"Açılım Paketi" ambalajından çıkarıldı. AKP, bir "devlet projesi" olduğunu ısrarla vurgulayarak, 'açılım'ın sınırlarını ve hedeflerini ilan etti. Yoğun bir kamuoyu faaliyetinin ardından, sorunu burjuva Meclisin gündemine taşıdı, 'açılım' kapsamında kimi adımlar attı. Böylelikle meselenin, öngörülerin, şu veya bu yöndeki sübjektif beklentilerin ötesinde, somut veriler temelinde tartışılmasının, değerlendirilmesinin, bir bilanço çıkarılmasının önünde herhangi bir engel kalmadı.
Generaller Partisi İle AKP’nin “Açılım İttifakı” Ve Sürtünmeler
Generaller partisiyle AKP'nin, "alt kimliğin bireysel kültürel hakları" çerçevesinde görüş birliği içinde oldukları pratikte de ortaya çıktı. Esasen paketteki vaatler, AKP parti programının rafa kaldırılmış tozlu sayfalarında yer alıyordu. Gelinen aşamada, AKP 7 yıl önce çizdiği sınırlardan bir adım bile öteye geçmiş değil. Generaller partisi ise "bireysel kültürel haklar" kapsamındaki geri adımları, Kürt ulusal yangınını söndürme "tedbirleri" arasında gördüğü, bizzat İlker Başbuğ'un ağzından 2009 içinde iki kez açıklamıştı.
Sürecin yönetiminde, generaller partisiyle AKP arasında veya her birinin kendi içinde, bireysel-kültürel hakların hangi ölçüde geniş tutulacağı, hangi takvimle uygulanacağı ve uygulama biçimleri konularında görüş ayrılıkları ve mücadeleler mevcuttur. "Kürt Açılımı"ndan "Milli Birlik Projesi"ne, "Kürdoloji Bölümü"nden "Yaşayan Diller Bölümü"ne, "halk isterse eski yerleşim birimlerinin isimlerinin iadesi"nden "ilçeler ve kentlerin adlarının değiştirilmeyeceği"ne varan gelişmeler, görüş ayrılıkları ve mücadelelerin somut ifadeleri olarak karşımızda duruyor. Tüm bunlara karşın, "Açılım Paketi", bir MGK veya "devlet projesi" olmaya devam ediyor.
‘Açılım’ın Kapsamı Ve İçeriği
Abdullah Gül'ün, "iyi şeyler olacak" sözlerinin ardından, AKP Hükümeti, 29 Temmuz'da İçişleri Bakanı Beşir Atalay'ın açıklamasıyla başlattığı 'açılım' tartışmalarını etkin bir kamuoyu çalışmasından sonra 10-13 Kasım'da burjuva Mecliste yapılan iki oturumla tamamladı. Bu süre boyunca ya resmen ya da basına bilgi sızdırarak "açılım paketi"nin kapsamını duyurdu, tartışılmasını sağladı. Denilebilir ki, Meclis kürsüsünden 'Açılım' kapsamında yeni kararlar veya vaatler ilan edileceğini umanlar hayal kırıklığına uğradılar. Devlet politikasının sınırları en baştan çizilmişti. Sürprize yer yoktu.
Burjuva Meclisteki oturumda Tayyip Erdoğan ve Beşir Atalay bilindik sözleri tekrarladılar. "Bu bir süreçti. Kısa, orta ve uzun vadeli" hedefleri vardı! Özel televizyon ve radyolarda 24 saat Kürtçe yayın hakkı, üniversitelerde Kürtçe üzerine çalışacak bölümler açılması, tutsak ziyaretlerinde Kürtçe konuşma yasağının kaldırılması, Kürtçe'nin seçmeli ders olması, seçim faaliyetlerinde Kürtçe propaganda yapılabilmesi, Kürdistan'da, Türkçe bilmeyenlerin devlet kurumlarındaki işlerinde muhatap olacak Kürtçe bilen personel istihdamı, yerleşim birimlerinde eski adlarının iadesi yolunun açılması, yol kontrol noktalarının azaltılması, ayrımcılık, hak ihlalleri, işkence ve zulmün değişik biçimlerine karşı şikayet ve inceleme merkezi olarak çalışma iddiasındaki yasal birimler kurulması kısa ve orta, yeni bir Anayasa ise uzun vadenin hedefiydi!
"Kürt alt kimliğine mensup vatandaşların bireysel-kültürel özgürlükleri" temelindeki 'açılım'ın kapsamı bunlardan ibarettir. Böylelikle, inkarcı-sömürgecilik, Kürt diline, kültürüne, sanat ve edebiyatına konan ırkçı-faşist yasakların, "Kürtlerin aslında dağ Türk'ü olduğu" türünden ırkçı-faşist tezlerin ve inkar temelinde şekillenmiş burjuva devlet ideolojisinin dünkü biçimiyle sürdürülemeyeceğini itiraf ediyor. İnkar politikasında kimi geri adımlar atıyor. "Türkiye'de demokratikleşme geliştikçe, demokrasi çıtası yükseldikçe 'açılım'ın kapsamının da genişleyeceği"ni vaat ediyor.
'Açılım'ın içeriği ise, inkarın yeni biçimde sürdürülmesinde somutlanıyor. Bir Kürt alt kimliği ve bu kimliğe mensup tek tek Kürtler ve onların bireysel-kültürel özgürlükleri vardır; fakat bir Kürt ulusu olmadığı gibi, bir Kürt ulusal topluluğundan ("azınlığından") da söz edilemez! O nedenle de Kürt halkının ulusal varlığının tanınması ve anadilde eğitim türü ulusal demokratik taleplerin kabul edilmesi söz konusu olamaz! 'Açılım'la çizilen yeni "bölücülük" sınırı budur.
‘Açılım’ın Hedefi
AKP ve generaller partisinin, istedikleri gibi gelişirse, süreçten kendileri için ayrı ayrı elde etmeyi umdukları avantajlar bir yana bırakılırsa, bir "devlet projesi" olarak 'açılım'ın hedefi, temel ulusal demokratik taleplerin öncülüğünü ve önderliğini yapan PKK'nin baş edilebilecek sınırlara çekilmesi veya tasfiyesidir. Bunun için olanaklı her yolu deneyecekleri görülüyor.
İnkarcı-sömürgeciliğin 2007 yazı ila 2009 ilkbaharı döneminde yediği politik-askeri, moral ve siyasi darbeler sonucunda girdiği 'açılım' hattının başarısı, öncelikle, PKK'nin askeri güçlerini politik mücadelenin dışında tutmaya ikna edilmesine dayanıyor. PKK'ye söylenen şudur: Bu aşamada silah bırakmıyorsan bile Kuzey Kürdistan dağlarındaki gerillayı Güney'deki üslerine çek, kentlerde mücadelenin askeri biçimlerini kullanmayı gündeminden tamamen çıkart. Eğer bunu yaparsan 'açılım'ın kapsamını genişletmeye imkan verecek siyasi ve toplumsal koşullar oluşur. Yani, Anayasa'da da daha ileri adımlar atılır. İnkarcı-sömürgecilik, gerillayı Güney'e çekmeyi kabul etmediği durumda ise PKK'den, tek taraflı ateşkesi süresiz uzatmasını istiyor. Ateş; gerilla ve silahlı mücadele üzerinde yoğunlaştırılıyor. Bu, DTP'nin kapatılması sorununda da açıkça görüldü. Anayasa Mahkemesi Başkanı, "teröre, şiddete karşı olduğu için, ayrılıkçı fikirlerine rağmen Hak-Par'ın kapatılmadığını", DTP'nin kapısına "terör örgütüyle bağlantısı nedeniyle" kilit vurulduğunu söyleyerek, inkarcı-sömürgeci faşist diktatörlüğün ateşi nereye yoğunlaştırdığını ortaya koydu. Şayet PKK, 'açılım'a ve kimi vaatlere ('açılım'ın kapsamının genişletilmesi, yüzde on barajının düşürülmesi, yeni Anayasa vb.) karşın gerillayla politik mücadele yürütmeye devam ederse, ABD, İsrail, Irak, Güney Kürdistan Bölgesel yönetimi, Suriye ve İran'la çeşitli düzey ve biçimlerde işbirliği yoluyla sonuç alma planı uygulanacaktır.
"Açılım İttifakı", ödünler-anlaşmalar siyasetiyle silahsızlanmasını sağlayamazsa, başta ABD olmak üzere, uluslararası desteklerine rağmen, askeri yoldan PKK'yi görünür bir gelecekte tasfiye edemeyeceğinin bilinciyle hareket ediyor. O nedenle de, askeri plan ve yönelimlerle birlikte, PKK'yle Kürt halk kitleleri arasında duvar örmeyi, dağa çıkışı sınırlamayı, yurtsever kitle partisi ve PKK saflarında bölünme tohumları ekmeyi hedefleyen faaliyetlerini ve yalana dayalı faşist psikolojik savaşı aksatmadan sürdürüyor. 'açılım' ödünlerini bunun zemini haline getirmeye çalışıyor. Ondandır ki, AKP, "barış", "çözüm'; "anaların ağlamaması" çağrı ve taleplerinin sahibi gibi görünmeye yöneliyor. Tayyip Erdoğan, "Dersim katliamı" ifadesini kullanabiliyor.
'Açılım’, PKK'nin silahsızlandırılması ve giderek tasfiyesi, ulusal demokratik taleplerin bastırılması veya vaatlere kurban edilmesi hattını mı döşer, yoksa Kürt halkı saflarında ulusal bilincin, örgütlülüğün ve mücadele isteğinin yeni kesimlere yayılarak rejim krizini patlamaya hazır bir olgunluğa mı eriştirir; bu pratiğin karara bağlayacağı bir sorundur.
Özel Bir Muharebe Olarak “Barış Grupları” Meselesi
İlker Başbuğ'un, öncesi bir yana, 2009'da birkaç kez, generaller partisinin, mücadelenin zorluklarından kaçarak gelenlerin tutuklanmaması, hemen serbest bırakılması yolundan "dağdan inişin" teşvik edilmesi, bunun için "pişmanlık ve serbest bırakılma"yla ilgili kanun maddesinin daha esnek hale getirilmesi ve öyle uygulanması isteğini dile getirdiği hatırlardadır.
"Açılım ittifakı”; bu yolu, PKK'nin silahsızlandırılması imkanlarından biri olarak görüyor. Burjuva ordunun baş generali Başbuğ, her fırsatta, "şu zaman dilimi içinde gelip teslim olanların şu kadarı serbest bırakıldı" türü açıklamalar yapmayı çok önemsiyor.
'Açılım' sürecinin kimi güçlendireceği sorusunun, yüzü haklarımıza dönük bazı çıkışları gerektirdiği koşullarda, Öcalan'ın, Kandil, Mahmur ve Avrupa'dan birer "barış grubu" gelmesi, bunların ulusal demokratik talepler ve barış koşulları konusunda politik çalışmalara, görüşmelere girişmesi çağrısı önemli yankılar yarattı.
Hükümet ve burjuva medya, "dağdan inişlerin”, "dönüşlerin" müjdesini vermekle kalmadı, bunu, 'açılım'ın başarısı ve savaşın sonlanmasına gidişin bir kilometre taşı, çarpıcı bir alameti olduğu propagandasına girişti. "Gelip teslim olacaklar, esnetilerek uygulanacak etkin pişmanlık yasasından yararlanmayı isteyecekler ve evlerinin yolunu tutacaklar"dı! Bu, 'açılım'ın ilk önemli meyvesi, AKP'nin başarı hanesine yazılacak bir kazanım olacaktı! Türk halkımız PKK'lileri silahsızlanmaya, "teslim olmaya" ikna ettiği, asker elbisesi içindeki çocuklarının evlerine tabutlarda dönüşlerini engelleyecek adımlar attığı; Kürt halkımız ise "barış" gayreti gösterdiği, gerillanın ve sürgünlerin dönüş koşullarını hazırlamakta olduğu için devleti, AKP'yi alkışlayacak, gönül bağını güçlendirecekti! İnkarcı-sömürgecilik bu gelişmelere bağlı olarak Kürt halkımızın, silahlı mücadeleden vazgeçmesi için PKK'ye baskı yapacağı, dağa gidişin yavaşlayabileceği bir sürecin kapısını aralayabileceğini umuyordu.
Kuşku yok ki, her şey inkarcı-sömürgeciliğin iradesinden ibaret olsa ya da PKK, köleci barışı kabul etse, olaylar bu yönde gelişir, "barış grupları" ‘açılım'a yedeklenir, ona kan taşırdı.
Ne var ki, PKK, "barış grupları"yla, 'açılım' tartışmaları sürecine müdahalede bulunmayı, Türk halkımıza, "barış"a hazır olduğunu, meselenin barış koşullarında, bir başka ifadeyle ulusal inkarın son bulup bulmayacağında düğümlendiğini göstermeyi, Kürt ulusal hareketini ise "onurlu barış" hattında etkinleştirmeyi, yaygınlaştırmayı, büyütmeyi hedeflediğini ortaya koydu. Bu doğrultuda, mücadeleye yeni koşullarda katılmaya dönenler, pişman olmadıklarını, böyle bir yasadan yararlanmak istemediklerini, teslim olmakiçin değil, Öcalan'ın çağrısına uyarak sürece katkıda bulunmak için geldiklerini söylediler. Büyük bir yurtsever kitle onların bürokratik işlemleri süresince Habur'a kamp kurdu. "Barış grupları"nı ulusal kahramanlar gibi bağrına bastı. Amed'e yönelen yolculuk boyunca yerleşim birimlerinde halk onları, adil, onurlu, demokratik barışa özlemi ve zafer inancıyla karşılayıp uğurladı. Amed'de coşkulu bir kitlesel mitingle onurlandırıldılar. Barış gruplarının temsilcileri söz aldıkları her yerde, ulusal demokratik talepler ve bunların kabul edilmesi doğrultusunda konuşmalar yaptılar, bu temeldeki barışa hazır olunduğunu dile getirdiler.
"Barış grupları" muharebesini, ulusal demokratik hareketin kazandığı o kadar açıktı ki, inkarcı-sömürgeciliğin kudurgan bir nefretle yürüttüğü saldırı gecikmedi. Avrupa grubunun gelmesi engellendi. Tayyip Erdoğan, "başa dönebilecekleri" tehdidinde bulunacak kadar kendini kaybetti, inkarcı-sömürgeciliğin medyası tüm gücüyle karşılama coşkusuna, gerilla kıyafetlerine, Amed'e değin yol boyunca yapılan gösterilere, savcılık ve mahkemede "teslim olmaya gelmedik, pişman değiliz, öyle bir maddeden yararlanmayı istemiyoruz. Öcalan'ın çağrısıyla barış mücadelesine katılmak için döndük" tutumlarına azgınca saldırdı. Türk halkımız, şovenist, ırkçı gösterilere teşvik edildi. Oğullarını, yakınlarını inkarcı-sömürgeci kirli savaşa kurban vermiş asker aileleri seferber edilmeye çalışıldı.
Tüm bunlara rağmen, ulusal demokratik kitle hareketi "barış grupları" etrafında mücadelesini büyütmeye devam etti. Onları, ulusal demokratik taleplerin sözcüleri arasına kattı.
Şüphe yok ki, "barış grupları" belirli bir ana, duruma özel bir müdahale biçimidir. Genel bir yöntem değildir ve olamaz. Gücünü, niceliğinden değil niteliğinden ve siyasal gündemin özel bir anına, sürecine uygunluğundan alır. PKK'nin de bunu "dağdan iniş" yöntemi olarak görmediği, bugün için bu tip bir anlayış içinde olmadığı ortadadır. Öcalan'ın, PKK merkezinin, Mahmur Halk Meclisi sözcülerinin açıklamaları ve tutumları durumu anlamak için yeterli veriyi sunuyor.
O nedenle de, "barış grupları"na karşı girişilen ajitasyon ve propaganda, Yürüyüş Dergisi'nin aldığı türden "gelmeyin”, "geliş düzene geliştir" tutumu, yüzeysel ve temelsizdir. Ortada ne "gelmek" için oluşturulmuş bir kuyruk, ne de böyle bir kuyruk oluşturulacağı düşüncesi uyandırabilecek en küçük bir belirtti veya eğilim vardır! Yürüyüş, "barış grupları"yla belirli bir duruma müdahaleyi ve bunun yol açtığı somut sonuçları tartışmaktan uzak durarak zihnindeki 'gerçekler'i taşlıyor! Ayrıca başka bir değerlendirmenin konusu olmakla birlikte, ulusal mücadele yürüten ve ulusal demokratik talepleri program edinmiş bir harekete, özel ve sınırlı bir taktik tavır etrafındaki polemiği, tutumu bile, "düzene dönmek-dönmemek" zemininde yürütmesi, Yürüyüş'ün ele aldığı konunun niteliğini, içeriğini hala anlayamadığını ortaya koyuyor.
Kimi Devrimci Ve Antifaşist Partilerin Ve Grupların Tutumu
Devrimci ve antifaşist partilerin, grupların bir bölümünün dikkate almadığı, fakat politik mücadele bakımından büyük öneme sahip bir gerçeklik var: Kürt ulusu ve ülkesi, yalnızca sömürgeci boyunduruk altında tutulmuyor, aynı zamanda inkar ediliyor.
Kürt halkımızın ulusal geleceğinin belirleme hakkı, propaganda ve ajitasyonun, inkarcı-sömürgeci faşist rejime karşı özgürlük veya devrim mücadelesinin konusuyken, inkarın son bulması savaşımı güncel politik görevlerin, düzen koşullarında elde edilebilecek taleplerin içinde yer almaktadır. Bir başka ifadeyle, ulusal demokratik talepleri devrimci programın uygulanacağı güne kadar bir kenarda tutamazsınız. Onları elde etmek üzere bugünden ileri sürmeli, kavgasını yürütmelisiniz.
Böyle bir politik pratiği, Kürt halkımızın ulusal inkar ve asimilasyoncu faşist cendereye bağlı acılardan kurtulması kadar, hem ulusal özgürlük ve toplumsal kurtuluş mücadelesinin güçlendirilmesi, tabanını genişletilmesi, hem de Türk halkımızı burjuva ideolojik boyunduruk altında tutmanın en güçlü dayanaklarından birini, şovenizmi geriletme, zayıflatma, en dar alana hapsetme görevi güncel kılmaktadır.
Ulusal inkara karşı mücadele iki temel talepte somutlanıyor:
1) Ulusal varlığın resmen tanınması,
2) Anadilde eğitim.
Bu iki temel talebe bağlı olarak, ulusal kimlikle politika hakkı, kirli savaş koşullarının göçerttiği köylülerin geri dönüşü ve zararlarının karşılanması, ulusal mücadelede tutsak düşenlerin serbest bırakılması, koruculuğun lağvedilmesi gibi istemlerde günceldir.
Devrimci ve antifaşist her partinin, grubun temel ulusal demokratik talepler doğrultusunda eylemler ve kampanyalar örgütlemesi ya da bunlara destek vermesi, devrimci ve antifaşist niteliğin bir gereğidir. Bu görevlere kayıtsızlık, 'açılım' vesilesiyle halklarımızın gündemine dönüşmüş yakıcı bir sorunda apolitikliği tercih etmektir. İnkara karşı mücadele görevine sırtını dönerek, Türk halkımızın devrimci-demokratik gelişimi ve ulusal sorunda emekçi çözüm koşullarının hazırlanması başarılamaz. Faşist diktatörlüğün Türk-Kürt, laik-şeriatçı, Alevi-Sünni saflaştırmalarına kan taşıyan damarlar tıkanamaz. Şovenist abluka, bırakalım parçalanmayı, geriletilemez. Sosyal şoven hatalara, günahlara sürüklenmenin önüne geçilemez.
Esasında politik reformlar kapsamında olan bu talepler, Türk burjuva devletinin inkarcı yapısı ve rejimin faşist karakteri koşullarında gerilla mücadelesinin, devrimci kitle şiddetinin, serhildanların konusu haline geliyor. Adeta bir devrim talebine ya da düzen sürse bile mevcut devlet biçiminin son bulması talebine dönüşüyor. Ondandır ki, burjuva liberaller, burjuva solcular salt taleplere bakıp, bunlar için gerilla savaşına değer mi türü sorular soruyor, fakat sorularını devletin yapısal özellikleri ve rejimin faşist karakteriyle yüzleştirmediklerinden komplo teorilerine sarılıyorlar. "Derin PKK" vb. demagojilerden medet umarak, faşist psikolojik savaşa yedekleniyor, onun bir parçası haline geliyorlar.
AKP Hükümetinin, son kullandığı ifadeyle "milli birlik projesi"ni tartışmaya açtığı, kapsam ve içeriğini ortaya koyduğu koşullarda, devrimci ve antifaşist bir partinin salt ilkesel tavırla, "Kürt halkının ulusal kaderini tayin hakkını" kabul beyanı veya ajitasyonuyla-propagandasıyla yetinmesi, bu önemli sorunda "savaş dışı" kalmak, "cephe gerisi tarz"a sürüklenmek değil midir? "Açılıma Hayır, İnkar En Koyu Biçimiyle Sürsün! Açılıma Evet, İnkar Kimi Geri Adımlarla Sürsün!" saflaştırmasının karşısına, "İnkar Son Bulsun!" safıyla çıkmanın, gelişmeleri bu mecraya yöneltme mücadelesine girişmenin yerine, 'açılım'ın ya da yurtsever hareketin eleştirisini geçirmek başka ne anlama gelir ki?
Önümüzdeki dönemin politik görevleri arasında yer almaya devam edecek olan bu sorunda, sürece, "İnkara Son! Kürt Ulusal Varlığı Tanınsın!", İnkara Son! Anadilde Eğitim!" talepleriyle müdahale etmek, "Kürt halkımızın ulusal geleceğini belirleme hakkı" ajitasyonunu, propagandasını bu politik-pratik koşullarda sürdürmek görevine sırtını dönenlerin sözlerinin, eleştirilerinin bir değeri olmayacaktır. Böyle bir tutumla, ulusal sorunda "burjuva çözüm" çerçevesine karşı "emekçi çözüm" seçeneğini halklarımızın iradesine dönüştürmek olanaklı değildir ve olamaz.
AKP ve CHP binalarının önünde, varoşlarda, meydanlarda, okullarda, "İnkarı reddediyoruz, Kürt halkımızın ulusal varlığı tanınsın/anadilde eğitim" içerikli basın açıklamaları, yürüyüşler, gösteriler, birleşik mitingler ve mücadelenin gerektirdiği öteki biçimlerle sürece müdahalede bulunmak, hiçbir mazeretle ihmal edilemez güncel politik görevler arasındadır.
Bu talepler ulusal özgürlüğü sağlamaz, doğrusunun arkasına gizlenerek seyircilik, yorumculuk tavrı almak; en hafifinden, devrim olmadan sömürü son bulmaz, diktatörlüğün faşist zorbalıkları, zulümleri ortadan kalkmaz diyerek, işçilerin ve ezilenlerin çeşitli demokratik, ekonomik ve toplumsal taleplerine, sorunlarına ve mücadelelerine kayıtsız kalmakla özdeştir, başka bir anlam taşımaz, başka bir pratik doğurmaz.
İşçilerin ve emekçilerin, çoğu ekonomik ve sosyal nitelikteki ve sorunlarıyla pratik temelde ilişkilenmeye büyük bir önem veren, buna karşın içerikleri ve olası sonuçları itibariyle devletin yapısı ve rejimin faşist karakteri üzerinde sarsıcı bir basınç uygulayan Kürt ulusal demokratik taleplerine (üstelik de bu denli gündemleşmelerine rağmen), pratik ilgisizlik içindeki her devrimci ve antifaşist parti ve grup, kendine bunun nedenini sormalıdır:
Sorun, politik mücadele tarzı ve politik önderlik anlayışında mı?
Örgütsel yetmezliklerde veya siyasi mücadele yeteneklerinin zayıflamasında mı?
Sosyal şoven zihniyetten ya da etkilerinden kopuşamamakta mı?
Şovenizmin boğucu kuşatmasına boyun eğişte mi?
ABD Ve “Açılım Paketi”
Bölgemizdeki devrimci, ulusal demokratik, anti-ABD'ci, anti-İsrail'ci silahlı güçleri ortadan kaldırmak ya da en azından silahsızlandırmak ABD'nin başlıca hedeflerinden biridir. ABD, işbirlikçi rejimlerin bu doğrultudaki her tür girişimine politik, askeri, ekonomik, diplomatik, istihbari-teknik destek vermekte cömerttir! Onları teşvik etmekte, hatta üzerlerinde ciddi bir baskı kurmaktadır.
"PKK ortak düşmanımız" açıklamasını yapan da, Zap ve diğer PKK üsleri ile Kandil'e hava ve kara saldırısının önünü açan da, ClA'yla birlikte İsrail istihbarat makinesinin desteğini sağlayan da ABD'dir. Avrupa Birliği'nin de PKK'yi 'terör örgütü' ilan ederek ve PKK'ye yönelik mali desteği kesmeyi amaçlayan birçok polis operasyonu yaparak tutumunu ortaya koyduğunu ekleyelim.
Ancak kendi tecrübelerinden yola çıkarak, askeri zafere bağlanmış çözüm planlarının her zaman beklenen sonucu vermediğini, ulusal yangını zayıflatacak ve mümkünse PKK'yi silahsızlandırmaya hizmet edecek ödünler politikasını hesaba katmayı işbirlikçilerine öneren de aynı ABD'dir. Bunlarda şaşırtıcı bir yan yoktur.
Bu çerçevede, ABD'nin 'açılım' politikasına destek vermesi, bu konuda generaller partisi ile AKP'nin uzlaşmasına etkide bulunması olgusu sürecin anlaşılması bakımından göz önünde tutulmalıdır. Söz konusu olgu, 'açılım ittifakı'nın ömrünü uzatabileceği gibi, belirli koşullarda AKP'yi, 'açılım'ın kapsamını genişletmede de cesaretlendirebilir.
Ne varki, bu gerçekler, meselenin esasını oluşturmuyor. Onlardan yola çıkılarak, 'açılım paketi'nin, Kürt halkımızın PKK önderliğinde yürüttüğü ulusal mücadele tarafından değil de, "ABD'nin Irak'tan çekilmeye endeksli güvenlik planları" veya "lrak'ta doğacak boşluğu Türk devletiyle doldurma" ihtiyacı ya da "Türkiye'nin enerji nakil merkezi haline getirilmesi" politikasınca koşullandığı, gündemleştirildiği ileri sürülürse, bu esas olanla tali olanı karıştırmaya, yanlış politika ve taktiklere yol açar.
Bu, örneğin İkiz Kuleler ve Pentagon'a yönelen sarsıcı saldırının aslında ABD'nin işi olduğu, ABD'nin Irak'ı Saddam'la anlaşmalı işgal ettiği, Saddam'ın ABD'de bir çiftlikte yaşadığı biçiminde, ABD şahsında emperyalizmi, egemen güçleri, özellikle de ABD'yi kadr-i mutlak haline getiren, halkların, ezilenlerin, halihazırda zayıf ve güçsüz durumda olanların, olayların gidişatına, tarihin yapılışına, anlamlı, büyük bir etkide bulunamayacaklarına, böyle bir irade oluşturamayacaklarına dayalı burjuva tezlerin sol soslarla yeniden üretilmesini, yıllar içinde antifaşist ve devrimci saflarda yarattığı etkiyi göstermesi bakımından önemlidir.
'Açılım paketi'nin, ulusal demokratik mücadelenin güçlü basıncının ürünü, fakat inkarın son bulmasına varmayan, onu yeni koşullarda sürdürmeye endeksli bir geri adım, bir manevra olduğunu sergileyerek, inkarın son bulması taleplerini yükseltmek, bu doğrultuda pratikler örgütlemek yerine, "Açılım ABD projesidir" propagandasını esas almanın, nesnel olarak, şovenizmin, sosyal şovenizmin güçlenmesine, Kürt halkımızın ulusal demokratik haklarının, Türk halkımıza "dış destekli bölücülük" biçiminde sunulmasına kan taşıdığının" görülememesi" de bir başka politik trajedidir!
Görmek isteyen için şu olgular açıktır:
1) 'Açılım paketi, yönetememe krizinden öte, devletin yapısal özelliklerini ve bu temelde kurulmuş ideolojik hegemonyayı çatlatan türden bir rejim kriziyle kıvranan ve açık bir iç mücadeleye sürüklenen faşist MGK diktatörlüğünün mecbur edildiği bir politik geri adımdır.
İnkar siyasetinin belirgin biçimde yumuşatılmasında somutlanan bu yönelim, ulusal demokratik hareketin, 2007 yazı ila 2009 baharı döneminde, baskınlarda, serhildanlarda, Kandil'e yönelik hava bombardımanlarının boşa çıkarılmasında, Zap saldırısının püskürtülmesinde ve her açıdan bir referandum havasında geçen Mart yerel seçimlerinde simgelenen siyasi, politik-askeri ve moral başarılarla, inkarcı-sömürgeciliğin askeri zafer yoluyla ulusal yangını söndürme umuduna ağır bir darbe vurmasının ürünüdür. Kuşkusuz ki, varılan nokta çeyrek asırlık mücadele zemininde oluşmuştur.
'Açılım'ın içeriği, kapsamı ve hedefi ile sürece iradi (ABD) veya nesnel (Güney Kürdistan Bölgesel Yönetimi Olgusu) etkilerde bulunan faktörler, bu gerçeği gölgeleyemez. Bunu, açık, ikircimsiz biçimde ortaya koymayan hiçbir analiz ve değerlendirme, olguya, gerçeğe, ezilenler perspektifinden bakmayı başaramaz. Meseleyi doğru analiz edip, sürecin devrimci ve demokratik görevlerini doğru saptayamaz. Bunun değişik örneklerini, sosyal şoven TKP tarzında, sosyal şoven etkilerden kopuşamayan Halk Cephesi tarzında, ÖDP ve Birgün'de Melih Pekdemir'in sözcülüğünü yaptığı sosyal şovenizmden beslenen tarzda görebiliriz.
2) İnkarcı-sömürgeci MGK diktatörlüğünün yakın amacı, PKK'nin, 'açılım' tavizlerini ve vaatlerini esas alarak, gerillayı Güney Kürdistan'daki üslerine çekmesidir. Sonraki süreçte ise, ulusal demokratik talepleri törpüleyerek, özüne uygun biçimde pratikleştirilmesini geleceğe, 'uygun koşullar'a bırakan anlaşmalar temelinde gerillanın silahsızlanması ve PKK'nin silahlı mücadeleye nihai olarak son verdiğini açıklaması hedefleniyor.
Bir başka ifadeyle, inkarcı-sömürgecilik 'açılım' tavizlerinin, ulusal yangının itfaiyecisi haline gelmesi hattını döşemeye çalışıyor. Şayet PKK bunu kabul etmez de, tam tersine, bu ödünleri, ulusal yangının büyümesini, yayılmasını sağlayacak bir imkana dönüştürmeyi esas alırsa, o durumda ulusal demokratik hareketi tüm araç ve yöntemlerle kuşatmayı ve imha yolundan tasfiyeyi, kirli savaşı sürdürebildiği kadar sürdürmeyi planlıyor.
Bu planın hazırlığı kapsamında, 'açılım' ödünleri ve 'barış', 'çözüm', 'anaların ağlamaması', 'kalkınma', 'iş' vaatleriyle Kürt halkımızı etkileme, polis-mahkeme çarkıyla yurtsever kitlelerin örgütlülüğünü darbeleme, PKK ve ulusal kitle partisi içinde bölünme tohumları ekme çalışmaları yürütüyor. Aynı amaçlara bağlanmış faşist psikolojik savaş makinesini tam kapasiteyle çalıştırıyor!
ABD, diktatörlüğün, PKK'nin silahsızlandırılmasını hedefleyen ödün ve planlarını destekliyor, onu yüreklendiriyor, imkan sunuyor, PKK'nin mali ve lojistik olanaklarının kıskaca alınması, güçten düşürülmesi için diplomasi yürütüyor.
Bu tutumlar, ABD'nin 'bölge planları' ya da Türk burjuva devletine 'yeni görevler verme' hesapları ışığında olduğu kadar, yürüttüğü sınıf mücadelesi temelinde, onun, devrimci, antiemperyalist, ulusal demokratik, anti-ABD'ci, anti-İsrail'ci silahlı güçleri tasfiye etme hedefi temelinde de düşünülmelidir. Açıktır ki, ABD'nin PKK'yi silahsızlandırmaya dönük politikalara desteği, 'bölge planları', işbirlikçisini 'yeni görevlere hazırlama' hesapları olmasa da sürecektir.
Bütün bunlar, ABD'yi, 'açılım'ın mecbur edeni yapmaz, inkarcı-sömürgeci faşist diktatörlüğü 'açılım' ödünlerine sürükleyen temel dinamiğin, gerilla ve Kürt ulusal demokratik kitle hareketi olduğu gerçeğini karartmaya gerekçe olamaz.
O nedenle, sorunun 'Açılım ABD projesidir' biçimindeki konuluşu ve bu temeldeki ajitasyon-propaganda gerçeğin üzerini örtüyor. Nesnel olarak şovenizme, sosyal şovenizme kan taşıyor. Bir kez daha vurgulayalım ki, 'Açılım'ı, 'ABD projesi' olduğu gerekçesiyle değil, Kürt dili, kültürü, sanat ve edebiyatı üzerindeki inkarı yumuşatsa da -ki bunlar halklarımızın kazanımlarıdır, derhal ve fiili engeller çıkarılmadan, eksiksiz uygulaması talep edilmelidirtemel ulusal demokratik talepleri kapsamadığı; 'Açılım ittifakı'nın ve destekçisi ABD'nin, bu geri adımı, ulusal demokratik hareketin önderi PKK'yi silahsızlandırma yolundan tasfiyenin dayanağına dönüştürmeyi hedeflediği için teşhir edilmelidir. 'Açılım'la inkar konusunda atılacak geri adımların açacağı alanın ise, ulusal özgürlükve sosyal kurtulu şmücadelesinin güçlendirilmesi için değerlendirilmesi, inkarcı-sömürgeciliğeve faşist MGK diktatörlüğüne karşı, devrimci savaşım iddiasındaki her parti ve grubun görevidir.
CHP Ve MHP’nin Tutumu
'Açılım' tartışmaları süreci aynı zamanda, ırkçılık ve şovenizmle mayalanmış egemen ideolojik hegemonyanın geniş yığınlarca yeniden düşünülmesinin, sorgulanmasının tohumlarını ekti. Emperyalist işgale karşı savaş koşullarındaki mücadele ve kader birliğine, verilmiş sözlere karşın zaferden sonra Kürt halkımızın ulusal özgürlük ve eşitlik talebinin vahşi kıyımlarla bastırıldığı, giderek kimliğinin inkar edildiği, dilinin, kültürünün yasaklandığı gerçekleri Türk halk yığınlarının karşısına çıktı. Burjuva Meclisin 'açılım' oturumlarındaki tartışmalar, kitlelerin dikkatini soruna iyice odakladı. Sorulara yeni kapılar açtı. Kısacası, 'açılım' üzerine inkarcı-sömürgeci cephede tüketilen sözler, kimi tarihi gerçeklere dair itirazlar ya da şovenizm ve ırkçılığı gizlenemez hale getiren laf düelloları, Türk halkımızı, ulusal toplulukları da kapsayacak biçimde ulusal sorunla yüzleştirme zemininin genişlemesine hizmet etti. Şovenizmi geriletmenin olanakları arttı. Yalanın perdesini yırtma imkanları güçlendi. Çünkü, (Kürtler) "yoklar, aksini iddia eden dış destekli bölücüdür"den, "varlar, hakları ne olmalı" zeminine gelindi.
'Açılım ittifakı' bu açıdan ipin ucunun kaçırılmaması, meselenin 'açılım'a destekle sınırlanması, "milli birliğin güçlendirilmesi" hattında mevzilenirken, MHP ve CHP ise şovenizm ateşine benzin dökülmesi yoluna girdiler. Fiili bir blok gibi hareket ettiler.
Baykal yönetimindeki CHP, etkisi altındaki kitlelere, 'açılım'ı, önce "ABD planı", bir dönem sonra ise, "şeriatçılarla bölücülerin ortak planı" biçiminde sunarak meselenin özünü gizlemeye ve ilerici kitlelerin antiemperyalist, anti-ABD'ci, anti-şeriatçı duygularını şovenizm kanalına akıtmaya yöneldi. Saflarındaki ve dışındaki şovenist etkiyi ise var gücüyle körükledi. Öyle ki, burjuva meclisteki 'Açılım' oturumlarının ikincisinde, CHP'nin önde gelen sözcülerinden Onur Öymen, AKP'ye "hak ve özgürlük tartışmaları yapacağına, analar ağlamasın diyeceğine, ödünler vereceğine, Şeyh Sait isyanının, Dersim isyanının bastırılması kararlılığıyla, yöntemleriyle hareket et" içeriğinde "yol haritası" önerdi. Ulusal sorun ve taleplere karşı CHP'nin katliamlarla bastırma veya ez ve çöz çizgisinde hareket ettiğini gösterdi.
CHP'nin, şovenizmi körüklemesinin, etkisi altındaki yığınları şovenist tutumlara yöneltmesinin sonucu olarak, başta İzmir olmak üzere, Ege'de, sivil faşistler tarafından linç saldırılarına seferber edilen kitle içinde CHP'liler de boy gösterdi.
Devrimci ve antifaşist hareket 'açılım' tartışmalarının henüz burjuva Meclise gelmediği dönemde, inkarın en koyu biçimde sürmesinin savunuculuğuna başlayan ve MHP'yle aynı safta yer alan CHP'ye karşı uygulanması gereken politik ve moral basıncı uygulama olanağı ve göreviyle ilgilenmedi. CHP yönetiminin, parti programında yer alan bireysel-kültürel haklara dair vaatleri bile yadsıyan, şovenizmve ırkçılığı savunan, faşist MHP'yle kol kola giren tutumunu teşhir yolundan, CHP'de örgütlü ya da onun siyasi etkisindeki kitleyle bağlarını inceltme, kopartma pratiği geliştirmedi. Dersim katliamının övülmesi ve AKP'ye, 'açılım' yerine tutulacak yol örneği olarak önerilmesi karşısında gösterilen refleks bunun nasıl etkilere, sonuçlara yol açabileceğini ortaya koydu.
Baykal yönetiminin, CHP kitlesini, ırkçı-faşist MHP'nin yedeği, potansiyel gücü haline gelmeye, faşist diktatörlüğün kitle tabanını genişletmeye iten politikaları karşısında, kitlenin olanaklı en geniş kesimini CHP'den koparmaya dönük özel çalışmalar yürütmemek başlangıçta ciddi bir eksiklikti, giderek büyük bir hataya ve sorumsuzluğa dönüşüyor. CHP kitlesinin, inkarın, şovenizmin, ırkçılığın, "Ergenekon" örneğinde olduğu gibi faşist halk düşmanı, kelle ve kulak avcılarının, işkencecilerin şeflerinden Veli Küçüklerin avukatlığına soyunmuş yönetimi ve Baykal şahsında CHP'den kopuşu için tüm imkanlardan en yüksek verimle yararlanmak görevi önümüzdedir.
CHP, "Kimi bireysel-kültürel hakları kabul ediyoruz, fakat milli birliğimize çok bol olduğu ve tehlikeler taşıdığı için açılıma karşıyız" içeriğinde sözlere sığınırken, MHP, "Her türlü bireysel -kültürel hak ve özgürlük, milli birliğe ihanettir" çizgisinde mevzilendi.
Faşizmin, "demagojive faşist terör" ayakları üzerinde yükselen gerçeğine uygun olarak faşist şef Bahçeli, bir yandan "sokağa çıkmayacağız, oyuna gelmeyeceğiz, provokasyonlara alet olmayacağız" derken, aynı anda, "dağa çıkmak", "Anadolu'yu yeniden fethetmek" vb. tehditlerde bulunuyor. MHP'li faşistler, linç saldırılarında başı çekiyor, şovenist etki altındaki Türk halk kitlelerini yedeklemek için provokasyon dahil her yolu deniyorlar. Kuşkusuz ülkü ocaklı ve MHP'li faşistler bu konularda yalnız değiller ama iddiaların aksine sokaktalar. Başta Kürt yurtseverleri olmak üzere, halklarımızın ilerici, antifaşist, devrimci kesimlerine ve kurumlarına karşı saldırılar düzenleyerek ve bunu çoğu durumda Türk-Kürt saflaştırması temelinde yürüterek, faşist başbuğları Bahçeli'nin, "Anadolu'yu yeniden fethetmek" dediği iç savaşın taşlarını döşüyorlar.
Faşist Parti Ve Gruplar İç Savaş Yöntemlerine Yöneliyorlar
'Açılım' tartışmaları sürecinin ortaya koyduğu gerçeklerden biri de, faşist saldırganlığın artışı, sivil faşistlerin iç savaş yöntemlerine yönelimleridir. MHP, BBP, Osman Pamukoğlu partisi, Türk Solu dergisi, "Ergenekon" etrafında toplananlar dahil, irili ufaklı çeşitli faşist gruplar, Türkiye'de yurtsever, devrimci ve antifaşist güçleri faşist terörle sınırlama, demoralize etme, geriletme, kitleler nezdindeki saygınlıklarını zayıflatma ve ezme hattında mevzilenmektedirler. Bu, aynı zamanda Türk halk kitleleri üzerindeki şovenist, ırkçı faşist etkiyi arttırmaya, yeni alanlara yaymaya dönük faşist faaliyetlerin önünü açmayı hedefliyor, onunla el ele gidiyor. Burjuva ordudan emekli olmuş kirli savaş suçlularının faşist parti ve gruplara katıldıkları, bunların istihbarat ile işsiz lümpenler ve 'gayri meşru' işleri meslek edinmiş kişiler arasından güç devşirme faaliyetlerini yönettikleri görülüyor.
Generaller partisi, diğer konjonktürel nedenler bir yana, rejim krizinin aldığı boyutlar, 'Açılım' manevrası, Kürt gerillasının güçlü varlığı ve Güney Kürdistan Bölgesel Yönetimi'nin varlığı koşullarında kitlelere yayılacak bir Türk-Kürt çatışmasını tehlikeli ve çok riskli buluyor. Dolayısıyla, bugün böyle bir iç savaşı teşvik etmeye ve onun yönetici merkezi olmaya istekli değil. Ne var ki, rejim krizinin yarattığı parçalanma ve gruplaşmaların orduya ve birimlerine de yansıdığı göz ardı edilmemelidir. Bu nedenle, merkeziliğe, hiyerarşiye, emir komutaya dayanmayan biçimde, ordu, özel olarak da kontrgerilla, polis ve MİT içinden sivil faşist yönelime değişik türden destekler verilmesi beklenmelidir.
Bu saldırıların, Türkiye'de ve Kürdistan'ın her iki halkın yaşadığı bazı kentlerinde, "Türk-Kürt" saflaşması görünümünde geliştirilmek isteneceği bir sır değil. Faşistler böylelikle Türk halkımızın, şovenizmin etkisi altındaki en geniş bölüklerini yedekleyerek, halklarımızın, yurtsever, devrimci ve anifaşist güçlerini kuşatmak, Türkiye'deki devrimci ve antifaşist mücadeleyi geriletmek, ilerici kitleleri sindirmek, demoralize etmek ve baskı altında tutmak istiyorlar. Bunun için linç kampanyaları, bireysel ve grupsal faşist terör uygulamak peşindeler. İç savaş yöntemlerine yöneliyorlar. 'Sınıfsal kimlik' iddialı tüm devrimci parti ve örgütlerin bildiği ve pratikte de unutmamaları gerektiği gibi, Türk ve Kürt saflaştırması veya hangi biçimde olursa olsun, Kürt yurtseverlerine kalkan faşist el, ona da kalkmıştır, Kürt yurtseverlerine doğrultulan faşist namlu, ona da doğrultulmuştur.
Devrimci ve tutarlı antifaşist partiler, gruplar bu faşist planları bozma, saldırıları püskürtme, inisiyatif alma ve "faşistler-antifaşistler", "ezenler-ezilenler", "zenginler-yoksullar", "faşist diktatörlük-halk" saflaştırmalarını geliştirme hattında kararlı, gözü pek ve yaratıcı pratikler örgütlenme göreviyle yüz yüzeler. Bu, şovenist ablukanın dağıtılması çalışmalarının önünü açmak ve alanını genişletmek bakımından da zorunludur.