2-9 Eylül 2022 tarihleri arasında Afrika kıtasının Tunus ülkesinde Tabandan Kadınların 3. Dünya Kadın Konferansı düzenlendi. 42 ülkeden 450 kadının katıldığı konferans dünyadaki mücadeleci kadınlar için bir paylaşım zemini sundu. HDP, SKM, TJA, Emekçi Kadınlar (EKA), Yeni Kadın, Avrupa Demokratik Kadın Hareketi, Alınteri, TOMİS Sendikası, Enternasyonal Emekçi Kadın Komisyonu PiA ve Yeni Kadın Dünyası dahil olmak üzere Türkiye ve Kürdistan’dan kadınların da geniş katılım gösterdiği konferans hakkında birçok haber ve yorum kaleme alındı. Biz bu yazıda Dünya Kadın Konferansı'nın uluslararası kadın özgürlük mücadelesi açısından önemine odaklanmak istiyoruz.
Konferansın Gerçekleştiği Koşullar
Tunus'taki Dünya Kadın Konferansı, kadın özgürlük mücadelesinin hem nicelik hem de nitelik olarak yeni bir düzeye ulaştığı bir dönemde gerçekleşti. 2015'ten bu yana bir yanda artan kadın katliamları, faşist cinsiyetçi siyasetçilerin iktidara gelmesi, kürtaj yasakları gibi gerici pratiklere, diğer yandan da kürtaj hakkı için kitlesel seferberliklere, kadın isyanlarına ve kendi kulvarında gelişen Rojava'daki kadın devrimine şahit olduk.
Elbette kadınların belirleyici bir toplumsal siyasal güç haline gelmesi tesadüf değil. Giderek artan ve görünür olan toplumsal cinsiyet çelişkisinin kaçınılmaz sonuçlar doğurması kadın isyanı ve devriminin maddi temelini olgunlaştırıyor. Emperyalist küreselleşme evresinde kadın emek gücünün ve kadın bedeninin sömürüsü had safhaya ulaşıp, ataerkil şiddet artarken, kadınların üretime, eğitime ve diğer tüm sosyal alanlara erişimi özgürlük bilincinin yeni boyutlara ulaşmasına daha elverişli bir nesnel temel oluşturuyor.
Geniş kadın kitlelerinde artan bu özgürlük bilinciyle birlikte, son on yılda kadınların siyasi reflekslerinin de sıçramalı bir şekilde arttığını, yeni kuşaklar başta olmak üzere daha geniş kitlelerin harekete geçtiğini ve en ufak özgürlük talebi için bile büyük mücadeleler verildiğini görüyoruz.
Erkek egemenliğin maddi-toplumsal yapıları bu bilincin önündeki temel engel olmaya devam ediyor ve kadınlarla ilgili her meselenin siyasallaşmasına yol açıyor. Öyle ki, her cins çarpışması giderek toplumsal düzenin bütünüyle yüzleşmek zorunda kalıyor. Farklı ülkelerde, değişen koşullar altında patlak veren kadın özgürlük mücadeleleri birbirini beslerken, kadınlar arasında ortak düşmana karşı duygu birliği gelişiyor. Bu duygu birliği kadınların kitlesel seferberliğini etkileyen başat faktörler arasında. Dünya çapında kadınlar arasında dayanışma eylemleri artıyor, kendiliğinden eylem birlikleri oluşuyor, sloganlar ortaklaşıyor.
Dünya Kadın Konferansı, kadın kitleleri arasında daha önceki tüm seferberliklerin ve örgütlenmelerin sınırlarının aşıldığı, erkek egemen şiddete karşı örgütlü silahlı direnişlerin geliştiği bir dönemde gerçekleşti. Bu dönemde kendiliğinden oluşan eylem birliklerini örgütlü eylem birliklerine dönüştürme, ortak mücadele ve dayanışmayı geliştirme ihtiyacıyla, dahası, kadın kitlelerini kendi kurtuluş programları etrafında, onun araç biçimleriyle buluşturma göreviyle karşı karşıyayız.
Bütün Kıtalardan Katılım Zenginliği
Almanya Marksist Leninist Parti (MLPD) Enternasyonalizm Sorumlusu Monika Gärtner-Engel 1995 yılında sonuncusu Pekin'de düzenlenen BM Kadın Konferansı'ndan esinlenerek, 2000’li yıllarda öz örgütlülüğe dayanan bir kadın konferansı sürecini başlattı.
Ağırlıklı olarak Latin Amerika'dan kadın örgütleriyle başlatılan hazırlık sürecine Türkiye ve Kürdistan'dan MLKP de dahil oldu. Konferansın öncülüğünü Marksizm-Leninizm iddiasına sahip olan partilere bağlı kadınların yapması konferansın karakterini de şekillendirdi. Örneğin, Venezuela'da 2011 yılında gerçekleşen 1. Dünya Kadın Konferansı 8 Mart’ın 100 yılına atfedildi. Konferansın katılımcıları arasında farklı partilerden çok sayıda kadının yanı sıra, ulusal özgürlük hareketlerinden, ekoloji hareketlerinden, sendikalardan, demokratik kitle örgütlerinden, dini örgütlenmelerden veya burjuva hükümetlere yakın kadınlar bulunuyordu. Bu yılki konferansa ABD, Afganistan, Almanya, Arjantin, Bangladeş, Belarus, Bosna, Botsvana, Burkina Faso, Eritre, Etiyopya, Batı Sahra, Togo, Güney Afrika, Bakur-Başûr-Rojava-Rojhilat Kürdistan, Türkiye, Lübnan, Meksika, Kolombiya, Namibya, Nepal, Hollanda, Filistin, Peru, Sri Lanka, Polonya, İsviçre, Fransa, Gambiya, İran, Kamerun, Gabon, Kolombiya, Kongo ve Tunus’tan kadınlar katıldı.
Afrika, Arjantin ve İran'dan gelen pek çok temsilci yıllardır Avrupa'da yaşayan göçmenlerdi. Konferans, hazırlık çalışmalarının esasen Avrupa’dan yapılması nedeniyle, Avrupa merkezli bir nitelik taşıdı. Katılımcıların büyük bir kısmı hazırlık çalışmasının ağırlıklı olarak omuzlandığı Almanya'dan gelmekteydi. Eleştirilecek bir durum olmakla birlikte, bunun diğer yandan Almanyalı ve Batı Avrupalı kadınların konferans için gösterdikleri gerçek çabaların doğal bir sonucu olduğunu da teslim etmek gerekir.
Konferansın yönelimi ve yöntemleriyle ilgili ciddi tartışmaların yaşandığı 1. Dünya Kadın Konferansı'nın ardından Latin Amerikalı kadınlar büyük ölçüde konferanstan çekilirken, bu konferansta Kuzey Afrika ve Ortadoğu'dan kadınların katılımı öncekine kıyasla daha yüksekti: Batı Sahra, Afganistan, İran, Tunus, Filistin, Kürdistan'ın tüm parçaları ve Türkiye'den kadınlar konferansın Ortadoğu ayağını oluşturdular. Dünyadaki devrimci demokratik mücadelelerindeki yeri itibariyle büyük önem taşıyan Kürt özgürlük hareketi, Filipinler devrimci-demokratik hareketi, Filistin Halk Kurtuluş Cephesi, Türkiye’den KBDH bileşenleri, Afganistan'dan Rawa, Batı Sahra’dan Polisario Cephesi temsilcilerinin katılımı da konferansa ayrı bir nitelik kazandırdı.
Her ne kadar konferans en geniş kadın kesimlerini kapsama ve "tabandan gelen kadınların" konferansı olma iddiasına sahip olsa da, güncel ve kendiliğinden kadın hareketlerinden öznelerin temsiliyetleri oldukça zayıftı. Örneğin seyahat koşulları nispeten daha elverişli olan Polonya’daki kürtaj hakkı mücadelesi hareketinden,İtalya’da kadına yönelik şiddete karşı patlak veren hareketten ve diğer mücadele alanlarından katılım yoktu. Günümüzün feminist hareketlerinin Dünya Kadın Konferansı'na ilgisi de düşüktü. Bunun temel sebebi konferansın örgütleyici kuvvetlerinin bu kesimlerle bağının ve politik mücadelelere yaklaşımlarının zayıflığıdır, aynı zamanda feminist ve kadın örgütlerinin bir bölümünün komünizm fikri ile arasındaki mesafedir.
Konferansta Öne Çıkan Tartışmalar
Konferansta dünya kadın hareketinin durumu, pratiği, geleceği ve mücadele perspektifleri hem atölyelerde hem de genel mecliste tartışıldı. Kıta raporu üzerinden sunulan siyasi analizlerin yanı sıra konferansta kadınların hayatını etkileyen gündelik konular da konuşuldu. Acıların paylaşıldığı, deneyimlerin aktarıldığı duygusal anlar da yaşandı. Tanıklar Bosna'da savaş silahı olarak kullanılan tecavüz saldırısı, Afrika'da kadın sünneti vahşeti, Êzidî kadınların köleleştirilmesi üzerine konuştular. İşçi kadınlar ve sendikal mücadele, kadın emeği, genç kadınlar, göç, emperyalizm ve faşizm, şiddet ve özsavunma, kadın tarım işçileri, seks işçiliği, sosyalizm ve kadın özgürlüğü, LGBTİ+ gibi pek çok konu etrafında da birçok atölye düzenlendi.
Konferansta tartışılan önemli konulardan biri de toplumsal devrim içinde bir kadın devrimi başlığıydı. 31 atölye çalışması arasında Sosyalist Kadın Meclisleri (SKM), Sosyalist Kadınlar Birliği (SKB) ve Kongra Star Diplomatik İlişkiler Komitesi tarafından düzenlenen atölyeye ilgi yoğundu. Rojava devriminin deneyimleri ışığında kadınların özerk bir toplumsal örgütlenmeye gitmesinin ve iktidara cins olarak dahil oluşunun önemi vurgulandı. Bir kadın devrimi de olan Rojava devriminde kadınların siyasi yönetim ve silahlı mücadeledeulaştığı örgütlenme düzeyi tartışıldı. Kadın devriminin maddi-ekonomik temeli MLKP'nin kadın devrimi programı sunumuyla anlatıldı. Kadın devrimini benimseyen ve kendisine görev bilen Kürt ulusal demokratik kadın hareketi ve sosyalist kadınlar Dünya Kadın Konferansı’nda bu kavramı sloganlaştırdı.
Devrimci veya reformist zeminde bulunan komünizm iddialı partilerin pek çok temsilcisi ise “kadın devrimi” kavramını benimsemedi ancak tek başına sınıf mücadelesinin erkek egemenliğini nasıl yenebileceğine dair dünya kadınlarına ikna edici argümanlar da sunamadı. Tezleri “Tek yol sınıf mücadelesi” olarak özetlenebilecek bu kesim, sınıf mücadelesiyle kadın özgürlüğünün ve kadınların tek tek kazanımlarının hangi mekanizmalarla güvence altına alınabileceği, geçmişten hangi dersler çıkarılacağı konusunda ilerletici bir görüş açısına sahip değildi.
Dahası, toplumsal analizlerinde cins ayrışmasının sınıf ayrışmasıyla nasıl iç içe geçtiği konusunda da güçlü yanıtlar üretemediler. Öyle ki, analizlerinde “ataerkillik” kavramı dahi geçmiyordu. Kimi sadece ajitasyon amaçlı kullanırken, MLPD gibi teorik görüşlerini dünya çapında savunan bir parti dahi patriyarkayı sınıflı toplumlar tarihinin tamamına nüfuz eden bir egemenlik biçimi değil, feodal sınıflı toplumun bir özelliği ve kalıntısı olarak tarif etti. Kadın özgürlüğüne giden yolu aile ve devlet düzenine karşı mücadele olarak tanımladı ancak bu yapıların erkek egemen niteliğini ortaya koymadı. "Sınıflı toplum" kavramını dar kavrayışları ataerkillik analizinin eksikliğine yol açıyordu.
Bir diğer teorik tartışma konusu ise mücadelenin öznesi sorunuydu. MLPD devrimci özneyi uluslararası sanayi proletaryası öncülüğündeki proletarya olarak görürken, Kürt özgürlük hareketi için bu özne kadındır. Toplumsal devrimi proletarya devriminden ve kadın devriminden oluşan ikili karakteriyle tanımlayan MLKP için ise devrimci özne elbette proletarya, ama onun içerisinde özellikle proleter kadındır. Konferansta teorik çalışmalar için bir tartışma zemini ihtiyacı sıklıkla dile getirildi ve bu doğrultuda kararlar alındı.
Güncel politika alanda “kadın grevi” gibi mücadele biçimlerine ilişkin tartışmalar öne çıktı. Buna yönelik sergilenen farklı yaklaşımlar, tarafların bir bütün olarak siyasi mücadeleye yönelik yaklaşımlarından bağımsız olarak anlaşılamaz. İspanya’da otel işçisi kadınların mücadelesini temsil eden Kellys Sendikası temsilcileri ve Latin Amerika’dan gelen kadınlar kadın grevini kendi deneyimlerinden yola çıkarak coşkuyla sahiplendiler.
En çarpıcı tartışmalardan biri, mevcut kadın mücadelelerinin anlaşılmasıyla ilgiliydi. Sosyalist kadınların kadın devrimi çağının geldiği ve kadın isyanları için koşulların olgunlaştığı görüşünü “hüsnü kuruntu” olarak nitelendirerek reddedenler oldu. MLPD temsilcilerine göre; mevcut kitlesel kadın hareketleri çok büyük olsalar dahi kalıcı değişiklikler getirmedikleri için esas mücadele işçilerin örgütlü mücadelesi olarak görülmelidir. Oysa milyonları kapsayan kitlesel kadın hareketleri bazı somut sonuçlar, kazanımlar kazandığı gibi bütün toplumu değişime zorlamaktadır. Küçümsenmesi, önemsizleştirilerek değersizleştirilmesi açık siyasi bir yanılgıdır. Kadın devrimi anlayışına karşıtlık milyonlarca kadını harekete geçiren ezilen kadınların kitlesel isyan pratiklerine seyirci kalan, kadın hareketini proletarya hareketiyle birleştirmeyi reddeden bir pratiğe yol açmaktadır. Konferansın ardından İran’da gelişen Jina Amini isyanı böyle bir yaklaşım ve pratik içerisinde olan parti ve örgütleri yanlışlayan en somut veridir.
Konferansın Dünya Kadın Özgürlük Mücadelesindeki Rolü
Tüm eksikliklerine ve örgütlenme zayıflıklarına rağmen Dünya Kadın Konferansı kadın mücadeleleri için bir buluşma ve paylaşım alanı işlevi görmektedir ve şu anda küresel alanda buna denk düşecek düzeyde başka bir alternatif de yoktur. Tabandan Kadınların Dünya Kadın Konferansı dışında, şu anda sadece Latin Amerika ve Karayipler Kadın Konferansı veya yerli kadınların küresel konferansları gibi kıtasal konferanslar, 8 Mart grev hareketlerinin komisyon buluşmaları gibi kesimsel buluşmalar veya Zapatistaların dünya kadın buluşmaları ya da Kürt özgürlük hareketinin düzenlediği uluslararası konferanslar var. Tabandan Kadınların Dünya Kadın Konferansı bir tartışma forumu olarak kadın enternasyonalizminin inşasına ve uluslararası ilişkilerin geliştirilmesine katkı sunan bir yerde duruyor.
Somut örgütsel bir kazanım olarak Dünya Kadın Konferansı, düzenleyici kuruluşlara, kadın çalışmalarını güçlendirme fırsatı da sunuyor. Örneğin 1. Dünya Kadın Konferansı, aynı zamanda Venezuela'da Marksist Leninist Komünist Parti’nin kadın örgütü Ana Soto’nun inşasına hizmet etmiş, Nepal'de 8 kadın örgütü 2. Dünya Kadın Konferansı’nı geniş bir kitle seferberliği içinde gerçekleştirmiş ve Tunus kadın yapısı Latifa Tamalaah bu konferans sayesinde kendi çalışmalarını ve tanınırlığını güçlendirebilmiştir.
Kuruluş amacı itibarıyla kadınların ortak bir tartışma forumu olmanın ötesinde bir ufka sahip olmadığından, Dünya Kadın Konferansı'nın pratik politik mücadeleye katkıları zayıftır. Yapısı da buna uygun değildir. Konferansın işlevi kadınların bir araya gelmeleri ve çeşitli partilerden kadınların kendi teorik temellerini sunup tartışmalarıdır.
Elbette erkek egemenliğinin yadsınması olan kadın özgürlüğünün dünyasal karakterinin bu kadar belirginleştiği ve mücadelelerin de birbirinden etkilendiği bir süreçte bundan daha fazlasına ihtiyacımız var. Konferansının varoluş biçiminin sınırlı olması, onun öncülüğünü yapan Avrupalı güçlerin kadın özgürlük mücadelesine bakış açılarının sınırlılığıyla, kadın özgürlük mücadelesi için ayrı bir gelişme çizgisi ön görmemeleriyle ve meseleye stratejik yaklaşmamalarıyla ilgilidir. Kadın özgürlük mücadelesini kendi kulvarında geliştirme görüş açısına sahip olmayan bu kesimler, kendi programları doğrultusunda kadınları proleter mücadelenin yalnızca yedeği, bir alt kesimi olarak görmektedirler. Bu görüş açısı, konferansın daha geniş kapsamlı bir etkiye sahip olmasının önünde bir engel teşkil etmektedir.
Ayrıca belirtmek gerekir ki, sosyalist hareketin bir yapısal kriz içinde bulunduğu günümüzde, Dünya Kadın Konferansı bu krizin devrimci yenilenmeyle aşılması gerektiği bir ara döneme özgü uluslararası buluşma biçimlerinden biridir. Sosyalist hareketin yapısal krizinin temel bir sorunu da sosyalist hareket ile kadın hareketinin nasıl ilişkileneceği sorunudur. Komünist kadın hareketinin geliştirdiği kadın devrimi teorisi, kadın devrimi program ve stratejisi bu alanda sosyalist hareketin yeniden yapılanmasına yanıtı olmaktadır.
Kadın Devrimi Öncülerinin Konferanstan Çıkardığı Bazı Sonuçlar
Sosyalist kadınlar Dünya Kadın Konferansı ile birlikte uluslararası ilişki zeminlerini genişlettiler. Filipinler, Hindistan, Latin Amerika ve başkaca yerlerden kadın hareketleriyle konferans sayesinde ilişki geliştiren veya pekiştiren sosyalist kadınların bu yıl özellikle Afganistan’dan RAWA ile yaptığı ilk görüşmeler oldukça anlamlıydı. Yakın bir duygudaşlık içinde gerçekleşen görüşmede Afganistan’daki kadınların durumu hakkında bilgiler paylaşıldı ve gelecek dönem için ortak planlar yapıldı. Kolombiya’da yeni oluşan Halkın Haklarını Savunma Hareketi (MODEP) ile Kolombiya ve Türkiye’deki siyasi süreç değerlendirildi. Sayısız kadınla röportajlar yapıldı, dünyanın değişik yerlerinden kadın mücadelelerinin deneyimlerine ulaşıldı. Bu deneyim aktarımlarını çoğaltmak, ilişkilerin istikrarını sağlamak ve sistematikleştirmek konferanstan çıkan en temel görevlerden biridir.
Çeşitli pratik görevler üstlenen Avrupalı enerjik genç kadın kitlesiyle konferansa katılan sosyalist kadınlar günümüzün kadın özgürlük mücadelesinde genç kadın dinamizminin vazgeçilmezliğini göstermiş oldu ve kuşaklar arası anlamlı bir etkileşim ve aktarıma katkı sundu. Özellikle LGBTİ+ ve kadın hareketinin ittifak konusunu atölye yoluyla tartışmaya açtı. Diğer yandan Dünya Kadın Konferansı’nın ön süreçlerine ilgi ve katılımda açığa çıkan yüzeysellik ve darlıkların yarattığı hazırlık ve örgütlenme yetersizlikleri, konferansın kapsadığı imkanların hak ettiği biçimde değerlendirilmesinde sınırlanmaları getirdi. Enerjik ve enternasyonalist katılımı ile konferansta iz bırakan sosyalist kadınların, gelecekteki enternasyonal çalışmalarda iç koordinasyonunu güçlendirerek kendilerini daha nitelikli örgütleme ihtiyacı da açığa çıktı. Bir örgüt olmayan ve dolayısıyla herhangi bir bağlayıcılığı da bulunmayan konferansın sonuç bildirgesine ve önergelerine aşırı anlam yüklemeyi bir anlayış eksikliği olarak değerlendirebiliriz. Gelecek buluşmalarda kadın devriminin programatik ve stratejik anlayışlarını Dünya Kadın Konferansı’nın gerçekliğine uygun biçimlerde tartıştırmaya ve mücadele deneyimlerini paylaşmaya odaklanmak daha doğru olacaktır.
Tunus deneyiminin gösterdiği bir diğer şey de bir dünya kadın örgütlenmesi ihtiyacını tartışma gerekliliğidir. Çoğu katılımcı dünya ölçeğinde kadın mücadelesi konusunda bir vizyona sahip değildi. Kürt ulusal demokratik kadın hareketinin yerel mücadeleleri yatay ilişki zemininde evrensel düzeyde birleştiren dünya kadın konfederalizmi önerisi de teorik ve ideolojik bakımdan temellendirilmesine rağmen toplumsal maddi gerçeklikten yoksundur.
Biz bu konferans deneyiminden bir kez daha, bir yandan kadın devrimi anlayışını dünyasal ölçekte hegemonik kılma mücadelemizde bir yandan da kadınların devrimci enternasyonalinin temellerini atmakta yol almamızın ne kadar önemli bir görevimiz olduğu sonucunu çıkarıyoruz.