Devrimci Eleştiri, Pratik Özeleştiri, Yeniden Yapılanma ve Cepheleşme

2023 cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimlerinin ideolojik netlik, tutarlı siyasi mücadele ve örgütlülük olmadan  bir imkana dönüşmeyeceği sonucu, eleştirel tartışmaların, özeleştirilerin ve yol arayışlarının konusu olarak gündemdeki yerini koruyor. Birleşik demokratik cephemiz HDP/Yeşil Sol Parti ile Emek ve Özgürlük İttifakı (EÖİ) bileşenleri başta gelmek üzere emekçi sol hareketin temel bölükleri, cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Millet İttifakı (Mİ) ve Kemal Kılıçdaroğlu’nu desteklemek yolundan ilk turda işin bitirilebileceği taktiğinde buluşup, içeriksiz bir Erdoğan karşıtlığına indirgenmiş bir söylem ve genel bir seçim çalışmasıyla kendini sınırlandırdı.

Seçimlerin devrimci siyasetin merkezinde konumlandırılmasına itiraz eden, ezilenlerin bağımsız siyasal hattının kurulması adına kendi cumhurbaşkanı adayını çıkarmaktan, faşizme karşı örgütlenmek ve mücadeleyi sokakta büyütmekten söz eden Ezilenlerin Sosyalist Partisi (ESP), Birleşik Mücadele Güçleri’nin (BMG) bileşenlerinden birkaç devrimci örgüt açısından ise pratik bir siyasal hat kurulamadı. Bu tabloda emekçi halkımızın geniş kesimleri ve direnişçi, mücadeleci dinamikler açısından seçimler değişimin tek imkanına dönüştürüldü ve burjuva restorasyoncu Mİ ve adayı Kılıçdaroğlu kurtarıcı olarak devrimci demokratik mücadelenin de merkezine yerleşti.

Faşizme karşı mücadele Erdoğan’ı göndermeye, birleşik mücadele ve ittifak konuları Erdoğan karşıtlarının birliğine, mücadeleci kitleler ise seçmenleştirildi. Böylece seçim sonuçları birleşik mücadele ve emekçi sol hareket açısından sayısal verilerden daha büyük bir durum yarattı. Bu 14-28 Mayıs günlerinde oluşmuş bir durum değil. 2015 yılından bu yana sürdürülen çöktürme planının tasfiyeci kuşatması altında yürütülen siyasi savaşımın içinde oluşmuş bir ideolojik kanama hali. Bu ideolojik kanama halinde; emekçi solun kitlelerden kopukluğu, örgütlenme krizi, siyasi hattını işçi sınıfı ve ezilenlerin mücadelesinden giderek ayrıştırıp, yaşam tarzı, kültürel kutuplaşma üzerinden şekillenen, antifaşist içeriği silikleştirilmiş, temel sorunların demokratik, özgürlükçü çözümünden uzaklaştırılmış genel bir Erdoğan karşıtlığına ve geleneksel seçmen davranışı üzerine oturtmasının birikimi var.

Tablo ağır. Şimdi özeleştiri ve halklarımıza hesap verme zamanı. HDP ve Yeşil Sol Parti, merkezi organlarından başlamak üzere tartışmalarını kongre programına bağlı olarak sürdürüyor. EÖİ bu kapsamda ilk değerlendirmesini yapmış oldu. Tek tek bileşen ve ittifak güçleri sonuçlar bağlamında muhasebelerini yapıyor.

Hayal kırıklığı ve umutsuzluk içine düşmeden, yenilgi ruh haline kapılmadan, etkin eleştiri ve özeleştiri temelinde bu süreci ilerletmek her politik öznenin görevi. Kendi gücüne güven ve ideolojik yenilenme ancak bu yoldan yeniden inşa edilebilir. Eleştiride genellemecilikten, özeleştiride soyutluktan çıkmak, sorunun temeline inen bir yüzleşme içine girmek sürece yanıt olabilecek tek yol. 

Üçüncü cephe”yi nerede zayıflattık, nereden güçlendireceğiz?

 

Üçüncü cephenin en önemli bileşeni HDP/Yeşil Sol Parti’nin yapacağı süreç muhasebesi ve çıkaracağı sonuçlar, yeni mücadele dönemi açısından kritik bir önem taşıyor. Seçim taktiğini ve sonuçlarını ortaya çıkaran tabloyu seçim öncesi süreçlerle birlikte ele almaya ve nedenlerini oralarda aramaya odaklanmak gerekiyor. Sürecin henüz başında cereyan eden, tutsak eski HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın bir eleştiri metniyle aktif siyaseti bıraktığını açıklaması ile HDP Eş Genel Başkanı Pervin Buldan’ın hedef tahtasına oturtulmasını burjuva ve popülist siyaset tarzının ve parlamentarizmin saflarımızda yarattığı erozyonun yansımaları olarak görmek, tartışmaları kişilere indirgeme zaafına kapılmadan HDP’nin programı ve üçüncü cephe çizgisi temelinde sorgulamalara odaklanmayı başarmak gerekiyor. Seçim zemininde, işçi sınıfı ve ezilenlerin mücadelesinin bağımsız gücünü ve taktiğini inşa etmek,  egemen sınıfın Cumhur ve Millet İttifakı şeklinde ayrışan iki blokundan faşist Cumhur İttifakı’na karşı ve fakat Millet İttifakı’na da yedeklenmeden üçüncü bir cephe olarak çıkmak taktiksel bir durumdan öte, HDP programının ve örgütsel varlığının gereğiydi. Türkiye ve Kürdistan’daki rejimin sömürgeci faşist karakteri ve bunun karşısında HDP’nin halkçı demokratik programı, bu ittifak politikasının da dayandırılması gereken zemindi. Fakat HDP’nin 2015 yılından bu yana binlerce tutsaktan kitle kıyımı ve katliamlara, kayyumlardan parti kapatma davasına kadar kesintisiz olarak süren faşist terör dalgası altında kitleden ve sokaktan kopması, fiili-meşru mücadele anlayışının geriye düşmesi parlamentarizm hastalığını da beraberinde getirdi. Yaşanan geri çekilme, politik iddia ve özgüven kaybı koşullarında faşizmi yıkma, yeni yaşamı kurma iddiası yerini genel geçer bir Erdoğan’dan kurtulma ve iktidar hedefinden kopmuş bir toplumsal muhalefetçiliğe bıraktı. 7 Haziran-1 Kasım seçimleri aralığındaki kitle mücadelesini en geriye çeken siyasal pasifizm, meşruiyeti olmayan geçici seçim hükümetine bakan verme gibi tutumlar, HDP’yi, halkçı, demokratik iktidar odaklı toplumsal muhalefet gücünden sivil toplumcu bir muhalefetçiliğe doğru iten ilk pratikler olarak türedi. İlerleyen yıllarda üçüncü cephe siyasetinin en önemli gücü olan HDP, egemen ittifak blokları arasında ‘anahtar’ seçim partisine, parti kitlesi de seçmen kitlesine dönüştürüldü.

Şimdi seçim sonuçları düzleminde üçüncü cephenin varlık nedenine dair sorgulamalar büyüyor. Parti bütün parti örgütlerine ve kitlesine güçlü bir eleştiri-özeleştiri çağrısı yaparken, partinin yetkili kurulları sorunların kaynaklarını somutlayacak tartışmalar yapmaya ve yeni mücadele yolunu bu sorgulamadan çıkarmaya yoğunlaşıyor. Biz de eleştirel değerlendirmemizi 6-7 Haziran tarihlerinde gerçekleştirilen HDP ve Yeşil Sol Parti ortak Parti Meclisi (PM) toplantısının sonuç bildirgesinden hareketle ele alacağız.

PM sonuç metni ilkin şöyle diyor; “İl-ilçe örgütlerimizden genel merkezlerimize; meclislerimizden komisyonlarımıza kadar tüm örgütsel yapı ve çalışma alanlarımızı, bürokratik ve merkezi bir anlayıştan esaslı bir kopuşla yeniden ve birlikte örgütlememiz gerekmektedir.

Partinin seçim stratejisinin belirlenmesinde, “Cumhurbaşkanı adayı çıkaracağız” açıklamasından sonra gelen açıklama ve tutumda, milletvekili adaylarının belirlenme süreçlerinde yükselen temel eleştiri yerelin inisiyatifinin tanınmadığı ve seçim örgütlenme mekanizmalarının işletilmediğidir. Bu pratikte somutlaşan merkez-yerel ilişkisi ve bürokratik, merkeziyetçi yapı eleştirisi partide ilk de değildir.

HDP 2019 yılında bölge konferansları, devamında Ağustos 2019’da Amed’de Merkezi Örgütlenme Konferansı ile örgütlenme tartışmaları yapmış, partinin önüne bir örgütlenme stratejisi koymuştu. 7 bölgede gerçekleşen konferanslar ve merkezi konferans tartışmalarında, bürokratik merkezi yapı eleştirisi yapılmış, bunun yerel inisiyatifin, partinin ekoloji, emek, hukuk gibi çeşitli çalışma alanları ile örgütlenme kanallarının ve partinin kadın özgürlükçü çizgisinin önünü kestiği somut biçimde konulmuştu. Meclisler, yerel örgütler ve komisyonlar için örgütlenme şekli ve politikalarını tartışan konferans, güçlü bir örgütlenme seferberliği çağrısında bulunmuştu. Devam eden süreçte iki temel kampanya -‘Hakkari ve Edirne’den Ankara’ya demokrasi yürüyüşü’ ile ‘HDP’liyiz Her Yerdeyiz’ kampanyaları- HDP’nin sadece örgütsel kanalları ve parti gövdesinin harekete geçmesi zemininde örgütlenmiş, yarattığı dinamizm ile belirli bir etki göstermiş, sinerji yaratmıştı. Ne var ki, bu süreklileşmiş bir siyaset tarzına ve örgütlenme stratejisine dönüşmedi. Parti, parlamentarist, genel ve temsili siyasetin dar kulvarlarından çıkamadı.

Şimdi seçim sonuçları temelinde yapılan bu saptamayı, parti merkezi kurullarının, devrimci, demokratik kamuoyu önünde kendine eleştirisi, başta partinin kongre yapısı ile kadın meclisi olmak üzere tüm örgütlerine, bileşen, birey yapısına, meclis ve komisyonlarına, her türlü faşist saldırı karşısında kapılarını kapatmayan, partinin temel görüşlerinden kopmayan, parti binalarını dolduran halka verilmiş özeleştiri olarak okumak gerekir. Bu açık eleştiri, partinin artık bunu böyle yapmayacağına dair taahhüt olarak görülmeli ve sahiplenilerek geliştirilmelidir.

PM metni siyaset yapış tarzına ve esasta sorunların temeline dair şu esaslı saptamayı yapıyor; “Temsili ve orta sınıf siyaset biçimine sıkışmak yerine siyasetin toplumsallaşmasını merkeze alacağız.”

Tarifi tam açalım; “orta sınıf” küçük ve orta burjuvazidir. “Orta sınıf siyaseti” tekelci burjuvaziye karşı mücadeleci kesimlerin değil, kendi konumlarının peşinde giden, bu nedenle toplum için değişim ve özgürlük değil, kendi sınıf çıkarı için güvenlik ve güvence isteyen kesimlerin siyasetidir.

HDP içinde de son yıllarda bu siyasal eğilimin hegemonyasını görmek mümkün. Bu kesim, parti yapısı içinde özellikle sol-sosyalist güçlere karşı kutuplaştırıcı-imtiyazcı bir siyasal dil belirleyen bir olgu olarak sirayet ediyor. Özellikle faşist devlet terörü altında geri çekilme, uzlaşma eğilimiyle karakterize olan bu anlayış, bir yandan da ülke sorunları konusunda entelektüel farkındalık dilinde konuşuyor. Fakat meseleleri değiştirmek için inisiyatif ve risk almak yerine talep etmeyi, umut etmeyi, beklemeyi, güvenlik için vurgulamayı amaç edinen ikameci bir siyaset dili de onun sınıf tavrı olarak görünür hale geliyor.  

Özellikle Kürt orta sınıfının ve sol-liberal çizgideki anlayışın biriktirdiği güvensizlik ve güvence arayışı, HDP’nin yürüttüğü siyasetin de belirleyici faktörü oluyor. Türkiye’deki verili siyasal yönelimi, seçim politikasına yön veren eğilimi bir çeşit “orta sınıf mücadelesi” olarak okumak yanlış olmaz. Yapılan hataların kaynağında da düpedüz bu orta sınıf siyaseti anlayışı vardır. Halkçı ve devrimci içerikten yoksun bir Erdoğan karşıtlığı ile kültürel kutuplaşmaya odaklanan ve bunun üzerine seçmen siyaseti ve davranışı kuran siyaset tarzı, işçi ve emekçilerin siyasal kurtuluşu için savaşımdan ayrışıyor, bu alanı boş, ezilenleri de savunmasız bırakıyor.

Temsili siyaset, seçimlerin siyasetin merkezine alınması ve partinin buradaki ‘anahtar’ rolüne bağlı biçimde geliştirilmiş, devamında da partinin rol ve misyonunun belirleyeni haline gelmiştir. Bu çizgi, HDP’nin 27 Eylül 2021 tarihli “Adalete, Demokrasiye, Barışa Çağrı Deklarasyonu’nda verilidir.

HDP’nin örgütlenme, yapılanma tartışma ve çalışmalarının, demokrasi ittifakının genişletilmesi çağrı ve çabalarının ardından açıklanan bu deklarasyon şu tespiti yapmaktadır; “Toplumun adeta nefessiz bırakıldığı, ekonomiden siyasete birçok alanda enkaz yaratıldığı bu günlerde, halkta oluşan genel beklentinin, acil bir demokratik değişim ve dönüşüm ihtiyacı ve talebi çerçevesinde geliştiğini tespit ettik. Önümüzdeki dönemin ve seçimlerin demokratik cumhuriyetin oluşması açısından, tarihimizin en önemli dönemeçlerinden biri olarak nitelendirildiğini gördük. Bu anlamda seçimlerin yeni bir başlangıç, sorunların çözümü için demokratik yolların açılması imkanı olarak da değerlendirildiğini tespit ettik.

Toplumdaki değişim isteğinin karşısına yalnızca seçimleri koyan bu deklarasyon, partinin misyonu ve politik hattını da şöyle çizmiştir: “HDP’nin müzakereci bir anlayışla yeni demokratik başlangıcın anahtarı işlevine sahip olduğunun, kurucu bir siyasi aktör ve çözüm gücü rolünü üstlenmesi gerektiğinin geniş halk kesimleri tarafından vurgulanması, sorumluluğumuzu büyütmektedir.

HDP, seçimleri siyasetin merkezine alarak, partinin seçimlerde ‘anahtar’ rolünü bu deklarasyon ile çerçevelemiş, 2019 yerel seçimlerinin sonuçlarını bu anlamda olumlayan bir yaklaşımla 2023 seçimlerine yönünü dönmüştür. Hataların temeli olarak ifade edilen siyaset tarzının temeli 2019 yerel seçimlerinden başlamak üzere 2021 deklarasyonu ile atılmış ve tüm süreç boyunca bu politik hattın savunuculuğu yapılmıştır.

PM sonuç metni, bileşen ve ittifak konularını aynı zeminde ele alarak, tartışmaların girişini yapıyor. EÖİ pratiği, TİP ile ilişkiler düzleminde sıklıkla eleştiri konusu yapılan ittifak politikasına dair de özet bir perspektif içeriyor: “Siyasetimizin ittifaklar ve bileşenler konusunda istenilen amaca ulaşamamış olması durumunu, derinlikli bir tartışmanın konusu olarak ele aldık ve almaya devam edeceğiz. Bu önemli tartışmayı siyasetimizin büyüme stratejisinde yeni yol ve yöntemler bulma gerekliliği merkezinde değerlendirdik. Büyüme ve genişleme siyasetinin salt siyasi partiler, örgütler ve bireylerle yapılacak dönemsel ittifaklarla mümkün olmadığı bilinciyle bu soruna çözüm üretmenin yollarını bulmanın önemi üzerinde durduk.

HDP bileşen hukuku, ittifak politikasından ayrı ve kendi özgül ağırlığında ele alınması gereken bir konudur. Bu konunun partinin geride kalan bazı kritik süreçlerinde krizli biçimde tartışıldığını biliyoruz. Parti yetkililerin dönem dönem yaptıkları kimi açıklamalarında adeta ‘yük’ biçiminde değindikleri bu konu, bileşenlerin parti merkezinin politikalarına dönük açık eleştiri haklarını kullandıkları durumlarda da frenleyici bir kural olarak işlev gördü. Partinin bürokratik merkezi yapısı içerisinde karikatürize olan bir duruma kadar geriledi. Bu temel işleyiş ilkesi ve hukukunun yeniden, güven ve işlevsellik temelinde kurulması gerekiyor.

Birleşik cephenin ana gücünü oluşturan Kürt Özgürlük Hareketi’nin parti içindeki hukuku ile partinin sol, sosyalist parti ve örgüt bileşiminin hukuk dengesi yeniden ele alınmalı ve ihtiyaçlara uygun temelde kurulmalıdır. Bu dengenin HDP’nin bileşenlerinin aritmetik bir toplamı olmadığı, Kürt Özgürlük Hareketi ile emekçi sol, sosyalist örgütlerin bir program etrafında bir araya gelişinin ürünü bir birleşik cephe partisi olduğu unutulmadan kurulması şarttır. Bu kurucu ilkedir ve partinin direniş hakikatini ve üçüncü cephe olma misyonunu belirleyen temel mayadır. Birleşik yapı içinde ilişkiler ve etkileşim bu temelde ele alınmalıdır. Kuşkusuz HDP/Yeşil Sol Parti’yi oluşturan her yapının bağımsız propaganda ve örgütlenme hakkı vardır, bunu gözetmek esastır. Lakin temel amaç birleşik yapının yükseltilmesi, başarısının örgütlerin tekil varlıklarından üstün tutularak güvencelenmesidir. Bu zeminde geçerli olan hukuk yoldaşlık hukuku, yöntem ise eleştiri-özeleştiri olabilir; matematik ve aritmetik saptamalar değil.

DBP’nin, son örneği Cengiz Çandar ve Hasan Cemal’in adaylıkları örneğinde görüldüğü üzere parti içinde tartışma konusu olan her durumda ana güç olma ağırlığını koyarak bir eğilim oluşturma pratikleri, halk hareketini temsil eden bir yapının özgül ağırlığı atlanmadan çözüme kavuşturulmalı. DBP ve Kürt Özgürlük Hareketi bu ve buna benzer konularda parti ve yoldaşlık hukukunu yine özgül ağırlığı gereğince işletme sorumluluğu göstermelidir.

Öte yandan HDP bileşeni sol, sosyalist yapılar partinin organik bileşimi olmak, parti örgüt ve organlarını güçlendirmek konusundaki pratiklerine özeleştirel temelde yaklaşmalı ve konumlanışlarını değiştirecek bir ilişkileniş içine girmelidir. HDP bileşeni yapıların pek çok yerel örgüt ve organ konusunda partiye güç aktarmanın gerisinde olduğu, yer yer bunun ‘Bu dönem kendi çalışmalarımıza yöneleceğiz’ biçiminde bir karar olarak sunulduğu biliniyor. Partinin sosyalist milletvekillerinin siyasi aidiyetleri temelinde, sanki onların temsilcisiymiş gibi hareket etme eğilim ve pratikleri de sık görünen örnekler.

DBP ve sosyalist örgütlerin parti içinde konumlanışları, pratikleri objektif ve eleştirel zeminde tartışılmalı ve bileşen hukuku bu gerçeklik zemininde ele alınmalıdır. 

Öte yandan parti içinde ‘kimlik siyaseti mi sınıf siyaseti mi’ biçiminde yükseltilen ve Kürt Özgürlük Hareketi ile emekçi sol, sosyalist hareketi ayrıştıran tartışmalara, sosyalist örgütlerin gelişim sorunlarını, politikanın toplumsallaştırılamamasını kimlik siyaseti ile açıklayan görüşlere  son verilmelidir. KÖH’ün Kürt sorununa dair politikalarındaki gerilemelerin, yetmezliklerin sorumlusu sosyalist örgütler, hareketler olmadığı gibi, sosyalist mücadelenin zayıflığının, toplumsallaşamamasının sorumlusu da KÖH değildir. Bu iki kutuplu yanlış okumaların, faşist rejimin Kürt hareketini tecrit ve birleşik cepheyi tasfiye politikasına hizmet etmekten başka bir işlevi yoktur.

İttifaklar politikasında tablo ne söylüyor peki?

Ayrı bir başlık olarak irdeleyeceğimiz EÖİ pratiğini kısaca burada da tarifleyecek olursak, durum özetle şudur: EÖİ bir mücadele örgütü olamadığı gibi, anlamlı bir seçim ittifakı da olamamıştır. Seçimlere ayrı liste ile giren, seçim ve aday çalışmalarını ayrı ayrı yürüten, topluma, ezilenlere herhangi bir konuda ortak söz söylemeyen tek tek parti görünümleri çıkmıştır ortaya. Kuruluş sürecinde “Kürt partisi HDP” ile “sosyalist parti TİP”in bileşimi gibi yansımış, parlamentarist, popülist TİP neredeyse bütün bir sol, sosyalist hareketin temsilcisi ilan edilmiş, fiilen ittifak sözcülüğüne girişmiştir. TİP’in ittifak anlayışına uymayan ve kaybettireceği her açıdan açık olan ayrı listeler halinde girme dayatmasına geçit verilmiş, EMEP’le 2 vekil pazarlığına bağlı gelişen ‘ortaklık’, vekillerin meclis yemini öncesi Yeşil Sol Parti’den istifa edip, EMEP vekilliği kaydını yaptırmasıyla noktalanmıştır. Parti, ittifak politikasının bu yanlış kulvarında bileşen yapılardan ve yerelden yükselen itirazları dikkate almamış, vekil pazarlığından öteye geçmeyen bu ittifaka ve grupçu yaklaşımlara ittifakın oyunbozanı olmamak adına boyun eğmiştir.

PM sonuç metni partideki ideolojik kanamanın kaynağını açık biçimde koyuyor: “Fikriyatımızı en güçlü şekilde hayata geçirecek ve bizi sistemin iki hegemonik fay hattının dışına taşıyacak ideolojik-politik duruş Üçüncü Yol’dur. Cumhurbaşkanlığı seçimlerindeki tutumumuzdan dolayı aşınmaların meydana geldiği ortadadır. Üçüncü Yol siyasetinden uzaklaşma ve iki kutba da payanda olmama ilkesinden kısmi kopuşun yarattığı ideolojik aşınmaları birlikte onaracağız. Üçüncü Yol siyasetini toplumsallaştırmanın çaresini yine toplumsal çaba ile bulacağımıza olan inancımız tamdır.

Metnin bu bölümüyle bu başlığı noktalayalım. Parti içinde başlatılan eleştiri-özeleştiri sürecinin de görüş açısı buna dönük olmalı, tartışmalar iç dökme, günah çıkarma, suçlu arama olumsuzluğundan bu yolla çıkarılmalıdır. Yapılması gereken birleşik cephe partimizin kurucu ilkelerine, programatik çerçevesine ve mücadeleci parti anlayışına geri dönerek üçüncü cepheyi büyütmektir. Bunun gerektirdiği yapılanma konularına pratik biçimde yönelmek, bileşen ve ittifak görüş açılarının merkezine programı, faşizme karşı mücadele ilkelerini koyarak ilerlemektir.

EÖİ’nin pratiği gelecek için ne söyledi?

EÖİ ilk seçim değerlendirmesini 14 Haziran’da yaptı, ‘seçimlerden hedeflediğimiz sonuçları alamadığımızı açık yüreklilikle ortaya koyduk’ dedi ve “Toplantımızda bir kez daha ortak toplumsal mücadelenin önemine dair güçlü bir irade açığa çıktı. Bu temelde, Emek ve Özgürlük İttifakı olarak halkların, ezilenlerin ortak mücadelesinin kıymetli olduğunu güçlü bir şekilde vurguluyoruz.” sözleri ile genel bir gelecek görüş açısı sundu. 

EÖİ mücadele ittifakı olarak kendini açıkladı. Bu bahiste anlamlı bir pratik ortaya koyamadan seçim tartışmalarına girdi. Seçim öncesi çalışmalarında döviz kurundaki yükseliş ve artan pahalılık üstüne gelişen barınamıyoruz, geçinemiyoruz eylemleriyle, işçilerin fiili grev ve direnişleriyle anlamlı bir sokak-eylem ilişkisi kurmazken, parti binalardan eşzamanlı sarkıtılan pankartlarla söz söylemekle yetindi. Toplumsal mücadele kesimleriyle eylem birlikleri inşa edip, ittifakı bu zeminlerde genişletmek yerine ‘tematik buluşmalar’ adıyla salon organizasyonlarına gömüldü, kitle siyaseti yerine temsili siyaset biçiminden ilerlemeye çalıştı. Bir mücadele ortaklığı ve yolu kuramayan ittifak, seçim çalışmalarını da her örgütün ayrı eylemi, ayrı ajitasyon ve propagandası temelinde yürüttü. Seçimlerin ağır tablosu karşısında da ilk düşen bayrak, ittifakın mücadele ittifakı sözleri oldu.

“Neden?” sorusunu ittifakın çıkış noktasından yanıtlamak doğru irdeleme olur.

CHP  angajmanlı düşünüş ve hareket emekçi sol hareket için zaaf konusu. Bu bağlamda DİB’den TİP ve EMEP başta olmak üzere EÖİ bileşenlerine, Sosyalist Güç Birliği’nden (SGB) HDP’nin belli bileşenlerine geniş bir kesim AKP/Erdoğan karşısında Mİ’den demokrasi beklentisi üreten bir seçim taktiğinde buluşmuş oldu.

Tam da burada emekçi sol hareketimiz ve onun hali hazırda en geniş antifaşist siyasal ittifakını oluşturan EÖİ, burjuva egemen sınıflarının iki bloku karşısında işçi sınıfı ve halklarımızın siyasal mücadele odağı olarak ortaya çıkmışken, bu taktik inşa edildi. İttifak, cepheleşme düzeni alamayarak, Mİ’ye yedeklenmeyecek güçlü bir taktik birlik yakalayamayarak ve nihayetinde Kılıçdaroğlu’nu destekleme kararı alarak, işçi sınıfı ve ezilenler cephesinin bağımsız politik bir ittifakı olarak etkin ve sonuç alıcı politika geliştirme imkanını heba etti.

 

Yeri gelmişken ittifak politikası ve birleşik mücadele ilkelerine dair bir kaç noktayı vurgulayalım ve EÖİ pratiğine bu zeminden de göz atalım.

Birleşik mücadele ve ittifak politikası, öznelerinin seferber edebileceği kuvvetlerden daha fazlasını ifade eder. Salt devrimci ve antifaşist partilerin, grupların değil, işçi sınıfı ve ezilenlerin öncü bölüklerinin birleşik hareket olanağıdır bu. Bu olanağın güce dönüştürülmesi için siyasi kararlılık sergilenmeli, eylem birliklerini, güç birliklerini aşan cephesel ilişkiler kurulmalıdır. Birleşik mücadele aynı zamanda, birlikte çalışma, ortak mücadele içinde ön yargılarını kırma, grupçu kaygıları aşma, daha ileri bir siyasi kültürle donanma olanağıdır.

EÖİ, bu bahsettiğimiz ilkeler ve imkanlar bakımından, cephesel bir ilişki ve şekilleniş, düşünüş ve eylem içerisine giremedi. 74’lerden günümüze devrimci-ilerici hareket, cepheleşme yeteneksizliğiyle maluldür. Belirleyici zaaf, sol-sosyalist hareketin dar grupçuluğu olduğu kadar iktidar iddiası, bilinç ve yöneliminden yoksunluğudur. Oysa ki birleşmek, politikanın sorunlarını çözmek, bunun için büyük mücadelelere girişmek anlamına gelir. Ve bu cepheleşmeyi gerektirir. Gerek sol hareketin verili tablosunda gerekse de seçim çalışmaları aynasında ortaya çıkan gerçek, iktidar iddia ve yönelimindeki derin zaafın, ittifak ve mücadele biçimlerine yaklaşıma, örgütlenme sorunlarına, politika yapış tarzına yansıdığı, grupçu bencillik ve kendini amaçlaştırmanın politik kültür haline geldiğidir. 

İttifak ilişkilerinin yabancılaştırıcı bir sorunsalı olarak TİP

EÖİ ile HDP/Yeşil Sol Parti ilişkisinde tüm seçim süreci boyunca süren iç gerilimin en belirgin hali TİP ile ilişkilerde açığa çıktı. TİP’in tek parti çatısı altında seçimlere girmek yerine, ittifak adı altında ayrı partiler olarak ve ayrı liste ile seçime girme kararı, ittifak olmanın gerekleriyle, seçimde kazanmanın matematiği-aritmetiği ile aşılamadı. HDP ve Yeşil Sol Parti bileşen yapısından ve parti kitlesinden gelen bütün itirazlara rağmen, TİP’in grupçu, popülist düşünüş ve hareketine geçit verildi, TİP ittifaktan bağımsız ayrı bir parti olarak çalıştı. İttifak olmanın gereği ve güveni ilk burada aşındırıldı.

Birden fazla siyasal gücün ya da örgütsel öznenin bir araya geldiği ve birlikte mücadele ettiği, ortak çalışmalar geliştirdiği her ittifak,  kendi içerisinde bir hegemonya sorununu barındırır. İttifaklar ve cepheleşme taktiklerinde hegemonya mücadelesi meşrudur, meşru olduğu kadar da kaçınılmazdır. Fakat hegemonya mücadelesi faşizme karşı cepheleşme stratejisinin genel çıkarları ve bunun belirli bir anda şekillenen özgün ittifak ilişkilerine aykırı düşmeme, onu zayıflatmamanın gerekleriyle sınırlandırılmıştır. Keza, ittifaka katılmak da, ayrılmakta haktır. Yine ittifak ilişkileri içinde her parti ve örgütün kendi programı ve çizgisi doğrultusunda bağımsız faaliyet yürütme hakkı da vardır. Ne var ki, bu temel ilkelerin hükmü altında ittifak sürdüğü müddetçe ittifak güçleri arası rekabet de sınırlandırılmıştır.

EÖİ zemininde bu ilkelerin önemli oranda pörsüdüğü, mücadele ortaklığı zemininin bizzat TİP’in rekabetçi, grupçu anlayışı tarafından tahrip edildiği açıktır.

İttifak içindeki politik öznelerin kendi hegemonya arayışı ve yönelimini doğal ve meşru görürken, bunu yalnızca kendisinin hak ettiğini düşünüp, diğerlerinin bunun kendisinin bir ayrıcalığı olarak kabul etmelerini istediği durumda bu kuşkusuz dayatmacı ve bozguncu bir tutumdur. Politik öznelerin kendi varlıklarını ve kendi çıkarlarını hareketin gelişiminin ve ihtiyaçlarının üstünde tuttuğu her durum bir yabancılaşma içerir, birleşik mücadeleye zarar verir. Oysa ki, ittifak içerisinde yer alan politik öznelerin hegemonya mücadelesini, hareketi amaçlarına yöneltmek, hareketin başarısını güvencelemek gibi yüksek ilkesel temellere dayandırmaları politik ve pratik açıdan zorunludur. TİP’in seçim planları, örgütsel büyüme, Mİ/KK iktidarında parlamentonun sol muhalefeti olma hesapları ve nihayet ayrı parti olarak seçime girme pratiği, EÖİ zemininde, temel ilkeleri zayıflatmış, bu durum haliyle ittifak ilişkilerinde ve HDP-Yeşil Sol Parti kitlesi içinde güvensizlik ve yabancılaşma üretmiştir. Gerilim seçim meydanlarında yapılan konuşmalara, HDP-Yeşil Sol Parti’nin ‘stratejik oy’ açıklamaları, TİP’ten yapılan izahlara yansımış, ittifak bileşeni iki parti adeta seçim meydanlarında birbirleri ile yarışmıştır. Oluşan bu tabloda ittifak sürecini gereği gibi işletmeyen, gerici önermelere zamanında tutum alamayan HDP-Yeşil Sol Parti’nin de payı büyüktür.

TİP 3-4 Haziran tarihlerinde parti meclisi toplantısını gerçekleştirerek bir değerlendirme yayımladı. Bu değerlendirmede EÖİ ve birleşik mücadeleye dair şu vurguya bakalım: “Partimiz hem Emek ve Özgürlük İttifakı’nın güçlenerek varlığını devam ettirmesi hem de Türk ve Kürt halkları ile devrimcileri arasındaki kardeşlik bağlarının güçlendirilerek ülkemizin kurtuluşunu sağlaması için üzerine düşen tüm görevleri yerine getirmeye kararlıdır.”

TİP PM’si bu değerlendirmenin hemen ardından şunlarla tartışmaya devam ediyor:

TİP, kendisinin değil ittifakın vekil sayısını artıracağını düşündüğü öneriler sunmuş, sürecin hiç bir aşamasında ‘vekil pazarlığı’ yapmamış, seçimlere ‘hazine yardımı’ için girmemiştir.

TİP’in seçime kendi listeleriyle girmesinin Emek ve Özgürlük İttifakı’nın oy oranını ve vekil sayısını artıracağı, TİP’in hem müttefiklerine hem de muhalefetin geneline vekil kaybettirmediği matematiksel kesinlikte de ortaya çıkmıştır.

TİP açısından üzüntü kaynağı olan esas konu ise, partimizin en az 3 milletvekilliğinin kılpayı farklarla kaçırılmış olması, ittifak ortağımız lehine çekildiğimiz illerde beklediğimiz başarının kazanılmamış olması ve toplamda ittifakımızın bu seçimlerden ülkemizin kaderini belirleyecek bir güç haline gelerek çıkamamasıdır.

TİP PM’si ittifak içi ilişkileri hala matematik üzerinden irdelemeye devam ederek “...hem Emek ve Özgürlük İttifakı’nın güçlenerek varlığını devam ettirmesi hem de Türk ve Kürt halkları ile devrimcileri arasındaki kardeşlik bağlarının güçlendirilerek...” yürünmesi konusunda üzerine nasıl bir görev düştüğü ve nereden ilerleyeceğine dair söz üretmiyor. Dahası seçim boyunca yürüttüğü, ‘HDP’ye oy vermeyecek ama TİP’e oy verecek olanların oylarını kazanmak’ söyleminin ve her iki parti tabanı arasında yaratılan ayrışmanın özeleştirisini de vermiyor.

Seçim çalışmaları boyunca HDP-Yeşil Sol Parti’ye oy vermeyecek bir seçmen kitlesinin sözcülüğüne girişmek ve bunu ittifak içindeyken yapmak, Kürt özgürlük mücadelesine sırt çevirmek, kendini Kürt’ten, Kürt halkıyla ortak mücadele yürütenlerden ayırmaktır. Hele hele bu ayrışmanın sosyalistlik adına yapılması mücadelemize zarar veren bir pratik olmuştur. Kürt ulusal mücadelesini desteklememek, bu destek temelinde yan yana durmayı ilkesel bir tutum olarak görmemek bırakın sosyalistliği, demokratlıktan bile nasibini alamaz. Bu ayrışma ile yaratılmış bir seçmen tercihi, bu ayrışma üzerine kurulmuş bir parti kitlesi sosyal şoven bir yığından başka bir şey değildir. TİP, bu durumun özeleştirisini yapıcı biçimde vermeli, iki parti arası ilişkiler bu temelde düzeltilmelidir.

İttifak ve TİP denklemi EÖİ içinde, HDP-Yeşil Sol Parti bileşenleri içerisinde tartışılmaya, eleştirinin ve çizgi tartışmalarının önemli bir gündemi olmaya devam edecek bir konu. Bu yanlarını geleceğe bırakarak, TİP PM’sinin seçime dair şu saptamasıyla bu başlığı noktalayalım:

AKP-Saray rejimini yenmek basit matematik hesaplarının değil, köklü bir ideolojik siyasal mücadelenin konusu olmaya devam etmektedir. Toplumsal mücadelenin güçlenmediği koşullarda sadece sandık hesaplarıyla bir başarı elde edilemeyeceği bu seçim sonuçlarıyla bir kez daha tescil edilmiştir.

Tüm politik öznelerin bu durum ve sonuçla gerçek bir yüzleşme ve devrimci sonuçlar üretme çabasında olacağına kuşku yok. Bu varlık hakkı için elzem. TİP’in ise bu hususta yapması gereken çok değil bir kaç ay öncesine gidip, EÖİ sözcülüğünde giriştiği ‘ilk turda bitirelim’ söylemlerine bakmak, “1 oy Kılıçdaroğlu’na, 1 oy TİP’e” söyleminin ilk TİP’li aydın, akademisyen, sanatçılardan başlatılarak, parti seçim kampanyasına dönüştürülmesine dönmek gerekiyor. TİP ve TİP’e gönül vermişler, “...hem Emek ve Özgürlük İttifakı’nın güçlenerek varlığını devam ettirmesi hem de Türk ve Kürt halkları ile devrimcileri arasındaki kardeşlik bağlarının güçlendirilerek...” üstlenilecek görevlerden önce, “köklü bir ideolojik siyasal mücadele” görevine buradan başlayabilir.

Mücadeleye devam” ama nasıl?

Seçimlerinin ardından açıklama, değerlendirme yapan tüm parti ve örgütler; ‘mücadeleye devam’ çağrılarında bulundu. Sonuçları bir yenilgi olarak görmeme, hayal kırıklığı ve umutsuzluğa kapılmadan daha büyük mücadeleler için yürümeye devam etme sözü de, çağrısı da neredeyse her kulvardan yükseldi. Bunun sonuçlarının başka türden bir ideolojik kanama ve yön kaybına yol açmaması için atılan ilk önemli adım olduğu kuşku götürmez.

 Birleşik cephe partisinden, Kürt Özgürlük Hareketi’nden, emekçi soldan yapılan tüm analizler, tepeden tırnağa çürümüş ve halklarımıza bir vaatte bulunma gücü de, meşruiyeti de kalmamış bu faşist rejimi alt etmek için daha büyük mücadele ve daha iyi örgütlenmek dışında bir yol yok diyor. Şimdi politik özneler, seçim sahasında birer temsilci, aday ve sandık görevlisinden çok daha öte olduklarını ortaya koymalı, parlamento ve sokak zemininde halklarımızın özgürlük, eşitlik, adalet mücadelesinin öncü, militan savunucuları olarak konumlanmalıdır. Parlamentarizmin, sivil toplumcu mücadele anlayışının, kitle mücadelesinden kopuk diplomasiciliğin, temsili siyaset anlayışının yerine bulunduğu her alanda halk kitlelerini, işçi ve emekçileri, gençleri, kadınları politikanın içine çeken, onları özneleştiren, kitle inisiyatifini geliştiren ve halka güvene dayalı bir politik seferberliğe yönelen bir hat inşa edilmelidir.

Başlayan ve belli bir süre boyunca süreceği belli olan tartışmalar zemininde birleşik cephe partimiz başta gelmek üzere her politik özne için geçerli olan, kendine güvenmek ve eleştiri-özeleştirinin çizgisini doğru koymaktır. Tüm güçlerin yapacağı özeleştirinin çizgisini de, ölçüsünü de belirleyecek olan faşizme karşı mücadele ve bu mücadeleyi başarıya götürecek olan örgütlenme seferberliğidir. Bu çizgi her türlü pasifist ve sağcı eğilimle politik-ideolojik temelde hesaplaşılarak ve kopuşularak, dil ve üslupta düzeltici, ikna edici, değiştirici olmayı, yani yoldaşlığı esas alarak kurulmalıdır. Bu çizgi Kürt özgürlük hareketi ve emekçi sol, sosyalist hareket arasındaki ittifak ilişkisinin geleceği için de tayin edicidir.

Şüphesiz, açığa çıkan tablo da bir eleştiri oku da devrimci hareketimize yöneltilmelidir. Bütün bu politika sahnesinde anlamlı bir devrimci ağırlık merkezinin oluşmaması, niceliğinden bağımsız militan bir kitle gücünün yaratılamamış olması, EÖİ’de açığa çıktığı üzere parlamentarist, yasalcı, oportünist siyaset tarzının hegemonik hale gelmesinde belirleyicidir.  Devrimci hareketimizin politika tarzı, örgütlenme tarzı, kitlelerle ilişkileniş tarzı, birbirleriyle ilişkileniş tarzı bakımından değişime uğraması kendini dayatan bir zorunluluk olduğu seçim sürecinde de açığa çıkmıştır. Yakın dönemin çözülmesi gereken temel bir sorunudur bu.  

Devrimci siyasetin üretimi konusunda sosyalizm iddialı parti ve örgütlere, birleşik mücadele birikimimiz ve cepheleşme yeteneğimize meydan okuyan gerçekler var ve bugün bu tartışma zemininde en temel konu bu gerçeğin devrimci pratik ile değiştirilmesinde düğümleniyor.

Tartışmanın ilk ve temel halkası; işçi sınıfı ve emekçiler, halklarımız ile emekçi solun ilişkilenişi zayıflığıdır. Emekçi sol hareketi devrimci pratik ve önderlik sınavına çağıran konu budur. Tek tek parti ve örgütler işçi sınıfı ve ezilenlerle bağlı, farklı örgüt ve biçimlerle içinde, yanında yer alıyor. Fakat bu ilişkileniş farklı bir düzleme, işçi sınıfı ve emekçileri saflara yöneltme ve onlara önderlik etmeye dönüşmüyor.

Emekçi sol hareketin içine sıkıştığı seçim ve temsil siyaseti denklemi, bu denklemde de sınıfsal ve devrimci içerikten yoksun  bir Erdoğan/Akp karşıtlığı düzleminden hareketle somut bağ kuracak ve ona yön verecek bir ideolojik, politik hat oluşturma konusunda temel bir zaaftır. Seçim sonuçlarıyla da verili olduğu üzere faşizm ve burjuva muhalefet kutuplaşması yerine faşizme karşı mücadele cephesi saflaşması yaratarak ve faşizmin kitle tabanındaki işçi ve yoksul kesimi etkileyip kazanacak saflaşma bu yoldan yaratılamıyor.  Sahada, doğrudan mücadelenin içinde kurulacak örgütlü pratik bağlarla bu temas mümkün olabilir. Ve tabii salt ekonomik talepler ve sendikalist bir çizgi ile sınırlanmış mücadele ufkuyla da işçi sınıfı ve emekçilerin mücadelelerini bir politik programa bağlama, hak ve özgürlüklerini kazanmak mümkün değildir. Sınıf hareketini saflaştırmak ve ona önderlik etmek programın ve stratejinin konusudur.

İkinci temel halkaysa faşizme, sömürgeciliğe ve emperyalizme karşı birleşik mücadelenin genişletilmesi, bu bahiste cepheleşme birikiminin daha ileri bir noktaya taşınması konusudur. Bu, bugün halklarımızın değişim isteğinin, 2021 yılının girişinden bu yana özgüven ve irade kazanmaya başlayan toplumsal mücadele güçlerinin önünün açılması için zorunluluk olduğu kadar, üçüncü cepheyi halklarımızın demokratik iktidar seçeneği olarak büyütme görevidir.

Bugün -bir süredir BMG pratiğinde görüldüğü, son olarak EÖİ pratiğinde de deneyimlendiği üzere- devrimci, ilerici hareketin gündeminde olan fakat çözücü şekilde yanıtlanamayan cepheleşme sorunu; hareketimizin iktidar iddiası, kopuşma ve ileri sıçrama yeteneği, politika yapışını ve zihniyetini yenileme konusu, sorunu olarak kendini dayatmaktadır. Gelişimimiz ve ileri yürüyüşümüzün mevcut politik-ötgütsel tablomuz içerisinde ağır ve sancılı yanı burasıdır.

Bugün EÖİ pratiğinden, TİP’in politika yapışından yansıyanlar ya da çerçeveyi biraz daha genişleterek, seçim sonuçlarını kopuş ve yeniden yapılanma temelinde tartışan Halkevleri’nin pratiğinden, sınıf siyaseti adına kendini işçi sınıfının ekonomik hakları uğruna savaşıma adayanların örgütlenme deneyimlerinden gelen politik özneler arasındaki ilişkilerin yeniden düzenlenmesi gereğine işaret ediyor. Bugün tüm örgütlerin tartıştığı 2015’den bu yana sürdürülen çöktürme siyasetinin tasfiyeci etkilerini emekçi solun cepheleşme yeteneksizliğinin bir ürünü olarak okumak da mümkün. Tüm süreç boyunca faşizme karşı birleşik biçimde direnen tek kuvvet HDK/HDP oldu. Emekçi solun ve devrimci hareketin tek tek özneleri kısmi tekil direnişler içinde seyrederken, azımsanmayacak çoğunluğu da sürecin antifaşist mücadele, fiili meşru direniş görevleri karşısında ölü taklidi yaptı. Şimdi bu iddia kaybı ve yönsüzlüğün sonuçlarını politik, örgütsel düzlemde bertaraf etmek, faşizme karşı birleşik mücadeleyi büyütmekten geçiyor. Bunun kritik bir yolu da birleşik cephe partisinin merkezinde durduğu üçüncü cephenin genişletilmesidir.

Cepheleşmenin başarılması gereken esas boyutu ise ilerici devrimci parti ve örgütleri aşıp, faşizme direnen, özgürlük ve demokrasi mücadelesi yürüten toplumsal, siyasal hareketler ile buluşabilmektir. Antifaşist cephenin genişletilmesi ya da geniş bir demokrasi, özgürlük bloğunun oluşturulması esasta bu toplumsal hareketleri harekete geçirecek birleştirici ve sürükleyici bir gücün yaratılmasıyla başarılabilir. Ancak bu koşullarda Batıdaki işçi-emekçi hareketinin gelişimi örgütlenebilir.

Bu tartışmaların her bir parti ve örgütün güncel krizinden ayrı olarak, dünyanın bugünkü çehresini belirleyen emperyalist küreselleşme koşulları altında birleşik devrimci önderliğin yaratılması konusunu, yeniden yapılanmanın devrimci teori, devrimci strateji, program boyutundaki sorunlarının çözümü görevlerini de kapsadığını ve devrimci hareketin bu konudaki yol arayışını da vurgulayarak geçelim.                                                                                                                                                                                                                           

Seçim aynasından eleştiri-özeleştiriye, yeniden yapılanma ve cepheleşme sorunlarına bakarken bir son söz de güncel politika zemininde önümüzdeki yerel seçimlere dair olsun. Birleşik cephe partisi ve ittifakı yerel seçimlere kendi adayları etrafında ve geniş bir örgütlenme seferberliği ile girmeli, bugün tartıştığı tabloya dair eksik olan ne varsa pratik biçimde aşmayı, özellikle Batı’da mücadeleci bir kitle çizgisini örgütleme temelinde gelişmeyi hedeflemelidir. Bu devrimci pratik seçimlerin sonrasında kazanımı korumak için yürütülecek fiili-meşru direniş ile birleştirilmeli, halkımızın faşizme karşı özsavunması ile güçlendirilmelidir. 2019 yerel seçimleri ardından başlatılan kayyum saldırısında sergilenemeyen sahiplenme ve direniş tablosunun tekerrürüne izin verilmeyecek adımlar şimdiden atılmalıdır.

 

Marksist Teori

Yaygın Süreli Yayın
Varyos Yay. San ve Tic. Ltd. Şti. İmtiyaz Sahibi: Şengül Güneş Bali
Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Şengül Güneş Bali

Bize Ulaşın

Çakırağa Mah. Çakırağa Cami Sokak Birlik Apt.
No: 8/10 Aksaray/İstanbul (0212) 529 15 94
E-posta: info@marksistteori.org Twitter: @mt_dergi