İran ayaklanmalarına ilişkin Türkiye emekçi ve devrimci hareketin genişçe bölümünde tereddüt ve inkarcı tavır uzun sürdü. Bazıları İran halk ayaklanmalarına ilişkin mesafeli veya retçi/inkarcı tavrı terk etti. Fakat onlar bile ayaklanan halkın tutumuyla ilgili tereddütlerini, emperyalizmin oyununa gelip gelmeyeceklerine ilişkin güvensizliklerini sürdürdüler. Bazıları ise ayaklanan halkı emperyalizmin oyununa gelmekle pervasızca suçlamaya devam ettiler.
İktidar Dalaşı ve Halk Ayaklanması
İran halk ayaklanmalarına Türkiye emekçi sol hareketinde mesafeli durmaya birden fazla bahane ya da değişik zamanlarda değişik bahaneler gösterildi, gösteriliyor.
İran halkları, 2009’de mollaların iki kanadı arasındaki seçim dalaşında hile yapılmasını protesto vesilesiyle ayaklandı.
“Reformcu” tabir edilen molla kliğinin adayı H. Musavi, Hamaney’in başında olduğu "muhafazakar" olarak adlandırılan kanadın adayı Ahmedinejad’a karşı yarışmış, fakat “Seçim hilesi var” diye yüksek sesle itiraz etmişti.
"Yeşil ayaklanma" adı da verilen bu mücadeleyi elbette Musavi taraftarları başlattı. Fakat kent öğrenci gençliği inisiyatif geliştirerek, seçim hilesine protestoyu aştı. Üzerilerine salınan Besicler ile okul ve yurtlarda çatışmalara girişti. Eylemini molla faşizmine karşı harekete, ayaklanmaya dönüştürdü.
Küçük burjuvazi eyleme Hamaney kanadına karşı “reformcu” İslamcı gruba destek vererek başladı ama sonra eylemler içinde öğrenerek Musavi kanadından bağımsız bir hareket geliştirdi, bağımsız ayaklanmaya girişti.
Musavi çarşı esnafını gösterilere katmak istedi fakat başaramadı, burjuvazinin bu kanadını gösterilere hakim hale getiremediği gibi Musavi’nin yürüyüşlerinden ayrı olarak öğrenci gençlik protestoları Besiclerle çatışmalı ilerledi, sonuçta “reformcu” kanattan özerkleşen/bağımsızlaşan bir öğrenci gençlik ayaklanmasına dönüştü. Yüzü aşkın öğrenci şehit düştü, yüzlercesi yaralandı. Geniş çaplı tutuklamalar gerçekleşti.
“Oyum nerede?” sloganı ayaklanmanın sloganı olarak kaldıysa bile, gençlik “Besiclere ölüm”, “Diktatöre ölüm” sloganlarını yükseltti. İslamcı diktatörlüğe karşı öfkesini dile getirdi ve iktidara son verme bilincini şiarlaştırdı.
Görev süresi sona ermekte olan “reformcu” devlet başkanı Hatemi de gençliğin öfkeli başkaldırısını, rejime meydan okuma görerek bastırılmasını destekledi. Bu tavır, gerçekte gençliğin başkaldırısının “reformcu” kanattan bağımsızlaştığının, molla faşizmine karşı ayaklanmaya dönüştüğünün kanıtıydı. Dahası karşı devrimin tümü tarafından bilince çıkarılmasının ifadesiydi.
Öğrenci gençliğin mücadele mecrası 1999’da “reformcu” kanadın Salam gazetesinin kapatılmasına karşı gösterilerle başlamıştı. Öğrenci gençlik 2009 seçim hilesine karşı başlangıçta yine bu kanadı desteklemiş fakat halkçı bir küçük burjuva hareketi, rejimin Besic vurucu gücüne karşı çatışmalar içinde silahsız militan çatışmalara kadar ilerletmiş, rejime karşı kitle militanlığını yükseltmişti.
Vurgulamak gerekir ki, öğrenci gençlik sokağa geniş kitleler halinde çıkmaya başladıkça, sonraki süreçte işçilerin, yoksul kitlelerin, kadınların eylemlerinde de yer alacak, sola doğru kayacaktı.
Ayrıca, liderleri tutuklanan Banliyö Otobüs Şirketi ve Tahran İşçileri Sendikası gibi bağımsız sendikalar gösterileri destekleyen açıklamalar yapmış, Khadro otomobil işçilerinin bağlı olduğu Otomobil İşçileri Sendikası halk hareketine katılmanın kendileri için bir ödev olduğunu açıklayarak rejime karşı grevle mücadeleye katılmıştı.
Bu gerçekler, işçi sınıfının da reformcu molla kanadın iktidar dalaşını fırsat görerek yararlandığını ve bağımsız eylemiyle küçük çaplı da olsa sahneye girdiğini gösteriyordu. Öğrenci gençliğin mücadelesini “reformcu” kanattan bağımsızlaştırmasına yardımcı oluyordu.
Bu duruma rağmen, emekçi sol hareketten bazı akımlar 2009 ayaklanmasını beğenmediler. Molla faşizmi içindeki iktidar dalaşı ve molla rejimiyle ABD arasındaki çelişkiden hareketle, ayaklanmaya karşı bir tutum takındılar.
Evrensel gazetesinden A.Cihan Soylu o dönemde faşist molla rejimine karşı demokratik halkçı ayaklanmayı anlamak yerine reddederek, Ahmedinejad’ın seçim zaferini, sözüm ona emperyalist baskıya ve Batı emperyalizmiyle daha yakın olan Musavi kliğine karşı haklı bir direniş olarak övdü:
“İran’ı teslim alma politikası(...) İran halkının direnişine çarp” tı.1
Özgürlük Dünyası da konuya ilişkin benzer görüşleri paylaşarak Ahmedinejad’ın halkçılığını öne sürdü: “Ahmedinejad yoksul bir aileden gelmektedir ve politik ününü, asıl olarak, Tahran belediye başkanlığı sırasında yoksullara yaptığı yardımlarla sağlamıştır. Devlet başkanı olduktan sonra da, petrol gelirlerinden halka verilen yüzde onluk payı yüzde on beşe yükseltmiş, asgari ücreti yükseltmiş, tarımda sübvansiyonları arttırmış, üreticiye ürün fiyat bazında destek olmuş, yoksul semtlere daha fazla yatırım götürmüştür.”2
Özgürlük Dünyası ve A. Cihan Soylu ikilisi, elbette 2009 çatışmasının klik çatışmasından öte de bir şeyleri içerdiğini kabul ediyor. Fakat klik çatışmasından öte içeriği Ahmedinejad’ı (ve tabii ki o zaman dahil olduğu Hamaney kliğini) halkçılığa yakın görerek dolduruyor. Bunu yapmakla, öncelikle öğrenci gençlik hareketinin özerkleşip bağımsız bir antifaşist halk hareketine dönüştüğünü kavrayamıyor ya da reddediyor.
Musavi kanadının kapitalist dünyayla daha hızlı birleşmekten yana olduğu gerçeğini eleştirirken, Ahmedinejad-Hamaney kliğini halkçı gösteriyor, molla faşizminin halka karşı -şimdilik- daha saldırgan kanadını destekleme durumuna düşüyor.
Musavi ile Ahmedinejad klikleri arasındaki çatışma, molla faşizminin çekirdeğindeki çatışmaydı. Geçmişte molla faşizminin kurucu dönemi ve sonrasındaki en saldırgan çekirdeği birlikte oluşturuyorlardı. Onlar, molla faşizminin bütün suçlarının sorumluları. Fakat petrol-gaz ihracıyla ve aşırı sömürüyle hızla büyüyen İran sermayesinin paylaşımı ve nasıl daha fazla geliştirileceği üzerine iktidar dalaşına girdiler.
Musavi (önceki süreçte Rafsancani, Hatemi bu kliğin mensuplarıydı) dünya kapitalizminin hakim kanadıyla kaynaşarak gelişme çizgisini benimsedi. Ahmedinejad (bugün o da Hamaney kliği ile ters düşmüş durumda) ise Hamaney kliğinin bir parçası olarak Rusya-Çin ittifakıyla işbirliği içinde ve Batı emperyalistlerinin bölgedeki çıkarları karşısında Şiilere ve Filistin’e dayanarak bölgesel hegemonya politikasını yürütmekten yana oldu. Hamaney-Reisi kliği bugün de bu çizgiyi sürdürmeye çalışıyor.
Her iki klik de özelleştirmeden yana. Bu konuda aralarındaki fark Musavi kliğinin seleflerinin, örneğin Rafsancani ve diğer bazılarının özelleştirmeden kişisel sermayelerini de büyütmüş olmalarıdır.
“Yoksullara yardım”ı AKP faşizmi de yapıyor. Bu, halkı sisteme bağlı tutmanın, aşırı sömürüden bir parça dağıtarak siyasi iktidarı yıkılma tehlikesinden biraz da olsa uzak tutmanın bir aracı ve yönteminden ibaret. İşçi sınıfı ve halkların molla faşizmine karşı toplumsal mücadelesi açısından bu iki klik arasında söz konusu ettiğimiz farkın bir önemi yok. Her iki kliğin başkanlığı aldığı dönemlerde de özelleştirmeler hızlandırıldı, bu bakımdan da önemli bir fark yok. Siyasi bakımdan da halka karşı yasak ve diktatörlük uygulamada birleşen bu iki klikten Musavi, muhalefette olduğu için kitle desteği kazanmak amacıyla rejimin şiddet dozajını biraz daha azaltmaktan yana bir taktik izledi.
Ancak muhalefete düşen klik iktidar dalaşında istemeden de olsa yapmak zorunda kaldığı gösterilerle öğrenci gençlik ve kısmen de işçilerin antifaşist mücadelesinin gelişmesine vesile oldu. Musavi kliği vesile olduğu öğrenci gençliğin mücadelesinin iktidarın vurucu güçleriyle çatışmasına, “sisteme karşı” mücadeleye dönüşmesine karşı çıktı, kınadı. Fakat olan oldu engelleyemedi.
Musavi kanadının “reformcu”luğu, İslami cumhuriyetin Batı emperyalizmiyle kaynaşması yönündeki değişiklik isteğini ifade ediyor. Yoksa bu klik de demokrasi açısından önem taşıyan reform taleplerine sahip değil. Molla faşizmi çerçevesinde öğrencilerin üniversite işlerine daha çok katılması yönünde İslami öğrenci derneklerini geliştirmeyi, farklı İslami fikir taşıyan kendi yayınlarına demokrasi tanınmasını savunuyor.
Cihan Soylu ve Özgürlük Dünyası, Musavi kliğini “orta ve üst kesimlerin temsilcisi” olarak nitelerken tabii ki haklıydı. Ama Ahmedinejad’dan halkçılık çıkarması, Hamaney-Ahmedinejad kliğini övgüye boğması, buna karşılık öğrenci gençliğin molla faşizmiyle çatışan, diktatörlüğün yıkılması şiarlarını yükselten ayaklanmasını beğenmemesi, gerçeği ters yüz eden bir görüş olduğu gibi, kendi çizgisine de aykırıydı.
Çünkü sonradan A. Cihan Soylu, Kılıçdaroğlu’nun Adalet Yürüyüşü’nü desteklerken, katılınması, mücadelenin yükseltilmesi gerektiğini hararetle savunurken, İran halkının ayaklanmasına ilişkin politikasının tersini izleyecekti:
“‘Adalet Yürüyüşü’ üzerine sağ-’sol’ yan-yön ve içerik tartışması ve yürüyüş ‘menzili’nin kilometrelere vurulması tutumunun... ne denli doğru, kazandırıcı ve ilerletici olduğu aklın ve mücadele deneyim ve birikiminin ölçeğine vurulduğunda, halihazırda sürdürülen koşulcu ve izleyici tutumların... problemli ve zarar verici olduğu görülür...’akılsız sol tutum’ için bile fazlasıyla lükstür.”3
Özgürlük Dünyası ve Evrensel gazetesi yazarlarının, Erdoğan faşizmine karşı burjuva muhalefetten Kürt hareketine ve komünist harekete uzanan yelpazeyi, uygun bir aday etrafında birleştirme, CHP ile Kürt hareketini parlamento seçim ittifakında birleştirme politikası izlediği bilinen bir gerçek.
Oysa İran ayaklanmasında “akılsız sol” tutum da, yürüyüşler düzenleyen muhalefeti destekleme tutumunun da tam karşıtı bir politikayı, şiddetiyle halka kan kusturan hakim molla kliğini destekleyen bir tutum takınmıştı.
Türkiye’de izlediği politikanın tersine İran 2009 ayaklanmasını beğenmemeleri, bu arkadaşların daha çok sınıf içeriksiz kaba ulusalcı antiemperyalizm eğilimini yansıttıkları, buradan köklenen biçimde İran halkçı ayaklanmasına karşı Hamaney kliğini o gün desteklemeye yöneldikleri anlaşılıyor. Bu eğilim içinde kendilerini durduramayarak molla faşizminin hakim kliğini, “üst ve orta sınıf temsilcisi” kliğe karşı halk yanlısı övgüsüne boğdular.
Emekçi soldan diğer akımların Özgürlük Dünyası yazarlarından daha da ileri götürdükleri bu ulusalcı tutumu, halk ayaklanmalarını suçlayan gerici tavırlarla birlikte ele alalım.
Tarihin Motoru Devletlerin Mücadelesi Değil Sınıf Mücadelesidir
ABD emperyalizminin İran molla rejimiyle çelişki içinde olageldiği ve İran’da Irak ve Suriye benzeri savaşla veya başka yollarla kendi hakimiyetinde bir iktidar getirmek istediği isabetli bir tespit.
Geçmiş dünya koşullarında görece bağımsız hareket edebilen milliyetçi iktidarları, 1990 dönemecinden sonra tasfiye etmek ABD’ci yeni dünya düzeni stratejisinin başta gelen politikasıydı. SB’nin yıkılmasıyla değişen güç ilişkisi ABD emperyalizmine devasa askeri gücünü kullanarak dünya hakimiyetini sağlama imkanı verdi.
Buradan hareketle Özgürlük Dünyası, Yürüyüş, TKP ve uluslararası alanda Chavez’den James Petras’a uzanan sol yelpazedeki akımlar, antiemperyalizm adına 2009 İran halk ayaklanmasında molla faşizminden yana değişik derecelerde tavır takındılar.
Chavez’in tavrı elbette devlet politikasıydı, ABD emperyalizminin saldırganlığı ve ambargosu karşısında devletsel ve ekonomik ilişki içinde olduğu molla faşizmini destekledi. Dahası bunu antiemperyalizm olarak da satmaya kalkıştı.
Petras gibi sosyalist aydınlar ve ülkemizdeki bazı emekçi ve devrimci sosyalist akımlar ise ABD emperyalist saldırısı tehdidi altındaki burjuva devletleri, halk ayaklanmaları karşısında da destekleme tavrı takındılar.
İran molla rejimi özellikle Filistinlilerin siyonizme ve ABD emperyalizmine karşı ulusal özgürlük mücadelesine destek verdiği için, İran halklarının ayaklanmalarına kuşkuyla yaklaştılar.
Büyük emperyalist devletlerin, daha küçük burjuva devletlere karşı savaşına ve zaferine karşı olmak gerektiği doğrusunu, İran özgülünde halkçı ayaklanmaları desteklememe, beğenmeme tutumuna dönüştürdüler, hatta emperyalizmin oyununa gelmekle suçladılar.
Evrensel ve Özgürlük Dünyası yazarları, 2009 ayaklanmasını suçlar ve Ahmedinejad'dan halkçılık çıkarırlarken, esasen bu politikadan hareket ettiler. Yazılarına da yansıttılar. Özgürlük Dünyası’nın “Bölgesel Karışıklıklar” yazısı, ABD emperyalistlerinin Yugoslavya’dan başlayarak Irak’ta sürdüğü işgalci savaşlarının öyküsüyle başlıyordu. Irak’ın “ardından İran’ı kuşatıp ona yönelme...” izahıyla sürüyor, sonuçta ayaklanma renkli devrim olmasa da “istikrarsızlık, iç kargaşa, kontrol altında tutulduğu ve yönlendirebildiği sürece egemen emperyalist için tercih nedenidir” vurgusunu, ABD emperyalistlerinin oyunu uyarısını kapsıyordu.
“Ahmedinejad ... bölgede, Filistin ve Lübnan başta olmak üzere, İsrail ile vuruşan güçlere her türlü yardımı yapmış ABD ve Batı ile her zaman ve hiç geri basmadan dişe diş bir mücadeleye girmiştir”4 şeklindeki heyecanlı/destekleyici övgüsüyle, ayaklanmanın makbul olmadığını dile getirmeye çalışıyordu.
Molla rejiminin bölgede hegemonik yayılma politikası gereği ABD ve İsrail’e karşı Filistin ve Lübnan halklarını desteklemesini antiemperyalist övgüyle yüceltmek ancak ulusalcı bakış açısının ürünü olabilir.
Molla faşizminin seçim zaferini “İran’ı teslim alma politikası”na karşı “halkın direnişi” olarak Özgürlük Dünyası yazarlarının selamlaması da bu ulusalcı bakış açısından kaynaklanıyor. Derginin yazarları sonraki ayaklanmalarda tavır değiştirmek zorunda kaldılar. Dahası Türkiye’deki İranlı devrimcilerin ve sosyalistlerin İran ayaklanmaları ve işçi grevlerine ilişkin yazılarını sürekli yayınladılar
Fakat diğerleri, İran halk ayaklanmalarına karşı “emperyalistlerin oyunu” kuşkuculuğunu değişik derecelerde sürdürdüler.
Yürüyüş ve TKP yazarları bunların başta gelenleri oldu. 2009 ayaklanmasına ilişkin Yürüyüş dergisi de “İran’da kullanılan yöntemler, akla hemen Romanya gibi sosyalist ülkelerdeki karşı devrimleri, Ukrayna, Gürcistan gibi eski Sovyet ülkelerindeki emperyalizm destekli darbeleri getirdi”5 diyerek, ayaklanmaya karşı daha keskin ve net tavır koydu.
2017’de başlayan ve süreklilik kazanan ayaklanmalar karşısında ya sessizlik tutumu takınarak ayaklanmaları beğenmedi ya da yine ayaklanmaları karşı devrimcilikle açıktan suçladı.
2017 ayaklanması sürerken Teşkilatı Mahsusa’nın öncüsü Karakol Cemiyeti’nin işgal altındaki İstanbul’dan Anadolu’ya silah taşıyan “devrimciliğini” heyecanla tefrika ederken, İran halklarının molla rejiminin cellatlarına meydan okuyan şanlı ayaklanmasından bahsetmedi bile. 2019 ve 2022 ayaklanmalarına ilişkin yayınladığı Antiemperyalist Cephe açıklamasında emperyalizmin oyununa gelmekle suçlayacak derecede molla faşizmini destekledi: “ABD emperyalizmi... Irak'taki Kuzey Irak veya Suriye'deki Rojava gibi, İran'da da ‘Kürtlerin başında’ olduğu, ama gerçek yönetimin kendilerinde olduğu bir kukla iktidar oluşturmaya çalışıyor. Emperyalizm bunu daha önce, 2019 yılında da denedi.
Şimdi de Mahsa Amini'nin ölümünü bir fırsata çevirerek Kürtlerin hoşnutsuzluğunu kullanıp onları harekete geçirmeye çalışıyor.“6
Açıklama, Mahsa Jina Emînî’nin “Gerçekte nasıl öldüğünü bilmiyoruz“u, hatta “CIA'nin eğittiği kişiler arasında Mahsa Amini de var” tespitini faşist molla rejimine benzer biçimde tüm dünya halklarına yaymaya çalışıyor. Şimdiki ve 2019 ayaklanmalarını emperyalizmin “renkli devrimleri”nin birer örneği olmakla suçluyor.7
Bu devrimci gelenek ülke içinde “ABD emperyalizmine karşı herkesi birleşmeye” çağırmasına rağmen herkesle birleşmeye özen gösteren titizliğini, ilginçtir sıra İran halkları veya Rojava halklarının mücadelesine gelince tamamen bir yana bırakıyor. ABD ve batı emperyalizmiyle değindiğimiz çelişkisi olan bu burjuva gerici, hatta İran örneğindeki faşist devletleri destekleme pervasızlığını takınıyor.
Tabii ki bu tutum Yürüyüş yazarlarının ulusalcı antiemperyalizm anlayışından ileri geliyor, olaylar ayaklanmalara dönüşünce halklara ilişkin gerici bir tavra dönüşüyor.
Öyle ki, Yürüyüş yazarları, İran halklarının, yoksullarının, kadın ve gençlerinin, işçi sınıfının bilinçli kesimlerinin ayaklanmaları ısrarla yeniden yeniden üretmesini, faşist Maidan darbesine benzetecek denli gözü kara ulusalcılık sergiliyorlar: “İran'daki protestoların benzerini biz daha önce Tunus'ta başlayarak Mısır vs... ‘Arap Baharında’ gördük. Sonra Ukrayna'nın Maydan meydanında başlayan 'turuncu devriminde' gördük.”8
Yılmadan defalarca ayaklanan İran yoksul halklarından öğrenmeyi reddediyor, dünya halklarına bakıştaki ulusalcı antiemperyalizmi komploculuğa değin vardırıyorlar: “Emperyalizm önlerine bir bilgi kırıntısı atıyor, onlar onunla uğraşıyor… Şu anda 'İran için sokağa çıkan‚ sol' ne yazık tahlil, analiz yeteneğini yitirmiş. Olayları bir bütün olarak göremiyor, değerlendiremiyor. Çünkü BEYİNLERİ İŞGAL EDİLMİŞ.”9
(Burada girmeyeceğiz ama başka bir yazıda mutlaka ele alacağımız gibi kimin İran halklarının yayınlarından öğrendiğini, kimin üçüncü dünya devletçisi uluslararası haber ajanslarından bilgi kırıntısına dayandığını göstereceğiz. Zaten arkadaşlar İran halklarının katili Devrim Muhafızları’nın açıklamalarına yer vererek kime güvendiklerini kanıtlıyorlar.)
TKP ve Sol Parti de, değişik derecelerde ulusalcılıklarını yansıtarak İran halklarının ayaklanmalarını beğenmeme tavrını takınıyorlar.
TKP, 2009 ayaklanmasına tereddütlü karşıladı. Türkiye’de Kemalist burjuvazinin kazanımlarını temel almayı sosyalistliğin mihenk taşı sayan TKP, İran öğrenci gençliğinin molla faşizmine karşı halkçı demokratik ayaklanmasını beğenmedi. Zaten var olan ulusalcılığına enternasyonal alandan bazı MRzine yazarları ve James Petras’tan dayanak bularak, onların molla faşizminin devleti lehine tezleri üzerine egzersiz yaptı, ayaklanmayı hoş karşılamadı, yok saydı.
Hatta “Molla rejimi 30 yılını götürdü İran'ın, ‘Amerikancı yeşil devrim’ bir o kadar daha götürür” vurgusuyla, ABD ile uzlaşma yanlısı Musavi destekçiliğini ve ABD’ci liberal bir rejimin işbaşına gelmesi tehlikesini ve işin içinde ABD parmağını ayaklanmanın baskın yönü olarak gördü.
“Başta ABD, emperyalist ülkeler İran'ı ‘düşürmek’ için her yolu deniyor... İran'da ‘demokrasi’ adına ABD ya da Avrupa'dan medet umana solcu değil hain denmesi her yerde olduğu gibi meşrudur”10 uyarısında bulundu.
Sonuçta öğrenci gençliğin bağımsızlaşan halkçı ayaklanmasını, işçi sınıfının bilinçli kesiminin temsilcisi olan ve liderleri hapse atılan sendikacıların ayaklanmayı destekleyen tutumu ile on binlerce otomotiv işçisinin grevle ayaklanmaya katılımını yok saydı.
Huzistan yoksul halkının başlattığı ve sonra İran halklarının ülke çapında katıldıkları, susuzluğa ve yoksullaşmaya karşı 2017 ayaklanmasında ise ulusalcı endişe ve uyarılarını tekrarlamaktan vazgeçmedi, yine ayaklanmayı beğenmedi.
Kemal Okuyan, “İran’da sokağa çıkanların ne istediği karışık ” diyerek, İran halklarına güvensizlik duymaktan çekinmedi. Halkın sosyal ve özgürlük taleplerini haklı bulurken ulusalcı kuşkuculukla “Sahte özgürlükler uğruna emperyalist statükoya boyun eğmek"11
gerekmediği uyarısında bulunmaktan vazgeçmedi.
Oysa 2017 İran ayaklanmasında baskın olan halkın molla rejimine karşı özgürlük ve kapitalist yoksullaştırmaya karşı sosyal taleplerle harekete geçmesiydi.
2019 ayaklanması “reformcu” Ruhani hükümetinin petrol fiyatlarına fahiş zam kararlarına karşı patlak verdi. Bu ayaklanma da İran yoksullarının ayaklanmasıydı. Başlangıçta Hamaney kliğinin biraz kışkırtması da rol oynadı ve Meşhed ile Kum gibi dindar halkın yaşadığı yerlerde başladı. Kısa sürede bütün İran’a yayıldı. İki klik ayaklanmayı şiddetle bastırmada birleşti. Bin 500 kişiyi katletti, binlercesini de zindana attı. Bu kez de İran halkları ayaklanmayı TKP’nin ulusalcı liderlerine beğendiremedi.
Kemal Okuyan bir kez daha emperyalizmin parmağının varlığını dile getirmeden rahat edemedi:“Lübnan ve Irak’ta... İran’ın kendisini de eklediğimizde bu üç ülkede yoğun protesto gösterilerinin ortaya çıkmasında ABD parmağı aramak için illa komploculuğa esir düşmek gerekmiyor.”12
Şimdi devam eden 2022 ayaklanmasına ilişkin de aynı ulusalcı kuşkuculuğu sürdürüyor:
“ABD, İngiltere, Almanya, Fransa'nın İran'da bağlantılarının olmayacağını düşünmek hayal olur.”
“Bunun sonuçları ne olur? Hangi yöne gideceğine bağlı. İran'da açıktan ABD yanlısı bir iktidar bu bölgenin felaketi olur.”
“Bu halk hareketi olgunlaşacaksa ki eninde sonunda olgunlaşacak, bu Batı destekçisi ithamını bertaraf etmek zorundadır.”
Ayaklanan halkın ulusalcı Kemal Okuyan’dan daha olgun olduğu kuşkusuz. Yoksa “dış güçler” martavalını bir kenara atarak ayaklanamazdı.
“Ortaya çıkacak güçler içindeki yurtsever güçlerin... antiemperyalist bir çizgiyi güçlendirmesi gerekir.”13
Kemal Okuyan, emekçi, halkçı, antifaşist niteliği olan güçlerin ortaya çıkması ve ağırlık koyarak ayaklanmaya bu çizgiyi hakim kılmasını temenni etmiyor ve güvenmiyor. Yurtseverliği baskın olan güçler olarak ulusalcıların öne çıkmasını temenni ediyor, emperyalizmin oyununa onların gelmeyeceğine güveniyor. Bu, elbette sınıf içeriksiz ulusalcılığı bu son ayaklanmaya ilişkin de sürdürdüğünü gösteriyor.
İran halkları, kadınlar ve öğrenciler antifaşist halkçı yanı, işçiler de ayaklanmaya grevle katılarak emekçi yanı güçlendiriyor. Bu, öncüsüz halk ayaklanmasının başlıca güvencelerinden biri ama Okuyan halklara ve emekçilere de güvenmiyor. Başsız kalmış halk yurtsever güçleri öncülüğe çıkarmazsa mutlaka emperyalizme kaçar, diye düşünüyor. Tabii komünist ve devrimci güçlerden daha öncelikli olarak yurtsever güçlerin çıkmasını temenni etmesi onun ulusalcılığa ne denli battığını da gösteriyor.
Birgün gazetesi 2017 ayaklanmasına sayfalarında geçmiştekinden farklı olarak çokça yer verdi. Fakat ÖDP liderleri ve Birgün yazarları, anlaşılan ulusalcı kuşkudan kurtulamadılar. ÖDP BK üyesi Önder İşleyen, “Trump’ın açık biçimde ortaya koyduğu üzere direnişi rejim değişikliği doğrultusunda bir iç savaşa yöneltme doğrultusundaki müdahalelerin hızla devreye sokulduğu” tehlikesini vurguladı.
“Sol hareketin bu isyanları toptancı bir yaklaşımla bakarak, içindeki farklı dinamikleri görmeksizin koşulsuz biçimde desteklemesi”ne14 karşı çıktı.
Birgün yazarı ÖDP’li Mustafa K. Erdemol da ayaklanmada emperyalizmin parmağına işaret etmeden duramadı: “Mutlaka birtakım ‘merkezler’ işin içinde... 2009 olaylarında İngiltere’nin çok büyük etkisi olduğu ileri sürülmüştü.”15
Birgün gazetesi, 2022 ayaklanması başladığında ilk günlerde haber yapmaya değer bile görmedi. Konuya giriş yapan yazarları molla rejiminin paramiliter ve militer güçlerini teşhir etti ama halk hareketine ve desteklemek gerektiğine ilişkin giriş bile yapma ihtiyacı duymadı.
Sol Parti liderleri ve Birgün gazetesi bu ayaklanmayı beğenmemişti. Bu tavırları sahip oldukları ulusalcı kuşkuculuk görüş açısından kaynaklandı.
Ayaklanmanın başlangıcından ancak10 gün geçmişken Sol Parti’nin deneyimlilerinden M. Pekdemir halkçı ayaklanmayı öven yazısıyla giriş yaptıktan sonra Birgün İran halklarının ayaklanmasına değer vermeye başladı.
Burada vurgulamak gerekir ki, Yürüyüş yazarları ulusalcı at gözlüğü nedeniyle İran sol ve devrimci hareketinin yazılarını okumadan halkçı ayaklanmaya karşı molla faşizminden yana tutum alıyorlar. Fakat TKP, Sol Parti ise araştırdıkları halde ulusalcılığın etkisiyle emperyalizm oyununu arayan ve İran ayaklanmalarını beğenmeyen tutum takınıyorlar.
Ulusalcı kuşkuculara bir kez daha Lenin’in 1905 ayaklanması üzerine yazdıklarını hatırlatalım: “Saf bir toplumsal devrim bekleyen... gerçek bir devrimin ne olduğunu hiç anlamayan sözde-devrimcidir.” “1905 Rus devrimi bir burjuva demokratik devrimdi. Bu devrim, nüfusun hoşnut olmayan bütün sınıflarının, grup ve öğelerinin vermiş oldukları bir dizi savaşı içerdi. Bunlar arasında en barbar önyargılara sahip bulunan en muğlak ve akılalmaz amaçlar için savaşan yığınlar vardı, Japonlardan para alan küçük grupçuklar vardı, spekülatörler, serüvenciler vb. vardı. Nesnel olarak, yığınların hareketi çarlığı sarsıyor ve demokrasi yolunu açıyordu. Onun için bilinçli işçiler hareketin başında idiler.”16
Ve tarihin motoru devletler arası mücadele değil sınıf mücadelesidir, vurgusuyla bölümü bitirelim.
İran’da İzlenmesi Gereken Çizgi ve Bizim Ulusalcılar
Kahramanca mücadele eden ve 5 yıl içinde 3 ayaklanmadan ve arada çok sayıda grev eylemlerinden geçen İran halklarını olgun olmamakla suçlayan Kemal Okuyan da, ulusalcı antiemperyalizmi İran özgülünde gerici tutuma vardıran Halk Cephesi de, ulusalcı kuşkuculuğunu yansıtan Sol Parti de, ulusalcı cehaletlerini sergiliyorlar.
İran molla faşizmi, ABD’ci emperyalist kampa karşı Çin-Rusya emperyalist ittifakının müttefiği kapitalizmin iktidarı. Petrol-gaz ihracı ve iş gücü talanıyla sermaye birikimini hızlandırıyor, özelleştirmelerle rejim yandaşlarını palazlandırıyor.
Bugün dünyanın işçi sınıfı ve ezilenlerinin karşısındaki baş düşman ABD’ci kamp ama Rusya-Çin ittifakı da bir diğer temel emperyalist düşman.
Emperyalizm, bağımlı ülkelerdeki kapitalist sınıf ve devletlere dayanmadan hakimiyetini sürdüremez.
Bu nedenle işçi sınıfı ve ezilenler, emperyalist devletleri hedef aldıkları gibi bağımlı ülke burjuvazilerini ve devletlerini de hedef alırlar.
Bağımlı kapitalist ülkelerin her birindeki işçi sınıfı ve ezilenler, ülkeleri işgal altında değilse, öncelikle kendi ülkesinin burjuvazisini ve devletini devrim ve sosyalizm mücadelesinde temel hedef almalı, onu yıkma eylemiyle başlamalıdır.
Bağımlı ülkelerin büyük çoğunluğu siyasi bakımdan kendi “bağımsız” devletlerine sahip ama ekonomik mali bakımdan bu dönemde sömürge durumundalar. Emperyalist dünya tekelleri ve mali sermayesi bağımlı ülkelerde de ülke içi kapitalist egemenliğin içinde ve ortağı durumunda. Burjuva devletler o sermayenin de iktidarını temsil ediyorlar.
İşçi sınıfı ve ezilenlerin kendi ülkesini burjuva devletini yıkma eylemi aynı zamanda emperyalist mali sermayenin ortak iktidarını ve dolayısıyla emperyalizmin o ülkedeki hakimiyetini yıkma eylemidir.
Bu nedenle, mali ekonomik sömürge devletlerde, devrim esasen burjuva diktatörlüğünü, rejim faşist ise faşist diktatörlüğü yıkmayı esas alarak başlar, antiemperyalizm bu asıl göreve tabi ve onunla kopmazca bağlı devrimci bir görevdir. Ve tabii ki kadın özgürlükçü, ekolojist ve halkçı karakterlilik de devrimin başlangıç adımının nitelikleri arasındadır.
İran ve Türkiye devrimlerinin başlangıç adımı aynı zamanda antisömürgeci karakterdedir. Çünkü iki ülke burjuvazisi de ezilen ulusları üzerinde sömürgeci boyunduruğa sahiptir.
Yine İran ve Türkiye açısından antifaşizm devrimin başlangıç adımının diğer karakteristik özelliğidir.
Bu karakteristik özelliklere sahip devrimin ilk adımında burjuvazinin faşist diktatörlüğünü yıkmak, diğer görevleri kendisine tabi kılınması gereken merkezi görevdir.
Madem ki dünya kapitalizmine hakim olan emperyalizmdir, o halde emperyalizmle çelişkisi olan her güçle birleşmek, devrimci halkçılığa da, faşizmi yıkma amacına da, sosyalist devrim temel amacına da karşıt bir çizgidir. Kaba ulusalcı bakış açısını yansıtır, ulusalcı görüşten kaynaklanır.
Halk Cephesi, Türkiye açısından zaman zaman ulusalcı tavra düşse de pratik çizgisinde burjuvazinin faşist diktatörlüğünü yıkma görevini devrimin merkezi görevi olarak ele alıyor diğer yandan Kürt ulusal özgürlük mücadelesi karşısında ulusalcı antiemperyalizme düşmekten de kaçınamıyor. İran ve diğer benzer ülkelere gelince ulusalcı çizgiye kaymakta tereddüt etmiyor. İran halk ayaklanmalarına karşı ulusalcı bakış açısını gerici ve molla faşizmi yanlısı bir tavra dönüştürecek denli ileri götürüyor, derinleştiriyor.
TKP ise, Türkiye devrimine ilişkin ulusalcı bakış açısına sahip. 2007 ve 2017 kongre ve konferanslarında Türkiye’nin Batılı emperyalist güçlerce bölünüp parçalanma tehlikesiyle karşı karşıya olduğu milliyetçi paranoyasını programatik karar haline getirdi. “Devrim”in merkezi görevinin bu parçalanma tehlikesine karşı mücadele olduğu görüşünü de aynı kongre ve konferanslarda karalaştırdı.
TKP liderlerinden Kemal Okuyan, bu paranoyak milliyetçi görev tespiti nedeniyle, ABD Erdoğan’ı indirme operasyonu başlatırsa, nasıl ki Erdoğan’ın işbaşına getirilmesine karşı çıktılarsa şimdi de olası iktidardan indirmeye karşı da çıkacaklarını rahatlıkla bu bakış açısı nedeniyle yazabildi.
TKP ayrıca ulusların kaderlerini kendilerinin tayin etmesi hakkını da gericilikle suçlayacak denli şovenist. Çünkü ezilen ve sömürge uluslar şimdi neredeyse tümüyle çok uluslu bağımlı ülkelerde var. TKP ulusalcılığı bu devletlerden ayrılma hakkına karşı da benimsiyor.
TKP bu bakış açısını İran ve Suriye’ye ilişkin olarak da yansıtıyor. Bu nedenle İran halk ayaklanmalarını beğenmiyor, ulusalcı kuşkuculukla yaklaşıyor.
Ulusalcı paranoyasına bolca sosyalizm laflarını örtü olarak kullanmayı ise grubunu kıskançça koruma partikülarizmi nedeniyle yapıyor.
Eleştirdiğimiz diğer iki akım da burjuvazinin faşist diktatörlüğünü yıkmayı merkezi görev olarak devrimin ya da mücadelenin önüne koymada yalpaladıkları ölçüde, özellikle görece özerk davranan bağımlı burjuva devletlere karşı o ülke halklarının mücadelesinde ulusalcı yalpalamalara düşebiliyorlar.
Ulusalcı kuşkuculuk değil, sosyalizm temel amacına bağlanmış biçimde; faşist diktatörlükleri yıkmayı devrimin başlangıç adımının merkezi görevi olarak görmek; diğer görevleri bu göreve tabi kılmak; İran,Türkiye ve Kürdistan’da komünistlerin ve tutarlı devrimcilerin izleyeceği çizgi olsun!
Komünist ve tutarlı devrimci hareket, İran halklarının kahramanca ve her ayaklanmadan öğrenerek yürüttüğü mücadelenin, ikircimsizce yanındadır. Yanında olmaya devam edecektir.
Notlar
1 Evrensel gazetesi, 18.06.09
3 https://www.evrensel.net/yazi/79387/sol-hastalik-kroniklestiginde
5 yuruyus.com
6 https://www.halkinsesitv.info/2023/01/iran-emperyalizm-mevcut-iktidar.html
7 Adı geçen açıklama
8 Adı geçen açıklama
9 Adı geçen açıklama
10 https://haber.sol.org.tr/yazarlar/kemal-okuyan/iranda-solcu-olmak-zor-2090, Kemal Okuyan
11 https://haber.sol.org.tr/yazarlar/kemal-okuyan/iran-ve-turkiye-yeni-yila-nasil-girdi-223419
12 https://haber.sol.org.tr/yazarlar/kemal-okuyan/dis-dusmanla-terbiye-etmek-274649 20.11.2019
14 https://www.birgun.net/haber/degistirmek-mumkun-ama-nasil-199949
15 https://www.birgun.net/haber/boyle-basladi-nasil-biter-kim-bilir-198185
16 Lenin, Ulusların Kaderlerini Tayin Hakkı, Sol Yayınları, s. 198-199