Jîna Mahsa Emînî’nin 14 Eylül 2022 tarihinde katledilmesiyle Rojhilat’ta başlayan ve tüm İran’a yayılan devrimci ayaklanma dördüncü ayını geride bıraktı. Tüm halkları ve inançları aynı çizgi ve amaçlar etrafında birleştiren ve dünya halkları için umut dalgası yaratan ayaklanmanın neden-sonuç ilişkisi kadar, tarihsel arka planında yatan devrimci tarihi anlamak temel önemde. Rojhilat ve İran halklarının günbegün büyüttükleri ayaklamanın güçlü geçmişi bugününe güç ve ivme kazandıran manivela olduğu gibi geleceğine de ışık tutuyor.
Rojhilat ve İran tarihi devrimler ve ayaklanmalar tarihidir. Son ayaklanma, kendisinden önce 43 yıllık dönemde gelişen ayaklanmalardan farklı olarak, 1979 demokratik devrim süreciyle benzerlikler taşımaktadır. Ayaklanmacıları, faşist molla rejimine karşı birleştiren “Be şeref” (Şerefsizler), “Bîmre Komara İslamî” (Kahrolsun İslam Cumhuriyeti), “Bîmre diktator- Merg ber diktator” (Kahrolsun diktatörlük), “Tank, tup, feşfeşe; akhund bayed gom beşe!” (Tank, top, plastik mermi; Mollalar yok olmalı!) sloganlar on yılların birikimiyle oluşan toplumsal bilincin yalın yansımasıdır. Rojhilat ve İran’ın tüm kentlerinden yükselerek, dünyaya yayılan “Jin, jîyan, azadî” şiarı ise; ayaklanmayı yerel zemininin ötesine taşıyarak, küresellik ruhunu oluşturan harçtır. Bu durum küreselleşen sömürgeci emperyalist dünyaya karşı, ezilen halkların küreselleşen özgürlük isteminin gücünün yansımasıdır.
Rojhilatlı Jîna Mahsa Emînî için kendiliğinden bir bilinçle başlayan eylemler, kısa sürede sıçramalı bir biçimde büyümüş ve nihayetinde ayaklanmaya dönüşmüştür. Ayaklanmacıların hedefi, ekonomik ya da sosyal sorunlarının tek tek çözümü değildir. Ortak hedef, tüm sorunların ana kaynağı faşist molla rejiminin yıkılmasıdır. Ayaklanmacılar, faşist molla rejimiyle uzlaşma kapılarını kapatmışlardır. 43 yıl önce, Rojhilat ve İran halklarının şah diktatörlüğünü deviren demokratik devriminin üzerine konarak, gerici faşist rejimlerini kuran mollalar, bu defa ayaklanmacıların kendilerini devirmelerinden korkuyorlar. Gerici faşist mollalar, Rojhilat ve İran halklarının tarihsel geçmişini ve gücünü iyi biliyorlar.Tam da bu nedenle sürecin kendilerini devirecek bir devrime dönüşme olasılığının farkındalığı ile hareket ediyorlar. Sokaklarda ölüm saçan katil ordularının yanı sıra faşist molla lideri Hamaney’in elinde idam ilmeğini durmadan sallaması bundandır.
Çok uluslu ve inançlı toplum yapısına sahip İran, milyonlarca Azeri, Kürt, Arap, Gil, Mazani, Beluci, Lor, Türkmen, Gaşgayi ve Fars halklarından oluşuyor. Bu halklardan Kürtler, Beluciler, Araplar ve Azeriler ulusal temelde örgütlenmiş durumda. Buna karşın Fars egemenliğinin olduğu ülkede, aynı halklar bağımlı ve sömürge konumunda. Halklar arasında ulusal temelde belirgin çatışkılar olmasa da, Şia ve Suni İslam ayrımı ile Reya Heq (Kürt Aleviliği) inancı üzerinden yaratılan bölünmeler mevcut. Son ayaklanmanın ayırdedici özelliklerinden biri de bu noktada ortaya çıkıyor. Ayaklanma dinsel ve inançsal ayrımları ve bölünmeleri talileştirmiştir. Ayaklanmanın temel krizini ise, devrimci önderlik boşluğu oluşturmaktadır.
Rojhilat ve İran devrimci tarihinin öncülleri
Mevcut ayaklanma, Rojhilat ve İran halklarının devrimci tarihinin ortaya çıkardığı, kazanımların ve yenilgilerin izlerini taşıyor. 1979 demokratik devriminin yenilgisi, sonraki dönemlerde ortaya çıkan ayaklanmaların geri çekilme ve sönümlenme süreçleri ve oluşturduğu toplumsal bilincin, bir ucu gerici faşist molla rejimine çıkarken bir ucu da devrimci önderlikten yoksunluk sorunsalına çıkıyor.
Rojhilat ve İran’da demokratik, devrimci kazanımlar ile başlıca ayaklanmaları ifade etmek gerekirse; 1906 Meşrutiyet Devrimi, 1945-46 Demokratik Azerbaycan Cumhuriyeti, 1946 Mahabad Kürt Cumhuriyeti, 1953 demokratik halk ayaklanması, 1968 öğrenci hareketi, aylarca devam eden 1979 petrol işçileri genel grevi, Şubat 1979 halk ayaklanması ve devrimi, Temmuz 1999 öğrenci ayaklanması, 2009’da Tahran ve Tebriz merkezli ayaklanma, 2017 ayaklanması, 2019 ayaklanması, 2020 ayaklanması ve son Eylül 2022 ayaklanması olarak sıralanabilir.
Tüm bu devrim ve ayaklanmaların her birinin kendine özgü karakteri, neden ve sonuçları söz konusudur. Buna karşın önemli bir bölümünün başlangıç noktasında, dünyada gelişen sosyalizmin etkisi ve özelde de İran’ın yanı başında kurulan Sovyetler Birliği’nin özel bir payı vardır.
20. yüzyılın ilk yarısında, Rojhilat ve İran’da sosyalizm düşüncesi güçlenmiş, dünyada gelişen sosyalist mücadele ve devrimlerden etkilenen devrimci, sosyalist örgütler, hareketler kurulmaya başlanmıştır. Aynı yıllarda köktendinci gerici ulema da kendisini örgütlemeye, etkinlik alanını genişleterek kitle tabanı oluşturma çalışmalarına hız kazandırmıştır.
Devrimci hareket bakımından ilk olarak, "53'lü" olarak anılan ve kendilerini komünist olarak tanımlayan bir grup ortaya çıkmıştır. Bu grup kitleler içinde ciddi bir etkinlik gösteremeden, önderlik kadroları tutsak düşmüş ve önderi konumundaki Dr. Tagi Arani'nin hapishanede yaşamını yitirmesi ile dağılmıştır. 1941 yılına gelindiğinde, kendilerini “53’lü”lerin devamcısı olarak gören TUDEH Partisi (İran Kitleler Partisi) kurulmuştur. TUDEH, toplumda oluşan sosyalizm düşüncesinin etkisiyle hızla büyüyüp, gelişmiş ve geniş bir örgütlülük düzeyine ulaşmıştır. Özellikle işçi sınıfı, polis teşkilatı ve ordu içerisinde geniş bir örgütlülük düzeyi yaratmıştır.
Dönem bakımından kapitalist üretim ilişkilerinin yeni geliştiği İran’da, işçi sınıfı hareketinde ve sendikal örgütlülük düzeyinde de yükseliş söz konusudur. Başkent Tahran’da 1950 yılında, 50 bin sendikalı işçi vardır. Sendikaların yönetim organlarında ise önemli oranda TUDEH kadroları bulunmaktadır. 1950-1955 yılları arasında Tahran'da on binlerce işçinin katıldığı sayısız eylem yapılmıştır. TUDEH’in kadınlar arasındaki etkisi ve örgütlülüğü de azımsanmayacak düzeydedir. Bünyesinde kadın örgütlülüğünü de yaratan ilk parti konumundadır.
Rıza Şah döneminde devrimci hareket
Ağustos 1953’e gelindiğinde, ABD ve İngiltere’nin desteğiyle gerçekleştirilen Muhammed Rıza Pehlevi-Şah Darbesi devrimci hareket bakımından önemli bir dönemeçtir. 1941 yılında babasının yerine geçen Rıza Şah, 1951-1953 yılları arasında iktidarı Musaddık’a kaptırmış ve kendisi yurt dışına kaçmıştır. Rıza Şah, iktidarı yeniden almanın yolunu, darbe olarak belirlemiş ve ABD ile İngiltere’nin desteğini de alarak harekete geçmiştir.
Darbe, TUDEH için sınanma eşiğidir. Bu eşikten geçemeyince devrimci yükselişi kırılmış ve gerileme süreci başlamıştır. Bu gerileme ideolojik savrulmayla birleşerek, uzlaşmacı, liberal TUDEH’i ortaya çıkarmıştır. TUDEH, tüm siyasi dengeleri alt üst edecek ve iktidar yapısına yön verecek olan darbeyi, sessizlikle izleme çizgisinde karşılamıştır. Darbeye karşı, işçiler harekete geçirilmediği gibi, Tahran polis teşkilatında 600'ü bulan subay ve rütbeli üyeler, ordu içindeki yüzlerce subay ve rütbeli üyeler de harekete geçirilmekten kaçınılmıştır. İktidar iddiasından yoksun olan TUDEH, kendisini muhalefet olarak sınırlandırmış; bu yoldan daha önce ülkeden kaçmak zorunda kalan Şah’ın, geri dönüşünü fiilen hızlandırmıştır. Bu politika, TUDEH’i fiilen Şah’ın politikalarına yedeklemiştir.
Darbeyle iktidara gelen Rıza Şah, ilk iş olarak ulusal cephe ve Musaddık'tan çok “komünizm tehlikesi” olarak gördüğü TUDEH’e savaş açmıştır. Önderlik kadrosunun önemli bir kısmı, yüzlerce parti sempatizanı gözaltına alınmış ve işkenceli sorgulardan geçirilerek tutuklanmıştır. Kimileri ise sokak infazlarıyla katledilmiştir. Yakalanmayan TUDEH üyeleri ise, Avrupa’ya çıkarak buradan şaha muhalefet etme zemininde kendilerini konumlandırmıştır.
Şah diktatörlüğü için, TUDEH'in çökmesi komünizmin yeniden canlanmasının önlenmesi için yeterli değildir. Bunun için demokratik özgürlükleri askıya alma, güçlü bir polis istihbarat ağı kurma, ordu mekanizmalarını yaratma ve her ihtimale karşı, özellikle de sosyalist hareketin gelişimine karşı dini temelleri güçlendirme planı uygulamaya konmuştur. İlköğretim dahil tüm okullarda din dersleri, orta okullarda ise Kur’an dersleri zorunlu hale getirilir. CIA’in 1976 yılında yayınladığı verilere göre, 23 yıllık süreçte 36 milyon nüfuslu İran’da, devlet himayesinde 70 bin cami mevcutken, 300 bin molla değişik kurumlarda eğitimci olarak görev yapmaktadır. “Komünizmle mücadele” adı altında, kurulan istihbarat örgütü SAVAK’dır. Herhangi birinin şah karşıtı olması, işkenceden geçirilmesi için yeterlidir.
TUDEH’in yenilgisinden doğan devrimci Fedailer
Sınırsız faşizm ve diktatörlük koşullarında, TUDEH içinde “Direniş göstermeyelim, önce toparlanalım” düşüncesi hakim hale gelmiştir. Ancak bu fiili teslimiyet anlayışı, Sovyet, Vietnam, Cezayir, Küba, Çin devrim deneylerini inceleyen ve bunlardan etkilenen genç devrimciler için kabul edilemezdir.
Genç devrimciler açısından, “Savaşmayacaksak yaşamamızın ne anlamı var?” sorusu tartışmaların merkezinde durur. Kopuşun mihenk taşı 1953'te “Parti neden darbe karşıtı bir direniş cephesi açmadı?” sorusu olur. Bu tartışmalarda öncü konumunda olanlar, “Silahlı Mücadelenin Gerekliliği Ve Hayatta Kalmaya Dayalı Teorinin Çökertilmesi” çalışmasını yapan Perviz Puyan, TUDEH'in gençlik yapılanmasında yönetici olan Bijen Cezeni ve eski Milli Cephe üyesi Mesut Ahmetzade’dir. Bu çıkış, bir dönemle hesaplaşmanın ve Marksizmi esas alan devrimci gerilla hareketinin doğuşu anlamına gelmektedir. Kendini korumayı amaç edinmiş ve iktidar iddiasından yoksun parti eleştirisi, Halkın Fedaileri gerillalarını tarih sahnesine çıkarmıştır.
Fedailer, ilk etapta lider kadrolarının başında bulunduğu üç hücre biçiminde örgütlenirler. Bu hücreler Meşhed, Tebriz ve Tahran merkezlidir. Tahran hücresinde Bijen Cezeni, Hasan Ziya Zarifi, Ali Ekber Farahani ve Hamid Eşref bulunmaktadır. Meşhed hücresinde Mesut Ahmetzade ve Emir Perviz Puyan varken, Tebriz hücresinin başında Behruz Dehgani ve Samed Behrengi vardır. Fedailer harekete geçmeden önce, silahlı mücadeleye hazırlık, kır ve kent gerillacılığı konusunda eğitim için, Filistin’e giderek bir dönem burada konumlanmışlardır.
Fedailerin ilk eylemi ise, 8 Şubat 1971’de Siyahkel kentinde bir jandarma karakoluna yaptıkları baskındır. Şah’ın kendisini en güçlü hissettiği anda yapılan bu eylem, Şah rejimine meydan okuma anlamını taşımaktadır. Eylem verilen kayıplara rağmen, halk tarafından büyük bir coşkuyla karşılanır. Tam da bu nedenle 1979 demokratik devrim sürecinde Fedaileri halk “devrimin silahlı bekçileri” olarak adlandırarak, eylemlerde “Yeni Siyahkel'ler yaratmaya!” sloganını yükseltmiştir.
1960'lar sonrası Şah rejimine karşı silahlı mücadeleyi savunan başka gruplar da vardır. Ancak 1970'li yıllara kadar, önemli bir kısmının kadro gücü SAVAK tarafından deşifre edilip, katledilmiştir.
TUDEH’den ayrılan ve Kruşçev revizyonizmine karşı, Stalin dönemi sosyalizmini savunan Dr. Frutan ve arkadaşları Tufan örgütünü kurmuş; İslami temelde gelişen ve 1982 yılına dek Marksizmi “devrim bilimi” olarak savunan Halkın Mücahitleri Örgütü 1965’de kurulmuştur. 1975 yılında ise, Halkın Mücahitleri Örgütü’nden ayrılan bir grup tarafından Peykar Örgütü kurulmuştur.
Rıza Şah diktatörlüğü, toplumsal rıza üretmek adına 1962'de “Ak Devrim” adıyla kapitalist reform programını uygulamaya koymuştur. Kapitalist dünyayla uyum adına, toplumsal alanda ve özelde de kadınların yaşamında kimi iyileştirmeler yapılmış olsa da amaç başkadır. Esas hedef, iç pazarın genişletilmesi ve gelişmekte olan sanayi ile onun gerisinde kalan tarım sektörleri arasındaki dengesizliğin azaltılmasıdır. Bu yoldan kapitalizmin gelişimini yavaşlatan kapitalizm öncesi ilişkilerin, egemen sınıfların eliyle yapılacak reformlarla, ortadan kaldırılması ya da zayıflatılması planlanmıştır.
Şah diktatörlüğü ABD ile iş birliği temelinde, kapitalist reform programı için 26 Ocak 1963'te referanduma gider. Referandum, Şii ulemanın geniş kesimleriyle, işbirlikçi-tekelci burjuvazi ve büyük toprak sahiplerinin monarşik-faşist diktatörlüğü arasında gerilim ve çelişkilerin dönüm noktası olur. 4 Haziran 1963'te, Şii ulemanın önde gelen din adamlarından, Humeyni ve Kumi tutuklanır. Tutuklamalar protesto eylemlerinin fitilini ateşler. Genellikle esnafların, öğrenci ve din adamlarının katıldığı eylemlerde, yüzlerce kişi yaşamını yitirirken, binlerce kişi de yaralanır.
Şah diktatörlüğü, eylemleri bahane ederek sıkıyönetim ilan ederek, Diriliş Partisi dışındaki tüm partilerin siyasi faaliyetlerini yasaklar. Ayrıca devlet bütçesinin önemli bir kısmı orduya ayrılmaya başlanır. Şii ulemanın önde gelen ismi Humeyni’nin, 1964 yılında Irak’a sürgüne gönderilmesi yoluyla Şii ulemanın zayıflatılması hedeflenir. Oysa sürgün, Şii ulemayı zayıflatmak bir yana, daha fazla güçlendirerek kitle tabanını genişletir.
1979 Demokratik devrim günlerinde
Şah diktatörlüğüne karşı mücadele eden devrimci örgütlerden, en etkili ve güçlü konumda bulunan örgütler Halkın Fedaileri ve Halkın Mücahitleri’dir. 1970'li yıllarda illegalite koşullarında yüzlerce şehit vermiş, yürüttükleri savaşımla kitleler üzerinde büyük bir etki yaratmışlardır.
1979 demokratik devrim döneminde, Fedailerin çağrılarına yanıt verecek kitle tabanı 500 binle ifade edilmektedir. Fedailerin bu kitleyle organik bağları ya da örgütleme düzeyi ise zayıftır. Bu, halkın sunabileceği geniş olanaklara ulaşmalarının önünde en büyük engeldir. Öncü savaş yürüten Fedailer, kitleler içinde önderleşme görüş açısından uzaktır. Bu da düşman saldırılarında daha fazla savaşçının, kadronun kaybı anlamına geldiği gibi, iktidar mücadelesinin de gerisine düşmektir. TUDEH eleştirisinde ortaya çıkan, savaşma iradesi var edilmişken, iktidar iddiasındaki yoksunluk pratik bir özeleştiriye dönüşememiştir.
Şii ulema ise, binlerce camiden, medreseden, vakıftan oluşan kurumsal temele sahip durumdadır. On binlerce din adamından, medrese öğrencisinden oluşan bir siyasal orduya sahiptir. Mali olanakları da aynı genişliktedir. Üstelik Rıza Şah diktatörlüğünün, sona yaklaştığını anlayan ve devrimci hareketin yükselişine karşı, alternatif arayışına giren kapitalist burjuva kamp, Irak’a sürgüne gönderilen Humeyni’yi yeniden hatırlamıştır. ABD'nin Sesi, BBC, Fransa, Almanya ve İsrail radyoları Humeyni'nin her konuşmasını anında yayınlamaya başlamıştır. Kapitalist kamp için Humeyni, sosyalizm ihtimaline karşı elverişli bir alternatiftir. Bu da 70 bin cami ve 300 bin mollasıyla, siyasal ordusunu hazırlayan Humeyni'nin, iktidar hedefine yakınlaşmada işini kolaylaştırmıştır.
Demokratik devrim hırsızı faşist molla Humeyni
1977'de büyük merkezlerde yoğunlaşmış işçi sınıfının sayısı 2.5 milyonu bulmaktadır. Ancak işçi sınıfı, rejim ajanlarınca yönetilen resmi sendikalar dışında örgütlülüğe sahip değildir. İşçi sınıfının, 1941-53 yıllarında yarattığı militan devrimci gelenek, TUDEH’in geri düşüşü sonrasında yitirilmiştir. Kent gerillası olarak örgütlenen ve eylemlerini bu temelde yapan Halkın Fedaileri ve Halkın Mücahitleri’nin çalışmalarının yoğunlaştığı kesimler ise daha çok, yarı-proletarya, gençlik ve aydınlardır. Peykar, Rençberan, Rah-ı Karger, Tufan, İran Komünistler Birliği ise Maoizmden etkilenmişlerdir ve zayıf konumdadırlar. Tüm bu etmenler demokratik devrimi, güçlü devrimci bir önderlikten yoksun bırakmıştır.
Şah diktatörlüğüne karşı savaşan, öne çıkan Şii ulema, en başından iktidar odaklı bir hazırlık içindedir. Devrimin öngünlerinde, otorite konumunda olan ve ulemanın hareketine yön veren Humeyni’dir. Mollaların devrim sonrası öne çıkan İslami Cumhuriyet Partisi (İCP) ve Pasdaran (Devrim Muhafızları) devrimden sonra kurulmuşlardır.
Eylül 1978'e gelindiğinde, Şii ulemanın kitle tabanı milyonlarla ifade edilmektedir. Ekim 1978'de büyük işletmeler dahil, sanayi ve hizmet sektörlerinde yüz binlerce işçinin katıldığı grevler, monarşik-faşist Şah diktatörlüğü için sonun habercisidir. 5 Kasım 1978'de, Şah rejimi tarafından kurulan askeri hükümetin, katliamları da durumu değiştirememiştir. 15 Ocak 1979'da Şah, çökmüş durumdaki Şahpur Bahtiyar hükümetini ve saflarında çatlaklar oluşan ordusunu geride bırakarak İran'dan kaçmıştır.
Şubat 1979 demokratik devrimi, kent ağırlıklı gelişmiştir. Devrim, kent proletaryası, yarı proletaryası, küçük burjuvazi ve aydınların kitlesel seferberliğiyle kazanılmıştır. 1978 Şubat'ında Kum kentinde, medrese öğrencileriyle polis arasındaki çatışmaların başlattığı devrim, bir yıl kesintisiz süren eylem ve ayaklanmalar sonrası 1979 Şubat'ında monarşik-faşist Şah diktatörlüğünün yıkımını getirmiş ve zor araçlarını parçalamıştır. Bu dönemde, Fedailerin Şah rejimine karşı, Humeyni ile taktik ittifak yapma kararı alması, saflarında bölünmeler yaşanmasına neden olmuştur.
Devrim, işçi, emekçi, kadın ve ezilen halkların eylemleri, devrimci örgütlerin savaşımı ve Şii ulemanın katılımı ile başarılmıştır. Ancak siyasi iktidarın kurulumunda, bu ortaklık söz konusu değildir. Siyasi iktidar, çıkarları emperyalizmin, işbirlikçi-tekelci burjuvazinin ve büyük toprak sahiplerinin çıkarlarıyla olduğu gibi; proletaryanın, emekçilerin ve özelde kadınların çıkarlarıyla da çelişen, orta burjuvazinin ve küçük burjuvazinin üst katmanlarının temsilcisi konumundaki mollaların siyasi partisi İCP'nin eline geçmiştir.
Sürgüne gitmeden önce monarşik rejime karşı kararlı tutum alan, sürgünde bulunduğu sırada Şah'ın aracılarıyla görüşmeyi reddeden ve kitleler üzerinde saygınlık kazanmayı başaran Humeyni, bu yoldan mollaların başlıca temsilcisi ve önderi konumuna gelmiştir. 1 Şubat 1979'da İran'a dönerken, görkemli bir törenle karşılanmış ve Bahtiyar hükümetini tanımadığını ilan etmiştir. Humeyni, vakit kaybetmeden ve devrimin esas sahiplerine danışmadan, Bahtiyar hükümetine karşı Mehdi Bazargan hükümetini ilan etmiştir.
İlk etapta mollalar, şah rejiminin yıkıldığı günlerde oluşturulan ve üyeleri gizli tutulan İslami Devrim Konseyi ile İslami Cumhuriyet Partisi tarafından temsil edilmektedir. Mollalar, iktidarı ele geçirdikten sonra, konumlarını pekiştirme, iktidar aygıtlarını tekellerine alma ve devrimci örgütleri etkisizleştirme politikalarını devreye sokmuşlardır.
30 Mart 1979'da yapılan referandumla, İran'daki rejimin İslam Cumhuriyeti olduğu, Kasım 1979'da yapılan bir başka referandumla ise Humeyni'ye fakih (en yüksek otorite) unvanı verildiği ilan edilmiştir. Böylece Humeyni, anayasanın, yasaların ve hükümetin üzerinde yetkilerin sahibi ve tartışılmaz ilahi otorite konumunu yaratmıştır. Bu ülkenin yeni molla diktatörünün de resmi ilanıdır.
Ocak 1980'de, Abdülhasan Ben-i Sadr Cumhurbaşkanı ve Muhammet Ali Recai ise başbakan seçilmiştir. Yeni iktidar ilk işi, Halkın Fedaileri başta gelmek üzere, devrimci örgütlerin kaleleri konumunda olan üniversiteleri, “eğitim kurumlarının dejenere ve batı kültürünün kaynakları oldukları gerekçesiyle” kapatarak, dini eğitim kurumlarının sayısını hızla artırmaktır. Mollaların denetimindeki “devrim mahkemeleri” ise, şeriat kurallarına göre işleyen dinsel mahkemelere dönüştürülmüştür. Kadınların, toplumsal ve siyasal alandan dışlanarak, evsel köleler olarak evlere kapatılmaları politikaları hızla yaşama geçirilmiştir. Bu yoldan İslami toplum anlayışının tesisi ve kurallarının güvenceleri oluşturulmuştur. Özgürlük hayali kuran milyonlarca kadının önüne, evsel kölelik, yasa katında konulmuştur.
Humeyni, halkın ve devrimci örgütlerin ellerindeki silahları devlete teslim etmelerini istemiştir. O, Kasım 1979'da başlayan ve 444 gün süren ABD elçiliği işgali ile Eylül 1980'de başlayan ve sekiz yıl süren İran-Irak savaşını, kitleleri kendi çevresinde toplamanın, İslami rejimin siyasal meşruiyetini oluşturmanın ve kurumsal dayanaklarını sağlamlaştırmanın bahanesi kılmıştır. Bulduğu elverişli koşullarda, Cumhurbaşkanı Ben-i Sadr gibi geçici ortaklarından da kurtulmuştur.
1981-1982 yılları, Fedailer ve Halkın Mücahitleri başta gelmek üzere, sol, sosyalist, devrimci ve demokratik güçlerin kanlı saldırılar ve katliamlar yoluyla tasfiye edilmesi sürecidir. Humeyni yaptığı yol temizliğinin ardından, iktidarı kendi çevresinde kümelenmiş dar bir mollalar kliğine dönüştürmüştür. Kendisini sorgulanamaz ilahi otorite ilan etmesinin ardından, her sözünün yasa kabul edileceği diktatörlüğünün kurumsal yapı ve dayanaklarını kurarak kurumsallaştırmıştır.
Umutlarla kazanılan devrim sonrası gelen Şii teokrasisi
Şah Pehlevi diktatörlüğünün baskılarından bıkan ezilen halklar için devrim, umut ve özgürlük demekken, devrimin üzerine konan gerici molla rejimiyle daha koyu bir karanlığa kapı aralamıştır. Devrim sonrası, devletin görev tanımı, dindar ve müminlerden oluşan bir ideal toplum yaratılması olarak belirlenmiştir. Kadınlar başta olmak üzere, tüm halklar bu görevle uyumlu biçimde konumlanmaya zorlanmıştır.
Jîna Mahsa Emînî’yi katleden İrşat Devriyelerinin resmi kuruluş tarihi, 2005 olarak ifade edilse de aslında kuruluşu 1980’lere uzanmaktadır. Sivil gönüllülerden kurulan Besic, camilerde oluşturulan Halk Direnişi Birlikleri, İslam Devrimi Komiteleri, Devrim Muhafızları, Jandarma Devriyeleri faşist molla rejiminin yapılandırdığı başlıca zor ve şiddet aygıtlarıdır. Bu aygıtlar aracılığıyla faşist molla diktatörlüğü inşa edilmiştir. Tüm halklar ve toplum dinamikleri mollalar tarafından yönetilecek, eğitilecek ve denetlenecek kitle kabul edilmiştir.
Mollalar, sadece siyasi alanda değil, ekonomik alanda da tüm devlet tekellerinin denetimini ellerine almışlardır. Petrol ve gaz kaynaklarının mülkiyet ve gelirinin yönetim ve denetiminin başındadırlar. Ekonominin diğer sektörlerine, özel mülkiyet ve vakıf mülkiyeti yöntemleriyle egemen olmuşlardır.
Humeyni, 3 Haziran 1989 tarihinde ölünceye kadar, iktidarını güçlendirerek sürdürmüştür. En son 1988’de Irak-İran savaşı sonlanırken şovenizmin baskın havasından da yararlanarak binlerce (5 ile 30 bin arası rakam ileri sürülmektedir) devrimci tutsağı idam etmiştir. Bu yıllar İran halkları için, yoksuluğun gölgesinde geçen, baskı, zor, sürgün ve katliam yıllarıdır. Ölümünden sonra yerine, diktatörlük tahtının yeni “ilahi” otoritesi Ayetullah Seyyid Ali Hamaney geçmiştir.
Hamaney, tahta, 10 yıl boyunca devam eden ve bir milyon insanın yaşamını yitirdiği İran-Irak savaşı üzerine çıkmıştır. Bu yıllar, faşist molla rejimine karşı ciddi tepkilerin gelişmediği yıllardır. Savaş sonrası oluşan, ekonomik çöküntü ve faşist molla rejiminin her türlü zoru nedeniyle halkların geriye çekildiği ilk on yılında Hamaney için de “sorunsuz” geçen yıllardır. Ta ki 2009 yılında patlayan ayaklanmaya dek. Ayaklanma, Hamaney’in “iyi diktatör” olmadaki mahirliğini ispatlayacağı yılların da başlangıcıdır.
2009-2020 Ayaklanmalarla Geçen Yıllar
2009 Ayaklanması, daha çok Tahran ve Tebriz merkezli gelişmiş ve diğer kentlere fazla sıçramamıştır. Ayaklanma, ilk etapta seçim hilesine karşı Yeşil Hareket (rejimin muhalif kanadı) tarafından yapılan eylem çağrıları ile başlamıştır. Ancak halkın katılımının genişlemesi sonrası, faşist molla rejimini değiştirme hedefine bağlanan demokratik bir ayaklanmaya dönüşmüştür. 17 Haziran’da 1 milyon kişi, Devrim Meydanı’ndan Özgürlük Meydanı’na yürüyerek “Oylarımız nerede?” sloganını yükseltmiştir. Ancak, bu slogan hızla aşılarak yerini “Diktatöre ölüm”, “Özgürlüğün tek yolu direniş”, “Bizler savaşan kadın ve erkekleriz. Kavgaya davet ettiniz, davetiniz kabulümüzdür”, “İslami monarşiye hayır!”, “İslami cumhuriyete hayır!’”, “Şeriat istemiyoruz”, “Tanklar, toplar, Besicler korkutamaz artık bizleri”, “Yoksulluk, yolsuzluk, işsizlik: İşte İslami cumhuriyet”, “Zorla örtünmeye hayır” sloganlarına bırakmıştır.
Faşist molla lideri Hamaney, 19 Haziran Cuma hutbesinde, sokak gösterileri sürdüğü durumda kan döküleceği tehditlerini savurmuştur. Tehditlere halkların yanıtı 20-22 Haziran tarihlerinde kitlesel biçimde sokaklara çıkmak olmuştur. Böylece faşist molla liderinin, sorgulanamaz kabul edilen “ilahi” otoritesinin hükmünün kalmadığı da ilan edilmiştir. Devrim Muhafızları ile katliamcı Besiclerin sokaklarda uyguladığı sınırsız terör ve katliamlar sonucu ayaklanma adım adım geri çekilse de; 1979 sonrası İran halkları ilk defa bu düzeyde, politik özgürlük talebiyle sokaklara çıkmıştır. Ayaklanmayla tarihsel hafıza tazelenmiş, toplumsal bilinç uyandırılmıştır. Ayaklanmanın öncüsü konumunda olanlar, özgür yaşam istemi en canlı olan öğrenci gençlik ve faşist molla rejiminin evsel köleliği dayattığı kadınlardır.
28 Aralık 2017’ye gelindiğinde, İran halkları bir kez daha ayaklanmışlardır. Bu defa ayaklanmanın çapı ve yayıldığı alanlar 2009’u aşan niteliktedir. Meşhed’te başlayarak 100’den fazla bölgeye yayılan ayaklanma aylarca devam etmiştir. Politik İslamcılar ve muhafazakarların merkezlerinden olan Meşhed’ten Kum’a, Tahran’a, Rojhilat’ın Kirmanşah ve Sine kentlerine, Azeri kenti Tebriz’e, Arap kenti Ahvaz’a, Beluci kentleri ve Horasan kentlerine, sanayi kenti İsfahan’a kadar geniş bir yelpazeye yayılmıştır. Ayaklanma toplumsal adaletsizliğe ve eşitsizliğe karşı özgürlük isyanıdır.
Ayaklanma, işsizlik, yoksulluk, hayat pahalılığı ve yolsuzluklara karşı tepki olarak patlak vermiştir. Ayaklanma yumurta fiyatlarına yapılan zam açıklamasıyla, kent yoksulları tarafından başlatılmıştır, ama mesele yumurta değildir. Ayaklanmada kent yoksulları, işçiler, işsizler, gençler ve kadınlar öncü konumundadır. Devrimci bilinçleri zayıf olan bu kesimler, güçlü öncü örgütlere sahip değildirler. Buna rağmen, kısa sürede “Hamaney’e ölüm”, “Ruhani’ye ölüm”, “Diktatöre ölüm” sloganları, eylemlerin temel sloganları haline gelmiştir.
Ayaklanmaya karşı, rejim yanlısı karşı devrimci güçlerin eylemleri özel olarak örgütlenmiş ve bu yoldan toplumsal bir yarılma, çatışma ortamı yaratılmak istenmiştir. Ayaklanmanın ABD, siyonizm ve Suudi hanedanlığı tarafından kışkırtıldığı yalanı devrededir. Dış güçler yalanı, gerici toplum dinamiklerinin rejimi savunma aracına dönüştürülmesi yolundan güçlendirilmeye çalışılmıştır. Bu kitleye, “Liderimiz ölün desin, ölelim” tehdit sloganı attırılmıştır. İdam tehditleri de devrededir.
Tehditlerle sonuç alamayan faşist molla rejimi, katliamcı Besic güçlerini harekete geçirmiş ve onlarca eylemciyi katletmiştir. Pasdaran ve ordu komutanları da açık dille ayaklanmacıları tehdit etmişlerdir. Üç kentte Pasdaran’ın sokağa çıkmasıyla, ayaklanma geri çekilmiştir.
2017 ayaklanmasının üzerinden iki yıl geçmeden, 15 Kasım 2019 ayaklanması patlak vermiştir. Dünyanın dördüncü büyük petrol üreticisi olan İran iken, petrol tekellerinin sahibi faşist molla rejimi, benzin fiyatlarına yüzde 300 oranında zam yapıldığını açıklar. Bu açıklama ayaklanmanın fitilini ateşlemiş ve ilk eylemler Meşed’de başlamıştır. Beş gün boyunca devam eden ayaklanma, önce Tahran, Tebriz, Şiraz, Karaj’a ardından da 31 eyalete yayılmıştır ve kısa sürede rejim karşıtı bir karakter kazanmıştır. Ayaklanmacılar, bankalara, Besic binalarına, karakollara, polis araçlarına ve devlet kurumlarına dönük eylemler gerçekleştirmişlerdir.
Ayaklanmacılar, “Benzin fiyatı artıyor, yoksul daha da yoksullaşıyor”, “Katil Hamaney hükmün sona erdi”, “Diktatöre ölüm” sloganlarını yükseltmişlerdir. Ayaklanma boyunca faşist molla rejimi tarafından, aralarında çocukların da bulunduğu 304 kişinin katledildiği açıklansa da, bu sayının bin 500 olduğu ve en az 400’ünün kadın olduğunu belirten kaynaklar da mevcut.
Ayaklanmanın ayırdedici özelliklerinden biri de, sosyal medyanın etkin bir iletişim ve örgütlenme aracı olarak kullanılmasıdır. Buna karşı, gerici faşist molla rejimi, 16 Kasım günü internet kesintilerine başlamış ve işlemez duruma getirmiştir. Kesintinin başladığı gün, en az 100 eylemci katledilmiştir. Ayaklanma sonrası, faşist molla rejiminin yetkili ağızlarında “Düşman püskürtüldü, hezimete uğratıldı” açıklamaları yapılmıştır. Bu ayaklanmada da ABD, İsrail, Suudi Arabistan üzerinden “dış güçlerin paralı askeri olan fitneciler” yalanı devrededir. Ayaklanmanın faturası Ruhani hükümetine kesilerek, Petrol Bakanı Bijen Zengene görevden alınmıştır.
2020 Covid-19 salgını günlerinde de, İran halkları sokaklardadır ve ayaklanma zincirine bir yenisini eklemektedirler. İran halkları için, artan yoksulluk, işsizlik ve hayat pahalılığının çözümü, faşist molla rejiminde değil onun yıkımından geçmektedir. Haziran günlerde tüm eyaletlerde halklar eylem halindedir. Faşist molla rejimi bakımından, ayaklanmalar karşısında politika net ve aynı yöntemlerde vücut bulmaktadır. Kendisine ses çıkarmadığı durumda İranlı sayılan halklar, ayaklandığı anda dış güçlerin kışkırttığı, paralı askerler, fitneciler sayılmaktadır. Katliamcı Devrim Muhafızları, Besicler ve bilumum mollacı askeri güçler sokaklara salınarak, katliam görevini icra etmektedir. Ve elbette demoklesin kılıcının baş tacı durumundaki idam ipleri de salınmaktadır.
Faşist molla rejiminin yıkımı yolundan bölge devrimini kazanmaya
2022 Eylül’ünde başlayan son ayaklanma, her türlü terör ve saldırıya rağmen durdurulamıyor, ayaklanmacılar geri çekilmiyor. Faşist molla rejimi, uyguladığı sınırsız terör yoluyla halklarda korku yaratmaya çalışsa da esasen kendi geleceğinden korkuyor. İran halkları kadar, faşist molla rejimi de tarihsel olarak ayaklanmalar ve olasılıkları konusunda deneyimli. İsyan ve ayaklanmalarla Şah rejiminin devrildiğini ve bu yoldan iktidara geldiğini biliyor.
Ayaklanmanın ilk günlerinden bu güne, yüzlerce kişi sokak infazları ve işkenceyle katledildi. Binlerce eylemci tutuklandı, işkenceden geçirilip, sakatlandı. Yüzlerce kişi idamla yargılanıyor ve onlarca kişi hakkında idam kararları verildi. Eylemcilerden Muhsin Şikari 8 Aralık 2022’de, Macit Rıza Rahnavard ise 12 Aralık 2022’de, Muhammed Mehdi Karimi ve Seyid Muhammed Hosseini 7 Ocak 2023 tarihinde idam edildiler.
Gerici faşist molla rejimi, korku duvarlarını yıkmış ve aynı hedefe kilitlenmiş halkların karşısında hiçbir gücün duramayacağını çok iyi biliyor. Tam da bu nedenle, bir yandan İrşad devriyelerinin kapatıldığı, kadınların saçlarının başörtüsüyle tamamen kapatılmamasının sorun olmayacağı açıklamalarıyla şirinlik pozları verirken; diğer taraftan işkence, gözaltı, tutuklama ve idam saldırılarını dizginsizce sürdürüyor.
Başladığı günlerden itibaren, sınırlarını aşarak tüm dünyada yankısını bulan ayaklanma, dünya halkları için de yeni bir umut kaynağına dönüşmüştür. Rojhilat ve İran’da son 43 yılda gerçekleşen ayaklanmalardan farklı olarak, katliam ve idamlara rağmen isyan ateşleri aylardır sokaklarda yanmaya devam ediyor. Halklar, geri çekilerek, yeniden gerici faşist molla rejimi koşullarına, kendilerini mahkum etmek istemiyor.
Dış güçler yalanına karşı İran halkları, İran’ın gerçek sahiplerinin kendileri olduğunu, düşmanınsa gerici faşist molla rejimi olduğunu ilan ediyor. Rejimin, tüm kurum ve simgelerinin isyan ateşleriyle tutuşturulması sadece simgesel bir anlam taşımıyor. Bu yoldan gerici faşist molla rejiminin korku imparatorluğu yakılıp küle döndürülüyor. Halklar, idamlara yanıtını sokaklardan “diktatöre ölüm” haykırışıyla veriyor.
Gerici faşist molla rejimi, kitle katliamları yoluyla ayaklanmacıları evlerine yollayarak ayakta kalmakta kararlı. Ki bunu başarsa dahi kendisinin evinde rahat uyuma şansı artık bulunmuyor. Ortadoğu bölge devriminin ilk halkası Rojava devriminden sonra, ikinci halkayı eklemeye İran halkları her zamankinden yakın bulunuyor. İran demokratik devriminin başarısı, İran halklarının kararlılığı kadar, diğer bölge halklarının kendi “evlerinde” yeni isyan ateşleri yakarak, faşist sömürgeci rejimlere karşı başkaldırısından geçiyor. 21. yüzyılın, kadın ve toplumsal devrimler yüzyılı olması hayalinin silüeti İran’dan Rojava gülümsüyor.