Saflaşmanın Keskinliği Ve AKP’nin Hezimeti
31 Mart yerel seçimleri AKP’nin sandık hezimetiyle sonuçlandı. İstanbul ve Ankara’da gerilemeye devam eden AKP, başta büyükşehirler Bursa, Balıkesir ve Denizli olmak üzere birçok il ve ilçede de elinde tuttuğu belediyeleri CHP’ye kaptırdı. Oy oranı yüzde 35,5’e kadar düşen AKP, toplamda CHP’nin 2,5 puan gerisinde kaldı ve seçimlerden birinci parti olarak çıktığını ilan etme imkanını da yitirdi. Faşist iktidar blokunun diğer partisi MHP de, bir dizi belediyeyi kaybetmesiyle ve oylarının 1,1 milyon azalmasıyla, siyasi ortağı AKP’yle aynı hezimeti paylaştı.
AKP’nin yerel seçim yenilgisi, İstanbul ve Urfa’da kendi siyasi etkisine güvenerek adeta sandık kumarı oynayan, 57 ilde seçim mitingleri düzenleyerek sandığa siyasi ağırlığını koymayı deneyen Tayyip Erdoğan’ın, yani bizzat faşist şefin yenilgisiyle eşanlamlı oldu. Böylelikle faşist şeflik rejimi hem siyasal hem de moral bir darbe yedi. Öyle ki, faşist şefin balkon konuşmasında bu kez yenilginin siyasal ve moral sarsıcılığı açıkça gözlendi.
Toplumu Türk-Kürt, Sünni-Alevi, dindar-laik karşıtlıkları, yaşam tarzı çatışkıları ve cinsiyet çelişkileri ekseninde gerici biçimlerde kutuplaştırma hamleleri yapmak, faşist devlet saldırganlığının türlü yöntemlerini devreye sokmak, Kürdistan’da Hizbulkontra partisi Hüda-Par’ı cilalamak, kimi kentlerde devlet kasasında kalanları seçim rüşveti olarak dağıtmak, kimi kentlerdeyse halkı devlet kaynaklarından mahrum bırakma tehdidi savurmak AKP’yi yığın desteğinde hızlanan aşınma düzleminden çıkarmaya, seçim yenilgisinden kurtarmaya yetmedi. Sayısız asker ve polisin oy kullanmak üzere kaydırıldığı Kuzey Kürdistan kentlerindeki belediyeler faşist şefin pençelerinden, onun kayyum adlı faşist bekçilerinden bir kez daha sökülüp alındı.
Siyasal ve toplumsal saflaşmanın derinliği ve keskinliği seçim sonuçlarını belirledi. Bir yandan emekçilerin ve ezilenlerin durmaksızın büyüyen özgürlük ve adalet istekleri, bir yandan da yoksullaşma krizinin gitgide ağırlaşan etkileri faşist iktidar blokuna karşı saflaşmayı genişletti, AKP’nin yığın desteğindeki aşınmayı ivmelendirdi. İş ve yaşam koşullarındaki kahredici kötüleşmeye, vicdan kanatıcı biçimlere bürünen toplumsal eşitsizliğe, hatta İsrail’le ticari ilişkilerin halen kesilmeyişine tepkiyle AKP’ye mesafelenen oylar ya sandık dışına ya da Yeniden Refah Partisi’ne yöneldi. İşçilerin, yoksulların, Kürtlerin, Alevilerin, kadınların, gençlerin, LGBTİ+’ların, laiklerin, ezilen ulusal toplulukların ve ezilen inanç topluluklarının talepleri ve tepkileri nihayet AKP’yi yenilgiye uğratacak denli birikip yoğunlaştı. Faşist devlet terörünün caydırıcı gücünden ve burjuva muhalefetinse dalgakıran rolünden dolayı iktisadi ve siyasi mücadele kulvarlarında henüz büyük bir atak yapamamış olan emekçi ve ezilen milyonlar, birikip yoğunlaşan taleplerini ve tepkilerini en kolay buldukları ve en alışageldikleri biçimde, yani seçim sandığında ortaya koydular.
Seçimlerin ardından faşist şef Erdoğan’ın yığın desteğindeki bu zayıflamanın yeni sonuçlarıyla yüz yüze geleceği aşikar. Faşist saray iktidarı ne toplumsal rızayı genişletme amaçlı ciddi manevralara yetecek iktisadi-mali kaynaklara, ne de burjuva siyaset sahnesinde boy verecek taze ittifak imkanlarına sahip. Dahası, Erdoğan’ın bugüne değin arkasında tutmayı başardığı yığın desteği nedeniyle onunla uluslararası siyasi ve iktisadi ilişkileri bozmaktan kaçınan emperyalist devletlerin ve dünya tekellerinin artık kendilerini Erdoğan’a o kadar da mecbur saymayacakları, Irak devleti yöneticilerinin faşist şeflik rejimiyle işbirliğinde temkinli olma ihtiyacı duyacakları, işbirlikçi tekelci Türk burjuvazisinin kimi kesimlerininse Erdoğan’la siyasi ve iktisadi çıkar uyuşmazlıklarını dillendirmekte daha cüretkar davranacakları türden gelişmeler olasılıklar listesine dahil oldu. Faşist şeflik rejiminin yönetememe krizini güncelleyen bütün bu şartlar altında, faşist şefin önünde emekçilerin ve ezilenlerin daha geniş kesimleriyle karşıtlaşmadan yürüyebileceği bir yol seçeneği bulunmuyor.
Seçim yenilgisinin işaret ettiği kritik aşınmaya karşın AKP’nin yığın desteği henüz çözülmüş değil. Bir faşist şeflik rejimi inşa etmiş olan Erdoğan’ın, henüz çözülmemiş bu yığın desteğine dayanarak ve merkezi iktidar gücünün tüm imkanlarını kullanarak, siyasi programını uygulamayı sürdüreceğine şüphe yok. Onun Türkiye ve Kürdistan’ı tam bir mezarlık sessizliğine gömmeyi amaçlayan bu programı uygulamaktaki ısrarı, yalnızca uğradığı seçim yenilgisine siyaseten ancak bu şekilde karşılık verebilecek olmasından değil, 20 Temmuz 2015’ten bu yana yürütegeldiği yok etme savaşında defalarca dillendirdiği sömürgeci faşist zafer ihtiyacının ve vaadinin bunu zorunlu kılmasından da kaynaklanıyor.
Öyleyse, seçimleri takiben emekçileri ve ezilenleri, faşist saray iktidarının yeni iktisadi ve mali soygun kararlarıyla yoksullaşma krizini derinleştirme, şef tipi aileyi normlaştıran yeni aile yasasıyla erkek tahakkümünü ağırlaştırma, 6-8 Ekim Kobanê serhildanı davasını en ağır hapis hükümleriyle sonuca bağlama, hapishaneleri teslimiyet kamplarına dönüştürme terörünü alabildiğine yoğunlaştırma, Rojava devrimini boğma hamleleriyle iç içe Başûr Kurdistan’a stratejik nitelikte bir işgal seferi düzenleme, belediyelerde kazanılan halkçı-demokratik mevzileri kayyumlarla tekrar gasp etme gibi büyük saldırıları bekliyor.
Faşist şefin seçimlerde kaybettiği Van belediyesini daha birinci günde saray talimatlı yargı kararıyla gasp etmeye kalkışması, seçim sonuçlarına bakarak ondan “siyasi yumuşama”, “diyalog ve müzakere”, “barış ve uzlaşı” ve “yeni çözüm süreci” beklemenin parlamentarist boş hayallerle oyalanmaktan başka bir anlama gelmeyeceğini fazlasıyla kanıtlıyor.
Ezilenlerin Faşist Şefe Tepkisi Ve CHP’nin Umut Tacirliği
CHP’nin sandıktan önde çıkması, emekçiler ve ezilenler nezdinde ne seçim vaatlerinin çekiciliğinden, ne belediyeleri yönetmedeki başarısından, ne de parti programının etkinliğinden kaynaklandı. Yerel seçimlerin siyasi muhtevasının belediye yönetimlerini belirlemekten ibaret olmadığı açıktı. Ve faşist şeflik rejimine karşı halklarımızın bağrında büyüyen tepki, Türkiye’de seçimlerde CHP’li adaylara verilen destekteki ciddi artışta ifadesini buldu. Dağılmış olan Millet İttifakı’nın eski bileşenleri seçimlerde kayda değer bir siyasal varlık sergileyemezken, burjuva muhalefetin ikinci büyük partisi İYİP’inse siyasal-örgütsel çözülüşü seçim sandığında tescillenir ve faşist Meral Akşener’i liderliğinin sonuna yaklaştırırken, CHP AKP’li yıllar içinde ilk defa seçimlerden birinci parti olarak çıktı.
Seçmen pozisyonundan eylem pozisyonuna henüz geçmemiş olan emekçi ve ezilen milyonların faşist şef Erdoğan’dan, onun faşist saray rejiminden ve ülkücü faşist ortağından kurtulma arzularını en köklü ve en iri burjuva muhalefet partisine artan oranda oy vermekte cisimleştirmelerinde, devamında seçim sonuçlarından umutlanmalarında ve moral kazanmalarında şaşılacak bir yan yok. Buna karşılık, emekçi ve ezilen milyonların politik özgürlük talebinin öncülüğünü yapma iddiası güdenlerin düzen solu CHP adaylarına oy vermeyi faşist şeflik rejimine karşı çare diye lanse etmelerinde, sonra da CHP’nin seçim başarısını kutlama kervanına katılmalarında tabii ki eleştirilecek çokça yan var.
Burjuva muhalefetin odağındaki CHP, siyasi programının Türkiye Cumhuriyeti’nin bütün gerici tarihsel varoluş kolonlarını tahkim etmeyi ve sömürgeci faşist Türk sermaye devletine siyasi istikrar kazandırmayı amaçladığını, izlediği burjuva parlamenter restorasyon hedefinin bütünüyle bu amaçla bağlı olduğunu defaatle dile getiriyor. Onun siyasi vaatleri, emekçiler ve ezilenler için demokratik hak ve özgürlüklerin tesis edilmesini değil, düzen partileri için seçim kazanma ve hükümet kurma rekabetinin geri getirilmesini kapsıyor. Yerel seçimlerde faşist saray rejimi karşısında kazandığı başarı, vekil dokunulmazlığı yasasının kaldırılmasına suç ortaklığıyla, sermayeci kemer sıkma programının bayraktarlığıyla, yönettiği belediyelerdeki grev kırıcılığıyla, açıkça kışkırttığı göçmen düşmanlığıyla, ırkçı faşistlerle yaptığı kayyum pazarlığıyla bezeli CHP çizgisinin burjuva gerici niteliğini görünmez kılmaya yetmiyor.
En önemlisiyse, siyasi iktidarın seçim yoluyla el değiştireceğini vazetmekten vazgeçmeyen, şimdi yerel seçimlerdeki başarısının ardından Erdoğan diktatörlüğüne genel seçim sandıklarında son verileceği iddiasını tekrar parlatmaya girişen, faşist şeflik rejimine karşı her demokratik tepkiyi seçimlere endekslemeye uğraşan, emekçileri ve ezilenleri salt birer seçmene indirgeyen, antifaşist kitle tepkisinin sokağa doğru her kabarma anında “aman provokasyona gelmeyin” sakızını çiğneyen burjuva düzen partisi CHP, ısrarla bu çizgide hareket ettiği ve zaten siyasi varoluşu tastamam bu çizgiyle bağlı olduğu içindir ki, emekçilerin ve ezilenlerin özgürlük isteğini sömürüyor, faşist şeflik rejiminin payandası oluyor. Zira, yerel seçim atmosferinde yükselen burjuva parlamenter gevezeliklerin ötesinde, Erdoğan’ın faşist şeflik rejimi siyasi iktidarın seçimle el değiştirme olasılığını minimize eden bir yönetim biçimi olarak yapılanmış durumda. Ve seçimleri Erdoğan diktatörlüğünden kurtuluşun biricik yöntemi olarak sunmanın, ezilenlerin birleşik genel direnişiyle kazanılacak zaferin tayin ediciliğini gözlerden saklamaktan, halklarımızı siyaseten aldatıp silahsızlandırmaktan, dolayısıyla faşist şeflik rejiminin ömrünü uzatmaktan, hatta faşist şefin olası bir seçim yenilgisini resmileştirebilecek fiili gücün, yani emekçi ve ezilen kitlelerin, çoğunluk oylarını antifaşist bir isyanla kabullendirme ihtimalinin de altını oymaktan başka bir sonucu yok ve olmayacak.
CHP, birinci parti olarak çıktığı yerel seçimleri izleyen aylarda, burjuva muhalefetin sesini daha fazla yükseltecek, erken genel seçim çağrılarını merkeze koyan bir politikayı devreye sokmakta muhtemelen fazla gecikmeyecek. İstanbul’da Erdoğan’a bir kez daha yenilgiyi tattırmış olan Ekrem İmamoğlu belki CHP’nin politik hayal hanesindeki cumhurbaşkanı olarak sivrilecek. Ama bugün kendini muzaffer ilan eden CHP, çok geçmeden faşist şeflik rejiminin artan tehditleri ve saldırılarıyla da karşı karşıya kalacak.
O her halükârda, demokratik kitle enerjisini soğurma rolünü oynamayı, işçi sınıfı ve tüm ezilenlerin antifaşist-antişovenist temelde cepheleştirilmesi ve gerçekten yıkıcı bir güç olarak faşist şeflik rejiminin karşısına dikilmesi için siyaseten mutlaka yalıtılması gereken başlıca uzlaştırıcı odak olmayı sürdürecek. CHP genel başkanı Özgür Özel’in yerel seçim galibiyetini kutlarken yaptığı sükûnet çağrısına, sokaktan uzak durma telkinine bakmak daha 31 Mart gecesinde bu hakikati görmeye yeter.
Öyleyse, politik özgürlüğe susamış emekçilerde ve ezilenlerde seçim sonuçlarıyla artan umudun ve moralin nereye kanalize olacağı, bu imkânın CHP’nin burjuva parlamentarizm bataklığında pörsümeye mi uğratılacağı yoksa devrimci öncülerin iradesiyle buluşup antifaşist-antişovenist mücadelenin gelişimine basamak mı yapılacağı sorusu, yerel seçim değerlendirmesinin siyaseten en kritik sorusu olarak, halihazırda yanıtını arıyor.
Üçüncü Cephe Ve Emekçi Solun Görünümü
Geride kalan yıllarda kesintisiz süren tutuklama, kayyum atama, kapatma davası açma saldırıları HDP’yi önce siyasi savunma pozisyonuna, ardından da siyasi irade bocalamasına itmiş, burjuva muhalefet bloku tarafından resmen muhatap alınma arayışı birleşik parti politikasının gitgide odağına oturmuştu. 2019 yerel seçimlerinde faşist şefe kaybettirme taktiği adı altında Türkiye kentlerinde CHP’ye verilen destek, Mayıs 2023 seçimlerinde burjuva muhalefetin cumhurbaşkanı adayı Kemal Kılıçdaroğlu’na sunulan koşulsuz desteğe varmış, üçüncü cephe politikası ve dahası üçüncü cephenin bizzat varlığı silikleşmeye başlamıştı.
31 Mart’a hazırlık DEM Parti için bu yanlış politik hattan dönmenin başlangıcını teşkil etti. Kuzey Kürdistan’ın yanı sıra Türkiye’nin belli başlı kentlerinde de kendi adaylarıyla yerel seçimlere girmesi DEM Parti’nin üçüncü cephe politikasını yeniden belirginleştirmesini, emekçi sol hareketin neredeyse blok halinde CHP’ye yedeklenmesinin önüne geçmesini sağladı. Adaylar etrafında yürütülen seçim çalışmaları antifaşist-antişovenist bir politik kitle dinamizmi üretti, seçimlerin sömürgeci faşist şeflik rejimine karşı emekçilerin ve ezilenlerin mücadele güçlerinin büyütülmesine ve sonraki çarpışmalara hazırlanmasına hizmet eden bir taktik muharebe niteliği kazanmasının temelini attı.
Kürt halk kitlelerinin siyasal feraseti ve eleştirel basıncı DEM Parti’nin yerel seçimlere Türkiye’nin belli başlı kentlerinde de kendi adaylarıyla girme kararı almasının kaldıracı oldu. Gerek 2019 yerel seçimlerinde Türkiye’de, gerekse 2023 cumhurbaşkanlığı seçiminde Türkiye ve Kuzey Kürdistan’da halkçı-demokratik cephe partisinin CHP’yi destekleme ve aday çıkarmama politikasına karşı komünist öncünün ideolojik-politik duruşunun ve mücadelesinin ne denli isabetli olduğu seçim pratiğinde sınanıp kanıtlandı. Bununla beraber, 2019 ve 2023 seçimlerinde CHP’ye verilmiş olan desteğin halkçı-demokratik cephe partisini oy kaybına uğratmak şeklindeki en dolaysız siyasi bedelinin Türkiye kentlerinde halen ödenmekte olduğu görüldü. Dahası, DEM Parti üçüncü cephe politikasını uygulama iradesini son raddesine vardıramamakla, Mersin’den Manisa’ya kadar Türkiye’nin bütün illerinde kendi adaylarını koymamakla ve kent uzlaşısı adı altında bir dizi kentte CHP’li belediye başkanı adaylarına kapı aralamakla, buralarda emekçileri ve ezilenleri yine burjuva muhalefetle baş başa bırakmış, Yeniden Refah Partisi’nin seçim sandıklarında üçüncü parti olarak boy göstermesi gibi bir garabete izin vermiş oldu.
Bakur Kurdistan’da yerel seçimler faşist sömürgeciliğin tüm partileri karşısında yeniden bir ulusal irade beyanına dönüştü. Newroz meydanlarında kendini olağanüstü kitlesel bir coşkuyla ve dirençle ortaya koyan Kürt halk iradesi, Newroz’un hemen ardından gelen seçimlerde de, sandıkları kuşatan faşist sömürgeci devlet terörüne, sırf oy dengelerini değiştirmek için onbinlerce asker ve polisi Kürt kentlerine kaydırma hilesine, Kürtlük adına konuşarak Bakur’da semirmesi için Hizbulkontra partisi Hüda-Par’ın her türlü devlet olanağıyla beslenmesine karşı ulusal demokratik mücadeleyi güçlendirme doğrultusunda tecelli etti. Mayıs 2023’te Kılıçdaroğlu’na oy verme çağrısının neden olduğu oy kaybı ve siyasi zayıflama telafi edildi. Kürt halkımız kayyum belediyelerini geri almakla kalmadı, yeni bir olası kayyum saldırısına karşı direniş ruhunu canlandırıp biledi. Bu direniş ruhu seçimlerin hemen ertesinde patlak veren Van serhildanında olanca görkemiyle sahneye çıktı, Bakur Kurdistan ve Türkiye’nin pek çok kentinde derhal karşılık buldu.
31 Mart’ın somut olgularıyla bir defa daha teyit edildi ki, faşist şeflik rejimine karşı savaşımın en örgütlü ve en etkili gücü olan Kürt ulusal demokratik hareketi aynı zamanda Türkiye antifaşist halk hareketinin en önemli müttefikidir. Faşist şeflik rejiminin yıkılması ve politik özgürlüğün kazanılması Kürt ulusal demokratik mücadelesi ile Türkiye antifaşist halk mücadelesinin birliğini, birleşik devrimi şart koşar.
Defalarca teyit edilmiş bu gerçeğe rağmen Türkiye emekçi solundan çeşitli parti ve örgütler, Kürt ulusal demokratik hareketiyle siyasi ittifak kurma tutumu yerine, dolaylı veya dolaysız biçimlerde burjuva solu CHP’nin siyasi yedeği olma tutumunda ısrar ettiler. Emekçi sol hareket içinde devrimcilik ya da reformculuk, direnişçilik ya da seçimcilik, Kürt ulusal demokratik hareketiyle ittifak ya da sosyal-şoven ilişkisizlik, burjuva muhalefete mesafe ya da yedeklenme ikilemindeki siyasi ayrışma hali devam etti.
31 Mart yerel seçimleri, parlamentarizmle sakatlanmış siyasi amaçların ötesine geçemeyen Emek ve Özgürlük İttifakı’nın çoktan tarihe karıştığının ilanı oldu. DEM Parti bileşenlerinden SYKP’nin DEM Parti adaylarına değil CHP adaylarına oy verme çağrısı, AKP’ye kaybettirme adı altında emekçileri ve ezilenleri burjuva muhalefetin peşine takma, böylece üçüncü cephenin faşist şeflik rejimine karşı halkçı-demokratik alternatif olarak yükseltilmesi ve halklarımızın birleşik antifaşist-antişovenist direnişinin geliştirilmesi imkanlarını heba etme siyasetinin ibret verici bir örneğiydi. 31 Mart tablosu, emekçi ve ezilen milyonları antifaşist-antişovenist mücadelede cepheleştirmeye bu inançsızlığın, Türkiye ve Kürdistan’da mezarlık sessizliği yaratma amacını defaatle ilan etmiş faşist şeflik rejimine karşı duramayacağını açığa vuran bu takatsizliğin emekçi sol hareketin reformist kesiminde ne derece yayıldığının uğursuz verilerini sundu. Türk egemen sınıfının Türk ve Kürt halklarımızın birleşik devrimci mücadelesinin gelişim imkanlarını ortadan kaldırma siyasetine soldan angaje olan TİP, Türkiye’de sosyal-şoven eğilimin bir numaralı partisi olma doğrultusundaki adımlarını hızlandırdı. Devrimci ittifakın bir bileşeni olan SMF de, ne yazık ki, sosyal-şovenizmin bayraktarı TKP’yle ittifak yapma hatasında derinleşmekte, TKP’nin adayı olarak boy gösteren Mehmet Fatih Maçoğlu’nun İstanbul’da İmamoğlu’nu destekleme çağrısı yaptığı bir siyasi pozisyona gerilemekte sakınca görmedi.
Dersim, emekçi sol hareket bünyesinde antifaşist-antişovenist mücadeleyi büyütmeyi önceleme sorumluluğuna sırt çevirmenin, faşist şeflik rejimine karşı halklarımızın üçüncü cephesinde birleşmek yerine ittifak yönelimini yerel seçimlerde mevki edinme hesaplarına göre oluşturmanın çarpıcı bir fotoğrafını çekti. Dersim ilçelerindeki seçim başarısızlığı, her şeyden önce, bu oportünist sorumsuzluğun ve parlamentarist hesapçılığın siyasi faturası oldu.
Komünist öncü, 31 Mart yerel seçimlerini, Türkiye’de ve Bakur Kurdistan’da emekçilerin ve ezilenlerin burjuva düzen partilerinden koparılması ve sömürgeci faşist şeflik rejimine karşı cepheleştirilmesi, halklarımızın birleşik devrimci mücadelesinin geliştirilmesi amacıyla bağlı bir siyasi imkan olarak ele aldı. İstanbul’dan Eskişehir’e ve Amed’den Dersim’e değin bulunduğu her yerde, üstelik art arda faşist gözaltı ve tutuklama saldırılarına maruz kalırken, örgütlü kuvvetlerini bu amaç doğrultusundaki politik kitle çalışmalarına seferber etti, devrimci ajitasyonun ve propagandanın etkinlik sahasını genişletti. Öyle ki, komünist öncü Türkiye devrimci hareketi içinde eylemiyle seçimleri devrimci politikanın pratikleştirildiği bir taktik muharebe olarak değerlendirebilen tek güç olarak sivrildi. Bu devrimci politik-pratik, önümüzdeki süreçte, faşist şef Erdoğan’dan kurtulmayı arzulayan emekçilerin ve ezilenlerin seçim sonuçlarında bulduğu umudun ve moralin emekçi sol hareket bünyesindeki parlamentarist hayalleri semirtmesine ve burjuva düzen partisi CHP’nin hegemonyası altında pörsüyüp gitmesine izin vermemek, faşist şeflik rejimine karşı üçüncü cepheyi güçlendirmenin ve ezilenlerin birleşik genel direnişini geliştirmenin bir basamağına dönüşmesini başarmak için yürünmesi gereken siyasi hattı türlü zorluklara ve kuşatmaya rağmen açık tutmayı sağladı.
Sandıktan Sokağa Ezilenlerin Birleşik Genel Direnişi İçin
Devrimci görüş açısından 31 Mart seçimlerinin vurgulanan siyasi dersleri zemininde seçimlerin ötesine bakıldığında, halklarımızın sömürgeci faşist şeflik rejimini yıkma mücadelesini büyütmek için geçilmesi zorunlu olan başlıca üç eşik olduğu görülecektir.
Birinci eşik, devrimci çizgideki kitle çalışmasını kesintisizce yaygınlaştırmak, devrimci şiarları kitlelere yeniden ve yeniden taşıma iradesini bilemek, antifaşist-antişovenist direniş cesaretini ve kararlılığını işçi sınıfının, kent ve kır yoksullarının, emekçi kadınların, halk gençliğinin, Kürt halkının, Alevi emekçilerin, ezilen ulusal toplulukların, ezilen inanç topluluklarının, ezilen cinsel yönelimlerin yeni kesimleriyle buluşturmaktır.
İkinci eşik, halklarımızın antifaşist-antişovenist cepheleşmesini sokak mücadeleleri temelinde ilerletmek, halkçı-demokratik cephe partisini üçüncü cephe siyasetinde kararlılaştırıcı ve cesaretlendirici müdahaleleri sürdürüp artırmak, emekçi sol hareket bünyesinde üçüncü cephe siyasetini zayıflatıcı parlamentarist, sosyal-şoven ve CHP kuyrukçusu tutumlarla mücadeleyi güçlendirmektir.
Üçüncü eşik, daha da tırmanacağı açık olan sömürgeci faşist devlet terörü karşısında seçimlerden, legal ve barışçıl biçimlerden ibaret bir politik tarzın ilerisine geçmek, “yasal devrimcilik” hastalığına kökünden neşter atmak, emekçilerin ve ezilenlerin faşist şef tarafından günden güne budanan düzen yasallığını aşacak, kitle şiddetini içerecek, devrimci-yıkıcı potansiyelini açığa çıkaracak mücadelelere girişmelerine öncülük etmektir.
Özgürlük ve adalet yoksunluğunun acısını çeken, yoksullaşma krizinin bütün ağırlığını omuzlarında hisseden, faşist şef Erdoğan’ın en küçük zerresine kadar çürümüş saray iktidarından derhal kurtulmak isteyen emekçilerin ve ezilenlerin 4 yıl sonraki seçimleri bekleme sabırları yok. Burjuva düzen solu CHP’nin beyhude seçim oyunlarında nesneleşmekte, gelecek umudunu seçim sandığına bağlamakta çıkarları da yok.
Faşist şeflik rejimine öfke besleyen emekçilerin ve ezilenlerin ihtiyacı politik özgürlüğü kazanmanın hakiki yolunu görmek, mücadele özgüveni ve cesareti edinmek, kaderini kendi ellerine almaya yönelmek. Emekçi ve ezilen milyonlara politik öncülük yapma iddiasının içi boş bir laftan ibaret olup olmadığının en yalın göstergesiyse, öncülük iddiası güdenin bu ihtiyacı yanıtlamak için antifaşist-antişovenist direniş hattında mevzilenme duruşu sergileyip sergilemediği sorusunun cevabında verili.
Seçimler geride kaldı, önümüz 1 Mayıs.
Seçimlerin ötesine bakan komünistlerin, devrimcilerin ve bütün mücadeleci güçlerin önünde şimdi 1 Mayıs’ı işçilerin ve ezilenlerin kitlesel direniş gününe, faşist yasaklara meydan okuma haykırışına ve yasaklı meydanları zapt etme çıkışına dönüştürme, Van serhildanının direniş ruhuyla donatma görevi var.