Antik Grek kent devletlerinde Roma imparatorluğunda ve ortaçağın kimi kent yönetimlerinde rastlanan cumhuriyet rejimi bir devlet yönetim formudur. Burjuva çağı açan burjuva devrimleriyle “Cumhuriyet” yeniden tarihe giriş yapar. Toplumsal tarih sahnesine burjuvazi tarafından yeniden davet edilen cumhuriyet rejimi yükselen burjuva sınıfın siyasal programı olarak parlar. Fransız burjuva devrimiyle cumhuriyet döneminin başladığını söyleyebiliriz.
Cumhuriyet rejimi, feodal sınıfların dayandığı krallık-sultanlık yönetiminin tasfiyesi için en elverişli devlet yönetim formu olarak benimsenir. Burjuvazinin feodal sınıf yönetim dizgesini çözmesi ve kendi sınıf çıkarlarını soyut bir evrensellikle tüm sınıfların ortak değeri ve çıkarı olarak gösterebilmesi için cumhuriyet sistemi en uygun ve işlevsel devlet yönetim biçimi olarak tarihsel varlık hakkını kazanır. Tarihte edimsellik kazanan cumhuriyet rejimlerinin alamet-i farikası, bu yönetim formunun egemen sınıfların belirli toplumsal kesimlerinin ya da fraksiyonlarının müşterek egemenliğine ve görece ortak yönetim sistemine dayanma tasavvurudur. Cumhuriyet rejimi bir hanedanlığın ve krallığın mutlak otoritesine dayanan kerameti kendinden menkul bir iktidar rejimini değil, tanımlanmış yurttaş toplumunun sözde eşitliği ve özgürlüğüne yaslanan bir siyasal yönetim vaat eder ve tarihsel varlık hakkını böyle kazanır. Belirli bir siyasal elitin ya da yurttaş topluluğunun güçler ayrılığı temelinde devleti yönetmesini sağlar.
Bir siyasal yönetim ve sınıfsal egemenlik formu olan cumhuriyet, ilk kez antik Grek kent devletlerinde görülür. Köleci çağın bu kent devletlerinde cumhuriyet rejimi kentin egemeni durumundaki yurttaşlar topluluğu tarafından kent meclisleri aracılığıyla uygulanır. Antik Grek kent devletlerinde siyasal yönetim köle sahibi yurttaşlara ait bir ayrıcalıktı. Cumhuriyet yönetimi yurttaş egemenliğine dayanan bir rejim olarak vücut bulur. Fakat köleci çağın kent devletlerinde veya Roma imparatorluğunda cumhuriyet ve yurttaşlık ilişkisi birebir ve doğrusal bir gerçekleşme seyri izlemez. Kentin her yurttaşı eşit ve özgür yurttaş olarak cumhuriyet rejimine katılamaz. Antikitede olduğundan farklı olarak kapitalizmde tüm yurttaşların yasal olarak yönetime katılma hakkı olsa da bu biçimseldir ve kâğıt üzerinde kalır. “Özgürlük, eski Yunan cumhuriyetlerinde neydiyse, kapitalist toplumda da, aşağı-yukarı o kalır: köle sahipleri için bir özgürlük.1
Eşit ve özgür yurttaşlık denen soyutluk, egemen burjuvazinin elinde yalnızca kendi sınıf egemenliğini halka onaylatmanın etkin ve kullanışlı bir propaganda aracıdır. Siyasi yönetim, ekonomik ve toplumsal bakımdan daima egemen olan ve yöneten sınıfın ayrıcalık, dışlama ve kapsama keyfiyetine göre işler. Burjuvazinin partileri dışında işçi sınıfı ve ezilenlerin siyasi örgütleri burjuvazinin siyasi iktidarı için tehlikeli olacak ölçüde geliştikleri veya eylem yaptıkları ölçüde ve koşullarda, burjuvazinin yasakları, polis ve ordu saldırısıyla etkisizleştirilirler.
Bu durum Kemalist cumhuriyet için de tamamen geçerlidir. Kemalizm’in bir aforizmaya dönüştürdüğü “Cumhuriyet halkın egemenliğidir, yurttaşların kendini yönetmesidir’’ tezi ideolojik bir manipülasyondan başka bir şey değildir. Cumhuriyet rejiminin egemeni hangi sınıf ise o sınıf yönetir. Halkın egemenliği ancak ve yalnızca devrimle inşa edilen halk cumhuriyetinde mümkündür. Halk cumhuriyetinde halk gerçekten de kendini yönetir.
Bu devlet formu, sınıf savaşımlarının ve egemen sınıf veya sınıf bölüklerinin belirlediği çeşitli nitelikler kazanır. Tarihsel ve güncel olarak her yerde ve zamanda cumhuriyet rejimleri otoriter, faşist, demokratik ve totaliter nitelikleriyle karşımıza çıkar. Toplumsal tarih oligarşik bir sınıf bölüğüne ve dar sınıf yapısına dayanan çeşitli cumhuriyet rejimi örneklerini belgelediği gibi, egemen sınıfların geniş kesimlerini kapsayan pek çok cumhuriyet rejimini de kayıt altına almıştır. Bir cumhuriyetin niteliğini belirleyen iki temel elementar unsuru vardır. İlki cumhuriyet rejiminin maliki olan somut sınıf klik ya da fraksiyonlarının siyasal rejimi müşterek iktidar kudreti ve işlevselliğinde ifade bulur. İkincisi ise, müşterek egemenliğin ortak sınıf çıkarları doğrultusunda dinamik işleyişinin yeniden ve yeniden kurulmasıdır. Burjuvazinin kolektif çıkarlarını realize eden, siyasal özgürlük taleplerini kısmen karşılayan, güçler ayrılığı ilkesiyle dengelenen burjuva demokratik cumhuriyet burjuvazinin bir siyasal rejim formudur. Öte yandan faşist şeflik rejimi temelinde işlevlendirilen faşist cumhuriyet de burjuvazinin başvurduğu bir siyasal yönetim sistemidir. Burjuvazinin demokratik ve faşist cumhuriyetlerinin tümü ezen ve sömüren azınlık sınıfın siyasal rejimleridir.
Kim nasıl bir cumhuriyeti istiyor?
Kemalist cumhuriyet düzeni ve dümeninin bir asırlık ömrünü tamamladığı dönüm noktasında mevcut cumhuriyet üzerine çok yönlü teorik ve politik tartışmalar sürüyor. Burjuva cumhuriyetin 100. yılı vesilesiyle cumhuriyet rejimi tartışmasının yoğunlaşarak süreceği aşikardır. Öte yandan “Nasıl bir cumhuriyet?” tartışması bitmeyen bir tartışmadır. Geride kalan tüm politik tarih aynı zamanda bu tür tartışmalar ve mücadelelerle karakterize olmaktadır. Cumhuriyet rejiminin tarihsel varoluşuna kazılı yapısal bir durumdur bu. Kemalist burjuva cumhuriyetin yapısal krizini koşullayıp var eden ve hep güncel kalmasını sağlayan bu cumhuriyetin kurucu nitelikleridir. TC devletinin sömürgeci, tekçi, cinsiyetçi, halklara karşı faşizme başvuran gerici karakteridir.
İşbirlikçi Türk egemen sınıfları ile Türkiye ve Kuzey Kürdistan işçi sınıfı ve ezilenlerini aynı sınıf savaşımı sorunsalına edimsel olarak bağlayan cumhuriyet mevzusunun iki ana kulvarı ve mücadele boyutu bulunuyor. Yapay ve dikey boyutlarıyla ‘ikili sınıf savaşımı’ cumhuriyet rejiminin gelişim ve kriz dinamiklerini oluşturuyor. Yatay sınıf savaşımı boyutu işbirlikçi Türk egemen sınıflarının ‘sınıf içi savaşımı’nda ifade buluyor. Burjuvazinin iç mücadelesi faşist cumhuriyet koşullarında kendini bir burjuva eşitlik ve özgürlük talebi olarak ortaya koyuyor. Çünkü Kemalist burjuva cumhuriyet rejimi burjuva kesimlere bile politik özgürlük tanımayan tekçi-monoblok bir yapı olarak kurulmuş ve kurumsallaşmıştır. Bu nedenle egemen sınıfların iç kavgası, cumhuriyet rejimi için mütemadiyen bir yönetim krizi üretmiştir. Burada verili olan cumhuriyet kavgası, esasen iktidardan dışlanan egemen sınıf blokunun faşist cumhuriyet düzenine ve dümenine hakim olma mücadelesinden başka bir şey değildir. Bu kurulu düzen ve dümen mücadelesi, bugün en bariz haliyle politik hakim İslamcı klik ile laik Kemalist burjuva blok arasındaki şiddetli ideo-politik mücadele olarak somutlanıyor. Her iki blok da burjuva cumhuriyetin sömürgeci, ret ve inkara dayalı faşist niteliğini muhafaza etme amacında birleşiyor. İki burjuva blok da cumhuriyetin demokratik ve özgürlükçü olmayan, politik özgürlüklere kapalı yapısını değiştirmeye yanaşmıyor. Burjuva demokratik cumhuriyet hedefinden ve fikrinden uzak duruyor.
Bilindiği gibi politik İslamcılık akımı kuruluşundan başlayarak Kemalist cumhuriyetle nizalıydı. Kemalist burjuva cumhuriyetin yapısının ve yönünün İslamcı bir cumhuriyete doğru evriltilmesi arayışları politik İslamcılığın yakın tarih boyunca amacıydı. Bu amacına AKP vasıtasıyla ulaştı.
AKP, politik İslamcılığın öncü gücü olarak, iktidar bileşiminde hakimiyeti ele geçirdikçe faşist baskıları artırdı. Parlamentarizmi, AB’ye girme hedefini, burjuvazinin değişim politikasını, kendisinin iktidarda güçlenmesinin aracı olarak kullandığını pratikte sergiledi. İslamcı politik rejimi faşist şeflik rejimi formu altında kurmaktan kaçınmadı.
AKP, İslamcı ideo-politik paradigmanın hakimiyetini pekiştirmek için, cumhuriyetin 100. yılı tartışmasında, “Türkiye yüzyılı”, “bölgede oyun kurucu devlet”, “sahada güçlü” militarist yayılmacı devlet, “cumhuriyet parantezini kapatıp Osmanlıyı sürdüren devlet” vb. argümanları kullanıyor. Yeni anayasayla yedeğine Türkçülüğü almış İslamcı ideo-politik hakimiyeti resmi anayasal hukukla uzun vadeli kılmak istiyor.
Sağladığı kitle desteği, karları azamileştirmek için işçi sınıfına gözü dönük saldırganlığı ve yayılmacılıkla sermayeye değerlenme alanları ve ham madde kaynakları sağlama politikası, devrimci hareketi ve Kürt hareketini ezme saldırıları nedeniyle burjuvazinin bütün klikleri İslamcı faşist rejimi şimdilik desteklese de, destek seviyeleri farklı. Geleceğe doğru uzun süreli rejim sorununda da farklı görüşlere sahipler. Kemalist laiklikle çelişmesi, burjuva muhalefete iktidar olma imkanı tanımaması, hasım sermaye kliklerinin mülkiyetine çökmesi vb. nedenlerle bu klikler arasındaki çelişme geleceğe doğru azalmayacak, artacaktır. Burjuvazinin ortak siyasi kurallarını da dinamitleyen İslamcı faşist rejimin geleceğe doğru siyasi krizi derinleştireceği ve burjuvaziye uzun süreli hegemonyası için etkili paradigma sunamayacağı kaygısı ve çelişkisi sermaye oligarşisinin etkili kesiminin taşıdığı kaygı.
AKP’nin politik İslamcı faşist şeflik rejiminin, İslamcılığı kalıcı burjuva hakim ideoloji olarak yerleştirme çabasıyla burjuvazinin gerilemiş ideolojisi Kemalizm ve diğer modern burjuva argümanlar arasındaki, örneğin laiklik ile İslamcılık, Osmanlıcılık ile Kemalist cumhuriyet savunuları arasındaki ideolojik mücadele cumhuriyetin iç politik saflaşmasının başat gerilim hattı olarak duruyor ve burjuva cumhuriyetin krizinin ögelerinden biri olmayı sürdürüyor.
Son çeyrek yüzyılda liberal burjuva paradigma olarak öne çıkan “ikinci cumhuriyet” tartışması, yine Türk burjuvazinin iç mücadelesinin tarihsel ve yapısal eğilimlerinden biridir. Burjuvazinin belli kesimlerinin verili cumhuriyet rejimini burjuva müşterek değerler ve çıkarlar doğrultusunda yenileme ve geliştirme önerisi olarak varlık bulmaktadır. Tarihsel kökleri cumhuriyetin kuruluşu sürecine dayanan bu burjuva demokrasisi eğilimi belirli konjonktürlerde yükseliyor ve ardından sönümleniyor. Cumhuriyeti çağdaş ve evrensel burjuva demokratik kriterlerde yeniden inşa etmeyi teklif eden bu liberal siyasal eğilim, faşist cumhuriyetin cılız burjuva demokrasisine dönüşümünü hedefliyor. Fakat dün de bugün de burjuvazinin saflarında güçlü bir eğilim haline gelmedi.
Egemen burjuvazinin politik İslamcı faşist şeflik rejimi ve Kemalist restorasyoncu iki ana blok biçiminde süren ve kızışan hegemonya mücadelesinde, burjuva muhalefet güçlendirilmiş parlamentarizm önerisiyle, liberal burjuva demokrasisi savunuyor yanılgısı yaratsa da, gerçekte gerici ve faşizan bir parlamentarizm savunuyor. Politik İslamcı faşist rejimin ırkçı MHP ile birlikte yürüttüğü siyasi iktidarla uzlaşması, kritik dönemeçlerde faşist şeflik rejimiyle işbirliği yapması da bu çizgisinden ve siyasi kriz yaratmama burjuva sorumluluğundan geliyor.
Halihazırda faşist şeflik rejimiyle yönetilen sömürgeci faşist Türk burjuva cumhuriyeti, Kürt ulusuna, işçi sınıfına, kadınlara ve tüm ezilenlere karşı amansız ve cepheden bir sınıf savaşımı yürütüyor. Ezenlerle-ezilenleri dikey biçimde kesip ayıran bu asli sınıf savaşımında, işçi sınıfı ve halklarımızı, faşist burjuva cumhuriyeti tasfiye etmeyi amaçlayan halkçı-demokratik bir cumhuriyet mücadelesi temsil ediyor.
Kürt ulusu devrimci isyan ve ulusal özgürlük mücadelesiyle ‘demokratik cumhuriyet’ seçeneğini sömürgeci faşist cumhuriyetin sahiplerine dayatmaya devam ediyor. Kürt ulusal özgürlük hareketi “demokratik ulus ve demokratik cumhuriyet” paradigmasıyla halkların eşit yurttaşlığı ve kolektif haklarını kazanmayı bir tarihsel seçenek ve öneri olarak sunuyor ve bu önerinin programatik siyasetini güdüyor.
İşçi sınıfı ve halklarımız adına siyaset yapan emekçi sol hareketimiz değişik cumhuriyet formülasyonlarıyla cumhuriyet rejimini ilke ve program olarak savunuyor. Halk cumhuriyeti, demokratik cumhuriyet, emekçi cumhuriyeti, işçi-emekçi cumhuriyeti vb. pek çok formülasyonla cumhuriyet politikası yürütüyor.
Marksist Leninist Komünistler de cumhuriyeti siyasal iktidar formu olarak ele alıyor. Marksist Leninist teorinin temel bir ilkesi, programatik bir konusu ve dünyanın farklı coğrafyalarındaki demokratik, sosyalist ve halk cumhuriyetleri uygulamaları zenginliği ve mirası olarak kavrıyor. İşçi sınıfı ve tüm ezilenlerin, halklarımızın Halk Cumhuriyetleri Birliği formülasyonuyla demokratik-halkçı cumhuriyet seçeneğini ve mücadelesini bayraklaştırmayı sürdürüyor.
Özetle burjuva cumhuriyet ikinci asrına girerken başta Kürt halkımız ve işçi sınıfı olmak üzere her sınıf ve farklı sınıf dilimleri kendi çıkar ve ideo-politik meşrebine uygun bir cumhuriyet tasavvur ve talep ediyor.
Kemalist cumhuriyetin kuruluşunun 100. yıl dönümünde burjuvazinin değişik klikleri cumhuriyet üzerine ideo-politik mücadeleyi özel olarak yoğunlaştıracağı açıktır. Cumhuriyet mefhumunun teori, değerler, yurttaşlık, eşitlik, özgürlük ve pek çok boyutuyla yeniden tartışılacağı kesindir.
Ayrıca Kemalist burjuva cumhuriyetin kazanımları ve cumhuriyetin değerleri meselesi emekçi sol hareketin öteden beri saflaştığı bir iç ideolojik mücadele konusu olarak özel bir yer tutacaktır. Demokrasi adına AKP iktidarına “yetmez ama evet”çilikle yedeklenme eğiliminin benzeri bu kez de ulusalcılığa yedeklenme olarak yaşanacaktır.
Farklı cumhuriyet tasavvur, seçenek ve istekleri bir “cumhuriyet politikası’’ olarak kristalize olacak, çeşitli polemik-tartışma ve propaganda biçimleriyle somutlanacaktır. Emekçi sol hareket ve Marksist Leninist Komünistler, bu gündemle muhakkak teorik ve politik düzeyde ilişkilenmeli, bir ideo-politik pozisyon alarak İslamcı faşist cumhuriyetle halklarımızı yüzleştirmeli, Kemalist ve Batıcı burjuva kanada yedeklenmeye karşı koyan nitelikli propaganda ve aydınlatma çalışmalarıyla cumhuriyete dair sözünü ve eylemini ortaya koymalıdır.
Kemalist cumhuriyet nasıl bir cumhuriyetti?
Mustafa Kemal Türk burjuvazisi adına cumhuriyet rejiminin “kurucu atası”dır. Burjuva cumhuriyetin inşasını ve kurumsallaştırılmasını bilfiil yapan kişidir.
Türkiye Cumhuriyeti, 29 Ekim 1923’te TBMM’de ilan edilerek kurulur. Bir Osmanlı imparatorluk subayı ve İttihat ve Terakki Cephesi’nin (İTC) yönetici siyasetçisi olan M. Kemal, askeri ve politik yetenekleriyle Türk ulusal kurtuluş hareketinin oluşturulmasında önemli rol oynar ve bu pratiğinin doğal bir sonucu olarak Türk ulusal kurtuluş hareketi önderliğinin kumanda mevkine oturur. Emperyalist işgale karşı çok bileşimle neşet eden direniş güçlerini Türk ulusal burjuvazisinin önderliği altında toplamayı başarır. M. Kemal önce Kuvayi Milliye gücüyle Osmanlı askerlerinin bir bölümünü ve İTC’nin ve Teşkilat-ı Mahsusa’nın dağılmış güçlerini; Topal Osman, İpsiz Recep vb. Ermeni ve Rum soykırımlarının failleri olan tüm çete güçlerini etrafında toplar. Ardından Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti örgütlerinin gücünü arkalar ve önderliğini kabul ettirir. Türk köylüsünün gerilla direniş gücü olarak ortaya çıkan Kuvvayı Seyyare ve Çerkez Ethem’in başında olduğu Yeşil Ordu’yu Türk ulusal kurtuluş hareketinde birleştirir. Kürdistan’daki Kürt hareketi ve önde gelen güçleriyle ittifak yapar. Kuvvayı Seyyare, Çerkez Ethem, özellikle Kürt aşiret ve toprak ağlarıyla siyasal ittifaklar Türk ulusal kurtuluş savaşının kazanılmasında tayin edicidir.
M. Kemal’in burjuva siyaset tarzı ve çizgisi ittifak ettiği kuvvetlerle amacına ulaşmak ve ardından kendine siyasal rakip ve muhalif bırakmamak için her türlü yöntemi kullanarak tasfiye etmek olarak özetlenebilir. Bu siyaset tarzı ve damarı aslında İttihat ve Terakki’nin siyaset çizgisi ve geleneğinin devamıdır. İkiyüzlülük, ihanet ve tuzağa düşürme İttihatçıların kirli bir siyaset klasiğidir. M. Kemal Ermeni devrimci hareketiyle ittifak yapan ve iktidar olduktan sonra Ermeni ulusunu soykırıma uğratan İTC rejiminin siyaset mektebinde yetişir. Kürtleri muhtariyet vaatleri ile yanına çeken, istediği güce ulaştıktan sonra acımasızca tasfiye eden Türkiye cumhuriyetinin banisidir. Anadolu’nun ve Türk köylüsünün direniş gücü Kuvvayı Seyyare’nin dağıtılması, yine Anadolu’daki Bolşevik güçlerin de yer aldığı Yeşil Ordu ve Çerkes Ethem’in tasfiyesi, TKP önderlerinin ülkeye davet edilip hain tuzaklarla acımasızca katledilmeleri, hatta kiralık fedaisi ve celladı Topal Osman’ı ibretlik biçimde ortadan kaldırması aynı burjuva pragmatik siyasetin en ilkesiz ve tutarsız pratiklerinden sadece bir kısmıdır. Türk burjuva iktidarı için her aşamada kan döker ve şiddetle önünü açarak ilerler. İttihatçıların mirasına yaslanan bir darbeci ve tasfiyeci siyaseti sürdürür, tam bir kurucu şiddetle Kemalist iktidarın temelini atar.
23 Nisan 1920’de Ankara’da kurulan TBMM üyeleri atama yoluyla belirlenmiştir. Bu meclisin ikinci grubu M. Kemal’in cumhuriyet yönetimi altında bir diktatörlük kurmasına karşı çıkar. 1921 Anayasası hükmüne göre meclisin feshi için 2/3 oy oranı gerekir. M. Kemal yaptığı anayasayı paspas gibi çiğneyip salt oy çoğunluğuyla birinci meclisi fesheder ve birinci meclisteki burjuva demokratik güçlerin kümelendiği ikinci grubu açık bir darbeyle tasfiye eder. Bu katıksız diktatörlük pratiği, hepsi M. Kemal tarafından seçilip atanan ikinci TBMM’de, seçilmiş diktatör yetkileriyle kendini donatması ve kendi nevi şahsına münhasır cumhuriyet rejimini tesis etmesini sağlar.
M. Kemal Türk ulusal kurtuluş hareketini oluşturma ve önderliğini ele geçirme sürecinde Osmanlı saltanatının korunacağını vaat eder. “Türkiye’nin başında Halife-i İslam olacak ve bir hükümdar sultan bulunacaktır’’ söylevleri verir. Hilafet ve saltanat yanlılarına dağıttığı bir mavi boncuktur. Vakti gelince Osmanlı saltanatını kaldırmakta asla duraksamaz. Hükümdar sultanın tahtına da ihtiraslı bir diktatör olarak oturur. Otokratik ve despotik biçimde memleketi kan ve zor yoluyla yönetmeye başlar.
Öncelikle emperyalistlerle anlaşma ve işbirliği yolu arayan da M. Kemal’dir, diğer yandan Türk ulusal kurtuluş savaşının başına geçerek emperyalistlerin ülkeden çıkarılmasını sağlayan da aynı kişilik ve Türk milli burjuva hareketidir.
Türk milliyetçiliği 20. yüzyıl başlarında gecikmiş ve reaksiyoner bir milliyetçilik türü olarak neşet eder. Siyasal varlığı ve temsiliyetini esas olarak İTC’nin ırkçı-Turancı çizgisinde bulur. M. Kemal bu yıkıcı ırkçı Türk milliyetçiliği mirasına yaslanır ve yeniden biçimleyerek cumhuriyetin kurucu temeli ve resmi ideolojisi haline getirir. M. Kemal, Yusuf Akçura’nın Üç Tarz-ı Siyaset olarak çözümleyip tasnif ettiği ve Osmanlı imparatorluğunun geleceğinin üç seçeneği olarak tartışılan Osmanlıcılık-İslamcılık-Türkçülük vizyonlarından sonuncusunu seçer. Türkçülük ve Batıcılık alaşımlı bir siyasal gelecek tasavvur eder. Ziya Gökalp’in Türkçülük çizgisine bağlanan M. Kemal bu ideolojik perspektifle Türkiye Cumhuriyeti devletinin ulus-devlet felsefesini oluşturur. Türkçülük ulus-devletin temel kurucu bağlamı olur. 1924 anayasasıyla mühürlenen Türklük sözleşmesi 1930’dan itibaren ırkçı bir eksene oturur ve resmi devlet ideolojisi olarak işlev oynamaya başlar.
Kemalist cumhuriyetin egemen sınıf bileşimi cılız Türk ticaret burjuvazisi, toprak ağaları ve askerlerden oluşur. Osmanlı döneminde sermaye gücü görece gelişkin Ermeni ve Rum burjuvazisidir. Türk burjuvazisi soykırımlarla tasfiye edilen Ermeni, Rum, sermayesi ve mallarına çökerek ilksel ve en büyük birikimlerinden birini yapar. Türk burjuva sermayesinin cılızlığının bilincinde olan M. Kemal, Türk burjuva sınıfının sermaye bakımından güçlendirilmesi için canla başla çalışır. Kendisi de sermayedar olmak için tüm imkanları kullanır ve kapitalist patronlardan biri haline gelir. İktidardaki burjuvazinin devlet erkine dayanarak sermaye yapması gerektiğini salık veren M. Kemal, 1923 yılında yaptığı bir konuşmada şöyle diyordu: “Bizde büyük araziye kaç kişi maliktir? Bizde arazinin miktarı nedir? Tetkik edilirse görülür ki, memleketimizin vüsatına nazaran hiç kimse büyük araziye malik değildir... Kaç milyonerimiz var? Hiç. Binaenaleyh biraz parası olanlara da düşman değiliz. Bilakis memleketimizde birçok milyonerin, hatta milyarderin yetişmesine çalışacağız.”
İTC’nin “milli iktisat’’ (gerçekte Türkçü burjuva) doktrinini izleyen M. Kemal sermaye gücü ve birikimi zayıf Türk burjuvazisini koruyup kollar. Savaş ganimetçisi ve yeni yetme komprador Türk burjuvazisi esasen devlet gücüne yaslanarak gelişir. Kemalist cumhuriyet Türk burjuvazisini kendine has ekonomi-politikalar demetiyle yaratır.
Cumhuriyet burjuvazisinin gelişiminin başlangıcında iki temel ekonomi-politik dinamik belirleyici rol oynar. Birincisi; Türk burjuvazisi Ermeni, Rum, -1930’lu yıllardan itibaren de Yahudi- sermayesini devlet gücü marifetiyle transfer eder. İkincisi; yine devlet marifetiyle işçi sınıfını grev yasaklarıyla, en ucuza ve vahşi biçimde sömürerek sermaye birikimini büyütür. Öte yandan devletin kendisi de kolektif kapitalist işlev yüklenir. Devlet sermaye yatırımları ve KİT’lerle sermayenin gelişiminin kaldıraçlarından biri olur.
Cumhuriyet rejimi her dönem Türk burjuvazinin gelişiminin kanlı miğferi olmuş, kapitalist atılım ve sermaye birikiminin önünü açmış ve burjuvazinin yönetim enstrümanı olduğunu toplam pratiğiyle mühürlemiştir. İş Bankasının kuruluşundan milli iktisat kongresine, emlak-ı metrukeden varlık vergisine, yol vergisi ödeme gücü olmayan köylüleri yol ve madenlerde angarya çalıştırmaktan12 Eylül faşist darbesinin 24 Ocak kararlarına, bugünün neoliberal ekonomi politik uygulamalarına değin, yüzyıllık cumhuriyet rejiminin tüm pratiği sermaye sınıfının yüksek çıkarlarının devlet tarafından realizasyonunu anlatır. Cumhuriyetin kimlerin cumhuriyeti olduğunu gösterir. Aynı zamanda Kemalist burjuva cumhuriyetin asla ve kat’a halklarımızın cumhuriyeti ve ezilenlerin değeri ve mirası olmadığı hakikatini bize söyler. İşbirlikçi Türk burjuvazisi bu cumhuriyetin asli sahibidir.
Cumhuriyet rejiminin kurulması Kemalist burjuva iktidarın Osmanlı saltanat düzeninden kesin kopuşu ve yeni bir devlet rejiminin inşasında belirleyici dönüm noktasıdır. M. Kemal cumhuriyet ilanından önce 9 Eylül’de kendi sınıf partisi Cumhuriyet Halk Fırkası’nı (CHF) kurar. Kemalist cumhuriyeti 30 yıl yönetecek tek partiyi hazırlar ve devreye sokar. Tek parti-tek adam diktatörlüğü adım adım kurumsallaştırılır. 1924 Anayasasıyla Kemalist devlet tam anlamıyla kuruluşunu tamamlar. Bu Kemalist burjuva iktidarın geçtiği ikinci dönüm noktasını işaretler. “Kemalist devrimler” setinin en önemli ilk bölümü cumhuriyetin ilk on yılında gerçekleştirilir. Cumhuriyet öncesi Türk ulusal kurtuluş savaşı sürecini de dahil edersek, M. Kemal’in gerçekleştirdikleri şöyle sıralanıp listelenebilir: İşgal orduları ülkeden çıkarılır, cumhuriyetin ilanıyla yeni tipte burjuva bir devlet kurulur, saltanat ve hilafet makamları lağvedilir, 1924 Anayasası yapılır, 1925’de Takrir-i Sükûn Kanunu ilan edilir, Şark Islahat Planı uygulamaya sokulur, 1926’da Medeni Kanun çıkarılır, Osmanlı şeriat hukukuna son verilip burjuva hukuk benimsenir, dine dayalı eğitim ve yargı sitemi kaldırılır, alfabe değiştirilir, laiklik benimsenir, tarikatlar yasaklanır, tekke, zaviye ve türbeler kapatılır.
Kemalist cumhuriyetin ilk on yıllık periyodu Kürt ulusu başta olmak üzere halklarımıza karşı yürütülen pervasız bir zulüm, zorbalık ve kıyım dönemini karakterize eder. Daha Türk ulusal kurtuluş savaşı sürecinde Koçgiri Kürt ayaklanmasını acımasızca ezerek amacını ortaya koyan M. Kemal, cumhuriyet rejimiyle diktatörlük gücünü kazanır kazanmaz Kürt ulusunun sömürgeleştirilmesine girişir. 1924 Anayasası Kürt ulusu ve diğer ulus ve ulusal toplulukların varlığını ret ve inkar üzerine kurulur. Homojen tek ulus yaratma amacı üzerine bina edilen cumhuriyet devlet düzeni Kürt ulusunun Türklük içinde varlığının eritilmesini ve ortadan kaldırılmasını açıkça hedefler.
Kürt ulusunun yeni Türk burjuva devleti tarafından sömürgeci boyunduruk altına alınıp ulusal varlığını asimilasyonla yok edilmesi amacına karşı, Kürt ulusu direnişe geçer. Ulusal varlığını savunmak ve ulusal haklar kazanmak için ayaklanır. 13 Şubat 1925’te Şeyh Sait ayaklanması Kürt ulusunun ulusal özgürlük iradesini ortaya koyar. Ayaklanmayı bastırmak için Takrir-i Sükûn Kanunuyla devlet şiddetini bütün boyutlarıyla kullanır. İstiklal mahkemeleri kurulur. İsyan bölgesinde kurulan istiklal mahkemelerinde 5 bin 110 kişi yargılanır, 410 kişi idam edilir, bin 911 kişi hapisle cezalandırılır. İsyanın hemen akabinde Şark Islahat Planıyla Kürdistan’dan Batı’ya yoğun sürgünler yapılır. 1927 yılında Şark Islahat Planının çapı genişletilir ve sürgün boyutlandırılır. İdamlar ve sürgünler, köy yakmalar ve hapisler Kürt ulusal uyanışını ve isyanını söndürmeye yetmez. Kürt ulusu 1926-30 yılları arasında Ağrı-Zilan ayaklanmasıyla bir kez daha varlık ve özgürlük mücadelesini yükseltir. Ezîdî-Sünni-Alevi Kürt aşiretlerin birliği kadar Ermenilerin bir bölümünün de (Taşnak Partisi) yer aldığı Xoybun örgütünün üyelerince başlatılan bu isyanda Ağrı Cumhuriyeti kurulur. İsyan vahşice bastırılır. Kemalist cumhuriyetin borazanı Cumhuriyet gazetesi ırkçı bir iştiyakla bu vahşi isyan bastırmayı över. "Türkün demir kartalları asilerin hesabını temizlemektedir. Köyler tamamen yakılmaktadır. Zilan Deresi ağzına kadar ceset dolmuştur" diye cumhuriyetin ırkçı ve halklara düşman yüzünü politik tarihine kaydeder.
Kemalist burjuva cumhuriyetin ikinci dönemi 1933’de başlar. CHP’nin 1933 programındaki altı ok ve ilke, cumhuriyet rejiminin yeni hedeflerini ilan eder ve uygulamaya sokar. Kemalist diktatörlük bir dizi kanunla burjuva devlet düzenini pekiştirir. Kemalist burjuva cumhuriyet ideolojisi bu yıllarda Türk ırkçılığı olarak keskinleşir. 1930’da dönemin Adalet Bakanı şunları söyler: “Benim kanaatim şudur ki bu memleketin kendisi Türk’tür. Öz Türk olmayanların bir hakkı vardır, o da hizmetçi olmaktır, köle olmaktır.” Bu resmi devlet ideolojisinin inşasının başını bizzat M. Kemal çeker. Türk tarih tezi ve güneş dil teorisiyle cumhuriyet rejiminin ret, inkar ve asimilasyona dayalı homojen ulus yaratma politikasına ırkçı teorik temel kazandırır. Fakat Kürt ulusu varlığını inkar eden ve kendisine sömürgeci boyunduruk ve asimilasyon dayatan Kemalist cumhuriyete boyun eğip teslim olmaz. Sömürgeciliği ve Türklük içinde yok oluşu dayatan tekçi cumhuriyete direnir. 1921’den 1937-38 Dersim Katliamına kadar Kürt ulusu, Kemalist rejime ve zulmüne karşı toplam 19 kez ayaklanır.
M. Kemal önderliğindeki cumhuriyetin ikinci on yıllık icraatlar periyodunda Kürdistan’ın sömürgeleştirilmesi ve Kürt ulusunun zorla asimilasyonu temel başat hedef olarak yer alır. Bu dönemde Dersim’in siyasi ilhakı M. Kemal’in en önemli amacı olur. Bölgeye yolladığı umumi müfettişlerin sömürgeleştirme raporları doğrultusunda plan ve hazırlıklar yapılır. 14 Haziran 1934 gün ve 2510 sayılı İskan Kanunu çıkarılır. Türkçe konuşma zorunluluğu getirilir. “Vatandaş Türkçe konuş” kampanyalarıyla asimilasyon ve Türkleştirmeye boyut kazandırılmaya çalışılır. 25 Aralık 1935’de 2884 sayılı Tunceli’nin Yönetimi Hakkında Kanun yapılır. Dersim ismi “Tunç Eli” olarak değiştirilir. 1937 yılında ise Dersim Tertelesi başlatılır. Ermenilere, Rumlara, Süryanilere uygulanan soykırımın bir benzeri Dersim’in Kızılbaş Kürtlerine uygulanır. Mağaralara sığınan halk kimyasal gazla katledilir. Toplu katliamlar, köy yakmalar ve nüfusun zorla göçertilmesiyle Dersim ilhakı tamamlanır.
M. Kemal’in Kürtleri yok etmekte kullandığı yöntemlerin vahşiliği Hitler’in yöntemlerinden hiç de aşağı kalmaz. Dersim isyanı sırasında yapılan soykırımı cumhuriyetin temel kadrolarından biri olan İhsan Sabri Çağlayangil röportajda şöyle dile getirir: "Ordu zehirli gaz kullandı... Bunları fare gibi zehirledi. Yediden yetmişe o Dersim Kürtlerini kestiler. Kanlı bir harekat oldu. Dersim davası da bitti. Hükümet otoritesi de köye ve Dersime girdi."
Kadınlara seçme ve seçilme hakkının tanınması Kemalist resmi ideoloji tarafından büyük devrim gibi sunulur ve dünyada ilk kez kadınlara seçme-seçilme hakkını Kemalist rejim tanımış gibi bir mitsel anlatıya dönüştürülür. Halklarımıza düşman bir kıyıcı diktatörlük olarak kendini var eden Kemalist rejim aynı zamanda kadın düşmanı, patrimonyal ve ataerkil bir cumhuriyet tesis etmiştir. Osmanlı imparatorluğunun son dönemi ve cumhuriyet rejiminin girişinde güçlü bir feminist hareket vardır. Burjuva feminist hareketin yasal eşitlik, genel ve eşit oy hakkı, seçme-seçilme hakkı ve örgütlenme hakkı isteklerinin güçlü olduğu, Bolşevik devrimin kadın devrimi atılımlarında pek çok yönden kadın hareketini esinleyip etkilediği koşullarda M. Kemal tüm baskı ve komplolarla kadın hareketine saldırır. İlk kadın partisi girişiminin önünü keser ve Kemalist ataerkil düzenin vesayetine zorlar ve giderek kontrolüne alır. Müesses nizam kontrolünde ve yine homojen ulus projesine modern kadın imgesini katan bir politika yürütür. Cumhuriyet rejimi içinde kadınların gerçek kazanımları devletin lütfu ve vesayetiyle değil kadınların kendi öz mücadelesiyle gelişmiş ve anlamını bulmuştur.
Ebedi şef M. Kemal’in 1938’de ölmesiyle cumhuriyetin ikinci on yıllık periyodu beşinci yılında kesilir. Cumhuriyetin “kurucu ata”larından olan İsmet İnönü milli şef olur ve tek adam-tek parti dümenini sürdürür.
İkinci emperyalist savaş sonrası dönemde burjuva çok partili siyasal rejime geçilir. Cumhuriyet rejimi kurucu temellerini koruyarak kısmi reform ve tadilatlarla döneme uygun bir elastikiyet ve işlev kazanır. Bu esnekliklere rağmen Bayar-Menderes diktatörlüğü, vaat ettiği burjuva demokrasisini değil, antikomünist baskıyı yoğunlaştırır. Geçmişin hemen bütün baskı biçimlerini işçiler ve ezilenler üzerinde uygular. Hatta muhalefete düşmüş CHP üzerinde bile baskı kurarak adeta kendi tek parti iktidarını kurmaya yönelir.
Bu iktidar ve 1961 askeri darbesi ve Anayasası, 12 Eylül askeri faşist darbesi ve Anayasası ve en son 20 Temmuz 2015 darbesi ve İslamcı faşist şeflik rejimini tesis eden AKP darbesi cumhuriyet rejimini yeniden yapılandırma uğraklarıdır.
Bu sürecin değişik dönemlerini, artık yükselen işçi, köylü, gençlik, kadın mücadeleleri ve ezilen Kürt ulusunun özgürlük mücadelesinin haklar dayatması ve buna karşı Türk burjuvazisinin değişik kliklerin yönetiminde devrimci ve demokratik güçleri tasfiye arasındaki sınıf mücadelesi belirler. Kimi zaman fiilen veya yasal bazı hakların alındığı, kimi zaman da, faşist vurucu güçler/kontrgerillanın, kitlesel katliamların, sıkıyönetim ve OHAL’lerin, askeri faşist darbelerin, generaller güdümündeki parlamenter faşizan rejimle, İslami faşist şeflik rejimiyle, iç savaş saldırganlığının, dış işgallerin kullanıldığı saldırılardan oluşan rejimlerle burjuva cumhuriyet yönetilmiştir.
İşçi sınıfı ve ezilenler açısından cumhuriyetin yönetimindeki rejimlerin hiçbiri diğerine karşı tercih edilemez. Aralarındaki burjuva klik çelişkilerine rağmen, bu değişik burjuva rejimleri, işçi sınıfı ve ezilenlerin mücadelesini bastırmış, devrimci ve Kürt ulusal özgürlük hareketini ezmeye çalışmış, antikomünizm ve ezilenlere düşmanlığı Türkçü İslamcı ideolojiyi hâkim kılmayla taçlandırmış, sonuçta da İslamcı faşist şeflik rejiminin hâkim olmasına yol açmıştır.
İşçi sınıfı ve ezilenler, devrimci ve demokratik hareket ile Kürt özgürlük hareketi, kazanılmış hakları koruma mücadelesini İslamcı faşist şeflik rejimini yıkma mücadelesiyle birleştirir. Ne kurucu dönemin ne de burjuva çok partili dönemin cumhuriyet rejimlerinin sözüm ona kazanımlarını savunur.
Komünistler nasıl bir cumhuriyet istiyor?
Komünistler cumhuriyet yönetim modelini ilkesel olarak kabul eder. Farklı ulusların ayrı cumhuriyetler temelinde kendilerini yönetmesini savunur ve uygular. İşçi sınıfı ve ezilenlerin devrimleriyle kurulan cumhuriyetler halkın egemenliğini ve kolektif etkin yönetimini sağlar. Halk cumhuriyetleri veya sosyalist cumhuriyetler, burjuva cumhuriyet modelini aşar ve yeni nitelikte bir cumhuriyet modeli kurar. Sosyalist cumhuriyet meclisler vasıtasıyla ve işçi-emekçilerin doğrudan katılımıyla yönetir. Burjuva güçler ayrılığını, seçilen meclislere tüm yetkiyi vererek ortadan kaldırır. Devlet yönetimine seçilen tüm yöneticilerin seçilenler tarafından geri çağrılması hakkını getirir. Siyasal rejimi sürekli ve dolaysız denetleme imkanı sunar. İşçi ve emekçi çoğunluğun kendini yönetmesi olarak, sosyalist cumhuriyet burjuva demokratik cumhuriyetten her yönüyle ve katbekat daha demokratiktir.
Marksist Leninist Komünistler halklarımızın birleşik devrimini hazırlayarak burjuvazinin bu faşist cumhuriyetini tasfiye etmek için mücadele ediyor. Halklarımızın birleşik devriminin zaferiyle faşist cumhuriyet rejimi tarafından ezilen ve sömürülen tüm sınıf ve kategoriler özgürlüğüne kavuşacak, kendi iktisadi ve politik kurtuluşlarının yolunu açacaktır. Marksist Leninist Komünistler antifaşist, antiemperyalist, antisömürgeci, cins özgürlükçü demokratik devrim programıyla yeni bir cumhuriyeti inşa edecektir. Bu devrimle “1- İşbirlikçi tekelci burjuvazinin sömürgeci faşist diktatörlüğü zora dayalı devrimle yıkılacak, yerine ayrılma hakkının korunduğu, işçi emekçi meclislerine dayalı Türkiye ve Kuzey Kürdistan Halk Cumhuriyetleri Birliği kurulacaktır. Türkiye ve Kürdistan Halk Cumhuriyetleri Birliği’nde kadınlar iktidarın eşit ve bağımsız ortağı olacaktır. 2- Egemen sınıfların ordusu, polisi ve diğer zor aygıtları dağıtılacak ve yerine işçi-emekçi meclislerinde örgütlenmiş olan kitlelerin denetiminde bir halk ordusu ve halk milisi kurulacaktır. 3- Egemen sınıfların yargı mekanizması dağıtılacak ve yerine işçi emekçi meclislerine bağlı devrimci mahkemeler kurulacak, duruşmalar halka açık olarak yapılacaktır. 4- Halk Cumhuriyetleri Birliği’nin bütün kurumları toplumsal cinsiyet eşitliği ve eş temsiliyet ilkesine göre kurulacak ve işletilecektir. 5- Yeni toplum inşasının kadın özgürleşmesi çizgisinde gerçekleşmesinin güvencesi olarak, kadınlar kendi toplumsal yapılanmasını bağımsız biçimde de örgütleyecek, bütün kurumlarda eş temsiliyete ek olarak, işçi-emekçi kadın meclisleri birliği kurulacak, kadın ordusu ve milisi oluşturulacak, cinsel suçlar için kadın ve LGBTİ+’lardan oluşan özel mahkemeler kurulacaktır. Seks endüstrisinin tasfiyesi, ev işlerinin toplumsallaştırılması, kadın işçilerin ekonomik, siyasi ve toplumsal yaşamının düzenlenmesi görevleri başta olmak üzere, Halk Cumhuriyetleri Birliği’nin kadın özgürlük alanındaki bütün faaliyetlerinde yasama yetkisi dâhil bütün haklar kadın meclislerine ait olacaktır.’’
Birleşik devrim aynı zamanda emperyalizme mali-ekonomik sömürgeci bağımlılığa, askeri bağımlılığa son verecek, sermaye oligarşisinin, büyük burjuvazi, büyük toprak sahiplerinin ve faşist karşı devrim içinde yer almış burjuvaların mülkiyetini de kamulaştıracak, sosyalizme geçişin ön basamağını hazırlayacaktır.
Notlar
1 Lenin, Devlet ve Devrim, sf.115