1965-70 döneminin tarihe değen, ama dönemin güncel ideolojik ve politik saflaşmalarını şekillendirici Kemalizm, cumhuriyet, Kürt ulusal sorunu, Ermeni Soykırımı gibi önemli tartışmalı sorunları söz konusu oldu mu, “68’in en ilerisi”nin Mustafa Yalçıner ve saflarında yer aldığı THKO olmadığı biliniyor. Ortaya bir “68’in en ilerisi kimdir?” sorusu atıyor değiliz. Mustafa Yalçıner’in aşağıda bazı açılardan eleştiri ve tartışma konusu yapacağımız yazısında yaptığı bir tartışmaya atfen bunu vurgulama ihtiyacı duyuyoruz. Fakat Yalçıner’in ifadesiyle gönderme yaptığı gerçeklik de birbirini tutmuyor; “en ilerilik” tartışmasının maddesi ne: ‘68 mi ‘71 mi?
Yalçıner’in ‘68 gösterip ‘71 vurması da ayrıca tuhaf duruyor.
Teori ve Eylem dergisinin güz sayısı (61. sayı) “100. yılda Kemalizm ve cumhuriyete ‘soldan’ bakış” kapak manşeti ile yayınlandı. Bu cümle aynı zamanda Mustafa Yalçıner’in yazısının da başlığı. Başlık okura “sol”un yani “bugünkü solun” cumhuriyete bakışının analiz edileceği mesajını veriyor. Ama yazı okurda esasen Sol Parti, TKP ve TİP’i eleştirmek için yazılmış duygu ve düşüncesini uyandırıyor. Tarihsel bağıntıları gösterme ihtiyacı ya da belki de polemik tutkusu yazarı ‘65-70 döneminin Kemalizm tartışmalarına ve Mahir Çayan’ın eleştirisine götürüyor. Yalçıner, devamla Şefik Hüsnü’ye kadar uzanıyor. Böylece yazının kendi çerçevesini tamamladığı izlenimi oluşuyor. Buraya kadar Kaypakkaya’nın görüşleri analiz ve tartışma dışı.
Yalçıner, “Kurtuluş Savaşı”nı “milli devrim” olarak tanımlar ve esasen “devrim” tanımlamasında Sol Parti, TKP, TİP ile görüş birliği de vardır. Yalçıner’in muhataplarına yönelttiği eleştiriler “evet bu bir “devrim”dir (“milli devrim”) ama “devrimciliğini abartmayın” tonundadır. Sol Parti’nin Kemalist hareketi “büyük devrimci atılım” olarak değerlendirmesini, bu değerlendirme “hareketin zayıflıklarını görmeyi önler” diye hareketin “devrimci”liğini abartmakla, Mahir Çayan’ın “Kemalizm, küçük burjuvazinin en sol, en radikal kesiminin milliyetçilik tabanında antiemperyalist bir tavır alışıdır” görüşünü de benzer şekilde Kemalist hareketin “devrimciliğini” abartmakla keza nüans farkıyla TKP ve TİP’i de aynı minvalde eleştiriyor.
Yazının başlığına bakarsanız yazarın İbrahim Kaypakkaya’nın cumhuriyet ve Kemalizm’e ilişkin görüşlerini eleştiri ve tartışma konusu yapmasında hiçbir terslik yok, bilakis yazının konusu olması hasebiyle de yerindedir. Ama yazarın konuyu İbrahim Kaypakkaya’ya getirişi tuhaf: “TKP-ML, Partizan, MLKP, ESP gibi izleyicileri olan, Kemalizm ve milli mesele üzerine görüşleri, benzer görüşlere sahip olan Kürt ulusal hareketi tarafından övülen İbrahim Kaypakkaya’nın bu iki konuya yaklaşımı üzerinde durulmaması bir eksiklik olur.”
“Kürt ulusal hareketi tarafından övüldüğü” için mi; yoksa “gibi izleyicileri” olduğu için mi veya ‘71 devrimci hareketinde diğerlerinden farklı bir eğilimi temsil ettiği için mi İ. Kaypakkaya’nın “bu iki konuya yaklaşımı üzerinde durulmaması bir eksiklik olur” o anlaşılamıyor.
Bu satırlar nereden baksanız sorunlu. M. Yalçıner, İ. Kaypakkaya’yı mı yoksa “TKP-ML, Partizan, MLKP, ESP gibi izleyicileri”ni (yanlış okumadınız “izleyicileri” diyor yazar!) mi tartışmak, eleştirmek istiyor? Okumaya devam edince Yalçıner’in adı geçen örgütlerin Kemalizm ve cumhuriyete dair görüşlerini yansıtmak veya eleştirmek gibi bir çaba ya da girişiminin olmadığını görüyorsunuz. Amaç İ. Kaypakkaya’yı eleştirmek, ama yazar o arada kendince adı geçen devrimci yapıların işini de bir satır hamlesiyle ideolojik-teorik ve hatta politik bakımdan bitirmiş oluyor!
Yalçıner’in İbrahim Kaypakkaya’nın “Kemalizm ve milli mesele üzerine görüşleri”nin “Kürt ulusal hareketi tarafından övülmesine” değiniyor olması da kendi başına tuhaf ve kuşkusuz yazarın rahatsızlığını yansıttığı için de ayrıca dikkat çekici oluyor. İleride bunun tesadüf olmadığını, yazarın İ. Kaypakkaya ile “sorunu” olduğunu anlıyorsunuz. Buraya döneceğiz.
Yazının başlığında “100. yılında Kemalizm ve cumhuriyete ‘soldan’ bakış” diyen Yalçıner değil miydi! Normal olarak da İ. Kaypakkaya’nın ve keza adı geçen devrimci örgütlerin “Kemalizm ve cumhuriyete” dair analiz ve görüşleri üzerinde durması zaten gerekmiyor mu!?
100.yılında Kemalizm ve cumhuriyete “soldan” bakma iddianız olacak ve MLKP, TKP-ML, Partizan, ESP gibi devrimci hareketin adı geçen önemli yapılanmalarını konu dışı bırakıp İbrahim Kaypakkaya’yı “eleştirirken” kurduğunuz söylem palasıyla onların da hakkından geleceksiniz! Böyle bir keyfilik, savrukluk niçin, ne gereği var! Entelektüel yeteneklerin kötüye kullanması değil midir bu?
Madem Kemalizm ve cumhuriyete “soldan” bakışı inceleme konusu yapıyorsunuz, zahmet buyurup MLKP’nin ve bugünkü TKP-ML, Partizan’ın (yazar hangi TKP-ML ve hangi Partizan’ı kastediliyor ise!) keza ESP’nin Kemalizm ve cumhuriyete dair görüşlerini inceler, tartışır, eleştirirsiniz. Entelektüel kurnazlık ve okur algısını yönlendirmeye sapmayacak bir entelektüel etik ve tutarlılık göstermeyi deneyebilirsiniz.
Kemalizm, cumhuriyet, Kürt ulusal sorunu, Ermeni Soykırımı gibi konularda İ. Kaypakkaya’nın “izleyicileri” arasında sayılmaktan devrimciler rahatsızlık duymaz. İ. Kaypakkaya’nın duruşu da arayışı da Kemalizm ile hesaplaşma ve kopuş, Cumhuriyetin karşı devrimci niteliğini deşifre etme devrimci çizgisidir, Kürt ulusal sorunu ve Ermeni soykırımında da böyledir duruşu. Teorik hataları, şu konuda Lenin ve Stalin ile farklı düşünmesi (kaldı ki Lenin ve Stalin’in Türkiye analizlerine itiraz edebilmesi de önemli bir düzeydir!) ikincil konulardır. 1970’lerin Türkiye’sinde Kaypakkaya’nın Kemalizm ve cumhuriyete “soldan bakış” bağlamında belirleme ve görüşlerinin siyasal anlam ve rolü üzerinde durmaktan kaçınmamanız gerekirdi. İbrahim Kaypakkaya’nın Kemalizm ve cumhuriyet analizlerinden çıkan en önemli siyasal sonuç 1970’ler Türkiye’sinde devrimcilerin Kemalistler ile ittifak yapamayacakları, emekçi solun duraksamadan Kemalizm’den ideolojik ve siyasi bakımdan kopuşması gerektiğidir. Bunun proletaryanın bağımsız, yani burjuvaziden ve burjuva ideolojisinden bağımsız sınıf bilinci ve tavrının gelişmesi bakımından sağlam bir temel taşı olduğunun artık anlaşılmış olması beklenirdi.
Tuhaf bir yan daha var; madem ki, M. Yalçıner, M. Çayan’ın keza İbrahim Kaypakkaya’nın Kemalizm ve cumhuriyete dair görüşlerini eleştiri konusu yapıyor, o zaman ‘71 devrimci hareketinin 3. temel bileşeni THKO’nun, önderleri Hüseyin İnan, Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının görüşlerini de eleştiri ve tartışma konusu yapması beklenir. Ama bunu yapmıyor, yazıda onların adı bile geçmiyor!
İ. Kaypakkaya ve Mahir Çayan’ın yarım asır önceki görüşlerini yarım asır sonraki birikimiyle eleştiri konusu yapan, kendisi de o dönemde THKO saflarında yer alan ve 68’in temsilcisi olarak görünmeyi, öne çıkmayı çok seven Yalçıner, yarım asır önce Kemalizm, cumhuriyet, Kürt ulusal sorunu konularında kendisinin o zamanki görüşlerinin eleştirel (ya da özeleştirel mi demeli!) analizini bu yazıda konu edebilmeliydi. Yazar okura bu imkanı sağlamalı, bunun sorumluluğunu alabilmeliydi. Yalçıner’in okurlara THKO, Deniz gezmiş ve arkadaşlarının o arada tabi kendisinin de 1970’lerde Kemalizm ve cumhuriyete dair düşünce ve duruşlarını yazıda ele almayarak önemli olmadığı izlenimi vermesi kabul edilebilir bir şey değildir. Tamam o saklı kalsın diyelim, kendini THKO’nun önde gelen mirasçısı sayan birinin, son bir kaç on yıldır her ne kadar adını unutturdu ise de TDKP’nin Kemalizm ve cumhuriyet konusundaki görüşlerini ele almamasının da önemli bir eksiklik olduğuna dikkat çekmeliyiz. M. Yalçıner, M. Yalçıner’in yanı sıra THKO ve TDKP’nin cumhuriyet ve Kemalist harekete dair düşünce ve duruşunu tartışmaya girmiyor! Belki de kaçınıyor! Neden?..
Artık Yalçıner’in “Kaypakkaya ile sorunu var” tespitine dönüp o konuyu açıklığa kavuşturmakta yarar var. Yazar, Kaypakkaya için “‘Kemalist milli devrim’den söz etmeyi sürdürdü. Bu, garip bir durum oluşturdu: ‘komprador burjuvazinin en küçük bir devrimci niteliği yoktur’ demesine rağmen, emperyalizmin işbirlikçisi büyük burjuvazinin milli devrim yaptığını iddia etmiş oldu.” diyerek O’nun tutarsızlığını teşhir ettikten sonra şöyle devam ediyor:
“Kaypakkaya’nın 68’in “en ilerisi” sayılmasının ikinci kanıtı olarak ileri sürülen milli meseleyi ele alışı da yanlıştır ve Lenin ve Stalin’i bir başka düzeltme girişimidir.”
Yalçıner’in İ. Kaypakkaya’nın “Kemalizm ve milli mesele üzerine görüşlerinin “Kürt ulusal hareketi tarafından övülmesinden” duyduğu rahatsızlığa dikkat çekmiştik. Bu satırlarda ise Yalçıner’in Kemalizm, cumhuriyet ve Kürt ulusal sorunu tartışmasından birdenbire “Kaypakkaya’nın 68’in ‘en ilerisi’ sayılması” (veya sayılmaması!) gibi farklı bir tartışma düzlemine “sıçraması” dikkat çekiyor. Bu sıçramanın itici gücü ne olabilir!.. Yazarın Kaypakkaya’nın 68’in “en ilerisi” sayılmasından hazmetmediği anlaşılıyor. O tamam! Bu tabi ki, yalnızca “hazmetme”, “sindirme” meselesi sayılamaz. Eğer Kaypakkaya’nın 68’in “en ilerisi” sayılmasına neden olduğu ileri sürülen iki konuda yazının öznesi Kaypakkaya’yı eleştirerek öyle olmadığını gösterir ise bundan amaç ve niyet dışı da olsa kendiliğinden “68’in en ilerisi” olarak tanınma hak iddiası doğar!.. Fakat nesnellikten doğan bu “en ilerisi” olma hak iddiası bizi başlangıç noktasına, Yalçıner’in Mahir Çayan ve İbrahim Kaypakkaya için yaptığı eleştirel analizi 1970’lerin M. Yalçıner’i için de yapması gerektiğine, diğer bir anlatımla da yapmaktan kaçınması gerçekliğine götürür!..
Bu tuhaf ele alışın daha temel bir başka sorunu daha var; M. Yalçıner’in “68’in en ilerisi” diye sunduğu tartışma, ‘68 için değil de ‘68’in içinden sıyrılıp gelen, devrimci politik duruş bakımından onu içerip aşan ve ‘71 devrimci kopuşunu pratik biçimde gerçekleştiren THKP/C, THKO ve TKP/M-L TİKKO için yapılan analizlerde söz konusu yapılmaktadır. “En ilerisi” analizi bu üç devrimci hareketin düşünsel kopuş bağlamında kıyaslamalı analizlerinde İ. Kaypakkaya’nın cumhuriyet, Kemalizm, Kürt ulusal sorunu, Ermeni Soykırımı gibi kritik ideolojik-politik kopuş sorunlarında diğerlerinden ileri bir duruşa sahip olduğunu yansıtır. Hal böyleyken bu gerçekliğin “68’in en ilerisi” biçiminde sunulması da nesnel olarak ‘71 devrimci kopuş gerçekliğini her nedense geri plana attan bir tarih düzeltmesi olmaktadır.
Kuşkusuz M. Yalçıner ve onun dahil olduğu Evrensel-EMEP yapılanmasının Kemalizm ve Cumhuriyet konusundaki duruşları Sol Parti, TKP ve TİP ile aynı değil. Ama bugünkü CHP’ye bakışları ve ilişkilenme çabalarında dikkate değer nüans farkları olmakla birlikte yine de ittifak arayışlarının yön birliği içerisinde olduğunu vurgulamak yanlış olmaz. M. Yalçıner’in yazısını okurken 1980 askeri faşist darbesinden sonra onun dahil olduğu kolektifin B. Ecevit ile ittifak siyaseti, keza 1990’ların başında tanık olunan benzer yönelimler, 2000’lerin girişinde Murat Karayalçın (ve ulusal demokratik hareket ile) kurdukları Kürt halkının vetosunu yiyen seçim ittifakı, en nihayet 2023 Mayıs seçimleri öncesi Emek ve Özgürlük İttifakı’nın içinde ve EÖİ ile CHP (dolayımıyla Millet İttifakı) arasına konumlanış durumlarını hep aklımızda tutma ihtiyacı duyduğumuzu kaydedelim.
1970’lerde M. Yalçıner’in cumhuriyet, Kemalizm konularındaki düşüncelerini burada döne döne sorma nedenimiz, tarihe özel ilgimiz değil. Burada yapılan mini bilgi arkeolojisinin nedeni M. Yalçıner’in de dahil olduğu Evrensel-EMEP çizgisinin genel konuşacak olursak, CHP ile ittifak sevdasının aşılamayan tarihsel köklerinin olup olmadığına dikkat çekmektir. M. Yalçıner bu konuyu açıklığa kavuşturma ihtiyacı duyar mı, bekleyip göreceğiz!
Kemalist iktidarı yıkma mücadelesiyle Kemalist iktidarı desteklemek aynı şey midir?
İ. Kaypakkaya ve Ş. Hüsnü’nün Kemalizm ve milli mesele analizlerinde “ortaklık” keşfeden Yalçıner şunları yazıyor:
“Kaypakkaya, bu iki konuda (“Kemalizm ve milli mesele”), biçim olarak Ş. Hüsnü ve takipçilerinin tam karşısında duruyor, ancak teorik temeli onlarla ortak. İki taraf da niteliğini çözümleyemedikleri ticaret burjuvazisi ağırlıklı milli burjuvazinin Kurtuluş Savaşı’na önderlik edebilmesini olanaksız sayıyor.” Böylece İ. Kaypakkaya ve hareketinin siyasi duruşunun içeriği boşaltılıp değersizleştiriliyor.
Yalçıner’in milli burjuvazinin “niteliğini çözümleme” yüksek yeteneğini yazıda göremiyoruz, ama bu “ticaret burjuvazisi ağırlıklı milli burjuvazinin” “milli devrimci” yeteneklerine çok güvendiğine yazdıkları tanıklık ediyor.
Yalçıner’in “biçim” dediği nedir? Yalçıner neyi önemsizleştiriyor?
İ. Kaypakkaya Kemalizm ile uzlaşmaz ideolojik ve siyasi mücadele öngörüyor ve gereğini yapıyor!
Ş. Hüsnü ve TKP’si Kemalizm’in desteklenmesi gerektiği görüşünde ve Kemalizm’e yedekleniyor!
Fark biçimsel mi?!
Peki Yalçıner farklı analizlerden farklı siyasi sonuçlar çıkacağı gerçekliğini neden önemsizleştirmeye çalışıyor! Bu da Yalçıner’in aydınlatması gereken bir soru olarak kalıyor.
Kemalist hareketin analizinde M. Yalçıner’in inceleme yöntemi sallantılı. Yazar “Her şeyden önce, M. Kemal burjuvazinin temsilcisi, Kemalist hareket de ulusal burjuvazinin hareketidir” tespitini yaparken burada M. Kemal’in önderlik ettiği Kemalist hareketin programı ve eyleminin siyasi sınıfsal niteliğine, hangi sınıf çıkarlarını yansıttığına mı; yoksa hareketin sosyal yapısına, sosyal bileşimine mi bakıyor? Siyasi analiz ve sosyolojik analiz iki ayrı düzeydir, bir ve aynı şey gibi ele alınamayacağı da sunulamayacağı da açıktır.
“Mustafa Kemal burjuvazinin temsilcisiydi” derken siyasal sınıfsal bir tanım yapılıyor. “Mustafa Kemal burjuva mıydı?” ise sosyoloji sorusu oluyor, yani Mustafa Kemal’in mesleğiyle, hangi toplumsal sınıfın, katmanın vb. üyesi olduğuyla ilgileniyor. Örneğin Mustafa Kemal bir “burjuva değil Osmanlı ordusunda bir generaldi” diyoruz. Bu generalin “burjuvazinin temsilcisi” olduğu tespiti siyasi olarak doğrudur. Ama burjuvazinin siyasi ideolojik temsilcisi olması onun hemen ve doğrudan sermaye sahibi bir burjuva olduğu anlamına da gelmiyor!.. Hoş daha sonraki iki on yıllık Kemalist diktatörlük döneminde Mustafa Kemal oldukça semirmiş bir burjuva olmayı da başarıyor!..
Sosyal bir sınıf olarak “ticaret burjuvazisi”nin “Kurtuluş Savaşına” nasıl önderlik ettiğini nesnel olarak denetlenebilir verileriyle gösterme, kanıtlar ile doğrulama çabasına girmeyen yazar “Komüntern ve Stalin’den” şu alıntıyı yapıyor:
“Kemalist devrim, yabancı emperyalistlere karşı mücadele içinde yükselen ve sonraki gelişmesi esas olarak köylü ve işçilere karşı, toprak devrimi imkanına karşı yönelen bir üst tabaka devrimi, milli ticaret burjuvazisinin devrimidir… Türkiye’de emperyalizme karşı mücadele, Kemalistlerin güdük bir antiemperyalist devrimiyle son bulabilirken…”[17]
Yazar sağlam yerlere sırtını dayamanın rahatlığı içinde şu sonuca ulaşıyor: “Burjuvazinin iktidarı ve cumhuriyetin kuruluşuyla taçlanan Kurtuluş Savaşı, toprak ağalarıyla ittifak halindeki burjuvazinin, başlıca milli ticaret burjuvazisinin önderlik ettiği bir üst tabaka devrimidir.”
Milli “ticaret burjuvazisi”nin “Kurtuluş Savaşına” “önderlik ettiğini” düşünen yazarın şu tespiti yaptığını da hatırlayalım:“Kemalist hareket .... ulusal kurtuluş savaşının başlıca örgütçüsüdür.” Doğrudur! Kemalist hareket kurtuluş savaşının başlıca örgütçüsüdür. Peki Kemalist hareket içinde milli “ticaret burjuvazisi” mi önderliği elinde tutuyordu! Veya Kemalist hareket içerisinde hegemonya kimin elindeydi?... Devlet yönetimi ve örgütleme deneyimine sahip Osmanlı bakiyesi asker ve sivil bürokrasinin değil de milli “ticaret burjuvazisi”nin mi?!. Hegemonya tabi ki, devlet yönetimi ve örgütleme deneyimine sahip Osmanlı bakiyesi asker ve sivil bürokrasinin elindeydi ama bunlar Türk burjuvazisinin genel sınıfsal çıkarlarının temsilcisiydi, kapitalist gelişmenin o aşamasında milli “ticaret burjuvazisi”nin çıkarlarının ön plana geçmiş olmasında da bir orijinallik yoktur. Bize daha açıklayıcı ve o nedenle de daha önemli görünen şu gerçekliğin altını çizmeyi gerekli görüyoruz:
“Tarihin cilvesi de denebilir ama gerçekte eşitsiz gelişme yasasının az tezahür edebilen bir görüngüsüdür bu. Türk burjuvazisi daha sermaye sahibi sosyal sınıf olarak kapitalist pazarda kendini göstermeden evvel siyasal bir sınıf olarak tarih sahnesine çıktı! Cumhuriyet ne kadar I. ve II. Meşrutiyetin devamıydı ise Kemalistler de bir o kadar İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin (İTC) ardıllarıydı. İTC ve Kemalistler, sosyal bir sınıf olarak teşekkül etmiş Türk (ya da Müslüman-Türk) burjuvaziye dayanmıyorlardı, ama henüz kanlı oluşumunun ilk evrelerindeki Türk burjuvazisinin siyasi sınıf bilinci gelişkin temsilcileriydi.”1
Kemalist hareket başlangıçta işgale karşı sınırlı antiemperyalist ve burjuva demokratik niteliğe sahipti. Cumhuriyetin ilanı süreci ve sonrasında ise bütünüyle halk düşmanı gerici bir karakter kazandı. Kemalistler Cumhuriyet militarist, bürokratik ve despotik bir iktidar olarak kuruldu. Cumhuriyetin bu ayrıcı nitelikleri asker sivil bürokrasinin iktidar içindeki hegemonyasını da netlikle gösterir.
1 MT; sayı 48, Sosyalizme Açılan Demokratik Cumhuriyet İçin, Toprak Akarsu