Erkek Egemenliği ve Kadın Özgürlük Mücadelesinin Dünyasal Gelişimi
1) Emperyalist küreselleşme öncesi dönemde kadın emeğinin, kadın işgücünün yaygın bir şekilde kullanımı ile evsel köleliğin, modern burjuva ailenin gelişimi arasında oluşmuş denge taşınabilir durumdaydı. Emperyalist küreselleşme bu dengeyi bozdu, parçaladı, burjuva aileyi krize soktu, kadın işgücünü nicelik olarak şimdiye kadar hiç olmadığı ölçüde toplumsallaştırdı, dolayısıyla cins çelişkisini bütün yönleriyle büyüttü.
Geride bıraktığımız dönemde cins çelişkisi, bölgesel savaşlar, kimi ülkelerde daha gerici ve faşist burjuva hükümetlerin kuruluşu, değişik ekonomik ve siyasal koşullar altında burjuva iktidarların ailenin çözülüşündeki hızlanmayı engellemek üzere çeşitli alanları metalaştırma yoluyla toplumsallaştırma hamlelerini de yapamaz ve bu temelde kadın kazanımlarını taşıyamaz hale gelişi, özel bir süreç olarak da pandemi döneminin etkisiyle daha da keskinleşti. Kadın emeği ve bedeninin sömürüsü derinleşti. Ekonomik kriz koşulları ve bölgesel savaşların dünya ekonomileri üzerindeki etkileri, aile yapılarının çözülüşünü hızlandırdı. Bu dönem dünya kadın hareketinde genel bir geri çekilişe sahne olmakla birlikte, erkek egemenliğinin krizinin genelde keskinleştiği, saldırganlık düzeyindeki artışın da gösterdiği bir gerçek. Özellikle pandemi dönemi, erkek şiddetini, hükümetler tarafından erkek şiddetinin yasal dayanaklarını genişletme hamlelerini, evsel sömürüyü artırdı. Dahası, evden esnek ve kuralsız çalışma şeklindeki istihdam ve sömürü biçimi yaygınlaştırıldı. Erkek egemenliği, bu ekonomik ve siyasal koşullar altında, ataerki ile kapitalizm arasındaki çelişkili birliğin korunması yönünde çabalarını yoğunlaştırdı. Aileyi güçlendirici adımlar, yasa tasarıları, kürtaj hakkını gasp girişimleri arttı. Bu çelişkiyi toplumsal üretimin bazı kısımlarını ev ekseninde örgütleyerek hafifletme çabaları, evsel sömürünün evsel üretimle birleştirilmesi eğiliminin güçlenmesi şeklinde sürdü. Özelde pandemi döneminde hızlı gelişme gösteren ve bu biçime özgün üretim araçlarını yaygınlaştırıp geliştiren evden çalışma, bu eğilimi hafif sanayiden hizmetler sektörüne doğru yaydı.
2) Bu dönemde kadın hareketi ikili bir gerçeklik içinde oldu. İlk yön, kadın hareketinin diriliğini canlılığını, direniş gücünü koruması biçiminde maddileşti. #MeToo hareketinin çeşitli şekillerde yaygınlaşmasından, kitlesel 8 Mart’lara dek bu durum açıklıkla görüldü. İkinci yön, dönemin önemli bir verisi olarak, a) kadın öznelerin, öncülerin pandemi karşısında başarılı bir sınav verememesi, eve kapanma eğilimine anlamlı bir direnme belirtisi gösterememesi, b) dünya çapında grev dalgasının önemli oranda geri çekilmesi, c) uzun bir dönemdir kadın hareketinde yaşanan tıkanmanın birikmiş unsurlarının dışa vurduğu ve ayrılıklar biçiminde baş göstermesi biçiminde somutlandı.
Güçlü antikapitalist söylemlere rağmen, toplumsal alternatif arayışları sınırlı olan kadın ve feminist hareketlerde 8 Mart grevi ekseninde kurulan sayısız ülke çaplı formasyon, platform, ağlarda tartışmalar ve ardından kaçınılmaz ayrışmalar yaşandı. Bir yanda bireysel erkek şiddetinin yanı sıra devletlerin erkek egemen şiddetini de hedef alma, işçilerin, ezilen halkların, gençliğin çeşitli mücadeleleriyle yan yana gelme, bu mücadelelerin cins özgürlüğü mücadelesiyle iç içe geçmesi eğiliminde artış gibi ileri dinamikler biriktirirken, bir kanaldan da post modern bireysellik, psikoloji ekseninde politik eylemin reddi, politik-toplumsal gündemlere mesafelilik gibi geri eğilimler de belirginleşmeyi ve şekillenmeyi sürdürdü.
Bu temelde Avrupa ve Latin Amerika’nın değişik ülkelerinde, ABD’de, dağılma, ayrılık ve bölünmeler gelişti. Bunların bazıları uzun yıllara dayalı köklü birliklerin bölünmesi, kimileri de kesimsel hareketlerin ayrışmaları veya eylem biçimlerine dayalı ayrılıklar olarak baş gösterdi.
Rüzgâr genel olarak devrim yönünde değişmediği sürece, önümüzdeki dönemde kadın hareketleri içerisinde ayrışma ve bölünmeler, siyasi zorluklar ve ağırlaşan koşullar karşısında geri çekilmeler ve içe dönmeler daha fazla gündemde olacaktır.
Mücadele yöntemlerinde yetkinleştiğimiz, çizgide derinleştiğimiz, deneylerimizi ortaklaştırdığımız oranda dönemi göğüsleyip sürece önderlik edebiliriz. Keza ideolojik mücadelede siyasi mücadelenin gereği olarak her türlü bireyselleştirici, tasfiyeci ve gerici temelde ayrıştırıcı faaliyete karşı bunun kadın hareketini düzenin çıkmazına götüreceği gerçeğini ısrarla gözler önüne sermek bu yaklaşımları boşa düşürmek de komünist kadınların omuzlarındadır.
3) Döneme damga vuran TERF tartışması bir yönüyle kadın özgürlük mücadelesinde kesimci görüş açısının, kadınla sınırlı programlarla ilerleme görüş açısının da sınırıdır. Feminizmin devrimci harekete eleştirisi hem ileriye hem de geriye doğru bir yön içeriyor. Onun eleştirisinin cins bakış açısından yoksunluğa ve erkek egemenliğine yönelen boyutu mücadele üzerindeki ileriye doğru basıncıdır. Toplumsallıktan kesimselliğe ve bireyselliğe doğru iten yönü ise gerici basıncıdır. Şimdi bu görüş açısı, feminizmin kadınla sınırlı program anlayışı, gelişen LGBTİ+ hareketin ve cinsiyetsizlik akımlarının ileriye doğru basıncına maruz kalıyor, öte yandan bu aynı hareket ve akımlar, tam da feminizmin geriye doğru basıncıyla aynı yöntem üzerinde, daha da kesimselleştirici ve bireyselleştirici görüş açısı hattında, feminizme örgütsüzleştirici ve mevzisizleştirici bir geriye basınç uygulamış oluyor. Feminizmin, ya da başka bir ifadeyle kadınla sınırlı program temelindeki reformist kadın özgürlükçü akımların, gerçekte kendi sınırları içerisinde bu hareketi ileriye taşıma gücü yok. Ya kendisi LGBTİ+ harekete ve kuir feminizme doğru değişecek ve programsızlaşacak ya da program ve fiili varlığını koruyarak TERF zeminde kalacak. Komünist programın cinsiyetsizlik alanında ideolojik ve teorik açıdan derinleşmesi, daha önemlisi bir politik ve ideolojik iddia kazanması bu açıdan da önemlidir, çünkü o kendi içerisinde her iki bakımdan da ileriye doğru gidişin potansiyeline, unsurlarına sahiptir.
4) Kuşkusuz ki, cins çelişkisine bağlı olarak özgürlük ve eşitlik mücadelesi bölgesel ve niteliksel farklılıklar gösteriyor. Bununla birlikte, küresel ölçekte erkek egemen kapitalist sistemin kadın cinsine yönelik saldırıları tüm yerkürede artarken, kadınlar da cinsel saldırılara karşı izleyici pozisyonun ötesine geçtiler. Yakın dönemde Taliban iktidarına karşı Afganistanlı kadınların eylemli duruşu, Rojhilatê Kurdistan’da ve İran’da cins çelişkisi merkezli başlayan ve toplumsallaşan ayaklanma, kürtaj hakkının ve İstanbul Sözleşmesi’nin gaspına karşı sokağı tutan kadınların eylemleri durumu yeterince açıklıyor. Faşist saldırılara karşı sokağa yönelen kadın hareketi bakımından kimi ittifaklar, karşılıklı deneyim paylaşımları, etkileşim ve dayanışma eğilimi giderek güçleniyor olsa da hala erkek egemenliğinin ana kaynaklarına karşı saflaşmanın ve antifaşist bir hatta bütünselleşerek konumlanmanın gerisinde bulunuyor.
Rojava kadın devriminin inşası ve savunulması ile Rojhilat/İran ayaklanması, 21. yüzyılın bir kadın devrimleri yüzyılı olarak da gelişeceğine işaret eden en ileri kopuş ve mücadele örneklerini temsil ediyor.
5) Dünya çapında ilerici, devrimci politik öznelerde içe dönme, bölünmeler öne çıkıyor ve bu bölünmeler kritik anlarda belirginleşiyor. Örneğin, Rusya’nın Ukrayna’ya işgal saldırısı ve NATO’nun Ukrayna’yı Rusya’yla savaş cephesi haline getirmesi gibi dünyasal konularda, emperyalist rekabet ve üçüncü dünya savaşı tehdidinin artmasında emperyalizme tutum alamayan öznelerde yarılma ve bölünme eğilimleri hızlanıyor.
Bu tablo kadın özgürlük mücadelesini de dolaysız biçimde etkiliyor, etkiledi. Nitekim ilerici, devrimci özneler ve kadın yapıları mevcut gerçeklikleriyle genel olarak sürece yanıt olamadılar ve kadın kitle hareketinin değişik yükselme anlarında belirleyici bir rol oynayamadılar. Rollerini oynayamadıkları için güç biriktirme şansları da olamadı.
Politik önderlik iddialarındaki zayıflıklara, mücadele araçlarıyla ilişkilenişlerindeki sınırlılıklara bağlı olarak kadın kitle hareketinin kendiliğinden ulaştığı düzeyin ilerisine geçemediler. Öyle ki, burjuva demokrasisinin biraz daha oturmuş olduğu ülkelerde parlamentolar en demokratik taleplerle kuşatıldığında, beklemeyle sınırlı kalma halini aşamadılar. Faşizme karşı mücadelede antifaşist kadın mücadelesinin pratiğini yeni bir düzeye taşıyamadılar.
Sınıf mücadelesinin tarihi seyrinde genel bir yapısal bunalıma sürüklenen sosyalist ve devrimci özneler kendilerini mücadelenin gereklerine göre yeniden yapılandırma ve 21. yy devrimci önderlik inşası göreviyle karşı karşıyalar. Kadın özgürlük mücadelesi bu yapısal bunalımı devrimci yönde çözmeye itilim kazandıracaktır.
6) Dünya çapındaki bu gelişmeler ve kadın hareketinin seyri devrimci rollerini oynamak üzere, komünist kadınları daha güçlü ve etkili biçimde tarih sahnesine davet ediyor. Kadın isyanlarının, kitle eylemlerinin bu davetini yanıtlama koşullarını hazırlamak dönemin temel görevidir. Kadın hareketinin tarihsel birikiminden, dünya komünist kadın hareketinin deneylerinden ve komünist kadınların 40 yılı aşan mücadelesinden aldığımız güçle süregiden tıkanmanın aşılmasına öncülük ve önderlik etmek iddiasıyla sahneye çıkmalıyız. Dünya kadın hareketinde bu açıdan önemli bir boşluk var. Kadın özgürlük mücadelesi alanındaki teorik birikimimiz, kadın devrimi çizgimiz, politik iddialarımız ve pratiğimiz, bu boşluğu doldurabilecek temel bir özne olduğumuzu yansıtıyor. Fakat açık ki, önderlik iddiasıyla hareket etmediğimizde, somut olarak da politik mücadelede öne çıkmadığımızda teorik tespitlerimizin, politik perspektiflerimizin propagandif etkisinin de siyasi etkimizin de artması olanaklı değildir. Önümüzdeki dönemde aşmamız gereken ilk eşik budur. Bu adımımızın güçlü bir ideolojik mücadeleyle de birleşmesi gerekir. Önderlik boşluğunun da bir ürünü olarak ortaya çıkan post modern anlayışlarla güçlü bir ideolojik mücadele yürütemezsek politik mücadelenin kanallarının tıkandığı, bunalımın derinleştiği bir tabloyla karşı karşıya kalabiliriz.
Faşist Şeflik Rejiminin Saldırıları
1) Faşist şeflik rejimi, 20 Temmuz Suruç katliamıyla 2015’te başlattığı, Kürt ulusal demokratik hareketi ve devrimci hareket başta olmak üzere tüm direniş öznelerinin iradesini kırma ve tasfiye etme savaşını kesintisiz biçimde ve yoğunlaştırarak sürdürdü. Günümüzde de aynı saldırıları sürdürmeye devam ediyor ve durdurulamazsa edecek de.
2) Erkek egemenliğinin bugüne kadarki en gerici ve faşist koalisyonunu kuran faşist şeflik rejiminin, kadın ve LGBTİ+’lara yönelik saldırıları stratejiktir. Toplumun politik islamcı temelde yeniden inşasını kadının bedeni, kimliği ve emeği üzerinden gerçekleştiriyor. Kadını “aile” ve “ev” içinde erkeğin ihtiyaçlarına göre tanımladı, nesneleştirdi, “makbul” olmayan kadınları hedefine aldı. İktidarın kadın düşmanı saldırılarının amacı, kadınları örgütsüzleştirmek, yalnızlaştırmak ve kendi çaresizliği içinde boğarak teslim almaktır.
3) Faşist şeflik rejimi, ilk etapta, evsel köleliğin karşısında duracak olan kadın hareketini ve mücadele mevzilerini hedefleme, alan daraltma ve güvensizlik yaratma yoluna gitti. Bu dönemi aynı zamanda, ezilen sınıflardan erkekleri saflaştırarak kendisine yedekleme, kadın kitlelerini ve hareketini farklı özellikleri temelinde bölerek ayrıştırma hattında ilerletti.
4) Faşist şeflik rejimi, dönem içerisinde kadın özgürlük mücadelesine saldırılarını artırarak sürdürdü. Gözaltı ve tutuklama terörünü yoğunlaştırdı. 25 Kasım’ı yasaklama girişimi örneğindeki gibi kadın hareketine yönelik güç sınamalarına girişti. Onur Yürüyüşlerini kesintisiz saldırı kapsamında tuttu.
Son yıllarda kadın hareketinin politik etkinliğini en fazla arttırdığı ve kadın kitlelerini örgütleme ve sokaklara çıkmaya sevk ettiği mücadele mevzilerinden biri kadın katliamları ve kadın katillerinin yargılanması mücadelesi oldu. Şule Çet kampanyası ve kazanımları, bu mevziinin gücünü ve ilerleyebileceği düzeyi faşizmin dikkat merkezi haline getirdi. Faşist şeflik rejimi, kadın katillerini hapishanelerden çıkararak, kadınlara dolaysız bir gözdağı vermeye kalkmakla kalmadı, aynı zamanda kadınlarda bu mücadelenin ve kazanılmış mevzilerin anlamsız olduğu duygusunu örgütlemek, başarısızlık ruh hali oluşturarak umutsuzluk yaymak istedi.
Kadın özgürlük mücadelesi bu saldırılara direnişle yanıt verdi, gücünü ve kitleselliğini korudu.
5) İstanbul Sözleşmesi’nin gaspı, kadınları silahsızlandırma mesajı olduğu kadar, kadın hareketinin sınırlarını test etme arenası oldu. Sürecin başından itibaren kadın hareketinde saldırının amaç ve içeriğine ilişkin bilinç açıklığı vardı ve saldırıya karşı eylemli bir tutum alındı. Buna karşın faşizmin bu cepheden saldırısının bütünsel anlamı ve toplumsal mücadele ile bağı yeterince kavranmadı ve buna uygun konumlanılmadı. Faşizm saldırısını, toplumsal saflaştırma hattından başlattı. Özellikle LGBTİ+’ları merkezine alarak ve geleneksel aile kurumu üzerinden ezilen sınıflardan erkekleri de erkek egemenliği ekseninde yedekleme yoluna gitti.
6) Faşist saray medyası yoluyla nafaka hakkına yönelik erkek mağduriyeti üzerinden bir kampanya yürüten faşist rejim, bu hakkı ortadan kaldırarak, kadınların boşanmasının önüne yeni bir engel çıkarmak istiyor. Boşanmayı engellerken, kız çocuklarının evlilik adı altında sistematik tecavüz saldırısına uğramasının yasal yollarını açıyor.
7) Faşist şeflik rejiminin politikaları, çocukları cinsel şiddetin hedefi haline getirdi. Kadın özgürlük mücadelesi güçleri birçok kez çocuklara yönelik cinsel şiddetin, tecavüzün faili olan erkekleri çeşitli gerekçelerle aklama planının karşısına dikildi, ancak rejim planından vazgeçmedi. Öte yandan politik islamcı vakıflar, politik islamcı Kuran kursları ve politik islamcı yurtlar özellikle kız çocuklarının işkence ve tecavüz saldırılarına maruz kaldıkları, süreğen bir tehdit merkezine dönüşmüş durumda.
8) Önümüzdeki dönem cins mücadelesinde sert ve keskin çarpışmalara sahne olacaktır. Faşist şeflik rejimi, geride kalan yakın dönemde oluşturduğu son yılların en gerici-faşist erkek egemen ittifakına da dayanarak başlattığı cins savaşını çok yönlü olarak tırmandıracağı gibi, seçimler yapıldıktan sonra bu ittifaka ve tabanına vadettiklerini yerine getirme yolundan da yürüme hedefindedir. Bu, erkek egemenliğini çok yönlü olarak güçlendirme hedefiyle, kadın özgürlük mücadelesinin kazanımlarını bütünüyle tasfiye etmeyi, kadınların temel taleplerini yok saymayı, burjuva aile kurumunun tahkim edilmesine yönelik düzenlemeler yapmayı vb kapsayacaktır. Tecavüzcülerin, kadın katillerinin serbest bırakılmasını sağlayacak yasa düzenlemesi, kadına yönelik şiddeti onaylamanın yeni bir düzeyi olarak, şiddet faillerine cezasızlık politikası uygulanacağının ilanıdır.
9) Faşist şeflik rejimi, rejimin cins politikasını baştan aşağı düzenleme ve erkek egemenliğini kendi ihtiyaçlarına göre restore etme hedeflerinin öncelikleri arasına, LBGTİ+ hareketini tasfiye etmeyi almış bulunuyor. Politik varlığını topyekûn ezme ve bastırmayı, LGBTİ+’ları birey olarak da, hareket olarak da yasadışı hale getirmeyi amaçlayan bu güncel plana göre, politik öznelere ve sokak kuvvetlerine olduğu gibi, tek tek bireylere yönelik şiddet ve katliamların da artacağının, katillere yönelik cezasızlık politikasının bu alanda daha da pervasızca uygulanacağının bütün verileri ortadadır.
10) Faşist şeflik rejimi Bakur’da kadınların neredeyse yarım asırdır dişe diş bir mücadele ile kazandıkları mevzilere saldırdı. Onlarca kadın kurumu kapatıldı, kayyumlarla belediyeler gasp edildi, öne çıkmış, simgeleşmiş kadın devrimciler gözaltına alındı, tutuklandı. Kadın daireleri, kadın müdürlükleri ya kapatıldı ya da AKP kadın kollarına bırakıldı. Bu kurumların kapatılmasıyla Kürt kadınları, genç kadınlar ve çocukların anadillerinde eğitim ve değişik hizmetler alma haklarına da kelepçe vurulmuş oldu.
Dersim gibi Alevi kentlerinde dahi cemaat örgütlenmeleri yaygınlaştırılmaya çalışıldı.
Artarak devam eden sömürgeci faşist devlet terörüne taciz, tecavüz ve istismar saldırıları ve asimilasyon politikaları eşlik etti. Genç kadınlar seks işçiliğine zorlandı, işbirlikçilik-ajanlık ihaneti içinde yer almaya mecbur edilmeye çalışıldı.
Faşist şeflik rejiminin kadın özgürlük kazanımlarına yönelik genel saldırıları, Bakur’da inkarcı sömürgeciliğe uyarlanmış veya özelleştirilmiş politikalar biçiminde daha da şiddetli tarzda sürüyor.
11) Genelde Rojava devrimi, özelde Rojava devriminin kadın kazanımları, faşist şeflik rejiminin sömürgeci işgallerinin, bu işgallere dayalı olarak sıkılaşan faşist sömürgeci kuşatmanın ve yeni işgal saldırıları tehdidiyle karşı karşıya. Bu koşullarda devrimin inşası ile devrimin savunulması kaçınılmaz olarak birlikte yürütülüyor. Bu tablo aynı zamanda Rojava’da kadın kazanımlarının ilerletilmesinin, toplumsal inşada cinsiyetçi olmayan iş bölümünü giderek geliştirmenin de kronik engellerinden biri haline geliyor.
Kadın Hareketinin Durumu
1) Faşist saldırganlık ve kuşatmanın boyutları düşünüldüğünde hareketin bir irade kırılması yaşamaması, belirli düzeyde de olsa iddiasını koruması son derece değerlidir. Öyle ki, bu niteliğiyle dahi emekçi sol harekete ve tabanına önemli bir güç ve moral taşıyabildi. Özellikle 25 Kasım 2022 Taksim direnişinde erkek devletle cepheden karşı karşıya gelişi, tacizci-işkenceci yüzünü teşhir edişi, sokak yasaklarını yerle bir edişi mücadele kadın hareketi dinamiklerinin hazır ve potansiyel gücüne işaret ediyor.
Faşist şeflik rejiminin kurumsallaşması sonrasında, neredeyse tüm toplumsal dinamiklerin faşist zor ve baskı nedeniyle geri çekildiği, sokağı kullanmaktan imtina ettiği koşullarda, 2017 yılı 8 Mart kadın isyanı ve çıkışı, faşizme karşı bir dalgakıran oldu. 8 Mart çıkışı ve takip eden yıllar faşizme karşı tüm toplumsal dinamiklerin yeniden yüzlerini sokağa dönmelerine de cesaret vermiş, kadın hareketine, onun gücüne duyulan toplumsal güveni ve saygınlığı arttırmıştır.
Dünyasal düzeyde gelişen #MeToo hareketine Türkiye ve Bakurê Kurdistan’da farkı düzeylerde de olsa yanıt verilmesi, cinsel suçlarla mücadelede “ifşa” hakkının yaygın biçimde kullanılması önemli gelişmeler oldu. Bu tutumlarla erkek egemenliğinin cinsel saldırılarının alanı belli düzeylerde daraltılırken, örgütsüz kadın kitlelerinde oluşan cins farkındalığı özgüven ve cins bilincine doğru evrildi.
2) Bu denli kapsamlı saldırılar ancak cepheden bir savaşımla göğüslenebilir. Mücadele keskinleştikçe hareketin iktidar perspektifi olmayan kesimleri daha büyük ölçüde kendi sınırlarına çekileceklerdir. “Feministler kazanamayacakları mücadelelere girmez” formülasyonunun kadın hareketinin kimi öne çıkan öznelerinde İstanbul Sözleşmesi’nin gaspından sonra yaygınlık kazanması tesadüfi değildir. Bu zihniyet ve pratik, kadın hareketinin birleşik mücadelesi ve eylem birliği zeminini negatif biçimde etkileyecektir. Komünist kadınlar dışında, cepheden tutum alabilecek kesimlerden biri Kürt kadın hareketidir. Bu iki kesimin cepheleşme ve ittifak politikasındaki sürükleyicilik ve özneleşme düzeyleri, ezilenlerin faşist şeflik rejimi karşında kadın özgürlük mücadelesi temelinde saflaştırmada temel bir rol oynayacaktır. Önümüzdeki dönemin kritik sorusu, bu düzeyde bir politik iddiayla ortaya çıkılıp harekete öncülük ve önderlik edip edilmeyeceğinde düğümleniyor.
3) Kadın hareketi, mevcut koşullarda, faşist şeflik rejimine karşı kuvvetlerin bugünkü diziliminde, nesnel olarak antifaşist karakterde olsa da bugünkü gerçekliği içinde henüz ezilenlerin mücadelesinde özel bir önderlik, öncülük rolü oynayabilecek ve birleştirici bir maya olabilecek pozisyonda değil. Tüm baskılara, tutuklamalara karşın direniş hattında durması itibarıyla kitle hareketine moral-motivasyon taşıyan bir kuvvet olsa da protestocu bir muhalefet gücü olmanın ilerisine geçemeyişi temel zayıflığıdır. Bu gerçeklikle bağı içinde ezilenlerle ilişkisinde de özne olmaktan çok, iddiası dayanışmacılıkla sınırlı bir bileşen görünümündedir.
4) İstanbul Sözleşmesi’nin gaspı ve bunu izleyen süreç, kadın hareketini önemli bir ikilemle karşı karşıya bıraktı: ya politik-ideolojik farklılıklarına karşın kadın hareketinin öncü kuvvetleri bu önemli saldırıyı birleşerek, mücadele araç ve biçimlerinde farklılığa giderek püskürteceklerdi ya da mücadeleyi belirli bir tempoda tutarak saldırıyı savuşturma yolundan yürüyeceklerdi. Ne yazık ki, ne içeriği güçlü ve sürekliliği olan bir mücadele yoldaşlığı kurulabildi ne de mücadele araç ve biçimlerinde düzey yükseltilebildi. Sokaklara dökülen öfkeli toplulukların polis barikatına yüklenmesini engellemeye çalışmak veya yüklenenleri "provokasyon yapmakla" eleştirmek, 1 Temmuz planlaması, sürecin gidişatını gösteren verilerdi. "Saldırıyı püskürtemeyiz ama tutumsuz da kalamayız" şeklinde okunabilecek bu hareket tarzı, kritik eşiğin aşılmasını sağlayamazdı.
Kadın hareketinin gelişimi, özelde İstanbul Sözleşmesi’nin gaspıyla hem yeni bir dönemece girdi, hem de bir dönemin gelişiminin sınırlarının ifadesi oldu. İstanbul Sözleşmesi’nin feshi karşısında, kadın hareketi, mücadele araç ve biçimlerinde düzey yükseltmeksizin saldırıyı püskürtmeyi başaramayacağı açıkken, bu iddiayı kuşanamadı. Kadın hareketindeki toplumsal saflaştırma, cepheleştirme hattı ve yönündeki zayıflık, daha doğrusu politikasızlık hareketi saflaştırmadığı gibi alanını da daralttı. Nihai vuruşu 1 Temmuz’da planlaması dahi, süreci püskürtemeyeceğini, ancak iradesini koruyacağını ilan eder nitelikteydi.
5) Dönem girişinde, pandemi öncesinde, komünistlerin gündemleştirdiği kadın grevi taktiğine baştan itibaren mesafeli yaklaşıldı. Bu, önemli bir gelişim olanağının reddi olduğu gibi, öne çıkan politik öznelerin sınırlarına da işaret etti. Keza, durumda etkisi sınırlı olsa da “tek kadın bile karşı çıksa gündem yapmama” türündeki iddiasızlığı ve iradesizliği örgütleyici örgütsel anlayışların politik sonuçları bu örnekte de görülmüş oldu. Bu iddia ve irade sorunu, kadın hareketinin dönüp dolaşıp her seferinde dayandığı sınırların bir örneğidir.
6) LGBTİ+’lara uygulanan yok sayma ve yasakçı tutumlara karşı Onur Yürüyüşlerinin sahiplenilmesi ve sokakta ısrar önemli eşiklerden biri oldu. Öte yandan, feminist hareket açısından TERF tartışması zemininde, komünist hareket açısından ise düşman yönlendirmeleri ve devrimci harekete geçmiş haklı ve haksız tepkileri zemininde düşmanlaşmış eski devrimci/solcu LGBTİ+’ların buna alet olmalarıyla iki risk açığa çıktı: Birincisi, hareketin, düşman darbelerinin, saldırılarının bir yanında, bu temelde gelişen ayrışmaların diğer yanında durduğu bir zeminde apolitize olması ve olduğu haliyle örgütsüzleşmesi, antifaşist saflara yabancılaşmasıdır. İkincisi, bu temelde gelişen tartışmalar ve saflaşmaların, düşmanın provokatif saldırılarına eklenerek gerek feminist hareketi, gerekse emekçi solu konuyla ilgili aldığı mesafeden geri savurması riskidir. Bu bakımdan Kürt ulusal demokratik hareketinin deneyimi akılda tutulmalıdır.
7) Kadın hareketi, cins çelişkisinin keskinliğinin nesnel olarak sürekli beslediği bütün dinamikliğine rağmen yıllardır belirli bir tıkanma içinde; mevcut politikaları, anlayışları ve mücadele araçlarıyla belirli bir sınıra geldi ve orada çakılıp kaldı. Buradan ileriye gitmek için, erkek egemenliği ve onun politik temsilcileriyle daha militan bir çarpışmayı göze alması gerekiyordu. Bunu yapamadığı ölçüde tıkanıyor ve saldırıdan savunmaya doğru geriliyor. Tersi yönde bir adım atmak için, ilk yapılması gereken, diğer ezilenlerle ittifakı derinleştirmek. Kesimsel kaldığı ve ezilenlerle bağını, öncülük ve ittifak değil, “kesişimsellik”, “dayanışma” düzleminde sürdürdüğü sürece erkek egemenliğine ve faşizme karşı iddiaları da kuvveti de sınırlı kalmaya mahkûm. İkincisi, emekçi kadın kitleleriyle daha güçlü bağlar kurmak; üçüncüsü ise, mücadele araç ve biçimlerini keskinleştirmek ve yükseltmek.
8) Kadın hareketinin, ya kitle gücünü büyüterek, kalıcı ittifaklarını diğer ezilen kesimlere doğru genişleterek vuruş gücünü büyütmesi veya grev, kitle şiddeti gibi biçimlerde mücadele araçlarını değiştirmesi, geliştirmesi ve daha ileri biçimlere sıçratması gerekiyor. Aynı eylem kitlesini ve aynı eylem biçimlerini koruyarak daha fazla kazanım elde edemez. Bütün dinamikliğine ve görece militanlığına rağmen mevcut savunma pozisyonunu aşamaz.
9) Kitle gücünü, kadın hareketinin değişik kesimlerine, özelde emekçi kadınlara yaymada da, ezilenlerin başkaca kesimleriyle daha istikrarlı ittifaklar geliştirmede de, içerdiği değişik politik öznelerin sınırları göz önündedir. Emekçi solun reformist kesimlerinden kadınlar ve kadın yapılarının da feministler ve feminist yapıların da Kürt kadın hareketinin de bu konudaki gerçeği biliniyor. Mücadele araçlarını ise ancak belli ölçülerde ileri taşıyacak anlayış ve eğilime sahip. Bunun için dahi öncülüğe ihtiyacı var.
10) Geride kalan dönemde Bakur’da temel gündem, tüm bu saldırılara karşı mücadele ekseninde gelişti. Kürt kadın hareketi bu saldırıları bütünüyle püskürtüp kuşatmayı yaramasa da sömürgecilik karşısında boyun da eğmedi. 8 Mart, 25 Kasım gibi temel dönemeçlerde etkin bir güç olarak varlığını ortaya koydu. Değişik kampanyalar ve kitle çalışmasıyla kadın kitleleriyle bağlarını koruma pratiğini sürdürdü.
11) Türkiye ve Bakur’da faşizme ve inkarcı sömürgeciliğe karşı kadın hareketi, yeni araç ve biçimler kullanarak dayandığı sınırı aşma sorunuyla karşı karşıyayken, toplumsal inşanın savaşla ve savaş hazırlıklarıyla el ele gittiği, bu durumun yarattığı önemli dezavantajların kadın özgürlükçü politik özneleri zorladığı Rojava’da, kazanımların pratikte de korunması, kadınların eve çekilmelerinin önlenmesi ve devrimin evlere girmesi mücadelesinin paralel biçimde yürütülmesi ile sömürgeci işgallere karşı halk savunmasının bir parçası olarak kadınların daha kitlesel biçimlerde silahlandırılmasına olanak veren yapıların kurulması görevi öne çıkmaktadır.
Komünistlerin Görevleri
1) Komünist kadınların örgütsel önderlik kapasitelerini açığa çıkarmaları, ideolojik-politik önderlik güçlerini yükseltmeleri, kadın hareketinin iddia ve yön kazanmasında, kendi sınırlarını aşmasında temel bir kuvvetin realize edilmesini sağlayacaktır. Bu açıdan kadın örgütümüzü yaratma mücadelemizin niteliksel gücünü yeterince bilince çıkarmadığımızı ve teorik birikimimizi politik güce dönüştürme iradesi kazanmanın hala gerisinde olduğumuzu görmeliyiz. Kadın hareketinde feminist kadın hareketinin oluşturduğu on yıllara dayanan hegemonya sorununu aşmanın yol ve yöntemlerini bulmak, uygulamak ve somut araçlar oluşturmak zorundayız. Genel olarak ideolojik mücadele ve çizgi tespitleri bunun için yeterli olamaz. İdeolojik ve çizgisel mücadelenin sözün ötesine geçerek eylemsel ve politik bir nitelik kazanması zorunluluğu ile karşı karşıyayız. Bu da ancak KKÖ kimlik ve çizgisinin politik, eylemsel hattının, bağımsız politika yapmanın dönemin ihtiyaçları ile uyumlu biçimde somutlanması ile mümkün olacaktır.
2) Kadın hareketi, mevcut haliyle, antifaşist niteliği güçlü olmadığı için, ezilenlerin toplam mücadelesi içinde özel bir önderlik, öncülük, birleştiricilik pozisyonu kazanamıyor. Yer yer dayanışmacı, yer yer muhalefet, yer yer de içinde eriyen bir parçası olarak yer alıyor. Harekete, geçici, istikrarsız ve sınırlı dayanışmadan, “kesişimsellikten” ayrı ve taban tabana farklı bir biçimde politik iddia kazandırma cüreti göstermeliyiz.
3) Erkek egemenliğinin kurumlarına, devlet ve tek tek erkekler eliyle şiddet, baskı ve saldırılarına karşı devrimci şiddetin gelişimine öncülük, kadın özgürlük mücadelesinin kadın grevi başta olmak üzere daha zorlayıcı mücadele araç ve biçimlerine doğru yöneltilmesi, işçi ve emekçi kadınlarla buluşma, işçi ve emekçi kadınlar içinden ve onların politik gündemleri ve bakış açılarından cins çelişkisi kapsamında eylem geliştirme niteliği kazanma, faşist rejimin kadın-erkek saflaşması olarak geliştirmeye ve LGBTİ+'ları da tümden denklem dışına çıkarmaya çalıştığı cins çelişkisini faşist şeflik rejimine, erkek egemen kapitalist düzene karşı kadınların ve işçi sınıfı ve ezilenlerin çelişkisi düzleminde saflaştırma, kadın özgürlük mücadelesinin gelişimi için başlıca güncel görevlerimizdir.
4) Feminist hareketin kadın hareketi üzerinde kurduğu hegemonyaya karşı “kadın devrimi”ni programatik düzeye taşımış ve bunun örgütünü inşa etmiş komünist kadınların özgüveni ve kararıyla karşı ideolojik hegemonya mücadelesi yürütmeliyiz. Kadın teorik çalışmalarını sistematize ederek politikayla buluştururken, kadın hareketinin nesnel zeminini oyan ve kadın özgürlük mücadelesini gereksizleştiren kuir teorisine karşı ideolojik mücadele yürütmeliyiz.
Özellikle feministlerin Gece Yürüyüşlerindeki ve kimi birleşik zeminlerdeki ajitasyon-propaganda yasakçılıkları kadın özgürlük mücadelesinin ilkeleri ile de bağdaşmamaktadır. Kadınların birliğini, stratejik önemde görürken, kadın hareketini ileriye götürecek hiçbir ayrışmadan kaçınmamalı ve iç mücadeleyi yükseltmeliyiz. Hareketi geliştirecek, devrimcileştirecek ve feministlerde somutlaşan reformist hattın hegemonyasını geriletecek olan da budur.
6) Cins çelişkisi temelinde yaratacağımız saflaşma ve cepheleşmenin yanı sıra harekete militan bir karakter kazandırma sorumluluğumuz var. Kadın kitle eylemleri başta olmak üzere fiili-meşru mücadele araçlarına daha fazla başvurmalı ve meşruluğunu her düzlemde savunmalı, kitle şiddetini açığa çıkaracak, yaygınlaştıracak adımlar atmalıyız. Kadın hareketini hem politik düzlemde hem de pratik eylem sahalarında savunma hattından çıkarıp saldırı pozisyonuna geçirebilecek bir mücadele hattının öncüsü ve önderi olabilecek temel kuvvet komünist kadınlardır.
7) Kadın kitleleriyle, özelde de işçi kadınlarla, genç kadınlarla ve emekçi semtlerde cinsel, ulusal, sınıfsal çelişkileri en şiddetli biçimde yaşayan işçi-emekçi kadınlarla güçlü bağlar kurmak, işçi kadın cephesini ayrı bir kulvardan geliştirmek ve alana özgü politik çalışma ve eylem niteliği kazanmak, kitle cephemizde süreklilik sağlayacak ve kendisini üretme başarısı gösterecek bir örgütsel gövde yaratmak önümüzdeki dönemde gelişimimizin en önemli halkasını oluşturuyor.
8) Yoksullaşma krizi olarak da yaşanan yoksulluk ve özelde kadın yoksulluğu, politik çalışmalarımızda dönem boyunca yer tutmalıdır. Kadın yoksulluğu, pahalılık ve genel olarak yoksulluk dönem dönem politik kampanya kapsamında ele alınabileceği gibi, rutin olarak da ajitasyon ve propaganda çalışmalarımızın konusu olmalıdır.
9) Kitleselleşme ve kadrolaşmaya yoğunlaşmak mevcut gerçekliğimiz içinde kilitlenmemiz gereken temel görevdir. Bunun yolu ise, kadınların temel taleplerini baz alan politik kampanyalar örgütlemekten geçiyor. Kitle çalışması yürütme zemini olan tüm cephelerimizde, partiyi siyasi içeriği saptanmış kampanyalar temelinde bir kadın partisi şeklinde harekete geçirerek politik kitle çalışması zeminleri yaratmalıyız. Başta işçi kadın kitleleri olmak üzere, genç kadınlarla ve emekçi kadınlarla bağ kurmanın biçimlerini bulmalı, imkanlarla en enerjik ve en verimli biçimde ilişkilenmeliyiz. Bu, kitleselleşmenin ve kadrolaşmanın önünü açacak en elverişli yoldur.
10) Dün olduğu gibi gelecekte de özsavunma hakkının kullanılması; bu hakkı kullanan kadın ve LGBTİ+'ların sahiplenilmesi, ceza almalarının önüne geçme mücadelesi yürütülmesi kapsamındaki tüm faaliyetler, caydırıcılığının yanı sıra hareketin militanlaşmasında ve özgüven kazanmasında önemli bir rol oynayacaktır. Hatta yer yer simgeleşen kimi örnekler kadına yönelik şiddete karşı mücadelenin kitleselleşmesinde ve militanlaşmasında ateşleyici bir rol oynayabilir.
11) Kadınların erkek şiddetine karşı öz savunması hak olduğu gibi, fail erkeklere ve bu fail erkekleri koruyan devletin sivil ve askeri kurumlarına ve yöneticilerine yönelik cezalandırma eylemleri de meşrudur, haktır, kadın adaletinin en temel parçasıdır. Komünist kadınlar bu hatta ilerleyerek, kadın mücadelesinde yol açmalıdır.
12) Kadın grevi dünya çapında kadın özgürlük mücadelesinde geniş kitlelerin gücünü açığa çıkarma ve baskı kuvveti oluşturma özelliğini korumayı sürdürüyor. Özellikle pandemi sürecine bağlı olarak etkili bir mücadele aracı olarak öne çıkamayışı bu gerçeği değiştirmiyor. Kadın grevi aracına inanmak ve uygulama kararlılığı göstermek verili potansiyelin açığa çıkmasında belirleyici olacaktır. Bu konuda yaratılacak bazı örnekler kadın hareketinin gidişatına belirgin biçimde etkide bulunacaktır. Bundan hareketle kadın grevini 8 Mart’la sınırlandırmadan, doğru zamanda ve somut bir talep etrafında örgütlemek perspektifi ile hareket edilmelidir. Ayrıca mahalle, fabrika gibi yerellerde yaşanan kadın ve çocuklara yönelik şiddet, mobing, emek sömürüsü gibi durumlarda da kadınları greve çıkarma perspektifi ile hareket edilmelidir.
13) Emperyalist küreselleşme döneminde artan cins çelişkisine bağlı olarak “geleneksel aile”nin çözülme eğilimi bir olgudur. Buna karşın, Türkiye ve Kuzey Kürdistan’da faşist şeflik rejimi bu geleneksel aileyi, politik islamcı temelde, şef tipi faşizmin mantığına uygun olarak yeniden inşa ettiği de olgudur. Bugün, genel bir aile karşıtlığı söylemi kadınları ve genel olarak ezilenleri faşist rejim, kapitalist devlet karşısında saflaştıramıyor, saflaştıramaz da.
Aile yasası karşıtlığında ideoloji/teori ile politika arasında bir hat kurmalı, özelde ev köleliği, evsel sömürünün derinleşmesi ve erkek şiddetinin koruma altına alınışı yönünde sonuçlarını somut ajitasyon ve eylem sloganlarına dönüştürmeliyiz. Ailenin kendisini ise, erkek egemenliğine karşı ana darbenin doğrultusu olarak “yalıtma” düzleminde ele almalıyız, “şef tipi aileye karşı eşit ve özgür yaşam” perspektifi ile hareket edebiliriz.
14) Geride kalan dönemde olduğu gibi önümüzdeki dönemde de ittifaklar, eylem birlikleri yoluyla kadınların birleşik mücadelesini güçlendirmek görüş açımızda olacaktır. Gerek özgür cephede, gerekse antifaşist mücadele zemininde birleşik kadın mücadelesini yaratmada özel bir rolümüz olacağı gerçeğini unutmamalıyız. Bu gerçeği en başta temel kuvvetlerimize kavratmak, onları ikna etmek ve öncü niteliğimize uygun pozisyonlar almak zorundayız. Aksi takdirde kadın grevi gibi önemli bir mücadele aracının öncülüğünde olduğu gibi erken pes etme örneklerini tekrar etmemiz kaçınılmaz olacaktır.
15) Bakurê Kurdistan’da Rojava devrimine dönük saldırılara karşı tutum geliştirmek, sömürgeciliğin bir özel savaş yöntemi olarak uyguladığı taciz-tecavüz saldırıları başta olmak üzere tüm saldırılarına karşı mücadele, ev içi şiddete karşı mücadele konuları temel gündemimiz olmalı. Sömürgeci, işgalci saldırıları püskürtme hedefli mücadelede açacağımız kanallar, aynı zamanda kadın kitleleriyle de buluşma mecralarımız olacaktır. Keza lise ve üniversiteli genç kadınların idare ve aile baskısına karşı biriken tepki ve öfkelerini açığa çıkaracak refleksif-öncü eylemlerle genç kadın hareketinin önünü açma imkanına odaklanmalıyız.
16) Rojava’da komünist kadınlar olarak, kadının evsel köleliğine, çok eşlilik, çocuk yaşta evlilik, berdel gibi cinsel sömürü biçimlerine karşı mücadelede, ayırt edici çizgimizi devam ettirirken, kadınlara yönelik “özsavunma” eğitimlerini sürdürmeliyiz. Aynı zamanda evsel köleliğin ve cinsel baskının ortadan kaldırılması için iktisadi ve toplumsal yapının sosyalist dönüşümünün zorunluluğunu en zengin yol ve yöntemlerle propaganda etmeliyiz.
17) Kadın öznelerinin buluştuğu Dünya Kadın Konferansı, çeşitli bölgesel, kesimsel ve ideolojik-politik akımların kadın konferansları daha etkin birleşik mücadele zeminine birikim sağlarken, ICOR Kadınları gibi devrimci ve ilerici ittifakların kadın bölükleri kadın özgürlük mücadelesinin pratiğini ve anlayışını dünya ölçeğinde ilerletmesine olanak sağlıyor. ILPS’nin IWA (International Women’s Alliance) gibi farklı ideolojik akımların canlı kadın ittifakları da bu yönde anlam taşıyor. Kadın devriminin dünyasal ayağını oluşturmak ve etkileşimi arttırmak için kadın özgürlük mücadelesi eksenli ikili ilişkilerin gelişmesine ağırlık vermeliyiz.
18) Kadınların antifaşist temelde saflaşmasını geliştirecek geniş bir birliktelik yönündeki iddia zayıflığımızın bir özrü yok. Bu konuda, güncel ihtiyaçlara bağlı ittifakların yanı sıra, daha temel anlayış tartışmaları yapmak ve daha önemlisi bir genel plan geliştirmek, kadın örgütümüzün önünde bir görev olarak duruyor.
19) Sömürgeci faşizme karşı tutum alma, özelde Efrîn saldırısı döneminden itibaren giderek daha da derinleşen suskunluk halini kırmada kadın cephesinden bazı öncü adımlar atılmasını sağlama görevine dikkatle eğilmeliyiz. Aynı biçimde inkârcı sömürgeci faşist şeflik rejiminin işgal saldırılarına karşı pratik tutumumuzu kadın hareketine doğru genişletmek için emek harcamalı, zorlayıcı olmalıyız. Bu konu ideolojik mücadele gündemimiz içinde de yer almalı.
20) LGBTİ+ politikasında yukarıda dikkat çekilen riskleri bertaraf etmede de öncülüğü üstlenerek, faşist şeflik rejiminin saldırılarına göğüs gerilebilmesi için değişik kuvvetleri ileri doğru itmeli, hem hareket içinde örgütlenme çabalarımızı artırmalı, hem de diğer kesimleri bu sorun etrafında seferber etmeliyiz.
21) Kapitalist sisteme karşı direniş noktalarından biri de ekoloji alanından gelişiyor. Bu direnişte kadınların yönlendiriciliği ve kararlılığı dikkat çekiyor. Bu gerçek, ajitasyon-propaganda çalışmalarımızda, eylemimizde ve örgütsel adımlarımızda karşılık bulmalıdır.
22) Erkek egemen sistem, erkek cinsinin insanlaşma sürecini sekteye uğratırken, kadınlar, LGBTİ+'lar ve çocuklara cinsel saldırıların sonuçlarından biri de toplumsal çürümedir. Ezilen erkeklere toplumsal çürümenin karşısında durmak için “erkeklikleriyle yüzleşme” çağrısı yapılmalı, komünist erkekler bu “toplumsal çürümeye karşı yüzleşme”nin pratik öncülüğünü geliştirmelidirler.
23) Ağır hastalar başta olmak üzere, hasta tutsakların tedavi haklarının gasp edilmesi, “iyi halli olmadıkları” gerekçesiyle tahliyelerin engellenmesi, infaz yakmalarla şartlı tahliye haklarının ortadan kaldırılması ve tecrit-sürgün cenderesi içinde ağırlaşan biçimde yalıtılmaları, çıplak arama ve cinsel işkence gibi saldırılara karşı mücadele etmeli ve bunun içinde kadın hareketinin dikkatini kadın tutsakların özgün sorunlarına ve ihtiyaçlarına yöneltmeyi zorlamalıyız. Özsavunma hakkını kullandıkları için tutuklanan kadınlarla dayanışma eylemleri yapmalıyız. Zindanların ağırlaşan koşulları altında, tutsak kadın yoldaşlarla düzenli, sistematik ve örgütlü bir ilişki kurmanın imkanlarını zorlamalı, bu konuda ısrarımızı süreklileştirmeliyiz.
24) Mültecilik sadece bir insan hakları meselesi değil, sınıfsal bir meseledir. Faşist şeflik rejimi, gerici bir saflaşmanın malzemesi olarak da özellikle Suriyeli mültecileri araçlaştırıyor, ırkçılığı mülteci düşmanlığı üzerinden geliştiriyor. Mülteci kadınlar, göç ettikleri yerlerde cinsel şiddetin, seks köleliğinin hedefi haline getiriliyor. Dil bilmemek, yabancı bir ülkede olmak kadınları daha fazla eve hapsediyor. Özellikle Bakurê Kurdistan’da mülteci çocuklar, vahşi sömürü koşullarında çalıştırılıyor. Mülteci kadınların ve çocukların sorunlarını ve taleplerini gündemleştirme sorumluluğumuzu yerine getirmeliyiz.
*Komünist Kadın Örgütü'nün 3. Konferansı'na sunulan bu metni, tarihsel ve güncel politik değeri nedeniyle dergimiz yayınlamaktadır.