Son yıllarda emekçi sol harekette yasal imkanlardan “yararlanma”nın yasal çalışmalarla sınırlanmaya, adeta yasallığa batmaya dönüşmekte oluşu çok çarpıcı bir gerçekliktir. Ve bu, emekçi sol harekette parlamenterist eğilimlerin güçlenmesiyle paralel gitmektedir. Emekçi sol hareketin reformist yapıları büyük ölçüde parlamentarizmden mustaripken, devrimci yapılarda ise yasallıkla sınırlanmış bir devrimcilik pratiği ve anlayışı yaygınlaşıyor. Kimi devrimci yapılarda bu durum yerleşip yapısallaşmakta, reformist bir dönüşümün zehirleyici mayası işlevini kazanmaktadır. Günümüzde tasfiyeciliğin en tipik görünümü yasallıkla sınırlandırılmış devrimcilik oluyor; illegal, gizli örgüt ve özgür politik etkinliklerin ve çalışmaların sınırlanıp gerilemesi, tasfiye edilmesi süreciyle paralellik gösteriyor. Devrimci varoluşu tehdit eden yıkıcı, bozucu bu gerçeklik durup dururken emekçi sol saflarda türememiştir. Onun peydahlanması siyasal sınıf mücadelesinin son dönem koşullarıyla bağlıdır, ama aynı zamanda kuvvetli tarihsel beslenme kaynaklarına ve zemine de sahiptir.
Tasfiyeciliği Üreten Güncel Koşullar
2015 yazı inkarcı sömürgeciliğin ana kuvvetlerinin dizilişi bakımından tarihsel bir eşiktir. Bu yalnızca “çözüm süreci”nin sona erdirilmesi ve “çöktürme planı”nın yürürlüğe girmesi nedeniyle değil, zamandaş şekilde AKP-MHP-Ergenekoncular-VP politik islamcı-ırkçı ittifakı temelinde faşist şeflik rejiminin kurucu sürecinin de belirleyici dönemecidir. Bu eşiğin öngününde AKP-Gülen Cemaati ittifakı bozulmuş ve daha sonra 2016’da cemaatin tasfiyeyi önlemek için giriştiği başarısız darbe girişimi saray cuntası tarafından faşist devlet terörünün meşruiyet aracı olarak da işlevlendirilmiştir. Kuvvetle vurgulanmalıdır ki, güncel tasfiyecilik 2015’te yürürlüğe giren çöktürme planının açtığı yeni faşist terör dönemiyle bağlıdır, çöktürme planı ve faşist şeflik rejiminin terörü 2018-19’dan itibaren emekçi sol saflarda belirginleşen tasfiyeciliği koşullandırmıştır.
2015 dönemcinin öngününde 2013 Gezi-Haziran onur ve özgürlük başkaldırısı ve Kobanê direnişiyle (2014 Eylül-2015 Ocak) çarpıcı tarzda görünür hale gelen Rojava devrimi 7 Haziran seçim zaferinin de temel itici güçleri olur. 2011’de HDK’nin ve 2013’te de HDP’nin kurulması aynı sürece denk düşen bir hamle, sürecin devrimci ihtiyaçlarına Türkiye ve Kürdistan devrimci, antifaşist ve antişovenist güçlerinin birleşik bir yanıtıdır. 7 Haziran seçim zaferi bunun işçi sınıf ve ezilenlerde, halklarımızda karşılık bulduğunun doğrulanmasıdır.
Tayyip Erdoğan, saray darbesiyle, 7 Haziran seçiminin ortaya çıkardığı ve HDP’de somutlaşan halk iradesini parlamenter işleyişin alavere dalaveresiyle tasfiye sürecini başlatır. 20 Temmuz’da Suruç’ta sosyalist gençliğe yönelik kitle katliamı ile “çöktürme planı”nı yürürlüğe sokar. 24 Temmuz’da Medya Savunma Alanları’nın hava saldırılarıyla aralıksız bombalanması başlar. Suruç’tan sonra 10 Ekim kitle katliamı ve diğer kitle katliamlarıyla, kitle katliamı girişimleriyle bir korku ikliminin yaratılması ve antifaşist kitlelerin geriye itilmesi sağlanır. Keza görkemli özyönetim direnişleri, bir korku simgesine dönüştürmek amacıyla, soykırımcı zihniyetle uygulanan katliamlar sonucu yenilgiye uğratılıp tasfiye edilir. Böylelikle, kitleler teslim alınamasa da, politik kitle hareketinin geri çekilmesi sağlanır. Bu sayede “çöktürme planın” temel amaçlarına yoğunlaşmanın koşulları da hazırlanır.
İçeride faşist terörün tırmandırılışıyla, bölgede Güney Kürdistan, Rojava, Suriye, Libya’da (Azerbaycan’ın Ermenistan’a karşı kışkırtılması vb. dahil) izlenen savaş ve işgal saldırılarıyla faşist şeflik rejiminin kuruluş süreci klasik faşizm çizgisine yaklaşır. Bu, Türkiye Cumhuriyeti’nin çok partili dönemi boyunca, yaygınlığı, yoğunluğu ve uzun süreliliği bakımından benzersiz bir özel faşist terör dönemidir. Güncel tasfiyecilik işte böylesine şiddetli bir karşıdevrimci zorbalık tarafından koşullandırılmıştır. Bununla birlikte, ayrıca üzerinde durulacağı gibi, güncel tasfiyeciliği son çeyrek yüzyıllık dönemin sosyalist ve devrimci hareketin saflarında biriktirdiği tortuların bir sonucu olarak da görmek gerekir.
Göz altılar, tutuklamalar, hapislikler, ağır yargılamalar, kırda-kentte ölümsüzleşen devrimci kahramanlar dahil direnişin devrimciliğin yüksek fedakarlık, büyük bedeller istemesi, kitle hareketinde umulan yükselişin sökün etmemesi vb, aralıksız süren sistematik karşı devrimci terör ve bunun yarattığı psikolojik basınç, tasfiyeci fikir ve eğilimlerin mayalayıcısı, esin kaynağı ve itici gücüdür. Tasfiyecilik, dinmek bilmez karşı devrimci fiziki terör ile süreğenleşmiş yüksek psikolojik basınç arasına sıkıştırılarak umut kırılması ve irade kaybına uğrayan emekçi sol harekette yön bulanıklığı, yönünü kaybetme ve rayından çıkmak, yolunu şaşırmak demektir.
“Öncü”lüğün açık-gizli, dolaylı-dolaysız reddi güncel tasfiyeciliğin önde gelen ve en zararlı biçimidir, zira objektif olarak devrimci varoluşu hedeflemektedir. “Öncülük” iddiası olmadan öncü bir yapı kurulamaz, varlığını sürdüremez. Öncü çıkışların eleştirisinden bizzat devrimci öncü örgütlenmelerin reddine kadar uzanan bir düşünce ve duygu şekillenmesidir bu. “Öncücülüğün eleştirisi” biçiminde olduğu gibi, işçi sınıfı ve emekçiler arasında politik çalışma ve örgütlenmeleri geliştirmek yerine üretici köylü kooperatifi örgütlenmeleriyle kitlelere bağ kurmak, bu yoldan kitleleri kazanmak formülasyonuyla az bulunur taktik ustalık biçimini de alabilir! Ya da devrimci parti ve örgütlerin filli meşru örgütlenme yapılarını devrimci öncülük bütününün dışında addeden, devrimci öncülük rolünden ayıran, sıradan birer dernek veya sendika gibi gören ve hatta sadece kısmi talepler için mücadeleyle sorumlu sayan yaklaşımlar daha dolaysız biçimde öncülük düşüncesinin reddidir. Öncü parti yerine sendikal örgütlenmeyi ikame eden, devrimci öncü parti ve örgütlere sendikal direniş örneklerinden hareketle “devrimcilik öyle değil böyle yapılır” raconu kesen anarko-sendikalist yaklaşımlar öncü parti fikrinin daha sistematik ve derinlikli reddidir. Ya da öncü parti kurmaya yönelmeyen, “hareket” olarak kalan yapılar ve yaklaşımlar da öncü parti düşüncesine karşı aynı pozisyondadır. Bütün bunlar, düşünüşün yasal alanla sınırlanması, eylem ve etkinliklerin yasallıkla sınırlanması, yasadışı ve gizli çalışma ile uçurumlarla mesafelenmek demektir, öncü ve önder parti gerçekliği ancak bunlar ve benzer düşüncelerle mücadele temelinde yükseltilebilir.
Tasfiyeciliğin en etkili güncel biçimi parlamentarizmin, yasalcılığın, düzen solu CHP’ye ve seçimlere umut bağlamanın oluşturduğu bulanık alaşımdır. Bir yandan CHP’ye yedeklenmeler eleştirilirken, diğer yandan sosyal-şoven ve oportünist, hızla düzen içine kaçan TKP’yle ve TKP şemsiyesi altında yürütülen siyaseti geliştirmek yalnızca tutarsız ve eklektik değil kuşkusuz aynı zamanda tasfiyecidir. Tasfiyecilik, başka şeylerin yanı sıra, dünkü devrimci pozisyonların, devrimci şiarların reddi anlamına da gelmektedir. Devrimci hareket saflarında peydahlanan TKP ismine yedeklenme sevdası da işte bu türden bir tasfiyeciliktir. Parlamentarizm ve yasallık zemininde, sosyalist ve devrimci söylemden tamamen vazgeçmeksizin varılan reformist varoluşun sahası, aşağıda üzerinde durulacağı gibi 12 Eylül tasfiyeciliği ile Özal hükümetlerinin işbirliği yolundan daha 1990’ların başında hazırlanmıştır. Sosyalizm ve devrimcilik adına anayasa talepli liberal siyaset atakları tasfiyeciliğin bu aynı havuzdaki bir başka görünümüdür. Bazılarında sınıfçılığın, bazılarında sosyalistliğin keskinliği yanıltıcı olmamalıdır. TİP, TKP, Sol Parti, SYKP, TÖP, EHP ve EMEP aynı parlamentarizm ve yasalcılık bataklığı zemininde, farklı nüanslarla reformizmde derinleşmişlerdir. Sosyalizm söylemlerine karşı, devrimin nasıl olabileceğine hiç mi hiç girmezler, ne işçilerin ve halkın burjuva egemenliğe karşı silahlanmasından, ne de silahlı halk ayaklanmasıyla burjuva devletin yıkılmasından sözederler. Halkın silahlı ayaklanmasına öncülük edecek devrimci öncünün illegal, gizli bir örgütsel temel dayanması zorunluluğu da yoktur onların strateji ve taktiğinde. Bunlar için “devrim” konuşmalarını süsleyen, renk katan etkili, güzel, parlak bir sözcüktür!
Yasadışı örgütlenmelerin fiziki tasfiyesi, sosyalizm ve devrimcilik iddialı yapıların yasal alana sürülmesi ve sıkıştırılması siyasal sınıf mücadelesinin gelişiminin ve kuvvet ilişkilerinin bir sonucu-gerçekliği olarak açığa çıkabilir. Burada yasallıkla sınırlanma kapanını kırarak devrimci varoluşun yeniden üretilmesi yönelimi ile kıstırılmışlığa teslim olma, bu gerçekliğe boyun eğme ve kabullenmenin öznelleşmesi kuşkusuz temelden farklı; birincisi devrimci ikincisi tasfiyeci ve reformist karşıt yönlerde hareket eden iki ayrı duruştur.
Devrimci cüret ve özgüven yitimi, devrimci safları terk ediş, sıradanlaşma, özveri çıtasının düşüşü, bireyciliğe ve düzene koşma, örgütlü mücadeleden kaçış tasfiyeciliğin güncel görüngüleridir. Başarma ve kazanma azminin kırılması, kötümserlik, yenilgi haleti ruhiyesi, sıradanlaşma, başarı ve kazanımların, faşizme karşı süregelen büyük direnişin görülmemesi veya değersizleştirilmesi, süreğenleşen bir memnuniyetsizlik ve umutsuzluk, bir “yenilgiye yenilme hali”nin tasfiyeci yansımalarıdır. Tasfiyecilik umut ve irade kırılması olduğu kadar, kimileyin sürünme, kimileyin kuru bir yaprak gibi savrulma vb biçimlerde kendisini gösteren burjuva politika ve düzen bataklığına yolculuktur.
Faşist terörün temel hedeflerinden birisi öncülerin kitlelerden kopartılmasıdır. Bu, bir yandan kitleleri korku iklimi ve faşist terör ile harekete geçemez hale getirerek, diğer yandan ise öncüler üzerinde faşist terörü misliyle artırarak ve onları ideolojik bakımdan kötüleyerek toplumsal algı ve şartlandırma yolundan yapılır. Zamanla öncüler için “kitlelerden kopukluk” bir gerçeklik, bir veri haline gelebilir. Faşist rejimin yarattığı bu iklimde öncülerin, direnenlerin saflarında kitleleri beğenmeme, kitlelere güvenmeme, işçi ve emekçilere ilgi ve güvende, halk sevgisinde kırılma eğilimleri doğar ve yabancılaşma baş gösterir. Burada tasfiyecilik hem ideolojik hem de pratik-politik bir durumdur. Eğer öncü kalınacaksa, kitlelerle buluşma, hangi güncel talep veya sorundan yola çıkılırsa çıkılsın, ancak devrimci bir temelde, yani başlıca devrimci talepler ve sloganlar temelinde gerçekleşebilir. Ekonomizm ve sendikalizmle olsa olsa kitle kuyrukçuluğu ve reformizm yapılabilir ki bunun da artçılığa tekabül ettiğinden kuşku yoktur!
Sosyalizm ve sınıf devrimciliği sözde keskinliğiyle, sanki faşizme karşı mücadele kapitalizme karşı mücadeleden kopartılıyormuş gibi sunularak, günümüz Türkiye’sinde ezenlerle ezilenler arasındaki mücadelenin merkezini oluşturan faşist şeflik rejiminin yenilgiye uğratılması ve politik özgürlüğün fethedilmesi görevini hiçe sayan, antifaşist mücadeleyi değersizleştiren yaklaşımın da tasfiyeci olduğunu muhakkak vurgulamak gerekir. Tasfiyeciliğe karşı mücadelenin ustası Lenin’in dediği gibi, “Şiarların anlamı, yazarlarının niyetleriyle değil, ülkenin tüm sınıflarının güçler dengesiyle belirlenir.” (Lenin, Tartışmalı Sorunlar, Legal Parti Ve Marksistler)
Lenin’in altını çizdiği bu gerçekliğin 1960’ların TİP’inden günümüz TKP’si ve TİP’ine kadar bütün “sosyalist devrim kahramanları”, sözde sosyalizm savunusuna sığınarak, dönemin yaşamsal politik özgürlük mücadelesi görevlerine sırt çeviren bir yaklaşım içinde olmuşlardır. Bedellerini göze alamadıkları güncel antifaşist mücadele görevlerinden kaçan, bu kaçışı sınıfçılık ve sosyalizm örtüsüyle kamufle etmeye kalkışan yaklaşım tarzı da tasfiyecidir, güncel devrimci şiarları ve eylemleri reddetmektedir.
Faşist şeflik rejimine karşı politik özgürlüğün kazanılmasının birinci sorun olduğu, Kürt ulusal demokratik hareketi ile Batıda’ki proletarya ve ezilenler hareketinin cepheleşmesinin tayin edici önem taşıdığı güncel koşullar altında birleşik mücadelenin küçümsenip önemsizleştirilmesi, bu alanda söz tüketip ciddi adımlar atmaktan kaçınılması, en kaba biçimiyle de ulusal demokratik hareketten uzak durulması (faşist sömürgecilik tam da bunu istiyor!) politik tasfiyeciliğin önde gelen bir tezahürüdür.
Erkek egemen tutumların, yaklaşımların emekçi sol saflarda gelişmesinin kitle örgütlerinde, parti ve gruplarda kadın özneleşmesinde yarattığı gerileme, ideolojik siyasi tasfiyeciliğin, yasal devrimcilik eğiliminin düzeniçileştirici niteliğinin, umut kırılmasının kaçınılmaz sonuçları içerisindedir ki, erkek egemenliğine karşı mücadele ideolojik siyasi tasfiyeciliğe karşı mücadelenin ayrılmaz bir parçasıdır. Emekçi sol saflardan ve feminist hareketten kadınlarda da, içe dönme, bireyselleşme ve burjuva yaşam tarzının daha fazla gelişmesi, sevgili ve aile ilişkilerine savrulma, inanç zayıflaması, politik eylemden ideolojik tartışmalara gerileme biçimindeki tasfiyeci yansımaların, siyasi çizgide ve ideolojik hatta yarattığı bu yöndeki kırılmaların kadın eylemi ve özneleşmesini geriletici sonuçlar ürettiğini de kaydetmek gerekir.
Bu veriler bize günümüzde devrimci çabaların istenen sonuçları ancak ve ancak tasfiyeci düşünce ve yaklaşımlarla, eğilimlerle açık ideolojik mücadeleyle birleştiği, bütünleştiği oranda verebileceğini göstermektedir. Çünkü tasfiyecilik emekçi sol hareketin saflarında yaşam bulan, devrimci örgütlenme ve politik çabaları içeriden kemirip zayıf düşüren güncel bir gerçekliktir, burjuvazinin emekçi sol saflardaki etkisi ve sızmasıdır.
Tasfiyeciliğin Yakın Tarihten Beslenme Kaynakları
Günümüz tasfiyeciliğinin beslendiği kaynaklar söz konusu oldu mu, 1980 askeri faşist darbesi ve 10 yıl sonra da modern revizyonizmin iktidarda olduğu SSCB’nin çözülüşü ve çöküşü iki önemli tarihi eşiktir. 12 Eylül askeri darbesi karşısındaki yenilgi emekçi sol harekette muazzam bir tasfiyeciliğe yol açtı. TKP-TİP revizyonist-reformist kanalında tasfiyeci dönüşüm dibe vururken, devrimci hareketin Dev-Yol ve Kurtuluş (bunlara TDKP de eklenebilir) gibi dönemin etkisi geniş yapıları tasfiyeciliğin atılım yaptığı diğer bir ana kanal oldu. TKP-TİP’teki tasfiyeci eğilim ile Kurtuluş’ta gelişen tasfiyeci eğilim Kuruçeşme yatağında etkileşime girdi ve kendi mecrasında olgunlaşan Dev-Yol tasfiyeciliğiyle buluşarak ÖDP’nin kuruluşuyla sonuçlandı. Bu dönüşüm “likidasyon”, yani yasadışı, gizli örgütlenmelerin tasfiyesi ve atomizasyonu veya açık, yasal reformist örgütlenmelerin onların yerini alması biçiminde gerçekleşti. Bu eğilim devrimci stratejinin, devrimci hedef ve programın, devrimci yöntemlerin, devrimci şiarların reddi ile açık veya gizli parlamentarizme yelken açmakla el ele gitti.
Eskisi ve yenisi ile TİP hep yasal bir parti oldu. Gelenek dergi çevresinden hareketle yapılanan şimdiki TKP hiç yasadışılığa sapmadı, yasallıkta büyük bir tutarlılık gösterdi! Geleneksel TKP için ise durum “biraz” farklı. ‘70’lerin başında yeniden toparlanan TKP kendi özgün tarihi içerisinde “gizli” ve “yasadışı” bir örgütlenmeydi. 1970’lerin ikinci yarısında yasallaşmak geleneksel TKP için politik bir tutkuya dönüştü. 1980 askeri faşist darbesinden sonra nihayet ‘80’lerin ikinci yarısında, tam bir kesinlikle “bedelini ödeyerek” yasallaşma yoluna girdiler. Eski “günahlarının” karşılığı olarak TCK’nın 141. maddesinin öngördüğü kefareti ödediler. TKP ve TİP’in faşist 12 Eylül darbesinden sonra Avrupa’da sürgündeki önderlerinin birleşme çalışmaları tasfiyeciliğin bir gelişim biçimi oldu. Bu iki parti devrimci çevrelerde “töbekp” diye de anılan Türkiye Birleşik Komünist Partisi (TBKP) adı altında birleşmeye karar verdiler. Sürecin önderleri yasal kuruluş için sürgünden döndüler ve tutuklandılar. Başkanlığını Sadun Aren’in yaptığı reformist Sosyalist Birlik Partisi (SBP) Kuruçeşme sürecinin ürünüdür, TBKP eğilimini yansıtır, ÖDP oluşumunun özneleri içerisinde yer alır.
12 Eylül tasfiyeciliği “kendi mecrasında” devinirken, dünyada da önemli gelişmeler yaşanır. İngiltere ve ABD’de neoliberalizmin atağa geçmesiyle, İMF, Dünya Bankası vb. uluslararası emperyalist kuruluşlar aracılığıyla belli başlı ülkelere özelleştirmeyi, taşeronlaştırmayı, kalite çemberlerini, esnek üretimi içeren yapısal dönüşüm programı dayatılır. Türkiye 1980 24 Ocak kararlarıyla bu politikaların gereklerini yapmaya yöneltilir ve ABD’nin çocukları beşli faşist cuntaya darbe yaptırılarak da bu yöneltiş güvencelenir. İMF ve DB aracılığıyla dayatılan yapısal dönüşüm programları aynı zamanda ideolojik bir saldırıdır, işçi sınıfını parçalamayı ve örgütsüzleştirmeyi hedeflemektedir. İşçi sınıfının yapısal parçalanması, işçi sınıf hareketi ve sendikal örgütlenmelerin geriletilmesi -ki Türkiye’de bu 1980 darbesi sonrası çok çarpıcı şekilde yaşanır- tasfiyeciliği besleyen bir başka kaynaktır.
1980’lerin ortalarından itibaren SBKP’nin Mihail Gorbaçov önderliğinde perestroyka ve glasnost politikaları SSCB’nin ulusal eklemlerinden çözülmesi ve tasfiyesi, modern revizyonist sistemin iflası ve emperyalist dünya sistemiyle bütünleşmesiyle, “Soğuk Savaş” da ABD emperyalizmi ve NATO’nun zaferiyle noktalanır. SSCB ve Varşova Paktı’nın tasfiyesiyle iki kutuplu dünya tarihe karışır. Soğuk Savaş’ın galipleri ganimeti paylaşırken, aynı zamanda “tarihin sonu”nu ilan etme cesareti gösterirler: mücadeleyi kazanan kapitalizm insanlığın varabileceği en ileri noktadır ve ondan ötesi yoktur!
SSCB’nin tasfiyesi dünya çapında gericiliğin şaha kalkmasına, dünya tarihinde görülmemiş genişlik ve derinlikte bir tasfiyeci dalgaya kaynaklık eder. Dünya çapındaki tasfiyeci dalga coğrafyamızdaki etkileri, Kürt ulusal özgürlük hareketinin sosyalizm ve marksizmden uzaklaşmasında güçlü bir şekilde açığa çıkar, ondan da öte TKP, TİP, TSİP, TKEP gibi SSCB’yi “dünya devriminin merkezi” gören yapılarda yaşanan şok ve yıkımda, burjuva düzene kaçış ve teslimiyette çok çarpıcı biçimde gösterir.
12 Eylül faşist darbesi ve faşist terör ile Türk burjuva devleti, tasfiyeciliği koşulladığı gibi, ‘90’larda özetlediğimiz tasfiyeci gelişmeye aynı zamanda alan açmıştır. 1991’de terör yasasıyla tasfiyeci gelişmeye verilen yanıt siyasi bakımdan oldukça önemli ve anlamlıdır. Terörle Mücadele Yasası ile TCK’nın 141 ve 142. maddeleri yürürlükten kaldırılır. Daha sonra TBKP kapatılmış olmasına karşın bu değişiklikle, gerçekte, düzen içi “sosyalist” ve “komünist” partiler için burjuva siyaset alanı açılmış, bunlar burjuva devlet tarafından parlamentarizme davet ve kabul edilmişlerdir. Türkiye’de parlamentarizmin alanı genişletilmiştir. Bu kararın itici gücü, faşist MGK diktatörlüğü için SSCB’nin çöküşü ve SBKP’nin tasfiyesiyle komünizmin öncelikli tehlike olmaktan çıkmasıdır. Diğer yandan, parlamentarizmin genişlemesi sadece TBKP’nin düzen içine geçiş eğilimlerine alan açmakla da sınırlı değildir. Bu eğilim aynı zamanda, Kürt ulusal demokratik mücadelesini tecrit etme, sömürgecilik karşısında yükselen Kürt ulusal başkaldırısına karşı Türkiye sosyalist hareketini, devrimcileri yanına çekme amacı gütmektedir. Bu yasa, TCK’nın 149. maddesinden yargılanan devrimciler ile TCK’nın 125. maddesinden yargılanan devrimciler arasında ayrım gözeterek, birincisinde 10 yıl hapis yatan idamlıkların şartlı tahliyesini getirirken, ikincisinde şartlı tahliye için 20 yıl hapis yatmış olmayı şart koşmuştur. 125. maddeden Kürt ulusal demokratik örgütleri, Kürt devrimcileri yargılanmıştır, 149. maddeden ise Batı’daki devrimci ve komünist örgütler, Türkiyeli devrimciler yargılanmıştır. Bu ayrıcalık ve rüşvetin Dev-Yol ve Kurtuluş tasfiyeciliğinin gelişiminde etkisi büyüktür, Batı’da emekçi sol hareketteki sosyal-şoven etkinin gelişimindeki rolü de küçümsenmemelidir. 10 yıl hapis yatan ve şartlı tahliye edilen idamlıklar, keza 8 yıl hapis yatan müebbetlikler boyunlarında değirmen taşıyla “dışarı” çıkmışlardır! Ve maalesef değirmen taşına saygıda kusur da etmemişlerdir!
Tasfiyecilik-Yenilgi Bağıntısı
Sosyalist saflarda devrimci ve sosyalist düşüncelerden uzaklaşma eğilimleri asla durup dururken, kendiliğinden meydana gelmez. Kendilerini nasıl tanımlayıp kurmaya çalışırlarsa çalışsınlar, genel bir söylemle, uzaklaşma daima devrim ile karşıdevrim, ezenler ile ezilenler arasındaki politik sınıf mücadelenin koşullarıyla bağlıdır. “Yenilgiler”, yenilgiye yakın, yenilgiye dönüşebilecek durumlar, hareketin geri çekilişinin (ya da düşman tarafından geri itilmesinin) belirlediği koşullar tasfiyeciliğin serası olmaktadır. Çarlık Rusyası’nda 1905 devriminin yenilgisini izleyen dönemde hemen bütün sosyalist ve devrimci yapıların saflarında somut değişik biçimleriyle tasfiyeciliğin peydahlanması bunu doğrular. Menşeviklerin, Sosyalist Devrimcilerin saflarında olduğu gibi Bolşeviklerin saflarında da tasfiyecilik zuhur eder. Tabii her birinde tasfiyecilik farklı biçimlenmektedir. Yukarıda üzerinde durduğumuz örnekler de aynı gerçekliği doğrulamaktadır. İster 12 Eylül dönemi ve SSCB’nin çözülüşü, kapitalist restorasyon güçleri tarafından çökertilmesi ve tasfiyesi (bu, yalnızca emperyalistler ve dünya burjuvazisi tarafından sosyalizmin yenilgisi olarak sunulmamış, aynı zamanda dünya işçi sınıfı ve halkları bakımından da sosyalizmin yenilgisi olarak algılanmış ve anlaşılmıştır!) örneklerinde gördüğümüz gibi her iki durumda da tasfiyecilik yenilgiyle dolaysız biçimde bağlıdır, “yenilgi” tasfiyeciliği mayalamaktadır, tasfiyecilik yenilginin bir yan ürünü olmaktadır.
Tasfiyeciliğin türemesi “yenilgiyle” bağlıdır derken, çok yalın bir şekilde söylemek gerekirse, karşıdevrimin uyguladığı terörün basıncıyla somut devrimci varoluşun esinlendiği “düşüncelerden” (program, strateji, devrimci teori, devrimci örgüt anlayışı vb.) ve tabii devrimci eylem çizgisinden de uzaklaşılması ve bütün bunların terk edilmesidir söz konusu olan. Kapsam ve içeriği, keza formu bakımından çok değişik biçimlerde zuhur edebilir tasfiyecilik. Bunu koşullayansa, sınıf düşmanının karşıdevrimci terörle elde etmekte olduğu geçici politik başlarıdır. Diğer yandan, bu politik başarının direnenlerin saflarında yarattığı tasfiyeci düşünsel etki de sınıf düşmanının ideolojik başarısı olmaktadır.
Tasfiyecilik bazen de günümüzde olduğu gibi gerçekleşmemiş yenilginin kabulü ve ilanı anlamına gelir. Tasfiyeciliğe kapılanların en büyük yanılgısı, sürgit devam eden sistematik faşist terör ve onun yarattığı psikolojik baskı altında henüz çarpışmanın devam ettiğini, henüz direnişin kırılamadığı, direnişin yenilmediği gerçeğini göremez, anlayamaz, okuyamaz hale gelmiş olma durumudur.
Kuşatmayı Kırmak
Toplam analizden çıkan temel sonucu özetleyelim: Bugün devrimci hareket üç boyutlu nitelik olarak yok edici bir kuşatma altında bulunuyor. Diğer iki boyutu da taşıyan sistematik faşist fiziki terör birinci boyuttur. Yüksek düzeyde psikolojik baskı, psikolojik savaş kuşatmanın ikinci boyutu oluyor. Bu dış kuşatma hatlarını tamamlayan devrimci saflarda gelişen tasfiyecilik ise kuşatmanın üçüncü boyutu ve iç hattı oluyor. Devrimci hareketin içerisine sürüklendiği siyasi ve örgütsel daralma tam da bu üç boyutlu kuşatmanın sonucudur. Kuşatmanın yarılması, kırılması ise ideolojik olduğu kadar örgütsel ve pratik politik devrimci eylemin ana sorunudur.
Hayır direniş yenilmedi daha! Çünkü faşist şeflik rejiminin yok edici terörü devam ettiği gibi ona karşı direniş de sürüyor hala. İç hatlarda zuhur eden tasfiyecilik bir gerçek ancak direnen ana güçlerin ne umudu kırıldı ve ne de iradesi! Ödenen ağır bedeller gerçek ama direnişin sürdüğü, yenilmediği de bir o kadar gerçek. 2015’den günümüze süreci faşist saldırganlık ve ona karşı devrimci direniş bütünlüğünde ve birleşik devrim perspektifinden kavrayamayan kendi merkezli dar yaklaşımlar, direnişi kendilerinin dışında gördükleri için gerçek duruma denk düşen analizler geliştiremiyorlar. Süren direnişi kendi dışında ya da kendini süren direniş dışında görme, bir bilinç ve haleti ruhiye olarak direnişle özdeşleşememe günümüz tasfiyeciliğinin bir tezahürü oluyor.
Direnişin sürüyor olması süreci tersine çevirmenin mümkün olduğu anlamına geldiği gibi bunun olanaklarının varlığına da işaret eder. TC faşist terör makinesinin harekete geçtiği koşullar altında, direniş tarihsel yükümlülüktür diyen ve aktif savunma çizgisinde bütün olanaklı biçimleriyle direnişi örgütlemek için seferber olan devrimci güçlerin bu kuşatmayı yaracağından kuşku duyulamaz.
Tasfiyecilikle ideolojik mücadelenin yükseltilmesi devrimci görüş açısı açıklığı kadar devrimci eylem cüret ve kararlılığını da besleyecektir. Bu devrimci ve direnişçi kuvvetlerin kararlı direniş mevzilerine itilmesi ve konumlandırılması demektir.
Faşist terörün devrimci, direnişçi öncü geçleri işçi, emekçi milyonlardan, halklarımızdan yalıtma, koparma stratejisi belli başarılar kazanmıştır. Devrimci, direnişçi güçleri zayıf düşüren bu durumun geçici niteliğini, durumu değiştirmenin tamamen olanaklı olduğunu akıldan çıkartmamak gerekir. Evet faşist düşmen belli bir başarı kazanmıştır ama devrimci, direnişçi kuvvetler kitlelere gitme, kitlelere dayanma görüş açısını kaybetmedikleri gibi, kitlelerle buluşma, kitlelere dayanma pratik politik çabasını da sürdürmüşlerdir ve sürdürmektedirler. Nitekim son yerel seçimler kitlelere doğru yönelimin karşılık bulduğuna tanıklık etmekte, keza politik ve örgütsel çalışma alanlarının genişletilmesinin, kendine dönme ve daralmanın aşılmasının olanaklarının varlığını da çarpıcı şekilde göstermiştir.