Geniş ya da dar bir sahadaki kolektif fiziksel mücadele ve oyunun öngörülemezliğinin verdiği heyecan futbolun geniş kitleleri kendisine bağlamasının başlıca sebebiydi bir zamanlar. Sahaya kendiliğinden yayılan kimi eşitlikçi öğeler ve oyunun kimi özellikleri diğer sporlardan farklı olarak futbolun tüm dünyada insanların yaşamlarını anlamlandırmasında önemli bir olgu olmasını sağladı. İlgili ilgisiz pek çok yerde tekrar edilen “Futbol asla sadece futbol değildir”2 vecizli sözü ise bu olguda saha dışının da en az içi kadar etkili olduğunu anlatan bir klişeye dönüştü. Basit bir oyundan modern bir spora futbolun sosyolojisi, kültürel değeri ve ekonomi politiğiyle ilgilenenler için 2022’nin son günlerinde bu söz, Katar’daki 22. FIFA Dünya Kupası vesilesiyle bir kez daha sıkça tekrarlandı, futbol bir kez daha pek çok farklı teorik tartışma alanına dahil oldu.
Yazıyı okuduğunuzda turnuva çoktan bitmiş olacak ve bir yandan futbol içi ögeler tüm boyutlarıyla tartışılırken bir yandan kapitalizmin, özelde de petrol gelirleri üzerinde yükselen mali sermayenin futbolu getirdiği nokta eleştirilerin konusu olacak. Bu yazıda işçiler ve ezilenler için sahaya adım atma ya da atamamanın sınırlarını çizen toplumsal süreçleri Erkekler Futbol Dünya Kupası vesilesiyle ve onun tarihi üzerinden ele alarak futbolun saha içi ve dışının çok da kopuk olmadığını göstereceğiz. Marksist teorinin ilgi alanına farklı boyutlarıyla giren bu konu üzerine düşünürken yazının elbette futbolun ekonomi politiği ve sınıf mücadelesindeki yeri açısından bir referans olmadığını, yazının çerçevesinin güncel politik bir gelişme olarak Dünya Kupası etrafında gelişen tartışmalar ile diğer tarihsel kimi politik gelişmelerin bağını kurmakla sınırlı olduğunu vurgulayalım.
İşçilerin Oyunundan Sermayenin İdeolojik Aygıtına
Futbolun ilk nerede oynandığı ya da futbola benzer oyunların farklı coğrafyalarda nasıl oynandığı bir yana modern futbol 19. yüzyıl Britanyası’nda doğdu. Önceleri feodalitenin hakim olduğu kırdaki emekçilerin cinsiyet ve yaş ayrımı ya da zaman ve mekan sınırları gözetmeden katıldıkları bu ve benzeri topla oynanan serbest zaman eğlenceleri, sanayi devrimiyle bu kesimlerin kente göçünün ve işçi sınıfını oluşturmasının ardından zaman ve mekan sınırları olan yeni bir mekana taşındı. Ağır çalışma koşulları, örgütlenme ve sınıf mücadelesi içinde futbola eskisi kadar “zamanı” kalmayan işçiler futbolun hakimiyetini bu ilk dönemde burjuvazinin çocuklarını yetiştiren okullara kaptırdı, oyun burada giderek kurumsallaştırıldı, kuralları standartlaştırıldı ve modern bir spora doğru evrildi. İlk futbol kulüpleri burjuvazinin lise, üniversite, hastane gibi kurumlarına bağlı olarak kuruldu. Egemen sınıfın eline geçen futbol bu noktadan sonra adım adım erkeklerin oynadığı ve erkeklerin yönettiği bir spor organizasyonuna dönüştü.
19.yüzyılın ikinci yarısına doğru işçiler futbol kültürünü kurdukları bağımsız kulüpler aracılığıyla yaşatıyorlardı, zira futbol için oynayanlar ve izleyenlerin coşkusu dışında gereken şeyler boş bir alan ve ayakla vurulacak yuvarlakça bir cisimdir. Kulüplerde bir araya gelen işçilerin bu seyirlik eğlencesi Sanayi Devrimi’nin yeni kültürel öğesi olarak zamanla içerildi. Fabrika koşulları, çalışma saatleri ve mekanın planlanması üzerinden alanı ve seyirliği kontrolü altına alan burjuvazi futbola profesyonelliği sokarak onu sınıf çelişkisinin kendisini ürettiği bir alana dönüştürdü. Fabrika işçiliği yerine futbol işçiliği yapanlar ortaya çıktığında işçi sınıfından doğan kulüpler de adım adım burjuvazinin kontrolüne girdi. Bu sınıf çelişkisi ya da mücadelesi kapitalizmin dönüşüm süreçlerine göre farklı biçimler aldı. Yani, başından itibaren toplumsal bir olgu olarak siyasetin konusu oldu.
Günümüzde her boyutuyla metalaştırılmış futbolda bu, en üst liglerde oynayanların hemen her ülkede en zengin %1 arasına girdiği profesyonel futbolcular ve kulüpler arasında olmaktan çok, alt liglerde daha kötü koşullarda “çalışmak” zorunda kalan futbolcularla genellikle yerel sermaye oligarşisinin yönettiği kulüpler arasında ve en üst liglerden daha alt liglere kadar sermayenin farklı katmanlarıyla iç içe geçmiş olan kulüplerle statları doldurmak ve kendi mekanları olarak şekillendirmek isteyen bağımsız taraftar toplulukları arasında şekillenmektedir.3 Elbette en üst liglerde ulusal ve uluslararası daha fazla turnuva ve maç düzenleyerek daha fazla reklam, sponsorluk, stadyum, yayın, ürün satışı, borsa, vb. geliri elde eden kulüpler ve federasyonlar ile sporcu bilimiyle birer biyonik insana dönüştürülmüş ve çocukluktan artık 40’a varan yaşlarına kadar yaşamlarının her anını imzaladıkları milyonlarca dolarlık kontratlara ve sponsorluk gelirlerine göre düzenleyen futbolcular arasında da sporcu sağlığı açısından bir gerilim söz konusu. Ancak bu teorik anlamda emek-sermaye çelişkisinin bir biçimi olsa da bu oyuncuların aynı zamanda birer sermayedar olması kendi özerk hareket alanlarına sahip oldukları ve sermayeler arası rekabetin parçası oldukları anlamına geliyor.
1880’lere gelindiğinde futbolun kuralları artık büyük ölçüde standartlaşmıştı. 1885’de İngiltere futbolda profesyonelliği yasal hale getirmiş ve milli takımında profesyonel futbolcuların oynamasına izin vermişti. O yıllarda İskoçya’nın profesyonelliği reddetmesinin ardından konuyu tartışmak ve henüz ortaklaşılamayan kuralları sabitlemek için 1886’da ilk kez 4 Britanya ülkesi futbol federasyonu bir araya geldi. Bu gibi konuları karara bağlamak ve futbol yönetimindeki değişen dinamikleri tartışmak için her yıl toplanmaya devam eden bu 4’lü federasyon oluşumu, 1904’te Uluslararası Futbol Federasyonları Birliği’nin (FIFA) kurulmasının ardından değişikler geçirdi. FIFA’nın da dahil olduğu bu yapı futbolda oyun kurallarını belirleyen bir yetkiyi üstlendi. Buna göre saha içinde oyunun değişimine ve futbol profesyonellerinin tartışmalarına göre İngiltere, Kuzey İrlanda, İskoçya, Galler Futbol Federasyonlarının yüzde 50 ve FIFA’nın ayrıca %50 oy hakkıyla yer aldığı bu 5’li Uluslararası Futbol Birliği Kurulu (IFAB) tüm dünyada futbol kurallarını belirlemeye devam ediyor. Son dönemde yapılan tartışmalara göre maçların daha akıcı ve tempolu olması ve sık sık durmaması için oyuncu değişikliği ve oyunun süresi gibi başlıklarda yeni kural değişikliklerin gündeme gelmesi bekleniyor.
İşçi sınıfının parçası olabildikleri ölçüde sporun ve futbolun parçası olabilen kadınlar, 20. yüzyılın başlarına gelindiğinde kadın futbol takımları içinde kalabalık seyirci kitleleri önünde sahaya çıkabiliyorlardı, sermaye onları eve geri yolladığında ise sahalarda görünürlükleri de azalıyordu. Kurumsallaşan futbolun erkek yöneticileri alt sınıfların futbola katılımını profesyonellik üzerinden tanımladıkları ölçüde kadınlar da sahanın dışına itildi, özellikle dünya savaşlarıyla azalan erkek iş gücü kadınlarla telafi edildiği ölçüde de kadınların futbola “zaman ayırması” yasaklandı. Yasaklar daha sonra faşist rejimler tarafından dini referanslarla meşrulaştırılmaya çalışıldı. Kadınların futbol ve spora dönüşü birçok ülkede ancak 70’lerdeki hak mücadeleleriyle birlikte kazanıldı. Sovyetler Birliği’nin tüm halkın spor yapmasını sağladığı, kadınları teşvik ettiği bir dönemde soğuk savaş dönemi rekabetinin parçası olarak ABD spor sistemini yeniden yapılandırdı ve kadınlara bu alanı açmak zorunda kaldı. Batı ülkelerinde kadınlara yaklaşık 50 yıl yasaklı kalan sporlarda yeniden yer alan kadınlar, en üst liglerde oynayanlar dahil, grev ve çeşitli protestolarla bu kez eşit koşullara (eşit işe eşit ücret, eşit antrenman koşulları, spor dışı zamanda yeniden üretim işlerinin yükü, spor malzemelerinin ve kurallarının kadınlara göre uyarlanması, vb.) erişim mücadelesi vermek zorunda kalacaklardı. Bu nedenle bugün kadınların spora katılımı esasında tüm halkın spora katılımı mücadelesi anlamına gelmeye devam ediyor.4
Dünyanın geri kalanına sömürgeci ilişkiler üzerinden ihraç edilen futbol kıta Avrupasında aşağı yukarı Britanya’dakine benzer gelişti. Osmanlı Devleti’nde ise gelişimi farklı sınıflar üzerinden oldu.5 Anadolu’ya İngiliz askerler aracılığıyla gelen futbol önce saray çevrelerinin, sonra İttihatçıların, cumhuriyetle birlikte 1960’lara kadar sivil ve askeri bürokrasinin, daha sonra ise doğrudan burjuvazinin egemenliği altında gelişti. Başlarda İstanbul ve İzmir merkezli oynanırken milli mücadele döneminde İstanbul kulüplerinin “düşmana karşı” halka moral verici maçlar oynaması tüm ülkede kendine taraftar bulmasını ve Anadolu’da kulüplerin daha geç kurulmasıyla yerel taraftarlık olgusunun Avrupa’dan farklı olarak geç ortaya çıkmasını doğurdu. “İstanbul büyükleri” olarak bilinen meşhur kulüplerin her biri 20. yüzyılın ilk yıllarında Osmanlı bürokrasisi ve üst sınıfları aracılığıyla kurulup sonraki yıllarda Anadolu’da popülerlik kazanarak “halk” takımları haline geldiler. Diğer ülkelerde olduğu gibi doğduğu ilk anadan itibaren siyaset ile iç içe olan futbol yapıları Türkiye’de geçilen dönemlerin siyasi ruhunu yansıtan şekilde var oldu. 70’lerde kitleselleşen devrimci örgütlerin futbola genel olarak lümpen eğlencesi olarak yaklaşımı futbolda o dönem ortaya çıkan sınıf çatışmalarını ya da onun kentlerde biriken yeni sınıf katmanlarının yaşamında tuttuğu yerin bütünlüklü ele alınmasını geciktirdi. 1932-68 arası Portekiz’i yöneten diktatör Salazar’ın meşruiyetini sağlamak için 3F Fado-Futbol-Fiesta (kimilerine göre Fado-Futbol-Fatima) ile halkı uyuttuğu tespitindeki gibi futbolu kendi dinamikleri olan bir mücadele alanı yerine ancak egemenlerin elinde bir araç olarak görmek emekçi soldaki baskın görüştü. 1980 darbesi sonrası özellikle kulüp yönetimleri ve tribünler faşist güçlerin doldurduğu alanlar oldu. Böylece yine tüm dünyada olduğu gibi giderek ideolojik etkisi daha da ağırlık kazandı. Tribünler, kulüpler ve medya erkekliğin, homofobinin, milliyetçiliğin, ırkçılığın yeniden üretildiği alanlar haline geldi. Şike ve doping tüm bu süreçte sportif başarı kazanmanın adeta doğal bir parçası oldu. Futbolun Türkiye’de tuttuğu yere daha sonra tekrar döneceğiz.
Dünya Kupası Dünyasallaşırken
Güneş batmayan imparatorluğun sömürgeci ilişkileriyle giderek dünyaya yayılan ve gittiği her yerde popülerleşen futbol 1900 ve 1904 yaz olimpiyatlarında gösteri sporu olarak yer aldı. Futbolun giderek popülerleşmesi siyasi ilişkilerde daha fazla yer tutmasını beraberinde getirdi. Klasik deyişle spor farklı kültürleri bir araya getiren toplumsal bir katalizör işlevi görüyordu ama ülkeler arası çıkar ilişkilerinin belirlendiği diplomasinin bir parçasıydı. İki ülkenin “milli takımları” arasında ilk maç 1872’de İngiltere ve İskoçya arasında oynandı ve ilk uluslararası turnuva Britanya Evi Şampiyonası adıyla 1884’te düzenlenmeye başladı. FIFA’nın olimpiyatlar dışında uluslararası bir turnuva düzenleme girişimi 1928’deki FIFA kongresinde ev sahipliğinin Uruguay’a verilmesiyle 1930’da gerçekleşti. Turnuvanın düzenlenmesine birkaç ay kala yolculuk masrafları nedeniyle turnuvaya katılacak takımların henüz belli olmadığı bu ilk “Dünya Kupası’na 7’si Güney Amerika, 4’ü Avrupa ve 2’si Kuzey Amerika’dan 13 takım katıldı.
Bu ilk deneyimin ardından 2. Dünya Savaşı nedeniyle düzenlenemeyen 1942 ve 1946 turnuvalarının dışında her 4 yılda bir Dünya Kupası düzenlendi. Bugüne kadar düzenlenen 21 turnuvada 8 farklı ülke takımı şampiyon oldu. Brezilya 5, Almanya ve İtalya 4, Uruguay, Arjantin6 ve Fransa 2, İngiltere ve İspanya 1 kez olmak üzere 5 emperyalist Avrupa ülkesi dışında 3 Latin Amerika ülkesi kupayı kazanabildi.7 Afrika’dan ilk kez Mısır 1934’teki ikinci turnuvaya katılabildi. 1938’deki üçüncü turnuvada Avusturya, Almanya tarafından ilhak edildiği için turnuvadan çekildi. 1934’te İtalya’daki ve 38’de Fransa’daki turnuvaları faşist Mussolini’nin iktidarı altındaki İtalya’nın milli takımı kazandı. 1950’deki savaş sonrası ilk turnuva Türkiye, Hindistan ve İskoçya’nın ekonomik gerekçelerle çekilmesiyle 13 takımla gerçekleşti. 1966’da İngiltere’deki kupada ise Afrika ülkeleri Afrika, Asya ve Okyanusya’dan yalnızca 1 takımın turnuvaya katılımını protesto etmek amacıyla elemelere katılmadı. 5 kıtadan ülkenin yer aldığı ilk turnuva 1970’te Meksika’da düzenlendi. Artık dünya kupaları her kıta içinde düzenlenen eleme turlarından her kıtaya ayrılan kontenjan sayısına göre gelen takımlarla düzenleniyor. 1998’den bu yana 32 takımın katıldığı kupa, 2026’da bir Kuzey Amerika turnuvası olarak ilk kez 48 ülkenin katılımıyla Kanada-ABD-Meksika tarafından ortak olarak düzenlenecek.
Bugün 211 üyesi bulunan FIFA’nın yönetimi, turnuvaların ev sahipliğini aday olan ülkeler arasında yaptıkları oylamayla gerekli altyapı inşasının sağlanması için yaklaşık 2-3 turnuva öncesinden, yani 10-12 yıl öncesinden belirliyor. 2010 yılında belirlenen 2018 Rusya8 ve 2022 Katar Dünya Kupaları ilk andan itibaren skandallarla dolu bir ölü izleyicilik hikayesine dönüştü. Her iki ülke de turnuva etrafında gelişen sermaye akışının bir parçası olarak başta inşaatlarda işçiler için bir cehenneme dönüştü. Katar’ın ev sahipliği aşamasına gelişini detaylandıralım.
Endsütriyel Futbolun Son Noktası Katar
1971’de İngiliz himayesinin yerini şu anda başta olan Sani Hanedanı’na bıraktığı dönemde Katar halihazırda kimi petrol yataklarına sahip bir ülkeydi. Petrol kriziyle ve yeni doğal gaz yataklarının keşfiyle giderek büyük bir ekonomik güce dönüşen Katar, Körfez Savaşı’nda ABD’nin yanında yer alarak bölgede emperyalizmin dayanaklarından biri olacağını gösterdi. 1995’te babasına darbe yaparak yönetimi ele geçiren Hamed bin Halife es-Sani, hem büyük bir medya projesi olan El Cezire’yi kurarak hem de ABD’nin Orta Doğu’daki en büyük üssü El Udeyd Hava Üssü’ne alan açarak bölge siyasetinde daha etkin hale gelmeyi amaçladı. Yanı başında Birleşik Arap Emirlikleri, aynı yıllarda büyük tenis ve golf turnuvalarıyla Batı’nın ilgisini çekiyor ve ilişkiler geliştiriyordu. 2004’te son antrenman ve spor teknolojilerinin kullanıldığı Aspire Futbol Akademisi’nin açılmasıyla benzer bir petro-dolar sermaye yatırım alanı yaratmaya girişti. Akademi ve Katar futbol ligi yüksek maaşlarla futbolcu ve antrenör istihdamının yanı sıra Avrupa’nın tekelinde olan dünyanın farklı bölgelerinden futbolcu olmaya çalışan çocukların “kariyer” adı altında ticaretinden de pay aldı. Nüfusunun %80’inin başkent Doha’da yaşadığı ve ülkenin geri kalanının büyük ölçüde çöllerle kaplı olduğu Katar’da coğrafi şartlar olağan bir futbol kültürünün oluşmasına engel olsa da mâli sermayenin gücüyle fosil yakıtlar, işçi teri ve kanı ülkeyi bu dünyasal olgunun yapay bir parçası yaptı. Devşirme oyuncuların da aralarında olduğu yeni futbolcu nesli yetiştiren Katar, turnuva elemelerinde giderek daha başarılı sonuçlar alsa da Dünya Kupası’na katılmak için ev sahipliğini açıkça petrol geliriyle biriken mâli sermayesinin gücüyle satın alması gerekti. FIFA İcra Komitesi’nin 2 üyesi, FIFA Başkanı Sepp Blatter ve UEFA başkanı ve eski ünlü futbolcu Michel Platini rüşvet almaktan dolayı mahkum oldular, futboldan men edildiler. O dönem, şu anki FIFA Başkanı Gianni Infantino’nun adaylıktaki rakibi ve Asya Futbol Federasyonu Başkanı olan Katarlı Muhammed bin Hammam, Dünya Kupası’nın ilk kez Orta Doğu’ya verilmesinde etkin olmuştu. Bütün bu kirli para ilişkileri gün yüzüne çıksa da kararlar geri alınmadı.9 Sporda özellikle de futbolda alınan kararların yalnızca futbol endüstrisi için en kârlı olacak şekilde verilmemesi mâli sermayenin sektördeki hakimiyeti ve sermayeler arası rekabet ile ilgili. Yani diğer adayların ABD, Japonya, Güney Kore ve Avustralya olduğu oylamada Katar’ın ev sahipliği sektördeki herkesin desteklediği ya da en çok kâr getirecek karar değildi, aksine sponsorlardan, federasyon ve kulüp sermayedarlarından direnç gördü. Ancak, Uluslararası Olimpiyat Komitesi (IOC) ya da FIFA, bir karar verirken yalnızca genel bir karlılık hesaplaması yapmıyor. Örgüt olarak ve yönetim kurulunu oluşturan bireyler olarak kendi çıkarlarını da gözetiyor, yolsuzluk bunun artık doğal bir parçası.
Bu sırada 2013’te babasından iktidarı devralan Şeyh Temim bin Hamed es-Sani, Suriye’de başlayan iç savaşta IŞİD’den El Kaide’ye cihatçı grupların finansmanına 3 milyar doların üzerinde para harcadı. SIPRI’ye göre Katar Suriye’ye en fazla silah gönderen ülkeydi. Bütün bu yıllar boyunca bir yandan inşaatlar, diğer yandan savaş sponsorluğu devam ederken Katar’a yönelik hiçbir itiraz yükselmedi. 10 binin üzerinde Amerikan askerinin topraklarında bulunduğu ve Batı emperyalistlerinden milyarlarca dolarlık silah alan Katar, dünyanın en büyük fosil yakıt ihracatçısı ülkelerinden biridir. Katarlı şeyhler ve patronlar milyarlarca dolarlık petrol gelirleriyle hem makul yüzler edinebilmek hem de kişisel zevkleri için yıllardır Avrupa futbolunu sporla aklama (sportswashing)10 amacıyla fonluyor.11 İngiltere ve Fransa’da kulüpler satın alıyor, Katar Havayolları’yla Avrupa Futbol Şampiyonlar Ligi’ne sponsor oluyor, Bein Sports ile yayıncılığını yürütüyor. Petro-dolarla finanse edilen petro-futbol turnuvası Adidas, Coca-Cola, McDonalds, Hyundai gibi tekellerin, FIFA aracılığıyla futbolcuların ve federasyonların 200 milyar doların üstündeki rantı paylaştıkları bir sirk olarak düzenlendi.12O kadar ki Katar’ın olmayan futbol kültürü nedeniyle turnuva için binlerce işçinin kanı pahasına inşa edilen statların bazıları turnuvanın ardından sökülecek ve diğer “gelişmekte olan” ülkelere gönderilecek.
The Guardian gazetesinin Şubat 2022 raporuna göre, 3 milyonluk ülkenin nüfusunun yüzde 85’ini göçmen işçilerin oluşturduğu Katar’da, Aralık 2010’dan bu yana Hindistan, Pakistan, Nepal, Bangladeş ve Sri Lankalı 6 bin 500’ü aşkın göçmen işçi (Filipinler ve Kenya gibi kimi ülkeler bu veriye dahil değil, dolayısıyla gerçek sayı daha fazla) iş cinayetleri dahil çeşitli sebeplerle hayatını kaybetti. İklim krizinin etkisiyle yaz aylarının futbolcu ve izleyici sağlığını tehdit ettiği Ekvator’a yakın bölgelerde kuzey yarım kürede ilk kez kış aylarında düzenlenen turnuvanın inşaatlarında yazın cehennem sıcağında işçiler her mevsim çalıştırıldı. Ölüm nedenleri gizlense de 8 yeni stadyum, yeni havalimanı, otoyol, toplu taşıma sistemi, otel ve kupa finalinin oynanacağı Lusail şehrinin tamamı dahil işçilerin birçoğu dev projelerin temellerinde iş kazaları ve hastalıklarla can verdi. Uluslararası sendikaların çağrılarını dikkate almayan FIFA’ya göre inşaatların zamanında yetişecek olması daha önemli ve esas başarıydı.13 Avrupa Birliği, Katar’ın Avrupa’daki milyarlarca dolarlık yatırımına karşılık olarak dünya kupası organizasyonunun imajını kurtarmak için Dünya Çalışma Örgütü (ILO) ve Dünya Sağlık Örgütü (WHO) üzerinden günümüzün kölelik sistemi örneklerinden “kafala” sisteminin kaldırılması, asgari ücret gibi bazı düzenlemeler yapılmasını sağladı. İşçiler için koşullarında herhangi bir değişiklik olmasa da eski AB Parlamentosu Başkan Yardımcısı Eva Kaili 21 Kasım’daki konuşmasında ILO’nun Katar’ın işçi hakları konusunda önde gelen bir ülke olduğuna dair beyanı olduğunu söyledi. Kaili ve diğer 4 AB parlamentosu çalışanı turnuva sürerken Katar lehine gerçek dışı bilgilerle lobi yapmaktan tutuklandı. Kaili ve diğerlerinin evinde para dolu çantalar bulundu.
Bütün bu kanlı süreç ve kirli ilişkiler ortadayken bugüne kadar hiçbir ülke federasyonu, futbol takımı, aktif futbolcu veya teknik ekip, eski futbolcu, yorumcu turnuvaya karşı kayda değer bir tepki ortaya koymadı, boykotun sözü dahi edilmedi. Avrupa’dan birkaç futbol federasyonunun forma renkleriyle oynayarak işçilerin anısına saygı gösterme “performatif” çabası ya da Katar’daki LGBTİ+’lara yönelik yasaklara karşı gökkuşağı pazubantlı “protesto” görüntüsü ise ev sahibi Katar’ın tehdidiyle FIFA’nın engeline tosladı. Tribünde alkol yasağı da sessiz sedasız kabul edildi. Tribünde “insani değerlerin savunucusu” rolünü oynayan siyasiler gökkuşağı renklerini taşırken ölen işçilerin kanları ellerinden akıyordu. Katar’ın turnuva boyunca giyim kuşam, alkol ya da LGBTİ+ yasaklarına oryantalist bir yaklaşımla getirilen eleştiriler ise futbolun tüm bu ekonomi politiğine kör, sömürgeci Avrupa merkezci aklın ikiyüzlülüğünü gösteriyordu. Turnuvada ABD ve İngiltere ile aynı grupta yer alan İran milli takımı futbolcularının ilk maçta ulusal marşı söylememeleri, İran tribünlerindeki “Jin, jiyan, azadî” pankartları, Arap coğrafyasından taraftar yoğunluğuyla daha görünür olan Filistin bayrakları da en az saha içinde olan bitenler kadar konuşuldu.
Futbolda Endüstriyelleşmenin Sportif Görünümleri
Emperyalist küreselleşme evresinin derinleştiği 90’larla birlikte büyük spor organizasyonları (kış ve yaz olimpiyatları, dünya ve kıta futbol kupaları vb.) ülkelerin hem dünya pazarına entegrasyonunun parçası oldu hem de “gelişmekte olan” ülkelerin yabancı sermaye çekmesinin bir biçimi oldu. UEFA, FIFA ve IOC gibi kurumlar küreselleşmeyle birlikte yayın-bahis gelirleri ve sponsorluklardan gelen, çoğu vergiden muaf gelirlerini katladı. Ev sahibi ülkelerde ise kamu bütçelerinden finanse edilen organizasyonlardan elde edilen gelir tekrar kamuya aktarılmayıp çeşitli sermaye kesimlerine rant oldu. Büyük bir altyapı yatırımıyla kentlerin merkezleri yoksullara kapatılırken çağın istediği bireyci yaşam, lüks tüketim kültürünü pompalayacak şekilde yeniden tasarlandı. 2000 Sydney Olimpiyatı’nda halka açık plaja voleybol stadyumu yapılması ile dönemin ruhuna uygun küreselleşme karşıtı bir hareket olarak başlayan büyük spor etkinliklerine karşı eylemler sonrasında Atina’da, Pekin’de, Vancouver’da, Londra’da, Soçi’de, Johannesburg’ta, Rio’da da benzer sebeplerle gerçekleşti. FIFA, UEFA, IOC gibi kurumlar ev sahibi bulamama tehlikesi karşısında böylece hem sermayenin kaydığı hem de işçi ve doğa korumaya dair en yıkıcı yasal düzenlemelerin, uygulamaların ya da umursamazlığın olduğu ülkelere yöneldi. Büyük spor organizasyonları iktidarlara meşruluğu kabul gören bir olağan üstü hal dönemi yaratıyor ve kentsel dönüşüm, soylulaştırma, “güvenlik” harcamaları, gözetleme teknolojilerinin geliştirilmesi, kamudan özele kaynak aktarımının hızlandırılması, antidemokratik düzenlemelerin önce geçici sonra kalıcı olarak halka dayatılması gibi pratikler hayata geçiriliyor.
Katar’ın “insan haklarının” kısıtlandığı bir monarşi olması ve iklim krizinin en yoğun tartışıldığı dönemde en büyük fosil yakıt üreticisi olması bu nedenle eleştirilerin ancak bir kısmını oluşturabilir. 88’de Güney Kore Seul’de, 2004’te Yunanistan Atina’da, 2008’de Çin Pekin’de, 2010’da Güney Afrika’da, 2014’te Rusya Soçi’de, 2016’da Brezilya Rio’da, Tokyo 2020’de olimpiyatlar ve dünya kupaları Katar’daki kadar büyük çaplı olmasa da işçi ve doğa kıyımı açısından benzer organizasyonlardı, 2028 Los Angeles şimdiden halkın benzer bir mülksüzleşme ve sömürü yaşayacağı bir olimpiyat organizasyonu olacak. Batı emperyalizmi, futbol ve genel olarak sporu kendi kültürel hegemonyasının parçası olarak dikte ettiğinden Katar ya da Rusya gibi ülkelerdeki kıyımları o ülkelerin kültürlerine özgü durumlar olarak propaganda ediyor. Oysa ki bu spor organizasyonları, başta da futbol turnuvaları, kapitalizmin aşırı birikim krizine geçici çözüm sunarak, politik gündemi askıya alarak, güvenlik endüstrisini büyüterek tüm ülkelerde toplumu hizaya sokar. Hitler’in 1936 Berlin Olimpiyatları’nı kullanma amacıyla 2012 Londra Olimpiyatları sırasında sendikaların grev tehdidini “Olimpiyatlar tüm ülke için bir kutlamadır ve kesintiye uğratılamaz” diye kestirip atan dönemin İşçi Partisi Lideri Ed Miliband’ın arasında bu açıdan fark sanılandan daha az.
Emperyalist küreselleşmenin futbolu bugünkü yüzlerce milyar dolarlık büyük bir endüstriye dönüştürdüğü süreç esasında büyük felaketlerle ve tribünlerin yoksulların elinden bir kez daha alındığı yeni bir soylulaştırma dalgasıyla geldi. Brüksel Heysel Stadı’nda 1985’teki Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupası finalinde izdiham nedeniyle 39 kişinin öldüğü Heysel Faciası’nın ardından Margaret Thatcher İngiliz kulüplerini 5 yıl boyunca Avrupa kupalarından men etti ve dönemin yükselen emek hareketini de içine katarak “holiganlara” karşı sert yasal düzenlemeler getirdi. 1989’da Hillsborough Stadı’nda yine izdihamla 97 kişinin öldüğü facia ise hem statların yeniden tasarlanması hem de bugün Arap, Rus ve Uzak Doğu mâli ve petrol sermayesinin yatırım alanına dönüşmüş Premier Lig’in temellerinin atılmasına vesile olmuştu. Yayın, sponsorluk ve maç günü gelirlerinin artması için futbol holiganlardan arınmış “nezih” bir ortamdaki orta sınıf eğlencesine dönüştürülmeye çalışıldı.
1995 yılında Avrupa Adalet Divanı’nın verdiği kararlardan oluşan Bosman kararları, AB içinde işçilerin serbest dolaşımının futbolcular için de geçerli olmasını sağladı. Böylece ulusal liglerdeki “yabancı oyuncu” kısıtlaması önce AB üyesi ülkelerden oyuncular için sonra da tüm futbolcular için kalktı. Ama esas önemli olan değişiklik futbolcuların kulüplerle olan sözleşmelerinin bitmesine 6 ay kala bonservis bedeli gerekmeksizin istedikleri kulüple transfer anlaşması yapabilmesi hakkının tanınmasıydı. Daha önce sözleşme bitse dahi oyuncunun başka bir kulübe transfer olabilmesi için mevcut kulübüne belirli bir bonservis bedeli ödenmesi gerekiyordu. Avrupa ve dünya futbolu açısından çok köklü bir değişim yaratan bu kurallar, adım adım tüm ülke federasyonları tarafından ülke mevzuatlarına uyarlandı.14 Bosman kuralları sonrasında futbolcuların serbest dolaşımı kulüpler ve ligler arasında büyük bir eşitsizliğe yol açtı. Giderek daha fazla maç ve daha fazla gelire odaklanarak genişleyen ve 2000’ler sonrası bugünkü formatını alan Şampiyonlar Ligi’nde son 20 yılda çeyrek finallerde yer alan 160 kulübün %90’ının 5 emperyalist ülke liginden olması ve kupayı 1 yıl dışında sadece bu ülkelerden kulüplerin kazanması bunun en bariz göstergelerinden biridir. Geçtiğimiz yıl İngiltere, İspanya ve İtalya’dan öne çıkan 8 kulübün başını çektiği UEFA’dan bağımsız bir Avrupa Süper Ligi girişimi, UEFA’nın tekelinin kırılmasına izin vermemek için kulüpleri ulusal liglerden atma tehdidi ve taraftarların kulüp önlerinde düzenledikleri eylemle püskürtüldü. Birer dünya karması olan takımları ve milyar dolarlık piyasa değerleri olan bu kulüplerin bu girişimi futboldaki tekelleşmenin geldiği düzeyi gösteriyordu. Bu kulüpler Asya’dan Latin Amerika’ya yatırımları olan, farklı ülkelerden büyük şirket sahibi ailelerin sahibi olduğu çok uluslu şirketlerdir ve futbolcuları onların birer sermaye yatırımıdır.
Yine de futbolcuların kazandığı para toplam futbol ekonomisi içinde küçük bir yeri ifade ediyor. Sponsorluk anlaşmaları, stadyum gelirleri, forma ve envai çeşit kulüp logolu eşya satışı, turizm, yayın gelirleri, farklı ülkelerdeki kulüplerle işbirlikleri vb. kalemleri içeren toplamda dünyanın en büyük 17. ekonomisi olabilecek kadar gelir sağlayan bir ekonomik sektör futbol. Bu sektörün ana üssü emperyalist Avrupa ülkeleri diğer ülkelerin sporcularını bir sermaye birikimi olarak topluyor. Örneğin 2014 Dünya Kupası’nda futbolcuların %76’sı Avrupa liglerinde forma giyiyordu. Avrupa içinde de futbolda 1950 ve 60’larda güçlü kulüp ve milli takımları olan Macaristan, Çek Cumhuriyeti, Polonya ya da Romanya gibi ülkelerin yetenekli futbolcuları yerel liglerinde tutması ekonomik açıdan imkansız hale geldi. Bu tip ülkelerin milli takımlarının varlığı tamamen büyük liglerde oynayan oyuncularına bağlı oldu. Bu ülkelerden ve özellikle Afrika ülkelerinden yaklaşık 15 bin çocuk her yıl Avrupa’ya futbolcu olma umudu/vaadi ile getiriliyor. 8 kadar erken yaşlarda aileler menajer ve aracı kurumlara, vize, pasaport ve uçuşlara on binlerce dolar ödeyerek bir Avrupa takımının altyapısına çocuklarını kaydettirmeye çalışıyorlar. Birçoğu kulüp bulamadığından ya da gelişimi istediği gibi gitmediğinden kölelik, seks endüstrisi ve uyuşturucu ticaretinin parçası olabiliyor. 2003’te FIFA 18 yaş altı oyuncu transferini yasaklasa da çocuklar farklı şekillerde Avrupa’ya getirilmeye devam etti. Avrupa Komisyonu’nun 2009 raporunda Afrika ve Güney Amerika transfer piyasasının modern köle ticaretine dönüştüğü belirtiliyordu.
Türkiye’deki Yansımaları
12 Eylül Türkiye’de zaten siyasal olan futbolu bir kez daha büyük bir dönüşüme tabi tuttu. Siyasallığı devletin belirlediği alanla sınırlanan futbol oynanmaktan çok izlenmeye, izlenirken bir tüketim nesnesine dönüşmeye başladı. Gençlerin darbe sonrası yeniden politikleşmesini önlemek için tamamen toplumsal çelişkilerin dışına çıkarılmış bir tribün kültürü yaratıldı. Devlet kulüpleri açıkça sübvanse etti. Kulüpler, “kamu yararına dernek” statüsüne geçirilerek bu kaynak aktarımı kalıcılaştırıldı. Vergi afları, kulüplerin kullanımına verilen araziler ve tesisler ile futbol neoliberal döneme geçiş için hazırlandı. 80’lerde tribünlere ve kulüp yönetimlerine yerleştirilen ülkücü faşistler ile 90’larda yükselen gerilla savaşı karşısında kesif bir milliyetçilik pompalandı.15 Özel televizyonların ortaya çıkması, yeni stat inşaatları ve kulüplerin halka açık şirketler kurmasıyla 2000’lerde Türkiye ekonomisinin büyümesine paralel olarak futbol ekonomisi katlandı. 3 Temmuz 2011’de Gülen hareketinin yargı eliyle yürüttüğü “şike operasyonu” egemen güçlerin hesaplaştığı bir çarpışma oldu. Kimse şikenin olmadığını söylemiyordu, daha çok “Neden sadece biz ceza alıyoruz?” diye sızlanılıyordu. Bütün bir “Vatan elden gidiyor” lakırdısıyla büyük bir müteahhit olan Aziz Yıldırım milyonlarca Fenerbahçe taraftarını arkasına alarak bu süreçten kahraman olarak çıktı. Taraftarlar kulüplerin yönetimine katılım ve kirli isimleri futboldan temizlemeyi talep etmek yerine kendi egemenlerinin arkasında dizildiler.
Bunda futbolun Anadolu’daki özgün tarihsel gelişiminin payından bahsetmiştik. Tüm ülkeye yayılan İstanbul kulüpleri taraftarlığı milyonlarca insan için siyasi karşılığı da olan birer kimliktir. Futbolun ideolojik gücündeki zayıflamaya siyasetin en tepesinden müdahale olur ve her türlü vergi affından yararlandırılarak sportif ve ekonomik kötü yönetim ve suçlara rağmen kulüplerin batması engellenir, sermaye transferi ile yükseltilen kulüpler seçim mitinglerinin önemli konu başlıklarından olur. “Yönetim istifa” sloganı Türkiye’de en çok tribünlerde duyulur ancak taraftarlar hiçbir zaman kulüplerin karar alma süreçlerine demokratik katılımı talep edecek bir kolektif bilince erişememişlerdir.16 AKP iktidarının futbola yaklaşımı açısından bir eşik olan Gezi İsyanı’nda taraftar gruplarında örgütlü binlerce insan sokaktaki direnişin önemli bir parçası olunca tribünlere yansıyan politizasyonu bitirmek için yeni bir güvenlik ve denetim sistemi de olan e-bilet ve Başakşehir, Osmanlıspor kulüplerine büyük kaynaklar aktarılarak kendi tribün hegemonyasını yaratma çabası gibi hızlı adımlar atıldı. Faşist şef Erdoğan’ın 2018’deki Başakşehir AKP ilçe kongresinde söyledikleri kulübün varlık sebebini net bir şekilde ortaya koyar: “O tribünleri Başakşehir gençliğinin doldurması lazım. Gençler buna var mıyız? Şampiyonluğa oynuyorsunuz ya, tribünlerin dolması lazım. Bu alanlarda olmadığımız sürece siyasette de zayıfsınız. Bu alanlarda, meydanlarda, her yerde AK Parti’nin gençliği kendisini gösterecek. Eğer bizim gençliğimiz sporun bu dallarında bulunmaz, ‘sadece kendine has bazı alanlarda bulunayım, yeter’ diyorsa, o zaman bu ülkede millet kavramının içerisinde o işlevde yokuz demektir.”17 Tribünlerin boş kalmasında futbolun kendine has kültürünün payı önemlidir. Kentin kültürüyle bütünleşmiş yüz yıllık kulüplerinkine denk bir tribün, taraftar, kulüp kültürü bir anda yaratılamayacağı gibi AKP’nin hitap ettiği sınıfsal tabanın futbolla ilişkisi, ekonomik öncelikleri de buna engel olmuştur.
Kulüp milliyetçiliğinin sonucunda bir kültürel mülksüzleştirme biçimi olarak e-bilet süreci de güçlü bir şekilde örgütlenemedi. Statlardan büyük oranda uzaklaştırılan ama yaygınlaşan internet erişimiyle futbolu kaçak sitelerden takip etmeyi sürdüren yoksul kesimler için futbol emeğin yeniden üretim alanında psikolojik etkisiyle önemini korusa da bir özneleşme alanı değil, bir tüketim alanıydı. Birkaç küçük politik taraftar grubu maçları boykot etme eylemlerini uzun süre sürdüremedi.18 Semt ya da kente aidiyet, topluluk kültürü ya da büyük bir başarının parçası olma hissiyle “sokakta oynasa kaldırımda destekleriz” diyen milyonlarca taraftar çarkın ana parçası olmayı sürdürdü. Kulüp yönetimleri, hem kulüplerin kaderinin hem de yöneticilerin kişisel ikbalinin Erdoğan rejimine bağlı olduğunu gördü.19 “Laik burjuvazi”nin temsilcisi olan Koç ailesinin üyelerinden birinin Fenerbahçe Başkanı olarak iktidarla yaşadığı söylemsel gerilimler son tahlilde hem kulüp borçlarına mali destekle hem de Koç şirketlerindeki işçi grevlerinin bastırılmasıyla görünürlülüğünü sadece tribünlerde AKP’ye karşı söylenen İzmir Marşı’nda sürdürdü. Sermaye girişi ve dünyadaki ekonomik genişleme sayesinde ucuz döviz ve kredi imkanı bulan kulüpler, Türkiye ekonomisi dengesini yitirip kuru kontrol edememeye başlayınca bu biatlarının karşılığını devleti bir kez daha yardıma çağırdıklarında gördüler. Kamu bütçesinden kaynak aktarımı dışında ilk kez borca batmış kulüpler Ziraat Bankası aracılığıyla kurtarıldı. Batırılmayıp yüzdürülen kulüplerin siyasal angajmanının derinleşmesiyle yeni bir futbol kültürünün buradan çıkmasına yönelik mücadele alanı giderek daralmış oldu.
Futbolda ve Mücadelede Yeni Taktikler
Futbolun tarihi, sosyolojik boyutları, diğer toplumsal alanlarla ilişkileri ve keza saha içine akan teknik-taktik ve spor-antrenman bilimleri gibi boyutlarını inceleyen artık geniş denilebilecek bir futbol yazını bulunuyor. Bu yazında eski futbolcu ya da teknik direktör biyografilerinin tamamı, yazı boyunca bahsedilen dönüşümleri saha içi ve dışına birlikte bakarak en çok ilgiyi görüyor.20 Bunlarda anlatılan toplumsal arka plan ve yaşanılan duyguların yoğunluğu futbolun bütün bir endüstriyelleşme sürecine rağmen metalaştırılmanın sınırlarını en iyi gösteren örneklerden biri olduğunu ortaya koyuyor.
Gerek son yıllarda Avrupa’nın büyük liglerinde gerekse de Katar’daki kupada görüldüğü üzere saha içinde futbolcuların bireysel yeteneklerine nazaran teknik direktörlerin belirleyiciliğinin öne çıktığı bir dönemden geçiliyor futbolda. En üst liglerde artık tüm takımların oyunun her bir departmanı ve oyuncunun bireysel fiziksel gelişimi için ayrı antrenörü olmasının yanı sıra saha içindeki konumları, performansları en detaylı istatistiklerle çalışan ve takıma yön veren analizcilerinin olması oyunu mekanik bir hale getirdi. Sahadaki konumlanma istatistikleriyle her anı belirlenen oyuncular için topun hızlı dolaştırılması ve rakibin bıraktığı boşluklardan yararlanılması esas taktiksel ayırıcı yön haline geldi. Sadece forvetlerin değil, tüm takımın hücuma dahil olmasıyla şekillenen bu top dolaşımı için altyapılardan itibaren futbolcuların belirli bir formasyondan geçmesi gerekir.21 Moral-motivasyon ve takımdaşlık duyguları önemli olsa da uzun vadede belirleyici olan teknik-taktik beceriler olur. Ancak futbolun bu kadar kitlesel olmasının sebeplerinden biri saha içindeki sürprizlere diğer sporlardan daha açık olmasıdır. Bu açıdan biyonikleşme ve mekanizasyon bu sürpriz öğesini besleyecek şekilde daha güçsüz takımlara bir motivasyon sağlarken diğer yandan buna bağlı olarak gelişen kazanmaya aşırı odaklılık ve başarı zorunluluğu tek düzeleşen bir futbol seyri yaratır. Futbolda hiçbir taktik diğerinden daha iyi değil, her dizilişin bir antidotu var, her oyuncu/takım profiline göre saha içindeki rollerde bir dağılım ve ödünleşme gerekiyor. Ancak kazanmaya aşırı odaklı futbol, birbirine yakın özellikli oyuncuların sahada bireysel yetenekleriyle risk almasından çok taktik disipline uyarak kendilerine verilen talimatı uygulamasına neden oluyor.22Futbolcu yetenekleri elbette fark yaratıyor ve bu fark bu futbolcuları aynı zamanda birer pazarlama ögesine dönüştürüyor, ki burada da tektipleşen bir süper yıldız profilinden söz edilebilir.
Ancak bu mekanizasyon ve internetin, sosyal medyanın günlük yaşamı hızlandırması oyunun izlenirliğini etkilemeye başladı. 2 saate yaklaşan bir maç süresince oyuna odaklanmakta zorlanan bir seyirci kitlesi oluşmaya başladı. Vurgulamak gerekirse futbolun daha az kitleye hitap ettiğinden değil, izlenebilirliğinin azaldığından bahsediyoruz. Futbol hala milyarların günlük yaşamının önemli bir parçası olmayı sürdürüyor. Z kuşağı diye anılan genç kuşağın futbol dahil popüler kültüre dahil olan sporları izleyici olarak takibi giderek maçların TV ya da stadyumda takibinden çok sporcuların istatistikleri ve kariyerleri hakkındaki bilgilere erişime evriliyor. Taraftar gruplarında ya da arkadaş çevrelerinde paylaşılan ortak bir zaman yerini internet paylaşımlarına bırakıyor. Oyunun saha içi mükemmel atletlerle gelişiyor görünse de emperyalist küreselleşmenin yarattığı anlam kaybı ya da kayması oyunun ancak sürpriz öğesine sığınılarak izlenmesini getirdi. Futbol için futbol yerine unutulmaz anlar için futbol. Kapitalizmin varoluşsal krizinin bir görünümü olarak burjuva ideolojisindeki kriz endüstriyel futbolda da bu şekilde bir izlenilirlik krizi yaratma yoluna giriyor. Ekonomik durgunluk içinde genişlemeyen sermayenin çürümesi gibi şike, doping, bahis ve yolsuzluklarla gündeme geliyor. Bu koşullarda ne dünyada ne de Türkiye’de endüstriyel erkek futbolu halk yararına bir şeye dönüşebilir. Burjuva ideolojisinin gönüllü rıza yaratma araçları olan büyük kulüpler bunun aracı olmayacak. Yine de ‘80 öncesinin aksine futbolun bu kulüpler üzerinden kitleleri etkileme gücü nedeniyle bu alan yine de her an teşhirin ve örgütlenmenin konusu yapılmak zorundadır.
Özellikle Türkiye’de halkın izleyicilik dışında futbola katılımının imkanının olmaması onun zayıf karnını oluşturur. Akademisyen ve spor yazarı Dağhan Irak’ın sözleriyle “Bu sınıfsal perspektifle yeni bir futbol yaratmak için de bir fırsattır. Bu futbol endüstrisinde olan bitenlere duyarsız kalmayı değil, hem bu olgunun işçi ve ezilenlerin günlük yaşamındaki ideolojik etkilerine dair çözümlemeler yaparak bir yaklaşım geliştirmeyi hem de kapitalizmin duygular dahil her şeyi metalaştırmasının teşhirini gerektiriyor.” Futbol egemenlerin rıza yaratma aracı olarak günlük yaşamın parçasıysa onun yerine eşitlikçi, katılımcı, ayrımcılıklardan uzak, anti-kapitalist futbol oluşumlarını her mahalleye yaymak bu aracı kitlelerle bağ kurma zeminine çevirmeyi sağlar. Tıpkı Gezi sonrası Passolig’e karşı Ankara’da kentteki mahalle forumlarının, üniversite öğrenci topluluklarının, taraftar gruplarının, siyasi grupların, meslek örgütlerinin kurdukları takımlarla 3 yıl kadar sürdürdükleri Özgür Lig deneyiminin gösterdiği gibi ezilenlerin bir araya gelme alanları onları aynı zamanda mücadeleye sevk eden alanlar oluyor.
Katar’dan ekranlara yansıyan şey milyarların izlediği süper yıldızların olduğu bir temaşaydı, dünyadaki bir avuç zenginin dünya yanarken kendilerine özel bir aylık eğlencilerinin temaşası, yoğun duygular ve heyecanlar yaşattı, ama o milyarlar sahaya hiç olmadığı kadar uzaktı. Alternatif bir futbol sadece izleyerek değil, oynayarak, üzerine konuşarak ve örgütlenerek inşa edilebilir. O duygular ancak o zaman kalıcı bir anlam kazanabilir. İşçi sınıfının kendi ideolojik hegemonyasının bir parçası buradan yükselebilir.
Notlar
1 Bursa’da Esnafspor adlı amatör bir futbol kulübü oyuncuları ve etrafında gelişen olayları anlatan Serdar Akar’ın yönettiği 2000 yapımı Dar Alanda Kısa Paslaşmalar filminden meşhur bir replik.
2 Simon Kuper’in 22 ülkeyi gezerek futbolun farklı ülkelerdeki toplumsal etkisini, tribün kültürünü ve siyasetle etkileşimini incelediği 1994 tarihli kitabının adı.
3 En büyük İngiliz kulüplerinden olan Manchester United’ın ABD’li Glazer ailesi tarafından satın alınmasının ardından taraftarların protesto amacıyla Manchester FC adıyla bir kulüp kurarak en alt liglerden futbola dahil olmaları ya da İtalya’da taraftarların kolektif mülkü olarak özyönetime sahip, ırkçılığı ve cinsiyetçiliği reddeden 7. ligdeki Lebowski CS (Kavel Alpaslan, birartibir.org, 27 Kasım 2022) bunların örneklerindendir.
4 https://www.daghanirak.com/category/sportif-meseleler/
5 Dağhan Irak, Hükmen Yenik, Evrensel Basım Yayın, 2015.
6 Yazı yayına hazırlanırken Arjantin, Katar 2022’yi kazanarak 1978 ve 1986’nın ardından 3. kupasını aldı. 1978’deki ilk kupası darbe sonrası kendi ev sahipliğindeki turnuvadaydı. Asker gölgesi ve çeşitli şike skandalları altındaki turnuvayı Almanya’nın ünlü futbolcusu ve kendini Maocu olarak gören Breitner boykot etti. Ayrıca dönemin en ünlü oyuncularından Johan Cruyff da “kaçırıldığı” gerekçesiyle turnuvaya katılmadı. “Futbolcu kaçırılmaları” ‘70 ve 80’lerde futbol gündeminin olağan başlıklarındandı.
7 Bu 5 Avrupa ülkesi aynı zamanda futbol sektörünün güç merkezleri ve dünyadaki tüm futbolcu kaynaklarını sömüren en büyük liglere sahip ülkeler. Her birinin en üst ligleri milyarlarca dolarlık rantın merkezileştiği kapitalizmin eşitsiz gelişimini simgeliyor. Saha içinden bakıldığında ise dünyanın en iyi futbolcularının birbirleriyle oynama şansı bulduğu ve bu nedenle oyun temposunun, kalitesinin en yükseğe çıktığı yerler. Ancak oyun ne zaman “en iyiler” üzerinden sadece “kazanmak için” kurgulanmaya başladı, o zaman futbol ikonlarının insani özelliklerinden çok istatistikleri öne çıkmaya başladı. Biyonikleşme için spor ve sporcu biliminin tüm imkanlarının seferber edildiği futbolda saha içindeki rekabetin verdiği haz, yerini en iyilerle oynayarak “kazanma hazzına” bıraktı.
8 Bugün Ukrayna’daki savaşla zirve yapan Batı emperyalizmiyle Rusya arasındaki gerilim 2018’de henüz mali yaptırımlar düzeyinde olsa da 2018 turnuvası da Rusya’da futboldaki ırkçılık, LGBTİ+ hakları, Kırım’ın ilhakı gibi sebeplerle çokça tartışılmıştı. Oylamada rüşvet yolsuzluğu yapıldığı iddiaları iki kez soruşturmadan geçti ancak somut kanıt yetersizliğiyle karşılık bulmadı. 2018’deki 21. Dünya Kupası, Avrupa’da düzenlenen 11., ama Doğu Avrupa’daki ilk turnuvaydı ve Rusya’nın ev sahipliğinde yine petrol sermayesinin gücü belirleyiciydi.
9 https://www.evrensel.net/yazi/91877/katar-2022ye-dogru-satin-alinan-kupa-1
10 Terim ilk kez 2015’te insan hakları savunucusu Rebecca Vincent tarafından o yıl Avrupa oyunlarına da ev sahipliği yapan Azerbaycan’ı hedef alarak kullanıldı. İlham Aliyev’in faşist yönetimini prestijli spor etkinliklerine sponsor ya da ev sahibi olarak unutturmaya çalıştığını dile getiriyordu.
11 Ukrayna işgali nedeniyle her türlü spor organizasyonundan men edilen Rusya kulüp ve milli takımları bu sırada benzer bir şekilde Gazprom’un ana sponsoru olduğu Kızılyıldız Belgrat ve Zenit St. Petersburg takımları arasında 22 Kasım’da oynanan maçta “birlikte çok yaşa Rusya ve Sırbistan” ve “Kosova Sırbistandır” sloganları atılıyordu.
12 Katar kraliyet ailesi kendilerine satın aldıkları imajı sonuna kadar kullanmakta kararlı görünüyor. Yazı yazıldığı sırada oynanan kupa finalinde gelmiş geçmiş en iyi oyuncu tartışmalarının yapıldığı Arjantinli takım kaptanı Lionel Messi’ye kupa töreninde Katar Şeyhi tarafından bişt adı verilen geleneksel bir kıyafet giydirildi. Kupanın kaldırıldığı bu ikonik anda Messi’nin üzerinde “milli forması” yerine Katar kraliyet ailesinin simgesi yer alıyordu. Katarlı bir şeyhin sahibi olduğu Paris Saint Germain kulübünde oynayan Messi’nin maaşını aldığı patronlarına saygısızlık yapması beklenemezdi ya da bu sirkin sonu ev sahibinin imzasını gerektiriyordu. Gökkuşağı pazubandından, zafer simgesi kara bişte egemenin simgesi galip çıktı.
13 Dünya Kupası’nın pazarlama işlerini yapan ISL Marketing’in gizli muhasebe defterlerini ele geçiren gazeteci Andrew Jennings, Issa Hayatou ve Jack Warner gibi FIFA başkan yardımcılarına yapılan gizli ödemeleri açıkladı. Dahası FIFA’nın aday ülkelere imzalama şartı getirdiği bir belgede sponsorların haklarını korumaya yönelik maddeler konulurken organizasyonda çalışanların haklarının askıya alınması talep edildi.
14 Bugün Türkiye’de erkeklerde en üst lig olan “süper lig”de tartışılan “yabancı kuralı” da ülke futbolunun gelişiminin planlanmasından çok (“kaliteli” yabancı oyuncuların rekabeti artırarak yerli oyuncuların gelişimine katkı sağlaması, kültürel kaynaşma, farklı futbol ekollerinin tercihi, kulüplerin ve ülke milli takımının uzun vadeli takım planlaması vb.) yerli ve yabancı futbolcuların transfer bedellerindeki değerlenmeye etkisi üzerinden ele alınmaktadır, ki son birkaç yıldaki kur şoku gelirleri Türk lirası, harcamaları döviz olan ve şirket sahipleri tarafından herhangi bir yasal sorumluluk taşınmadan yönetilen kulüpleri bir kez daha büyük borçlar altına sokmuştur.
15 Benzer bir millyetçilik 13 Mayıs 1990’da oynanan Dinamo Zagreb-Kızılyıldız maçında Hırvat taraftarlara saldıran Sırp polise Hırvat oyuncu Boban’ın tekme atmasıyla başlayan kavganın sokağa taşması ve ardından Sırp-Hırvat savaşını başlatan olayları tetiklemesinde görülmüştü. Futbol sahası ve tribünler tüm toplumsal konuların, çelişkilerin yansımasını taşıyan yerlerdir.
16 Brezilyalı milli futbolcu Socrates’in Sao Paulo kulübünde oyuncuları örgütleyerek kulüp içinde futbolcuların söz hakkı olmasını sağlaması bunun değişik bir örneğidir. Metin Kurt’un sendikal örgütlenme çabası da başka bir örnek.
17 https://www.takvim.com.tr/guncel/2018/04/14/cumhurbaskani-erdogan-ak-parti-basaksehir-4-olagan-kongresinde-konustu
18 Türkiye’de iktidara yakın Çalık grubuna ait AktifBank’ın kredi kartı olarak işlev gören ve 2014’ten bu yanda yürürlükteki rant ve fişleme amaçlı Passolig e-biletinin sözde güvenli hale getireceği tribünlerde son bir örnek olarak Altay-Göztepe maçında işaret fişekleri fırlatılıyor, tribünden atlayan bir taraftar maçında Altay kalecisine köşe bayrağı direğiyle vurarak yaralanmasına yol açıyordu.
19 Erdoğan’ın Kasım 2022’deki Konya toplu açılış mitinginde Konyaspor’un kente yapılan stat ve destekler sayesinde artık başarılı olduğunu ve bunu sürdüreceklerini ekonomik krizden yılmış kendi kitlesine hatırlatıyordu. Keza Trabzonspor, Kasımpaşa ve 1930’ların Güneşsporu’na her açıdan benzeyen Başakşehir’in son dönemde saray rejiminin toplumsal rıza sağlamasındaki rollerinden bahsedilebilir.
20 https://topraksaha.net/category/zat-i_muhteremler/
21 Türkiye’de altyapı sorunu tartışması da bu bağlamda esasen iktidarın çok sevdiği birer inşaattan ibaret saha, tesis, stadyumların olup olmamasının yanında ve daha çok çocukların eğitimiyle sporu birlikte yürütemeyecekleri eğitim sistemi, yoksulluktan kaynaklı yeterli beslenememe nedeniyle futbol için gereken zamanda gereken fiziksel gelişimin gösterilememesi, toplumsal yaşamdaki çelişkilerin genç futbolcuların kişisel, kültürel gelişimini sınırlaması gibi durumlarla ilgilidir.
22 Eğer Messi gibi 35 yaşında bir ikona dönüşmüş bir oyuncunuz varsa onu salt yetenekleriyle ilgili olarak değil, marka değeri olarak da yedekte oturtamazsınız, bu nedenle sahada Messi’nin topsuz oyundaki dirençsizliğini, savunmayı güçlendirecek başka oyuncularla telafi etmek durumundasınızdır, yani futbol endüstrisinin en tepesinde teknik-taktik kadar saha dışındaki dengeleri de gören insan yönetimi de öne çıkmaktadır.