Faşist şeflik rejiminin tasfiyecilik saldırıları, emekçi sol hareketin kadın özgürlük mücadelesi (KÖM) ile ilişkilenişini dolaysızca etkiledi. Emekçi sol hareketin saflarında erkek egemen tutum ve yaklaşımlar daha fazla arttı. Emekçi sol saflarında bulunan kitle örgütleri, sendika ve gruplarda kadın özneleşmesinde azımsanmayacak düzeyde gerilemeler yaşandı. Örgütsel daralma, devrimci saflara akışta sınırlılık, “yasal devrimcilik” eğilimi, umut kırılmasını açığa çıkararak derinleştirdi.
Kadın hareketi tasfiyecilik saldırılarını sokağın dinamik kuvveti olarak karşıladı, politik eylemiyle varlığını korudu. Faşist şeflik rejiminin stratejik saldırı hamlesi olan İstanbul Sözleşmesi’nin gaspını savunma pozisyonunda karşıladı. Bu direnişine karşın, savunmadan aktif savunma pozisyonuna geçerek dayandığı sınırı aşamamak hareketin birinci zaafı oldu.
İkinci zaafı ise, İstanbul Sözleşmesi’nin gaspına karşı oluşan toplumsal saflaşmayı KÖM çizgisinde dinamik bir kuvvet olarak örgütleyememektir. Faşizmin kadın hareketi dahil mücadeleci dinamikleri ezme, tasfiye etme saldırıları karşısında yeni bir pozisyon alamadı. Sözleşmenin gaspı sonrası, kadın hareketinin bileşenlerinde tasfiyeci saldırıların ideolojik, örgütsel sonuçları belirginlik kazandı.
Emekçi sol hareket bileşeni parti, sendika ve örgütler kadın hareketinin taleplerini destekleme, kadınlara yönelen saldırılar karşısında ise tutum açıklama sınırında kaldı. İstanbul Sözleşmesi’nin gaspı saldırısına karşı emekçi sol hareketin neredeyse tüm bileşenleri yazılı ya da sözlü açıklamalar yaptı. Pratik mücadeleyi ise kadın yapılanmaları ve üyelerine havale etti. Kadın kazanımlarını korumanın, faşist saldırıları geriletmenin önemli bir basamağı olacağı gerçeğini okuyamadı. Faşist kuşatmanın fiili meşru mücadele zemininde konumlanmayı şart koşan döneminde, kadın hareketinin gerisine düştü.
Dönem içinde mücadele saflarından geriye düşen kadınlarda ise içe dönme, bireyselleşme, burjuva yaşam tarzına meyletme, sevgili ve aile ilişkilerine savrulma, inanç zayıflaması, politik eylem düzleminden ideolojik tartışmalar düzlemine gerileme ideolojik tasfiyeciliğin sonuçları oldu. Kolektif bir özne olmaktan çıkan kadınların bir bölümü “güçlü, özgür birey kadın” söylemiyle toplumsallığın yerine bireyselliği ikame eder duruma geldi.
Evlilik yaygınlaşarak sosyal paylaşımların zeminine dönüştü. Hızla çocuk sahibi olma, çocukla kurulan bağımlılık ilişkisi cins bilincinde yaşanan aşınmanın yansıması oldu. Erkek egemen kuşatma altında geriye düşüşün tahrip edici ortamında umutsuzluk, güvensizlik derinleşti. Emekçi sol hareket önemli bir nitelik kaybı yaşadı. Bu durum KÖM ile ilişkilenişte sınırlılığın gerilemeye dönüşümünün zemini oldu.
Komünist öncü saflarında da ideolojik-siyasi tasfiyeciliğin kadın cephesindeki yansımaları değişik biçimlerde ortaya çıktı. Komünist kadınlar, örgütsel tasfiyeci kuşatmayı, faşist saldırıları aktif savunma taktiğiyle yanıtlamıştır. Sistematik tutuklama saldırılarıyla dağılan örgütleri yeniden kurma, sınırlı kuvvetlerle de olsa sokağı tutmada ısrarla kadın mevzilerini korumayı başarmıştır. Buna rağmen komünist kadınların saflarında, değişik tipte evcilleşme örnekleri, geleneksel aileye doğru gerileme, feminist hareketten etkilenme, bağımsız politik hattını geliştirmede iddia kaybı, toplumsallık zemininden uzaklaşma, cins bilincinde körelme gibi ideolojik sorunlar ortaya çıkmıştır. İdeolojik ve örgütsel tasfiyecilikle mücadelede kararlılığı sağlayan, teorik, ideolojik, örgütsel birikim, gerileme dönemlerinde dahi yeniden ilerlemeye zorlayan tüzüksel dayanaklar olmuştur.
Erkek egemenliğinin gelişimi, kadın örgütlenmesinin ve eyleminin gerileyişi ideolojik-siyasi tasfiyecilik dönemlerine daima eşlik etmiştir. İdeolojik tasfiyeciliğin önemli bir ayağı, burjuva ve erkek egemen düşünüşün devrimci düşünüşü kuşatma altına almasıdır. Bu dönemde de ideolojik ve siyasi tasfiyecilik saldırısı, güçlü bir uyanıklık ve mücadele olmadığı her durumda, kadınların emekçi sol saflardaki eylem ve etkinliğini gerilettiğinin, erkek egemenliğini güçlendirdiğinin verilerini ortaya çıkarmıştır.
Faşizmin Saldırı Hamlesi Olarak Saflaştırma
Faşist şeflik rejimi KÖM ve LGBTİ+ hareketine saldırılarını toplumsal saflaşma zemininde başlattı, erkek egemenliği yönünde büyütme görüş açısıyla sürdürdü. LGBTİ+’ları toplumun atılması gereken “hastalıklı” yanı, kadın hareketini ise “aile ve makbul kadınlığın düşmanı” ilan etti, saflaştırmayı toplumsal gericilik temelinde derinleştirdi.
Kadın hareketini zayıflatma stratejisini ideolojik saldırılar yoluyla geriletme, kendi içinde bölme ve emekçi kadınlarla buluşma kanallarını tıkama üzerine kurdu. Kadın kitleleri arasında iki karşıt kamp biçiminde yarılma yaratma yoluna gitti. Kampın bir ucunda üretim alanında da olsa toplumsal vizyonunun temeli “makbul” kadınlar, diğer ucunda ise “makbul” olmayan işçi, emekçi ve kadın özgürlük mücadelesi içinde etkin yer alan kadınlar, özgür, bağımsız kadın kimliği KÖM’ün sürdürücüsü kadınlar durdu.
Burjuva muhalefetin başını çeken CHP ile gerici ve faşist partiler toplumsal saflaşmayı kendi çizgilerine yedeklemek üzere harekete geçti. İstanbul Sözleşmesi’nin gaspı saldırısı saflaşmanın taraf ve çizgilerini belirginleştirdi. Faşist şefin başını çektiği, faşist AKP, MHP, YRP ve Hüda-Par gerici saflaşmanın örgütleyicisi oldu. SP ile faşist şefin eski yol arkadaşları gerici saflaşmanın belirgin destekçileri oldu.
Klasik burjuva erkek egemen kadın-erkek eşitliği anlayışının temsilcisi CHP, “laiklik” anlayışı ile gerici saflaşma karşısında muhalefet pozisyonu aldı. Seçim dönemlerinde bilinen, kadınların yaşam tarzına saygı, kadın istihdamı, özgürlük, eşitlik ajitasyonunu yoğunlaştıran CHP, ittifak ortakları ile ters düşmemeyi de dikkat merkezinde tuttu. İstanbul Sözleşmesi’nin gaspı saldırısını, faşist şeflik rejimi karşısında kadınları yedeklemek adına kullandı. Bunu bir düzeyde başardı. Cumhurbaşkanlığı seçiminde neredeyse bütün feminist, reformist kadın örgütleri CHP adayı Kemal Kılıçdaroğlu’na oy çağrısında bulundu.
CHP’ye yedeklenmenin böldüğü ilk kadın örgütü Kadın Savunma Ağı oldu. Halkevci Kadınlar’ın bir bölümü, “örgütsel bir yapı olarak, ancak tek tek Halkevleri üyesi kadınları bağlayıcı nitelikte olmayan” açıklamasıyla ağdan ayrıldıklarını duyurdu.
Politik İddiasızlıktan Kadın Özgürlük Mücadelesinde Politikasızlığa
2000’li yıllar devrimci hareketin, kadın özgürlük mücadelesinin genel gelişimine bağlı olarak kadın örgütlenmesi sorununu daha fazla gündeme aldığı, ancak kadın örgütlenmesini genel devrimci çalışma içerisinde sınırlı bir rol atfederek ve çalışmanın diğer ihtiyaçları ve gündemleri içerisinde sık sık silikleşen biçimde toplumsal devriminin ihtiyaçlarıyla bağlı belirlediği yıllardır. Cins çelişkisi kapsamındaki ideolojik mücadelenin merkezinde erkek egemenliği değil feminizm durmaktadır.
Komünist kadınların 2005 8 Mart çıkışı, devrimci harekette KÖM ile ilişkilenişte yeni bir ilişki biçimi ve çizginin oluşumunun adımıdır. Bu temelde komünist öncü ile devrimci hareket arasında ayrışma yaşanmıştır. Salt kadın katılımıyla 8 Mart eylem ve etkinliklerini örgütleme kararı alan komünist kadınlara karşı, devrimci parti ve gruplar “Kızıl 8 Mart” ittifakını kurmuştur. Yürüyüş, Özgür Gelecek, Kızıl Bayrak, Halkın Günlüğü, Alınteri ittifakın kurucuları arasındadır.
Dönem boyunca komünist kadınların kadın iradesi ve aklına yaslanma zemininde cins bilincini büyüterek erkek egemenliğiyle mücadelede yeni bir düzey yaratması devrimci harekette pozitif yönde basınç yaratmıştır. 2010 sonrası Özgür Gelecek’in Yeni Demokrat Kadın çıkışı, erkek egemenliğini sorgulama ve yöntem arayışı devrimci yönde gelişiminin önemli bir adımıdır. Bu süreçte Yürüyüş/Halk Okulu ve Kızıl Bayrak dışında devrimci parti ve örgütler KÖM ile pratik ilişkilenişte ileriye doğru gelişim seyri izlemeye başlamışlardır. Buna karşın emekçi sol hareketin devrimci partileri, verili durumlarıyla bütünsel bir yüzleşme içine giremedikleri gibi, örgütsel, programatik ve tüzüksel bir gelişim düzeyi de yaratamamışlardır.
2015’te Suruç katliamından başlayarak geliştirilen ideolojik-siyasi tasfiyecilik saldırısı ve faşist şeflik rejiminin kuruluş sürecine emekçi sol, kadın özgürlük mücadelesiyle ilişkilenişinde belirli bir yükselme eğrisine girdiği, emekçi sol saflarda bu konudaki iç mücadelenin de şiddetlendiği koşullarda girmiştir.
İçinden geçilen tasfiyeci kuşatma ve saldırılar karşısında devrimci parti ve örgütler genel olarak savunma pozisyonunda konumlanmıştır. Örgütsel varlığını, sınırlanan kuvvetlerini korumayı öncelediği oranda, faşizme karşı yığınları örgütleme ve savaştırma yönünde politik iddiası zayıflamıştır.
Bunun en önemli yansımalarından biri kadın cephesinde yaşanmıştır. Olduğu kadarıyla emekçi sol yapıların kadın örgütlenmeleri önemli ölçüde dağılmıştır. Kurulu ya da kurulmakta olan kadın yapıları kadın özgürlük mücadelesine politik bakımdan öncülük etme, hiç değilse politik yönünü etkileme iddiası sergileyemedikleri gibi, ideolojik öncülük pratiği de geliştirememiştir. Sonuç verili ideolojik tabloya eklemlenme; ya erkek egemen genellemeci bir kadın mücadelesi anlayışının kadın cephesindeki katı savunuculuğu (EMEP örneği gibi) ya da sosyalist feminist pozisyona doğru sürüklenme olmuştur. Tasfiyeci saldırılar ve emekçi solun mecalsizliğiyle de birleşen “yenilenme”, birikimini içerip aşma değil tasfiyeci yenilenme yönünde olmuştur. Sosyalist feminizmin devrimci yapıların saflarında daha yaygın bir zemin buluşu tasfiyeci “yenilenme”nin yansımasıdır. Bir yandan geleneksel erkek egemen anlayışlarla ilerlenemeyeceği gerçeği ortadadır, bir yandan da politik iddiasızlık ve ideolojik kuşatmaya dirençsizlik kendi özgün yolunu bulma iradesiyle hareket etmenin önünü almaktadır. Aynı zeminde ilgisizlik, kaydedicilik, analizcilik politikanın genel eğilimi olarak gelişmiştir.
Devrimci Hareketin Güncel Durumu
Devrimci yayınlardan KÖM konusundaki görüş ve değerlendirmelere birkaç örnek vermekte yarar var.
Alınteri/Devrimci Proletarya’da yayınlanan yazı ve tartışmalarda, kadınlar arasında örgütlenmeyi büyütme görüş açısı olumlu bir yan olarak öne çıkıyor. Değerlendirmelere konu diğer öncelikse feminizm “tehlikesi” ve ondan korunma yolları. Alınteri, kadın hareketi ile ilişki pozisyonunu, “sınıf mücadelesine çıkmayan bir çalışmanın içinde olmaktansa hiç olmamak daha yeğdir” görüş açısıyla tarif ediyor. Kadın hareketinin sınıf mücadelesi ile ilişkisine sorular sorarken, sınıf mücadelesinin kadın hareketi ile ilişkisizliğini sorgulamıyor.
Halkın Günlüğü “Öncelikli olarak kendimizden, örgütümüzden/örgütlülüğümüzden başlayarak; örgütsüzleşmiş tüm kadın yoldaşlarımızı da örgütleyerek, deneyim, birikim ve yeteneklerimizi kendimizi ve örgütlülüklerimizi güçlendirmenin manivelası yapmalıyız. Ve doğru politikalarla, doğru araç ve özgün yöntemlerle kadın kitleleriyle buluşmalı ve onları örgütlü mücadeleye sevk etmeliyiz” demektedir. Dünden farklı olarak kadın hareketi ile ilişkilenişte somut görev tayininde bulunan Halkın Günlüğü, birleşik devrimci kadın mücadelesi hedefini açıklamaktadır.
Yeni Demokrasi devrimci kadın örgütlerinde son on yıldır feminist tutumların eğilim olmanın ötesine geçerek sınıf bakış açısının yerine cinsiyetçi bakış açısının konması düzeyine vardığı tespiti yapıyor. Feminist kadın hareketi ile geliştirilecek ittifak politikalarının revizyonizm üreteceği iddiasında bulunuyor. Devrimci kadın örgütlerini eylem birliğini geliştirmeye çağıran Yeni Demokrasi, kadının kurtuluşunu devrimci tarzda ele alma tartışmalarıyla, bilinen kadın özgürleşmesini toplumsal devrime havale etme yanlışını tekrarlıyor.
Umut Gazetesi ise “patriyarkal kapitalizme karşı sosyalist feminist mücadele”yi büyütme çağrısında bulunarak, sosyalist feminist görüş açısını sürdürüyor.
Devrimci harekette erkek egemenliği ile mücadelede programsızlığın temsilcisi konumunda olan Halk Okulu, Şubat 2024 tarihli sayısında, büyük puntolarla “LGBTİ+’lar, kadın hakları ve kadına şiddet emperyalist sistemin yarattığı sorunlardır! LGBTİ+ hak alma, kadın hakları ve kadına şiddet mücadelesi emperyalizmin sınıf mücadelesini rayından saptırmak için ürettiği politikalardır!” diyor. Değerlendirmeleriyle faşist şeflik rejiminin gerici söylem ve eylemlerine “komplo”cu yoldan yedekleniyor. Bilimsel, toplumsal, sınıfsal tek bir analizi barındırmayan, sorunu yansıtmayan, basmakalıp sloganlarla toplumsal gericilik örgütlüyor. Burjuva partilerin dahi kadın hareketinin basıncıyla cüret edemediği dil ve savrulmayla LGBTİ+’ları hedef haline getirip erkek egemenliğini ve nefret diline varan bir hattan heteroseksist zulmü savunuyor.
Devrimci hareketin saflarında KÖM ile ilişkide üç ayrı program bulunuyor. Birincisi, komünist kadınların öncüsü oldukları kadın devrimi ve devrimci çözüm programı; ikincisi, feminizme yedeklenen sosyalist feminist anlayışın reformcu çözüm programı; üçüncüsü ise, kadın özgürleşmesini devrim sonrasına havale eden, programsızlık programı. Birinci ve ikinci programın cins çelişkisi zemininde ittifak olanakları bulunurken, üçüncüsüyle böyle bir olanak bulunmuyor. “Kadın erkek el ele” deyişinde somutlaşan havaleci programın erkek egemen içeriğinin sonuçları tasfiyecilik döneminde daha belirgin açığa çıkmıştır.
Komünist kadınlar iki çizgiyle de ideolojik mücadele yürütüyorlar. Sosyalist feministlerle ideolojik mücadele feminizme karşı ideolojik mücadelenin kapsamındadır. Muhatapları söz konusu olduğunda olanakları henüz çok sınırlı olsa da, komünist kadın hareketini ve kadın devriminin birleşik önderliğini yaratmak komünist kadınların görüş açısında vardır. Komünist kadınlar teorik, ideolojik, örgütsel birikimini politik eylemin gücüyle buluşturduğu ölçüde devrimci harekette ilerletici olma pozisyonunu büyütecektir.
Emekçi Sol Harekette Dağılma Ve Geriye Çekilme
Emekçi sol hareketin reformist bileşenleri SYKP/Mor Sarmaşık, EHP/Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu, TÖP/Mor Dayanışma/Kampüs Cadıları, Halkevleri/Kadın Savunma Ağı, TİP, EMEP, Sol Parti ve TKP’nin KÖM ile ilişkilenişlerinde farklılıklar vardır. Tasfiyeci saldırılar her birini farklı düzeylerde etkilemiştir. İstanbul Sözleşmesi’nin gaspıyla kendisini sosyalist feminist olarak tanımlayan, cins çelişkisi zemininde politik iddiası bulunan hareketlerde geriye çekilmeler yaşanmıştır. Feministler dahil kimi oluşumlar ise bölünerek zayıflamıştır.
Kadın hareketinin aktif bileşeni, Kadın Savunma Ağı yaşanan bölünmeyle geriye düşmüştür. Faşist şeflik rejiminin hedef haline getirdiği ve hakkında kapatma davası açılan Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu ilk etapta bu saldırıyı sokakta karşılamış olsa da zamanla geriye çekilmiştir. Kampüs Cadıları, bir dönem üniversitelerde cinsel saldırılara karşı özsavunma eylemlerinin geliştirilmesinde önemli bir odak haline gelmiş, ancak o da bu dönem geriye çekilmiştir.
Bu hareketlerin handikaplarından biri de, karma örgüt yapılarına karşın, faşizmin kadınlara yönelen stratejik saldırıları karşısında bütünsel olarak örgütlerini harekete geçirme yönelimleri bulunmamasıdır. Bunda kitlesel olanın peşinden sürüklenme esas nedendir. En tipik yansımasıysa birleşik eylemlerde feminist kadınların yasakçılığına karşı tutumsuzluklarıdır.
Sol Parti’nin KÖM ile ilişkisinin özeti “Laiklik yoksa eşitlik de yoktur” sloganıdır. Geçmişte ÖDP’li Kadınlar kadın hareketinin bileşeniyken, bugün etkinlik göstermemektedir. Belirgin biçimde CHP çizgisine savrulan Sol Parti’nin erkek egemenliği ile mücadelede sınırı faşist şeflik rejiminin gericiliğine karşı laikliktir.
TİP’in ayrı bir kadın örgütlenmesi yoktur. AKP ve kadınlara yönelen gerici saldırıları karşısında “laiklik, eşitlik” TİP’in politik ajitasyon ve propagandasının konusudur.
EMEP’li Kadınlar, kadın dayanışma evleri, kooperatif tipi esnek örgütlerle örgütlenme alanını genişleme görüş açısıyla hareket ediyor. Buna karşın ideolojik, politik görüş açısı KÖM’ün geliştirilmesi değil, kadın işçi ve emekçilerin EMEP’e örgütlenmesidir.
Sosyal şoven TKP ise “sınıfsal radikalizm” sosuna batırılmış, demagojik “Kadın Manifestosu” ile erkek egemenliğinin avukatlığını yapıyor. TKP, gülünç bir radikalizm pozuyla pozitif ayrımcılık ve eş başkanlık uygulamalarının kadınların ikincil rolünü meşrulaştırdığını iddia ediyor. TKP, “Komünistler, işçi sınıfını örgütlerken onu parçalara ayırmaz. Bu nedenle kadınları örgütlemeye yönelik çalışmaların vaadi, kadını sınıfın kendisinden soyutlayan nitelikte değil, kendisini sınıfın içinde var edebilen kadınların güçlenmesine omuz veren nitelikte olmalıdır” biçimindeki erkek egemen akıl ve sol lafazanlık tarzıyla kadın kazanımları karşısında gerici bir tutum sergiliyor.
Sendikaların Kadın Üyeleriyle İlişkisi
Faşist şeflik rejimi, LGBTİ+ karşıtlığı ve aile kurumunun güçlendirilmesi söylemleri ile toplumsal gericiliği örgütleme yoluna gitti. Bu yoldan İstanbul Sözleşmesi’ni gasp saldırısında ezilen sınıflardan erkekleri azımsanmayacak düzeyde yedeklemeyi başardı.
Bu saflaşmada sendikalar da ayrıştılar. Türk-İş, Hak-İş, Kamu-Sen, Memur-Sen faşist şeflik rejiminin gerici kampında pozisyon aldı. DİSK, KESK ve ilerici bağımsız sendikalar İstanbul Sözleşmesi’nin gaspına karşı tutumlarıyla kadın hareketinin yanında konumlandılar. DİSK ve KESK merkezi basın açıklamalarıyla protesto eylemleri yaptı. Ancak tutum açıklamak dışında, kadın üyelerinin öncülüğünde mücadele etme, toplumsal saflaşmayı kadın hareketi lehine büyütme yönelimi içinde olmadılar.
İstanbul Sözleşmesi’nin gaspı günlerinde İstanbul’da yasaklanan 1 Mayıs açıklaması politik eylemin düzeyinin özetidir. Açıklamada, “İstanbul Sözleşmesi fesih kararı geri çekilsin, sözleşme etkin uygulansın” temennisi ile “kadınlar, LGBTİ+’lar mücadeleye devam ediyorlar” tespiti bulunuyor. Tutum açıklayarak kadın hareketinin yanında saf tutan sendikalar kadınların mücadelesinin seyircisi konumundadır. Sendikalar, işçi sınıfı ve emekçilerin yarısını oluşturan kadınlara saldırılar karşısında politikasızdır. Üye erkek işçi ve emekçilerin erkek egemen tutum ve yaklaşımlarıyla mücadelede de sınırlı bir yönelim içindedir.
KESK’in uyguladığı eş başkanlık sistemi, kota uygulaması ileri sonuçlar ortaya çıkarmıştır. Ancak tasfiyecilik döneminde kadın eş başkan bulmakta zorlanma, eylemlere katılımda kadın oranında azalma, kadınların geriye düşüşüyle bağlı olduğu kadar, erkek egemenliğiyle mücadelenin sınırlığının sonuçlarıdır. Genel başkanı kadın olan DİSK’in, bağlı sendika yönetimlerinde kadın temsilinin neredeyse bulunmaması önemli bir veridir. Tasfiyecilik döneminde belirgin biçimde CHP’ye yedeklenen DİSK’te erkek egemenliğinin alanı da genişlemiştir.
Sendikalar İstanbul Sözleşmesi’nin gaspına karşı açıklamalarında faşist şeflik rejimini tutum değiştirmeye çağırmıştır. Ancak üye erkek işçi ve emekçilerine KÖM lehine tutum alma çağrısı dahi yapmamışlardır. İşçi ve emekçi kadınları 1 Mayıs’a katılmaya çağıran sendikaların 1 Temmuz İstanbul Sözleşmesi eylemine üyelerini taşıma yönelimi dahi olmamıştır. Sendikaların tutumu kınamacılığın ötesine geçmeyen politikasızlık, mücadeleyi kadın hareketine havale eden ilişkisizliktir.
Sendikaların KÖM ile ilişkisi Ar-Ge çalışmalarına bağlı veriler açıklama ve takvimsel günlerde görüş beyanında bulunmaktan ibarettir. Erkek egemenliğiyle mücadeleyi gündemine almayan sendikalar, üye erkek işçilerle karşı karşıya gelmekten sakınmaktadır.
Kadın hareketi ise, ezilenlerle bağını öncülük iddiası ve ittifaklıkla değil, “kesişimsellik”, “dayanışma” düzleminde kurmaktadır. Bu ilişki biçimiyle, kendisini olduğu kadar gücünü de sınırlamaktadır. KÖM lehine toplumsal saflaşmaya alan açan, toplumsal dinamikleri buna zorlayan, çağıran politik çizgiyi geliştirememektedir. Feminist hareketin hegemonyasından, devrimci ve emekçi sol hareketin politik iddiasızlığından beslenen bu durum, ideolojik ve politik mücadelenin önceliklerindendir.
Kadın Hareketini İçten Darbeleyen “Yasakçılık”
Feminist Gece Yürüyüşleri ve birleşik kadın eylemlerinde ajitasyon-propaganda yasakçılığına karşı mücadele, zaten kadın hareketinin birleşik mücadele gücü açısından da, gelişimi açısından da, erkek egemen tarzdan farklı bir tarz iddiası açısından da yeterince zedeleyiciyken, ideolojik ve siyasi tasfiye saldırıları altında bu durum, faşist şeflik rejiminin devrimci örgütlere, örgütlülük fikrine saldırılarının tuzu biberi oluyor; nesnel olarak devrimci harekete karşı güvensizlik ve tepki örgütlemesiyle, bu saldırılarla aynı zeminin paraleline düşüyor. Kadın özgürlük mücadelesinin ilkeleri ile bağdaşmayan, örgütlü kadın kimliğini, varlığını görünmez kılan bu yasakçılık hem ideolojik mücadelenin hem de eylemli tutumun konusu olmalıdır.
Faşist şeflik rejimi, örgütsüz kadınları adressiz bırakmak, örgütlü kadınların ise örgütsel kimliğini ortadan kaldırmak istemektedir. İdeolojik tasfiyecilikle kadınların toplumsal kimliğinin karşısına bireyselliği koymaktadır. Feminist hareketin “yasakçılığı” örgütlü kadınlara, eylem alanlarında “kadın birey” olmayı, yani kimliksizleşmeyi şart koşmaktadır.
“Yasakçılık” kadın hareketini güçlendirme, birleştirme iddialarının aksine, bölünme ve gerilemenin üreticisidir. Kadın kitlelerine örgütsüzlüğü, birey kalmayı tek seçenek olarak sunmaktır. Feminist hareketin hegemonyasını koruma, adresi olmayan kadınları ve kazanımları kendine mal etme isteğinin sonucu gelişen yasakçılık, KÖM’ün bütünsel gelişimi, ihtiyaçları söz konusu olduğunda sorumsuzca dayatılan tutumdan başka bir şey değildir.
8 Mart ve 25 Kasım eylemlerinde sayıları binleri bulan kadın varlığı, mücadelenin süreğen gündemleriyle ilişkiye yansımamaktadır. 8 Mart ve 25 Kasım’ı varlığını gösterme alanı olarak gören feminist hareket, eylem günü alana akan kadınların ertesinde ne yapacaklarıyla ilgili değildir. Erkek egemenliğine karşı biriken kadın isyanı ve öfkesinin örgütlenmesinde, kadınlara kadın birey olmayı dayatmaktadır.
Komünist kadınlar “yasakçı” tutumu her platformda eleştirmiş, değişimi için mücadele etmiştir. Komünist kadınlar için kadınların birleşik mücadelesi stratejiktir. Yasakçılığın tutum olarak dayattığı iki seçenek vardır. Ya yasak delici tutumla dışsal bir kuvvet biçiminde konumlanma ya da yasakçılığa tabi olarak içsel tutuma hapsolma. Feminist basındaki tartışmalar, ortak eylemlerde ortaya çıkan farklılıklar karşısında alınan tutumlar, “ya tümüyle tabi olun ya da gidin ve kendiniz yapın”a denk düşen tutumlar birleşik mücadelenin gerekleriyle bağdaşmıyor. “Birleşiklik” bir tek renklilik dayatmasına dönüşüyor. Kolay tartışmalar, kolay çıkarsamalar, kolay yaftalamalar, kadın özgürlük mücadelesini feminizme eşitleyen, böylece feminist olmayan her duruşu, kendi içeriğiyle, kendi amaçları, hedefleri, eylemi üzerinden tartışma sorumluluğu bile göstermeksizin eril olarak reddetme lüksü, hareketin birleşikliğini asıl zedeleyen etmenler. Keza yasakçılığın bir tür demokratiklik, kadın tarzı, eşitlik olarak sunulması da demagojik bir boyuta varıyor. Birleşik bir mücadelenin hukukuyla da, mantığıyla da buluşmayan bu yaklaşımlar daha ciddi bir ideolojik mücadeleyi gerektiriyor.
Feminizmin kadın hareketi üzerinde oluşturduğu hegemonyasına dayanarak dayattığı yasakçı yaklaşımı ancak kadın hareketine yön verecek bir örgütlülük ve toplumsallık düzeyiyle kırılabilir.
LGBTİ+ Hareketiyle İlişkide Geriye Savrulma
Erkek egemen faşist şeflik rejiminin yok sayması ve yasaklaması karşısında LGBTİ+ haklarını ve Onur Yürüyüşü’nü sahiplenme ve sokakta ısrar tasfiyecilikle mücadelede önemli eşiklerden biri oldu. Faşist şeflik rejimi, cins politikasını düzenleme, erkek egemenliği ekseninde restore etme planına bağlı olarak LGBTİ+ hareketinin politik varlığını topyekün ezerek tasfiye etmek istemekte, birey ve hareket olarak yasadışı ilan etmektedir.
Faşist şeflik rejiminin saldırı politikası iki esasa dayanmaktadır. Faşist politik islamcı ideolojik dönüşüm normlarıyla uyumlu olmayan LGBTİ+ varlığını ortadan kaldırmak. Toplumu aile politikasına iknanın ideolojik argümanlarından biri olarak LGBTİ+’ları “öcü” olarak sunup, “bakın haliniz bu olur” propagandası yapmak. Bunun için, Onur Yürüyüşlerini yasaklamış, gökkuşağı bayraklarını suç delili saymıştır. Bu yoldan politik islamcı YRP’nin, cemaatlerin ve faşist hizbulkontra partisi Hüda-Par’ın taleplerini karşılayarak, toplumsal gericiliğin desteğini almayı hedeflemiştir. LGBTİ+ katliamlarına cezasızlık politikasıyla şiddeti meşrulaştırmıştır.
LGBTİ+ hareketinin gelişim yıllarındaki güçlü yanı, kadın hareketi başta gelmek üzere, toplumsal mücadele ile kurduğu bağdır. Faşist şeflik rejimi bu bağı koparmayı, LGBTİ+ hareketini yalnızlaştırmayı hedeflemiştir. Devrimci hareketten kopan ve devrimci harekete haklı ya da haksız tepkileri zemininde düşmanlaşan eski devrimci/solcu LGBTİ+’ları bunun için kullanmıştır. İfşa hareketinin elverişli ortamında bu kişileri, devrimci ve antifaşist hareketin antipropagandasının aracı yapmıştır. Pek çoğu temelsiz iddialardan beslenen ve devrimci hareketi yıpratma eylemi biçimini alan bu durum LGBTİ+ hareketini apolitikleşme, örgütsüzleşme, antifaşist saflara yabancılaşma riskiyle karşı karşıya bırakmıştır. Bu temelde gelişen saflaşma, düşmanın provokatif saldırılarıyla da birleşince, feminist hareketin ve emekçi sol hareketin LGBTİ+ hareketiyle ilişkide kazandığı düzeyin gerisine düşmesine neden olmuştur.
Feminist hareket içinde başlayan Trans Dışlayıcı Feminist (TERF) tartışmaları, LGBTİ+ hareketiyle ilişkide kırılma noktasıdır. İlişkilerde parçalılık ve cinsel kimlik temelinde ayrıştırma pratikleri ortaya çıkmıştır. İttifak zeminini daraltıcı bu yaklaşımlar, LGBTİ+ hareketinde de kadın hareketiyle ilişkilerde tepkiselliği ortaya çıkarmıştır. Erkek egemenliği ve heteroseksizmin birleşik saldırılarına karşı mücadelede ittifak zemininin yerini ilişkilerde gerilim ve tepkiler almıştır.
LGBTİ+ hareketi karşısındaki tutumda Kürt ulusal demokratik hareketinde görünür biçimde geriye düşüş yaşandı. Ulusal demokratik hareket, emekçi sol hareketin ve kadın hareketinin LGBTİ+ hareketiyle ilişkilenişinde ileriye doğru adımlarda 2000’lerin başlarından itibaren son derece ilerletici roller oynamıştı. Konunun teorik olarak gündemleştirilmesinde, trans kadınlara değişik platformlarda alan açılmasında, ortak eylemliliklerin gelişiminde ön açıcı tutumlar almıştı. Ulusal demokratik hareketin katkılarıyla birleşik mücadele partisi 2014 yerel seçim bildirgesinde “cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği farklı olan kişilere karşı her türlü ayrımcılığı engelleyici ve caydırıcı tedbirleri alacağız. Bu konuda eğitimler vereceğiz, hep birlikte öğreneceğiz” biçiminde LGBTİ+ taleplerini yükseltme noktasına ilerlemişti. Gelinen aşamada, oynadığı öncü rolden sonra taban baskısı altında kalarak, bu konuda heteroseksist bir söyleme savrulmuş, bulunduğu kurullarda ortak metinlerden LGBTİ+ haklarıyla ilgili vurguların çıkarılmasını sağlamış, örgütlerde temsiliyet alanlarını tıkayan ve politik eylemlerde LGBTİ+ katılımını sınırlamaya çalışan bir hatta girmiştir.
Komünist kadınlar, LGBTİ+’larla ilişkilerini politik aklını, dilini, tarzını, özgün komünist kimliğini geliştirmeleri hedefine bağlı kurmakta, harekete yönelen saldırılarla mücadeleyi öncelikleri arasında görmektedir. LGBTİ+ hareketini yalnızlaştırma, birliğini parçalama kaynağına dönüşen TERF tartışmalarına karşı tutumu, bu anlayışla ideolojik mücadele ve eylemli tutumdur.
Faşist şeflik rejimi toplumsal gericiliği örgütlemede LGBTİ+’ları propaganda aracı olarak kullanmaya devam ediyor. Transfobi, homofobi ve bifobiyi bilinçli olarak körüklüyor. Toplumsal vizyonunu inşada önünde duran tüm engelleri kaldırmak istiyor. Emekçi sol hareketin saflarında LGBTİ+’larla ilişkide heteroseksist gerileme faşist şeflik rejiminin saldırılarına karşı hareketi yalnızlaştırıyor. LGBTİ+ hareketinin daralması, heteroseksizmin egemenlik alanını genişleterek, homofobi ve transfobiyi belirginleştiriyor. Emekçi sol hareket, saldırılara karşı mücadeleyi, faşizme karşı mücadele görevleriyle bağlı yeniden ileri bir düzeye taşımalıdır.
Bir Sınanma Eşiği Olarak İfşa Hareketi
2019-2020, cinsel suçlar karşısında tek tek kadınların “ifşa” haklarını kullandığı, ifşanın giderek hareket biçimini aldığı yıllar oldu. İfşada bulunan örgütsüz kadınlar, en başta kadınları yardıma çağırarak, cinsel suçlar karşısında politik tutum aldı.
Mesleki statü sahibi ve tanınır olmayı cinsel suçlarını örtmenin aracı gören erkekler yapılan ifşalarla panikledi. Hareket cinsel saldırılara karşı duruşta örgütsüz kadınlara moral güç kazandırdı. Hareketin basıncıyla sınırlı da olsa, sendikalar cinsel suçlara karşı tüzük değişikleri yaptı, yönetmelikler hazırladı.
Emekçi sol hareket açısından ifşa hareketinin başladığı dönem ile saflarında ortaya çıktığı dönem arasında tutum farklılıkları oluştu. Cinsel suçlarla mücadeleyi politik eylemin konusu görmeyen, kadın özneleşmesine yaslanmayan örgütler en fazla zorlananlar oldu. İfşa hareketi, erkek egemenliğini zorladığı kadar, emekçi sol hareketin sınırlarını da zorladı. Cinsel suçlarla mücadelede yetmezlikleri ve yaklaşım sorunlarını belirginleştirdi.
Faşist şeflik rejimi ifşa hareketini kadın hareketinin bileşenlerini karşı karşıya getirerek bölmek için kullandı. Özel yönlendirmeler, devşirme işbirlikçi-itirafçı figürler, sosyal medya platformlarında örgütlenen ağlarla, komünistler başta gelmek üzere emekçi sol harekete dönük psikolojik savaşı derinleştirdi. Komünist kadınların saflarında güven bunalımı ve çizgisine güvensizlik yaymayı hedefledi.
Aslında coğrafyamızdaki ilk büyük çaplı siyasi ifşa çalışması olan “Gözaltında Taciz ve Tecavüze Karşı Kampanya”nın öncüsü olan komünist kadınlar, birey erkeklerin cinsel suçlarına karşı yükseltilen ifşa pratiklerini ve bu kapsamda gelişen hareketi de bir politik hareket olarak sahiplendiler. Faşist şeflik rejiminin ifşa hareketini devrimci ve komünistlere karşı bir psikolojik savaş hamlesiyle ideolojik-siyasi tasfiye saldırılarının parçası haline getirmesi dahi, bu konuda bir politik tutum kırılmasına yol açmamıştır.
Emekçi sol hareketin kimi bileşenleri, yazık ki, nesnellikten ve somut verilerden uzak bu psikolojik savaşın parçasına dönüşmüştür.
Komünist kadınlar oluşan basınca rağmen, kurumsal olarak yaptıkları açıklamalar dışında, kişilerde somutlanacak tutum ya da teşhire başvurmamıştır. Süreci karşı devrim, burjuvazi ve erkek egemenliğinin politik ve ideolojik saldırıları temelinde ele almış; kadın kazanımlarını zayıflatmaktansa, örgütsel-fiziki-siyasi bedellerini göğüslemiştir.
İfşa Hareketi Karşısında EMEP’in Reformizm Güzellemesi
Örgütsel daralma, verili kuvvetlerini tutma ve koruma basıncı emekçi sol hareketin EHP, Kaldıraç gibi ifşaya konu olan bileşenlerini savunmacı pozisyona itmiştir. Devrimci harekette de benzer örnekler oluşmuştur.
Harekete baştan retçi yaklaşanlar arasında öne çıkansa EMEP olmuştur. Sendikalizm anlayışıyla işçi sınıfını dilden düşürmeyen, kadın işçilerden sıklıkla söz eden EMEP’in ifşa hareketini analizi incelenmeye değer! EMEP’li Kadınlar, Ekmek Ve Gül dergisinden, kadın hareketini ifşa hareketinin “zararlarına” iknaya çalışmışlardır. İşçi kadınların cins çelişkisi ve erkek egemenliğinden kaynağını alan sorunlarının varlığını kabul ederken, kadınların önceliğini sınıf mücadelesi olarak tayin etmektedirler. Ancak onlara göre bu “sınıf mücadelesi” öyle bir şeydir ki, işçilerin günlük talepleri dışındaki çelişkilerle bağlı sınıf mücadelelerini kapsamaz. EMEP’li Kadınlar, ifşa hareketini sınıf mücadelesinde erkek işçilerle kadın işçileri karşı karşıya getirecek sürtünme alanı kabul etmektedir.
EMEP milletvekili Sevda Karaca, dönem yazılarında, kadınların homojen bir ezilen cinsiyet olmadığını, ezilmişliklerinin, baskı ve tahakkümün de sınıfsal çelişkiler içinde yoğrulduğu tespitiyle, cinsel saldırıları sınıf çelişkisine bağlamaktadır. Cins çelişkisini tartışmaya değer görmeyen Karaca, işçi kadınların ifşadan haberdar dahi olmadıklarını, böylesi bir gündemleri bulunmadığını iddia ederek, hareketi orta sınıftan kadınların eylemi ilan etmiştir. Bu tespit, böyle bir hareketi işçi kadınlara doğru yayarak onların erkek egemenliğine karşı öfkesini ve mücadelesini büyütme, politikleşmelerine alan açma gibi bir görev saptamaya ise elbette bağlanmamaktadır.
Karaca için ifşa hareketi, işçi ve emekçi kadınlar için eşitsizlik, kadınları ve kadınlığı toplumsal ve tarihsel bağlamından uzaklaştırarak homojenleştirme, kadınların aralarındaki farklılık ve egemenlik ilişkisini gizlemeye neden olan potansiyel tehlikedir. Karaca, kadınların taciz ve tecavüz faillerini ifşa etme cesaretinin karşısına erkek görüş açısıyla bağlı bir “sınıfsallık” duvarı, koca bir korku bariyeri örmüştür.
Karaca, yaşadığı şiddet karşısında sessiz kalmamanın, anlatmanın, faili ortaya sermenin kadınlar için riskli olduğunu söyleyecek kadar ileri gitmiştir. Ve nihayet cinsel suçlarla mücadelede reformizmin “çözüm reçetesi”ni açıklayan Karaca, “Bugün iktidar politikaları ve erkek egemenliğini pekiştiren söylem ve uygulamalar bu hakları kağıt üzerinde bile anlamsız hale getiriyor diye bunlardan vazgeçemeyiz” demektedir. Karaca, EMEP adına, toplumsal adalet ve hukukun göreceli olacağı, herkesin kendine göre ceza anlayışı oluşturacağı tartışmalarıyla aslında kadın özsavunması ve adaletine itirazını ilan edip, burjuva hukukun uygulanması mücadelesine çağrı yapıyor.
Tasfiyecilikle Mücadele İçin Kadın Özgürlük Mücadelesini Büyütme
Faşist şeflik rejimi cins savaşını derinleştirerek sürdürüyor. Kadın kazanımlarını tasfiye etme ve toplumsal vizyonuna uyan “makbul” kadınlığı hakim kılma saldırılarına devam ediyor. Erkek egemenliğini zayıflatan tüm kadın kazanımlarını parça parça çıkarmayı sürdürdüğü cinsiyetçi yeni yasalarla ortadan kaldırıyor. Burjuva aile kurumunun toplumsal vizyonuyla uyumlu biçimde tahkimi öncelikli hedefleri arasında bulunuyor. Sömürgeci savaş politikaları, ekonomi programıyla derinleştirdiği yoksullaşma saldırılarıyla kadınlara “evsel köleliği” dayatıyor. Her fırsatta LGBTİ+’ları hedef haline getirerek, toplumsal gericiliğin ateşini harlıyor.
Faşist şeflik rejiminin stratejik hedeflerinin önündeki temel engel, Kürdistan’da sömürgeci işgal savaşıyla Kürt ulusal demokratik hareketini, ideolojik-siyasi tasfiyecilik saldırılarıyla devrimci hareketi tasfiyeyi başaramamasıdır. Toplumsal vizyonunu inşanın başlıca engeliyse, kadın kazanımlarının gaspı saldırılarına karşı sokağı tutmakta ısrar eden, direnişini sürdüren kadın hareketinin varlığıdır.
Emekçi sol hareket, gerileme dönemlerinde KÖM’ü tali plana iten yaklaşımından kopuşamadığı sürece, sınıf mücadelesinde de kötürümleşmekte, gelişim olanaklarını sınırlamaktadır. KÖM sınıf mücadelesinde yaşanan bunalımın devrimci yönde çözümünün itici dinamiği olma potansiyeli taşımaktadır. Böyle olduğu içindir ki, KÖM’ü büyütmek, politik çizgi sorunu olduğu kadar, ideolojik ve siyasi tasfiyecilikle mücadelenin de gereğidir. En fazla geriye savrulduğu noktadan yapacağı sıçramayla, tasfiyecilikle mücadelede atılım yapma olanakları bulacaktır.
Kadın hareketi savunma pozisyonundan aktif savunma pozisyonuna geçme, dayandığı sınırı aşma zorunluluğu ile karşı karşıyadır. Kadın hareketinin antifaşist niteliğinin güçlendirilmesi, aktif savunma pratiğinin geliştirilmesi sorumluğu ise komünist kadınlar başta gelmek üzere devrimci kadın örgütleri ve kuvvetlerine aittir. Söz ve eylemin tutarlı birliğinin gereği, kadın hareketini dışarıdan antifaşist çizgide konumlanmaya çağırmak değil, hareketi bu çizgiye taşımaktır.