Devrim anları alabildiğine sarsıntılıdır, altüst oluş dönemlerinde temel öncelik devrimi tutmaktır. En doğru fikirleri öne sürmek, en radikal ya da en parlak lafları etmek değil. Devrim öncesinde Lenin’in elinde olası analiz eksiklerini önemsizleştiren “sihirli değnek” olarak, Bolşevik modelin yapabilme kapasitesi vardı ayrıca. Hata paylarını minimize eden, masa başı tartışmalarını sokağın gücünü kullanarak yönlendiren, onlara istikamet tayin eden güç asıl olarak oradaydı.
1917 Ekim devrimi modern tarihte ezilen insanlığın kaderini eline alma hamlesi olarak bir ilkti. O gün bugündür devrim ve Lenin unutulmuş değil. Emperyalist kapitalizmle patronaj ilişkisi içindeki kesimler bugün bile, her bahaneyle, devrime düşmanlıklarını açığa vururken Lenin’e saldırmadan edemiyor. İlk sosyalizm denemesi olan devrim deneyimini geçmişte kalmış bir yanlışlık, hatta bir çılgınlık olarak etiketlemek ezilenler dünyasından duydukları korkuyla ilgili. Kapitalist özel mülkiyet ebedi değil. Önünde sonunda insanlığın özgürlük eğilim ve arayışının galip geleceğinin onlar da farkında. Lenin bir asır sonra “Evet yapabiliriz, en zor şartlarda işçilerin emekçilerin kapitalistlerce sömürülmediği bir yaşam kurabiliriz” inancını işçi sınıfı ve ezilenlere aşılayacak kadar güçlü bir deneyimi, sosyalizmi hedefleyen bir devrimi hatırlatıyor.
Kapitalist özel mülkiyet dünyasındaki ilk işçi-emekçi devrim girişimi Paris Komünü’ydü. Ancak bir şehir sınırlarında kaldı, iç örgütlenmesi eksikti, Marks’ın yaşananlara “duru gökte çakan şimşek” ifadesiyle yaklaşması yenilgi koşullarının ilk andan itibaren güçlü olmasındandı. Komünarlar başından beri bütün sonuçları göze almıştı. 72 günlük deneyimin ardından Komün on binlerin katledildiği bir kıyımla yenildi. Tablo ve kanlı manzara yabancımız değil. Toplumsal mücadele mağlubiyetle sonuçlandığında egemenlerin toplu katliamlara yönelmesine sınıfsal, ulusal ve dinsel kurtuluş mücadelelerinden aşinayız. Ancak tarihin de gösterdiği gibi, özgürlük mücadelelerini kanla, silahla ortadan kaldırmak mümkün değildir ve onlar her seferinde, önceki deneyimlerden dersler edinmiş olarak, tekrar ortaya çıkarlar.
Ekim devriminin yenilgiyle sonuçlanması benzer bir trajik sonuca yol açacaktı. Devrim, hele de ayaklanma hem sanat hem büyük bir örgütlenme becerisi demekti. Daha yolun başında Lenin, “Ne Yapmalı” broşürüyle ne istediğini netleştirirken, kendisini bekleyen zorlukların ayırdında olduğunu gösteriyordu. Son derece sert savaşımların sürdüğü topraklarda doğup büyümüştü. Zindanları, yargılamaları, çarın kapanına düşmenin muhtemel sonuçlarını yakından biliyordu. Narodnik devrimcilerin çara dönük suikast girişimi nedeniyle tutuklanan abisi arkadaşlarını kurtarmak için “suçu” üstlenip idama gitmiş, aile çarlık despotluğunun baskılarını erkenden etinde kemiğinde duymuştu çünkü. Lenin’e çok şey katmıştır bu tecrübe ve siyasal yaşamında etkileri vardır.
O şartlar altında ilk ve en önemli konuyu örgüt sorunu olarak ortaya koydu. Menşeviklerin parti modeli, geniş ölçüde, İkinci Enternasyonal partilerinin kopyalanmasına dayalıydı. Avrupa’da da devrimci tarzda çalışmayan ama çarlık topraklarında sonuç alması tümüyle imkansız sıradan bir mekanizmaydı önerdikleri. Yayvan ve şekilsizdi öncelikle. Lenin onların yaklaşımına itiraz etti ve Bolşevik Parti modeli olarak anılan sıkı örgütlenmiş bir devrim partisini yapılandırmak hedefiyle mücadele etti. Hocası sayılan Akselrod’la, bir adım sonra Martov ve diğer Menşeviklerle köprüleri atmasının başlangıç noktasıydı bu.
Siyasal yaşamı boyunca Lenin’in ayrılıkları, eleştirileri ve yakınlıkları prensipler etrafında şekillenmiştir. Oldukça sert ve yıpratıcı polemiklere girişmiş, muhataplarını etkisiz kılmak amacıyla her devrimci fırsatı değerlendirmiştir. Ancak kendisi hakkında kimin ne dediğiyle veya ne yazdığıyla ilgilenmeyen, geçmişte başkaları hakkında yazıp söylediklerinin yeni şartlarda onlarla ilişki kurmasını engellemesine izin vermeyen, sorunları kişiselleştirmekten uzak, esnek bir mizacı vardır. Uykusundan, kişisel zevklerinden feragat ederek amacına adanmış bir hayat yaşadığına, en küçük kişisel ayrıcalıklardan dahi yararlanmadığına, bürokratik lider figürünün aksine davrandığına düşmanları dahi şahadet etmiştir.
Yerli yersiz her konuyu ilke haline getiren bir siyasal/ideolojik anksiyeteden uzak olduğu gibi, Rusya dışındaki yıllarında kurduğu ilişkilerin temelinde Sovyet devrimine imkanlar yaratmak, örgütlenme sorunlarını hafifletip aşmak yatar. Bunun için bulduğu her fırsattan yararlanmıştır. Başkalarının kolaylıkla hain diyebildiği Zinovyev gibi birini (Ekim devriminin ayaklanma tarihini açıkladığı için ihbarcılıkla suçlanıyordu Bolşeviklerce) Üçüncü Enternasyonal’in belirleyici figürü haline getirmiştir. Yeni lider adayları çıkarmayı önemsemesi Lenin’in başlıca meziyetlerindendir. O olmasa Troçki ihtiraslı bir propagandistten öteye gidemeyeceği gibi, Stalin örgütlenme alanında ihtisas sahibi olmazdı örneğin. Kişisel sempatiler ve antipatilerle değil, devrimin menfaatleri ile bakmıştır insanlara ve politikaya, bu sayede pek çok insan kazanmıştır.
Söz konusu bakış açısının Lenin’e hızlı tavır alma avantajı sağladığı muhakkak. Diğer parti ve gruplara kıyasla Bolşevikler, devrimden yıllar evvel belli başlı konularda herkesten hızlı tavır geliştirmekte, daha önemlisi örgütsel formlarını buna göre şekillendirmekteydi. Ulusal sorundan şovenizme karşı alınan tavra ya da İkinci Enternasyonal’in sınıf işbirlikçiliğine demirleyen çizgisinden hızla uzaklaşmaya dek birçok pratik adım bu sayede atılabildi, üstelik bunların her biri Bolşevikleri biraz daha siyasetin merkezine taşıdı. 1905 öncesinde Lenin ve Bolşevikler siyaseten pek önemsenmeyen dar bir grupken, devrim döneminde ve ardından Duma’da ve diğer pratiklerde öne çıkardıkları hareketli taktiklerle kendilerine sarsılmaz bir yer açtılar. 1917’ye gelindiğinde Lenin, 1905 öncesinden farklı olarak, dediklerine ve yazdıklarına kulak kabartılan biriydi.
Bu yolu zor şartlarda almış ve açmıştır. Dönemin bilinen “marksistleri” onu uzun süre dikkate almadı örneğin. Lenin ise politika ve örgüt gibi iki alana yoğunlaşarak onların yalıtma stratejisini yıkıp geçti. Ancak hızlı tavır alma meziyeti bu arada bazı sorunlara yol açmadı değil. Derinleşme problemi bunların başlıcasıdır. Sarsıntılar dönemiydi Lenin’in yaşadığı yıllar. Marks’ın çalışma “konforuna” sahip olamamıştır bu nedenle. Marks 1848 devrimleri yenilince en az on yıl pratik siyaset dışında kalıp teorik çalışmalara odaklanmış, arada gazete yazıları yazmıştı asıl olarak. Lenin ise yurtdışında bile günü gününe Rusya’da meydana gelen hadiselere yoğunlaşmıştı.
Dolayısıyla o şartlar altında Lenin’in örgütçü ve politikacı meziyetleri öne çıkarken, teoriyi kavrayışı bu eksende şekillendi. Ahlak gibi bazı temel konular esaslı birikim ve çalışma gerektiriyordu, neredeyse her politik olayda somut bir mesele olarak ortada duruyor ve tartışılıyordu çünkü. Rusya’nın entelektüel geleneği bu gibi tartışmalara yatkındı. Lenin “proletaryanın çıkarına olan ahlaklı, olmayan ise ahlaksızdır” mealinde konuşarak çeşitli virajları hasarsız atlamayı başardı, ancak sonraki kuşakların, böyle sübjektif genellemelerle amel etmesi halinde sırat-ı müstakimi koruyabilmesi mümkün değildi. Binlerce yıllık geçmişi bulunan felsefi ve teorik problemlerin indirgemeye gelir cinsten olmadığını, özel dikkat gerektirdiğini Marks’ın yıllarca dirsek çürüttüğü çalışmalardan biliyoruz.
Derinleşme eksikliğini Lenin de duyuyordu ki 1. Dünya Savaşı yıllarında oturup felsefe ve Hegel çalışmak zorunda hissetti kendisini. Felsefi-teorik altyapısı güçlü olmayan bir devrim hareketi biraz örgütsel güç, biraz iradeyle, bir biçimde devrimi başarabilirdi. Asıl sorun ondan sonra başlıyordu zaten. Bu stratejik sorunu çözmeyen bir devrimin çeşitli çıkmazlara girmesi, açmazlar yaşaması günden güne kolaylaşırdı. Lenin devrimin zaferini sağlamanın bu gibi handikapları aşmaya yeteceğini düşünüyordu ancak öyle olmadı. Daha ağır ve zorlu sorunlarla yüz yüze kalındı aksine. Beklediği Avrupa devrimi başarısızlıkla sonuçlandı örneğin, Doğu halklarına yönelik örgütlenme adımları ise akamete uğradı.
Şansızlık şuradaydı ki, Bolşevik mantığı özümseyen ama aynı zamanda teorik alanda fikir üretebilen insan kaynağı kıtlığı giderilemiyordu. Pek çok pratik siyasetçi vardı, ama düşünce üreticilerine rastlamak nadirattandı. Örgütçü-pratisyen Stalin’in mizacı ve birikimi bu kadarına yetmiyordu örneğin. Troçki kısa süre öncesine kadar Bolşeviklerin dışında kalmayı seçmiş ihtiraslı bir aydındı yalnızca. İstisnai bir figür olarak Buharin “Emperyalizm” gibi başlıklarda çalışıyordu. Lenin’in “partinin harika çocuğu” olarak nitelendirdiği Buharin’in, bu meziyetlerine karşın, Bolşevik mantığa hakimiyet sorunu bulunuyordu ki sonradan partideki çeşitli gruplaşmaların içinde yer alacaktı. Lenin “Emperyalizm” çalışması esnasında Hobson ve Hilferding dışında Buharin’in çalışmasından yararlandı, ancak bu gibi katkılar sınırlıydı. Lenin’deki farklı düşünebilme/bakabilme kapasitesine dönemin bilinen isimlerinin hemen hiçbirinde rastlanmıyordu.
Bogdanov, Lunaçarski veya teorik olgunluğa sahip ama çeşitli nedenlerle yolları ayrı düşmüş “komünistlerle” temas, birikimlerden türlü biçimlerde yararlanma yolları aramak gibi önlemlerin pek tartışma konusu edilmediği anlaşılıyor. Başka birçok neden ve konjonktürün zorlaması devrimin lider merkezli şekillenmesine yol açtı sonuçta. Bolşeviklere hasımlık eden Martov veya başka şöhretli isimler bu eksikliği görmüş, siyasal-örgütsel yatırımlarını bir adım sonrasına, Bolşeviklerin iktidar kaybıyla sonuçlanacak bir yapısal zaafa düşmelerini umdukları zamanlara yapmışlardı.
Lenin’den, daha doğrusu Sovyet devriminin temel zayıflıklarından biri olan stratejik kadro yetiştirememe zaafından öğrenmek ve bunun önlemlerini almak dar grup içinde ve tek yönlü şekillenmiş insan kaynağı problemini aşmaya yönelen her devrim hareketinin ihmal edilemez nitelikte öncelikli işleri arasındadır dolayısıyla.
Ekim devrimini bugünden geriye dönük retrospektif bakışla ele almak türlü ideolojik hasımlaşma ve siyasal mezhepleşmelerin dolaysız etkisini kaçınılmaz kılacağı ve hatta çağıracağı için, sosyalizm tarihini Marks ve Engels’ten bugüne doğru, kuşkusuz marksizmle ilişkili ama eleştirel yaklaşımı elden bırakmamış akım ve grupların değerlendirmelerinden öğrenmeyi ihmal etmeksizin ele alıp okumak ve tartışmak, eğer amaç zaman tünelinde boğulmak değil de geleceğe yürümekse, gereklidir.
Geleceğe bakmak, ayırıcı bir özellik olarak Lenin’in mütemmim cüzüdür. O cesur ve gerçekçidir; halka yalan söylemez, tablo kötüyse süslemeye kalkışmaz, meseleyi eğip bükmez, ancak kendi siyasal varoluşu başta olmak üzere tarihi ele alışı iyimser olduğu için karalar da bağlamaz. Her somut durumu veri kabul eder ve değişim-dönüşümü oradan başlatır. Soğan zarı kadar ince bir detaydır bu. Analizlerde, bir kefeye kendisi ve Bolşevik kolektifi de katarak, ağır basanın iyimser taraf olmasını sağlamaya çalışır. Bugün pek çok açıdan 1. Dünya Savaşı öncesindeki kadar puslu bir konjonktürdeyiz. Umutsuzluk öğeleri birikmiş halde. Genellikle analizlerde buraya odaklanılmaktadır. Daha kötü tabloların ortaya çıkması sürpriz sayılmayacaktır ayrıca. Türlü faşist akımlar, çeşitli despotluklar hüküm sürüyor, siyasal iktidarlar ulusçu faşizmleri bir tür neo-merkantilist duvar olarak inşa etmeye çalışmakta. Bu tabloyu değiştirecek gerçekçi analiz, planlama ve somut düzenlemelerin geliştirilmesi Lenin’in ideallerinin hakkınca yaşatıldığının bir sınamasıdır.
Lenin her somut durumda ve zorlukta iradenin iyimserliğine yol açmıştır, üstelik öyle büyük sözlerle değil, anlamlı gündelik pratikle. Demokratik mücadele kapılarını sonuna dek zorlaması bakımından 100 yıl sonra bugün hala çoğunlukla hakkı verilememiştir üstelik. Rosa Luxemburg dahil dönemin neredeyse bütün marksistleri ulusal mücadele konusunda körlük ve düzlükle malulken, Lenin, olağanüstü basınca rağmen genel akışa teslim olmadığı gibi, açıkça karşıt cephede konumlandı. Ancak onun hareket öncülleri, ayrışmanın konusu durumundaki “ulus” ile sınırlı değildi. Buna rağmen oraya sıkıştırarak ulus özelinde tartışmak diğer imkanları gölgede bıraktı.
Dönem marksistleri şu genellemeden hareket ediyordu: Ulusal mesele gibi işler tarihsel akış içinde burjuvazinin çözdüğü sorunlardır. Kabaca 1848 devrimlerinden sonra burjuvazi ile proletarya arasında ipler koptu, burjuvazi devrimciliğini yitirdi. Proletaryanın görevi devrim yapmaktır, kendi sınıf devrimini. Bu gerçekleştiğinde ulusal sorun ya da demokrasi mücadelesi konuları kendiliğinden çözülecektir, dikkat dağıtmaya gerek yok.
Kabalık ve genellemecilik hakimdi bu gibi kestirip atmalara. Ne var ki, geniş bir kesimi etkilediği için, Lenin bu yolu neredeyse yalnız yürümüş, ancak zamanla güç kazanabilmiştir. Marks’ta kimi öncülleri bulunabilecek olan o tür bir tasnif fazla genel ve tartışmaya açık, ancak konumuz o değil, Lenin’in hareket mantığı. Rusya en temel insani hakların tanınmadığı koyu bir despotlukla idare ediyordu, Avrupa ülkelerinin aksine. Demokratik mücadeleden geri durmak Rusya şartlarında kumda oynamaktan farksız olacaktı. Mealen şunu öne sürdü Lenin: Burjuvazi devrimciliğini yitirdi, ama demokratik görevler orta yerde duruyor, bunları yok saymak ya da çözümü devrime havale etmek yerine proletarya o mücadeleyi sırtlayarak ilerlemeli.
Her meseleyi devrim sonrasına havale etme modası, en nihayet kitleleri hareketsiz kılacak, başka sorunlara duyarsızlaştıracaktır. Lenin’in analizlerinin teorik doğruluğundan-yanlışlığından daha önemli olan, pratik politik mücadeleye yeni bir soluk getirmesidir. Politika ve örgüt sahasında her analiz karşı analizleri çağırır kaldı ki. Analizleri siyasal yönelimlerden tümüyle koparmak mümkün değil çünkü. Burada belirleyici olan şu: Lenin devasa demokratik mücadele görevlerinin görmezden gelinemeyeceğinin farkında, dönem marksistleri ise ilgisiz. Üstelik marksizm adına konuşuyorlar, bir tür ideolojik hegemonya kurma güçleri var. O teorik bir formülasyonla Bolşevikleri buraya kanalize ederse seferberlik duygusu yaratabilir. Çünkü demokratik mücadele, en nihayet, iktidarda kim varsa ondan bir şeyler talep etme konumunu içerir. Yol, su, elektrik de olabilir bu, adalet de. Kopuş teorisiyle devrime girişen bir hareketin talep merkezli mücadele yürütmesi, dogmatik zihin yapısına aykırı gelecektir ki öyle oldu.
Lenin, kaçınılmaz olarak, demokratik mücadelenin devrim mücadelesine tabi olduğunu söyledi, ama önemli olan talep üreten demokratik eylemlere girişilmesinin sağlanmasıydı. Elbette hepsi devrim hedefine bağlı olacaktı. Devrim partisinin varlığı kendi başına bunu ilan eder çünkü. Lenin mücadele sürecini “demokrasi okulu” sayıyordu ayrıca. Kitleler öz deneyimleriyle talep ve iş üreterek öğrendikçe rejimle karşı karşıya gelecekti. Her pratik cebelleşme ise o ana dek zihinlere yerleşen iktidar imajını türlü biçimlerde sarsıp yıpratacak, ideolojik-duygusal kopuşu hızlandıracaktı. Demokratik mücadele bir tür katalizördü bu bakımdan.
Aynı nedenle, iktidar cenahının ne yanıt vereceği değil, yoksulların, ezilenlerin talep üretmesi belirleyiciydi. Talep üreten, bir yerden sonra talebin içeriğini bizzat tesis etmeye yönelir veya yönelebilir zira. Burada Lenin ne marksizmi doktriner kavrayan “eskiler” gibi retoriğe takıldı, ne politika dışılıkları ölçüsünde sorunu felsefi düzlemde ele alarak sapla samanı karıştıranlardan oldu. Marks’ı harfi harfine takip kaygısına kapılmış bir taklitçi değil, öğretisinin ruhunu geliştirmeye odaklanan bir üretici oldu. “Dünyanın bütün işçileri birleşin” mottosuna “ezilen uluslar”ı ekleyebildi aynı rahatlıkla; tıpkı bugün komünistlerin “bütün ezilenler” vurgusu ile mottoyu tazeleyişi gibi. Dikkat edildiğinde daha net görülecektir, diğerlerinin aksine Lenin’de her yaptığını Marks’a dayandırma kaygısı veya oradan güç devşirme kolaycılığı ve kendi ayakları üzerinde durmakta tereddüt yoktur.
Talep üreten siyasal özgürlük mücadelesi söylenen, kızan, karalar bağlayan, her meseleyi “son tahlilde devrim sorunu” ilan etmekle yetinen, “bunlar halkın gündemi değil” kolaycılığıyla dar grup dünyalarına saklanan, muhayyel bir ayaklanma anına dek kabuğuna kapanmayı seçen “marksist” veya “devrimci” tipolojisinin pratik eleştirisidir. Söz konusu pratik eleştiri 1974-1980 aralığında Türkiye sathındaki devrimci mücadeledir örneğin. Bu sayede devrimci-halk bütünleşmesi bütün tahminlerin ötesinde hızlanmıştır. Devrimciler halkın gündelik yaşamının her detayında onlarla bir aradadır. Dönemin pratik saha faaliyetlerinin içeriği olumlu anlamda bütünleşmeyi doğrulayıp destekler. 12 Eylül askeri faşist darbesinin ardından kaybedilen mezkur davranış çizgisi, bugün inşa edilmeyi beklemektedir hala.
Bunun dışında Lenin, neredeyse her evrede bir başka görünümle ortaya çıktığı için eleştirildi. Muhalifleri fırsatçılıkla suçlamıştır kendisini, bir dediği bir dediğini tutmamakla. Biçimsel olarak haklıdırlar. Marks’a dayanarak Lenin’i marksist olmamakla suçlayanların haklı olduğu ölçüde! Pratik politika mecrasında aynı şeyleri tekrarlamak ölümdür zira. Devrimden evvel, devrim anında ve devrim sonrasında farklı şeyler söyleyen, farklı stratejiler çizen, yeni hedefler belirleyen Lenin vardır, evet. “Devlet ve Devrim”de söyledikleriyle sonrasında devlet aygıtına pratik yaklaşımı arasındaki farklar barizdir. Devrim öncesinde sonraki kuşakların devrimi görebileceğine inandığını belirten, ama devrim patlar patlamaz bütün dikkatini oraya veren ve hızla Rusya’ya giren Lenin birbirinden “farklıdır” kaçınılmaz olarak. Önceki yazdıklarıyla “Nisan Tezleri”nde önerdikleri de öyle. Peki ama başka ne olacaktı?! Tekrara sığınan Menşevikler ile Sosyalist Devrimcilerin siyasal serüveni ortadayken bilhassa. Orijinalite merakı olmayan, hazır bulduğu koşulları veri alıp mücadele kanallarını oradan geliştirmeye odaklanan bir siyasal çizginin üreticisi ve uygulayıcısıdır Lenin. Başından sonuna onun sabitesi budur: devrimi zafere taşımak için her yolu deneyerek işçilerin, emekçilerin mücadelesine sadakat göstermek. Burnu düşse eğilip almayacak Plehanov’lar, Martov’lar ise bu gibi temel eksikleri nedeniyle sadece güç değil, kişisel itibar da kaybederek erimişlerdir öte yandan.
Devrim anları alabildiğine sarsıntılıdır, altüst oluş dönemlerinde temel öncelik devrimi tutmaktır. En doğru fikirleri öne sürmek, en radikal ya da en parlak lafları etmek değil. Devrim öncesinde Lenin’in elinde olası analiz eksiklerini önemsizleştiren “sihirli değnek” olarak, Bolşevik modelin yapabilme kapasitesi vardı ayrıca. Hata paylarını minimize eden, masa başı tartışmalarını sokağın gücünü kullanarak yönlendiren, onlara istikamet tayin eden güç asıl olarak oradaydı.
Orijinalite merakı yokluğu Bolşevik modeli geliştirirken de belirgindi. Lenin dönemin kadro partilerine baktı, onları modifiye ederek kendi örgütünü şekillendirdi. Ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı anlayışına varışında, sömürgeciliğe karşı ulusal kurtuluş savaşı dinamiğini gördü öncelikle. Meseleler durduk yere, basit meraklarla değil, somut-yakıcı özgürlük arayışları potansiyeli etrafında Lenin’in meselesine dönüşmüştür genel bir eğilim olarak.
Lenin konuyu kimin nasıl kavradığını araştırdı, kendi görüşünü oluşturdu. Mesela Buharin’in izahında siyasal olan eksikti, bunu ekledi. Bu arada öne sürdüğü kimi yaklaşımların Amerikan liberal düşünce geleneğiyle yakınlığı doğaldı. Mesele kimin olguyu nasıl ele aldığı, nasıl kavradığı ve nereye varmak istediğinde düğümleniyordu. Marks’ı hatırlayabiliriz burada, Weydemeyer’e Mektup’unda sınıflar mücadelesini kendisinin keşfetmediğini, bütün yaptığının mücadelenin varacağı yeri göstermek olduğunu kaydetmiştir. İnsanlık böyle böyle biriktirerek ilerler. Kelimeler, ifadeler, kavramlar değişebilir, baki kalan bunların esasta anlatmak istedikleridir. Lenin de böyle baktığı için, bazı yazdıklarını okuma imkanı bulamadığı halde, Marks’la benzer refleksleri geliştirmiştir, bilhassa pratik politika sahasında.
Lenin en eski mücadele arkadaşları olan Menşeviklere karşı en sert tavrı takınmaktan kaçınmamıştır. Devrimden önce, devrim anında ve devrimden sonra bir tür blok tutumla onları yalıtmak öncelikli hedefi olmuştur. Narodnik yaklaşımı sürdüren Sosyalist Devrimcilere (bilhassa onun sol bileşenine), hatta anarşistlere o denli sert davranmamış, ayağını politik gerçeklik zeminine sımsıkı bastığı için onlarla türlü birlikler kurmanın yollarını aramıştır öte yandan. 1917 yılını inceleyen çalışmaların hemen hepsi bunu doğrulayan çok sayıda veri içerir.
Devrim sonrası yazılarına, konuşmalarına ve devrimden sonraki temel eserlerinden biri olan “Sol Komünizm”e bakıldığında, yine başka bir Lenin’le karşılaşılır. Artık devletli bir durum vardır çünkü. Şartlar kendi içinde değişmiştir. Kategorik farklılık, dünkü “muhalefet”in artık iktidar aygıtını sevk ve idare etmesidir. Devleti bütünüyle lağvetme değil, kimi eski kadroların teknik desteğini de alarak sevk ve idare etme hali vardır mecburen. İdeal olanla hakikat yine çelişmiştir ve Lenin bir kez daha realiteyi veri almıştır, hayalindeki tasarıyı değil.
Bazıları eski Lenin’i yenisinin karşısına çıkarır. Sol Komünizm’de Lenin’in mücadelesi, bir anlamda, daha önce kendi dedikleriyle polemik ve bunların hükümsüz kaldıkları yerleri göstermek, izah etmektir. Mezkur broşürde Lenin Çernişevski’yi anarak, onun mektubundan bir cümle alıntılar: “Tarihin yolu Nevski Bulvarı kaldırımı değildir”. Devamı şöyle: “Bu yol bazen tozlu, bazen çamurlu tarlalardan, bazen çatışkılardan geçer. Toz toprak içinde kalacaklarından, çizmelerinin çamurlanacağından korkanlar, toplumsal faaliyetle uğraşmasınlar.” Bu ifadeler onun kendi gelişim-tekamül sürecini ele alış biçimini, meseleyi ortaya koyuş mantığını anlatmaya yeterlidir. Bu cümlelerin sesinin, dikkat edenler en az iki yerde yankılandığını duyacaktır. İlkin, Ne Yapmalı broşürünün “karanlık gece ve bir avuç devrimci” betimlemesinde ve ikincisi, Mahir Çayan’ın “devrim yolu sarptır, dolambaçlıdır” şiirinde. Lenin başından beri devrime kilitlenmiştir, hemen herkesin devrimin zaferini uzun yılların işi saydığı bir ortamda bunu gerçekleştirmeyi başarmıştır üstelik.
Paris Komünü öncesinde olduğu gibi 1905 devrimi öncesinde de savaş vardır. 1917, dünya savaşının içinde olunan bir tarihi gösterir. Halk gibi Lenin de “ekmek ve barış” der, bu talepleri haykırır. Bu kadar sade ve halkın temel dertlerine bu derece kilitlenmiş bir doğrudanlıkla. Devrim sonrası ise dünya savaşının doğrudan etkilerinin, ardından iç savaşın, toplumsal yıkımın yaşandığı yıllardır. O birkaç yılda ancak ve sadece Lenin gibi biri devrimi yıkmadan o denli sert manevraları gerçekleştirebilirdi. Nitekim önceden akılda yokken, “sol komünizm” broşüründen az sonra, bu kez NEP’i gündemleştirmiştir Lenin, teoriye aykırı ama mecburi bir geçici taviz olarak. Katılaşırsa kırılacak, devrim heba olacaktır. Avrupa devrimi olmadıkça, bırakalım sosyalist inşayı, devrimi ayakta tutamayacağına inanan da Lenin’dir, bütün imkanlar tükenince NEP’e yönelen de, “tek ülkede sosyalist inşa” hedefini Bolşeviklerin önüne koyan da. Bunlar salt teorik düzeyin değil, esasen pratik düzeyin konularıdır.
Lenin’in pek çok eylemini zorunluluklar kuşatmıştır. Bütün bunlara rağmen, sürecin daha hafif hasarla atlatılmasını önleyen, devrimin yalnızlaşmasına yol açan kimi yanlışları da oldu Lenin’in. Sosyalist devrimde sosyalist demokrasinin zayıflamasıyla sonuçlanan aşırı merkezileşme örneğin. Suikastlar vardır, özellikle Sol Sosyalist Devrimciler ele avuca sığmaz, Alman görevlilere saldırır. Bu gibi örnekler az değildir, ancak her fırsatta Sovyet demokrasisini geniş tutmanın yolları aranabilirdi. Dahası, devrimin zaferini sağlamayı başaran Bolşevik modelin vakitlice dönüşüm geçirmesi, salt öncü parti eliyle sosyalizmi inşa etme anlayışının ötesine taşabilen bir yeniden yapılanmaya tabi tutulması da başarılabilirdi.
Bolşevik model bir savaş partisini öngörür, doğası gereği partinin devletle özdeşleşmesine yatkındı yapısı. Kısa sürede bunun sıkıntıları görüldü. Lenin’in hastalığı sırasında yazdırdığı “vasiyet”in içeriğine bakıldığında, devrimdeki sıkıntıların hangi eğilimleri doğuracağı anlaşılabilirdi. O durumda Bolşevik Parti idarecileri sadece parti kitlesinin değil (ki bu da ruhuna uygun tarzda hemen hiç yapılmış değildir), doğrudan işçi ve emekçilerin denetimine açılmalıydı. Sovyet demokrasisinden geçiyordu bunun yolu, ancak konu parti demokrasisi biçiminde kavranınca işçi-emekçi on milyonlar fiilen pasifist izleyici konumuna itilmiş, bu da kategorik yabancılaşmanın önünü açmış ve giderek bunu beslemiştir.
Bütün bunlar bizi, devrime, Lenin’e, Ekim sonrasına farklı açılardan, o tarihin bizim olduğu ve büyük bir hazine teşkil ettiği gerçeğine, ama eleştiriye tabi tutularak da bakılması gerektiğine götürür. Lenin’in Marks’a yaptığını bugün Lenin’e uygulamakta ustalaşma ihtiyacında olan bir marksist veya marksizan hareket bulunuyor. Devrim ana hedefinden şaşmayan cesur eleştiri ihtiyacı caridir dolayısıyla. İkonlara, ululaştırılan önderlere, eleştiriden muaf kılınan ve tanrılar katına çıkarılan isimlere değil, yoldaşlık hizasından konuşulup tartışılacak yoldaşlara ihtiyacı var ezilen insanlığın.
1989-91 yıkılışı ardından sosyalizmin prestij kaybı ve ilgi merkezi olmaktan çıkışının karşısında pratik mücadele ile at başı giden düşünsel faaliyetle durulabilir, yeni Ekim’lerin yolu entelektüel sahada da daha güçlü aranabilirdi. Marksist-leninist, sosyalist hareketin inkara karşı genel savunma çizgisinde kalmasının kazandırdığı kabiliyetler oldu, ancak bununla yetinmek pratik politikada sonucu değiştirmeye yetmedi, dolayısıyla bu bir avunma-teselli kaynağı değildir. Savunmadan genel ilerlemeye geçmek, size karşı kullanılacak bütün arızalarla çapaklı durumları önceden tespit edip belli bir tarihsel perspektife oturtmayı, hangi teorik değişimlere yol alınmakta olduğunu açıklamayı gerekli kılar.
Lenin’in yaklaşımında bütün şimdiki zamanlar başlamak için en uygun vakitlerdir, dolayısıyla “geç kalmak” yoktur. Her şey darmadağın olsa, bütün imkanlar çarçur edilse bile. Sıradan görülen, basit-önemsiz bulunan bir hak/özgürlük mücadelesi başlığından tutarak işçilerle, yoksullarla, ezilenlerle iletişim imkanları her zaman bulunabilir ve oradan pratik politikanın merkezine yürünebilir. Belirleyici olan, irili ufaklı talepler üretmeyi asla bırakmayan bir siyasal güzergahta yol almaktır. Çoklu kriz ortamlarında maksimalizm, sınıfçılık, siyasal soy mezhepçilik veya başka nedenlerle gölgede kalmış olan, ama bugün hala feyz alınacak pek çok önermeden hareketle Lenin’i pratik politika sahasında hatırlayıp oradan fikirler üretmeye girişmek mücadele kulvarlarını misliyle çoğaltacaktır.