikeli bulan İnönü'nün, aynı Kürt yoksullarını katletmesinde antifeodallik bulma tutarsızlığına/sahtekarlığına düşüyorlar.
Direnişlerinin niteliğini doğru değerlendiremese de Hikmet Kıvılcımlı, CHP diktatörlüğünün Kürtlere yaptıklarını (1925 direnişinde) doğru değerlendirebilmiştir, o yıllar da:
"Bürokrasi cenderesi, jandarma terörü, yalınkılıç ordu saldırısı" (aktaran 1925 Kürt Direnişi).
Dersim'e ilişkin de CHP'nin faşist diktatörlüğü aynı şeyiyapmıştır: Jenosid.
Bugün de Kürtlerin ulusal demokratik taleplerine karşı çıkanlar ve kirli savaş destekçiliği yapanlar, sorun "Güneydoğu'daki feodalizmdir" diyerek aynı demagojiyi farklı biçimde sürdürüyorlar.
Dipnotlar
1Raporlara ve Hükümet kararlarına ilişkin, kaynakları belirtilmeyen alıntıların tümü, C. Demir'in kitabından alınmıştır.
2Tenkil'in sözlük anlamı; "1. Uzaklaştırma, 2. Herkese örnek olacak bir ceza verme, 3. Düşman veya zararlı kimseleri topluca ortadan kaldırma"dır.
3Tenkil harekatına katılanların yıllar sonra anlattıkları vahşi öldürme yöntemleri zulmün boyutunu gösterir:
İhsan Sabri Çağlayangil (Seyit Rıza'nın idamını gerçekleştiren polis şefi ve sonrası dönemde Demirel Hükümetlerinin Dışişleri Bakanı), 1986'daki ses bandı kayıtlı röportajda anlatıyor:
"Mağaralara iltica etmişlerdi. Ordu zehirli gaz kullandı. Mağaraların kapısının içinden. Bunları fare gibi zehirledi veyediden yetmişe o Dersim'in Kürtlerini kestiler. Kanlı bir harekat oldu. Dersim davası da bitti… Dersim böyle bitti." (Aktaran Ayşe Hür, Taraf, 16.11.2008)
Emekli Albay Hacı Hulusi Yaylagil (Son Şahitler adlı kitabından): "1938'de bizi Dersim isyanını önlemeye ve bastırmaya razı etmişlerdi. İsyan dedikleri şey de; bazı dağ köyleri o yıl vergi vermemişti. Bize verilen emir ise, tek kelime idi; İmha!... Canlı bir şey bırakmayınız, çocuk, kadın vesaire."
Emekli Yüzbaşı Şefik Bey (anılarında):
"Hatta hınçlarını alamayarak, bazı taburlar topladıkları çoluk çocuk, kadın ihtiyar bigünah masumları büyük avlulu surlu bir evin içine doldurmuşlar ve … teneke gazyağı döküp bunları ateşe vermişlerdi … bir kadın kucağındaki bebeğini… surun üstünden dışarıya fırlatmış. Fakat bir yüzbaşı o bebeği süngüleyerek… ateşin ortasına atmıştı, gözümle gördüm." (Abdülkadir Badıllı, Said-i Nursi kitabı s. 1134'ten aktaran, Yeni Aktüel, sayı 178, 2008)
41930'da Dr. Bletch Chirgah mahlası kullanılarak yazılan (gerçek yazarı Celadet Ali Bedirxan veya Süreyya Bedirxan'dır) "Kürt Sorunu -Kökeni ve Nedenleri" adlı kitapta 1925-28 yılları arasında, Lice, Darabene, Erdoşin, Çapakçur, Nusaybin, Habab, Diyarbekir, Genç, İfnot'ta öldürülenlerin sayısına ilişkin bilgi veriliyor:
"Yarım milyondan fazla Kürt 1925-26, 1926-27, 1927-28 kışları boyunca Cumhuriyetin Batı vilayetlerine sürgün edildi. Türk Hükümeti, zorlu kış şartlarının oluştuğundan emin olmak için Kürt sürgün topluluklarını kar yağışının başlamasından sonra harekete geçiriyordu. Yaz boyunca bu sürgün toplulukları Kürt vilayetlerinin merkez noktalarında kıtlığa, hastalıklara ve bütün kötü hava koşullarına maruz bırakılmış olarak kederli tarihlerini bekliyorlardı. Bu yıllarda, 8.758 köy yerle bir edildi ve 15.206 kadın, genç, kız, çocuk ve eli silah tutmayan yaşlı bu köylerin yıkıntılarında katledildi. Maruz kaldıkları kıtlık, hastalıklar, kötü muamele ve zorunlu doğa şartları sonucunda hayatını kaybeden sürgün sayısı, cellatların süngüleri altında ölenlerle birlikte 200 bini aşıyordu." (s. 69-70)
Sürgün koşullarında ölenlerin sayısına ilişkin verilen sayıyı başka kaynaktan doğrulatma imkanı yok. Ancak harekatlar esnasında öldürülenlerin sayısına ilişkin ayrıntılı bilgiler, kaç köyde ve hangi ilçelerde ne kadar insanın sağ kaldığıyla birlikte verildikleri için güvenilir bilgi olarak kabul edilmelidir.