“Mücadelemiz son suçlunun tüm ulusların mahkemesi önünde mahkum edilmesine kadar sürecek. Nazizmin ve onun köklerinin nihai olarak yok edilmesi şiarımızdır. Yeni bir barış ve özgürlük dünyası inşa etmek idealimizdir.” Buchenwald toplama kampında hayatta kalan tutsakların ölenler için 19 Nisan 1945 günü düzenledikleri anma töreninde okunan "Buchenwald Yemini"
8 Mayıs 1945'te dünya Hitler faşizminden kurtuldu. Kızıl Ordu'nun Berlin'e ulaşması faşizme ölümcül darbeyi indirdi. 8 Mayıs’ı 9 Mayıs’a bağlayan gece Nazi Almanyası'nın şartsız teslimiyeti imzalamasıyla birlikte, İkinci Emperyalist Paylaşım Savaşı'ndaki yenilgisi de kesinleşmiş oldu. 8-9 Mayıs faşizme karşı zafer günü olarak tarihe geçti.
Büyük zaferin üzerinden çok geçmeden, ABD liderliğindeki Batılı emperyalist devletler Sovyetler Birliği’ne karşı “Soğuk Savaş”ı başlattılar. İkinci Dünya Savaşı’nda faşizmin yenilgiye uğratılmasında Sovyetler Birliği’nin oynadığı belirleyici rolü karartmak, dünya halklarının sempati halesiyle çevrelenen Stalin ile dünya halklarının sonsuz lanetini toplayan Hitler’i eşitlemek için ellerinden geleni yapmaya koyuldular. 8-9 Mayıs tarihini dünya işçilerinin ve ezilenlerinin antifaşist belleğinden silmek, emperyalist kapitalizmin sahte “hür dünya” propagandasına eklemlemek amacıyla sınır tanımaz bir demagojiye, tarih çarpıtıcılığına ve yalan bombardımanına giriştiler. Hükümetinden medyasına, üniversitesinden müzesine kadar emperyalizmin yalan kusan aygıtları bu aşağılık düzenbazlığı günümüze değin sürdürdüler.
Oysa Hitler Almanyası’na karşı saflaşmış olan emperyalist devletler savaşın başlangıcında Sovyetler Birliği’yle ittifak yapmaktan kaçınmış, faşist Alman ordularının saldırısıyla Sovyetler Birliği’nin yıkılacağını ummuş, Sovyetler Birliği’yle ittifak yaptıktan sonra Avrupa’da Sovyet cephesinin yanı sıra ikinci bir cephe açmakta uzun süre ayak sürümüş, nihayetinde Berlin’i kim önce düşürecek diye Kızıl Ordu’yla yarışa tutuşmuşlardı. Bu yüzden 1945’te faşizme karşı büyük zaferin onuru bunun en ağır bedellerini göğüsleyenlerin, yani Sovyet halkları ve Kızıl Ordu'nun, Fransa'dan Arnavutluk'a, İtalya'dan Yugoslavya'ya ve Yunanistan'a kadar partizanların, Almanya içindeki ve dışındaki direnişçilerin, faşizmin en gaddar biçimlerdeki zulmüne uğrayan emekçi insanlığın hanesine yazıldı. Emperyalistler için dünyasal bir paylaşım savaşı niteliğinde olan İkinci Dünya Savaşı, halklar için dünyasal bir antifaşist kurtuluş savaşıydı. 8-9 Mayıs tarihiyle simgelenen büyük antifaşist zaferin asıl sahibi de dünya halkları ve onların en önünde kahramanca savaşmış olan Kızıl Ordu’ydu.
8-9 Mayıs tarihini dünya burjuvazisinin tarihsel tahrifat pençelerinden çekip almak, devrimci ideolojik mücadelenin ve güncel antifaşist eylemin bir konusu kılmak, faşizme karşı mücadelede emekçilerin ve ezilenlerin onur ve özgürlük bayrağı olarak dalgalandırmak bugün de öneminden hiçbir şey kaybetmiş değil.
Halkların Düşmanı Alman Faşizmi
Faşizm, insanlık tarihinde çığır açan 1917 Ekim Devrimi'ni takip eden yıllarda çeşitli Avrupa ülkelerinde siyasi bir hareket olarak doğmuştur. Rusya'daki devrim, Birinci Emperyalist Paylaşım Savaşı'nın sona ermesi ve başta Almanya, İtalya ve Macaristan'da olmak üzere devrim girişimlerinin meydana gelmesi faşizmin emperyalizm çağında önde gelen emperyalist ülkelerden sömürgelere kadar pek çok burjuva devlette ortaya çıkmasını belirleyen tarihsel etkenlerdi. Faşizm komünizme ve proleter devrime karşı antagonistik bir hareket olarak gelişti. Avrupa'daki merkezleri İtalya ve Almanya olan faşizm, dünya komünist hareketi için de yeni bir siyasi ve toplumsal olguyu temsil etti ve Avrupa'daki sınıf mücadelelerinin seyrine yön verdi.
Mussolini'nin İtalya'da iktidara gelmesinden bir yıl sonra, Haziran 1923'te, Clara Zektin Komünist Enternasyonal Yürütme Komitesi'ne faşizm üzerine bir rapor sunmuş ve onu "şu anda dünya burjuvazisinin karşı saldırısının en güçlü, en yoğun, klasik ifadesi" ve "proletaryanın Rusya'da başlatılan devrimi devam ettirmemesi ve ilerletmemesi nedeniyle bir ceza" olarak tanımlamıştır. Zetkin, sahte devrimci programlarla geniş kitleleri kendine çekebilen faşizmin etkisini ilk analiz edenlerden biriydi ve onu "siyasi yurdu olmayanlar, sosyal olarak kökünden koparılmışlar, geçim kaynağı olmayanlar ve hayal kırıklığına uğramışlar için bir sığınak" olarak tanımladı.
Sermayenin hizmetindeki antikomünist örgütler daha önce de vardı, ancak faşizm niteliksel olarak yeni bir gelişmeydi. Bir hareket olarak ayırt edici özelliği, mevcut düzeni komünistlere karşı savunmak istemesi değildi. Aksine, "devrim" ve hatta "sosyalizm" terimini kullanarak yer yer "antikapitalizm" propagandası yapıyordu. Ancak bunu, efendi ırkı, diğer halkların boyunduruk altına alınmasını, ırkçılığı, ataerkilliği ve şiddeti yücelterek, radikal milliyetçi ve emperyalist amaçlarla gerçekleştiriyordu.
Almanya'daki faşist hareket, Birinci Emperyalist Paylaşım Savaşı'ndan ve 1918-19 Kasım Devrimi'nin bastırılmasından sonra ortaya çıktı. Özellikle Birinci Dünya Savaşı’nda en çok kaybeden Alman sermaye kesimleri gerici ağların kurulması, faşist ideolojinin yayılması, sağ partiler kurma girişimi ve paramiliter birliklerin oluşturulmasını destekledi ve ilerletti. Bu kesimlerin başında, Kaiserreich döneminde Junkertum ile yakın ittifak içinde olan ve o dönemde devlet aygıtında en büyük etkiye sahip olan Batı Alman ağır sanayisi (kömür ve çelik) geliyordu. Weimar Cumhuriyeti'ne geçişle birlikte burjuvazinin bu kanadı, cumhuriyetin ilk günlerinde iktidardaki sosyal demokrat ve burjuva liberal partilerle daha yakın ilişkiler sürdüren kimya ve elektrik endüstrisi tekellerine karşı nüfuzunu kaybetti. Cumhuriyetin en başından itibaren bu çıkarlar, ağır sanayi, hurdacılar ve eski devlet ve askeri elitlerden oluşan bir ittifakın cumhuriyeti yıkma, yerine gerici bir diktatörlük kurma ve Birinci Dünya Savaşı’nın sonuçlarını tersine çevirmek için mümkün olan en kısa sürede yeni bir savaş başlatma çabalarına yol açtı. Ancak bu, burjuvazi içindeki sadece taktiksel bir çelişkiydi. Çok daha önemlisi, bütün sermaye kesimlerinin ve siyasi güçlerinin proleter devrimin bastırılmasında ve Almanya'nın emperyalist bir süper güç olarak yeniden ortaya çıkmasındaki ortak çıkarıydı.
Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi (NSDAP) Ocak 1919'da "Alman İşçi Partisi" adı altında Münih'te küçük bir milliyetçi örgüt olarak kuruldu. Reichswehr gizli servisi için muhbirlik yapan Adolf Hitler kısa sürede NSDAP'nin başına geçerek onu birkaç yıl içinde kitlesel bir partiye dönüştürdü. Hitler sanayiciler, bankacılar, gizli servis ajanları ve subaylardan oluşan güçlü ağlar tarafından destekleniyordu. Hükümetin Hitler'e teslim edilmesindeki temel etken, Alman tekelci sermayesinin belirleyici kesimlerinin, Almanya'nın emperyalist bir güç olarak tekrar dirilişini yeni bir stratejik zemine oturtan bir siyasi program üzerinde anlaşmasıydı.
Dolayısıyla faşizm, tekelci burjuvazinin en radikal karşıdevrimci dayanağı olarak tanımlanabilir. Tarihteki en barbar faşist diktatörlüğün 1933'ten itibaren Almanya'da kurulmuş olması tesadüf değildi. Almanya, Friedrich Nietzsche ve Houston Stewart Chamberlain gibi temsilcileriyle 19. yüzyılın sonundan beri dünya gericiliğinin ideolojik merkezi olmakla kalmamıştı, aynı zamanda faşizmin üzerine inşa edilebileceği otokratik devlet geleneklerine de sahipti. Alman burjuvazisi halk arasında "völkisch" (milliyetçi), ırkçı ve sosyal-darwinist doktrinleri sistematik olarak yayarak faşizmin ideolojik üreme zeminini hazırlamıştı.
Alman faşizmi tüm direnişlere karşı bir efendi ırk dünya görüşünü acımasız bir şekilde uygulamak için milyonları seferber etti. Kitle tabanı öncelikle küçük burjuvaziydi ama işçi sınıfının katmanlarına da nüfuz etti. Emperyalist sistemin kaybedenlerinin büyük bir kısmını emperyalizm için mücadeleye kazandı. Hitler faşizmi, ataerkilliğin ve kapitalizmin toplumsal hiyerarşilerinin oluşturduğu otoriter, baskıcı, korku dolu ve aynı zamanda sadist karakter yapılarının iç çelişkileriyle dolu toplumun yıkıcı potansiyelini karşıdevrim doğrultusunda açığa çıkardı. Bunu yaparken, burjuva devletlerinin o zamana kadar bilinen sınırlarını radikal bir şekilde parçaladı.
Hitler, Mart 1933'te Etkinleştirme Yasası'nın kabulü vesilesiyle Reichstag'da yaptığı konuşmada, hükümetinin komünizmi yok etme hedefini çok açık bir şekilde ortaya koydu. NSDAP'nin paramiliter savaş örgütü Sturmabteilung (SA) ve polisin yardımıyla örgütlü işçi hareketi çok kısa sürede ezildi. Heinrich Himmler yönetimindeki faşist Schutzstaffel (SS) ise emperyalist devlet aygıtının ırkçı ideolojiye dayalı bir nüfus politikasının mızrak ucunu temsil ediyordu. Devlet "Führer ve Reich Şansölyesi" Hitler'e bağlanarak örgütlendi. Büyük bir imparatorluk olarak Almanya, köle işgücüne ve hammaddelere erişim elde edecekti. Faşist "Doğu'da yaşam alanı" ideolojisiyle Doğu'da bir yağma ve imha kampanyası başlatıldı. Bunu, başta Avrupa Yahudilerinin yok edilmesi (Holokost) olmak üzere "aşağı ırkların" ortadan kaldırılması ve Auschwitz ve Treblinka gaz odalarında komünistlerin ve diğer sosyal, ulusal ve siyasal grupların katledilmesi izledi. Auschwitz'deki gazlamaların ilk kurbanları Sovyet savaş esirleri oldu. Slav halklarının katledilmesi, Porajmos (Romanların soykırımı), engellilerin, eşcinsellerin ve "asosyallerin" sistematik olarak katledilmesi de buna eklendi. Halkların ve nüfus gruplarının yok edilmesi Nazilerin egemenlik programı haline geldi.
Faşizmi Kim Yendi?
Hitler rejimi altında, Alman tekelci sermayesinin en saldırgan şekilde savaşa hazırlanma planı, katı bir devlet komuta ekonomisinin uygulamaya konulmasıyla sistematik olarak hayata geçirildi. Hitler faşizminin yeniden silahlanma programı, barış zamanında kapitalist bir devlet tarafından üstlenilen ekonomik kaynakların en büyük yeniden tahsisini getirdi. 1933 ve 1935 yılları arasında askeri harcamaların milli gelir içindeki payı yüzde 1'den yüzde 10'a yükseldi ve bu harcamalar esas olarak işçi sınıfının ve nüfusun diğer emekçi kesimlerinin maddi yaşam koşullarının baskılanmasıyla finanse edildi. 1933'ten 1939'a kadar Alman ordusundaki asker sayısı neredeyse otuz kat artarak 2,75 milyona ulaştı. Alman faşizmi, halkların tamamen boyunduruk altına alınması ve köleleştirilmesi, "bin yıllık bir imparatorluk" ve büyük bir savaşa girişme hedeflerini en başından itibaren çok açık bir şekilde ortaya koydu.
Hitler Almanyası 1938'de Avusturya'yı, Mart 1939'da Çek Cumhuriyeti'ni ilhak etti ve Eylül'de Polonya'yı işgal ederek İkinci Dünya Savaşı’nı resmen başlattı. Alman sermayesi için savaş, büyük karlar, yeni hammadde kaynaklarının ile ekonomik alanların ele geçirilmesi ve toplama kamplarında köle emeğine erişim anlamına geliyordu. Örneğin IG Farben (bugün Bayer, BASF ve diğerleri) Auschwitz'de sentetik kauçuk üretimi için bir fabrika kurdu.
1940'ta Belçika, Hollanda ve Fransa'nın işgalini 22 Haziran 1941'de Sovyetler Birliği'ne geniş çaplı işgal saldırısı izledi ve Sovyetler Birliği buna Büyük Yurtseverlik Savaşı ile karşılık verdi.
Stalin 3 Temmuz 1941'de yaptığı bir radyo konuşmasında halkları bu savaşa hazırladı:
"Bu savaş aynı zamanda bütün Sovyet halkının Alman faşist ordularına karşı yürüttüğü büyük bir savaştır. Faşist zalimlere karşı bütün halk tarafından yürütülen Anayurt savaşının amacı, yalnız ülkemizin karşısına dikilen tehlikeyi ortadan kaldırmak değil, Alman faşizminin boyunduruğu altında inleyen bütün Avrupa halklarına da yardımdır. Bu kurtuluş savaşında biz tek başımıza kalmayacağız."
1942 yılına gelindiğinde Hitler faşistleri yıldırım savaşlarıyla arkalarında yıkım, dehşet ve imha izleri bırakarak Avrupa ve Kuzey Afrika'nın büyük bölümünü ele geçirmiş ve Moskova önlerine kadar ilerlemişti. Ancak Kızıl Ordu geniş çaplı bir seferberlikle faşistleri 1941'de Moskova'da ve 1942'de Stalingrad'da püskürtmeyi başardı. Moskova'da, zafere alışkın Wehrmacht ilk kez ağır bir darbe aldı ve yenilmezlik efsanesi sarsıldı. Hitler'in askeri yenilgisi, Sovyetler Birliği'nin 1943'te Stalingrad'da kazandığı zaferle müjdelendi.
Kızıl Ordu sınırsız fedakarlıklarla savaştı. Norveç'ten Balkanlar'a, Sovyetler Birliği'nden Fransa'ya kadar işgal altındaki tüm ülkelerde Alman faşistleri partizan savaşçıların silahlı direnişiyle karşılaştı. Kadınlar faşizme karşı silahlandılar, yeraltında büyük riskler aldılar ve tüm cephelerde direndiler. Sosyalizmin ülkesinde kadınlar büyük antifaşist savaşa kitlesel düzeyde gönüllü olmuş ve erkek yoldaşlarıyla eşit tutulmuşlardı. Sovyetler Birliği İkinci Dünya Savaşı’nda cepheye kadın gönderen tek ülkeydi.
Wehrmacht'ın gerileyip çökmesi Almanya'nın kayıtsız şartsız teslim olduğu 8 Mayıs 1945'e kadar sürecekti. Hitler ondan sekiz gün önce Berlin'deki sığınağında intihar etti. Geri çekilme sırasında Hitler faşistleri "yakılmış toprak politikası" izleyerek köyleri, tarlaları ve makineleri tahrip ettiler. Kızıl Ordu'ya karşı Berlin savaşı sırasında özellikle fanatik SS birlikleri şiddetli bir direniş gösterdi ve savaşın son günlerinde bu yaklaşık 78.000 Kızıl Ordu askerinin ölümüne neden oldu.
Faşizme karşı mücadelenin gerektirdiği fedakarlıklar ölçülemeyecek kadar büyüktü. Örneğin Almanya Komünist Partisi (KPD), en katı yasadışılık koşulları altında, Almanya’da tutarlı temel antifaşist güç olarak mücadelesine devam etti. KPD, 1933'teki son seçimler sırasında yaklaşan büyük paylaşım savaşına işaret ederek "Hitler'e oy veren, savaşa oy verir" dedi ve faşizme karşı birleşik cephe oluşturmaya çalıştı. Burjuva demokrasisinin tamamen ortadan kaldırılmasının ardından, üyeleri en korkunç zulümleri, hapishaneleri, toplama kamplarını ve ölümü göze aldılar. Bu bile tek başına olağanüstü bir cesaret göstergesiydi. Tüm bu direnişçilerin 8 Mayıs zaferinde emekleri geçti ve Kızıl Ordu'ya büyük destek sağladı. Hitler'in iktidara gelmesinin bedelini idam mangalarının karşısında ya da toplama ve imha kamplarında on binlerce insanın ölümüyle ödediler. Sonuçta Almanya'daki komünistler Hitler faşizmini içeriden devirmeyi başaramadılar. Bunun için Sovyetler Birliği'nin Almanya'nın emperyalist rakipleriyle geçici bir ittifaka girdiği uluslararası bir işbirliği gerekti.
Bugün Batılı emperyalist güçler Hitler Almanyası’na karşı zaferi kendi hanelerine yazıp Sovyetler Birliği'nin rolünü olabildiğince zayıflatsalar bile, Hitler'e karşı ittifaka çok geç bir aşamada girmişlerdi. Nihayet 1941'de ABD de İkinci Dünya Savaşı'na dahil oldu. Uzun müzakereler ve hazırlıkların ardından, Batılı emperyalistler ancak Haziran 1944'te Alman işgali altındaki Normandiya'ya girdi ve böylece faşizmin yenilgisine katkıda bulundu. Bu aynı zamanda Avrupa’da ikinci bir cephenin kurulmasına yönelik kitlesel talebin de bir sonucuydu. Hitler karşıtı koalisyonda yer alan yaklaşık 55 devlet, dünyanın en modern askeri mekanizmasına sahip Almanya, İtalya ve Asya kıtasında saldırgan yayılmacı hedefler güden Japonya'nın başını çektiği on Mihver gücüne karşı savaştı.
Sovyetler Birliği'nin savaş başlamadan önce Nazilere karşı ortak hareket etme teklifleri, Batılı emperyalist güçler tarafından önce ret ile karşılandı. Bu ret "Hitler-Stalin Paktı" olarak adlandırılan anlaşmayı koşulladı. Burjuva tarihçiler bunu sosyalist Sovyetler Birliği ile faşist Almanya arasında bir ittifak olarak yorumlamaya çalıştılar, hatta çoğu zaman bunu savaşın tetikleyicisi olarak sundular. Ancak sonuçta bu anlaşma, Sovyetler Birliği'ne İngiltere, ABD ya da Fransa'nın desteğinin belirsiz olduğu kaçınılmaz bir savaşa hazırlanmak için zaman tanıyan bir saldırmazlık paktıydı. Bu hazırlık süresi olmasaydı zafer mümkün olmayabilirdi. Yurttaşlarının canları pahasına gerçekleştirdikleri destansı direnişlerin bir sonucu da, Sovyetleri Birliği’nin savaşta en çok kayıp veren ülke haline gelmesiydi. Sosyalist Sovyetler Birliği Stalingrad savunması ya da 900 gün süren ve 1 milyona yakın insanın öldüğü Leningrad kuşatması gibi zorlu savaşlara göğüs germek zorunda kaldı. Stalingrad ve Leningrad, Sovyetler Birliği'nin direnme iradesinin sembollerine dönüştü.
2 Mayıs 1945'te bir Sovyet askeri Reichstag'ın üzerinde orak çekiçli kızıl bayrağı kameralar için bir kez daha göndere çekti. Hitler faşizminin kayıtsız şartsız teslim olması, 7 Mayıs 1945'te önce Fransa'nın Reims kentinde, Müttefik Sefer Kuvvetleri Yüksek Karargahı’nda gerçekleşti ve kararlaştırılan 8 Mayıs tarihinde yürürlüğe girdi. Ancak teslimiyet Moskova tarafından onaylanmamıştı. Wehrmacht Yüksek Komutanı Wilhelm Keitel ile Alman donanması ve hava kuvvetleri başkomutanları tarafından da imzalanmasını sağlamak amacıyla, teslim belgesinin Berlin'de resmen onaylanması kararlaştırıldı. Teslimiyet belgesi nihayet 8-9 Mayıs'ta Berlin-Karlshorst'taki Kızıl Ordu karargahında tekrar imzalandı. Bu biçimsel gibi görünen önlem ile Sovyet iktidarı Doğu'daki Wehrmacht birliklerinin teslimiyete bağlı kalmasını güvencelemek istedi ve diğer yandan Müttefiklerin teslimiyeti kendi hanelerine yazma yönlü hesaplarını engelledi. Saat farkı nedeniyle, Sovyetler Birliği halkları koşulsuz teslim haberini ancak 9 Mayıs sabah ve öğlen saatlerinde aldılar ve iş bırakarak sokaklarda kutladılar. Japonya'nın 2 Eylül 1945'te teslim olmasıyla savaş nihai olarak sona erdi.
Bugün 8 Mayıs Fransa, Çek Cumhuriyeti ve Slovakya gibi ülkelerde Kurtuluş Günü olarak kabul edilmektedir. 9 Mayıs ise 1965 yılında revizyonist yönetim altındaki Sovyetler Birliği'nde Zafer Günü ve resmi tatil olarak kararlaştırılmıştır. İtalya'da faşizmden kurtuluş günü 25 Nisan, Hollanda'da ise 5 Mayıs olarak belirlenmiştir. Dünya halklarının bilincinde 8 ve 9 Mayıs büyük antifaşist zafer günü olarak yer edinmiştir.
Tarihi Kim Yazıyor?
Nazi Almanyası’na karşı kazanılan zafer dünya halklarının zaferiydi. Aynı zamanda sosyalizmin emperyalizm ve faşizm karşısındaki üstünlüğünün de kanıtıydı ve böylece yeni bir tarihsel döneme kapı açtı. Bu zafer, Auschwitz toplama kampının 27 Ocak 1945'te Kızıl Ordu tarafından kurtarılması gibi, Hitler faşizmi ile Sovyet sosyalizmi arasındaki insani uçurumu gözler önüne seren görüntülerle simgeleşti. Stalin ulusların kahramanı olarak kutlandı ve Sovyetler Birliği dünyanın ezilen halklarının büyük sempatisini kazandı. Çin'de Halk Kurtuluş Ordusu Mao Zedong önderliğinde zafer kazandı. Çok sayıda ülkede sosyalizmi inşa etme amacına yönelecek olan halkçı hükümetler kuruldu. İnsanlık tarihinde sömürüsüz bir yaşam gerçeği belirginleşti, sosyalizm eşi benzeri görülmemiş bir çekiciliğe sahip oldu.
Ancak bu genel zafer havası uzun sürmedi. Antifaşist ittifak dönemi kısa süre sonra yerini yeni ittifaklar dönemine bıraktı ve bunu nihayetinde bir arada yaşaması mümkün olmayan toplumsal sistemler arasındaki kaçınılmaz bir savaş izledi. Emperyalizm tüm güçlerini Sovyetler Birliği'ne yöneltti. Antikomünizm Batılı emperyalist güçlerin devlet doktrini haline geldi ve tarih politikalarını şekillendirdi. Sonuç olarak, antifaşist zaferin ardından Batı Almanya'nın denazifikasyonu gerçekleştirilmedi, faşizm suçluları esaslı biçimde yargılanmadı.
Özellikle 1990'larda Sovyetler Birliği'nin çöküşünü takiben dünya burjuvazisinin kapitalizmin nihai zaferini ve tarihin sonunu ilan eden ideolojik saldırılarıyla birlikte, büyük bir demagojiyle tarihin sistematik tahrifatı gerçekleştirildi. Burjuva tarih yazımı Sovyetler Birliği'nin antifaşist zaferini gölgede bırakmak için elinden geleni yaptı. 1989'dan sonra Varşova Paktı ülkelerindeki çok sayıda anıt sistematik olarak kaldırıldı ve sokakların isimleri değiştirildi. Resmi tarihin yeniden yazıldığı bir süreç başlatıldı. Yeni müzeler, anıtlar ve anma yerleri oluşturuldu, güya "Stalinizmin terör saltanatı" sergilendi. Nazizm ve komünizm gibi iki karşıt toplumsal-siyasal kutup, tamamen burjuva liberal muhtevalı totalitarizm tartışmalarıyla burjuva ideologları tarafından eşitlendi. Nazi katliamcıları ile Sovyet savaşçıları totaliter rejimlerin birbirine denk temsilcileri olarak bir tutuldu, hatta İkinci Emperyalist Paylaşım Savaşı'nın kurbanlarının sorumluluğu Sovyetler Birliği'ne ve özellikle de Stalin'e yüklendi.
Burjuva çarpıtılmış tarih anlatısı ve anma siyaseti, özellikle Rusya-Ukrayna savaşının başlamasının ardından birçok ülkede komünizm sembollerinin yasaklanmasıyla birlikte tekrar körüklendi. 2014'ten sonra Ukrayna'da resmi tarih yeniden yazıldı, Ukrayna Komünist Partisi ve tüm komünist örgütler yasaklandı, kamusal alanlarda kapsamlı isim değişiklikleri yapıldı ve Sovyet anıtları yok edildi. Antifaşist mücadelenin ve sosyalizmin izleri bütünüyle silinmek istendi. Diğer yandan Rusya da içeriğini boşaltarak 9 Mayıs’ı emperyalist yayılmacılığa ve milliyetçiliğe dolgu malzemesi yapmaya girişti.
Büyük antifaşist zaferin muazzam deneyimler ve derslerle dolu tarihi hakikatinin savunulması, antifaşist bilincin güçlendirilmesinin önemli bir yönüdür ve sadece ideolojik değil aynı zamanda politik bir görevdir. Onu hatırlamak, sahiplenmek, anmak ve anlatmak antifaşist mücadelenin sürekliliği, devrimci geleneklerin ve kahramanlıkların devamlılığı için gereklidir.
8 ve 9 Mayıs yeni antifaşist zaferlerin dayanabileceği büyük bir dünyasal mirastır.
8 ve 9 Mayıs bizimdir!