“Doğal afet” diye tanımlanan deprem, sel gibi felaketlerin bütün toplumsal, sosyal ve ekonomik yaşamı olumsuz etkilediği biliniyor. Ancak gözardı edilen bir gerçek var ki, o da, bu tür felaketler, her durumda ikinci cins görülen kadınların yaşamını altüst ediyor, kadın cinsi üzerinde daha ağır yıkımlar yaratıyor. Ne felaket anında ne sonrasında ne de sonuçlarında erkek cinsiyle eşitlik söz konusu değil. Küresel ölçekte de, coğrafyamız düzeyinde de bunu doğrulayan sayısız örnek var.
Japonya’da 1995 yılında gerçekleşen Kobe depreminde hayatını kaybeden kadınların sayısı erkeklerin iki katından fazlaydı. Bangladeş’te 1991 yılında meydana gelen Gorky Kasırgası’nda yaklaşık 140 bin kişi yaşamını yitirirken bunların 127 bin 400’ü kadındı. Hayatını kaybeden erkek sayısı ise 12 bin 600 olarak kayıtlara geçti. Myanmar’da 2008’de yaşanan Nargis Kasırgası’nda can kaybının yüzde 61’ini, 2004’te Banda Açe’deki tsunamide ise yüzde 70’ini kadınlar oluşturuyordu.
Kadının tarihsel evsel köleliği, yaşadığı coğrafyadaki özgün toplumsal, sosyal, kültürel, dinsel vb. özelliklerin dayattığı baskı unsurları onu bir doğa olayı karşısında da savunmasız bırakıyor, çoğu zaman en ağır sonuçlarla yüz yüze kalmasını koşulluyor. Yıkıcı ve ölümcül sonuçlar doğuran bir doğa olayı sırasında da toplumsal cinsiyet rolleri ve iş bölümü devreye giriyor. Örneğin, evi hızlı bir şekilde terk edememek, varsa çocuğunu kurtarma ve/veya ona güvenli bir alan oluşturma önceliği, gece olması durumunda evi terk etmede sorun görme, söz gelimi bedenini örtecek kıyafet sorunu yaşama, yüzme, tırmanma gibi edinilebilir yeteneklerden yoksunluk, ölüm riskini arttıran faktörler olarak sıralanabilir. Göçmen kadınlar dil bilmediğinden, her türlü ayrımcılığa ve cinsel şiddete uğrama korkusundan hiçbir yere gitmeyi tercih etmiyor örneğin.
Bu genel durum 6 Şubat Maraş merkezli depremlerde de değişmedi ve benzer sonuçlar üretti. Bu depremlerde binlerce insanın katliamı, evsiz kalması ve devletin yardım götürmemesi tartışılırken, kadınların maruz kaldığı toplumsal cinsiyet rolleri, eşitsizliği, ev köleliği/sömürüsü ve zorunlu hijyen gibi en temel ihtiyaçlarının dahi karşılanmaması pek tartışılmadı. Kadın örgütlerinin dayanışma çağrılarıyla deprem bölgesinde yaşayan kadınların özgün durumu gündem oldu ve kadından kadına dayanışma örgütlendi. Bu çağrıların sonucunda depremde en çok etkilenen kesimin kadınlar ve çocuklar olduğu anlaşıldı. Deprem sırasında kadınların birçoğu ya çocuklarını ya da evdeki yaşlıları korumak için canlarını feda etti. Bu iki depremde ölümlerin cinsiyet oranına dair bir açıklama yapılmadı ama bazı temel ihtiyaçları almak için eve giren birçok kadının ikinci büyük depreme yakalandığı ve bu esnada öldüğü belirtildi.
Maraş depremlerinde kadınlar yasını dahi tutamadan, psikolojik ve bedensel sorunları görülmeden yıkılan ev düzenini çadırda kurma görevini üstlenmek zorunda kaldı. Deprem toplumsal, sosyal, ekonomik, siyasal gibi büyük yıkımlara neden olsa da, yerleşik olan toplumsal cinsiyet iş bölümü anlayışı yıkılmadı. Aksine, erkek cinsiyle varolan eşitsizlikler daha da derinleşti, günlük bütün işlerdeki eşitsizlik yeniden üretildi. Yaşamı yeniden kurmanın ağır sorumluluğu, okulların kapanmasıyla kadın üzerine yüklenen çocuk eğitimi, yaşlı, hasta ve çocuk bakımı, evsel işler kadının omuzlarına daha fazla yüklendi. Ev içi emek konuttan çadıra, konteynere taşındı. Kadının ev içi ücretsiz köleliği çadır ya da konteyner alanlarda artmakla kalmadı, iş üretiminin koşulları da ağırlaştı.
Depremde binalar yıkılırken, kapitalist erkek egemen cinsiyetçi düzenin duvarları daha da sağlamlaştı. Toplumsal cinsiyet rolleri içerisinde erkek, kendine tanınan imtiyazları deprem sonrası da kullanmaya devam etti. Erkekler, ev içi işler başta olmak üzere çocuk ve yaşlı bakımını üstlenmekten veya bu işlerde ortaklaşmaktan uzak durdu. Çadır düzenini kendi konfor ve egemen sosyal yaşantısına göre düzenledi. Çadırın kurulması için gerekli eşyaların hasarlı evlerden alınması, elektrik ve su yoksunluğu içinde bulaşık ve çamaşırların yıkanması, yemek yapılması, banyo ve tuvalet ihtiyaçları için olanakların oluşturulması görevleri kadınlara kaldı.
Deprem sonrası ilkel koşullarda yapılan ev içi işlerin süresi belirsizleşti, ev içi emek sömürüsü katmerleşti. Çocukların yaşadığı psikolojik ve bedensel sorunlarla, her yeni sarsıntıda açığa çıkan travmatik durumlarla uğraşmak, korku, panik gibi duygu durum bozukluklarını kontrol altında tutma çabası, çocuklarla sosyal vakit geçirme zorunluluğu, yine kadının omuzlarına yüklendi.
Deprem bölgelerinde cins çelişkisi şiddetlendi. Kadınlar erkek egemen baskının altına her zamankinden daha fazla girdi. Kadın emeği muazzam oranda değersizleşti. Kadının üzerindeki cinsel baskı ve şiddet arttı. Erkeğin evsel egemenliği deprem gibi yıkıcı doğa olaylarından sonra daha baskın hale geldi.
Kadının cinsel-üreme sağlığı, koruyucu ve önleyici sağlık hizmetlerine erişimin kısıtlanması, travmatik durumların regl dönemine olumsuz etkisi, yetersiz hijyen koşulları nedeniyle enfeksiyona dayalı hastalıkların çoğalması, kadınların deprem sonrasında yaşadığı temel sorunlar oldu. Deprem bölgesinde yapılan açıklamalarda 214 bin 325 kadının hamile olduğu, 23 bin 814’ünün doğum aşamasında olduğu açıklandı. Bir çok kadın yeterli hijyen koşulları ve doktor olmadan çadırlarda doğum yapmak zorunda kaldı. Deprem anında ve sonrasında erken doğum, düşük oranlarında artış olduğu görüldü. Hastane binalarının yıkılmasından, ilaç ve personel yetersizliğinden dolayı birçok kadının gebelik sürecinin takibi yeterli düzeyde olmadı. Kadınların birçoğu bu koşullardan dolayı başka illerdeki hastanelere sevk edildi. Üreme sağlığı ve LGBTİ+ların hormon tedavisi afet dönemlerinde öncelikli sağlık hizmetleri olarak görülmedi. Gebelik sonlandırma, doğum kontrolü ve hormon tedavisi hizmetleri verilmedi ya da kısıtlandı.
Deprem bölgesinde kadınların özgün sorun ve ihtiyaçlarını gözetmeden yapılan düzenlemeler (hijyen malzemelerine ulaşımdaki zorluklar, su sorunu, tuvalet yetersizliği ya da tuvaletlerin güvenli alanlara kurulmaması gibi koşullar) kadınların yaşamını daha da zorlaştırdı. Örneğin, kadınlar güvenli alanlarda kurulmayan tuvalete gitmemek için genellikle su içmekten imtina etti veya gece olduktan sonra tuvalet sorununu çözdü. İdrarın uzun süre tutulması, yeterli su içilmemesi, ortak tuvaletlerin kullanımının yarattığı hijyen sorunundan dolayı idrar yolu enfeksiyonu gibi hastalıklar sık görülmeye başlandı. Kadınların temel ihtiyacı olan hijyen malzemelerinin azlığı bir yana, bunların kullanım ve değişimleri için uygun ve güvenli alanların yokluğu, iç çamaşırlarının yetersizliği nedeniyle yıkananların kurutulmadan giyilmesi gibi durumlar kadın hastalıklarına yakalanma riskini arttırdı. Yetersiz beslenmeden dolayı birçok kadın bünye zayıflığı, güçten düşme ve hastalık durumlarıyla karşılaştı.
Kadının mülksüz olması üzerine kurulu erkek sermaye düzeni doğal afet sonrası mülkiyet-yardım dağılımını erkek cinsinden yana kullandı. Konut ve kira yardımı erkek üzerinden yapıldı. Kadınlara herhangi bir yardım ödeneğinin sağlanmaması, nafakaların ödenmemesi, kadınların yeni bir yaşam kurmasını engelleyen temel etkenler oldu. Bu eşitsiz yaklaşım yalnızca coğrafyamıza has değildi. Örneğin, Endonezya-Açe’de 2004’de yaşanan tsunami felaketinden sonra erkek balıkçılara tekne verilirken, kadın balıkçılara verilmedi. Tarımla uğraşan kadınlar içinde aynı durum geçerli oldu. Bangladeş’teki sel felaketinden sonra aile yardımı evin erkeğine teslim edildi ve onlar da bu yardımları kendi istekleri ve ihtiyaçları yönünde harcadılar. Türkiye ve Kürdistan’da yaşanan Marmara, Van, İzmir ve son olarak Maraş merkezli depremlerde de evlerin mülkiyet hakkı, mali yardımlar erkeklere verildi. Kadın yine erkeğin kanatları altına, “kutsal aileye” hapsedildi.
Erkek şiddetine/tacize uğrayan kadınların başvuru yapabileceği herhangi bir devlet kurumunun olmaması, acil bir başvuru hattının açılmaması, kadınlara ve LGBTİ+lara ait güvenli alanların kurulmaması, tuvalet ve duş gibi yerlerin yaşam alanlarından uzak kurulması kadına ve LGBTİ+lara yönelik cinsel şiddeti büyüten etkenler oldu. OXFAM’ın hazırladığı bir rapora göre geçici yerleşim merkezlerinde kadınların en çok cinsel tacize ve şiddete maruz kaldığı alanlar tuvalet ve duş bölgeleri oldu. Bu gibi basit alanların kadın-erkek olarak ayrılmaması, kadınların günlük yaşam pratiğini ciddi anlamda zorlamakta, kendilerini güvende hissettirmemektedir. Kadınlar bu alanları rahatlıkla kullanamamak, geceleri yerleşim alanlardan uzak yerlere gitmek zorunda kalmak, yaşam alanında mahremiyet ve güvenlik duygusundan yoksunluk gibi nedenlerle yıkılma riski taşıyan evlerine dönmektedir.
Evde bir boğazın azalması, evlilik yoluyla başlık parasının alınması, akrabalar aracılığıyla ekonomik olanaklara ulaşımın artması nedeniyle zorla, küçük yaşta ve para karşılığı evlendirilme ile aile içi istismar da artmaktadır. Sri Lanka, (2004 “tsunami dulları”: zorla evlilikler), Kenya (kuraklık, açlık: “açlık gelinleri”), Somali, Nijer, Bangladeş (sel felaketi sonrası artan çocuk yaşta evlilikler) buna örnektir. Myanmar’da afet sonrasında eşini kaybeden kadınların sayısı arttı. Evlilik, evli oldukları erkekleri kaybetmiş kadınlar tarafından ekonomik zorlukları yenme ve yeni bir yaşam kurma stratejisi olarak değerlendirildi. 1999 Marmara depremindeki veriler de küçük yaşta ve zorla evliliklerdeki sayısal artışa işaret etmektedir.
AKP-MHP faşist iktidarı, depremden sonra OHAL ilan ederek “güvenlik” adı altında devlet şiddetini öne çıkardı. Özel mülkiyetin korunmasına yönelik önemler alırken kadınların erkek şiddetinden nasıl korunacağı, haklarının neler olduğu gündeme dahi gelmedi.
Böylesi afet ve kriz dönemlerinde kadınlar sadece ev içi işlerin yükünü, erkeğin şiddetini/tacizini yaşamamaktadır. Kadınlar açlık-ölüm arasında tercihe zorlandıklarından birçoğu temel ihtiyaçlarını karşılamak için seks işçiliği yapmak zorunda kalmaktadır. Çocuklar ise ya seks kölesi olarak satılmakta ya da organ mafyasına verilmektedir. Maraş depremi sonrası ailesini kaybeden ve yaralı birçok çocuk politik İslamcı faşist rejimin asli kurumları tarikat ve cemaatlere ait yurtlara teslim edildi. Diyanet İşleri Başkanlığı “evlat edilen çocuklarla evlenilebileceğini” açıkladı.
Deprem bölgesinde eşinin, babasının, abisinin şiddetine maruz kalan kadınlar, her gün geleceksiz ve belirsiz bir yaşamı kurma mücadelesi veriyor. Buralarda kadına yönelik yaşanan her türlü şiddet, kadınların ekonomik, toplumsal, sosyal, psikolojik talepleri erkek egemen faşist rejimin umurunda bile olmuyor. Deprem sürecinde enkazın altında kalmış erkek iktidar deprem bölgesindeki kadınların sorunlarını çözemez, taleplerini karşılayamaz.
Kadının üzerindeki ev içi emeği ve sömürüsünün azaltılması, kadının güvenli yaşamı için bütçenin oluşturulması, kadına yönelik şiddetin önlenmesi ve şiddet uygulayanların cezasız kalmaması için afet dönemlerinde önleyici ve koruyucu planlar hazırlanmalıdır. Kurulan yaşam alanlarının kadın odaklı düzenlemesi, toplu çamaşırhanelerin, yemekhanelerin sayısının artırılması, psiko-sosyal hizmetlerin, şiddete karşı başvuru merkezlerinin, yaygınlaştırılması, bu işlevi görecek telefon hatlarının açılması, bazı boş otellerin, yazlık evlerin kadınların kullanımına açılması gereklidir.
Deprem sonrası Türkiye ve Kürdistan’da kadınların ve LGBTİ+ların yaşamlarının güvenliğinin sağlanması, gelecek kaygısının ortadan kaldırılması, eşit olanaklar sağlanması, toplumsal cinsiyet odaklı planlarının oluşturulması, tüm bu konularda gerekli yasal düzenlemeler yapılmalı öncelikli görevler olarak görülmelidir.
Deprem Sonrası Dönemde Kadınlar İçin Önlem Planı
- Deprem bölgelerinde ilan edilen OHAL kaldırılmalıdır.
- Deprem bölgelerinde ve yakınlarında bulunan güvenli boş binalar, oteller, kamu binaları, bankalar tarafından el konulan konutlar başta kadınlar olmak depremzedelere ücretsiz verilmelidir.
- Yerleşim alanları insanların, sağlıklı koşullarda yaşayabilecekleri, tüm sosyal donatıları, ortak alanları olan mini kentler olarak kurgulanmalıdır. Bu alanların yönetiminde yaşayanların da söz ve karar sahibi olacağı mekanizmalar kurulmalıdır. Bu mekanizmalarda kadınlara eşit oranda yer almalıdır.
- Başka illere göç etmek zorunda kalan depremzedelerin barınma ve beslenme ihtiyaçları karşılanmalıdır. Sağlık ve eğitim hakkı ile zorunlu konut giderleri devlet tarafından üstlenilmelidir.
- Deprem bölgelerinde yoksullaşan, mülksüzleşen, işsiz kalan göçmen ve mültecilere destek mekanizmaları oluşturulmalıdır. Destekler aile üzerinden değil, kadınları ve LGBTİ+’ları gözeten bir perspektifle kurgulanmalıdır. Yapılan desteklerin dağıtımında ırk, cins, kimlik ayrımı yapılmamalı, herkese eşit yaklaşılmalıdır. Yardım çalışmalarında tercümanlar bulundurulmalıdır.
- Gıda, giysi, ısınma, çadır, konteyner evler gibi temel ihtiyaçlar devlet tarafından karşılanmalıdır. Hijyen sorunu hızla çözülmelidir. Kadınların temel hijyen ihtiyaçları hızlı bir şekilde karşılanmalıdır. Atıklar çevreyi ve canlıların sağlığını tehlikeye atmayacak şekilde değerlendirilmeli, kanalizasyon ve su şebeke sistemi kurulmalıdır. Salgın hastalıkların oluşmaması için yaygın şekilde seyyar tuvaletler ve duşlar kurulmalı, bunlar kadınların rahat ve güvenli bir şekilde ulaşabilecekleri mesafede ve alanlarda bulunmalı, yeterli ışıklandırmaya sahip olmalıdır.
- Konteynerlerin birbirine mesafesi ayarlanmalı, kentin etrafı güvenliği sağlayacak şekilde çevrelenmeli ve yeterli aydınlatma/ışıklandırma ile güvenli bir ortam yaratılmalı, konteyner alan dışı ulaşım için ücretsiz toplu taşıma sağlanmalıdır.
- Deprem bölgelerinde bulunan tüm kadınların (mülteci, genç ve yaşlı kadınlar) ve çocukların cinsel taciz, istismar ve şiddete maruz kalmamaları için gerekli güvenlik tedbirleri alınmalıdır. Şiddet ve şiddet tehdidi durumunda kadınlar için acil başvuru hattı kurulmalı, destek ve danışma mekanizmaları 7/24 çalışmalı ve çok dilli olmalıdır. Kadına yönelik şiddet ve boşanma konusundaki adli süreçler ertelenmemeli, gerekli adli yardımlar hızlı yapılmalıdır.
- Boşanma sürecinde olan ya da boşanan, maddi desteğe, sağlık, eğitim, bakım desteğine ihtiyaç duyan kadınların özgün ihtiyaçları için acil önlemler alınmalı, geciktirilmeden hayata geçirilmelidir.
- Kadınların haklarına erişimi kolaylaştırılmalı, psikolojik ve hukuki destek ihtiyaçları karşılanabilmelidir. Hamile ve emziren kadınlar ihtiyaca göre derhal deprem bölgesinden uzaklaştırılmalı, doğumları gerekli ve sağlıklı teçhizatın bulunduğu yerlerde yapılmalı, süt kesilmesi ihtimali gözetilerek bebek mamaları acil karşılanmalıdır.
- Kadınların sağlığa erişimini sağlamak için kadın doğum uzmanı ve jinekologlar bütün tıbbi ekipmanlarıyla beraber bölgede görevlendirilmeli, kurulan geçici hastane ve çadırlarda kadın ve LGBTİ+ bölümü olmalıdır.
- Kadınların ev işi ve bakım yükünü azaltacak çamaşırhane, aşevi, çocuklar için oyun ve etkinlik alanları gibi alanlar geliştirilmelidir. Kadınlara aylık maaş ödenmeli ve ev işinin herkesin işi olduğu yönünde bilinçlendirme çalışmaları yapılmalıdır.
- Öğrenci yurtları açık tutulmalı, öğrenciler sokağa atılmamalıdır. Özellikle üniversiteli genç kadınlar ve LGBTİ+'lar şiddet dolu aile evlerine dönmeye mecbur edilmemelidir. Eğitimine devam edemeyen, aileye mecbur bırakılan ve gelecek endişesi içinde olan genç kadınlar desteklenmelidir. Eğitime devam etmelerini sağlayacak fiziki, teknik, altyapı imkanları sunulmalıdır.
Deprem sonrası süreçlerde kadını koruyan ve yaşamını güvenceleyen planların oluşturulması, yasal düzenlemelerin yapılması, bunların mücadelesinin verilmesi, en başta kadınların bilinçlendirilmesiyle ve dayanışmanın örgütlenmesiyle mümkündür. Deprem bölgelerinde yaşayan kadınların ihtiyaçları için örgütlenecek dayanışma çağrıları 2023 seçimlerinin gölgesinde kalabilir. Önümüzdeki politik çalışma döneminde deprem bölgesinde yaşayan, göç eden kadın ve LGBTİ+ların taleplerinin karşılanması için sürekli bir kadın dayanışması örgütlemek temel ve acil görevlerden biridir.