“Tüm zaman boyunca hep sadece sistematik ve planlı bir hazırlıktan söz ettik, fakat bununla kesinlikle otokrasinin ancak ve yalnız kurala uygun bir kuşatmayla ya da örgütlü bir taarruzla yıkılabileceğini söylemek istemiyoruz. Böyle bir anlayış saçma bir doktrincilik olurdu. Tam tersine: otokrasinin, onu her yandan tehdit eden herhangi bir kendiliğinden patlamanın ya da önceden görülmeyen politik komplikasyonların basıncı altında düşmesi tamamen olanaklı ve tarihsel olarak kesinlikle daha büyük olasılıktır. Fakat hiçbir politik parti, eğer maceracılığa düşmek istemiyorsa, faaliyetlerini bu tür patlamalar ve komplikasyonlar beklentisi üzerine kuramaz. Kendi yolumuzda yürümek yolumuzdan şaşmadan sistemli çalışmamızı inşa etmek zorundayız ve beklenmedik olaylara ne kadar az güvenirsek hiçbir ‘tarihsel dönüm noktası’nın bizi gafil avlamaması o kadar büyük ihtimaldir.” (Lenin, Nereden Başlamalı)
Marksist hareketin sınıf mücadelesinin ardışık uğraklarında takındığı teorik ve politik tutumlardan oluşan Marksizm'in tarihi, düz bir hatta ilerlemez. Marksizm'in gelişimi kendi içinde kopuşlar, gerilimler, kırılmalar, sapmalar, krizler ve sıçramalar barındırır.
Marksizm'i belli bir tarihsel ve siyasal konjonktürde kurgulayıp konumlandıramamayı, Marksist hareketin krizi (“yapısal kriz”) olarak tanımlayabiliriz.
Kriz iki türde vuku bulabilir: Marksizm'in, kapitalist sistemin tarihsel sınıflarına dayanıp“ERROR” sinyalleri verdiği kapitalist dünyanın günümüz krizi koşullarında, işçi sınıfı ve ezilenlere nüfuz edememesi onun “Gelişememe Krizi”dir. İşçi sınıfı ve Marksist hareketin, gelişmesinin zirvesinde sıçrama yapıp yeni bir nitelik kazanamaması ise onun “Büyüme Krizi”dir.
Ne Yapmalı?'nın yazılmasına vesile olan da hareketin Büyüme Krizi’ydi.
Lenin, Rus Marksist hareketi içerisinde “eleştiri özgürlüğü" ve “yenilik” adı altında türeyen revizyonist, ekonomist ve kendiliğindeliği teorize eden çeşitli fraksiyonlarla tartışmalarında Marksist teoriye katkılarda bulunduğunu asla iddia etmedi. Ne Yapmalı?’da, Kautsky’den de alıntılar yaparak Ortodoks Marksizm'i savundu. Yine de Kautsky, Rosa Luxemburg ve Menşevikler gibi Ortodoks Marksizm'in hatırı sayılır temsilcileri Lenin’i, Ne Yapmalı?’nın yayınlanmasından sonra, Marksizm'in temel ilkelerini terk etmekle suçladılar.Ne Yapmalı?’nın en fazla tartışılan eseri olacağını öngöremedi Lenin. Muhtemelen Marksizm'in temel ilkelerinden değilse bile, II. Enternasyonal çizgisinden kopuştuğunun henüz farkında değildi. Raboçeye Dyelocularla polemiği; profesyonel devrimcilerden oluşan dar ve katı merkeziyetçi örgüt modeli ve işçi sınıfının dağınık mücadelesini tek siyasal merkezde birleştirme fikri, ilk bakışta Çarlık Rusyası'nın sosyo-ekonomik yapısınca belirlenmiş gibi görünüyordu. Halbuki Rus sosyal-demokrasisi içerisindeki tartışmalar Almanya’da su yüzüne çıkan Marksist teorideki gerilimin yankılarıydı.
Ne Yapmalı?’daki dışarıdan bilinç “tezi, sonradan” "Leninizm” diye tanımlanacak Bolşevizm'in, teorik ve politik amentüsü niteliğindeydi.
Bolşevik örgüt modeli nasıl bir devrimin kurgulandığının ipuçlarını veriyordu. Ne Yapmalı?’da, Lenin’in “Emperyalizm”, “Devlet ve Devrim”, “Proleter Devrim ve Dönek Kautsky” gibi eserlerinin ve sosyalizm teorisinin tohumları ekiliydi.
Lenin’in dışarıdan bilinç tezinin içerdiği, teorik yenilikler ancak 19. yüzyıl Marksizm'inin teorik ve politik gerilimlerinin ışığında kavranabilir. Bu gerilimlerin izi takip edilerek Ne Yapmalı?’ya varılabilir.
Sosyalist Telos
Reformistler ile yapılan polemiklerde, sosyalizmin kendiliğinden egemen toplumsal rejim haline gelemeyeceği anlatılırken sıklıkla aynı hataya düşülür. İnsan bilincine ve iradesine yapılan vurgu kuvvetlendirilirken kantarın topu kaçırılır. Tarihsel bir zorunluluk olarak sosyalizmin kaçınılmazlığı gerçeği unutuluverir.
Kapitalizm, toplumsal üretim sürecinin en son uzlaşmaz karşıtlıktaki biçimidir." (Marx) Miadını doldurduğunda kendini yeniden üretemez. Kapitalizm yıkılmaya mahkumdur. Emekçi insanlığın önünde sadece iki alternatif vardır: ya dünyanın yıkımı ya da sosyalist devrim! Ama ne kapitalizm kendiliğinden yıkılabilir ne de sosyalizm kendiliğinden gelebilir! Marx ve Engels, 1845 yılından bu yana teorik eserlerinde üretici güçlerle üretim ilişkileri arasındaki çelişkinin sonal ve kaçınılmaz olarak sosyalizmi koşullayacağını açıklamaya çalıştılar.1844 El Yazmaları, Marx’ta Marksizm'in henüz mayalandığı düşünce silsilesiydi. Teorik formülasyonlarını sınıf mücadelelerinin içinden sağıp geliştiren Marx ve Engels, “insanlığın yüce değerlerinin” komünizmin kurulmasına yetmediğini keşfettiler. Soyut insan merkezli adalet, özgürlük ve eşitlik gibi burjuva aydınlanmacı kavramlardan kopuştular. Kapitalizmden komünizme geçişin nesnel koşullarını ve komünizmin gelişiminin aşamalarını çözümlediler. Teorilerini “bilimsel sosyalizm” diye adlandırdılar. Kendilerini ütopik sosyalistler, anarşistler ve Blanquizme tekabül eden Weitlingci komünizmden ayırdılar. Komünist Manifesto bu ayrışmanın resmi ilanı niteliğindeydi.
Marx 1859’da yayımlanan “Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı” adlı yapıtında ve onun devamı saydığı Kapital’de, Manifesto’daki teorilerini tahkim etti. Kapitalizmin ekonomik hareket yasalarını ve gelişmesinin tarihsel eğilimlerini incelediler. Sosyalizme geçişi, kapitalist gelişmenin koşulladığı sonucuna vardılar.“İçerebildiği bütün üretici güçler gelişmeden önce, bir toplumsal oluşum asla yok olmaz; yeni ve daha yüksek üretim ilişkileri, bu ilişkilerin maddi varlık koşulları, eski toplumun bağrında çiçek açmadan, asla gelip yerlerini almazlar. Onun içindir ki insanlık kendi önüne ancak çözüme bağlayabileceği sorunları koyar.”1
Kapitalist üretim ilişkilerini var eden tarihsel koşullar aynı zamanda onun sonunun koşullarını da doğurur ve geliştirir. Komünizmin maddi temeli, kapitalizmin içinde gelişir. Kapitalizm, üretim araçlarını toplumsallaştırarak, sosyalizmin maddi zemini hazırlar.
Kapitalizm kendi sonunu getirmeye yazgılıdır: "… bir doğa yasasının aman vermezliğiyle, kapitalist üretim kendi yadsınmasına yol açar. Bu yadsınmanın yadsınmasıdır.”2
Daha yüksek üretim ilişkilerini, dolayısıyla toplumsal devrimler çağını kaçınılmaz kılan üretici güçlerin tam bir gelişmesine yol açan, kapitalizmin “kâr yasasıdır”dır. Kapitalistler arası rekabet üretici güçlerin gelişmesine neden olur. Modern üretim araçlarına sahip olmayanlar yarıştan elenirler. Sermaye birikim sürecine bağlı olarak ara sınıflar proleterleşir. Üretim araçlarından yoksun mülksüzlerin sayısı giderek artar. Sınıf kutuplaşması keskinleşir. Öyle bir zaman gelir ki, üretici güçlerin gelişmesi kapitalist üretim biçimini gereksizleştirir. Sosyalizm kaçınılmaz hale gelir. Proletarya tarihsel rolünü oynar. Mülksüzleştirenler mülksüzleştirilirler.Kapitalizmin kendi kaçınılmaz sonunu hazırlaması, kendi iç yasalarının yönettiği tarihsel bir süreçtir.
Üretici güçlerin gelişimi, kapitalizme içkin bir eğilimdir. Bunun faili proletaryadan ziyade burjuvazidir. Marx burjuvaziyi pembeye boyamaz, fakat üretici güçleri geliştirmesi nedeniyle ara tarihsel manada “ilericilik” atfeder.
Sınıf mücadelesi, üretici güçlerle üretim ilişkileri arasındaki çelişkinin tezahürüdür ve siyasal alana aittir. İşçi sınıfının mücadelesi kapitalizmde fokurdayıp taşabilir, lakin komünizmin nesnel şartları oluşmamışsa eğer, toplumsal devrim gerçekleşemez. Engels alt yapı (ekonomik olgular) ile üst yapı arasındaki etkileşimi (diyalektiği) reddetmediklerini açıklamak zorunda kalsa da, son kertede belirleyici olan üretici güçlerin gelişimidir: “Bir toplum, kendi hareketinin doğal yasalarını ortaya çıkarmak için doğru yola girmiş olsa bile bu toplum normal gelişmesinin bir birbirini izleyen aşamalarının ortaya koyduğu engelleri ne gözü pek sıçrayışlarla temizleyebilir ne de meşru yasalarla ortadan kaldırabilir.”3 Marx, Kugelman'ü yazdığı bir mektupta, doğal yasaların hiçbir suretle ortadan kaldırılamayacağının altını çizer.
Marksizm'in Politik Devrimcilikle Sınavı
“Kendisinin (kapitalizmin- bn) devrilmesi ve proletaryanın zaferi aynı ölçüde kaçınılmazdır.” (Komünist manifesto)
Öyleyse kapitalizmin kaçınılmaz zorunlu devrilmesinde sosyal-demokratların (komünistlerin) ve sınıf mücadelesinin rolü ve payı nedir? Bu sorunun yanıtı Marksist hareketin 19. yüzyıldaki pratik-politik tutumlarında aranabilir. Marx ve Engels, 1847 yılındaki dünya ticari krizinin devrimci mücadele dalgasını kabartacağını öngördüler. Üstlendikleri görev gereği, beklenen çalkantının arifesinde Komünist Manifesto’yu yazdılar. Manifesto, Komünistler Birliği’nin resmi belgesi olmasının yanı sıra, kapitalist üretim biçiminin dinamikleriyle sınıf mücadelesinin politik gelişimi arasında ilişki kurma yönündeki ilk metindi. Manifesto’daki sosyalist devrimin gelişiminin örüntüsü, eleştirel literatürde “tarihsel bir ilerlemecilik” diye de anılacaktır.
Komünistler Birliği’nin siyasal projeksiyonuna göre, önce burjuvazi feodal aristokrasiyi tasfiye edecek ve ulusu birleştirecek. Böylece kapitalist gelişmenin önündeki bütün ketleri kaldırıp sosyalizmin maddi koşullarını hazırlayacak. Proletarya buraya kadar feodal aristokrasiye karşı devrimci burjuvaziyi destekleyecek. Sonra kapitalizmin gelişmesiyle eş zamanlı hep çoğalacak ve yoksullaşacak işçiler bilinçlenip egemen sınıf durumuna gelecek. Manifesto bir “çoğunluk devrimi” tasavvur ediyordu.
Avrupa ülkeleri için öngörüler devrim formülünün pre-kapitalist toplumlarda ve sömürgelerde işletilemediği ve oradaki ezilenleri kapsayamadığı bir köşeye not edilmeli. Marx ve Engels sosyalist devrimin nesnel koşullarının oluşmadığını düşünüyorlardı. Proletaryanın 1848 devrimlerinden zaferle çıkabileceğine ihtimal vermiyorlardı. İşçi sınıfı sayısal çoğunluk ve de sosyalist bilinç bakımından toplumsal devrime hazır değildi. Fransa’dan Almanya’nın Köln şehrine geçip, demokratlara ait Yeni Ren Gazetesi’nde baş yazarlık yapan Marx’a göre proletaryanın öncelikli görevi, Almanya’daki burjuva devrimin kaçınılmazlığını ve ulusal birliğin gerekliğini kavrayıp, buna uygun konumlanmaktı.
Ancak; 1848 devrimleri klasik burjuva devrimlerinden ayrılıyordu. Proletarya, kanun kabul edilen tarihsel maddeciliğin yasalarına riayet etmiyordu. Burjuvazi kendisine atfedilen devrimci rolünü oynamaya yanaşmıyordu. Tarihsel olarak ilerici olan burjuvazi politik bakımından karşı devrimcileşmişti. 1848’in Haziran’ında Paris’te fitili ateşlenen ve neredeyse bütün Avrupa’ya yayılan proleter “tehdit” karşısında feodal aristokrasiyle uzlaşıyordu.
Marx, burjuvazinin gayet materyalist sayılabilecek tavrını öfkeyle kınadı: “Tarihte Alman burjuvazisininkinden daha büyük alçaklık görülmemiştir.”
Siyasal saflaşmanın eksenleri değişmişti. Tabii Marx’ın düşüncesi de. “Sorun şimdi artık proletarya ve burjuvazi arasındaki mücadele”idi. Marx, 1849’un baharında şunları yazacaktı: “Haziran ve Ekim aylarından beri sürdürülen amaçsız katliamlar ve karşı devrimci çılgın kan içiciliği ulusları, eski toplumun ölüm azabının ve yeni toplumun kanlı doğum sancılarının azaltılması, kısaltılması ve yoğunlaştırılması için yalnız bir tek yolun bulunduğuna inandıracaktır, bu yol devrimci şiddettir.”4
Marx, 1848/'49 yıllarının deneyimlerinden bazı sonuçlar çıkardı. Bunlardan en önemlisi sınıf mücadelesinin zorunlu olarak proletarya diktatörlüğüne evrileceğiydi. Marx’ın, Manifesto’daki siyasal stratejiden (tarihselcilikten) uzaklaşıp Blanquizm ile etkileşimi “Fransa’da sınıf savaşımları" adlı eseri Marksizm'in devrimci diyalektiğinde bir sıçramaydı.
Marx ve Engels "Çoğunluk Devrimi" anlayışından "Azınlık Devrimi" anlayışına salınırlar. İşçilerin sayısal olarak henüz azınlıkta olduğu Almanya ve Fransa’da emekçi halkın kralcı zihniyetteki büyük burjuvazisinin iktidarına karşı proletaryanın etrafında (hegemonyasında) birleşebileceğini görürler.
1848 devrimleri yenilgiyle sonuçlansa da, Marx ile Engels iyimserliklerini kaybetmediler.İngiltere merkezli krizin önlerindeki beş yıl içerisinde dünya ölçeğinde bir devrimci durumu yaratacağı beklentisindeydiler. Yeni bir bunalımın yeni bir devrimin tetikleyeceği kesindi. Kesin olan artık proleter devrimler çağının açıldığıydı. Siyasal devrimlerin adresi kıta Avrupa'sıydı. Buradaki ülkeler kapitalizmin “uç bölümleri”idi. Toplumsal devrim ise “merkez”de modern güçlerin geliştiği İngiltere’de başlayacaktı. Kıta Avrupa'sındaki politik devrim kelebek etkisi yaratıp, İngiltere’de toplumsal devrimi tetikleyecekti. Yalnız; geriye şu soru kalıyordu: Toplumsal devrim “merkez”de başlamazsa, “uç bölümler” ne yapacaktı? Marksistler, Ekim 1917 Devrimi’nin arifesinde bu soruyla yine muhatap olacaklardı.
Devrim ne “uç bölümler”de ne de “merkez” de boy gösterdi. Marx 1852 yılında bekledikleri kriz ufukta görünmeyince Komünistler Birliği’ni geçici olarak feshetti. Proletarya saflarına yayılarak propaganda temelli bir siyasal bilinçlendirme çalışması ve stratejisi benimsedi. Yine de iyimserdi. Çünkü kriz ne kadar süre gecikirse o kadar şiddetli hale gelecekti.
Marx ve Engels siyasi mülteci olarak sığındıkları İngiltere’de,1864 yılında 1. Enternasyonal’in kuruluşuna dek politik hayatın dışında kaldılar. Kendilerini ekonomi politik çalışmalarına verdiler. Marx ve Engels’in bilimsel çalışmaları, onları yeniden Manifesto’daki anlayışa döndürdü. Enternasyonal’in yaptığı çağrılarda tarihselci perspektif söz konusuydu. Marx, Enternasyonal adına yazdığı çağrıda (Bkz. Fransa’da iç savaş), Parisli Komünarların Fransız burjuvazisine ve Alman işgaline karşı yaptıkları ayaklanma hazırlığını "budalalık eylemi" diye eleştirdi. Devrimin yeri ve zamanı değildi. Fransa’da burjuva devrimin nihai zaferi ve Almanya’da ulusal birlik, proleter devrimin önündeki engelleri süpürmeliydi.
1848 yılında patlak veren işçi ayaklanmalarını erken bulan, sonra “devrimci şiddet” çağrısı yapan da; Komünarların girişimini hazırlık safhasında “budalalık eylemi” diye veren, haftalar sonra Komün’ün heyecanını iliklerine kadar hissedip “Bu komünizmdir” diye coşkuyla haykıran da; Komün Devrimi’ni zamansız bulan, ama çok geçmeden Kugelmann’a mektubunda, “Bir savaşıma ancak beklentilerin lehte olması koşuluyla girilmesi söz konusu olsaydı, dünya tarihini yapmak gerçekten çok kolay olurdu” diye yazan da aynı Marx’tı. Ondaki bu med cezir tarihsel materyalizmin yasaları ile politik devrimcilik arasındaki gerilimin dışavurumudur! Marx bu gerilimi düşüncesinde, ruhunda ve bedeninde hep hissedecektir.
20.Yüzyılın Arifesinde Marksist Harekette Krize Doğru
Komünün yenilgisinin akabinde varlık gerekçesini yitiren 1. Enternasyonal sönümlenip dağıldı. Marksizm'in tarihinde ikinci perde açıldı. Marksizm artık Avrupa’da etkin olan ideo-politik akımdı. Sosyal-demokrat dernekler başta Almanya olmak üzere Avrupa’da pıtrak gibi yayılıyordu.
1875 yılında kurulan Sosyal-Demokrat Parti’nin (SDP) oyları seçimden seçime düzenli arttı. SDP’nin genel seçimlerdeki muazzam başarıları üzerine Engels, Marx’ın “Fransa’da Sınıf Savaşımları” adlı eserine yazdığı meşhur “Giriş”te (1895) ayaklanma taktiğini tümden reddetmeden, “Burjuvazi ve hükümet, işçi partisinin illegal eyleminden çok legal eyleminden ayaklanmadaki başarılarından çok seçimlerdeki başarılarından korkar” diye yazacaktı. Engels bu metninde 1849-'52 yıllarında savundukları “Azınlık Devrimi”nin özeleştirisini de yapar:
“...tüm öteki toplumsal sınıfları, küçük burjuvaziyi olduğu gibi köylüyü de proletaryanın çevresinde toplaştırdıysa ve öyle ki ortak zaferde ve zaferden sonra deneyimin derslerinden yararlanan ve zorunlu olarak da belirleyici etken onlar değil proletarya olduysa- burada, bu azınlık devrimini çoğunluğun devrimi haline dönüştürmenin bütün perspektifleri yok muydu?
Tarih bizi ve benzer düşüncede olanların hepsini haksız çıkardı.”5
Proletaryanın yenilgileri sosyalizmin nesnel şartlarının, başka bir deyişle kapitalizmin yeterince gelişmediğinin ampirik kanıtıydı. Gelişmeler, Kapital’de gömülü olan siyasal stratejiyi haklı çıkartıyordu. Marx’ın açıkladığı "kapitalist birikimin genel yasası" işliyordu. Sayıları çoğalan ve büyük fabrikaların çevrelerinde kümelenen işçiler giderek yoksullaşıyordu. Artan sınıf kutuplaşması işçilerin kendiliğinden bilincini sosyalist bilince dönüştürüyordu.
Marx ve Engels’in manevi liderliğindeki SPD’nin politikalarıyla birlikte okunması gereken Kapital gibi eserler, sosyalizm mücadelesinin nesnel ve öznel koşullarının senkronik gelişimini öngörüyordu. Buna göre proletarya, sınıf bilinci faaliyeti sonucu "öz kurtuluşu" gerçekleştirecekti.
Çoğunluk Devrimi’yle anlaşılan şey buydu. 1. Enternasyonal’i domine eden SPD’nin ünlü Erfurt Programı ve Engels’in kaleme aldığı "Giriş" metni, çoğunluk devrimi stratejisinin bir belgesiydi.
Sayısı durmadan artan proletarya seçim yoluyla egemen sınıf haline geldiğinde, burjuva devlet seçim sonuçlarını tanımadığı koşullarda, devrimci zor’a başvuracaktı.
Proletarya diktatörlüğü, Gotha Programı’nın Eleştirisi’nden sonra -Lenin’e kadar- hiç anılmadı.
Çoğunluk Devrimi stratejisi, eşyanın tabiatı gereği, taktiklerin legal partinin seçim zaferine tabi kılınması gerektiriyordu.Marx ve Engels’in teori alanındaki varisi ve sosyal demokrasinin otoriterisi kabul edilen Karl Kautsky, Marksist postulata sadıktı. Sınıf mücadelesinin stratejisi ve taktiklerini sermayenin birikim süreciyle “organik ilişki” varsayımından türetiyordu. SPD’nin bütün seçimlerde oylarını istikrarlı bir şekilde artırması Marksist teoriyi ve Kautsky’yi doğruluyordu.
Emperyalist aşamasına evrilen kapitalizmdeki değişimler çok geçmeden işin aslının verili teoriye tam uymadığını gösterdi. İşçiler, Marx’ın öngördüğü gibi yoksullaşmıyorlardı. Dahası aralarında ücret bazında farklılar oluşmaktaydı. Bunun ideolojik ve politik yansımaları kaçınılmazdı, sermayenin merkezileşme eğilimine rağmen, ara sınıflar azalmıyordu.
Ekonomik ve toplumsal değişimler sınıf mücadelesinin gelişiminin kesintisiz bir doğru çizgi halinde ilerlemediğine işaret ediyordu. Yeni koşullar ve sınıf mücadelesinin yeni sorunları Marksizm'in Ortodoks anlayışı içerisinde açıklanamıyordu. Kautsky, teoriyi yeni olgularla ilişkilendiremedi.
Marx ve Engels’in diğer varisi, Erfurt Programı'nın taslağını Kautsky ile birlikte hazırlayan Edward Bernstein, kapitalizmin ve işçi sınıfının yapısındaki bazı değişimlerin halihazırdaki teoride öngörülmediğinin farkındaydı. Bernstein ekonomik ve toplumsal değişimlerden "Evrimci Sosyalizm" teorisine vardı. Sosyalizmin "kapitalizmin bağrında filizlenip barışçıl biçimde gerçekleşebileceğini" savundu. Sınıf mücadelesi terimini kullanmayı bıraktı. İşçilerin mücadelesini ekonomik iyileşmeye ve demokrasinin geliştirilmesine indirgedi. Teorinin revize edilip, SPD’nin tanımında, demokratik sosyalist bir reform partisi olarak değiştirilmesini önerdi. Ona göre SPD’nin pratiği zaten buna denk düşüyordu. SPD’de deyim yerindeyse kıyamet koptu. Kautsky Bernstein’ın kooperatifçi reformist sosyalizm teorisini Ortodoks Marksizm'in argümanlarıyla eleştirse de zorlandı.
Verili teorideki “bazı” öngörülerin gerçekleşmemesini, Marx ve Engels’in kapitalizmin nihai krizi konusunda aceleci analizlerde bulunmalarıyla açıklandı. Bu tartışmaya dahil olan Rosa Luxemburg da, sosyo-ekonomik değişimleri ve bunların sınıf mücadelelerine yansımalarını teoriye aktarmaya ve onu geliştirmeyi başaramıyordu. Tartışmalar daha çok tarihsel koşulların olgunlaşıp olgunlaşmadığı, Marksizm'e sadakat(sizlik); teorinin kırpılıp kırpılmaması, doğru uygulanıp uygulanmaması yahut özümsenip özümsenmemesi çerçevesinde sürdürülüyordu. II. Enternasyonal’in merkezi olan SPD’deki çalkantının diğer ülkelerin sosyal demokrat hareketlerini etkilemesi kaçınılmazdı.
Rus Marksist Hareketi
Rus sosyal demokrasisi, yüzyıl dönümünde sınıf mücadelesini burjuva demokratik devrimin henüz gerçekleşmediği, kapitalizmin yeni filizlendiği Çarlık Rusya'sı gibi bir köylü ülkesinde teorileştirmek göreviyle yüz yüzeydi. Bu hiç de kolay değildi.
Tarihsel maddecilik burjuva demokratik devrimi zorunlu kılsa da, burjuvazi devrimci barutunu çoktan tüketmişti. Demokratik devrimin önderliğini yalnızca proletarya üstlenebilirdi. Rusya 1848 – '49’ların Almanya'sını çağrıştırıyordu. Rusya’nın önde gelen Marksistlerinden Axelrod’un demokratik devrimde “proletaryanın hegemonyası” düşüncesi oluş halindeki Rus Sosyal Demokrat İşçi Partisi (RSDİP) tarafından genel kabul görmüştü. Proletarya, Çarlık ile çelişki halindeki sınıf ve katmanları birleştirip feodal aristokrasisiyi tasfiye edecekti. Böylelikle Rusya kapitalist gelişme rotasına girecek ve sosyalist mücadelenin önündeki gerici engeller kalkacaktı. Gelgelelim proletarya hegemonyasında ittifak fikri, içtihat kabul edilen işçi sınıfının bağımsız siyaseti ilkesi tarafından kuşatılmıştı. Henüz yeni doğmakta olan işçi sınıfının gelişme halindeki sınıf bilinci demokratik devrime önderlik etmeye yetmiyordu.
Rus sosyalistleri 1890’larda teori ile somut gerçeklik arasındaki gerilimle cebelleşirken, sınıf mücadelesi teorinin kalıplarını kırıp, fabrika duvarlarından taşarak Çarlık sarayına akıyordu. Sosyal demokratların bütün şimşekleri üzerilerine çekmeleri kaçınılmazdı. Çarlık, sosyalistlere dönük tutuklama saldırısıyla genç RSDİP’in birinci kongresinde seçilen Merkez Komitesi dahil, üyelerinin neredeyse tamamını hapsetti, Sibirya'ya sürdü. "Sinsi" yöntemlere de başvurdu. Sosyal demokrat yayınları yasaklarken Bernsteinci yayınların önünü açtı.
Sosyalizmin maddi koşullarının gelişimine kıyasla hızla gelişen işçi hareketi bir siyasal merkezden yoksun kalmıştı. RSDİP’in örgütsel yapısı dağılmıştı. Fakat büyük şehirlerde küçük sosyal demokrat çevreler doğuyordu. Operasyonlar sonrası yeni oluşan bu çevrelerdeki ağırlıkları artan genç sosyalistler, ideolojik olarak Bernsteincılıktan ve ekonomizmden etkileniyordu. Revizyonist Credo vb. çevreler 1899’da yılında “Eleştiri özgürlüğü” , “dogmatizmle mücadele” ve “ Marksizm'in eleştirisi” adı altında türemişti. Bunlar işçi sınıfı hazır olmadığı gerekçesiyle politik mücadeleyi liberallere havale ediyordu. Lenin, 1908 yılında kaleme alacağı “12 yıl içinde” adlı derlemesinde, 1899-1907 yıllarını sosyal demokrasinin gelişiminin üçüncü safhası, "parçalanma, çözülme ve sapmalar" safhası olarak tanımlayacaktı.
Bernsteinci revizyonistlerin ve ekonomistlerin defterini dürdüklerini sanan yurtdışındaki sosyal demokratlar, birlik görüşmelerini sürdürürken ekonomizmin Rus sosyal demokrasisi içerisinde hala diri olduğuyla yüzleştiler. Raboçeye Dyelo çevresi birlik görüşmelerinde ekonomizme çark etmiş ve Bernsteincıların eleştiri özgürlüğü taleplerini savunmuştu.
Lenin “eleştiri özgürlüğü” talebini savaş çağrısı olarak kabul etti. Lenin’in eleştiri özgürlüğü gibi “masum" bir isteğin karşısında takındığı sert ve “dogmatik” tavrın nedeni muhataplarının “yenilik” adı altındaki revizyonist emelleriydi. R. Dyelo grubu oportunizmin özgürlüğünü talep ediyordu. "'Özgürlük' büyük bir sözcüktür, ama sanayi özgürlüğü bayrağı altında en yağmacı savaşlar verilmiştir, emek özgürlüğü bayrağı altında çalışan halk soyulup soğana çevrilmiştir. ‘Eleştiri özgürlüğü’ teriminin modern kullanımı, doğuştan taşıdığı aynı sahteliği içermektedir.”6
Kime ne için özgürlük! Lenin için bu önemliydi. Bu yüzden, devrimci sosyal demokrat partiyi sosyal reform partisine dönüştürmeyi isteyen oportünistlere bataklığı gösterdi. Oraya gitmekte özgürlerdi.
Lenin’in Tarihsel Müdahaleleri
Lenin, yurtdışındaki birlik görüşmelerinde pürüz çıkmasaydı eğer, Ne Yapmalı?’da yalnızca Rusya çapında merkeziyetçi bir savaş örgütünün inşası ve konuyla bağlantılı olarak politik ajitasyonun karakteri ve örgütsel görevleri işleyecekti. Raboçeye Dyelo grubunun ekonomizme meyletmesi, Ne Yapmalı?’nın içeriğini derinleştirdi. Lenin, ekonomizm ile mutlak suretle hesaplaşmaya girişti.
Raboçoyo Dyelo grubunun temsil ettiği ekonomizm siyasal mücadeleyi tümden dışlamasa da, onun kendiliğindenci karakterine boyun eğiyordu. Zira Dyelo grubunun bilinç altında yatan şey de sosyalist bilincin işçi sınıfının kendiliğinden (ekonomik) mücadelesinden doğacağı inancıydı.
Sosyalist teorinin ve bilincin kökleri çıkış noktaları kuşkusuz ekonomik meseledir. İşçi sınıfı kapitalist sistem içerisindeki ontolojik yapısı nedeniyle sosyalist bilince en yakın sınıftır. Ekonomistler buradan yola çıkarak politik mücadelenin ekonomik mücadeleyi takip etmesi gerektiği sonucunu çıkartıyorlardı. İşçi sınıfının ekonomik mücadelesi ona sosyalist bilinci kazandıracak ve nihayetinde kurtuluşuna götürecekti.
Taktik olarak planı reddeden ekonomistlere göre işçi sınıfının başvurması gereken mücadelede “olanaklı” olan mücadelelerdi. Olanaklı mücadele "an"daki mücadeleydi. Ekonomizmin her renkten varyantı, kendiliğinden hareketin arkasında sürüklenmeyi erdem sayıyordu. Sosyal demokrat partinin varlık sebebini anlamsız hale getiriyordu.
Kendiliğinden unsur “tohum halindeki” bilinçti ve ezelden beri, ezilenlerin egemenlere karşı mücadelesinde görülüyordu. Lenin, sosyalist bilinci, emek ile sermaye arasındaki çelişkinin uzlaşmaz karakterinin, sosyalizmin gerekliliğinin ve kaçınılmazlığının bilinci olarak “kendiliğinden bilinç"ten ayırt etti. Sosyalist bilinç işçi sınıfına ancak dışarıdan verilebilirdi: "İşçiler arasında sosyal demokrat bilincin olamayacağını [sayfa 42] söyledik. Bu bilinç onlara dışardan getirilmeliydi. Bütün ülkelerin tarihi göstermektedir ki, işçi sınıfı, salt kendi çabasıyla sadece sendika bilincini, yani sendikalar içerisinde birleşmenin, işverenlere karşı mücadele etmenin ve hükümeti gerekli iş yasalarını çıkarmaya zorlamanın vb. gerekli olduğu inancını geliştirebilir. [18*]) Oysa sosyalizm teorisi, mülk sahibi sınıfların iyi eğitim görmüş temsilcileri tarafından, aydınlar tarafından geliştirilen, felsefi, tarihsel ve iktisadi teorilerden doğup gelişmiştir. Toplumsal konumlarıyla, modern bilimsel sosyalizmin kurucuları Marx ve Engels de, burjuva aydın tabakasına mensupturlar."7
Lenin, işçilerin de teorisyen olabileceğini reddetmiyordu. Nitekim Proudhon ve Weitling örneklerini vermişti. İşçiler de teorisyen olabilirlerdi ama o vakit “kendiliğinden unsur”un akışından çıkmış olurlardı. Öncü bir karakter kazanırlardı.
Öncünün, yani devrimci sosyal demokrasinin önemli yükümlülükleri vardır. İşçi sınıfının burjuva ideolojisi tarafından zehirlenmesine karşı ideolojik mücadele yürütmekte yükümlüdür? Zira işçi sınıfı, emeğin sermayeyle uzlaşmaz karşıtlığına rağmen, burjuva ideolojisine kapalı değildir. Burjuva ideolojisi salt sendikacılık anlamına gelen "trade-unionizm" ve başka biçimlerde işçi sınıfına sirayet edebilir.
“Devrimci teori olmadan devrimci pratik olmaz.”(Lenin) Devrimci teoriyi yalnızca sosyal demokratlar geliştirebilirler. Sosyal-demokrasinin görevi ekonomik-sendikalist mücadelenin işçi sınıfında uyandırdığı tohum halindeki bilinci değil, sosyalist bilinci esas almak ve geliştirmektir.
Lenin’in ekonomik mücadeleyi değil politik mücadeleyi esas almaktan anladığı şey, hükümetten ekonomik iyileştirmeler talep etmekten ziyade, işçilerin, burjuvazinin devletini yıkmasıydı.
Lenin, devletin karakteri ve rolü hakkında çağının Marksistlerinden daha derinlikli bir kavrayışa sahipti. İşçi sınıfının kurtuluşu ancak politik bir devrimle, bir baskı ve diktatörlük aygıtı olan burjuva devletin yıkılmasıyla mümkündü. Dolayısıyla, ekonomik teşhirler ve reformlar için mücadele, stratejik hedefe tabi kılınmalıdır. "Sosyal-demokrasi, yalnızca işgücünün daha uygun koşullarla satılması için değil, aynı zamanda mülksüzlerin kendilerini zenginlere satmaya zorlayan toplumsal düzenin kalkması için de işçi sınıfı mücadelesine önderlik eder.”8
Proletaryanın kurtuluşunun politik bir devrimde yatması onu haliyle demokratik devrimin de sarsılmaz öznesi ve öncüsü haline getiriyordu. Politik özgürlüğe en fazla proletarya ihtiyaç duyuyordu. Politik ajitasyon en az ekonomik teşhirler kadar önemliydi ve bazen ondan daha işlevsel olabilirdi. Sosyal demokrasi gençlere, kadınlara, ezilen uluslara ve inançlara yönelik devletin baskılarını ajitasyonun konusu yapmak ve ezilenleri sosyalizm bayrağı altında birleştirmekle yükümlüdür. Lenin bu hususta o kadar ısrarcıydı ki bunu komünist olmanın kıstaslarından biri haline getirmişti.
"Bir demokratı dinlemek isteyen bütün toplumsal sınıfların temsilcileri için de mitingler düzenleme yol ve araçlarını bulmalıyız; çünkü pratikte "komünistlerin her devrimci hareketi desteklediklerini" ve bundan ötürü sosyalist inançlarımızı bir an bile gizlemeksizin bütün halk önünde genel demokratik görevlerimizi açıklamak ve vurgulamak zorunda olduğumuzu unutan kimse, sosyal demokrat olamaz. Pratikte, her türlü genel demokratik sorunun ortaya atılmasında, öneminin belirtilmesinde ve çözüme bağlanmasında herkesin önüne geçme yükümlülüğünde olduğunu unutan kimse, sosyal demokrat değildir."9
Ne Yapmalı?’da Teori ve Siyasal Faillik
Lenin, Rus sosyal demokrasisi içerisinde boy veren "legal Marksizm'in", ekonomizmin ve Menşevizm'in "tek ve aynı tarihsel eğilime tekabül ettiğini" yazacaktı yıllar sonra.
Lenin’in sözünü ettiği üç eğilim de Alman sosyal demokrasisiyle özdeşlenen II. Enternasyonal Marksizmi menşeiliydi. Ne Yapmalı?’daki teorik polemiğin altında ekonomistlerin kendiliğinden unsur ile sosyalist bilinç arasındaki ilişkiyi alt yapı ile üst yapı arasındaki ilişkiye benzetmesi yatıyordu.
Alt yapı (ekonomi) üst yapıyı (siyasi, hukuki, kültürel, ideolojik) nasıl belirliyorsa, işçi sınıfının ekonomik mücadelesi de onun sosyalist bilincini belirleyecekti. Ekonomistlerin bu beklentisi, Marksizm'de kabul gören sosyalizmin nesnel ve öznel koşullarının uyum içerisinde düz bir çizgi halinde eş zamanlı olgunlaşacağı varsayımı ve proletaryanın “öz kurtuluşu” (öz-etkinliğinin) fikriyle örtüşüyordu. Menşevik lider Martov’un Lenin'in ekonomizme yönelik eleştirilerini üzerine alması tesadüf değildi.
Almanya’da Marksizm'in otoritesi kabul edilen Kautsky ve hatta Rosa Luxemburg; Rusya’da Martov, Troçki, sonradan Plehanov gibi Ortodoksiliğin önde gelen isimleri Lenin’in Ne Yapmalı?’daki düşüncelerini ekonomistlerininkine benzer argümanlarla eleştireceklerdi. Dahası Lenin’i Marksist tarihsel maddeciliği reddetmekle suçlayıp “kafir”, “komplocu”, Blanquist, Narodnik ilan edeceklerdi. Hepsinin çıkış noktası Lenin’in proletaryanın kendi kaderini tayini (öz-etkinliğini) yerine devrimci aydınları ikame ederek proletaryayı nesneleştirdiğiydi. Lenin “dışarıdan bilinç” teziyle profesyonel devrimcilerin proletarya üzerindeki otoritesine teorik bir zemin hazırlayan -Troçki’nin deyimiyle!- bir “diktatör” heveslisiydi.
Sosyalist bilincin “proleter sınıf mücadelesine dışarıdan getirilen bir şey” olduğunu bizzat yazan Kautsky’nin, Lenin’in “dışarıdan bilinç” tezi üzerinden geliştirdiği politika teorisini eleştirmesi onun sosyalist bilinç ile kendiliğinden unsur arasındaki ayrımı sadece biçimsel görmesinden kaynaklanıyordu. Kautsky’ye göre sosyalist bilinç ile işçi sınıfının kendiliğinden hareketi arasında -son kertede- bir karşıtlık olamazdı. Sosyalizmin nesnel ve öznel koşullarının uyum içerisinde gelişeceğine dair ezberi, dışarıdan getirilen sosyalist bilinci sadece sosyalist telos’un bilgisine indirgiyordu. Entelektüel birikim sahibi aydınların görevi, sosyalizmin kaçınılmazlığını tarihsel materyalizmin yasaları ışığında açıklamaktı.
Kautsky, partiyi de bu çerçevede konumlandırıyordu. ‘Sosyalizmin kaçınılmazlığı’nda siyasal failliği ve sınıf mücadelesinin payını reddetmese bile, teoriyi ve sınıf mücadelesinin izleyeceği hattı verili kabul etmesi Kautsky’yi devrimci bir parti teorisi kurmaktan alıkoyuyordu. Kautsky'de partinin görevini işçi sınıfı kendi başına halledecekti.
Alman sosyal demokrasisi devrimci görevleri, ayaklanmaları ve barikat savaşlarını, işçi sınıfının genel mücadelesinin dışına taşması sebebiyle, frenleyip seçim zaferi hedefine tabi kılıyordu. İşçilerin devrimci eylemlerini zaman zaman lümpenlik vb. şeklinde yaftalıyordu. Kautsky’nin sınıf mücadelesini tarihsel materyalizmin yasalarınca çizilen düz bir hatta seyir halinde kavraması ve verili teoriyi tamamlanmış kabul etmesi, Alman sosyal demokrasisinin düzen içileşmesinde en büyük rolü oynayacaktı. Kautsky için devrimin vakti henüz gelmemişken, Rosa önderlerin pasifliğini eleştiriyordu.
Rosa da işçi sınıfının kendiliğinden mücadelesiyle sosyalist bilincin arasındaki uyumu varsayıyordu. İşçilerin nesnel çıkarları gereği verdikleri mücadelenin onları politik olarak eğitip özneleştireceğini savunuyordu. Lenin’e yönelik eleştiride Menşevikler ile hemen hemen aynı argümanlar öne süren Rosa, parti ile işçi sınıfını özdeleştiriyordu. Lenin’in “merkeziyetçiliği”ne karşı “öz-merkeziyetçiliği” öne sürdü. Bunu işçilerin “öz-etkinliği” sırasındaki gelişimi ve edindikleri politik eğitim ile orantılı şekilde gerçeklik kazanan bir eğilim olarak tarif etti.
Parti bu sürecin ürünüydü. Alman sosyal demokrasisi bunun somut örneğiydi. Alman işçi sınıfının öz-etkinliğinin gelişimini gösteriyordu. Rosa, Lenin’in Ne Yapmalı?’daki düşüncelerini (bolşevizmi!) otokratik ve kapitalist gelişme bakımından geri olan Çarlık Rusya'sında özgün bir sürecin -"yanlış"- bir sonucu şeklinde değerlendiriyordu. Rosa’nın kendiliğindenliğe duyduğu abartılı devrimci hayranlık, Spartakistler'in Alman devriminde hazırlıktaki en büyük hatası olacaktı.
Kautsky, Rosa ve Menşevikler bütün farklılıklarına rağmen, partiyi ve devrimci failliği kendiliğinden harekete tabi kılıyordu. Hepsinin referansı Marx’ın, "Emekçi sınıfların kurtuluşu emekçi sınıfların kendi eseri olmalıdır" şiarıydı.
Lenin'in tarihsel materyalizmin yasalarına binaen savunulan proletaryanın öz-kurtuluşu, yahut öz- etkinliği görüşüyle teorik düzlemde hiçbir sorunu yoktu. Devrim hiç kuşkusuz kitlelerin eseri olacaktı. Yalnız; Marx’ın ve devamında Marksist Ortodoksi'nin öz-kurtuluş düşüncesi soyuttu. Proletaryanın öz-kurtuluşuna dair öngörü ve beklenti tümüyle sosyalist bilincin Marksist teoriye bağlı şekilde gelişeceği varsayımına dayanıyordu. Lenin, bu varsayımından yola çıkarak kendisine Marksist ilkeleri hatırlatıp duran Menşevikleri ve Rosa Luxemburg’u “basmakalıp laflar” etmekle yerecekti. Zira genel geçer doğruların ve kendiliğindenci karakterdeki öz-kurtuluş düşüncesinin -özellikle de Rusya gibi otokratik ülkelerde- sınıf mücadelesinde somut karşılığı yoktu.
Ne Yapmalı?, tarihsel materyalizm teorisinin canlı ve kanlı bir süreç olan sınıf mücadelesinde somut olarak nasıl işletileceğiyle ilgiliydi. Lenin, Marksist Ortodoksi'nin sosyalizmin nesnel ve öznel şartları arasında varsaydığı uyumun gerçekleşmediği konusunda emindi. Sınıf mücadelesi sanıldığı gibi düz bir çizgi halinde kesintisiz ilerlemiyordu.
İşçilerin ideolojik ve politik birliği sosyalist erekselcilik içerisinde otomatik bir süreç yahut alınyazısının gerçekleşmesi şeklinde gelişmiyordu.
“Lenin’in analizinin mantığı sınıf mücadelesinin kendi tarihi tarafından yapılandırıldığını içermekle birlikte, bu mantık aynı zamanda sınıf mücadelesinin geleceğe doğru belirsiz şekilde ilerlediği yönünün, ritminin ve dış hatlarının kapitalist üretim ilişkilerinin gelişmesiyle koşullandığı ama bunların derin belirlenimin daima siyasal ve ideolojik mücadelelerin stratejik mantığıyla bükülme ve kırılmaya maruz kaldığı anlamına gelir.”10
Jeopolitiğin sınıf mücadelesinin karmaşık yapısı gereği, değişebileceğine ilişkin düşünce, teoriyi ölü bir dogma olmaktan kurtarır. Teori ile pratik arasındaki ilişki artık tek yönlü işlemez. Teori pratiği hem etkiler ama hem de ondan etkilenir.Teori ile pratik birbirinin nesnesi oluverir. Teori yeni konjonktürlere göre değiştirilip geliştirilebilir. Bu açıdan bakıldığında, Ne Yapmalı?, teori ile pratik arasındaki ilişkiye odaklanan bir eser olarak da tanıtılabilir.
Lenin’in geliştirdiği devrimci parti modelini "bürokratik merkeziyetçilik" ile eleştirenler Ne Yapmalı?'daki yeniliği kavramıyorlardı. Paradoks gibi görünse de, Lenin’in tasarladığı parti eleştirmenlerinkinden daha demokratikti. Teoriyi tamamlanmış kabul eden Marksist Ortodoksi pratikten öğrenmeye kapalıydı. Kendiliğinden hareketi verili teoriye uydurmak gibi nafile bir çaba içerisindeydi. Lenin’de ise parti, kendiliğinden mücadeleden (pratikten) öğrenmeye açıktı. Parti hem öncü hem de öğrenciydi. Çünkü kendiliğinden unsur, teorinin beslenme kaynaklarından biriydi.
Ne Yapmalı?’da kendiliğinden hareketin rolü ve önemi reddedilmez. Mesele kendiliğinden unsuru küçümsenmesi değildi, dışarıdan bilincin küçümsenmesi ve hatta yok sayılmasıydı. Nitekim Lenin 1905 Devrimi’ni ateşleyen kendiliğinden hareketten etkilenecek ve devrimci parti teorisini geliştirecekti. Katı merkeziyetçilikten “demokratik merkeziyetçi” tutuma geçecekti. Gerileme ve yenilgi zamanlarında ideolojik sızma ve aşınmalara karşı daralttığı partiyi, mücadele kabarıp yükseldiğinde geniş işçi kitlelerine açacaktı.
Ne Yapmalı?’nın Güncelliği
1902 yılından bu yana çok şey değişti, sermaye birikim sürecinin evrimi, işçi sınıfının yapısını önemli oranda değiştirdi ama Ne Yapmalı? güncelliğini hiç yitirmedi. Yeryüzündeki bütün devrimci ezilen hareketleri şekillendirmeyi sürdürdü, sürdürüyor.
İşçi sınıfı ve ezilenlerin parçalı-bölük mücadelesinin ve kendiliğinden hareketlerin saman alevi misali parlayıp söndüğünün ve kapitalist sömürü ile baskı aygıtlarını üreten sermayenin varoluş koşullarına dokunulmadığının tartışılacak bir yanı kalmadı. Fakat Ne Yapmalı?’nın önemi yalnızca devrimci parti ve önderlik sorununun güncelliği ve sosyalist bilincin işçi sınıfına ancak dışarıdan verilebileceği olgusundan kaynaklanmıyor.
Ne Yapmalı?’daki sosyalizmin nesnel ve öznel koşulları arasında yapılan ayrım ve sınıf mücadelesinin düz bir çizgide kesintisiz ilerlemediğine dair tespit bugün işçi sınıfı hareketinin kapitalist krize rağmen gelişememesini izah edebilecek biricik teoridir.
Ayrıca; Ne Yapmalı? teoriye ilişkin bir yöntem de sunar. Teorinin amacı Marx’ın veya diğer ustaların analizlerinin doğruluğunu kanıtlamak yahut kendi haklılığını teyit etmek değildir. Zira bunun sınıf mücadelesine hiçbir faydası yoktur. Teorinin amacı, erekselci tarih yazımın ötesinde sermayenin birikim süreci ve sınıf mücadelesindeki yenilikleri açıklamaktır. Marksist hareketin yapısal krizinin çözümü de bunu gerektirir.
Lenin’in sözlerini bugüne uyarlayacak olursak eğer; “Kuşkusuz kendiliğinden ayaklanmalar bize öğretecek... peki biz kendiliğinden ayaklanmalara herhangi bir şey öğretebilecek miyiz?”
Notlar
1 Marx, Ekonomi Politiğin Eleştirisine katkı, sf. 40, Sol Yayınları
2 Marx, Kapital 1, sf. 658, Sol Yayınları
3 Marx, Kapital 1, sf 17-18, Sol Yayınları
4 Marx, Biyografi, Sorun Yayınları
5 Engels, Fransa’da Sınıf Savaşımları, Giriş, sf. 14, Sol Yayınları
6 Lenin, Ne Yapmalı, sf. 17, Sol Yayınları
7 Lenin, Ne Yapmalı, sf. 17-18, Sol Yayınları
8 Age, sf. 73
9 Age, sf. 10
10 Alan Shandro, Lenin ve Hegemonya Mantığı, Köstebek Kolektifi Yayınları