Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) 17. Olağan Genel Kurulu Şubat 2024’te lüks bir otelin spot ışıkları altında çalan 1 Mayıs Marşı’yla başladı. Çalan marşa eşlik etmeye çalışan sendikal bürokrasinin ve burjuva solun CHP’sinin takım elbiseli temsilcilerini gördük salonda. Şatafatlı otelin salonundan marşlar ve türkülerle meydanlara, özgürlüğe çağırıyordu DİSK’in sendika bürokrasisi. Sendika bürokrasisinin ağzında içi boşaltılan direniş ve mücadele marşları, bir de mücadeleci sendika başkan ve temsilcilerinin sahneye çıkarak konuşma yaptıkları, sendikal bürokrasiyi eleştirdikleri anlarda daha gür çalındı.
Genel kurulda söz alan Limter-İş Genel Başkanı Kanber Saygılı, Limter-İş başta olmak üzere DİSK'te yer alan mücadeleci sendikaların DİSK yönetimi tarafından sahiplenilmediği ve yeni yönetim oluşturulurken sendikalara danışılmadan yukarıdan belirleme yapıldığı eleştirilerini yöneltti. “Biz şunu demiyoruz, toplu sözleşme yapan sendikalarımızı bir tarafa atalım demiyoruz. Biz de sizin kadar emek veriyoruz, talebimiz şu: bize de danışılsın” ifadelerini kullanan Kanber Saygılı'nın konuşması bölündü. Bunun üzerine yaşanan tartışmada, Saygılı'nın DİSK'e bağlı Limter-İş Sendikası Genel Başkanı olduğunu ve kongrede konuşma hakkı bulunduğunu görmezden gelen divan başkanı Mehmet Atay, Saygılı'nın yerine oturmasını istedi. Atay, “Biz sana bir hak verdik, sataşıp kavga etmen için değil, tamam işin bitti” hadsizliğiyle, Saygılı'nın sözlerini sonlandırmak istedi. Çok sayıda delege ayağa kalkarak tartışmayı sürdürdü, ardından yüksek sesle müzik açılarak Saygılı'nın sözleri bastırılmaya çalışıldı. Aynı sahne mücadeleci sendikalardan kongreye katılan diğer başkan ve delegeler somutunda da tekrarlandı. Burjuva düzen solu CHP’nin Genel Başkanı Özgür Özel sahneye çıkarıldığındaysa, aynı gürültücü ekip onu çıt çıkarmadan pür dikkat dinledi.
Genel kurulda yeniden DİSK genel başkanlığına seçilen Arzu Çerkezoğlu, 57 yıl önce ortaya konan iradeyi devam ettirdiklerini iddia ederken, sözünü ettiği devamlılığa dair tek bir veri sunmadı. Bunda şaşılacak bir yan yok, zira heybesi boş olunca en bilindik sloganları sıralamanın ötesine geçemedi. Faşist şeflik rejiminin işgücü sömürüsünü derinleştirerek sürdüren büyük sermayedarları desteğe tüm olanaklarını seferber ettiği koşullarda, işçi ve emekçileri örgütsüzleştirme saldırıları artan oranda devam ediyor. Son yıllarda hızlanarak düşen sendikalı işçi sayısı oranlarıyla ilgilenmeyen ve burjuva solu CHP’nin bir alt örgütü gibi konumlanmayı esas alan DİSK sendikal bürokrasisi, kaçınılmaz olarak, kendi mevcut konumunu koruyup güvencelemenin ötesinde bir iddia da taşımıyor. Yıllardır işçi ve emekçilere yasaklı olan Taksim meydanında her 1 Mayıs’ta devlet icazetli çelenk bırakma törenleri düzenleyip sonrasında soluğu Maltepe’de alma ve işçilere içi boş konuşmalar yapma rutinini aşmak için hakiki bir irade ortaya koymuyor.
Bir muhasebe yapma ve yeni bir mücadele düzeyi oluşturma hedefiyle bağlı olması beklenen genel kurulda işçi ve emekçiler adına sorular soran mücadeleci sendikaları bastıran yüksek volümlü müzik sesi, ortaya çıkan sonucun da özeti niteliğini taşıdı. Yanıtı beklenen sorularsa orta yerde kaldı. Örneğin, pandemi döneminde sermayenin çarkları dönsün diye hayatları hiçe sayılarak zorla çalıştırılan işçiler için ne yaptınız? Sağlık, ücret, beslenme, izin gibi o dönemin en temel ihtiyaçlarının gasp edilmesine karşı hangi mücadeleyi yürüttünüz? Sermayenin ve faşizmin işçinin, emekçinin, yoksulun, kadının emeğinden ve geleceğinden çaldıklarıyla büyüyen savaş ekonomisine karşı mücadele programınız ne? İşsizlik fonu 2023 yılında işçilere %18,5, patronlara ise %67 destek verdiğinde nasıl tutum aldınız? İşsizlik fonu halihazırda patronlara destek fonuna dönüştürülmüşken, tam gözünüzün önündeki çeşitli uygulama ve düzenlemelerle içi boşaltılmaya çoktan başlanmış olan kıdem tazminatının fona devredilmesi saldırısına karşı “kıdem tazminatı kırmızı çizgimizdir” demenin ötesinde bir adım atmayı düşünüyor musunuz? Sadece 25 Kasım ve 8 Mart’larda dostlar alışverişte görsün misali ilişkilendiğiniz kadın işçilerin taleplerini ne zaman gerçek bir mücadele konusu haline getireceksiniz? İşçi sınıfının büyüyen sorunlarına ve sermayenin artan saldırılarına cevap olamayan, işçi iradesini tanımayan sözleşmelere imza atmanızın nedenleri nelerdir? Peki DİSK’e karşı derinleşmeye başlayan güvensizlik ve umutsuzluğun nedenlerini ve çözümlerini düşündünüz mü hiç?
Sermaye Temsilcisi CHP’yle Kol Kola
“Yüzyılın Emeği, Emeğin Yüzyılı” şiarı ile toplanan genel kurulda işaret edilen yüzyıldan kasıt Türkiye Cumhuriyeti’nin yüzyılıydı elbette. Emek-sermaye çatışmasında safı işçi sınıfının karşısında olan burjuva cumhuriyetin umut tacirliğine sözcülük yapma sırası DİSK’teydi. DİSK kürsüsünün onur konuğu payesini alan kişi de bir işçi değil, varlık sebebi burjuvazinin çıkarlarını korumak olan CHP’nin Genel Başkanı Özgür Özel’di. Özel, genel kurulda yaptığı konuşmada, bazı sendikaların iktidarın çıkarları için çalıştığını vurgularken, siyaseten kendilerine sunduğu destek nedeniyle DİSK yönetimine teşekkür eder bir havadaydı.
Çok uzak geçmişte değil, daha geçen sene DİSK yönetiminin 1 Mayıs alanlarını CHP’ye oy çağrısı yaptığı seçim mitinglerine dönüştürdüğü hatırlardadır. İşçi sınıfının çıkarlarını, kazanımlarını, özgürlüğünü ve umudunu CHP’ye ve onun seçim kazanmasına bağlayan, CHP’yi tek çözüm adresi olarak gösteren aynı DİSK yönetimidir.
Burjuva Muhalefetin Gerici Değirmenine Su Taşımak
DİSK yönetimi ve Genel Başkan Arzu Çerkezoğlu meydanlarda büyük bir iştahla “cumhuriyetimiz”, “CHP’miz” diyor. Türk burjuva cumhuriyetinin varlık sebebi ve görevi, ırkçılıktan beslenen tekelci sermaye çıkarlarının faşist bekçiliğini yapmaktır. CHP de bu cumhuriyetin has partisidir.
Bugün işçi sınıfının grevle, direnişle ve bedeller ödeyerek elde etmiş olduğu bütün kazanımları faşist şeflik rejiminin kesintisiz saldırısı altında. İşçiler uzun çalışma saatleriyle işyerlerine hapsediliyor. Fabrikalarda tüm yaşamları rehin alınan işçilerin toplumsal ilişkileri sınırlanarak ve politik gündemlerle ilişkilenmeleri engellenerek, örgütlenmelerinin de önüne geçilmiş oluyor. Ağır ve güvencesiz, esnek çalışma koşullarında sefalet ücretiyle hayatta kalma mücadelesi veren işçiler, sermayedarların azami karları uğruna iş cinayetlerinde katlediliyorlar. Başta baraj dayatması olmak üzere sermaye-yargı işbirliği temelindeki engellerle sendikal örgütlenme hakları gasp ediliyor. Faşist şef tarafından grevler yasaklanıyor.
İşçiler ve emekçiler yoksullaşma krizinin girdabına itilirken, her geçen gün büyüyen işsizlik ve faşist yasakçı politikalar gençliği geleceksizliğe, umutsuzluğa ve intihara sürüklüyor. KYK’larda niteliksiz barınma, beslenme ve yaşama koşullarına mecbur bırakılan işçi-emekçi çocukları can güvenliği sağlanmayan asansörlerde art arda katlediliyorlar. Emekçi semtlerinde uyuşturucu ve çeteleşmenin önünü açan faşizm, buralarda toplumsal çürümeyi destekleyerek emekçilerin olası örgütlenmesini engellemeye çalışıyor.
Bir günde 8 kadın katledilirken, faşist saray rejiminin kadın düşmanı politikalarını kendine dayanak yapan erkek yargı kadın katillerini aklayarak erkekleri cesaretlendiriyor. Bir gecede İstanbul Sözleşmesi’nden çekilen faşist şef, ardından 6284 sayılı kanuna, kadınların nafaka hakkına, kürtaj hakkına saldırıyor. Tarikatların, cemaatlerin evlerinde, yurtlarında, okullarında ve kurumlarında çocuklar istismara uğruyor.
Faşist şeflik rejimi yönetememe krizinin çaresini işçilere, yoksullara, kadınlara, gençlere, halklarımıza pervasızca saldırmakta arıyor. Tüm bu saldırılara karşı fabrikalarda, kampüslerde, sokaklarda, meydanlarda direnen ve mücadele eden işçiler, emekçiler, kadınlar, gençler, Kürtler, Aleviler var. Faşizmin ve sermayenin zulmüne ve sömürüsüne yönelik durmaksızın öfke birikiyor, direniş eğilimi tazeleniyor. İşçiler ve ezilenler haklarına ve yaşamlarına sahip çıkma, faşizme karşı bir yol açma arayışındalar.
Bakışımızı yeniden tüm bu direnişlerin parçası olması beklenen DİSK’e yöneltecek olursak, başta işçi sınıfı olmak üzere emekçi ve ezilen kitlelerin eylemlerini bilinçli bir tercihle göz ardı eden bir tutum görürüz. Agrobay, Özak, LC Waikiki, ETF Tekstil, Ağaç AŞ işçilerinin direnişleri, inşaat, enerji ve belediye işçilerinin mücadeleleri DİSK yönetiminin halihazırdaki siyasal-örgütsel konfor alanının dışına çıkmaktan özenle imtina ettiği birçok eylemden bazılarıdır. Faşist şeflik rejimi tarafından TTB’ye yapılan saldırılar ve Şebnem Korur Fincancı’nın tutsak edilmesi, Filistin ve Rojava halklarının katliamlara uğratılması, 6 Şubat deprem katliamı, göçmen işçi ve maden katliamları gibi gündemlerle bu imtina listesi uzatılabilir.
DİSK yönetiminin bu süreçlerdeki eylemselliği sosyal medya hesabından birkaç satırlık açıklamalar ve sembolik basın açıklamaları yapmanın ötesinde değildir. DİSK son yıllarda sınıf mücadelesini işçi sınıfının hayli sınırlı ekonomik taleplerine daraltmış durumdadır. Tarihsel olarak kazanmış olduğu varlık hakkını, işçi sınıfının mücadele gündemlerini tüm ezilenlerin gündemlerinden ayrıştırarak, emek-sermaye çatışmasını fabrika içerisinde patronla mücadele ve toplu sözleşme sınırlılığında sürdürerek aşındırmaktadır. DİSK’in mevcut pozisyonu, diğer toplumsal-siyasal mücadele dinamikleriyle birleştiğinde önündeki bentleri aşıp geçecek olan işçi sınıfının potansiyel gücünün açığa çıkmasına hizmet etmiyor. Beklemeci, sandıkçı, koltukçu, sürekli iktidarın saldırı politikalarını anlatarak şikayet eden ve işçi sınıfına dayatılan yoksulluğun tahlilini yapan ama bir türlü eylemli bir mücadele hattı oluşturmaya yönelmeyen DİSK yönetimi, faşist şeflik rejiminin sokak eylemine tahammülsüzlüğüne boyun eğerek, işçilerin faşizme karşı mücadelede saflaştırılması sorumluluğuna sırt çeviriyor.
Bugün işçi sınıfının, kadınların, gençliğin, Kürt halkının, Alevilerin, tüm ezilenlerin mücadelelerini birleştirerek büyütmek, sermayeci faşist şeflik rejimini yıkmanın tek yoludur. Burada çözüm adresi ne sermayenin çıkarlarının bekçisi ve güvencesi burjuva partilerdir, ne de parlamentarist gevezeliklerin dümen suyunda kurtuluşun burjuva partileri desteklemekte olduğunu vazedenlerdir. Tüm sorunların çözümünü burjuva muhalefete, burjuva düzen solu CHP’ye endeksleyen, siyasal ve sendikal hak ve özgürlükleri kazanmanın yolunun sokakta mücadeleden geçtiğini unutturan propaganda ve politika sadece faşizmin değirmenine su taşır. DİSK, bu propaganda ve politikayla yürümeye devam ettikçe, sınıf mücadelesinde işçilerin çıkarlarından daha da uzaklaşacaktır.
DİSK’te Yer Bulamayan Kadın İşçiler
2022 yılında DİSK/BTO-SEN’de örgütlenmek ve haklarını almak için direnişler, eylemler yapan Ağaç A.Ş. işçilerini hatırlıyoruz. Bu örgütlenme çalışmalarının başına bizatihi Arzu Çerkezoğlu tarafından DİSK merkezinden danışman olarak Şeref Özcan (Çerkezoğlu’nun yakın arkadaşı) atandı. DİSK merkez danışmanı Şeref Özcan’ın bürokratik tarzının ve erkek egemen anlayışının damga vurduğu birçok örnek arasından aslında sorunun bütününü görebileceğimiz kısa bir anekdot aktaralım burada.
Şeref Özcan’ın farklı şantiyelerden hepsi erkek olan işçilerle yaptığı toplantıda, yeni üyelerin kazanılması için yapılacak çalışmalar konuşulmuştur. O sırada birkaç işçinin de desteklediği bir işçinin “bayanlar da var işyerimizde, birlikte çalışıyoruz, sayıları da az değil, onlarla da görüşelim, konuşalım, üye yapalım” şeklindeki sözleri Özcan tarafından “Kadınların kocaları, aileleri var, uzun iş” sözleriyle yanıtlanmıştır.
Toplam üye sayısı 245 bin 636 (2024 Ocak) olan DİSK’in 16 kişiden oluşan yönetim kurulunun sadece bir üyesi kadın. O da Genel Başkan Arzu Çerkezoğlu. DİSK’e bağlı 22 sendikadan sadece 3’ünde kadın genel başkan bulunuyor. Onlardan biri de yine Arzu Çerkezoğlu. Oysa Çerkezoğlu ilk seçildiğinde “Başkan olmam kadın işçilerde örgütlenme mücadelesinin daha güçlenmesi ve temsiliyetlerinin arttırılması konusunda yararlı olacak” demişti.
Sadece 25 Kasım ve 8 Mart gündemlerine sıkıştırılmış, çoğunlukla da temsili düzeyde kalan açıklamalar yapan kadın komisyonlarının DİSK içerisinde kurumsal bir niteliğinin olmaması, bu komisyonlarda kadın işçilerin aldığı kararların kendileri dışında kimseyi bağlamaması, kadın kotasınınsa hala olmaması, genel başkanın kadın olmasının kadın işçi örgütlenmesine ve temsiliyetine “olumlu etkileri” olsa gerek!
Toplu sözleşmelerde kreş hakkı yerine üç kuruş kreş yardımı teklifleri sunmakla (MESS-2024) işçinin kreş hakkından fiilen vazgeçilmiştir. Kanunda bile (İş Sağlığı ve İş Güvenliği Kanunu/30) 150’den fazla kadın işçinin çalıştığı işyerinde kreş açılabileceği tanımlanırken, dahası çocuk bakımını kadına yükleyen anlayışa karşı toplumsal cinsiyet eşitliği ilkesi DİSK tüzüğüne girmişken (16. Genel Kurul), bu toplusözleşme pratikleri nereye oturmaktadır?
İşçi kadınlar için kazanım olarak kabul ettiğimiz ancak toplu sözleşme metnine yazılmaktan öteye gitmeyen ve pratikte karşılık bulmayan “8 Mart ücretli tatil günü” hakkını kadın işçiler neden kullanamıyor? Kadın işçilerin bu hakkı kullanmalarının önündeki engellerin ortadan kaldırılması için bir mücadele gerekir ve bu mücadeleyi yürütmek sözleşmeyi imzalayan sendikanın sorumluluğudur. 1 Mayıs ve 8 Mart’ta kadın işçilerin iradesinin alanlara yeterince taşınamamasının en önemli nedeni DİSK ve bağlı sendikalardaki erkek egemen anlayıştır. Bu anlayışın, kolayca yönetebileceği işçi kadınlarla hareket etmeyi tercih ederken, Mor Liste örneğinde olduğu gibi sınıf mücadelesinde özneleşen kadınları disiplin soruşturmaları ve başkaca baskı yöntemleriyle sindirmek istediğini söylemek abartı olmaz.
Konformizm, Siyasi Kararsızlık Ve Fiili Meşru Mücadeleden Kaçış
DİSK’in tarihindeki direnişlere baktığımızda, harekete geçen kitlelerin bazı dönemlerde DİSK yönetimini de aşıp geçtiklerini görürüz. Dişe diş sınıf mücadelesinin ve sınıf sendikacılığı çizgisinin en etkili olduğu dönemlerde, buna öncülük eden sosyalist ve devrimci işçiler sermaye düzeninin ve faşist odakların elbette öncelikli hedefi olmuştur. Katlederek, tutuklayarak, sürgün ederek ve baskılarla devrimci işçiler sınıf mücadelesinden ve sendikalardan tasfiye edilmeye çalışılmıştır. DİSK yönetimiyse bugün halen varlığını koruyan devrimci, mücadeleci sendikaları ve sendikacıları yalnız bırakmaktadır. Devrimci, mücadeleci çizgideki sendikacılık anlayış ve pratiklerinin temsilini bulduğu Enerji-Sen, Dev Yapı-İş ve Limter-İş’e DİSK genel kurul salonunda gerçekleştirilen müdahaleler bunun ifadesidir. Bugün DİSK yönetiminin gözünde, işkencede katledilmiş olan Limter-İş eğitim uzmanı ve komünist işçi önderi Süleyman Yeter devrimci bir değeri ifade etmekte midir?
Eylemlerde, direnişlerde omuz omuza durmayan, alanlarda devrimci değerleri sahiplenmeyen, kürsülerde, platformlarda söz hakkı tanımayan bir DİSK var bugün. İşyeri temsilciliklerinden sendika kurullarına ve yönetimlerine kadar sosyalistleri, devrimcileri istemeyen (faşizmin ve burjuvazinin de tam olarak böyle istediğinin altını bir kez daha çizmek isteriz ki bu tutumun neye hizmet ettiği daha iyi anlaşılsın) ve türlü bürokratik kurnazlıklarla döşenen bir işleyiş ve etkin bir sendikal bürokrasi mevcut. Konfederasyonun bünyesindeki en büyük sendika olan Genel-İş içerisinde yaşananlar (işçi iradesini tanımama, eleştiren işçilere soruşturma açma vb.) sendika yöneticilerinin koltuklarını sağlamlaştırmak için işçi iradesinden yalıtılmış konfor alanları oluşturmakta ne denli yol aldıklarını gösteriyor.
Fiili meşru mücadele araç ve yöntemlerinden hızla uzaklaşan DİSK’in “Gelirde Adalet, Vergide Adalet” sözü etrafında oluşturduğu, koşar adım önce işçilerin ve ezilenlerin katili Meral Akşener’e, ardından da “Ankara Yürüyüşü” diyerek yolun sonunda Özgür Özel’e gittiği mizanseni hatırlayalım. Bu mizansen bize ne söylüyor gerçekten?
Şubat 2024’te DİSK 17. Olağan Genel Kurulu olacaktı ve işçiler nezdinde “bakın biz sahadayız, çalışıyoruz” algısı oluşturulması gerekiyordu. Üstelik Ankara’ya yürüyüş kararından DİSK’in bazı sendikalarının dahi sonradan bilgisi oldu. İşçinin haberi yok, halkın haberi yok. Dostlar alışverişte görsün tarzı DİSK demokrasisi!
DİSK yönetimi siyasal-örgütsel konforunu bozmayacak, politik mücadeleden yalıtık, ekonomik taleplere daraltılmış ve sınırlandırılmış bir “mücadele” tercih ediyor. Örneğin, “Emeklilikte Adalet İstiyoruz”, “Vergide Adalet İstiyoruz” dediği tarihlerde siyonist İsrail devletinin Filistin halkını katlediyor, faşist Türk devletininse siyonist İsrail devletiyle iktisadi ve ticari ilişkilerini kesmeyip tırmandırıyor ve Kürdistan’daki sömürgeci işgaller için de devasa bir savaş ekonomisi uyguluyor oluşu DİSK bürokratlarını hiç ilgilendirmedi. Öncü işçilerin “Bizden kesilen vergiler halkların üzerine mermi olarak yağdırılıyor” tepkisi “Vergide Adalet, Gelirde Adalet” şiarıyla düzenlenen göstermelik mitingde düpedüz eritildi.
DİSK yönetimini elinde tutan bürokratik sendikal anlayışın burada ortaya konulan hazin durumu işçi sınıfının mevcut ve potansiyel gücünün farkında olmamakla ilgili değil. O, bilakis bu gücü bildiği ve ensesinde hissettiği ama siyasi kararlılıktan da yoksun olduğu için, sınıf sendikacılığının mücadeleci tutumları ile egemen sınıfın saldırıları arasında tampon rolü oynuyor. Faşist sermaye düzeninin işçi ve halk düşmanı politikalarına karşı direnişi büyütme değil, aksine bu direnişi büyütmeye yönelik iradeyi, sözü ve eylemi frenleme pozisyonudur bu. Sınıf sendikacılığının işbirlikçi sendika patronlarını, sarı sendika ağalarını tarihin çöplüğüne göndermesinin ve sınıf mücadelesini devrimci çizgide büyütmesinin olanaklarının biriktiği bir süreci yaşıyoruz.
Bu imkanları değerlendirme ve sınıf hareketini ilerletme perspektifi ve programı olmayan DİSK’in varlık sebebi nedir? DİSK’in adındaki “devrimci” sözcüğünün kaynağı fiili meşru mücadele, dişe diş direniş, sınıf sendikacılığı pratiği ve işçilerin iradesine yaslanmasıydı. Bugün geldiği noktada DİSK “devrimci” nitelemesini hak etmek için ne yapmaktadır? Peki ama DİSK’li işçilerden, proletaryanın sınıf çıkarlarını hiçbir biçimde savunmayan, kendi makam koltuklarını kaybetmemek uğruna sermaye sınıfıyla sürekli işbirliğine yatan, işçilerin onurlu ve özgür bir yaşam arzusunu burjuva siyaset çarklarında öğüten, işçi haklarını sömürü düzeninin temsilcilerinin kapısında pul eden sendika konfederasyonu Türk-İş ile onun gericiliğine meydan okuyarak gelişmiş olan DİSK arasındaki nitel farkların silinmeye başlamasını sindirmeleri nasıl beklenebilir?