Türk Sömürgeciliğinin Yakın Hedefleri Ve Hazırlıkları
Faşist şeflik rejimi ve sermaye oligarşisi Kuzey Kürdistan’da sömürgeci boyunduruğunun devamının yanı sıra, Rojava devriminin boğulmasını, Güney Kürdistan’ın hiç değilse kontrol altında tuttuğu pazar ve nüfuz alanı haline getirilmesini kendi “bekası” sayıyor. Burada “beka”, varlığını sürdürme olarak değil bugünkü gelişmişlik düzeyinin kışkırttığı hırsları, amaç ve hedefleriyle kendisini bölgesel bir güç olarak dayatması sorunu olarak karşımıza çıkıyor. Böyle olduğu içindir ki, bir bütün oluşturan PKK önderliği ve gerillanın tasfiyesini, Rojava devriminin boğulmasını dikkat merkezinde tutuyor.
İşbirlikçi tekelci Türk burjuvazisinin büyüyen sermayesi, onu, bölgesel bir güç olma yönünde iteklemektedir. Kürdistan gerçekliği ise bu istemin önündeki en büyük engellerden birisi olarak duruyor. Türk sömürgeciliğinin önündeki engelleri tasfiye etmek için geliştirdiği strateji birincisi, Misak-ı Milli sınırları içerisinde gördüğü Musul-Kerkük ve Rojava’yı kapsayan bölgeleri işgal ve ilhak etmeyi; ikincisi de siyasal, ekonomik ve askeri gücünü kullanarak, Ortadoğu, Kafkasya, Balkanlar ve Kuzey Afrika'da emperyal arzuları doğrultusunda kendisine pazarlar, sömürgeler ve nüfuz alanları yaratarak yeni Osmanlıcı hayallerini gerçekleştirme yönelimini kapsıyor.
Türk burjuva devleti bu amaçlarına nasıl ulaşmayı planlıyor? Ortadoğu ve çevresinde jeopolitik konumundan da yararlanarak özellikle İHA, SİHA, savaş uçağı (üretim aşamasında) ve diğer ürettiği konvansiyonel silahları hem ihraç etmek hem de bölge devletleri ve halklarına karşı tehdit unsuru olarak kullanmak; ticaret, ulaşım ve enerji güzergahları aracılığıyla kar; özelleştirmeler, ülkenin yeraltı ve yerüstü zenginliklerini Arap işbirlikçi burjuvazisi ve emperyalist tekellere peşkeş çekerek rant sağlamak; yine ucuz işgücü yaratarak emek sömürüsünü büyütmek istiyor. Direnen, mücadele eden işçilere, emekçilere, köylülere, yoksullara faşist terör; kadınlara gerici faşist erkek egemenliğinin baskı, şiddet, tecavüz uygulayarak, Kürt halkını ise inkar, imha, asimilasyon, katliam, soykırımla ezmek ve stratejik hedefine ulaşmak istiyor.
Faşist şeflik rejimi, amaçlarını gerçekleştirmek için bugüne dek saldırgan politikasını sürdürdü ve hamleler yaptı. Ama kendine potansiyelinin üzerinde bir rol biçtiği için kısa sürede duvara toslayarak gerçekliğiyle yüzleşmek zorunda kaldı. Emperyalist ve bölge devletlerine kafa tutmanın bedellerini ödedi. Örneğin, ABD tarafından F-35 projesinden çıkartıldı, S-400’leri depolara kilitledi, İsveç ve Finlandiya'nın NATO üyeliği vetosunu kaldırmak zorunda kaldı, İsrail'le ilişkilerini düzeltti. Faşist şef, Mısır’a darbeci dediği Sisi’nin ayağına kadar gitti, tarihsel düşman ilan ettiği Yunanistan’la ilişkileri düzeltmek zorunda kaldı, gazeteci katili dediği Suudi Arabistan veliaht prensi Muhammed bin Selman’la kol kola girdi, hain Esed’le tekrar kardeş olmak istese de randevu dahi alamadı!
Savaşı çok büyük ölçüde devlet sınırları dışına çıkartmayı başardıysa da ne PKK’nin iradesini kırmayı ne de Kürdistan özgürlük gerillasını tasfiye etmeyi başarabildi. Son dönemde hem gerillanın savaş kapasitesinde niteliksel bir düzey yakalandı hem de Kürt halkının özgürlük mücadelesi her alanda ivme kazandı. Tecride karşı özgürlük yürüyüşü 8 Mart, Newroz, 31 Mart seçimlerinde belediyelerin geri alınması ve nihayet Van’da halk iradesinin çalınması girişimine karşı geliştirilen serhildan da görüldüğü gibi yasaklanan sokaklar, meydanların yeniden özgürleştiği bir sürece girildi. Faşist şeflik rejimi Hakkari’ye kayyum atayarak Kürt halk iradesini belediyelerden tasfiye etme niyetini bir kez daha gösterdi. Kürt halkı, 3. faşist kayyum saldırısını bu defa 2016 ve 2019’daki gibi edilgen karşılamadı. Van serhildanından güç alan Hakkari halkı, iradesine sahip çıkma eğilimini ortaya koydu, Kürdistan kentlerinde ve Türkiye’de kayyum saldırısına birleşik kitlesel direniş eğilimi ortaya çıktı.
Türk sömürgeciliği, Rojava ve Medya Savunma Alanlarında yürüttüğü savaşı amaçlarına ulaşarak sonuçlandırmak istiyor. PKK önderliği ve gerillanın tasfiye edilmesi, keza Rojava devriminin boğulması yakın amaçlarından vazgeçmiş değil. Bu amaçlarına ulaşmak için geride kalan bir yıllık dönemde askeri, siyasi, diplomatik hazırlıklarını kesintisiz sürdürdü. Emperyalist ABD ve Rusya, Irak, Suriye, İran gibi bölge devletleri; işbirlikçi KDP ve ihanetçilerle, IŞİD, HTŞ gibi politik İslamcı faşist çetelerle ilişkilerinin merkezinde duran da budur.
İşgalci sömürgeci Türk Devleti, Rojava'nın Efrîn, Ezez, Cerablus Bab, Serêkaniyê, Girê Sipî kentlerini, Suriye’nin ise İdlib şehrini işgal etti. Şimdi de Kürdistan'ın Rojava ve Başûr parçalarına yönelik yeni işgal planları yapıyor. Örgütleyip eğittiği IŞİD, El Kaide, HTŞ, Sultan Murat Tugayları gibi irili ufaklı onlarca çeteyi Rojava devrimine ve Kürdistan'ın her parçasında Kürtlere karşı savaştırıyor. Başûre Kürdistanı’nda yüze yakın askeri üs kurmuş, işbirlikçi ihanetçi KDP’yi siyasi ve ekonomik olarak kendine bağlamış durumda.
İhanetçi, işbirlikçi KDP-Barzanilar, PKK'nin tasfiye edilme planının en istekli savunucusu olarak on yıllardır Türk Devleti ile ortak çalışıyor. Başûrê Kürdistan’da üslenmesi için yol yapımı, lojistik ve her türlü ihtiyaçlarını karşılıyor ve PKK’ye karşı istihbarat faaliyetini gönüllü yürütüyor. Bunlarla da yetinmeyip gerilla güçlerine pusu kurup, katlediyor, işgalcilerin korumalığını üstleniyor vb.
Faşist şef Erdoğan, PKK'yi bitirmek üzere en kapsamlı planlarını yaptıklarını, 2024 yılında bunu gerçekleştireceklerini ilan etti. Bu planın ilk adımının da Başûrê Kürdistan ve MSA’da atılacağını duyurdu. Faşist şefin kendisi de dahil Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, MİT Başkanı İbrahim Kalın, MSB, bürokratları, generalleri Irak ve Başûrê Kürdistan'ın yolunu tuttu. Güvenlik, enerji, ulaştırma, ticaret, su vb. konularıyla ilgili Irak başbakanı Sudani, bazı bakanlık ve askeri bürokrasisi temsilcileriyle görüşmeler gerçekleştirdiler. Yine KDP ve Başbakan Neçirvan Barzani, başbakan yardımcısı Mensur Barzani ve peşmerge temsilcileriyle görüşmeler yaptılar.
Irak ile yapılan görüşmelerin temelini, Kalkınma Yolu Projesi oluşturuyor. Bu proje, MSA’a yönelik işgal saldırısı, Şengal’in özerkliğine son verilmesi, Maxmur kampının kapatılması ve bir bütün PKK'nin tasfiyesi için her türlü desteğin alınması projesidir. IKYB bölgesine gidişin amacı diplomasi değil KDP-Barzaniler ile işgal savaşının somut planlamasının yapılmasıdır. Kerkük-Ceyhan petrol boru hattının tekrar açılması, askeri, ekonomik iş birliğini geliştirmesi de hedeflere dahildir.
Kalkınma Yolu Projesi (KYP) her ne kadar Irak için stratejik olsa da PKK'ye karşı sömürgeci Türk devletinin planı temelinde hareket etmesi kolay değil. Irak ordusu, ekonomisi, toplumsal yapısı pek çok yönden parçalanmış bir devlet. Irak devleti, sömürgeci Türk devletine olan ihtiyacı nedeniyle orta yol bulmaya çalışıyor. Sömürgeci Türk devletinin taleplerine “yasaklı örgütler” argümanını geliştirip PKK'yi bu kategoriye alarak verdi.
Sudani hükümetinin kurulmasını sağlayan, Irak üzerinde siyasi hegemonyası bulunun sömürgeci İran devleti elbette göz ardı edilemeyecek bir bölgesel güç. Türk devletinin hegemonya alanının genişlemesi ve yani ABD-NATO blokunun alan kazanmasını kapsayan planlara destek ve onay vermesi beklenemez.
Sömürgeci Türk devletinin Kalkınma Yolu Projesiyle, en başta Irak için siyasi ve ekonomik olanaklar yaratmış olsa da özellikle kendisi için yeni bir rant alanı yaratmak istemektedir. ABD-AB tarafından, Rusya petrol ve gazına uygulanan ambargo ve Rusya üzerinden geçecek enerji hatları ve ticaret yollarının kullanımı yakın ve orta dönem için devre dışı bırakılmıştır. Bundan dolayı, Ortadoğu petrol ve gazının Avrupa’ya güvenli yollardan taşınması düne göre daha kritik önemdedir. Üstelik ABD-AB emperyalist bloku Türkiye’ye fazla güvenmediği için Türkiye'yi devre dışı bırakan Hint, Ortadoğu (İsrail üzerinden) ve Avrupa rotasını izleyen yeni bir proje geliştirmiş bulunuyor. Bundan dolayı sömürgeci Türk devleti, Kalkınma Yolu Projesine en az Irak kadar sahip çıkmaktadır. Keza, Katar ve BAE de bu projeye ortak olmuştur. Proje, körfez ve onlarla her türlü ticaret yapan ülkeleri de etkileyecek, önemli bir potansiyeli barındırmaktadır.
İkincisi, sömürgeci Türk Devleti projenin geçeceği güzergahı kendi istediği rotada olmasını sağlamıştır. Rojava ile Başûr sınırını neredeyse boydan boya geçerek Şırnak üzerinden yeni bir sınır kapısı açılması planlanmaktadır. Bu, boydan boya otoyol ve tren hattından oluşan, oldukça geniş bir tampon bölge anlamına gelmektedir. Peki, bu hattın güvenliğini kim sağlayacaktır? Tabi ki sömürgeci Türk burjuva devleti. Böylece hem Rojava ve Başûr Kürdistan arasındaki fiziki bağı kopararak tamamen kendi denetimine alacak hem de askeri olarak konumlanmasına projeyle uluslar arası meşruiyet kazandıracak. Rojava’nın sınırlı da olsa Başûr’la ticareti tamamen kesilerek, sömürgeci Türk Devletinin denetimine geçecek. Yine Türkiye'nin Irak’la Başûr’daki tek sınır kapısının işlevi azalacak ve IKYB-KDP Türk Devletinin tehditlerine, isteklerine daha fazla boyun eğmeye zorlanacaktır. Şengal, Maxmur tamamen tecrit edilerek, Irak'ın, Türk Devletinin istekleri doğrultusunda adım atması kolaylaştırılacaktır.
Sömürgeci Türk Devletinin, Başûrê Kürdistan’ında önündeki engellerden birisi de Kürdistan Yurtseverler Birliği’dir (YNK). Keza YNK, şu ana kadar sömürgeci Türk Devletinin politikaları kaşsısında bir pratik izlemektedir. Sömürgeci Türk Devletinin tehditlerine rağmen, PKK’ye karşı bir tavır almadığı gibi ilişkilerini daha fazla geliştirmiş, işgal planlarına açık tutum alarak ulusal direniş saflarında yer almıştır. İşgale karşı yurtsever bir tutum alan YNK, sömürgeci Türk Devletinin hedefi konumundadır. YNK bölgesi Süleymaniye’de, yurtseverlere yönelik suikast saldırıları ve katliamlar MİT-KDP iş birliğiyle sürdürülmektedir. YNK’nin zayıflaması Türk Devletinin olduğu kadar KDP'nin de çıkarınadır.
ABD emperyalistleri, Türk sömürgeciliğinin PKK’yi tasfiye politikasını desteklemektedir. KDP’lileşmemiş, işbirlikçi çizgiye karşı mücadele eden bir PKK’yi ABD kendi çıkarları için tehlikeli görüyor. Faşist saray rejimi, hem Rojava'ya hem MSA’ya kimyasal silahlar dahil her türlü silahı ve kontra savaş tarzını kullanarak saldırırken kuşkusuz emperyalistlerin desteğine güvenmektedir.
Devrimlerimizin Kader Birliği: Birleşik Devrim
Şu sıralar faşist şeflik rejimi, önceden ilan ettiği gibi PKK önderliği ve gerillayı tasfiye etmek ve Rojava devrimini boğmak üzere sürdürdüğü işgalci sömürgeci savaşı limitine vardırmak için mali, askeri, politik ve diplomatik hazırlıklarını kesintisiz sürdürüyor. Türk sömürgeciliğinin hazırlıkları kadar Türkiye ve Kürdistan devriminin ilişkileri, ezen ulus devrimciliğinin görev ve sorumlulukları, PKK’nin tasfiyesi ve Rojava devriminin boğulmasının yol açacağı sonuçlar vb. bu karmaşık tablo içerisinde devrimci görevler ve emekçi sol hareketin reformist kanadının konum ve rolü düşündürüyor, tartışma konusu oluyor.
Türkiye ve Kuzey Kürdistan devrimleri arasındaki ilişkilerin dayandığı nesnellikler, devrimci programın olduğu kadar devrimci strateji ve taktiğin de kalkış noktasını oluşturmaktadır. “Nesnellikler” halklar arası ilişkilerin uzun tarihi içerisinde oluşmuştur. İki ülke, iki ulus gerçeğini, yani bu devrimlerin itici güçleri ve dinamiklerinin farklılığını olduğu kadar, çelik halatlarla birbirine bağlı olduğunun da altını kalınca çizmektedir. Bu “nesnel bağlılık” çok büyük ölçüde kader birliği niteliği kazanmıştır. Bugünkü koşullar altında her şeyden önce iki devrimden birisinin “kendi başına” zaferinin imkansız değilse bile çok zayıf bir olasılık olduğu anlamına gelmektedir. 60’lardan günümüze aşağı yukarı üç çeyrek yüzyıllık dönemin sosyo-ekonomik gelişmeleri, Türkiye’deki iki devrimci yükseliş döneminin olduğu kadar Kürdistan devriminin atılımı ve yarım yüzyıldır süren ulusal özgürlük mücadelesi gerçekliği, keza Rojava devrimi ve tersinden KDP’nin işbirlikçi devrim karşıtı çizgisi de iki devrimin zaferinin birbirine sıkıca bağlı olduğunun sağlamasıdır. “Birleşik devrim” nesnellikler tarafından koşullanmış yapısal ve içsel ilişkiler sistematiğinin kavramsal izdüşümüdür.
Kaldı ki, nesnel bağlılığın kapsamı “ulus devlet” sınırlarını aşan bir çap ve niteliğe sahiptir. Diğerleri olduğu gibi Kuzey Kürdistan devriminin iç dinamikleri ve itici güçleri de Kürdistan’ın diğer parçalarındaki devrimci gelişmelere yüksek düzde duyarlıdır. Kürdistan parçalarının dahil olduğu bütünden gelen devrimci etkilerin parçalara yansıma ve etkimesi bakımından da geçerlidir bu. Yani demek oluyor ki, nesnel bağlılık ilişkilerinin kapsamı bölgesel devrim perspektifinden bakıldığında daha net anlaşılmaktadır.
Marksist Leninist devrimci programın, sorunu koyuşu oldukça açıklayıcıdır:
“Türkiye ve Kürdistan devrimi, bölgesel devrim koşulları içerisinde, Türkiye/Kuzey Kürdistan birleşik devrimi, Kürdistan'ın kendi başına kurtuluşu ve Kürdistan'ın diğer üç parçasının İran, Suriye ve Irak devrimlerine bağlı birleşik devrimler biçiminde gelişimi olasılıkları taşır.
Komünist hareket, bu devrimci gelişim olasılıklarının bütününü gözeterek mücadele eder. Bu gelişimi Ortadoğu bölge devriminin parçası olarak görür.
Ortadoğu, Balkanlar ve Kafkasya'da bölgesel demokratik ya da sosyalist federasyonlar kurulması için çalışır.”
Emekçi sol hareketin büyük bir bölümü ve hatta bazı devrimci yapılar Türkiye ve Kuzey Kürdistan/ Kürdistan devrimlerinin nesnelliklerini kavramaktan çok uzaktırlar. Fakat bu hakikaten bir “kavrayış” sorunu mudur? Evet, iki ülke iki ulus “gerçekliği” kabul ediliyor görünmektedir. Bu söylemde kabul, söz konusu akımların siyasal pratikleri ile karşılaştırıldığında, ortaya “mış” gibi bir kabul ve kavrayış garabeti çıkmaktadır. İki ülke iki ulus gerçeği söylemde kabul edilmekte fakat özellikle de güncel taktikler ve mücadele planlarında karşılıksız kalmaktadır. Haksızlık yapmamak için seçimler gibi Kürt ulusal hareketinin politik etki gücünden yarar sağlayacakları anları saklı tutma kaydını buraya düşelim.
Demek ki “kavrayış” sorunu gerçekte farklı bir kavrayışa denk düşmektedir. Emekçi solun reformist cenahını oluşturan yapıların günlük siyasi eylem ve etkinlikleri temel alındığında iki ülke iki ulus gerçekliği içerisinde sömürge ulusun (ve ülkenin tabi) ihmal edilebilir görüldüğü ve “ihmal” edildiği hakikatine ulaşılmaktadır. İki ülke iki ulus gerçekliğinin ihmal edilebilirliğinin bir nevi sindirilip içselleştirilmiş olması devrimcilik bir yana tutarlı demokrat bir kavrayış düzeyinin bile sürdürülmemesi, korunamaması demektir. Sosyal şoven duygu ve düşünceler, tutarlı demokratlığı tahrip etmekte ve imkansızlaştırmaktadır.
“Mış” gibi kavrayış, emekçi sol hareketin reformist cenahında yalnızca Kürt ulusal sorunu bağlamında karşılaşılan temel bir gerçeklik değil. Benzer bir durumu yürürlükteki siyasi rejimin analizi ve tanımlanmasında da görüyoruz. Emekçi sol hareketin reformist kanadında yer alan yapıların TKP’den EMEP’e, TİP’den SYKP’ye hemen hepsi yürürlükteki rejimi-devlet biçimini faşist tanımlıyor ve değerlendiriyor “muş” gibi yapıyorlar ama politik çalışmalarını ve örgütlenmelerini, siyasi taktiklerini adeta burjuva demokrasisi varmış gibi yürütüyorlar!..
Siyasal mücadele tarihi, siyasi parti ve örgütlerin siyasi sınıf niteliğinin kritik anlarda takındıkları tutumlarda kesin bir netlikle açığa çıktığını göstermekte ve öğretmektedir. Örneğin reformistlerin Efrin ve Serekaniye işgallerini seyretmeleri ya da Türk sömürgeciliğinin gerillaya karşı kimyasal silahlar ve yasaklanmış patlayıcılar kullanılması karşısında sinik sessizliklerinde Kürdistan devrimi için kendi burjuvazisi ile çatışmayı, en küçük bedel ödemeyi göze alamayan siyasi pratiklerinde ayan beyan görülüyor. Emekçi sol hareketi zehirleyen sosyal şovenizm, Türk inkarcı sömürgeciliğine başarısının dolaylı yedeği olarak büyük bir katkı sunmaktadır.
Birleşik Devrimin Zaferi İçin
Faşist şef ve aveneleri, PKK önderliği ve gerillanın işini bitirmeyi planladıklarını 2024’de bunu gerçekleştireceklerini bir çok kez belirttiler. Ellerinden gelse bunu şimdiye kadar bir dakika beklemeden yaparlardı, o ayrı. Yukarıda açıkladığımız gibi politik, askeri ve diplomatik hazırlıklarının, amaç ve niyetlerinin PKK önderliği ve gerillayı tasfiye etme, Rojava devrimini boğma hedefine yöneldiği kesindir.
PKK, Türk sömürgeciliğine karşı savaşmaktadır. Bunun Türkiye işçi sınıfı ve ezilenleri bakımından sınıfsal ve siyasi anlamı nedir? Hadi işçi sendikalarını onlara hakim olan sendika ağalığı ve bürokrasisi nedeniyle bunun sınıfsal anlamını kavrayamıyor, açıklayamıyor sayalım ve bir kenara koyalım. Diğer yandan Türkiye işçi sınıfı ve ezilenleri adına mücadele etmek, veya onların mücadelesine önderlik etmek iddiası ile var olan, kendilerini sosyalist, marksist, devrimci vb. gören reformist parti ve örgütler, PKK’nin Türk sömürgeciliğine karşı mücadele etmesinin Türkiye işçi sınıfı ve ezilenleri bakımından ne anlama geldiği üzerinde durmuyor olmaları nasıl bir yaklaşımdır, nasıl bir sınıfsal siyasal tutumdur? Türkiye işçi sınıfı ve ezilenlerinin büyük bölümü, şovenizmin, sosyal şovenizmin etkisi altında olduğu içindir ki, bu soru Türkiye işçi sınıfı ve ezilenleri için yaşamsaldır.
Türkiye işçi sınıfı, kendisini sömüren ve ezen Türk burjuvazisi ile uzlaşmaz karşıtlık içerisindedir. En basit ücret artışları için, iş ve yaşam koşullarını iyileştirmek için, sendikal örgütlenme girişimleri vb. karşısında hemen ve derhal sermaye sınıfının üyesi tek tek patronları, onların sınıf örgütlerini ya da kapitalist sınıfın egemenlik aracı ve kolektif kapitalist burjuva devleti buluyor. Grevlerini faşist saray rejimi yasaklıyor, direnişlerine faşist rejimin polisi, jandarması, yandaş medyası saldırıyor vb. PKK, Türkiye işçi sınıfını sömüren, işçi sınıfı ve ezilen toplum kesimlerini faşist zulümle baskı ve kontrol altında tutan egemen işbirlikçi tekelci Türk burjuvazisine karşı savaşmaktadır. Bu, sömürgeciliğe karşı haklı ve devrimci bir savaştır. Kuşkusuz kendilerini sömüren ezen hakim işbirlikçi tekelci burjuvaziye karşı sınıf mücadelesinde Türkiye işçi sınıfı ve ezilenlerine sunulan muazzam bir destektir. Türkiye işçi sınıfı varoluş tarihi boyunca hiç bir zaman burjuvaziye karşı mücadelesinde böyle güvenilir bir devrimci müttefike sahip olmamıştır. Peki, bizim bildiğimiz bu yakıcı sınıfsal gerçekleri emekçi sol hareketimizin reformist cenahında yer alan “PKK ile devlet arasındaki savaşı” genellikle seyreden, kaydeden bazen de “kaygılarını” dile getiren, fazla sıkıştığında yarım ağızla savaşa karşı açıklamalarla, kimi basın açıklamalarına iştirak ederek vb. durumu savuşturan yapılar bilmiyorlar mı?
Hayır, burada söz konusu olan bir “bilme”, “kavrama” sorunu değildir! Bu, her şeyden önce sınıfsal bir sorundur, kendi burjuvazisi ile karşı karşıya gelmekten kaçınma, kendi burjuvazisinden kopamama durumudur. Tamlık bakımından gerçeğe uygun düşen bir tanım yapmak gerekirse; kardeş bir halkın aleyhinde kendi burjuvazisini destekleme tavrıdır. Savaş, ilk bakışta kuşkusuz Kürt halkı ile Türk sömürgeciliği, Türk burjuva devleti arasındadır. Bir an için gerçekleri çarpıtarak iddia ettikleri gibi bunu PKK ile Türk burjuva devleti arasında süren bir savaş gibi kabul ettiğimiz durumda bile seyircilik, kaydedicilik, sözde tarafsızlık güçlünün yanında yani NATO üyesi, NATO’nun desteğine sahip Türk burjuva devletinin, egemen işbirlikçi tekelci burjuvazisinin yanında saf tutmaktır. Beyaz kibirle PKK’nin antiemperyalizmi beğenilmiyor ama sömürgeci Türk burjuvazisini desteklemekle yapılan nedir!
Sorun ideolojiktir, Türkiye işçi sınıfı ve ezilenleri temsil etme iddiasında olacaksınız ve PKK’nin Türk burjuva devletine, sömürgeci işbirlikçi tekelci burjuvaziye karşı yürüttüğü savaşın gerçeklerini Türkiye işçi sınıfı ve ezilenlerine açıklamayacaksınız, faşist rejimin “bölücü terörle” mücadele yalanını teşhir etmeyi önemli bir politik sorun ve görev saymayacaksınız! Kürt halkının ulusal özgürlük mücadelesi yürüttüğünü yüksek sesle söylemekten imtina edeceksiniz! Sömürge, ezilen bir halkın özsavunmasını terör diye yaftalayıp tavır alacaksınız! Nereden baksak en iyi durumda burjuvazinizin dolaylı yedeği konumunu sürdürmeye devam ediyorsunuz, bunun enternasyonalizm değil sosyal şovenizm olduğunu şovenizmle, ezen ulus milliyetçiliği ile zehirlenmemiş her devrimci bilir!
Eğer Kürt halkının ulusal özgürlük mücadelesi Türkiye işçi sınıfı ve ezilenlerin sınıf düşmanı işbirlikçi tekelci burjuvaziye, onun mevcut iktidar biçimi faşist saray rejimine yöneldiği doğru ise diğer olasılıkların yanı sıra devrimin zaferi Türkiye işçi sınıfı ve ezilenlerinin harekete geçmesine bağlı ise bu söz götürmez biçimde devrimimizin birleşik karakterini vurgular. Ve Türkiye ve Kuzey Kürdistan/Kürdistan devriminin birleşik karakteri devrimci görevlerin doğru kavranması bakımından hayati önemdedir.
Devrimimizin “birleşik karakteri” Türkiye işçi sınıfı ve ezilenleri adına veya onların siyasi önderliği, keza devrimcilik, sosyalizm, marksizm vb iddiasıyla var olan siyasi yapılar tarafından anlaşılmayınca, kavranmayınca, iki devrimin birbirine kopmazcasına bağlı olduğu gerçeği dışlanıp her birinin kendi kendisine yeterli olduğu gibi bir ulusal dar görüşlülüğe yuvarlanınca ortaya çıkan gerçeklik Kürdistan devrimine ve bölge devrimine yabancılaşma, ezen ulus devrimciliği, sosyalistliği adına da sosyal şovenizm oluyor. Özetle, Medya Savunma Alanlarında üstlenmiş bulunan PKK önderliği ve gerillaya keza Rojava devrimine karşı yabancılaşma durup dururken oluşmuş değil. Böylesine derin ideolojik, teorik kökleri olan bir gerçeklik.
PKK önderliği ve gerillanın tasfiyesi, Rojava devriminin boğulması, birleşik Türkiye ve Kürdistan devriminin yenilgisinden başka bir anlama gelmez. Ulusal dar görüşlülerin dikkatine sunalım ki, bu, “Türkiye devriminin yenilgisi” demektir. Türkiye işçi sınıfı bütün varoluş tarihi boyunca bir kez sahip olduğu güvenilir ve güçlü, ancak onunla ittifak yaparak faşist saray rejimini yıkabileceği dostunu, müttefikini kaybetmiş olacaktır. Hepsi o kadar da değil, günümüzde KDP’nin oynadığı rolü biraz düşünmek aydınlatıcı olabilir. Birleşik devrimimizin Medya Savunma Alanları ve Rojava’da yenilgiye uğratılması demek, bölgede, Türkiye’de diğer gerici karşı devrimci gelişmelerin tetiklenmesi bir yana her şeyden önce Kuzey Kürdistan’da ulusal sorunun sömürgecilikle işbirliği içerisindeki işbirlikçi milliyetçiliğe, büyük olasılıkla da Hizbulkontra tarzı politik islamcı işbirlikçi milliyetçiliğe teslim edilmesi demektir. Bu, sömürgeci Türk burjuvazisinin ve saray rejiminin devrime karşı muazzam bir gerici, karşı devrimci yedek kazanmasından başka bir anlama gelmez. Yalnızca 2023 seçimlerinde AKP-Hizbulkontra ve YRP’nin ittifakının harcının kadın ve LGBTİ+ düşmanlığı olduğu gerçeği bile yenilginin nasıl bir siyasal ve toplumsal gericiliği harekete geçirebileceği tahmin edilebilir, öngörülebilir. Sosyal şovenizmin alıklaştırmadığı herkes işbirlikçi sermaye oligarşisi ve devletinin Türkiye’deki devrimci gelişmeyi ezmek için bu gerici hazır yedekten her zaman yararlanacaktır.
PKK önderliği ve gerillayı tasfiye eden, Rojava devrimini boğan Türk faşist sömürgeciliğinin özgüveninin tavan yapacağını, bölge halklarının başına tam bir bela kesileceğini, içeride faşist saldırganlığı ve dinsel gericiliği görülmemiş şekilde tırmandıracağını, ilerici devrimci güçler şurada kalsın burjuva muhalefeti bile tasfiyeye yöneleceğini öngörmemek için politik bakımdan alık olmak gerekir.
Türk sömürgeciliği, Kürdistan özgürlük gerillası ve Rojava devrimini tasfiye etmek için tüm imkan ve ilişkilerini kullanarak hazırlıklarını ilerletirken emekçi sol hareketimiz bahse konu olanın aynı zamanda kendi varoluşsal hikayesi olduğunun çok da farkında görünmüyor. İnanılır gibi değil ama Medya Savunma Alanlarında süren savaş ve direnişle, keza Rojava devrimiyle çok dışsal ilişkileniliyor. Neredeyse gerillanın Medya Savunma Alanlarında yürüttüğü devrimci savaş ve ‘Rojava’dan bize ne, biz kendi işimize bakalım’ şeklinde tarif edilecek bir aymazlık kol geziyor. Bu sosyal şoven bataklıkla hesaplaşmanın Türkiye ve Kuzey Kürdistan devriminin zaferine değin süreceği, sosyal şovenizme karşı mücadelenin faşizme karşı mücadeleyle birlikte yürütülmesi zorunluluğuna işaret ediyor.
Sosyalist, marksist, komünist ve hatta devrimci söylemli bu sinik aymazlığın derin kökleri temel itici güçlerinden birisinin sosyal şovenizm olduğu, tasfiyeci reformist dönüşüm süreçlerinde bulunabilir. Emekçi sol hareket saflarındaki sosyal şoven reformist siyasi yapıların hemen hepsinin geçmişinin devrimciliğe çıkması ve tasfiyeci dönüşüm süreçlerinden geçerek bugünlere gelmiş olmaları oldukça anlamlıdır. Sosyal şovenizm bir başka yere değil burjuvaziyle işbirliğine açılan bataklık yoldur. Devrimden uzaklaşma ve vazgeçiş, hatta devrimden kaçıştır. Örneğin Kautsky’nin başında bulunduğu Alman Sosyal Demokrat Partisi ve II. Enternasyonalin sosyal demokrat partilerinin çoğunluğunun kendi burjuvalarının yanında saf tuttuğuna tarih tanıktır. Enternasyonalizm devrimciliği, devrimcilik de enternasyonalimi koşullandırır, besler, birisinde meydana gelen arıza, zaaf diğerini de zehirler, enternasyonalizmle devrimcilik ayrılmaz bir bütündür. Marksist leninist komünistler, daha 90’ların ortasında devrimci harekete “devrimi anlayamayan devrimcilik” eleştirisi yöneltmişti. Geride kalan çeyrek yüzyıllık dönemde, “devrimi anlamayan devrimciliğin” ya kafasını sağa sola vura vura birleşik devrimi anlamaya yöneldiğine ya da gitgide daha yüksek dozlarda sosyal şoven zehirlenmeye uğrayarak devrimden, devrimcilikten uzaklaştığına tasfiyeci, reformist bir dönüşüme uğradığına tanık olduk.
Faşizm, devrimimizi yenilgiye uğratmak üzere sömürgeci savaşı limitine vardırmaya yöneldiğine ve bunun askeri, politik ve diplomatik hazırlıklarını yaptığına göre devrimciler de bütün güçleri ile Türkiye cephesindeki mücadeleyi yükseltmek, birleşik devrimin zaferi için tüm güç ve imkanlarını seferber etmekte bir an tereddüt etmemelidirler. Devrimci güçlere düşen ellerindeki imkanlara uygun düşen bütün araç ve yöntemlerle faşizme karşı birleşik mücadelenin yaygınlaştırılması, geliştirilip yükseltilmesidir. Kitle bilinci ve psikolojisi, keza öncü güçlerin moral ve motivasyonu bakımından durum değişmektedir, faşist saray rejimine karşı mücadelenin yaygınlaştırılması ve geliştirilmesi için koşullar bugün dünden daha olumludur.
Değişen koşulların hakkını vermek bir yandan devrimci örgütlenme, siyasal ataklık ve yaratıcılık sorunuyken diğer yandan da emekçi sol hareketin en geniş safları arasında sosyal şovenizme karşı mücadelenin geliştirilmesi, reformist partilere yedeklenen devrimcilerin sosyal şovenizmle saflaşmasını sağlayacak bir ideolojik ve politik mücadeleyi geliştirme sorunudur.