Berçem Güneş: Partimiz, tüm bu 30 yıl toplamında, Kürdistan’ın değişik parçalarında ve Türkiye’de devrimci mücadelenin içerisinde öncü rol oynayan, gerek birleşik devrim ve birleşik devrimci önderlik fikri ve eylemi etrafında gerekse de kendi pratiğiyle değişik devrimci yapıları da, antifaşist mücadelenin bütününü de etkileyen bir hatta sürdürüyor mücadelesini.
Sayın Berçem Güneş sayın Kerim Gökdeniz, röportajımıza hoş geldiniz. Partiniz 30. kuruluş yıldönümünü kutluyor, oradan başlayalım. Başarıları ve başarısızlıklarıyla, bedelleri ve kazanımlarıyla bu 30 yıllık mücadele MLKP’nin tarihsel varlık hakkı konusunda bize ne söylüyor
Berçem Güneş: Öncelikle bu sorunun eskimiş, aşılmış bir soru olduğunu gösteriyor, 30 yıl tarihsel varlık hakkının tartışılması için uzun bir süre. 30 yıl içinde partiler tarihsel varlık haklarını kazanmış ya da kaybetmiş olurlar. Dolayısıyla tarihsel varlık hakkı kavramı etrafında değil, 30 yıllık mücadelede, devrimci mücadelenin gelişimi, işçi, emekçi, ezilen kitlelerin, kadınların, Kürt halkımızın mücadelesi içinde oynadığı rol bakımından bir değerlendirme yapmak daha doğru olur. MLKP kuruluşunu izleyen yıllarda yürüttüğü mücadelelerle varlık hakkını kazandı. Ve bütün bu 30 yıl içerisinde değişik gerilemeleri ve başarısızlıkları da içeren, ama çok önemli başarıların belirlediği, öncü bir pozisyondan devrimci mücadeleyi ileri itmeye çalışan, ileri taşıyan, pek çok eşikte bunu başaran bir hattan yürüdü.
Öncesi bir yana, 2015’ten bugüne, sömürgeci faşizm ile devrimci yapılar ve Kürt ulusal demokratik hareketi arasında süren irade kırma savaşı içerisinde, kimi devrimci yapılar politik iddialarını yitirdiler, rollerini oynayamaz hale geldiler. Ama partimiz bakımından direnen ve savaşan parti, faşizme karşı mücadelenin sürmesinde, bu direnişin sürmesinde belirleyici roller oynayan bir parti gerçeği açığa çıktı. Bütün bu yıllar içerisinde politik mücadelemizi işçi sınıfının, emekçilerin, kadınların, Kürt halkımızın talepleriyle ve özlemleriyle sıkı sıkıya bağlı bir hattan sürdürdük. Parti kendisi için asla amaç olmadı.
Devrimci bir yapı ancak devrimci mücadelenin ihtiyaçlarını karşılayarak gelişir. Bundan bağımsız, bundan tecrit, kendi başına, kendi kendisinin amacı olan bir gelişme hattı yoktur. Bu da politik mücadelenin içerisinde, buna bağlı konumlanmayı gerektirir. Partimizin bütün dönemlerde konumlanışı hep böyle oldu. Kendi örgütsel varlığını korumayı amaçlaştırarak bedeller ödemekten geri durmadı. Mücadele araç ve biçimlerinde, örgütlenme tarzında, örgüt ve parti teorisinde, parti sisteminin gelişiminde, program sorunlarında, kadın özgürlük mücadelesinde, bölgesel devrimden emperyalist küreselleşme koşullarında işçi sınıfının mücadelesinin hangi hattan geliştirileceğine kadar değişik konularda, teorik ve ideolojik bakımlardan gelişiminde hep bu politik savaşımın, devrimci mücadelenin ihtiyaçlarına bağlı bir hattan yürüdü.
Bu gerçek geçen yıl gerçekleştirdiğimiz kongre ve kadın konferansında da sınanabilir. Partinin gerek fiziki tasfiye gerek ideolojik-politik tasfiye saldırıları altında, geldiği noktada politik çizgisini, politik iddialarını ve kararlılığını koruduğu görüldü.
Elbette bu 30 yıl içerisinde, geriye düşüşler, başarısızlıklar da oldu. Bunun en belirleyici halkası önderlik düzeyini mücadelenin ihtiyaçlarına göre örgütleyememek, sıçratamamaktı. Ancak partimiz, tüm bu 30 yıl toplamında, Kürdistan’ın değişik parçalarında ve Türkiye’de devrimci mücadelenin içerisinde öncü rol oynayan, gerek birleşik devrim ve birleşik devrimci önderlik fikri ve eylemi etrafında gerekse de kendi pratiğiyle değişik devrimci yapıları da antifaşist mücadelenin bütününü de etkileyen bir hatta sürdürüyor mücadelesini.
Kerim Gökdeniz: 30 yıllık mücadele tarihi parti için ideolojik, teorik, örgütsel, siyasal önemli pek çok başarıyı bağrında taşır. Her şeyden önce Birlik Devrimi bunun harcıdır, yol açıcısı, öncüsüdür. Sonraki bütün dönem Birlik Devriminin temellerinin sağlamlaştırıldığını, görüş açısının geliştirildiğini, bunun ideolojik çalışmalara, örgütsel çalışmalara, siyasal çalışmalara ve teorik çalışmalara yansıdığını gösterir. Siyasal mücadelede düşmanla yürütülen çarpışmalardaki güç kayıplarına bağlı olarak gerilediğimiz, ilerlediğimiz dönemler olmuştur. Ama hiçbir dönem parti temel amaçlarından kopmamıştır ve sürekli yenilenerek, kongreleri aracılığıyla kendini yenileyerek ve geliştirerek, daha ileri hedefler belirleyerek yürümüştür.
Bunu somut olarak ölümsüzlerimizin şahsında görebiliriz. Erdal Balcı parti kuruluşunu ilan eylemlerinde şehit düşmüştü, düşmanla bu düzeyli ilk çarpışma anıydı. Sonraki bütün sürece bakarsak, kentlerde, kuşatılmış üslerde, dağlarda, ölüm oruçlarında, zindan direnişlerinde, Rojava devrimi içinde, Medya Savunma Alanları’nda, Bekaa’daki savaş hazırlıkları sürecinde onlarca yoldaşın ölümsüzleştiğini görüyoruz. Bu, partinin siyasi kararlılığının, siyasi mücadeledeki netliğinin ifadesi olarak karşımıza çıkar. Somutta işçi sınıfı ve ezilenlerin talepleri, özlemleri ve sorunları temelindeki mücadeleyle sımsıkı bağlıdır her biri. İşçi sınıfı ve ezilenlerin mücadelesini faşizm, sömürgecilik, kapitalizm, erkek egemenliği karşısında ileriye taşıma mücadelesinin birer parçasıdır. Bunu isterseniz, 1996’da devletin başlattığı ikinci topyekün saldırıda ve ona karşı direnişte ele alın. Ya da ‘95 kayıplar kampanyasında, sonrasında 4-5 Şubat öğrenci eylemlerinde ele alın. Bütün 1 Mayıs uğraklarına bakın, işçi sınıfının çeşitli grev ve direnişlerine bakın, gecekondu direnişlerine bakın, sömürgeciliğe karşı Kürdistan’da yürütülen mücadeleye, canlı kalkan eylemlerine bakın, kadınlara yönelik saldırılarda cinsel tacize ve tecavüze karşı kurultaya ya da 1 milyon imza kampanyasına bakın. Oradan Gezi-Haziran ayaklanmasına, 6-8 Ekim Kobanê serhildanına, Rojava devriminin savunulması ve inşası sürecine bakın. Bütün bu alanlarda partiyi görebilirsiniz. Keza birleşik devrim kavrayışı etrafında ve cepheleşme siyasetinde partinin 30 yıl içinde nasıl nitelikler biriktirdiğini, bu konuda devrimci hareket içindeki bütün geri düşüncelere, kitabi geri yaklaşımlara karşı ideolojik mücadeleyle nasıl ilerlediğini görebilirsiniz. Ya da parti anlayışını dönemin ve günün ihtiyaçlarına göre nasıl geliştirdiğinde, parti modelinde de sınayabilirsiniz partinin gelişimini. Keza dünyanın mevcut gerçekliğini kavramadaki, bu gerçekliğin yeni sorularına yanıtlar vermedeki ideolojik ve teorik yaklaşımlarında da görebilirsiniz.
MLKP, ben işçi sınıfının, ezilenlerin sorunlarının, taleplerinin, özlemlerinin sesiyim, öncüsüyüm, mücadele gücüyüm dedi ve hep buna bağlı kaldı. Mücadelede siyasal savaşımın ve siyasal koşulların ihtiyaç duyduğu bütün araç ve biçimleri kullanma görüş açısına sahibim dedi, bu görüş açısına uygun davrandı, bütün bu 30 yılı böyle yürüdü. Onun başarısızlıkları kategorisinde en önemli mesele, faşizmin ve sömürgeciliğin saldırıları karşısında dönem dönem önderliğini, temel kadrolarını koruyamaması ve düşmanın vurduğu örgütsel darbeler sonucunda, gelişiminin temposunun yer yer düşmesi, yürüdüğü yolu yeniden yürümek zorunda kalması, biriktirdiklerini daha büyük bir güce dönüştürme konusunda kazanabileceği hızı elde edememesidir. Ama her yerde başı dik bir partidir. İşçi sınıfı ve ezilenlerin çıkarlarını her şeyin üstünde tutmada başı dik bir partidir. Grupçuluğa karşı mücadelede, birleşik mücadelenin geliştirilmesinde başı dik bir partidir. Kadın özgürlük mücadelesinin geliştirilmesinde, Kürt ulusal mücadelesinin geliştirilmesinde başı dik bir partidir. Sorgularda, mahkemelerde, zindanlarda başı dik bir partidir. Bütün bu konulardaki görüş açısının sürekli gelişmesi, derinleşmesi ve genişlemesi onun 30 yıllık gelişim hattının gerçeğini temsil eder.
Partimiz 20 Temmuz 2015 sonrası, faşist saray cuntası koşullarında da mücadelenin değişik biçimlerini kullanmada, işçi sınıfı ve ezilenlerin çıkarlarını savunmada kararlı bir duruş içerisinde oldu, çizgi sürekliliğini, örgütsel sürekliliğini korudu. Ama faşizmin her bakımdan kendini yeniden tahkim ettiği, faşist şefin bütün mekanizmaları tek elden yönettiği koşullar altında, illegalite koşullarını ve savaşım koşullarını etkileyen hızlı teknolojik gelişim nedeniyle, buna yanıt verecek biçimde vaktinde harekete geçememiş oldu. Direndi, savaştı, ama çok geniş bir cephenin savaşır bir kuvvet olarak faşizmin karşısına dikilmesini sağlamada yeterli olamadı. Bunda devrimci parti ve grupların durumu da, partimizin öznel hata ve yetersizlikleri de belirli bir rol oynadı.
Yine bu 30 yıllık süre içinde partinin, enternasyonal bir kuvvet olarak, proleter enternasyonalist görüş açısını geliştirerek, enternasyonalizmi yüzeysel bir diploması faaliyeti, basitçe uluslararası ilişkiler ve tanınırlık gibi politik olmayan zeminlerden koparma, bu doğrultuda hareket etme kararlılığıyla da ayırt edici bir güç olduğunu söyleyebiliriz.
Kimileri bir çeşit sosyal örgüt oldular, sosyalist siyasi parti iddiasıyla legal ve barışçıl sınırlarda kaldılar. Kimileri illegal devrimci parti olduklarını iddia ettiler, ama politik mücadele tarzları ve anlayışlarıyla gizli sendikacılığı aşamadılar. Buralarda da partimiz, yalnızca görüşleriyle değil, devrimci pratiğiyle bir eleştiri kuvveti oldu.
Partinin temel amacı, kuşkusuz devrimi örgütlemek, onun zaferini hazırlamaktır. 30 yıl kısa bir süre değil bu açıdan. Ama bu 30 yıllık sürede dünyada burjuvazinin egemenliğinin en yüksek düzeyde gerçekleştiğini ve dünya çapında devrimci hareketin, hatta demokratik hareketin en geri düzeylere çekildiğini düşünürseniz, bu nesnel koşullar altında bir umut ateşinin her türlü zorluğa ve bedele rağmen daima yanmaya devam etmesinin önemini görürsünüz. Bugünkü dünyada bu çok önemli. Yani hiçbir mesele verili koşullarından koparılarak ele alınamaz. Biz böyle bir dünyada yaşıyoruz. Türkiye ve Kürdistan’da faşizmin gerek generaller partisi egemenliğindeki MGK biçimli diktatörlüğünü, gerek AKP, saray iktidarı biçimli politik islamcı diktatörlüğünü yaşadık, bu koşullar altında mücadele ettik. Sayısız ve kimileri çok kapsamlı saldırılara rağmen parti kararlı biçimde yolunda yürümeye, ama aynı zamanda ideolojik olarak, teorik olarak, örgütsel olarak, siyasal olarak yeni nitelikler biriktirmeye devam etti. 30 yıla damgasını vuran budur.
Her Alanda Direniş 30. Yılın Temel Hedefi Olacak
Peki, somut düzlemde konuşursak, 30. yılınızda hangi engelleri aşmayı, hangi hedeflere ulaşmayı, hangi başarıları kazanmayı hedefliyorsunuz?
Berçem Güneş: Soyut, daha genel bakıldığında, 30. yıl, partinin toplam gelişim seyrini değerlendirme açısından, başarılarını sindirme, mücadelede oynadığı rolü sindirme bakımından, bunun dersleriyle donanma, aynı zamanda bundan büyük bir enerji ve kuvvet alma bakımından önemli bir dayanak. Ama daha somut düzlemde en nihayetinde bir yıllık bir süreyi tartışıyoruz. Bunu, 7. kongrenin değerlendirme ve hedeflerine bağlı olarak, nereden nereye gitmeyi hedefliyoruz, yani bu hedefler içerisindeki görevlerimiz nelerdir temelinde değerlendirip tartışabiliriz. Zira somut kararları üzerinden yol almayı hedefliyoruz. Bu, daralma sürecini tersine çevirmedir, yani kitlelerle buluşma, işçi ve emekçilerle, kadınlarla, gençlikle, Kürt halkımızla ve değişik ezilen kesimlerle bağlarımızı daha da güçlendirme. Onların özlem ve talepleri etrafında politik mücadeleyi güçlendirme. Keza mücadelenin farklı araç ve biçimlerini kullanmada, devrimci hareketin yoğun biçimde yaşadığı, partimizin de farklı biçimlerde yaşadığı daralmayı aşma. Değişik mücadele araç ve biçimlerini kullanma kuvvetimizi geliştirme. Partimizin illegal yapısını güçlendirme, fiili meşru mücadelede daha büyük bir politik örgütlülük ve sürükleyicilik sergileme, birleşik devrimi ilerletme.
7. kongremizin Kürdistan’ın büyük bir faşist sömürgeci saldırıyla yüz yüze geleceği, bu saldırının aynı zamanda bölgedeki devrimci-demokratik dinamikleri ezme hedefi güdeceği, bunun faşist sömürgeciliğin emperyalist NATO’yla sıkı bir iş birliğine dayalı tarzda gerçekleşeceği öngörüsü var. Partimiz 30. yılda buna göre pozisyon alacak. Filistin'den Kürdistan’a, Türkiye’ye ve Ortadoğu’nun değişik ülkelerine değin devrimci-demokratik hareketin tasfiye edilmesi, ortadan kaldırılması saldırısına karşı her alanda direniş 30. yılın temel hedefi olacaktır. En başta Rojava devrimini savunmak, Rojava ve Suriye halklarının devrimci-demokratik kazanımlarını savunmak, Medya Savunma Alanları’nda mütevazı bir güçle olsa bile sömürgeci işgal saldırılarının karşısında barikat olmak, direnmek, savaşmak, Türkiye ve Kürdistan’da bütün bu saldırılar karşısında, bir mezar sessizliği yaratma planını bozmak doğrultusunda kendini ortaya koymak en önemli hedefidir partimizin. Bu savaşım, yalnızca Kürdistan devrimini savunma, Kürt halkının soykırıma uğratılması saldırısını önleme savaşı olmayacak, aynı zamanda Türk, Kürt, Arap halklarının, Süryani, Keldani, Asuri, Türkmen, Ermeni ulusal topluluklarının, Alevi ve Ezidî inançlarından halk kitlelerinin politik özgürlük taleplerinin, ulusal özgürlük taleplerinin, kadın özgürlük taleplerinin ve inanç özgürlüğü taleplerinin savunulması; bölgenin bütün devrimci ve yurtsever, antisömürgeci, antifaşist partilerinin, gruplarının savunulması olacaktır. Bu yönüyle güçlü bir bölgesel enternasyonalist nitelik de taşıyacaktır. Partimiz bu konuda, öncü parti niteliğine uygun olarak, mücadelenin en ön saflarında mevzilenerek savaşacaktır. Bütün devrimci hareketi, bütün demokratik, ilerici hareketi bu mücadelenin bir parçası olması, bu mücadeleyi yürütme onurunu kuşanması için birleştirmeyi, birleşik mücadeleyi bu temelde güçlendirmeyi, geliştirmeyi hedefleyecektir.
Parti kadrolarından başlayarak, aynı zamanda parti kitlesinden ve de antifaşist mücadeleye eğilim duyan, bu mücadele içerisinde yer alan daha geniş bir kesimden partinin 30 yıllık gerçeğini anlamasını ve buna sahip çıkmasını, bu başarılara dayanarak ilerlemesini bekliyoruz. Partinin daha önce de politik savaşımdaki şiddetlenmeye bağlı olarak, önce MGK faşizmi ve sonra da AKP’nin değişik dönemlerde gerçekleştirdiği faşist saldırılar altında girdiği daralma süreçleri ve bunlardan çıkış süreçleri var. 30 yıllık parti tarihinin gösterdiği son derece berrak bir dizi örnek var. Bu işte, ikinci topyekün savaş, partinin kuruluş dönemindeki saldırılar ve bunu izleyen süreçteki mücadelelerden de görülebilir. İşte, ‘99’da Kürt halk önderi Öcalan’ın tutsak düştüğü, kitle mücadelesine büyük saldırıların, F tipi hapishanelerin merkezde durduğu büyük bir saldırının geliştiği dönem ve bundan sonraki süreçte partinin politik ve örgütsel hattından da gözlemlenebilir. Daha sonraki dönemlerde yaşadığı çeşitli örgütsel kayıplara bağlı gerileme zamanları ve sonrası süreçlerde izlediği politik hattından da anlaşılabilir. Yani kendi tarihinden, deneyimlerinden güç alma yeteneği sergileyebilmek çok önemli.
Ali Yerlikaya’nın Beklediği Huzur Hiç Olmayacak
Faşist şeflik rejiminin devrimci-demokratik mücadeleyi tasfiye etme, ortadan kaldırma amaçlı saldırılarından bahsettiniz. Geçen Temmuz ayında içişleri bakanı Ali Yerlikaya “Türkiye yüzyılını huzurun yüzyılına dönüştürmek amacıyla PKK, KCK, FETÖ, DEAŞ, MLKP gibi terör örgütleri ile mücadele bizim olmazsa olmaz birinci görevimizdir” dedi. Devletin partiniz MLKP’yi birincil tehdit saymasını nasıl değerlendiriyorsunuz, bakanın bu sözlerine yanıtınız nedir?
Berçem Güneş: İsabetli bir değerlendirme yapmış. Zaten uzun bir süredir partimizle böyle ilişkilenmekteler. Partimiz faşist şeflik rejimine karşı politik savaşımda kendini ortaya koyuşuyla, öncülük düzeyiyle, burada oynadığı rolle karşıdevrim nezdinde böyle bir duruma geldi. Demagoji yanı bir tarafa, zenginler için, soyguncular ve sömürgeciler için huzur yüzyılı istiyorlar, böyle bir huzur yüzyılı olmayacak. Bu yüzyılın zenginlere, soygunculara, talancılara, katillere, faşistlere huzur yüzyılı değil, devrim yüzyılı olması için kendimizi var gücümüzle ortaya koyacağız. Bu yolda, bu amaçla, faşist şeflik rejimiyle mücadele de bizim birinci görevimiz. Devlet terörüyle, sömürgeci faşist terörle mücadele de bizim birinci görevimiz. Bunun için var gücümüzle çalışacağız. Ellerinden geleni yapacakları bellidir. Bunun yoğun gözaltı ve tutuklama saldırılarını, katliam ve suikastları, faşist psikolojik savaşı, tasfiyeciliği geliştirme hamlelerini kapsayacağı, önderlik ve çizgi kırılması yaratmak isteyecekleri açıktır, bunları biliyoruz.
Devrimcilere, komünistlere, antifaşistlere, işçilere, emekçilere, kadınlara, gençliğe, haklarımıza, Baran yoldaş katledildiğinde Tolhildan yoldaşın yüzü açık biçimde onun naaşını taşıdığını hatırlatmak isteriz. Bunlardan pişman değiliz. Biz faşist şeflik rejiminden önce faşist katil sürüleri görmemiş değiliz. Biz faşist şeflik rejiminin fiziki yok etme saldırısını başlattığı döneme sırtımızda 33 tabut taşıyarak girdik. Ondan önce sömürgeci faşizmin saldırıları, faşist DAİŞ’in saldırılarıyla ölümsüzleşenlerimizin uğurlamaları bizi buna hazırlamıştı. Gezi-Haziran isyanı bizi buna hazırlamıştı. 30 yıllık direniş ve savaşımımız bizi bu saldırılara, bu mücadeleye hazırladı. Devrimin karşıdevrimi merkezileştirerek, saldırganlaştırarak ilerlediği, tarihimizde değişik dönemlerle somut olarak yaşadığımız, doğruladığımız bir gerçek. 7. kongremiz bu gerçekten yola çıkan değerlendirmeler yaptı. Bu gerçeği gören partiye, parti önderliğine, parti kadrolarına, parti kitlesine ve antifaşist güçlere buna uygun bir pozisyon alma çağrısı yaptı. Aldığı kararların bilincinde olarak, sonuçlarının bilincinde olarak bu kararları aldı, bu hattan yürüyeceğiz.
Kerim Gökdeniz: Ali Yerlikaya, kendinden önceki içişleri bakanları gibi burjuvazi adına konuştuğu halde, Türkler adına, Türkiye adına konuştuğu demagojisi yapıyor. Çaresi yok, buna mecbur. Elbette, Türk işçi ve emekçileri adına konuşmuyor, mazlum uluslar adına, Kürt ulusu adına hiç konuşmuyor. Özgürlük isteyen kadınlar adına, onurlu ve özgür bir gelecek isteyen gençler adına hiç konuşmuyor. Türk işbirlikçi tekelci sermayesi, ama daha özel olarak da faşist şeflik rejimini destekleyen sermaye grupları adına konuşuyor, onlar için huzur istiyor. Onların huzuru demek işçinin grev yapmaması demek, öğrencinin boykot yapmaması demek. İşçi ve emekçilerin örgütlenmemesi, yürüyüş yapmaması, gösteri yapmaması, taleplerini ortaya koymaması demek. Kuşkusuz bütün bunları yok etmek, ortadan kaldırmak olanaklı değil. O yüzden huzur bulamayacaklardır.
Partimiz ve PKK savaşmaya devam ediyorlar. Her iki partinin amaçları doğrultusunda sonuna kadar savaşacaklarını biliyoruz, bu geride kalan bütün deneyimler tarafından ortaya konulmuş bir gerçek. O nedenle bu mücadele karşısında da çok huzur bulacaklarını söyleyemeyiz. Kuşkusuz onların DAİŞ ortağı olduklarını biliyoruz. Fethullah Gülen ile ortaklıklarını da biliyoruz. Bu DAİŞ ortaklıklarının Rojava’da, Suriye’de devam ettiği, kendilerine yeni isimler seçmiş DAİŞ gruplarıyla işbirliği, ittifak halinde oldukları ayan beyan ortada. Onlarla 20 Temmuz 2015 Suruç katliamını, Ankara Gar katliamını birlikte örgütledikleri, HDP binalarına ve mitinglerine birlikte saldırdıkları ortada. Gülen cemaati ile sonuna kadar ortaktılar, Fethullah Gülen ile iktidar kavgasına tutuştular, başka bir ayrımları yoktu. Bu iktidar kavgası içinde karşıtlaştılar, yarın tekrar başka bir çıkar nedeniyle birleşebilirler. Erdoğan’ın Sisi macerası başta olmak üzere değişik pratikleri “bu kadarını da yapamaz” demenin fazla iyimserlik olacağını gösteriyor. Dolayısıyla bu açıklamanın esas hedefinin PKK ve MLKP olduğu yeterince açıktır.
PKK’nin ve MLKP’nin birincil tehdit olarak sayılması onların politik mücadele içindeki yerleriyle bağlı. Yoksa onların isimleri ya da başka bir özellikleriyle değil. PKK tüm yok etme saldırılarına rağmen savaşmaya, taleplerini yüksekte tutmaya, kendini örgütlemeye, yeni hedeflerle hareket etmeye devam ediyor. MLKP de devletin bütün saldırılarına, katliamlarına, tutuklamalarına ve adeta nefes alamaz hale getirme çabalarına rağmen işçi sınıfının ve ezilenlerin taleplerini savunmaya, onları değişik alanlarda gerçekleştirmeye, birleşik mücadelenin gelişmesi için emek harcamaya, yeni kuşaklarla bağ kurmaya devam ediyor. Yani yaşayan, canlı, savaşan bir parti. Devrimci hareketin örgütsel bakımdan geriletildiği, daraltıldığı, dolayısıyla siyasi çalışmalarının sınırlandığı, bazılarının politik mücadele anlayış ve tarzında parti çizgilerinin dışında bir zemine itildiği koşullarda hem politik önderlik anlayışını koruyan, yani işçi sınıfı ve ezilenlerin taleplerini, özlemlerini, sorunlarını savunmaya devam eden, hem de bunu mücadelenin tüm araç ve biçimleriyle yürüten bir partiyi yok etmek onlar için son derece önemli. Faşist rejimin içişleri bakanı bu yüzden de hem güncel ve politik mücadeledeki yeri, hem de politik mücadele anlayış ve tarzı konusunda uluslararası açıdan da önem taşıyan duruşu, varoluşu nedeniyle birincil hedefler arasında sayıyor partimizi.
Biz yalnızca bakana şunu hatırlatmak isteriz: Kürt ulusal özgürlük talebini, işçi sınıfı ve ezilenlerin politik özgürlük talebini, kadınların özgürlük talebini, iş taleplerini, ekmek taleplerini, insanca yaşam, onurlu yaşam taleplerini, inanç özgürlüğü taleplerini, barınma hakkı, sağlık hakkı, eğitim hakkı, dinlenme hakkı, insani bir emeklilik hakkı taleplerini yok edemeyeceğiniz için asla huzur bulamayacaksınız. Bu taleplerin etrafında size karşı mücadele mutlaka devam edecektir.
Partimize ilişkin, zamanında Mehmet Ağarlar, Necdet Menzirler, Orhan Taşanlar, Celalettin Cerrahlar, Muammer Gülerler, Süleyman Soylular pek çok açıklama yaptılar. Ama onlar yerlerinde yoklar, çoğu iki paralık oldu, MLKP ise değişik mücadele cephelerinde varlığını ortaya koymaya, savaşmaya devam ediyor. Yeni güçler MLKP saflarında örgütleniyorlar, sorumluluk alıyorlar, mücadeleye önderlik ediyorlar. Yeni kuşaklar mücadeleye ağırlıklarını koyuyorlar. Bu son iki gerçek bile MLKP’ye karşı yürütülen faşist sömürgeci savaşın amaçlarına ulaşamadığını gösteriyor.
Devrimci Hareketin Önündeki Tehlike: Yasal Devrimcilik
Geçen sene gerçekleştirdiğiniz 7. kongrenize değişik atıflar yaptınız. Partinizin yayınlanan kongre belgelerinde ideolojik-siyasi tasfiyeciliğe karşı mücadele vurguları belirgin. Keza belgelerde yasal devrimcilik eleştirisi de var. Bu eleştirinin kapsamı ve hedefi nedir? İdeolojik-siyasi tasfiyeciliğe karşı mücadeleyi neden bu kadar önemli görüyorsunuz?
Berçem Güneş: Yasal devrimcilik, devrimci yapılar, devrimci kadrolar nezdinde politik mücadele anlayış ve tarzının zihniyette fiili meşru biçimlerle, asıl olarak da legal mücadele biçimleriyle sınırlanması, bu temelde pratikleşmesi ve hatta buna bağlı olarak ortaya çıkan örgüt ve kadro anlayışlarıdır. Ki bunun çıkış noktasında, değişik çarpışmalar içerisinde, özellikle de belli bir süreçten itibaren yoğunlaşan ve ideolojik-siyasi tasfiyecilik saldırılarına paralel olarak fiziki saldırılarıyla boyutlanan, aynı zamanda düşmanın kentte ve kırda askeri ve teknik üstünlük elde etmesiyle, devrimci yapıların mücadelenin politik askeri biçimlerini kullanmada giderek kapasite kaybetmeleri, gerilemeleri, illegal yapılarının değişik darbeler alması ve aynı zamanda da düşman teknolojisi karşısında bir üstünlük sağlayamamaları ya da bunları boşa çıkaramamalarıyla bu örgütlenmelerini kaybetmeleri var. Fiziken de fiilen de mücadelenin fiili meşru biçimleriyle, giderek de yasal biçimleriyle sınırlanmaları bu temelde gelişen bir durum oldu. Bu maddi durum giderek duygu ve düşünüş üzerinde de basınç oluşturarak bunun zihniyetini ortaya çıkarmaya başladı.
Mücadele görüş açısının da ufkunun da giderek yasal biçimlerle sınırlanması şeklinde gelişen bir durum olarak tanımladık yasal devrimciliği. Devrimci niyetler, devrimci amaçlar temelinde kendini var eden, ancak buna uygun bir politik mücadele tarzını örgütlemeyen bir durumu tanımladık.
Mücadelenin değişik araç ve biçimlerini kullanamamanın ve kendisini yasadışı biçimde örgütleyememenin, dolayısıyla sadece yasal ve fiili meşru biçimlerle sınırlanmanın, aynı zamanda politik iddialarda da devrimci mücadelenin değişik araç ve biçimlerini kullanma kararlılığında da, yasadışı illegal yapıyı yeniden inşa etme kararlılığında da değişik tipte zayıflıkları ortaya çıkarması hem mümkün, hem de çeşitli biçimlerde zaten gerçekleşiyor. Bu tablo, aynı zamanda onun kadrolarını da şekillendirmeye, aynı zamanda onun kültür ve yaşam tarzını da kurmaya, bu riskleri de devrimci saflarda doğurmaya başlıyor.
Dolayısıyla yasal devrimcilik görüş açısı, düşünüşü ve pratiği, devrimci hareket içerisindeki sonuçlarıyla da, belki daha sonra ayrıntılandırılabilir, saflarımıza yansıyan boyutlarıyla da eleştiri konusu oldu. Çünkü bu dönemin politik savaşımının temel özelliği irade kırmak. Yani irade kırma savaşı yürütüyor faşist şeflik rejimi, özelde PKK’nin, devrimci hareketin ve partimiz MLKP’nin merkezinde durduğu savaşını, tasfiyeci saldırılarını irade kırma hedefiyle yürütüyor. Örneğin, kırda gerillacılık yapılamaz, kentte gerillacılık yapılamaz, artık silahlı mücadele biçimleriyle ilerlenemez, artık merkeziyetçi yapılarla ilerlenemez, artık yeraltında konumlanılamaz, yeraltı yaşamını örgütleme sürdürülemez, illegal bir parti yapısı korunamaz, sürdürülemez, örgütleri işletilemez, düşman denetiminin dışında hareket etme olanağı yoktur, her şey merkezileşmiştir ve çok yüksek tekniklerle herkes ve her şey izlenmektedir, dolayısıyla artık bu sınırların dışına çıkan bir politik mücadele imkansızdır dedirtmek istiyor. Devrimci yapıları fiziken de bu sınıra getirmeye çalışıyor, ama bundan daha da önemlisi, bunun görüş açısını, duygusunu örgütlemeye çalışıyor. O yüzden belki sadece askeri olarak düşünse daha küçük bir kuvveti sevk edeceği bir kır saldırısına, Dersim özel olarak örneklenebilir buna, on binlerce askeri kapsayan bir kuvvetle girişiyor. Amaç sadece fiziken oradaki gerillayı darbelemek değil, aynı zamanda bunun yapılamayacağına, artık kırda gerilla savaşının bittiğine ikna etmek. Yani kitleleri ikna etmek, antifaşist kesimleri ikna etmek. Kentlerde devrimci yapıları yasal sınırlara doğru zorlamak ve illegal biçimde örgütlenilemeyeceğini, barınılamayacağını, mücadele edilemeyeceğini benimsetmek. İrade kırma savaşının özü, bu hattan ilerlenebilir mi, politik savaşım böyle kazanılabilir mi sorularına olumsuz cevaplar örgütlemektir. Dolayısıyla yasal devrimcilik hem politik çizgi olarak, hem de bunun ortaya çıkardığı ideolojik, kültürel şekillenme olarak, devrimci hareketin önündeki çok büyük bir risktir.
Biz, yasal devrimcilik hattında konumlanmaya ve bunun da görüş açısını kurmaya karşı hem devrimci harekete uyarıcı olduk, hem de bunun bütün örnekleriyle ve ideolojik sonuçlarıyla saflarımızda da mücadele ettik. Dolayısıyla yasal devrimcilik eleştirisi, aynı zamanda, politik mücadelenin bütün araç ve biçimlerini kullanmakta ısrar etme, illegal temelde örgütlenme ve illegal temelde mücadele yürütmekte ısrar etme ve bunun araçlarını geliştirme konusunda iddia ve kararlılığı korumayı ve pratik olarak da bunu sürdürmeyi kapsıyor kendi açımızdan. Çünkü burada ısrar edilmezse, sadece niyetlerle, sadece söylemlerle, sadece sözle üretilebilecek bir şey değil devrimci savaşım.
Kerim Gökdeniz: Ali Yerlikaya ile ilgili önceki soru ideolojik-siyasi tasfiyeciliğin taşıdığı hedefleri apaçık gözler önüne seriyor. Yani burjuvazi için, faşizm için, sömürgecilik için huzur gerekiyor. Dizginsiz sömürünün önündeki engellerin tasfiye edilmesi gerekiyor, bölgesel yayılmacılığın önündeki engellerin tasfiye edilmesi gerekiyor, işbirlikçi tekelci burjuvazinin gerek Türkiye ve Kürdistan’da gerek bölge ülkeleri içinde çıkarlarının en yüksek biçimde geliştirilmesi için hangi engeller varsa, bunların ortadan kaldırılması gerekiyor. Bu ihtiyaca cevap vermek için ideolojik-siyasi tasfiyecilik saldırısı örgütlüyor devlet. Bunu başaramadığı yerde, ki başaramadı, bugün Ali Yerlikaya’nın söylediği gibi onları yok etmek istiyor.
Belirli siyasi koşullar altında işbirlikçi tekelci burjuvazinin belirli ihtiyaçlarıyla, faşist sömürgeciliğin belirli ihtiyaçlarıyla belirlenmiş bir zeminde ortaya çıkıyor bu ideolojik-siyasi tasfiyecilik. Bunu biz 1987’den sonra gördük, nihayetinde ideolojik-siyasi tasfiyeciliğin bir biçimi olarak yasal parti kuruldu. Bu parti silahlı mücadele biçimlerine başvurmayacağını, kitle şiddeti biçimlerine başvurmayacağını, gizli, yasadışı örgütlenmeden uzak duracağını yasal olanaklarla faaliyet yürüterek bir kitle gövdesi edineceğini, bu kitle gövdesiyle değişik politik ve toplumsal gelişmeler sağlayacağını söylüyordu. Sonra o yasal parti, adını hatırlatacak olursak ÖDP, bu zeminde de anlamlı hiçbir başarı sağlayamadı; Türkiye ve Kürdistan devriminin sorunlarına, ihtiyaçlarına çarparak, kendisini bir hizipler partisi olarak kuran gruplardan daha fazla gruba parçalandı.
Keza 1991’den sonra faşist devlet terörü ve dünyadaki gelişmeler belirli partileri artık illegal örgütlenme yapılamayacağına, illegal mücadele yürütülemeyeceğine, özgür ajitasyon-propaganda çalışmalarının yürütülemeyeceğine, silahlı biçimlerle mücadele edilemeyeceğine ikna etti. Onların bir kısmı da yasal sosyalistliğe yöneldiler. Sözde ne söylerlerse söylesinler, başka tipte hiçbir hayat belirtisi görülmedi onlarda. Başka tipte mücadele araç ve biçimlerinin, örgütlenmenin işareti görülmedi.
20 Temmuz 2015 Suruç katliamından sonra yeni bir dönem başladı, yeni siyasal koşullar oluştu. Bu siyasal koşullar esasen devletin en merkezi biçimde örgütlenmesinin adımlarını atma yönelimiyle ortaya çıktı. Sonrasında kesintisiz, giderek genişleyen, sistematik, insanların gündelik hayatlarını da kapsayacak tarzda bir faşist terör geliştirilmeye başlandı. Bu süreğen faşist terör dalgası koşullarında kitleler geriye çekilmeye itildi. Ve bu koşullar altında devlet emperyalist devletlerin büyük desteğiyle bazı teknolojik atılımlar yaptı, NATO’nun, İsrail’in, çeşitli devletlerin teknik desteğiyle askeri alanda, askeri sanayide kimi atılımlar yaptı ve bunları kır gerillasına, kent gerillasına karşı, illegal örgütlenmeye ve silahlı mücadeleye karşı kullandı. Mücadelenin siyasi koşulları hızla değişti ve büyük yeni zorluklar, henüz hazır olunmayan tipte zorluklar ortaya çıktı. Bu, yaygın ve süreğen tutuklamalarla birleşti, kırlarda ve kentlerde katliamlarla birleşti. Bu koşullar altında devrimci saflarda düşünüş biçimi etkilenmeye başladı, direnen saflarda etkilenmeler başladı. Yani esasen mücadelede illegal örgütlenmeyle gidilip gidilmeyeceğinden, silahlı mücadele biçimlerinin, devrimci kitle şiddeti biçimlerinin kullanılıp kullanılmayacağından başladı, bu giderek fiili meşru mücadelenin yürütülüp yürütülemeyeceğine kadar geldi. Yasal sınırlar içinde kalmalı mıyız, onun dışına çıkmalı mıyız sınırına kadar geldi. Mesele sadece örgütsel güç zayıflığı nedeniyle bir çizgiyi, anlayışı, tarzı uygulayamamak olsa, bu koşullarla, örgütsel güçle bağlı geçici bir durum olurdu. Ama buradan yavaş yavaş çıktığını ve bir anlayış, bir zihniyet sorununa dönüşmeye başladığını gördük. Çizgi sürekliliğinin ve çizgi kararlılığının silikleşmeye başladığını gördük.
Bu tabii ki masa başında oluşturulmadı, tartışılarak hangisi doğrudur zemininde oluşturulmadı, devletin bütün bu taktik üstünlüğü koşullarında, terörü koşullarında, yok etme saldırıları koşullarında düşünceler, iradeler buraya doğru itildi. O nedenle devrimci hareket büyük bir tehlikeyle karşı karşıya geldi. İdeolojik-siyasi tasfiyecilik yayılmaya başladı, devrimden kaçış, devrimci örgütlenmeden kaçış, devrimci fedakarlıktan kaçış, devrimcilerin öncü sorumluluklarından kaçış artmaya başladı. Bunun teorisi daha rahat yapılmaya ve bu koşullar altında yasal devrimcilik mubah görülmeye başlandı. Yani devrimci iddiamızı, devrimci programımızı, devrimci görüşlerimizi kitabi olarak koruyacağız, kongre zabıtlarında koruyacağız, kararlarda koruyacağız, yayınlarda koruyacağız, ama bunun gereklerine uygun bir pratik içine girmeyeceğiz, bunu taktik bir akıllılık olarak göreceğiz, bunu günün toplam ihtiyacının ürünü olarak göreceğiz. Ki paralel biçimde fiili meşru mücadelenin, devrimci kitle şiddetine dayalı biçimlerin, politik askeri biçimlerin tekrar ne zaman kullanılacağı, buna ilişkin adımların ne zaman atılacağı da gündem olmaktan çıkmaya başladı. Bu, gücün büyüklüğü ya da küçüklüğü ile ilgili bir mesele değil. Bu, eylem sayısıyla ilgili bir mesele de değil, hatta eylem niteliği ile ilgili bir mesele de değil. Zayıf gücünüzle, sınırlı gücünüzle bu doğrultuda çaba harcayıp harcamadığınızla ilgili. Yani illegal örgütlenme yönelimi içinde olup olmadığınızla ilgili, milis çalışması için bir çaba harcayıp harcamadığınızla ilgili, şurada bir müfreze kurup kurmamanızla ilgili.
Günümüzde bu tehlike daha da büyüdü. İdeolojik-siyasi tasfiyecilik saldırılarıyla boyun eğdirilemeyen PKK’yi fiziki olarak yok etmek istiyorlar, boyun eğdirilemeyen MLKP’yi fiziki olarak yok etmek istiyorlar. Onların önderlik kadrolarını, yalnızca parti önderliğinde yer alan kadrolarını da değil, daha geniş önderlik potansiyelini yok etmek istiyorlar. Hava suikastlarıyla, değişik tipte kara suikastlarıyla, yaygın tutuklamalarla hedefledikleri bu. Her biçimle buna yönelmiş durumdalar. Bu aynı zamanda, başkalarına “işte böyle yapmayın, direnen ve savaşan pozisyonunuzu terk etmezseniz bunlar gibi suikastlara uğrarsınız, kentlerde katledilirsiniz, yaygın ve süreğen tutuklamalara maruz kalırsınız” mesajıdır. Bunun büyük bir tehlike olduğunu düşünüyor 7. kongre ve partimiz.
Peki, bu ideolojik-siyasi tasfiyeciliğin veya yasal devrimcilik zihniyetinin partinizin saflarında etkileri olmadı mı? Halihazırda bu tür etkilerden tam olarak arındığınızı söyleyebiliyor musunuz?
Berçem Güneş: 20 Temmuz 2015 sonrası partiler, örgütler, onların önderlikleri, kadroları ve güçleri için bir sınav dönemi oldu. Partimiz bu sınavdan temel örgütleri, kadro yapısı ve üye gücü şahsında başarıyla geçti. Bu gerçekliğimize karşın, ideolojik ve siyasi tasfiyeciliğin partimiz saflarında özellikle 2019’dan başlayarak değişik düzeylerde etkileri oldu. Ama partinin temel politikalarını, politik çizgisini etkileyecek bir düzey aldığı söylenemez bunların.
Bu kapsamda, birinci olarak, tek tek kadrolar ve üyeler içinde umudunu yitirenler, yılgınlığa düşenler, inancını kaybedenler, düşmanın gücünü mutlaklaştıranlar, fedakarlık gücünü kaybedenler olduğunu, bu temelde geriye çekilmeler veya saflarımızdan kopuşlar olduğunu söyleyebiliriz. Bunların bir kısmı açıkça kendi gerçeğini teslim eden tarzda gerçekleşti, bir kısmıysa bu geriliklerin yer yer teorize edilmesi biçimlerinde gerçekleşti.
İkinci olarak, parti saflarında örgütlülüğü, mücadeleyi sürdüren kuvvetler içinde, partinin politik mücadele anlayışına ve tarzına dair kuşkular, düşmanla bu düzeyde savaşan bir parti çizgisinin bu dönemde yararlı olup olmadığı biçiminde geri düşünceler de gelişti. Partinin politik mücadele tarzına ilişkin belirleyici nitelikte bir tartışma olduğunu söyleyemeyiz ama, kitlelere gidişte belli bir kapanmanın ve yabancılaşmanın saflarda etkisini gösterdiği koşullarda, bu duruma, partinin öncü mücadele tarzının, politik mücadelede kendini en ileri tarzda ortaya koyuşunun, güçlerini bu politik mücadelenin ihtiyaçlarına göre düzenlemesi ve seferber etmesinin yol açtığı biçiminde görüşler gelişti. Aynı koşullar ve gelişim zorlukları zemininde yasal devrimcilik görüş açısı da belli etkilerini hissettirdi. Yasal ve fiili meşru mücadele sınırları içinde düşünme, politik mücadelenin gelişimini, örgütlenme sorunlarını bu sınırlılıkta ele alma, buna bağlı geri ideolojik şekillenmelerin gelişimi ve devrimci görevlerle ilişkilenişte zayıflamadan günlük yaşam disiplini ve kültürünün zedelenmesine dek değişik sonuçları, örgütsel darbelere, yalana dayalı faşist psikolojik savaşa, savaşımın getirdiği değişik bedellere ruhsal hazırlık zayıflığı şeklinde yansımaları oldu. Bundan öte, mücadele araç ve biçimlerinde yenilenme ihtiyacı etrafındaki arayışların, tüm mücadele araç ve biçimlerinin kullanılmasının sorgulanmasına evrildiği değişik örnekler olabildi. Sonuçta, evet, komünist kadrolar ve parti gövdesi nezdinde değişik tipte etkileri oldu ideolojik-siyasi tasfiyecilik saldırılarının.
Tam olarak arındık mı sorusuna gelirsek; bu canlı, yaşayan, mücadele eden bir parti için olanaksızdır. Kitlelerle temas halinde, etkileşim halinde olan, onlar içinde örgütlenen, düşmanla çarpışmaya giren, bunun değişik bedellerini göğüsleyen ve sonuçlarına katlanan, kadrolarının gözaltı, tutuklama ve şehadet yaşadığı, günbegün değişik biçimlerde saldırılara maruz kaldığı koşullarda etkin tarzda mücadele yürüten canlı bir parti bakımından, kuşkusuz ki politik düzeyde de, ideolojik düzeyde de değişik etkilenmelere açıklık her zaman söz konusudur. Başka türlü de olamaz. Tıpkı belirli politik askeri mücadele biçimlerinin kullanıldığı bir savaşım çizgisi içerisinde değişik bedeller ödemekten kaçınamayacağınız gibi, ama aynı zamanda bu savaşımın içerisinde yer yer ihanet, yer yer başkaca düşkünlük biçimlerinin yaşanmasından da kaçınamayacağınız gibi, eğer politik savaşımla ilişkinizi bu şekilde kuruyorsanız, bu etkilere değişik biçimlerde maruz kalırsınız.
Fakat arınma diyebileceğimiz duruma hangi ölçüden soru sormalıyız? Şu önemli: Bu savaşımın tam içerisinde, tam ortasında 7. kongreyi yapmış olduk. Kongre bütün bu sorunları ele aldı. Faşizmin devrimci hareketi saldıra saldıra, darbeleye darbeleye, katlede katlede belli bir düşünce tarzına, belli bir hareket tarzına zorlamaya çalıştığı yılları yürüdük. Bu saldırıların hepsine, üstelik de çok şiddetli biçimleriyle maruz kaldık. Bu savaşımın belli bir döneminde 7. kongreyi düzenlemiş olduk, bu sorunları tartıştık. Politik askeri mücadele deneyimlerimizi ve burada geldiğimiz noktayı, düşmanın askeri teknolojiye dayalı taktik üstünlüğü de dahil olmak üzere savaşımın güncel koşullarını tartıştık. Politik mücadele içerisinde partinin bütün bu yıllardaki duruşunun bir değerlendirmesini yapmış olduk. Politik mücadelede öncü tarz dediğimiz mücadelelerin değerlendirmesini yaptık. Değişik bakımlardan kendimizi eleştirdik, nerelerde yetersiz kaldığımızı tartıştık. Örneğin kitlelerle buluşma düzeyimizi tartıştık. Örneğin partinin illegal yapısının geliştirilmesi konusundaki değişik yetersizliklerimizi tartıştık. Fakat ideolojik-siyasi tasfiyeciliğe karşı duruşun temel kıstası olacaksa, ki olmalı, örneğin politik ve ideolojik hedeflerimizi tartışılır görmedik, yerinde bulduk. Hatta burada iddiayı yükseltme temelinde, bunu nasıl en iyi biçimlerde hayata geçirebiliriz, geçiremediğimiz ya da başarısız olduğumuz koşullarda neyi eksik yaptık, neyi daha iyi yapmalıyız, bu sorular temelinde tartışmış olduk. Ya da politik mücadele tarzımız, mücadelenin özellikle politik askeri biçimlerinin kullanılması konusunda 7. kongrenin kararları çok berrak ve nettir. Buralarda partinin bir çizgi kırılmasına, bir politik iddia kaybına uğramadığı, ideolojik-siyasi tasfiyecilikle dönem boyunca açık ideolojik mücadele yürüttüğü, çizgi sürekliliğini, önderlik sürekliliğini, politik mücadele anlayışı ve tarzını koruduğu, 7. kongre kararlarında en somut, en net şekilde denetlenebilir. İkincisi, partinin pratiğinde, eylem çizgisinde, bugüne kadar ve bugünden sonra denetlenebilir ve denetlenecektir.
Bu ölçülerden bakıldığında, çok rahatlıkta, bu etkileri ciddi biçimde yenilgiye uğrattığımızı, ideolojik-siyasi tasfiyecilik saldırısının dönem içindeki etkilerinin ya da dönem içinde partimiz bakımından somut hedeflerinin, örneğin partinin ideolojik çizgisinde şöyle bir kırılmaya, siyasi savaşımında şöyle bir kararsızlığa ya da bocalamaya yol açma gibi somut hedeflerinin boşa çıkarıldığını, bu anlamda bir arınmanın söz konusu olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Kalanıysa her günkü mücadelemizde yeniden yeniden ortaya çıkacak sorunlar, yeniden yeniden verilecek mücadelelerdir. Bu konuda partinin kararlılığı esastır.
Fakat şunu eklemek lazım: devrimci hareket bakımından da partimiz bakımından da, bir önceki soruda tartıştık, yasal devrimcilik riskini, ideolojik-siyasi tasfiye riskini belli bir fiziksel durum ve zorlanma ortaya çıkarıyor. Yani maddi koşullardan bağımsız, keyfi, niyete bağlı değil. Dolayısıyla bütün devrimci yapılar gibi partimiz için de, bu etkilere daha az açık, daha az kırılgan, daha kuvvetli hale gelmenin temel yolu tabii ki bunun maddi koşullarını oluşturmak, partinin illegal yapısını güçlendirmek, devrimci olanaklarını çoğaltmak, devrimci savaşımını yükseltmektir. Tasfiyeciliğe karşı mücadele gücünü yükseltmenin esas dayanağı bunların pratikte vücut bulması olacaktır. Bu doğrultuda yüksek bir kararlılığı var partinin.
İllegal Varoluş Ve Faaliyete Örnek MLKP 7. Kongresi
Türkiye ve Kuzey Kürdistan’da örgütlenmenin ve mücadelenin yasadışı ve şiddete dayalı biçimlerinin devreye sokulmasında hem Kürt ulusal demokratik hareketinin hem de Türkiyeli devrimci parti ve örgütlerin olağanüstü zorlandıkları görülüyor, ki buna siz de vurgu yaptınız. Peki bu zorlanma halini nasıl, hangi biçimlerde aşmayı düşünüyorsunuz? Yapısal yenilenmelere ihtiyaç duyuyor musunuz, bu konuda neler söylersiniz?
Berçem Güneş: Evet, zorlanma hali açık bir gerçek. PKK’nin çabaları, adımları ortada. Biz de durumu değiştirmek için çalışıyoruz. Politik mücadele pratiğimizde yanıt bulacağını düşünüyoruz bu sorunun.
Düşmanın, karşıdevrimin şu anki kuvvet üstünlüğü siyasi örgütlenmesine ve teknik, teknolojik temelde çeşitli gelişmelere dayanan taktik bir üstünlük. Bunun bir zeminini bütün zor örgütlerinin, bütün askeri örgütlenmelerinin faşist şeflik rejimi altında merkezileşmesi, dolayısıyla irade ve olanak merkezileşmesi oluşturuyor. İkincisi de, denetim ve takip araçları, saldırı araçları bakımından teknolojik avantajlar elde etmesi. Bu taktik bir üstünlüktür. Mutlak bir başarı zaten elde edemez. O temelde Kerim yoldaş, Ali Yerlikaya’nın sözleriyle ilgili sorunuz üzerinden yanıt vermişti. İşçi sınıfı ve emekçilerin talepleri, mücadeleleri yerli yerinde durduğu sürece bu savaşım sonlandırılamaz, çünkü bu savaşım başka bir savaşım değil, sınıf savaşımı. PKK’yi, partimizi, devrimci örgütleri ağır bir askeri yenilgiye uğratmadan stratejik üstünlük de elde edemez, şimdiye kadar elde edemedi, edemeyeceğine de inanıyoruz. Ancak Türkiye ve Bakur’da taktik üstünlük içerisinde. Dolayısıyla buna karşı değişik biçimlerde bir yenilenme ve savaşım düzeyini yükseltme ihtiyacı var, bu bütün yapılar bakımından da böyle.
Bu koşullar altında bu araçlar kullanılamaz, bu mücadele biçimleriyle mücadele yürütülemez biçiminde bir görüş açısının, bir fikrin saflarımızda karşılık bulmadığını belirtmiştik. Devrimci hareket bakımından en önemlisi, bu fikrin yenilgiye uğratılmasıdır. Tabii yine en belirleyici görüş açımız olarak kongre kararlarına ve sonrası pratiğe dayanarak konuşmuş oluyoruz, burada kararlılığımız açık. Çünkü mesele şu: tümüyle eski tarzda mücadele yeterince geliştirilemiyor, bu bakımdan devrimci hareketin sınırları var. Ama şimdi buradan, mücadelenin herhangi bir biçimde geliştirilemeyeceğine giden çok kısa bir yol, çok kolay bir yol var. Bu yolu seçmediğimizi ve seçmeyeceğimizi söyleyebiliriz rahatlıkla.
Ama bu konularda eylemlerle, pratikle, devrimci mücadeleyle konuşmayı tercih edeceğiz. Biz örneğin FESK kurulduğunda, eylemler yapmadan önce “biz böyle yaptık, yapacağız” diye duyurular, açıklamalar yapmadık. Açıklamayı FESK’in eylemleri yaptı. Ya da Rojava devrimine fiziken, fiilen katılma yönelimine girdiğimizde, bunu önden ilan etmedik. İlanı ölümsüzleşirken Serkan Tosun yoldaş yaptı. Bugün eskisinden çok daha zorlu koşullar altında olacağının bütün bilinci ve bilgisiyle, karşıdevrimin, devletin çizdiği sınırlar içerisinde kalınarak devrimci mücadelenin yükseltilemeyeceğine inanıyoruz. Tümüyle bunun bilinciyle hareket ediyoruz, bunun pratik mücadelemizde somut karşılıklarını oluşturmaya çalışacağız.
Kerim Gökdeniz: 20 Temmuz 2015 sonrası süreçte faşist şeflik rejimi illegalite koşullarını kendi lehine bozacak tarzda bazı teknik adımlar attı. Devlet sınırlarında fiziki ve teknolojik engelleri yoğunlaştırdı. Kırlarda hava denetimine dayalı, yani keşif ve saldırıya dayalı bazı adımlar attı. Bunun getirdiği zorluklar oldu. Bütün bu zorluklar altında Bakur Kürdistan’da dağlarda gerilla her şeye rağmen mücadelede ayak diredi. Kentlerde FESK mücadelede ayak diredi, yaşama gücü gösterdi. Değişik devrimci parti ve örgütler Bakur Kürdistan’da, Dersim’de varlıklarını devam ettirmeye çalıştılar. Hava saldırılarında şehit düşen gerilla gücünün büyüklüğü, sonrasında güç takviyesinde çıkan engeller belli sınırlamalara, gerilemelere yol açtı. Bunun getirdiği zorluklar görülüyor, ama nasıl ki faşist sömürgecilik devlet olanaklarına, uluslararası teknik ve mali desteğe bağlı olarak adımlar atabiliyorsa, ulusal demokratik hareket, komünistler ve devrimciler de yaratıcılıklarına, fedakarlık güçlerine ve halkların desteğine dayalı yeni adımlar atmak için çaba harcıyorlar ve yeni adımlar atacaklardır. Gerek illegal örgütlenme ve özgür mücadele biçimlerinin kullanılması, gerek silahlı mücadele biçimlerinin kullanılması konusunda muhakkak bugünkü tıkanma noktaları aşılacaktır.
Söylediğim gibi, tüm zorluklara rağmen PKK güçleri Bakur dağlarında ayak diremeye devam ediyor. FESK şehitlere, tutsaklıklara, takviye sorunlarına, illegalitenin değişmeye başlayan koşullarına karşın kentlerde yedi yıl kararlı biçimde tutunmayı başardı. PKK gerillasının Mersin ve Ankara eylemleri yeni dönemde gerçekleşti. Gelecek perspektifinden bakarsak, Medya Savunma Alanları’nda ortaya çıkarılan fedakarlık gücüne, kararlılık gücüne dayalı ve teknik yaratıcılığı zenginleştiren savaş tünelleri atılımı, hava araçlarının, keşif araçlarının etkisizleştirilmesine dönük değişik adımlar tıkanmayı aşmanın yol, yöntem ve tarzının kurulabileceğinin güncel kanıtları olarak karşımızda duruyor. Ya da illegal varoluş ve faaliyet açısından düşünürsek, illegal temelde örgütlenen 7. kongremiz, onun çalışmaları, hazırlıkları, başarısı olumlu bir örnektir.
Devrimci harekette politik mücadele anlayış ve tarzıyla bağlı çizgisini koruma kararlılığına sahip, parti ya da örgüt adını yaşatmayı, ne olursa olsun bir grup olarak varlığını sürdürmeyi amaçlarının, söz-eylem tutarlılığının önüne geçirmeyi kabul etmeyecek, varlığını çizgisinin gereklerini yerine getirme kararlılığıyla anlamlandıracak parti ve gruplar kendilerine bir yol bulacaklardır.
Öncelikli Hedefimiz Daralma Sürecini Tersine Çevirmek
30. yıl kapsamındaki özgün ve somut hedeflere dair soruyu yanıtlarken üzerinde durduğunuz noktalardan biri örgütsel daralmayı aşmak ve kitle çalışmasında gelişme sağlamaktı. Bunu, yani örgütsel daralma sürecini tersine çevirme ve kitle çalışmasında silkinme hedefini 7. kongrenizin yayınlanmış belgelerinde de görüyoruz. Kongrenizden bugüne partinizin kitle çalışmasındaki gelişimini nasıl değerlendiriyorsunuz? Bugün örgütsel daralmayı aşmanın neresindesiniz?
Kerim Gökdeniz: Partimizin bütün siyasal çalışmaları, örgütsel çalışmaları, ideolojik çalışmaları kitleleri kazanmak, örgütlemek, onların mücadelenin öznesi haline gelmesinin zeminini yaratmak temelindedir. Ve bütün tarihi boyunca kitleler içinde örgütlenme, partiyi bir önder parti düzeyine yükseltme hedefi hep korunmuştur, öncelikle bunu vurgulamak lazım. Partimizin tarihine, onun kendine ilişkin değerlendirme ve hedeflerine baktığımızda, kitle çalışmasının, yani işçi sınıfını örgütleme, emekçi kitleleri örgütleme, kadın kitlelerini, genç kitleleri örgütleme hedefinin her zaman önde olduğunu görüyoruz. Her türlü eylemi de bu hedefe tabidir. Bundan tecrit bir faaliyeti yoktur. Bu bir grevle dayanışma da olabilir, bu bir politik askeri eylem de olabilir. Bunlar bizim kitlelere belirli düşünceleri taşıma, duyguları taşıma, örgütlenmeyi taşıma çalışmalarımızın birer parçasıdır.
Bu daralma süreci özel koşullar altında oluşmuş bir süreç. Üç nedeni var. Birincisi, diktatörlüğün vurduğu örgütsel darbelerle oluşan boşlukların sonuçlarıdır. İkincisi, pandemi döneminin, o iki yıllık evlere kapanma döneminin bazı sonuçlarıdır. Üçüncüsü, kitlelerin geri çekilme döneminin bu kadar uzaması, kitle çalışmasına biraz mesafeli olma duygu ve düşüncesini artırmış ya da atak bir kitle çalışması yürütme cesaretini sınırlayıcı olmuştur. İdeolojik-siyasi tasfiyecilik saldırısıyla buluşan bir zeminde geliştikleri için bunların her biri olağandan daha büyük etkide bulunabilmiştir. Sonuçta, parti kitle çalışmasının en yaygın biçimde yürütülmesinde gerilemiş, değişik kentlerde sürdürmeye devam ettiği çalışmaları ise daralmıştır. Bunu tersine çevirmek 7. kongrenin belirlediği öncelikli hedeftir.
7. kongre sonrası görece kısa dönemi kitle çalışmasında ideolojik engelleri aşma, pratik engelleri, yani enerji zayıflığı, iddia zayıflığı, örgütsel ataklık zayıflığı gibi engelleri aşma yönünde adımlar attığımız ve bu daralmayı bilinçli, iradi biçimde tersine çevirmeye yöneldiğimiz bir dönem olarak değerlendirebiliriz. Kararlılıkla bu yolda yürüyecek partimiz.
Peki, kitle çalışmasının özgün bir boyutu olarak işçi sınıfı içindeki, işçi kitleleri arasındaki çalışmanızın gelişimi nasıl? İşçi sınıfının mücadeleleriyle daha etkin ilişkilenmek ve işçi kitleleriyle bağlarınızı güçlendirmek için önümüzdeki dönemde hangi adımları atacaksınız?
Kerim Gökdeniz: Bu vesileyle partimizin onur üyeleri olan parti öncesi dönemin işçi önderlerini, militanlarını, taraftarlarını ve 10 Eylül 1994’ten günümüze ölümsüzleşen işçi yoldaşları anmak isteriz. MLKP’nin ilk şehidi Erdal Balcı yoldaş genç bir işçiydi. Merkez Komitemizde görev yürütmüş Süleyman Yeter yoldaş ve aralarında Kızıl Müfrezeler kurucu komutanımızın, FESK-Kürdistan Kır Birlikleri kurucu komutanımızın, FESK-Karadeniz Kır Birlikleri, FESK kent müfrezeleri komutanlarımızın da bulunduğu 20 yoldaşı işkencehanelerde, polisle girilen sokak çatışmalarında, kentlerin kuşatılmış kızıl müfreze üslerinde, dağlarda, Rojava savaş siperlerinde ölümsüzlüğe uğurladık. Son nefeslerine değin özgürlük ve sosyalizm kavgasına bağlı kalan on işçi yoldaşı hastalıklar ve kazalar kopardı bilfiil mücadeleden. Nihayetinde partimiz işçi sınıfı içinden üyeler, kadrolar kazandı, yetiştirdi. Onlar yönetici militanlar oldular, komutanlar oldular, gerillalar oldular, büyük kitle önderleri oldular. Faşizme, inkarcı sömürgeciliğe, erkek egemen sisteme ve kapitalist düzene karşı savaşım yürüttüler. Özgürlük ve sosyalizm için dövüştüler.
En baştan şunu söyleyelim: partimiz işçi sınıfının ideolojik ve siyasi olarak devrimin önder gücü olduğu, sosyalizmin kuruluşuna önderlik edecek yegane sınıf olduğu konusunda nettir. MLKP işçi sınıfının önderlik kapasite ve yeteneğine tam bir güven duyuyor. Mesele mevcut işçi sınıfının bu niteliklerle hareket etmesinin nasıl, hangi araç, biçim ve yollarla gerçekleşeceği, bir başka ifadeyle onun sınıf bilinci temelinde örgütlenmiş ve hareket eden bir güç haline nasıl geleceğidir.
Partimizin gerek kadroları gerekse gövdesi işçiler ve emekçiler içinden, emekçi halk gençliği içinden gelen yoldaşlardan, kuvvetlerden oluşuyor. Yani küçük burjuva bir gövdeye dayanan, kadroları bu temelde şekillenen bir parti değiliz. İşçi sınıfı çalışmamız, elbette işçi sınıfının devrimde ideolojik, politik bakımdan önder bir sınıf olma niteliği taşıdığı görüş açısına dayanıyor, bunun gerçekleşmesi hedefine bağlı olarak yürütülüyor. Diğer bütün çalışmalarımız, örneğin ittifak, birleşik cephe çalışmalarımız, işçi sınıfıyla geriye kalan güçler arasında, yani devrimin bütün kuvvetleri arasında, devrimin potansiyel kuvvetleri arasında böyle bir ilişki kurmaya, işçi sınıfı önderliğinde devrimi geliştirmeye dönük. Bir bütün olarak işçi sınıfının siyasi mücadelelerine ya da tek tek fabrikalarda, işletmelerde işçilerin günlük mücadelelerine, ekonomik, demokratik mücadelelerine katılmak, onu örgütlemek konusunda süreğen bir çabamız var. Bu, örgütsel gücümüzle sınırlı kuşkusuz. Yani kaç şehirde örgütlüysek ya da ne kadar alanda çalışabiliyorsak, işçi sınıfı içinde de o kadar çalışabiliyoruz, buna o kadar güç ayırabiliyoruz.
Biliniyor, işçi sınıfı içindeki çalışmanın, örgütlenmenin koşullarında da büyük değişiklikler oluşmuş bulunuyor. Dünya çapında da böyle, Türkiye ve Kürdistan’da da böyle. Neredeyse yüzde 92’lik bir bölümün sendika üyesi bile olamadığı, sendikal örgütlülükten doğan haklarını bile kullanmadığı koşullarda işçi sınıfı içinde çalışıyoruz. Eski kuşak mücadele deneyimlerine sahip işçilerin büyük bir kısmı şimdi fabrikalarda değil, işletmelerde değil, sendikalarda değil, bunun yarattığı dezavantajlar var. Taşeronluk gibi çok önemli bir dezavantaj var. Yasal barajlar, sendikal örgütlenmenin önündeki engeller var. Grev hakkına dönük sayısız yasak var. Ve Kürt ulusal özgürlük talebi karşısında, Türk şovenizmi gibi Türk işçilerin sınıf bilincini zehirleyen, işçi sınıfını güçten, takatten düşüren, çok değişik sorunlar etrafında egemenlerin, düzenin yedeği haline getiren devasa bir engel var. İşçi sınıfının değişik ulus ve ulusal topluluklardan erkek bölüğünü pençesine alan, bu konuda burjuvazinin yedeği durumuna düşüren erkek egemenliğini var. Tüm bunların bilincinde olan bir çalışma yürütüyor, mevcut güç ve olanaklarımız çerçevesinde de olsa bu faaliyeti ulaşması gereken hedefler yönünde genişletmeye, derinleştirmeye çalışıyoruz.
Elbette çalışmalarımızın bugünkü çapı dar, temposu yetersiz. Bu yalnızca partimizin güç ve olanak yetersizlikleriyle, örgütçü yetenekleriyle bağlı bir mesele değil. Unutulmamalı ki, sendikal örgütlenme çalışmalarının bile neredeyse yarı-legal, illegal yürütülmesi gerekiyor. Kaldı ki, eğer komünistseniz, devrimci bir sendikaysanız, size hayat hakkı vermemek çok daha önemli hale geliyor düşman için. Düzen sendikalarına, sendikacılarına kontrollü bir alan açılabiliyor, belirli düzeyde örgütlenmelerine izin verilebiliyor. Ama işçi sınıfının ekonomik, demokratik ve politik haklarının tutarlı mücadele gücüyseniz, sınıf sendikacılığı yürütüyorsanız, gerek işçi kitle örgütleri zeminindeki çalışmalarınıza, gerekse dolaysız devrimci çalışmalarınıza tabii büyük bir faşist zorbalıkla karşılık veriliyor. Bunun getirdiği önemli zorluklar var. İşçi havzalarının, fabrika, işletme bölgelerinin mevcut coğrafi dağılımının, fabrika, işletme bölgelerindeki faşist yasak ve fiili engellerin de çıkardığı özgün zorluklar mevcut. Bunları etkisizleştirmenin yol ve yöntemlerini geliştirmek konusunda bazı zayıflıklar taşıyoruz.
İşçi sınıfı ile bağlarımızı güçlendirmek için tüm araç ve biçimlerden yararlanacağız. Bunu burada somutlamak uygun olmaz. Fakat bütün araç ve biçimleri değerlendireceğimizi, işçi sınıfının ekonomik, sendikal mücadelesine etkin biçimde katılacağımızı, bu kapsamdaki tek tek muharebelere öncülük, önderlik etme hattından yürüyeceğimizi, aynı zamanda işçilerin siyasal bilincinin güçlenmesi için, ajitasyon-propaganda çalışmalarını, bire bir ilişki çalışmalarını elbette kesintisiz biçimde sürdüreceğimizi belirtebiliriz. Tıpkı kitle çalışmasındaki sınırlarımızdan memnun olmadığımız gibi, onun en önemli parçası olarak işçi sınıfı içindeki çalışmamızın sınırlarından da memnun değiliz. Bu sınırları her düzeyde yıkmak istiyoruz. Bu iradeyi örgütleyeceğiz.
Çalışmalarımızı yürütürken işçi sınıfının bütün mücadele araç ve biçimlerini kullanma gücünün ve geleneğinin tamamen bilincindeyiz. Fiili meşru mücadele tavrı olarak, yani mevcut yasaları çiğneyerek işyeri işgalleri gerçekleştirmiş, belli fabrikalara, maden ocaklarına el koyup çalıştırmış, 15-16 Haziran 1970’te faşist sendikalar yasasına ayaklanmayla cevap vermiş, yüz binler olup faşizme ihtar eylemleri yapabilmiş, DGM’leri kapattırmış, Tariş’te her türlü araçla direnmiş, faşist yasaları hiçe sayarak ‘89-91 bahar eylemlerini, Zonguldak-Ankara yürüyüşü, Ocak 1991 genel grevini geliştirmiş bir işçi sınıfı mücadelesi var. Yani işçi sınıfı barışçıl temelde, yasalar çerçevesinde grev yapar, eylem yapar; ekmek ister su ister, çalışma koşullarının düzeltilmesini ister; siyasi mücadele, devrimci kitle şiddeti, silahlı direniş onun mücadelesine dışsaldır diyen sözümona sosyalistler ve platonik aşık pozundakiler işçi sınıfı mücadelesi hakkında gerçekleri saklamaktan, kendi geri siyasi düşüncelerini ve siyasi mücadele çizgilerini aklamaya çalışmaktan başka bir şey yapmıyorlar. İşçi sınıfı yasal ve yasadışı, barışçıl ve kitle şiddetine dayalı, silahsız ve silahlı her biçimi şu veya bu oranda kullandı son elli yılda ve bu bakımdan bugünkü birçok partiden, gruptan daha üstün bir pratik de üretti. Partimiz işçi sınıfına bu temelde de büyük bir güven duyuyor.
Eş Başkanlığı Ve Eşit Temsiliyeti Kazandık
Sıradaki sorumuz partinizdeki eş genel başkanlık kurumuyla ilgili. Eş genel başkanlık kurumu, Kürt ulusal demokratik hareketinin eş temsiliyet kurumlarıyla beraber, özellikle yasadışı temelde örgütlenen devrimci ve komünist partiler arasında müstesna bir uygulama. İkinci dönemine giren bu kurumunuz hangi zorluklarla karşılaştı, neleri değiştirdi, ne tür kazanımlar getirdi? Eş başkanlıkta son yıllardaki deneyiminiz Türkiye ve Kürdistan devrimci-demokratik mücadelesine, dünya devrimci ve komünist hareketine ne söylüyor?
Berçem Güneş: Sadece eş başkanlık kurumu değil, bir örgütsel yapı olarak eş düzeyli örgütlenme sistemi ve bunun tamamlayıcısı olarak bir eş başkanlık sistemimiz var. Bir eş düzeyli örgütlenme sistemi olarak bir kadın örgütümüz, tek tek parti örgütlerinde kotaya dayalı kadro politikamız, mümkün olan bütün alanlarda eşit temsiliyeti sağlama biçiminde hayata geçirmeye çalıştığımız bir örgütlenmemiz var.
Tabii ki yasadışı temelde örgütlenmiş, sınıf savaşımının öncü müfrezesi olarak konumlanmış bir savaş partisi olarak bizim sözcüğün kaba anlamıyla anlaşılan tarzda, tüm örgütlerde sayı eşitliğine dayalı bir eşit temsiliyet, parite uygulamamız mümkün değil, çünkü en nihayetinde irade tekleştirici örgütlere ihtiyacımız var. Amaçlarımıza, hedeflerimize, programımıza uygun çıtada bir politik savaşım yürütmemizin gereği bu. Yani komiteler ve komutanlık, sekreterlik gibi kurumlara ihtiyacımız var. Ancak bunlarda bile, hem tek tek örgütlerde kota ile en temel örgütlerde ve mümkün olan bütün yapılarda eşit temsiliyet, hem örgütler toplamında eşit temsiliyet mekanizmaları, hem de toplam sistem içerisinde KKÖ örgütlerinin eş yetkilerle donatılmasına dayalı bir sistem içerisinde, biçim olarak klasik temsil biçimleriyle olmasa da özsel olarak amaca en yakın ve uygun bir eşit temsiliyet pratiğini açığa çıkarmaya çalışıyoruz. Bunun tabii ki en üst biçimi de, bazı bakımlardan en zorlu biçimi de, zorlu diyorum, çünkü hakikaten böyle bir mücadele içerisinde özgün bir deneyim, eş başkanlıkta somutlanıyor.
Öncelikle, böyle bir kurumu işletmenin somut zorluklarından da somut getirilerinden de bağımsız olarak, devrim teorisi de devrimlerin tarihi de şunu söylüyor: Büyük devrimci mücadeleler, devrimler belli ölçüler koyduktan sonra, bu çıtaların altında devrimcilik üretilemez. Bu yüzyıla baktığımızda, çok büyük kadın özgürlük mücadeleleri oldu. Siyasal mücadelede ve siyasal sistemde eşit olarak var olmak, sendikalardan, kitle örgütlerinden tutalım, devlet kurumlarına kadar, kadın özgürlük mücadelesinin çok öne çıkan bir talebiyken, belki geçmiş dönemlerden daha farklı olarak ve daha farklı nitelikte de dışa vuran bir talebiyken, Rojava devrimi gibi bu yüzyıl içinde gerçekleşmiş bir devrim, dini inançların güçlü ve toplumsal örgütlenmenin bazı bakımlardan en geri olduğu bölgelerde bile hayata geçirmeye çalıştığı bir eş temsiliyet çıtası ortaya koymuşken, bu çıtanın altında, bu çıtanın gerisinde büyük bir devrimci atılım ruhu var edilemez. Bu devrimlerle büyük bir buluşma, bir ruh birliği var edilemez. Öyleyse, eş başkanlık ve eş düzeyli örgütlenme uygulamamamız sadece kadın özgürlük mücadelesini geliştirmenin güncel ihtiyaçlarıyla bağlı bir mesele değil, ki bu da zaten başlı başına yeterli bir zemin olurdu, fakat aynı zamanda günün mücadelelerinin dayattığı devrimcilik ölçüleriyle buluşma sorunu. Partinin devrimci gelişmelerle, insanlığın ileriye doğru adımlarıyla, atılımlarla ilişkilenme biçiminin, ruhunun, tarzının bir gereği. Başka türlü bir öncülük de olmaz. Kitlelerle buluşma da ancak böyle olabilir. Mesela kadın kitleleriyle buluşmak, o hareketin bütün ileriliklerini almak, benimsemek ve onun önüne doğru yürümeye çalışmak, onu da ileriye doğru taşımak anlamını taşıyor.
Dolayısıyla bunun daha gerisinde düşünemeyiz. Biz bunu hayata geçirmek zorundayız. Devrimci iddialarını korumak ve ilerletmek isteyen yapıların da mutlaka yönünü, yüzünü bu gerçeklere, bu ileri ölçülere dönmesi gerektiğine inanıyoruz.
Eş başkanlık ve eşit temsiliyet sistemini var etmeyi önemli gördük ve o yolda yürüdük. Tabii çok önemli deneyimler de kazandık eş temsiliyet ve eş örgütlenme sistemi konusunda. Böyle bir sistem bizim savaşım koşullarımız ve bunun zorlukları içerisinde nasıl var edilebilir, devrimci saflarda da bilginin, deneyimin, birikimin en nihayetinde erkek kutbunda daha fazla, kadın kutbunda daha az toplandığı gerçekliği ve gelenekleri içerisinde, böyle bir sistemi hayata geçirecek bir kadro kuvveti nasıl üretilebilir? Bu konularda gerçekten partinin ileriye doğru atılmak için bütün gücüyle kendisini gerdiği, kadın komünistlerin büyük bir irade ve ısrarla, büyük bir inançla ve kendini zorlamayla da yanıtlamaya çalıştığı, bu bakımdan çok ciddi zorluklarla da karşılaştığı, en başta ikili bir örgütlenmenin, ikili bir mesainin değişik yüklerini, bu toplumsal eşitsizliklerin zorunlu, kaçınılmaz bir sonucu olan bu yükleri de taşımakta kendisini zorladığı bir arayış içerisindeyiz. Çokça deneyim kazandık. Değişik dönemlerde deneyimlerimizi gözden geçirerek ihtiyaç olan düzenlemeleri yaptık. Bunun tabii ki en başında eş başkanlık kurumunda ısrar duruyor.
Bu sistem neleri değiştirdi, ne tür kazanımlar getirdi? Gündelik ilişkilerde, günlük yaşamda ya da politik pratikte erkek direnci bakımından, toplam örgüt açısından söylüyorum, bazı yönleriyle ciddi zorlanmalar halen olsa da, ki biz buna böyle sıfırlanabilir bir durum olarak da bakmıyoruz, bu cinsiyetçi ve sınıflı bir toplumla ilişki içinde olduğumuz sürece de sıfırlanmaz, fakat çok ciddi ve köklü bir görüş açısı ve ruh hali değişikliğini getirdiğini düşünüyoruz. Parti pratiğinin, parti örgütlenmesinin, parti politikalarının cins görüş açısından sistematik denetimini, erkek komünistler bakımından, belki en ileri yoldaşlardan başlayarak, bu konuda en fazla sorumluluk üstlenen yoldaşlardan başlayarak cins görüş açısından daha ciddi bir öz denetimi, ama en önemlisi, kadın kolektivizmi bakımından, kadın komünistler bakımından önemli bir dayanağı, bir güçlenme zeminini getirdiğini görebiliriz. Cins görüş açısından iç mücadeleleri de etkileşimi de ileri yürüme kararlılığı içerisindeki değişik başarıları ve başarısızlıkları da içerisinde taşıyan bir deneyim. Fakat gelişmenin ileriye doğru olduğunu söyleyebiliriz.
Birinci döneminde eş başkanlık partimiz bakımından kazanıldı. Bunun çalışma tarzı nasıl olabilir, biçimi nasıl olabilir, bunun cinsiyetçi iş bölümü temelinde gelişmemesi, ancak aynı zamanda cins görüş açısını ve cins politikasını da güçlü biçimde desteklemesi, her ikisini de yapabilmesi nasıl başarılabilir, bu konularda epeyce yol alındı. Bir mevzi olarak kazanıldı. Mesela parti bu çıtanın altına düşmeyi düşünmez, hayal etmez. Partide bir zihniyet olarak da kazanıldı, parti önderliğinde bir zihniyet olarak da kazanıldı. Bu çok önemli.
Hangi zorluklarla karşılaştı? Aslında değişik tipte ve burada belki detay kaçabilecek zorluklar olsa da, şöyle söylenebilir: parti bu konuda çok kararlı girdi bu sürece, dolayısıyla çok önemli zorluklar yaşanmadı. Yaşanmıştır, biçim bulmakta, araç bulmakta, yer yer bir eşitlik düzeyi kurmakta zorluklar yaşanmıştır ama, parti çok kararlı girdi, eş başkanlar çok kararlı girdi sürece. Bir yol açma kararlılığı çok yüksek olduğu için, zorluklar daha talidir, belki yer yer nesnel koşulların zorlanmalarıyla bağlıdır, böyle söylenebilir. Başarılı bir dönem oldu. Ve başarılı bir ikinci dönem başladı.
Bu deneyim dünya devrimci ve komünist hareketine de bunun pekala başarılabilir olduğunu, bundan kaçınmanın bir görüş açısı darlığı olduğunu, bunun teknik bir konu gibi anlaşılamayacağını, nesnelliğin dayattığı sınırlamalarla daha geri duruşların gerekçelendirilemeyeceğini, pekala doğru bir görüş açısıyla ve yüksek bir iradeyle başarılabilir bir görev olduğunu ve günün devrimci görevi olduğunu söylüyor.
Kerim Gökdeniz: Yoldaş değişik yönleriyle ele aldı. Kadın özgürlük mücadelesi ölçüleriyle donanmak günümüz komünist partilerinin vazgeçilmez niteliklerinden biri olmak zorundadır. Bu soruna evrimci bakılırsa, hazır kadro var mı gibi ölçülerden bakılırsa, herhangi bir parti eş temsiliyet konusunda sağlıklı bir ilerleme sağlayamaz. Her şeyden önce dünyadaki komünist partilerine aktarabileceğimiz deney bu. Elbette aynı şey eş başkanlık için de geçerli. Tıpkı birlik gibi, bir iradenin sonucu olan Birlik Devrimimiz gibi, bir kongre gibi, bu da bir iradenin sonucudur. Eş başkanlık kadın özgürlük mücadelesi ölçülerini partide doğal hale getirmenin, vazgeçilmez hale getirmenin en ileri simgesidir. Bu bakımdan da öncü, sürükleyici bir rolü vardır. Kurum olarak da iyi işlemiştir, kazanılmıştır, verimli ve başarılı bir kurum olarak da gelişmiştir.
KKÖ’nün Önceliği Politik İddiayı Yükseltmek
KKÖ’ye dair bu soru Berçem Güneş’e. Kadın örgütünüzün 3. konferansının yayınlanan belgelerinde kadın devrimi çizgisindeki ideolojik ve teorik birikimi kadın hareketindeki tıkanıklığa müdahale etmek, işçi ve genç kadın kitleleriyle bağları güçlendirmek, kadın özsavunmasını örgütlemek, kadın özgürleşmesine adanmış kadroları çoğaltmak gibi yönleriyle siyasal ve örgütsel güce dönüştürme iradesine özellikle vurgu yapılıyor. Bu kapsamda sizin için bu dönemin en kritik, en öncelikli görevleri nelerdir?
Berçem Güneş: Geçtiğimiz dönemde KKÖ teoriyle politika arasında bağ kurmakta zorlandı, yani partinin ve kadın örgütünün ideolojik ve teorik birikimine uygun, onu cisimleştirecek, maddi güce dönüştürecek politikalar üretmekte zorlandı. Buna bağlı olarak, emekçi semtler başta olmak üzere emekçi kadın kitleleriyle bağlar kurmada gerileme yaşadık. Dolayısıyla yakın dönemin en öncelikli görevleri, politik iddiayı güçlendirmek ve bu temelde emekçi semtler, fabrikalar ve atölyeler, işçi kadınlar ve genç kadınlardan başlayarak kadın kitleleriyle güçlü bağlar kurmak ve örgütlenmek.
Politik iddiayı yükseltmenin bir ayağı, kendi kuvvetlerine dayalı öncü tarzda eylemler gerçekleştirmekten, özellikle işçi, emekçi, genç kadınların talepleriyle bağlı değişik kampanyalar düzenlemeye özgücüne dayalı eylem çizgisini güçlendirmek. Bir diğer boyutu da kadın hareketinin birleşik mücadelesine daha iradi biçimlerde etkide bulunmak.
Kadın hareketi bakımından tıkanma olarak tarif ettiğimiz durum birçok biçimde dışa vuruyor. En belirgin sonuçlarından biri, kadın hareketinin birkaç gündeme çok ciddi biçimde daralmış olması. Başkaca politik mücadele konularıyla hiç ilişkilenmiyor değil, ama özellikle son yılların uzunca bir bölümüne bakıldığında da kadına yönelik şiddet gündeminde biraz kapanma ve sınırlanma oldu. Oysa kadın kitlelerinin, işçi, emekçi, genç kadın kitlelerinin çok değişik talepleri var. Bu taleplerle kadın hareketinin toplamda bağlarını kuvvetlendirmesi gerekiyor. İstanbul Sözleşmesi’nin gasp edilmesi döneminde, kendini bütün kuvvetleriyle saldırıyı püskürtmek için ortaya koyma tercihi yapmamak hareketin sonraki dönemini belirledi. Orada bir irade çarpışması meydana geldi. Kadın hareketi kendi pozisyonunu, durumunu, kuvvetini korumakta ısrarcı olsa da saldırıyı püskürtme yönlü bir hatta giremedi. Bu, hareketin gelişim yönü bakımından önemli bir dönemeç oldu. Sadece mevzi değil, iddia kaybı anlamına geldi.
Çok kapsamlı bir saldırı tehdidi altında olan, buna karşın kendini saldırıyı püskürtme cephesinde yer alacak kuvvetlere kapamış, bunda ısrar eden bir hareket var. Bu büyüklükte saldırıları püskürtmek için kadın hareketinin, gündemleri bakımından da politik mücadele araç ve biçimleri bakımından da, aynı zamanda saldırının kuvvetleri bakımından da genişlemesi gerekiyor. İşçi sınıfının, Kürt halkının, Alevi emekçilerin, gençliğin mücadeleleriyle daha sıkı bağlar kurması ve onları aynı zamanda kadına dönük saldırılara karşı harekete geçirmesi gerekiyor.
Dolayısıyla, kadın hareketinin belli kuvvetlere ve belli gündemlere daralmış durumunun dışına taşacak bir birleşik mücadele hattını geliştirme, bunun yollarını arama görevinin de bilincindeyiz. Örneğin birleşik mücadele platformları bakımından rutini aşmayan, örgütlülük düzeyi de zayıf ve gevşek pozisyonu değiştirici olmayı hedefliyoruz. Kadın özgürlük mücadelesiyle politik özgürlük mücadelesinin diğer gündemleri arasında sokakta ve daha güçlü bağlar kurmaya yöneleceğiz. Kadın hareketinin ve kadınların bu mücadelelerin içinde var olmasında aslında bir sorun yok. Fakat bu diğer kuvvetler de aynı zamanda cins eksenli gündemlerde, kadına yönelik şiddet, aile yasası, şu veya bu kadın işçi direnişinin kendi özgün talepleri, genç kadınların yurt, barınma, eğitimde erkek egemenliğinin politik islamcı yeniden tesisi gibi sorunları kapsamındaki mücadelelerin etrafında buluşmalı.
Sendikal bürokratizm karşısında cins görüş açısına sahip bir sınıf sendikacılığı hattını güçlendirmeyi de önümüzdeki dönem bakımından kritik görevlerden biri olarak görüyoruz. Bu kadın hareketi bakımından da böyle, çünkü dışsal eleştirmen durumunda kadın hareketi. Sınıf hareketi böyle bir kanaldan akıyor ve bir şekilde son derece ciddi erkek egemenliğine de dayalı bir bürokratizm söz konusu, ekonomik mücadelenin değişik özneleri bakımından söylüyorum, bunu eleştiren bir tarz var, ama içinde değil. İçinde olanlarsa cins eksenli bakmıyor ya da bu temelde bir mücadele hattında değil. Bu buluşmayı kesinkes gerçekleştirmek için değişik biçimlerle ama pratik bir mücadele kuvveti sergilememiz gerekiyor.
Kadın örgütünüzün 3. konferansında ve partinizin 7. kongresinde belirlenmiş perspektiflerden biri de toplumsal düzeyde erkeklikle yüzleşmenin öncüsü olmak. Bu soru özellikle Kerim Gökdeniz’e. Erkeklikle toplumsal yüzleşmeyi geliştirmenin kapsamı nedir, partiniz hangi yol ve yöntemlerle buna öncülük yapmayı tasarlıyor, buradaki öncülük iddiası partinizin erkek üyeleri için ne anlama geliyor?
Kerim Gökdeniz: Erkek egemenliği verili bir durum. Kapitalizm ve devletleri, biçimi ne olursa olsun, erkek egemen bir nitelik taşıyorlar. Cins bilincinin gelişimi, kadın özgürlük mücadelesinin güçlenmesi koşullarında, bu erkek egemenliği her düzeyde daha çıplak hale geliyor. Bu durumu değiştirme mücadelesine karşı gerek devletin, sistemin terörü ve şiddeti, gerekse tek tek erkeklerin terörü ve şiddeti yoğunlaşıyor. Toplumsal çürüme bu zeminde oluşuyor, yaygınlaşıp derinleşiyor. Buna karşı güçlü bir mücadele yürütmek partimizin, ama öncelikle de komünist erkeklerin önündeki önemli güncel görevlerden biri.
Erkeklikle yüzleşmenin içeriğini biz erkeklerin dönüşümü, insani ölçüler, geleceğin sosyalist insanının ölçüleri temelinde değişimi olarak görüyoruz. Partimiz, kadın örgütümüz meseleyi böyle önümüze koyuyor. Dolayısıyla erkeğin dönüşümüne komünist erkeklerin öncülük, önderlik etme sorumlulukları var. Bu görevin her günkü yaşam içinde ve toplam mücadele içinde süreğen olduğunu anlamak, kavramak, bu doğrultuda pratikler geliştirmek gerekiyor. Toplumsal düzeyde yüzleşmenin çok değişik biçimleri olabilir. Yani bu, bir yandan tıpkı ırkçılık ve şovenizmden utanmak gibi, erkek egemen varoluştan, erkek egemen kültürden, dilden, terörden utanmak biçiminde somutlanabilir. Bu utanma duygusunu, bu erkek egemenliğini hiçbir biçimde meşru görmemeyi, dolaylı biçimlerde bile savunusuna gelmemeyi, gerici erkek egemen dayanışmayı onur kırıcı görmeyi toplum içinde yaygınlaştırmak sorumluluğumuz var. Değişik tipte ideolojik çalışmalar, tartışmalar, toplantılar bu değişim, dönüşüm faaliyetine ciddi katkılarda bulunacaktır.
Burjuvazi, egemenler, nasıl Türk halkını Türk-Kürt saflaşması temelinde düzenlerinin bir gücü haline getiriyorlarsa, şovenizm sayesinde nasıl Türk işçilerini kapitalist sistemin, faşizmin, sömürgeciliğin bir dayanağı haline getiriyorlarsa, nasıl Aleviler karşısında geniş Müslüman Sünni çoğunluğu kendi düzenlerinin bir yedeği, bir gücü haline getiriyorlarsa, aynı şekilde işçi erkekleri, emekçi erkekleri de kadın-erkek saflaşması temelinde kadınlar karşısında düzenlerinin bir gücü haline getiriyorlar. Kadın özgürlük mücadelesine ilgisiz kalan, onun taleplerine ve beklentilerine ilgisiz kalan, tam tersine erkek egemenliği çarkının dönmesine katkıda bulunan erkek işçiler, erkek emekçiler ve gençler sömürücülere, faşistlere, sömürgecilere hizmet etmiş oluyorlar, nesnel olarak da, pratik olarak da. Örneğin sendikalarda erkek egemenliğine karşı mücadele yürütmemek, eş temsiliyeti savunmamak, örneğin Alevi kurumlarında eş temsiliyeti, demokratik kitle örgütlerinde eş temsiliyeti savunmamak, buralarda erkek egemenliğinin devam etmesine demokrat erkeklik adına, devrimci erkeklik adına destek vermek veya göz yummak teşhirin ve mücadelenin konusu olmak zorundadır. Örneğin, İstanbul Sözleşmesi feshedilirken sendikalardaki, demokratik kitle örgütlerindeki erkeklerin bu sözleşmenin iptal edilmesine karşıyız diye sokaklara çıkmaması, kadın özgürlük mücadelesini desteklememesi, o konuda kendi erkek çıkarlarından ve üstünlüklerinden vazgeçmeye yanaşmamaları bu kapsamda bir meseledir. Özellikle devrimciyiz, demokratız, ilericiyiz, sosyalistiz diyen erkek kesimleri, güçleri açısından düşünelim. Toplumun en öncü kesimleri açısından düşünelim. Bunlar tabii ki mücadele edilmesi gereken, yüzleşilmesi gereken erkek egemen görüş açısı, pratik, ideolojik yaklaşımlar olarak karşımızda duruyor.
Her düzeyde erkeklerin kadın özgürlük mücadelesi ölçüleri temelinde kendilerini değiştirmeleri konusunda komünist erkeklerin öncü bir tutum içinde olmaları, gerek bulundukları örgütlerde, gerek sosyal ortamlarda, her yerde, erkek diline, erkek tahakkümüne, erkek eşitsizliğine, gerici erkek dayanışmasına itiraz etme gücü göstermeleri gerekiyor. Ama bu sorunun üstesinden tek tek erkekler zemininde gelemeyeceğimiz açık. Daha kolektif zeminlerde, toplumsal zeminlerde bunu yapmak ve başarmak gerekiyor. Demokratik kitle örgütlerinden başlayarak bütün erkek egemen işleyişi bozmak, orada eş temsiliyeti, kotayı ve eş başkanlığı doğal ve zorunlu hale getirmeye çalışmak, her türlü erkek egemen suçu bu niteliğiyle teşhir ve mahkum etmek, buna karşı durmak, örneğin, uzman çavuş Musa Orhan gibiler taciz-tecavüz saldırısı sonucu genç kadınların ölümüne yol açıyorsa veya onları katlediyorsa buna açık bir tutum almak, öyle elini kolunu sallayarak gezmesine izin vermemek, Musa Orhan gibilerin suçlarına itiraz ettiği için kadınlara ceza verilmesine, haklarında dava açılmasına itiraz etmek, bunun için kolektif eylemler yapabilmek, kadına şiddetle karşılaşılan her yerde buna karşı durmak, bütün bunlar için mücadele yürütmek adımları hızlandıracaktır.
Bulunduğumuz her alanda, partimizin faaliyet yürüttüğü her yerde, semtlerde, fabrikalarda, kitle örgütlerinde, okullarda, değişik tipte meslek örgütlerinde, yöre derneklerinde, bir toplu taşıma aracında, nerede olursa olsun, her yaştan komünist erkek bunlara karşı mücadele yürütebilmeli, toplumsal çürüme düzeyine varmış erkek egemenliğine karşı ya da onun suçlarına karşı teşhir faaliyeti ve pratik tutumlar geliştirmeli. Erkeklerin cins ayrıcalıklarından, ev içi ağalık tarzlarından vazgeçmeleri için partili erkekler bulundukları her yerde mücadele etmelidirler.
Aktif Savunma İçin Siyaset Cesaret
Faşist şeflik rejimine karşı mücadelede aktif savunma taktiğini benimsiyorsunuz. Aktif savunma taktiğinizin bugünkü muhtevasını ve biçimlerini, Türkiye ve Kürdistan açısından ayrı ayrı özgünlüklerini açabilir misiniz? Emekçilerin ve ezilenlerin antifaşist direnişi, devrimci-demokratik özgürlük mücadelesi aktif savunma taktiğiyle nasıl büyütülecek?
Kerim Gökdeniz: Siyasi mücadele içinde savunma, aktif savunma, saldırı kavramlarıyla ifade edilen değişik tipte taktikler var. Kuşkusuz bunların hepsi meşru. Bir komünist, devrimci, antifaşist parti bunlardan birini benimseyip uygulayabilir. Bu konularda değerlendirme ölçüsü siyasal koşullar, siyasal mücadelenin ihtiyaçları ve bir partinin, grubun kuvvetlerinin durumudur.
Savunma taktiğiyle aktif savunma taktiği arasındaki farkları vurgulamak soruya cevabımızı daha açık hale getirebilir. O yüzden tanımla başlamamız hoş görülsün.
Savunma taktiği, bir dönem çizgisi olarak, talebin meşruluğuna dayalı siyasi mücadele yerine yasallığa dayalı mücadeleyi esas almak; açık siyasi kimlik taşıyan örgütler yerine sosyal örgütler, kooperatif, dayanışma derneği, spor kulübü, kültür-sanat derneği gibi örgütler kurmak; siyasi talepli çalışmaların yerine ekonomik-demokratik talepli çalışmaları geçirmek; düşmanın üzerinize geleceği, bedel ödemek gerekecek siyasi tutumları gündeminize almamak; gözaltı-tutuklama riski nedeniyle güncel politik gelişmelerle bağlı görevlerle öncü tarzda ilişkilenmemek; işgal, özgür gösteri, özgür ajitasyon-propaganda, devrimci kitle şiddeti, askeri araçlara dayalı eylem pratiklerini siyasi mücadele planlarının dışında tutmak; faaliyetlerini örgütsel iskeleti güçlendirmeye, örgütsel gövdeyi büyütmeye odaklamak anlayışında, tarzında somutlanır.
Aktif savunma, bir dönem çizgisi olarak, elbette kuvvet ilişkilerini göz önünde tutarak, örgütsel hazırlığı, güç biriktirmeyi, güncel politik gelişmelerle ve halklarımızın gündemleştirilmesi gereken ekonomik, demokratik, devrimci talep ve sorunları temelinde politika yapmayı, otorite alanları oluşturmak için çalışmayı, emekçi semtlerdeki, işçi havzalarındaki sivil faşistlerden, uyuşturucu-haraç-çek senet çetesi biçimli kontrgerilla aparatlarından, bekçi ve polis devriyelerinden başlayarak düşmana her alanda politik ve moral darbeler indirmeyi kapsar. Güç seferberliği kontrollüdür.
Saldırı taktiği, dolaysız siyasi şiarlarla, dolaysız siyasi eylemler (politik grevler, politik genel grev, genel direniş vb.) yürütmekte, kentte ve kırda partizan savaşını yaygınlaştırmakta, büyütmekte, düşmanın hakimiyet alanlarını daraltmakta, düşmana etkili siyasi, askeri, moral darbeler vurmakta, otorite alanlarını genişletmekte, yerel ayaklanmalarda ifade kazanır. Güç seferberliği yoğundur.
Soruya dönersek, aktif savunma kitlelerin ve örgütlü güçlerin haklarını ve özgürlüklerini genişletme konusunda sokağı ve değişik mücadele biçimlerini etkin biçimde kullanması zemininde gerçekleşebilir. Örneğin, şuradaki bir grevi genelleştirmeye çalışmak, onun etrafında işçilerin, öğrencilerin, emekçilerin eylemli dayanışmasını örmek, şu semtte bu grevle ilgili bir yürüyüş örgütlemek, faşist devlet terörüne karşı bir tutum geliştirmek aktif savunma taktiğinin gereğidir.
Aktif savunma, sonuçta siyasal mücadelede belirli araçları ve biçimleri kullanmanızı gerektirir. Bunu gücünüz ölçüsünde yaparsınız kuşkusuz. Ama nihayet bu gücü sürekli büyütme çabası ve yönelimi içinde olursunuz. Eğer devrimci partiler ve örgütler faşizme karşı aktif savunma bile yapamazlarsa, kitlelerin bugünkü savunma durumundan çıkmalarını bekleyemezler. Kitlelerin savunmadan çıkacağı günü beklemeye kalkarlarsa, öncü niteliklerini kaybederler, onlara ihtiyaç kalmaz zaten o durumda. Kitleler günü geldiğinde bugünkü savunma pozisyonlarını terk ettiklerinde, geriye çekilme çizgisini bütünüyle aştıklarında, onları da aşmış olurlar. Ki bir sürü aktif savunma pratiği de geliştiriyor kitleler, görüyoruz işte, son parlak örneği Van’da ortaya çıktı ya da Şırnak’ta tacizci uzman çavuşlara devrimci kitle şiddet uygulamakta ortaya çıktı, Hakkari kayyum saldırısında ortaya çıktı. Meselenin özü bu taktiğin uygulanma düzeyi konusunda örgütsel önderlik gücünün öngörülü olabilmesi, siyasal bakımdan cesur olabilmesi, kitleyle sımsıkı bağlı olabilmesinde yatıyor.
Kürdistan devrimi ve sömürgeci işgal saldırıları koşullarında Kürdistan’da saldırı taktiği ve mücadelenin silahlı biçimleri öndedir. Partimiz Bakur’da saldırı taktiğini uygulayacak durumda değildi, uzun yıllar aktif savunma pratiği içinde oldu. Kentlerde sınırlı politik askeri eylemler gerçekleştirdi. 20 Temmuz 2015 sonrasında ise kentlerde aktif savunma taktiğinde giderek bir kademe geri düştük, buna karşın Dersim ve Serhat’ta mücadeleye kır silahlı birlikleriyle katıldık. Rojava’da ve Medya Savunma Alanları’nda ise politikayı silahlı biçimlerle yürütmek esas oldu.
Mart ayındaki yerel seçimleri CHP’nin kazanmasıyla emekçiler ve ezilenler arasında faşist şeflik rejiminden kurtulma ümidi de çoğaldı. Emekçi sol hareket içindeyse CHP’yle ittifak kurma arayışları, hatta CHP’den demokratik beklentiler arttı. Erdoğan’ın faşist şeflik rejimine karşı CHP’yle demokratik bir yan yana geliş, adı konulmuş veya konulmamış bir demokrasi ittifakı mümkün mü?
Berçem Güneş: Sorunun adı konulmuş ya da konulmamış ittifak şeklinde kayıtlı olması bile zaten bu ittifakın olası demokratiklik miktarını gösteriyor. Demokratik bir ittifaktan ittifak hukuku içerisinde eşit koşullarda oluşu kastedeceksek, bu mümkün değil. Ve demokrasi amacıyla bir ittifak da mümkün değil. Birincisi, CHP’nin kendi niteliğinden dolayı mümkün değil. İkincisi, faşist şeflik rejiminin niteliğinden dolayı mümkün değil. Üçüncüsü, üçüncü cephenin, PKK’nin, Kürt ulusal demokratik hareketinin, devrimci örgütlerin, emekçi sol güçlerin mücadelesi bakımından, birleşik mücadelenin gelişimi bakımından uygun da değil, mümkün de değil.
Öncelikle CHP’nin kendi durumundan: CHP demokratik bir parti değil. Değişik dönemlerde faşist rejimin sürdürülmesi bakımından üstlendiği belirleyici roller bir yana, geride kalan süreçte de faşist şeflik rejiminin koltuk değneği olarak, kitle mücadelelerinin yangın söndürücüsü olarak rolünü oynadı. Hatta kendi politik varoluş biçimi açısından en merkezde duran parlamento seçimleri bakımından bile, seçimleri izleyen değişik tipte kitle tepkileri karşısında aldığı yatıştırıcı, bastırıcı tutumlarda da bu somutlaştı. Kürt halkının özgürlük mücadelesi başta gelmek üzere, politik özgürlük sorununun ve mücadelesinin değişik başlıkları altındaki tutumları tekrar ve tekrar CHP’nin yalnızca bir düzen partisi olarak değil, rejimin koltuk değneği olarak önemli bir işlev gördüğünü, bundan öte bir işlev de üstlenmeyeceğini kanıtladı. Başkaca örnekler bir yana, son 1 Mayıs da bunun örneğidir. Özgür Özel kefaletinde İstanbul 1 Mayıs’ının, sonuçta kitle mücadelesi başka türlü bir 1 Mayıs’a, Taksim 1 Mayıs’ı zorlamasına yöneldiğinde, konfederasyonların 1 Mayıs meydanından kaçışıyla sonuçlanması örneğinde de görüldü.
İkincisi, faşist şeflik rejimi bakımından da bu mümkün değil. Faşist şeflik rejimi kendi iktidarına doğru ilerleyişinde, rejimin yapısının değiştirilmesinde, faşist şeflik rejimi olarak kurumlaştırılmasında parlamentoyu ve seçimleri etkin bir biçimde kullandı ve kullanıyor. Kitle desteği ve bunun seçimlerdeki yansıması onun hala önemli bir dayanağı. Fakat faşist şeflik rejimi parlamento ve seçimler üzerinde ayakta durmuyor. Gezi-Haziran isyanının açığa çıkardığı kitle kuvvetini seçimlerle, parlamento yoluyla bastırmadı. HDP’nin 7 Haziran zaferini parlamenter yolla boşa çıkarmadı. Kürt halkının demokratik taleplerini parlamento yoluyla püskürtmedi, özyönetim direnişlerini ezerek, kayyum atamalarıyla, Başûr işgalleriyle, Rojava savaşlarıyla ilişkileniyor onunla. Fethullah Gülen’le iç mücadelesini de parlamento yoluyla kazanmadı. Basını, medyayı parlamento yoluyla tek tipleştirmedi. Bunların hepsini de değişik tipte faşist zor örgütlerini, polis güçlerini ve askeri güçlerini harekete geçirerek yaptı. Bunlara dayanarak ayakta durdu ve duruyor. Silahlanmayı, askeri örgütlenmeyi, başladığı günden bugüne çok büyük yatırımlarla ve çok büyük ölçüde geliştirdi. Sayısız hapishane açtı. Özellikle siyasi tutsak sayısında çok büyük bir artış var. Bunlarla ayakta tutuyor. Dolayısıyla CHP’yle ittifaka endekslenmiş seçimler ve parlamento politikasıyla rejim değişikliği görüş açısının kendisi başlı başına karşılığı olmayan bir hat.
Üçüncü olarak da, AKP’ye güç kaybettirme adına yürütülen politikanın öngörülebilir sonuçları ve zaten açığa çıkmış sonuçları bakımından konu tartışılabilir. CHP’ye dayalı, CHP’den politik beklentiler ve onunla ittifak arayışları temelinde, kitlelerin değişik talep ve özlemlerinin, faşist şeflik rejimine karşı öfkelerinin CHP’nin seçim başarısına endekslendiği bir hattan yürümek, PKK bakımından yanlış bir taktik, emekçi solun değişik güçleri bakımından da yanlış bir strateji. Nereye koydukları bakımından tartışarak söylüyorum. AKP’ye güç kaybettirme hedefi, bu iddia temelinde yürütülen politikalar her şeyden önce üçüncü cepheye güç kaybettiriyor. Ezilenlerin, işçi sınıfının, emekçilerin, Kürt halkının birleşik direnişini geliştirme olanaklarına, potansiyeline güç kaybettiriyor. Bunun belki en önemli örneği, en uç örneği diyelim, Bakur’da dahi CHP’ye oy kaybetmekte görüldü, başka tipte sonuçlarını bir kenara bırakırsak. CHP’ye ve parlamento seçimlerine endeksli bir ittifak hattının, sonuç alıcı olamayacağı gerçeği bir yana, emekçi solun reformist kesimleri bakımından faşist şeflik rejiminin çok ciddi saldırılarının ortaya çıkardığı en temel görevlerde bile kendini ortaya koymaktan kaçınma, daha barışçıl dönemleri, reformist mücadele çizgisine daha uygun dönemleri bekleme çizgisine de dayanıyor. EMEP, SYKP, EHP, Sol Parti gibi yapılarda somutlaşan, SMF de dahil, bu eğilimlerin böyle temelleri ve böyle sonuçları var. TİP bakımından zaten CHP’nin de önünü açtığı bir alternatif düzen solu arayış hattı üzerinden bir gidişat oldu.
Kayyum mücadelesine bakalım. İşçi sınıfının sendikal hakları başta olmak üzere değişik tipte hakları için verilen mücadelelere, kadın özgürlük mücadelesine bakalım. Sokakta verilen, sokakta kazanılıyorsa kazanılan veya sokakta kaybediliyorsa kaybedilen mücadeleler bunlar. Bunların birleşik, militan, fiili meşru hattan geliştirilmesi ekseninden uzaklaşan, bu konuda dikkat dağıtıcı, beklentileri ve umudu, mücadeleyi parlamento seçimlerine doğru, orada da CHP’ye doğru yönelten, sonuçta demokratik ve devrimci bir cephenin gelişimine değil de CHP’ye kanalize eden bir hattın bu enerjiyi birçok durumda heba ettiği değişik gelişmelerde açık oldu.
Sömürgeci İşgal Saldırılarına Karşı Mücadelenin Ön Saflarına
Faşist sömürgeciliğin işgal saldırılarından bahsettiniz. Sömürgeci faşist şeflik rejimi Medya Savunma Alanları’ndaki işgali alabildiğine genişletmek ve PKK’ye ölümcül darbeler indirmek amacıyla art arda siyasi ve askeri hamleler yapıyor. Bunları izliyoruz. Bir yandan da Rojava devrimine karşı yeni işgal tehditleri savurmaya devam ediyor. Bu sömürgeci işgal ve antisömürgeci direniş sürecinin gidişatını nasıl görüyorsunuz? Partiniz sömürgeci işgal saldırılarına karşı mücadelede hangi görevleri önüne çekiyor?
Kerim Gökdeniz: Faşist sömürgecilik 2015’te başlattığı, silahlı savaşımı ezme, gerillayı dağıtma, ulusal demokratik hareketi ideolojik-siyasi tasfiyeciliğe itme, Rojava’yı işgale girişme, Medya Savunma Alanları’ndaki mevzileri en dar hale getirme saldırısı amaçlarına ulaşamayınca, PKK’nin önder kadrolarını, PKK yönetimini yok etmek, yönetici kadrolarına suikastlar düzenlemek, Medya Savunma Alanları’nı en geniş biçimde işgal etmek, Rojava işgalini genişletmek ve halk iktidarını yıkmak hedeflerine doğru yöneltti. PKK’den beklentisi ve Öcalan’dan beklentisi silahlı mücadelenin bırakılması ve Kürt halkının kolektif haklarının savunulmasından vazgeçilmesiydi. Öcalan İmralı’da direnince ve PKK direnişi sürdürünce, Rojava devrimi kendisini savunmaya devam edince, bir tutum değişikliğine gitmiş oldu. Bu şekilde savaşı daha uzun yıllara yayamayacağı, bunu önüne koyduğu mali-ekonomik gelişme hedefleriyle, toplumda egemenliğini tam olarak, geri dönülmezcesine sağlamlaştırma hedefleriyle bağdaştıramayacağı sonucuna ulaştı. Ve bir yok etme, ortadan kaldırma saldırısının artık son savaşına girişme yönelimi içine girdi. NATO’nun, Rusya’nın desteğini alınca, İran’la da anlaşmaya çalıştı, bunu başaramadı. Ama Irak devletiyle anlaşmalar yaptı. KDP’yi tamamen kendi askeri kıtası, lojistikçisi, kılavuzu haline getirdi ve büyük çaplı bir işgal için, PKK’yi yok etme, Kürt halkını bir soykırımdan geçirme, Kürt ulusal demokratik taleplerini savunamaz hale getirme doğrultusunda hazırladığı planını uygulamak için kendisine en uygun zamanı ve zemini bekliyor.
PKK’ye yönelik bu saldırı, daha önce bir sorunuzu cevaplarken de söylediğimiz gibi, bölgedeki bütün devrimci-demokratik güçlere karşı saldırıdır. Rojava devriminin boğulması, PKK’nin, fiziki olarak önderliğinin ağır tecridi koşullarında PKK yönetiminin yok edilmesi, kuşku yok ki, Türkiye ve Kürdistan’daki devrimci-demokratik güçlerin, işçi sınıfının ve emekçilerin demokratik talepli mücadelelerinin de ezilip bastırılması için daha büyük bir faşist terörün uygulanacağı anlamına geliyor. O nedenle, meseleyi yalnızca PKK ile faşist sömürgeci Türk sermaye devleti arasındaki bir mesele gibi görmek büyük bir hata olur. Bölgesel çapta devrimci-demokratik mücadeleyi savunabilmek için bütün bu saldırılara kararlı biçimde karşı durmak gerekir.
Yine önceki sorularda değindiğimiz bir konuyu tekrar pahasına söylersek, Medya Savunma Alanları’ndaki parti güçleri direnişin içinde yer alacaklardır. Bu direniş içinde sosyalist yurtseverler olarak, komünistler olarak en kararlı duruşu sergileyeceklerdir. Keza Rojava devriminin savunulması konusunda Rojava’daki komünist güçler, sosyalist yurtseverler olarak en kararlı duruşu sergileyeceklerdir. Partimizin Türkiye ve Bakur’daki, dünyanın değişik noktalarındaki güçleriyse sömürgeciliğe ve faşizme karşı mücadelede kendilerini ortaya koyacak, antifaşist, antişovenist ve ilerici güçleri, dünya halklarının değişik kesimlerini bu mücadele etrafında birleştirmek için yoğun bir çalışma içinde olacaklardır. Gerek komünist bir güç olarak gerek Kürdistani sosyalist yurtsever bir güç olarak MLKP bu konuda öncü bir duruş içinde, mücadelenin ön saflarında üzerine düşen devrimci görevleri yerine getirecek, kitleleri bu doğrultuda hareket etmeye yöneltmek, devrimci, demokratik, antifaşist güçleri bu temelde birleşik mücadele yürütmeleri konusunda ikna etmek için tüm gücüyle çalışacaktır.
Faşist sömürgeciliğin işgalleri karşısında Rojava’daki görevlere de dikkat çekmiş oldunuz. Daha genel olarak da sorarsak, Rojava’da siyasi ve askeri varlığını ve çalışmalarını sürdüren partiniz Rojava devriminin başlıca güncel sorunlarını ve ihtiyaçlarını nasıl ele alıyor? Bugünün somutluğunda Rojava’daki hedeflerinizi ve iddialarınızı özetleyebilir misiniz?
Kerim Gökdeniz: Faşist sömürgeciliğin işgalin yayılması ve halkçı iktidarın yerle bir edilmesi hedefi düşünülürse, devrimin savunulması, devrimci-demokratik iktidarın korunması, Efrîn ve Serêkaniyê işgallerinin bütün bu mücadeleler içinde sonlandırılması en önemli sorun ve ihtiyaç. Yalnızca Kürt halkını değil, Rojava’nın Arap, Ermeni, Asuri, Süryani, Keldani halklarını ve ulusal topluluklarını faşist işgalci sömürgecilere karşı birleştirmek, örgütlemek ve savaştırmak temel görev. Halkın özgücüne güvenmesi, bütün varlığıyla Rojava devrimini savunmak için, devrimin Suriye’nin yeni bölgelerine yayılması çabalarına omuz vermek için kendini ortaya koyması zorunluluk. Halkı bu doğrultuda mücadeleye çağırmak, seferberliğe yöneltmek bugünkü politik çalışmaların odağında durmalıdır.
Halkın şu ya da bu emperyalistten herhangi bir beklenti içinde olmaması ve sorunun halkların, Kürt ve Arap halklarının birleşik mücadelesi temelinde çözülmesinin esas alınması, halkın görüş açısının odağında durmalı. Partimiz ve halkçı iktidar sonuçta bunun gerçekleşmesi için ajitasyon-propaganda çalışması yürütmeli, yığınlarla çok sıkı ilişkiler kurmalı, kitle toplantıları örgütlemeli, bu konuları tartışmalı, açık bir bilinç, kararlılık ve örgütlülük geliştirmelidir. Bütün diğer meseleler bugünkü siyasal koşullar içinde bu temel göreve tabi olmalıdır. Sosyalist yurtseverler Rojava’da bu görevin yerine getirilmesi için bütün güçlerini, deneylerini, birikimlerini ortaya koyacaklardır. Devrimin kazanımlarının korunması, devrimin evlere girmesi, toplumsal hayattaki etkisinin her bakımdan güçlendirilmesi için çalışmalar da görevlerimizin bir parçasıdır. Bu çalışmalar da kitleleri direniş gücü olarak hazırlamaya hizmet edecektir.
Halkların Birleşik Devrim Hareketi’yle ilgili bir soru sormak istiyoruz. HBDH’nin bir bileşeni olarak partinizin birleşik devrimci mücadeleyi geliştirme iddiasına ve sorumluluğuna dair neleri belirtmek istersiniz? Güncel ve dönemsel olarak bu iddia ve sorumluluk pratikte hangi karşılıkları bulacak?
Berçem Güneş: HBDH faşist şeflik rejiminin 2015 Temmuz’unda açtığı irade kırma savaşına karşı verilmiş birleşik devrimci bir cevaptı. Bu temelde örgütlendi. Faşist sömürgeciliğin Türkiye ve Bakur’daki saldırılarının yoğunluğu, özellikle Fethullah Gülen ve ittifak güçlerinin darbe girişimi sonrası gerçekte tam bir sıkıyönetim ilan etmesi, bütün yasaların, zor aygıtlarının bu temelde düzenlenmesi, bir faşist darbe hukuku örgütlenmesi koşullarında, devrimci hareket hızla ağır darbeler alınca, bileşenleri HBDH’nin etkili bir aktif savunma gücü olarak, saldırıyı hazırlayacak bir kuvvet olarak gelişmesini sağlayacak pratikleri örgütleyemediler. Temel sorun birleşenlerin örgütsel zayıflığı, yeraltı güçlerinin zayıflığı, bu alana ayıracakları güçlerin zayıflığıydı. Daha sonraki süreçlerde HBDH kendini başkaca zeminlerde de var etmek için değişik çabalar harcadı. Fakat buralarda da bileşenlerin güç sınırlılığı, bunun ötesinde bazı bileşenlerin siyasi anlayışlarındaki gerilemeler, bazılarının aşırı güç yetmezliği, bazılarının temsiliyet düzeyinde bile ilişkilenmekte zorlanmaları, HBDH’nin büyük bir halk direnişini örgütlemek, onun öncülüğünü yapmak, emekçi semtlerinde milisler biçiminde örgütlenmek, keza kentlerde değişik müfreze eylemleri geliştirmek yolundan ilerlemesini, giderek de kitleleri, devrimci kitle şiddetini örgütleyecek bir kuvvet olarak yükselmesini engellemiş oldu. Bu durumu değiştirmek için HBDH’nin çabalarını sürdürmesi gerekiyor.
HBDH kurulduktan sonra değişik eylemler gelişmişti. FESK-Kürdistan Kır Birliğimizin komutanları ve gerillaları, kuruluş aşamasında Dersim’de ortak komutanlığın oluşturulmasında ve eylemlerde yer aldılar. FESK-Kürdistan Kır Birliği’nin iki gerillası, parti üyelerimiz Veli Görgün ve Ümit Yetik yoldaşlar HBDH’nin ilk şehitleridir. Daha sonra, Dersim’de ortak komutanlık görevini de yürütmüş olan Hüseyin Akçiçek yoldaş Nurhak’ta PKK’den bir yoldaşla birlikte şehit düştü. Mersin’de, İzmir’de, Bursa’da, değişik yerlerde HBDH eylemleri oldu. Dikkate değer politik askeri eylemlerdi. Faşist sömürgeci rejim bu eylemlerden ötürü doğrudan partimizi hedef aldı. Serhat bölgesinde HBDH’nin güçlü eylemleri oldu, FESK-Karadeniz Kır Birliği’nin komutanları ve gerillaları bu eylemlerde yer aldılar. Ulaş Alankuş yoldaş 5 Ağustos 2022’de PKK’den bir yoldaşla birlikte devrimci bir çalışma içindeyken ölümsüzleşti.
Kısacası, partimizin değişik tipteki HBDH çalışmalarını güçlendirmek için dönem içinde kırlarda da şehirlerde de çabaları, emekleri oldu. Bunları her şeye rağmen yetersiz bulduğumuzu, güçlendirmek gerektiğini ve kitlelerin mücadeleye seferber edilmesi zeminlerine taşımak gerektiğini söyleyebiliriz. Partimiz bu temelde, kendi güç ve olanakları çerçevesinde, HBDH’nin etkili olabilecek güçleriyle birlikte gelişmesi için istekli olacak ve çaba harcayacak.
Üçüncü Dünya Savaşı Yok, Alametleri Var
Bir yanda dört parça Kürdistan’da gitgide genişleyen savaş, bir yanda İsrail’in Filistin’de sürdürdüğü soykırımcı savaş, Suriye’den Irak’a ve Yemen’e değin Ortadoğu’daki savaşlar zinciri, bir yanda da Rusya-Ukrayna savaşı, NATO’nun Rusya ve Çin’e yönelik artan tehditleri var. Dünyada, Türkiye ve Kürdistan’da bazı devrimci ve ilerici örgütler üçüncü dünya savaşının yaşanmakta olduğuna dair çeşitli tezler ileri sürüyorlar. Abdullah Öcalan ve PKK zaten uzun yıllardır böyle bir görüşe sahip. Üçüncü dünya savaşı konusunda ne söyleyeceksiniz?
Berçem Güneş: Üçüncü dünya savaşı kavramı her şeyden önce dünyasal bir savaş anlamına geliyor. Hangi görüş açısından bakıldığından bağımsız olarak, birinci ve ikinci emperyalist paylaşım savaşlarının dünya savaşı olduğu herhalde bütün sınıflar için de bütün kuvvetler için de açıktı, ortaklaşılan bir şeydi. En başta savaşan kuvvetler bakımından açıktı. Üçüncü dünya savaşı tezleri açısından, her şeyden önce dünyasal niteliği bütün sınıflar bakımından, bütün kesimler bakımından tartışmalı. Bizim görüş açımızdan dünya savaşı, emperyalistler arasında dünyayı yeniden paylaşım savaşıdır. Çok daha genelleyerek söyleyeceksek de, dünyanın büyük kuvvetlerinin birbirleriyle savaşa tutuşmasını içermelidir, dünya savaşı mantığına, kavramına, izahatına uygun olması için. Buna içerik kaybettirmenin, genellemenin, düzleştirmenin bir yararı da yok, daha önemlisi böyle bir zorlamadan çıkarılabilecek çok önemli, anlamlı politik sonuçlar da yok.
Belki bazı hareketler bakımından, savaş riskinin büyük ve daha büyük, giderek çok daha önemli olduğuna dikkat çekmek için tırmandırılan ve zorlama yönleri olan vurgular oluyor. Bazı kuvvetler bakımından, şu veya bu bölgesel savaşın kendi önemini dünya içinde bir yere koymak, bunu teslim etmeye çalışmak, fakat dünyasal kuvvetlerin savaşa tutuşmasının ne anlama geldiği, bunun nasıl bir mücadele ve nasıl görevler gerektirdiği bakımından biraz yüzeysel bir görüş açısından bakmak oluyor. Bazı başka ilerici kuvvetler bakımından da şöyle, dünyada bunlar özellikle yaygın, işçi sınıfının, emekçilerin, ezilen halkların mücadelesine, onların başarılı olabileceğine inançsızlık temelinde, sadece dünyanın büyük güçlerinin dünya politikasını belirlediği inancı temelinde, dolayısıyla örneğin Suriye’de Esad gibi ya da değişik bölgesel kuvvetlere dayalı, onların desteklenmesine dayalı anti-ABD’ci, anti-Rusyacı politikalara kaynaklık ediyor. Fakat sonuçta nesnel gerçeklerle çok buluşmuyor.
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra savaş hiç bitmedi, eğer parçalı ve tekil savaşlardan bakacaksak. Kore’den Vietnam’a, Afrika’nın çok değişik ülkelerinden Ortadoğu’ya, Latin Amerika’da kısmi bazı bölgesel ve yerel savaşlardan Asya’ya dek, savaş hiç bitmedi. Sürekli savaşlar oldu. Sürekli yerel düzlemde çatışmalar oldu. Bunlardan bazıları emperyalistler arasındaki ciddi çelişkilere dayalı da savaşlardı. Bunların hiçbiri gerçekleşeni bir dünya savaşı yapmıyor. Esas mesele emperyalistler arasında dünyanın büyük çaplı yeniden paylaşımını hedefleyen bir savaş var mı, olması yönünde bir gelişme var mı yok mu meselesi. Konu bu soru etrafında tartışılmalı. Böyle yapılırsa, mesela bir devrimci örgüt kendisine, örgütlenmesini, siyasi mücadelesini nerelerden ve nereye doğru geliştirmesi gerektiği konusunda, örneğin dünya burjuvazisi arasındaki çelişkilerle kendi ulusal çıkarlarına dayalı biçimde mi ilişkilenecek yoksa proletarya enternasyonalizmi temelinde mi ilişkilenecek ya da savaşın kıyısında mı kalacak yoksa bu savaşı iç savaşa dönüştürme koşullarına mı bakacak, bu konularda görevler çıkaracaktır. Onun dışında kavrama içerik kaybettirmenin görevler bakımından da söyleyebileceği özel bir şey yok.
Halihazırda süren ya da 10 yıl önce, 3 yıl önce veya geçen yıl başlamış bir dünya savaşının söz konusu olmadığını düşünüyoruz. Fakat üçüncü dünya savaşına doğru gelişen alametlerin arttığını söyleyebiliriz. Bu emperyalist rekabetin zaten giderek şiddetlendiği koşullar, emperyalist küreselleşme koşulları. Orada çelişkilerde bir azalma yok. Aksine tekelleşme artıyor, sonuçta çok daha az sayıda elde çok büyük zenginlikler toplanıyor. Bu, rekabetin daha da şiddetlenmesi, daha da yoğunlaşması anlamına geliyor. Fakat giderek bir çizgi halinde emperyalistler arası rekabetin şiddetlenmesi, aynı zamanda emperyalist bloklaşmalarda da belli gelişmelere yol açtı. Bunun kuvvetleri yavaş yavaş biraz daha belirginleşmeye başladı. ABD’nin uzunca bir süre elde tuttuğu emperyalist kapitalist sistemdeki hegemonyasında gerileme, belirli bir çözülme belirginleşerek devam ediyor. ABD, İngiltere, AB ve Japonya, kendi aralarındaki çok ciddi çelişkilerle birlikte, bir uçta toplaşmaya başladı. ABD bakımından kendi hegemonyasındaki çözülmeyi durdurma, bu konudaki inisiyatifini yeniden tesis etme yönüne doğru ilerleyen, Rusya ve Çin bakımındansa o çözülme içerisinde kendilerine bir yol açmayı hedefleyen bir hattan bloklaşmalar gelişiyor. Bu iki emperyalist blok özellikle Rusya-Ukrayna savaşıyla birlikte daha da belirginleşti. Bütün kuvvetler de bu çelişkiler etrafında kendi pozisyonlarını biraz daha netleştirmeye yöneldiler. Ortadoğu zaten bir başka savaş üssüydü başlı başına hem Kürdistan ekseninde, hem Filistin ekseninde şimdi yeniden canlanan savaş temelinde. Ve Ukrayna’da örneğin bir karşılıklı sınama, bir güç sınama boyutu da olan bir hazırlık olarak da görülebilir bu süreç.
Dolayısıyla bu bloklaşmalarda artış ve belirginleşme var. Siyasal olarak da ekonomik olarak da daha belirgin şekiller alıyor. Emperyalist küreselleşme zincirlerinin son yıllara yayılan biçimde daha bölgesel düzeylerde odaklaşması, yoğunlaşması oldu, bu bloklaşmalara uygun ve alan açacak şekilde. Bu kapsam içerisinde, bu çelişkiler içerisinde aynı zamanda kapitalist gelişme seyrinde belli bir yere gelen değişik ülkeler de pozisyonlarını belirginleştirmeye, kendilerine alan açma girişimlerine devam ediyorlar. Faşist hareketlerin belirgin bir yükseliş yaşamasının ve giderek bazı ülkelerde inisiyatif, hegemonya kazanmasının da bu siyasi gericileşme, bu tip bir duruma göre pozisyon alma bakımından bir anlam taşıdığını söyleyebiliriz. Dolayısıyla üçüncü dünya savaşının alametlerinin arttığını düşüyoruz. Fakat bir emperyalist yeniden paylaşım savaşı söz konusu değil, henüz böyle bir savaşın tarafı olabilecek kuvvetler buna hazır değil. Bunun ancak ön hazırlıklarından, ön bloklaşmalarından, buradaki bazı üstünlük sağlama ve alan açma denemelerinden bahsedilebilir. Bu da tam olarak yeni değil ama, burada örneğin ABD hegemonyasındaki çözülmenin belirginleşmesi, Çin-Rusya ekseninin hamle yapacak bir düzeye erişmesi daha yeni sayılabilir. Yoksa tabii ki Irak işgali de Afganistan’daki işgal ve gelişmeler de, Afrika’da, Latin Amerika’da Çin’in, Rusya’nın değişik politik hamleleri ve ABD-AB ekseninin buna verdiği yanıtlar da, bütün bunlar zaten sonuçta bu rekabette şiddetlenmenin ve bloklaşma eğiliminin ön süreçleriydi.
Kerim Gökdeniz: Yoldaşın ortaya koyduğu değerlendirme içinde bir noktaya dikkat çekmek için şunu bir kez daha vurgulayalım: Çeyrek asırdır dünyayı yeniden paylaşmak isteyen emperyalist güçlerden hiçbirinin diğerine namlu doğrultmadığı, onunla herhangi bir dolaysız çatışmaya girmediği bir dünya savaşı olmaz. Bölgesel savaşlar var, yerel savaşlar var. Emperyalist rekabetin ve paylaşım mücadelesinin bir parçası bu. Elbette bugünkü bloklaşmalar ve hareket tarzı emperyalist küreselleşme koşullarına göre oluşacak ama, nihayetinde belli başlı emperyalist devletlerin hiçbirinin birbiriyle doğrudan bir çatışmaya girmediği bir savaşın bir dünya savaşı olarak nitelenmesinin hiçbir temeli yok. Yoksa örneğin şimdi 30. dünya savaşından söz ediyor olurduk. Bu değerlendirmenin siyasal bakımdan da bir anlamı yok. Açıkladığı bir tablo da yok. Tersine, durumu sıradanlaştırıyor, dünya savaşı tehlikesinin insanlığa, bütün bir yerküreye hangi sonuçları getireceğini gözden kaçırmaya yol açıyor. Gerçek tehlikeleri görmeyi de engelliyor.
Tabii ki bir üçüncü dünya savaşı bambaşka olacaktır. Emperyalistler doğrudan bir çatışmaya giriştiklerinde, ellerindeki özel tipte yok edici silahların bir bölümünü kullanmak zorunda kalacaklardır. Bunun sonuçları insanlık için, yerküre için çok ağır olacaktır. Zaten bunun hazırlıklarını yapıyor emperyalist devletler. Kendilerinin hayatta kalabileceği, burjuvaların hayatta kalabileceği koşullar üzerine düşünüyorlar, filmler yapıyorlar, diziler çektiriyorlar, böyle bir gerçeklik var.
Rekabet keskinleşiyor ama değişik güçler bu rekabeti hangi biçimlerde yürütecekleri konusunda değişik fikirlere, stratejilere sahipler. Örneğin, Avrupa’nın hegemon devletlerinde yer yer pazar paylarını arttırma eğilimleri gelişiyor. Ya da ABD dünyadaki hegemonyasını ‘90’ların ilk yarısında olduğu gibi yeniden kurmak istiyor, bunun arayışları içinde. Ama bugün Çin’in hala bir dünya savaşından kaçınmak istediği çok açık. Bugün Rusya’nın henüz bu ölçekte bir savaşa tutuşmak istemediği çok açık. Tabii ki bugünkü emperyalist küreselleşme koşullarında bütün çelişkiler şiddetlenmiş, yoğunlaşmış, artmış durumda, o nedenle de yer yer bölgesel sömürgeciler, kimi gerici burjuva devletler değişik alanlarda manevra yapma imkanlarına hala zemin bulabiliyorlar. Yarın 3. dünya savaşı patlak verdiğinde bu tip manevra olanakları ortadan kalkacak ya o safta ya bu safta olacaksınız ya da ikisi dışında pasif biçimde kalmanın yolunu arayacaksınız. Hem bir üçüncü dünya savaşı olması, ama hem de TC’nin birbirleriyle savaş halindeki Rusya’yla ve NATO’yla ilişkilerini böyle sürdürebilmesi, deyim yerindeyse, eşyanın tabiatına uygun değildir.
Enternasyonal İlişkiler Pratik Devrimci Temelde Kurulmalı
Son olarak, uluslararası devrimci ve komünist hareket içinde partinizin yerini ve rolünü nasıl tanımladığınızı sormak istiyoruz. Daha yeni Bangladeş’te, ondan hemen önce Kenya’da gördüğümüz gibi, halk ayaklanmaları farklı ülkelerde art arda patlak vermeye devam ediyor. Fakat devrimci ve komünist parti ve örgütler bu ayaklanmalar silsilesi içinde bir ileri atılım gerçekleştiremiyorlar. Öte yandan, kimi ülkelerde silahlı devrim mücadeleleri de nice bedellerle ve kahramanlıklarla sürüyor. Bugünkü küresel koşullarda enternasyonal devrimci ve komünist hareketin gelişimi için partiniz nasıl bir perspektife sahip?
Berçem Güneş: Partimizin, öncellerinden başlayarak örgütsel süreklilik içinde, onlarca yıllık bir mücadele tarihi ve deneyimi var. Bu mücadele içerisinde politik, örgütsel, ideolojik ve teorik açılardan kaydettiği önemli mesafeler var. Bu bakımdan partimizin dünya devrimci ve komünist hareketinin gelişiminde önemli görev ve sorumluluklarla karşı karşıya olduğunu düşünüyoruz. Zaten enternasyonalizm görüş açısı bakımından da sürekli bir ısrar, kararlılık ve netlik içinde oldu, enternasyonal cephede de birleştirici ve pratikte ileri itici bir rol oynamak için sistematik çaba gösterdi.
Dünyada devrimci ve komünist hareketin gerçeği, gelişimi, değişik ayaklanmalar ve mücadeleler içinde oynadığı rol bakımından durumu daha somut kategoriler içerisinde tartışmak daha anlamlı olabilir. Çünkü bir yandan bakıldığında, evet, soyut ve dünyasal olarak var olan devrimci ve komünist yapıların bunca ayaklanma içerisinde önemli bir atılım gerçekleştiremediği doğru. Ancak çok soyut ve genel tartışılınca tespit kötümserlik üretiyor, somut devrimci gelişim olanaklarını saptama ve görevler çıkarma zemini silikleşiyor. Öncelikle, devrimci ve komünist ismi taşıyan yapılar içinde, örneğin işte hiç değilse devrimci mücadele temelinde, silahlı mücadeleler, halk ayaklanmaları çizgisinde yürümekte, burjuva iktidarların alaşağı edilmesi görüş açısı ve hedefiyle mücadele yürütmekte olan yapıların sayısı zaten ciddi biçimde az. Hatta son on yıldaki tasfiye dalgasıyla FARC, ETA gibi bazı yapılar da silahsızlanmış oldular. Silahlı mücadele son derece az sayıda yapıya, PKK, Filipinler Komünist Partisi, Kolombiya’da ELN ve bazı daha küçük yapılar, Rojhilat’ta kimi örgütler, FHKC, Hindistan Komünist Partisi (Maoist), Türkiye ve Bakur’da bu çizgide ısrar eden değişik devrimci yapılara daraldı. Bunun dışında da bu yönde iddia geliştirmeye çalışan irili ufaklı örgütlenmeler var, pratik mücadelelerinde henüz bunun karşılıklarını ciddi biçimde üretemeseler de, bu görüş açısına sahip yapılar var.
Devrimci ve komünist örgütlerin doğrudan temas içinde oldukları ayaklanmalar içerisinde bir atılım örgütleyememekten zaten bahsedilemez. Bunların mücadele ettikleri yerlerde ayaklanmaların aldığı, isyan potansiyelinin aldığı somut biçimler var. Yüzlerce ile binlerce arasında değişen gerillalarla yürütülen mücadeleler, on binleri ve hatta yüzbinleri sokaklara döken büyük fiili meşru mücadele örgütleri var. Sınırlılıklar bakımından, tek tek ülkelerden bahsedeceksek, yer yer biraz bu yapıların değişik tipte program sınırlılıklarından bahsedilebilir. Yani ittifak politikalarını etkileyen, politik mücadelede birleştiricilik ve değişik kuvvetleri düşmana karşı yöneltebilme kuvvetini etkileyen değişik sınırlılıklarından bahsedilebilir. Ya da daha öncelikle, askeri teknik-taktik üstünlük temelindeki sorunlardan bahsedilebilir. Tek tek bu örgütlerin gerçeğinin incelenmesi gerekir. Ve tabii her cephede de ciddi biçimde enternasyonal destek zayıflığından bahsedilebilir. Buradan bir görev çıkarabiliriz: hem bu mücadelelere yaklaşımda hem kendi mücadelemizi ele alış tarzımızda.
İkincisi, ayaklanmaların geliştiği fakat bu tipten yapıların hiç olmadığı, dolayısıyla bu ayaklanmalarla hiç temas edilemediği ülkeler, bölgeler var. Buralarda yine partimiz bu tipten yapılar, örgütler bakımından o somutluk içinde kendisine çeşitli görevler çıkarıyor ve çıkaracak da. Gelişmekte olan değişik devrimci yapıların desteklenmesi, deneyim aktarımı, birbirleri arasındaki etkileşimin sağlanması, uluslararası değişik platformlara katılımları yönünde çaba harcanması gibi biçimlerde olabiliyor bu. Aynı zamanda da devrimci ve komünist pratikten etkilenmeye açık örgütlenmeler var. Kimisi güçlü eski yapılar, kimisi biraz daha zayıf yeni yapılar. Bunlarla da yoğun bir ideolojik ve politik etkileşim geliştirme, dolayısıyla bir tür politik öncülük hattına yönlendirme görevleri somutlanabilir.
Toplam bakımındansa, uluslararası bir yapı olarak, partimizin de bileşeni olduğu ICOR’dan söz edebiliriz özellikle. Değişik devrimci ve komünist iddialı örgütler arasındaki ilişkilerin pratik temelde geliştirilmesi iddiasıyla ortaya çıkmış, yani sadece ideolojik temelde değil pratik mücadele temelinde geliştirilmesi, devrimci parti ve örgütlerin inşasının geliştirilmesi, buna enternasyonal düzeyde destek ve katkı sağlanması, değişim ve etkileşim örgütlenmesi amaçlarıyla kurulmuş bir yapı olarak ICOR içerisinde etkin bir biçimde mücadele ediyor partimiz. Keza başkaca önemli uluslararası yapılarla ve odaklarla etkileşimini koruyor.
Tabii teorik ve ideolojik bakımdan da iddialarımız var. Enternasyonalizmin bir boyutu da bu deneyimleri ve görüş açılarını paylaşmak. Enternasyonalizm anlayışımız, bölge devrimi anlayışımız, ulusal sorunla ilişkileniş anlayışımız ve pratiğimiz, birleşik devrim ve birleşik mücadelenin geliştirilmesi, birleşik devrimci önderlik anlayışımız, parti ve örgüt teorisi, kadın özgürlük mücadelesi gibi değişik konulardaki deneyimlerimizin paylaşılmasını sıralayabiliriz.
Uluslararası devrimci ve komünist hareketin geleneksel ilişki biçimlerine dönük eleştirilerimiz de var. Partinin bu ilişkilerin devrimci temelde dönüşümü bakımından da oynayacağı roller var. Burada tabii önemli bir deneyim sahası da aslında partinin Türkiye ve Kuzey Kürdistan’da birleşik mücadelenin geliştirilmesinde oynadığı rol, buradan çıkardığı deneyimler de olmuştur. Çünkü uluslararası ilişkilerde eşitlikten uzaklık, bölgesel farklılıkları anlamama, kendi deneyimlerini hızla ve soyut olarak evrenselleştirme ve dayatma, tek parti merkezli uluslararası odaklaşma anlayışı gibi partimizin eleştirdiği değişik tipte anlayışlar var. İdeolojik ayrılıkları herhangi bir politik ortaklığı engelleyecek şekilde ele alma görüş açısı var. Dolayısıyla bu tip ilişkiler pratik devrimci temelde, devrimci dayanışma ve paylaşım temelinde kurulmalı görüş açısından hareket ediyoruz. Bu çizgiyi, bu tarzı, bu birleştirici kültürü uluslararası temelde de geliştirme yönelimimiz var. Kendi ülkelerinde büyük mücadeleler vermekte olan devrimci yapılar bakımından, Filistin, Nepal, Kolombiya örneklenebilir, enternasyonal ilişkileri sadece cephe gerisi olarak gören, kendisiyle dayanışma bekleyen ancak bütün deneyim ve birikimiyle dayanışma sunmayı, deneyim paylaşmayı çok öncelemeyen ilişki tarzı özellikle devrimci yapılar bakımından önemli bir potansiyelin değerlendirilememesi, olanak kaybı anlamına geliyor. Partinin kendi mücadelesi bakımından çıkardığı önemli bir sonuç da bu.
Sonuçta söyleyebiliriz ki, uluslararası komünist ve devrimci hareketin gelişimi içinde, partinin hem politik mücadelede oynadığı rol bakımından durumu, hem örgütsel deneyimi ve gelmiş olduğu örgütsel düzey, hem de ideolojik ve teorik yenilenme gücü ve görüşleri, yani hem yöntemi hem mevcut görüş açısı, gerçekten uluslararası mücadelede de önemli görevler üstlenmesini gerektiriyor. Parti bu sorumluluklarının farkında.
Kerim Gökdeniz: Emperyalist küreselleşmenin toplumsal sonuçları dünya proletaryasını nicelik olarak çok büyütür, gövdesini çok genişletirken, onun aynı zamanda değişik devletlerin değişik tipte politikaları ve uygulamaları koşullarında örgütsüz hale gelmesi biçiminde de cisimleşti. Gerek sendikal örgütlülüğü kırma gerek bunun maddi koşullarını hazırlama, taşeronlaştırma, üretim birimlerini küçük parçalara ayırma tipik hale geldi. İkincisi, zengin-yoksul ayrımı ve çelişkisi yoğunlaştı, şiddetlendi, derinleşti. Keza kronik kitlesel işsizlik yeni boyutlar kazandı. Bu yalnızca tek tek ülkelerin içinde şu ya da bu hızda gelişen bir süreç değil, dünya çapında, belki kıtalar arasındaki farklarda da somutlanan bir gerçeklik. Bunun bütün toplumsal sonuçları işçi sınıfını ve ezilenleri bir çeşit kendini savunmaya, ileriye doğru gitmeye itiyor. Çünkü yalnızca iktisadi-mali koşullar değil, bütün siyasal-sosyal koşullar da olağanüstü ağırlaşıyor. Her türlü adaletsizlik, keyfilik, zorbalık yoğunlaşıyor. Bu şartlarda büyük mücadeleler patlak veriyor, sayısız ayaklanma ortaya çıkıyor. Ama bunlar herhangi bir yerde bir sonuca ulaşamıyor. En fazla, burjuva rejimlerin yapısında bazı değişikliklere yol açıyorlar ya da kimileri ulusal temelde kimi zayıf haklarla sonuçlanıyorlar. Bunun temel nedeni öncülerden yoksunluk. Devrimi örgütleyecek partilerin bu ülkelerde bulunmaması. Böyle bir iddiaya ve çalışmaya sahip partilerin bulunmaması. Temel neden bu.
Bu 1991’de dünya çapında ortaya çıkan ideolojik-siyasi tasfiyecilik dalgasıyla sımsıkı bağlı. ‘90-91 döneminde dünya burjuvazisi kapitalizmin mutlak zaferini ve ideolojilerin sonunu ilan ettiği koşullarda, bu büyük sarsıntı sırasında, yani Sovyetler Birliği’nin yerle bir olup dağılması, Varşova Paktı’nın çökmesi, Arnavutluk’ta sosyalizmin yıkılması koşulları altında büyük bir umutsuzluk, inançsızlık, yılgınlık dalgası gelişti. Bu koşullar altında başka bir yol olmadığı iddiasıyla bir dizi parti kendisini feshetti. Sayısız gerilla grubu barışçıl çalışmalar yapmak adına mevzilerini terk etti, hükümetlerle anlaşmalar yaptı. Bazı önemli tarihsel partiler, büyük devrimci geleneklere sahip partiler dağıldılar. Brezilya’da, İspanya’da gördük, başka ülkelerde gördük. Dünyanın her köşesinden partilerde büyük bir yıkım ve dağılma ortaya çıktı. Büyük bir ideolojik ve örgütsel kriz oluştu. Bu sonraki yıllarda çok ortadan kaldırılamadı. Eski Sovyetler Birliği’nden ya da Doğu Avrupa ülkelerinden bazı partiler eleştirel bir temelde ortaya çıktılar ve arayışlara girdiler, ama devrimi örgütleyecek partiler olarak gelişemediler, pratikte böyle bir gelişme olmadı. Tersine silahsızlanma, askeri mücadele biçimlerinden vazgeçiş, düzen yasaları içinde faaliyet temel hale geldi. Bu durum ortadan kalkmadığı gibi, bu mücadeleyi yürüten sınırlı sayıda partiyle dünya çapında güçlü bir dayanışma da gelişmedi. Filipinler Komünist Partisi’yle, Hindistan’da daha sonra birleşerek HKP(Maoist) adını alan yapılarla, Kolombiya’da FARC’la, EPL ve ELN’yle ya da ETA’yla, IRA’yla, Sinn Fein’le büyük bir dayanışma da gelişmedi. Nitekim daha sonra bu parti ve örgütlerin bazıları da, ETA, FARC, Sinn Fein değişik tipte anlaşmalar yaptılar. Bu partiler ya da gerilla grupları fiilen önemli ölçüde tasfiye olmuş oldu. Anlaşmaların sonuçları ve sınırları gözler önünde. Böyle bir süreçten geliyoruz.
Partimiz, dünyanın bu ideolojik-siyasi tasfiyeciliğin girdabına girdiği koşullar altında, bu girdaba meydan okuyarak kurulmuş bir parti. Yani silahsızlanmanın, illegal çalışmalara son vermenin, örgütsüzleşmenin revaçta olduğu koşullarda, örgütlülüğün, illegal gizli bir parti olmanın, silahlı mücadele yürütmenin kopuşu içinde oldu. Ve böyle şekillenerek geldi, büyük bir siyasi savaşım içinde şekillenerek geldi. Kendi gelişimini bu temelde yönetti. Bir yandan siyasi savaşımda etkili bir kuvvet olurken, Leninist parti modelini yeni koşullara göre geliştirdi. Kadın özgürlük mücadelesinde, onu maddi araçlarına kavuşturacak adımlar atmayı başardı. Dünyanın günü gelmiş sorunlarını önüne çekip o konularda devrimci cevaplar üretti. Bunlar tabii partinin ileri, başkaca güçlerle paylaşabileceği nitelikleri. Bunların içinde en önemlisi, bugünkü dünyada en büyük değer taşıyan mesele, kuşkusuz, illegal bir parti olabilmek ve askeri olanlar dahil mücadelenin bütün biçimlerini kabul etmek ve yürütmek görüş açısına, Marksist perspektifine, ilkesine, pratiğine sahip olmaktır. Dolayısıyla bu zeminde partinin uluslararası devrimci harekete deneylerini aktarma, yoldaşça paylaşımlar ve dayanışma içinde olma, adım atmak isteyen bütün güçlere destek sunmaya çalışma gibi bir sorumluluğu var. Böyle bir görevi yerine getirecek birikime ve kapasiteye sahip. Nitekim yadsınamaz bir gerçek: Rojava devrimi başladığında, gerek Türkiyeli ve Bakur Kürdistanlı bazı parti ve örgütleri, gerek dünyanın değişik köşelerinden enternasyonalist devrimcileri Rojava devriminin savunulması için ileriye çeken öncü bir kuvvet oldu partimiz. ICOR’da da benzer roller oynamak için çaba içinde. Ama aynı zamanda, Filipinler’deki mücadeleyi, Filistin’deki mücadeleyi, Hindistan’daki mücadeleyi, dünyanın neresinde ortaya çıkıyorsa o mücadeleleri desteklemek, yetersiz ve zayıf da olsa enternasyonal komünist bir tutum sergilemek için açık bir görüş açısına ve pratiğe sahip.
Komünistlerin dünya çapında bir enternasyonal kurmasının koşulları bugün yok. Bunu açık seçik görüyoruz. Ama dünyada devrimci parti ve örgütlerin enternasyonal dayanışmayı yükseltmeleri bütünüyle mümkün. Hele hele burjuvazinin yalnızca bölgesel değil, dünya çapında bütün devrimci güçleri, illegal örgütlenen, mücadelenin askeri biçimler dahil bütün biçimlerini kullanan partileri yok etmek için küresel çapta NATO öncülüğünde saldırıya geçtiği şartlarda, yani emperyalist ve işbirlikçi devletler Filipinler Komünist Partisi’ni yok etmek için, önderlerini tutsak etmek ya da katletmek için, Hindistan’da Maoist partinin önderlerini yok etmek ve partiyi fiziken ortadan kaldırmak için en yoğun şekilde açık saldırıya girişmişken, keza Filistin’de FHKC ve diğer dinamikleri ortadan kaldırmak için bu kadar saldırıya girişmişken, PKK’yi yok etmek için bu kadar saldırıya girişmişken, enternasyonal dayanışmayı yükseltmek daha da gerekli.
Bu koşullar altında, öncüler bir öncü nitelik geliştirmedikçe, örgütlenmedikçe, savaşmadıkça, bir kuvvet kendini bilinçli ve programlı biçimde, disiplinli ve merkezi biçimde yönetmediği sürece, tabii ki ezilecektir bu yalıtık hareketler. Merkezi bir hedefe bağlanmayacak, parlayıp sönecektir. Bu gidiş koşullarında bir üçüncü emperyalist paylaşım savaşı patlak verdiğinde, dünya yaşanmaz bir alana, bir harabeye dönüşecek, zorbalık geriye ne kalmışsa her yere egemen hale gelecektir. Bugünden bunun sayısız emaresini görüyoruz. Dünya her zamankinden daha fazla askeri araçlarla, baskı ve zor araçlarıyla, faşist yasalarla yönetilmeye çalışılıyor. Bu koşullar altında sıkı merkezi bir örgütlülük olmaksızın, mücadelenin askeri biçimleri kullanılmaksızın ilerlemek imkansız. Bunu bütün dünya devrimci hareketi içinde, küçük ve dağınık komünist çevreler içinde tartışmak, konuşmak ve güçlerin kendilerini bu temelde örgütlemeleri için açık bir çaba içinde olmak, emeğini, imkanlarını esirgememek, bütün dünya komünistlerinin olduğu gibi partimizin de temel görevi. Partimiz böyle bir perspektifle hareket ediyor ve edecek.
Sorularımıza verdiğiniz yanıtlar için çok teşekkür ediyoruz. Em gelek sipas dikin.
Dipnot:
* MLKP Eş Genel Başkanları Berçem Güneş ve Kerim Gökdeniz ile yapılmış olan ve elimize e-posta yoluyla ulaşan röportajı haber ve tartışma değeri nedeniyle yayınlıyoruz.