Yunanistan ve İspanya’da halk ayaklanmalarından sonra, ayaklanan halkın potansiyelini seçimlerde arkalayan iki parti yükseliş yaşadı. Yunanistan’da Syriza, İspanya’da Podemos. Her ikisi de ittifak güçlerinden oluşuyordu ve homojen değillerdi. Syriza, Yunanistan Komünist Partisi’nin içerideki kanadı oluşturan kesimin diğer bazı sol örgütler ve ekoloji hareketiyle birleşerek oluşturduğu Synaspismos’dan (Koalisyon) geliyor. Synaspismos seçimlerde 2004 yılına kadar % 3-6 arası oy alabiliyordu. 2004’de Synaspismos’un başat güç olduğu pozisyonda kurulan Syriza, oy oranını 2012’nin iki seçiminde art arda yaklaşık % 16,8 ve % 26,9’a çıkarabildi. Ocak 2105 seçiminde ise % 36,4 oy alarak birinci parti oldu.
Faşizan ANEL partisiyle koalisyon hükümeti kurdu.
Aleksis Çipras, öncelikle Syriza’yı burjuva partilerde olduğu gibi liderin partisi durumuna geriletti. Geniş kitlelerden oy almış olmayı bu burjuva yöntemi hakim kılmanın manivelası yaptı. Daha önemlisi de AB’nin ekonomik siyasi yönetsel organlarıyla kolayca anlaşmak ve işbirliği için ve Syriza’da solundaki partilerin engelinden kurtulmak için kullandı.
Syriza, kitlelerin güncel taleplerini ifade eden Selanik programını bile uygulamaktan vazgeçerek, AB mali sermayesinin dayattığı neoliberal saldırı karşısında teslim oldu. Referandumla oluşan halk desteğini dayatılan anlaşmayı reddetmenin aracı yapacağı sanılırken, referandumda “hayır ”oyuna rağmen halkın isteklerinin tersine Troyka (AB Komisyonu, IMF ve Avrupa Komisyonu) ile anlaştı. Sonuçta bu saldırıların sadık sosyal demokrat uygulayıcısı oldu.
Çipras’ın solundaki partiler Troyka’nın neoliberal dayatmasını ve Çipras’ın işbirliğini reddederek Syriza’dan ayrıldı. Fakat Syriza’nın kitlesel seçim desteğini kendilerinde toplayamadılar. Syriza Pasok’un yerini aldı ve burjuva sosyal demokrat misyonunu kalıcılaştırdı.
Yunanistan halk ayaklanmaları 2008, 2011 ve 2012’de gerçekleşti. Gençliğin gösterilerini, işçi sınıfının genel grevlerini, polisle militan çatışmaları kapsayan ve devasa kitlesel mücadeleler sonrası oluşan geniş çaplı devrimci potansiyeli Syriza 2012’den itibaren kendi oy potansiyeline dönüştürdü.
İspanya’da Podemos (Yapabiliriz) 2014’te kuruldu. 2011 ve 2012’de 15M (15 Mayıs’ta Madrid'deki Puerta del Sol Meydanı kitlesel isyanıyla başlayan hareketin adı) Hareketi ve devamında Öfkeliler Hareketi Arap ayaklanmalarından esinlenerek devasa gösterilerle, meydan işgalleriyle, iki yıla yakın devam etmişti. Ayrıca 4 kez genel grev gerçekleşmişti.
Değişik çevrelerden barışçıl mücadele aktivistleri, bazı Troçkist ve yarı anarşizan çevreler, öne çıkan Pablo İglesias ve Íñigo Errejón adlı akademisyen aktivistlerin liderliğinde, 2011-2012 sürecindeki mücadelede ortaya çıkan partisiz militanları örgütleyerek, 2014 yılında kuruldu. Madrid’den başlayan örgütlenme ülke çapına yayıldı.
Podemos, ayırdedici bir özelliği olarak, Öfkeliler Hareketi kitlelerinin “mevcut partilere karşı” olma ilkesini başlangıçta kendisine şiar edindi. Etkili de oldu. Örgütlenme ve ajitasyonda sosyal medyayı ve TV’leri etkili biçimde kullandı.
Mayıs 2014’te Avrupa Parlamentosu seçimlerinde, kuruluşundan dört ay sonra, oyların % 7.98’ini topladı. Bir yıl sonra, yerel seçimlerde Podemos'un yer aldığı koalisyonlar İspanya'nın siyasi ve ekonomik açıdan en önemli iki şehri olan Madrid ve Barselona'da seçim kazandılar. Aralık 2015'te, Podemos oyların yüzde 20,7'sini aldı ve PSOE'ye yaklaştı.
İşçi sınıfı ve emekçilerin, kapitalist kriz koşullarında 35 saatlik çalışma haftası, evrensel temel gelir, ulusallaştırma ve 60 yaşında emeklilik gibi güncel taleplerini elde etmeyi savunuyordu. Ulusların kaderlerini tayin hakkını da sözüm ona benimsiyordu. Avrupa Birliği (AB) içinde de demokratik ilişkiler geliştirmeyi vadediyordu. Seçim kazandıkça güncel talepler ajitasyonunu adım adım terk etti. İspanya ve AB burjuvazilerine tavizle hükümet olmayı hedefliyordu.
Kendi içinde de homojen değildi ve ittifaklarla seçimlere girmeyi sürdürdü. Syriza’nın AB mali sermayesine teslimiyetini destekledi. 2016’dan sonra kitle desteği düşmeye ve iç çelişkileri artmaya başladı. Ayrılmalar yaşadı. Podemos lideri ,Madrid seçimini kaybedince siyasetten çekildi. Podemos IU (Izquierda Unida) ile birleşti. Unidos Podemos adıyla ve gerileyen oy oranıyla PSOE’nun koalisyon hükümetinin küçük ortağı olarak siyasi hayatına devam ediyor.
Ayaklanmaları Parlamentarizme Tabi Kılmak
Emekçi sol hareket açısından bu iki deneyimden çıkan temel sonuçların başta geleni, seçim-parlamenter alanda mücadelenin kitle mücadeleleriyle ve devrimle ilişkisi.
Marksist Leninist hareket, tarihinin deneyimlerinden sonuçlar çıkararak, parlamenter-seçim alanındaki mücadelenin tali ve kitle mücadelesine tabi, aynı zamanda devrim amacına tabi olması gerektiği görüşünü benimsedi.
Kitlelerin parlamento-seçim alanına siyasal ilgisi devam ettiği sürece, parlamento kitleler nezdinde siyasi ömrünü tamamlayıncaya değin, bu alandaki mücadeleden yararlanmak işçi sınıfının devrim ve sosyalizm mücadelesi için gerekli.
Lenin, Alman sol komünistleriyle tartışırken konuya ilişkin şu vurguyu yapar:
“"Milyonlar" ve "lejyonlar" değil, sadece sanayi işçilerinin oldukça önemli bir azınlığı katolik papazların peşinden, kır işçilerinin önemli bir azınlığı junkerlerin ve büyük köylülerin peşinden gitse bile, bundan, hiç kuşkusuz, Almanya'da parlamentarizmin henüz ömrünü doldurmadığı, parlamento seçimlerine ve parlamento kürsüsünden mücadeleye katılmanın, devrimci proletaryanın partisi açısından, tam da kendi sınıfının geri katmanlarını
eğitmek için, tam da ezilen, korkutulmuş ve bilisiz kır kitlelerini uyandırıp aydınlatmak için mutlak bir yükümlülük olduğu sonucu çıkar.” (1)
Fakat vurguladığımız gibi kitlelerin doğrudan katıldıkları eylemler parlamenter mücadeleden her zaman daha önemlidir:
“Kitlelerin eylemi-örneğin büyük bir grev- ... daima, parlamenter faaliyetten daha önemlidir.” (2)
Engels’in belirttiği gibi, “genel oy hakkı, işçi sınıfının olgunluğunu ölçmeyi sağlayan göstergedir. Bugünkü devlet içinde bundan daha çok hiçbir şey olamaz.” (3)
Genel seçimler kitlelerin politik eğilimini gösterirler.
Bu şu anlama gelir ki; ML’ler parlamento-seçim mücadelesini işçi sınıfının kitle eylemlerine, grev, gösteri, genel grev, kitle militanlığı eylemleri biçimindeki mücadelelerine göre tali ve birincisini geliştirme amacına tabi olarak değerlendirirler. Bu devrimci perspektifle, parlamenter alanda kürsüyü kullanma, seçim çalışmasında kitlelere ajitasyon ve propaganda yapma ve kitleleri etkileme çabasını, işçi sınıfı ve ezilen kitleleri devrim ve sosyalizm mücadelesine seferber etmeye tabi kılarak çalışırlar.
Devrimci perspektif kaybedilirse kitlelerin eylemi parlamento-seçim mücadelesine tabi hale gelir ve sonuçta kitle eylemleriyle ortaya çıkan devrimci potansiyel, parlamentarizm içinde sönümlenir. Kitle mücadeleleri içinde gelişen kitle, devrimci amacını ve bilincini yitirir, mücadeleciliği sönümlenir. Parlamento-seçim mücadelesi burjuva rejimin hükümet ve bakanlıklarını ele geçirme aracına dönüşür. Komünist ve devrimci öncü partileri parlamentarizm aracılığıyla reformculaştırır.
Syriza ve Podemos küçük burjuva reformcu örgütlerin ve liderlerin hakimiyetinde bu rolü oynadı. Elbette kitle eyleminin partileri değillerdi. Bu baştan itibaren biliniyordu. Fakat reformcu ve seçim partileri ve ittifakları olarak ayaklanmaların devrimci potansiyelini parlamentarizm yoluyla eritmeyi başardılar. Etraflarına topladıkları geniş kitleyi hayal kırıklığına uğratma yoluyla kapitalizm ve liberal demokrasiye eklemlediler.
Bu noktada şu sorulmalıdır: Ayaklanmalar içinde yer alan devrimci ve komünist parti ve örgütler bu ittifaklar içinde (Syriza) veya dışında (Podemos) bu devrimci potansiyelin sönümlendirilmesini neden engelleyemediler? Parlamentarist küçük burjuva gruplar devrimci ve komünist partilere rağmen geniş kitleyi çizgilerine çekmeyi nasıl başarabildiler?
İçinden geçtiğimiz dönemde komünist ve devrimci hareketin kitleselliğinin zayıflığı, küçük burjuva reformcu örgütlerin ve liderlerin işini kolaylaştırdı. Nitekim Podemos lideri İglesias, “Orak çekiçli bayraklarla, sınırlı sayıda kitleyle gösterilere gidip gelmek burjuvaziyi rahatsız etmez, ama geniş kitleleri kazanarak hükümet olmaya çalışmak burjuvazi için daha tehlikelidir” ajitasyonuyla bunu etkili tarzda kullandı.
Komünist ve devrimci hareketin kitlesel zayıflığı ve kitleselleşme ihtiyacı verili bir durum ve anlaşılır. Fakat ittifak içinde veya dıştan komünist ve devrimci partiler, kitle eylemine, güncel taleplerle mücadeleye ağırlık vererek, devrimci programlarının propagandasına önem vererek, ittifaklar içinde baskın güç olma hedefinde önemli mesafeler katederek, devrimci safları genişletebilirlerdi. Ayaklanmalar döneminde ayaklanmaları devrime dönüştürmeyi başaramadılar veya kitlelerin devrime yürüme bilinci yetersizdi. Ama ayaklanmaların ortaya çıkardığı devrimci kitleyi, reformcu parti ve liderlerin arkalarına bağlamalarını önleyip kendi etraflarında büyük ölçüde toplayabilirlerdi.
Örneğin Almanya’da 1919 yenilgisine rağmen Spartakistler, geri çekilen kitleleri Alman Komünist Partisi’nin saflarında toplayarak çok daha geniş örgütlü güç haline gelebilmişlerdi.
Burada küçük burjuva reformcu seçim örgütleri ve liderlerinin etkili olarak kullandıkları, ayrıca başarıları için burjuvazinin alan açtığı bazı yöntemler devreye giriyor. Örneğin parti-kitle ilişkisinden çok lider ve kitle ilişkisini geliştirmek. Bu yolla, ayaklanmalarda aktif hale gelen militan ve aktivistlerin etkinliğini ve partide inisiyatiflerini geriletmek. Bu yöntem Syriza ve Podemos için denendi ve başarılı da oldu. Bunu elbette parlamentarizmle hükümeti veya bakan olmayı hedefleyen reformcu liderler yüksek düzeyde hevesle istediler, etkili tarzda kullandılar. Fakat bu yöntemi burjuva ana akım medya da etkili tarzda kullandı. Bu liderleri geniş kitlelere tanıtmak için ekranlarını açtı.
Kabul etmek gerekir ki bu yöntem etkili de oldu. Çok sayıda eski devrimcinin -Manolis Glezos gibi- yakın tarihteki Yunanistan devrimi sembolünün ve devrimci partilerin içinde yer aldıkları Syriza’da Çipras bu rolü oynadı. Çipras özellikle 2012’deki iki seçim başarısından sonra hükümet olacağı imkanını da görerek, Syriza örgütünü, hatta meclis grubunu bile bir yana itmeye başladı. 2015 seçimiyle başbakanlığı alınca, Syriza’yı ittifak koalisyonundan partiye dönüştürdü. Meclis grubunu da, MK çoğunluğunu da, referandumda Troyka’nın neoliberal tedbirler ve borcu geri ödemeyi dayatmasını yüksek oy oranıyla reddeden geniş kitleleri de takmayarak lider olarak karar vericiliğini herkese dayattı. AB mali sermayesi karşısında teslim olurken, lider dayatması yoluyla parti vekiller grubunun önemli bir bölümünü ve seçimde kazanılan kitlenin de büyük bölümünü kendi arkasından sürükleyebildi.
Fakat elbette ayaklanma kitlesinin devrimci potansiyeli 2012 ile 2020 arasındaki süreçte parlamentarist yolla sönümlendirildi, lider-kitle yöntemi bunun içinde rolünü etkili bir şekilde oynadı. Devrimci partiler Syriza’dan koptu. Bir bölümü Halk Birliği’ni kurdu. Fakat Çipras’ın Syriza’sı Pasok’un çizgisini benimseyerek ve yerini alarak kazanılan kitlenin büyük çoğunluğunu kendi etrafında tutabildi, sosyalizm iddialı partilere kitlelerin güvensizliğini ve hayal kırıklığını yaratabildi ve kitlelerin devrimci potansiyelini sönümlendirebildi.
Benzer yöntemi Podemos liderleri Pablo İglesias ve İnigo Errejón da burjuva medya ile aktif ilişki içinde etkili tarzda kullandı.
Syriza’dan farklı olarak Podemos içinde devrimci, komünist iddiasındaki parti ve örgütler-biri Troçkist iki grup dışında- hemen hemen yoktu. Liderleri ve öne çıkan kadroları Avrokomünist, liberter anarşizmden gelmiş ve bu fikirler ile radikal demokrasi çizgisini benimseyen solcular olmalarına rağmen, Podemos, 15M-Öfkeliler Hareketi kitlelerinin mevcut bütün partilere karşı olma ilkesini sahiplendi, onları parlamenter bir hareket içinde örgütledi.
Tabandan örgütlenme ilkesini başlangıçta uyguladı. Vatandaşlar Meclisleri kurarak ve online toplantılar yoluyla adayları ve yöneticileri onlara benimsetti, bu yöntemi karar almada uyguladı. Bir süre sonra, geniş kitle akışı olunca lider-kitle yöntemi işlerlik kazandı, baskın yöntem oldu. Diğer etkenler yanı sıra bu yöntem Podemos’da dayandığı 15M-Öfkeliler Hareketi militanlarının inisiyatifini pasifize etti. Onları ve kitleyi eylemci kararlılıktan seçimci pasifizme çekti.
Bu deneyim daha önce Latin Amerika ülkelerinde de yaşandı. 2000 yılından başlayarak sonraki yıllarda süren halk ayaklanmalarının yarattığı mücadeleci geniş kitle ve devrimci potansiyel; küçük burjuva reformcu parti ve liderler tarafından seçim başarıları için araçsallaştırılması yoluyla sönümlendirildi.
Ekvator, Arjantin, Brezilya, Bolivya, Venezuela’da bu deneyimlerin tümü, ayaklanan halkın devrimci potansiyelinin reformcu küçük burjuvazi tarafından parlamentarizm yoluyla sönümlendirildiğini kanıtladı. Şimdi aynı deneyim Şili, Peru, Kolombiya’da yaşanıyor. Muhtemel sonuçlar benzer olacak.
Bu ülkelerde de lider-kitle ilişkisi yöntemi başarıyla kullanılıyor. Venezuela’da geniş kitle PSUV’da örgütlendi. Chavistler olarak PSUV lideri-kitle desteği olarak örgütlenirken, lider ve ekibi dışındakiler inisiyatif, mücadelecilik bakımından pasifleşirken, ufukları da burjuvazinin ekonomik hakimiyetine dokunmama, kapitalizm içinde reformculukla sınırlı “21. yüzyıl sosyalizmi” adı verilen Chavist bir ideolojiyi benimsediler. İdeolojik olarak da kapitalizm sınırlarına hapsedildiler.
Brezilya’da İşçi Partisi içinde devrimci ve reformcu örgüt-grup-parti-hareket-çevreler birleşti. Sonuçta sosyal demokratlaşan lider Lula-kitle ilişkisi geniş kitleyi pasifizme çekti. Yoksullara yardım ve başkanlığı kazanmak için oligarşinin klikleriyle uzlaşan, oligarşinin ekonomik hakimiyetini kabullenen, sağcı sosyal demokratların solunda bir parti halini aldı. Kitle mücadelesinin potansiyelini pasifize etti. Ayrıca mücadeleci kitleyi devrimci amaçlardan uzaklaştırdı.
Lider-kitle ilişkisi yöntemi en çok Ekvator’da etkili oldu. Correa’nın başkanlığını desteklemede birleşen komünist, devrimci ve reformcu parti ve hareketler, defalarca ayaklanmış kitlenin büyükçe bölümünün pasifize edilmelerini engelleyemediler. Uluslararası tekellerin dayatmalarıyla uzlaşmakla kalmadılar. Moreno örneğindeki gibi oligarşinin safına geçen liderin kitlelerde hayal kırıklığı yaratmasıyla oligarşinin doğrudan adaylarının kitle desteği bulmalarına da yol açtılar.
Program ve Talepler Bakımından Reformculuğun Teslimiyeti
Bu Syriza-Podemos örneğinde, Latin Amerika örneklerinde de yansıdığı gibi, baskın olan parti ve liderler, hiçbir zaman kapitalizmi tasfiye veya burjuvazinin hakimiyetini yıkma program ve iddialara sahip olmadılar. Synaspismos değilse de Podemos antikapitalist ajitasyon yapıyordu. Ayrıca ulusların kaderlerini tayin hakkını savunuyordu. Syriza içinde Synaspismos ve Pasok’tan gelen kesim hariç diğerleri antikapitalist ve burjuvazinin hakimiyetine son verme iddialarına sahiplerdi.
Fakat iki partinin liderliği de hükümete ve hükümet ortaklığına gelme sürecinde ve geldikten sonra, adım adım halkçı kısmi taleplerden de vazgeçtiler.
Syriza, 2015’te hükümete geldikten sonra Keynesyen tedbirler ve halk yararına reformları, (borçların gözden geçirilmesi ve ağır şartlarla yapılanların ödenmemesi, emekli maaşlarındaki kesintilerin geri alınması, özelleştirmelerin durdurulması ve kamu yararına olan işletmelerdeki özelleştirmelerin geri alınması vb.) yerli burjuvaziyi ve Troyka’yı (AB Merkez Bankası, IMF ve Avrupa Komisyonu) ürkütmemek için uygulamadı.
Dahası Troyka’ya teslim oldu. Önceki hükümetlerin AB ile yaptığı neoliberal tedbir paketini ret yerine 4 ay uzatma uzlaşmasıyla başlangıçta sonradan vazgeçebileceği imajı yaratıyordu. Ardından Troyka dayatınca önceki burjuva hükümetlerin yaptıklarından daha ağır teslimiyete imza attı. Yeni özelleştirmeleri yapmaya devam etti. Adeta Yunanistan’ı Alman emperyalizminin mali-ekonomik sömürgesine dönüştürdü. İş gücünün esnek ve güvencesiz koşullarını ağırlaştırmaya imza attı. Kamu bütçesinin kesintilerle azalmasını kabullenerek vadettiği atılan emekçi memurların geri alınmasından vazgeçti.
Burjuvaziye artan oranlı vergi ve krizden çıkmak için ağırlaştırılmış vergiler yüklemek yerine burjuvazinin sermaye kaçırmasına tavırsız kaldı. Troykanın dayattığı küçük iş yerlerine vergi arttırılmasını kabul etti.
Ayrıca Euro bölgesinden çıkmayı göze alamadı veya almadı.
Sonuçta karşılığında yeni yüklü borçlar alarak borçlanma döngüsünün devamını sağlayarak Yunanistan kapitalizmini kurtarma misyonunu üstlendi.
Oysa Troyka’nın dayatmasına ve yerli burjuvazinin çıkarlarını bu dayatmanın kabulünde görmesine rağmen, Syriza Hükümeti, borç iptalini ilan edebilir, sermaye kaçışını engelleme, öngördüğü sektörlerde kamulaştırmalar yapmaya girişebilirdi. Euro bölgesinden çıkmayı göze alabilir, işçi sınıfı ve emekçi sınıflarla ittifak içinde ekonomiyi krizden çıkarma denemesi yapabilirdi. Troyka’nın ve dünya tekellerinin kuvvetle muhtemel ambargosunu, uluslararası kapitalizmin rekabetinden yararlanarak, etkisizleştirebilirdi.
Bunun ne ölçüde başarılı olacağı elbette pratiği içinde görülecekti. Ancak her şeyden önce halkın fedakarlığı halk yararına tedbirlerler için değerlendirilmiş olurdu. Bu, uluslararası ve yerli sermaye oligarşisine karşı sınıf mücadelesinin bir parçası olarak ele alınmasını gerektirirdi.
Halk yararına söz konusu reformlar belki kısmen başarılı olurdu. Ancak bu bile yerli ve uluslararası sermaye oligarşisine karşı mücadele edilebileceği bilincini geliştirir, işçi sınıfı hareketinin sosyalizm için mücadelede öz güveninin ayakta kalmasına yardımcı olurdu.
Fakat Çipras ve ekibi, parlamentarist çizgideydi. Reformlar için mücadeleyi de halkı bu yönde seferber etmeyi de göze alacak kararlılığa sahip değildi. Halkçı reformlar için halkla birlikte mücadele mi hükümet-bakanlık koltukları mı ikileminde bu kliğin birinci seçeneği tercih etmesi karakterine daha uygundu. ABD’ye bağımlılığın ifadesi olan NATO’dan çıkmayı gündeme bile getiremedi.
Aşırı sağcı ANEL’le koalisyon kurması ve ordu ile ABD’ye taviz olarak savunma bakanlığı ile dışişleri bakanlığını bu partiye vermesi de ayrı bir uzlaşmaydı.
Çipras ve kliği, bu tavizle muhtemelen ordudan gelebilecek bir darbeyi engelleme kurnazlığı yaptı. Sınıf mücadelesine ve halka dayanma yerine, burjuva ve emperyalist kurumlara tavizlerle onların saldırganlığını önleyebileceğini sanan sınıf işbirlikçiliğidir.
Oysa Chavez ve Morales’e karşı askeri darbeleri, bu iki lidere rağmen gerçekleşen halk ayaklanmaları püskürttü. Sınıf işbirliği ve tavizlerle uzlaşmanın iflasını devrimci ayaklanma eyleminin fedakarlığı kanıtladı.
Burada tartışmamız açısından şu önemli iki sonuç çıkıyor:
Öncelikle vurgulanmalı ki reformcu sosyalistlerle, reform programına sahip olsalar da kitle mücadelesinde yer alan ve bunu önemseyen hareketler arasında da fark var. Synaspismos-Çipras, seçim desteğini genişletmeye odaklanmış, kitle mücadelesini buna tabi kılan reformcu çizgideydi. Bu çizgideki reformizm, yerli ve uluslararası tekellerin mali-iktisadi baskısı ve emperyalistlerin ve yerli burjuva güçlerin örneğin ordu eliyle tehdidi karşısında, kendi çizgilerinin doğal sonucu olarak teslim olur. Bu çizgideki reformistlerle çok geçici ittifaklar yapılsa da ittifakın kazanımları mücadeleci ve devrimci olan partilerin güç kazanmasına hizmet edecek biçimde hareket edilmeli, değilse ittifaka son verilmeli.
Çıkarılması gereken diğer ders de, Çipras’ın teslimiyetine Sol Platform olarak karşı çıkıp ayrılan devrimci ve mücadeleci kesimler, 2004 -2015 sürecinde kitle eylemciliğiyle seçim mücadelesini birleştirebilmiş ve birincisine tabi tarzda yürütülen bir pratik izlemiş olsalardı seçim kazanımı olan geniş kitlelerin çok önemli bölükleri parlamenter “lider” ve grubun arkasından koparılabilir, bu devrimci ve mücadeleci güçlerin saflarına kazanılabilirdi..
Çipras’ın teslim olarak Troyka’nın dayattıklarını uygulamasına karşı, Sol Platform diğerleriyle birlikte genel grev ve diğer eylemlere katılmasına rağmen Syriza kitlesini kazanamadı.
Podemos da antikapitalist ajitasyonu yapsa da reform programına sahipti. Öfkeliler Hareketi kitlelerini hemen kurulduğu 2014 yılından başlayarak içinde ve etrafında ama seçim başarısı amacıyla topladı. 2016’da yüzde 20.1 gibi PSOE’ye yakın oy oranına yükseldi. Gerek Katalonya bağımsızlık referandumuna karşı yükseltilen şovenizmin etkisi ve gerekse diğer nedenlerle gerilemeye başladı. Avro-komünist reformcu Birleşik Sol (Izquierda Unida) ile birleşti. Bölündü. 2019 seçimlerinden sonra Unidas Podemos birleşik ittifakı olarak PSOE’nun yedek koalisyon gücü ve kuyrukçusu olarak hükümette yer alıyor.
Özetten anlaşılacağı gibi bu süreçte kitle eylemleriyle seçim mücadelesini içiçe yürütmedi.
Fakat vurgulamak istediğimiz ise şu: Podemos program olarak öngördüğü reformları bile hükümet öncesinden başlayarak adım adım terk etti. Örneğin borç ödemenin durdurulması talebinden vazgeçti. Kiracıların evlerden çıkarılmalarına son verilmesi talebini bir yana bıraktı. İşten atılmaların yasaklanması talebinden de büyük ölçüde vazgeçti. Monarşiye ilişkin reformu da bir yana bıraktı. Ulusların kendi kaderlerini tayin hakkını Katalonya bağımsızlık referandumunda bağımsızlığa karşı çıkmak ama zor kullanılmamasıyla yetinmek biçimindeki sosyal şoven bir tavırla değiştirdi. Daha önceki hükümetlerin gösterileri izne bağlayan antidemokratik yasayı değiştirme vaadi vardı, bu vaadinden de kuyrukçu olarak yer aldığı hükümette PSOE’nin baskısına boyun eğdi, vazgeçti. P. İglasias, doğal olarak antikapitalist ajitasyondan da vazgeçti. “Kapitalizmi tasfiye edemeyecek kadar küçük bir gücüz” diyerek vazgeçişini güç meselesi demagojisiyle ifade etti. Antikomünist ideolojik ajitasyon saldırıları karşısında bunalarak, Madrid seçim yenilgisinden sonra siyaseti bıraktı.
Yine vurgulamak istediğimiz noktaya dönersek, Podemos reformcu bir parti olarak vadettiği reformları ısrarla savunmaktan da vazgeçti. Demek ki seçim mücadelesiyle kendilerini sınırlayan kitle eyleminde yer almayan reformcu partiler, vadettikleri reformlar için mücadele de edemezler. Sosyal demokratların yedek gücü haline gelirler.
Devrimci ve mücadeleci nitelikte olup Podemos dışında kalan güçler ise ayaklanmanın kitlesini az etkileyebildiler. Örneğin Marksist Leninist Parti (Komünist Yeniden İnşa), ancak kadrosal kazanımlar sağlayabildi. Kuşkusuz bu da önemli. Ama geniş kitle Podemos’un seçim kazanma çizgisine bağlanarak devrimci girişkenliğini, inisiyatif ve militanlığını yitirdi.
Burada Türkiye için de ders çıkarılabilir. 90’lı yıllarda, 12 Eylül yenilgisinin ve dünyada sosyalizmin yenilgisinin karamsarlık yarattığı koşullarda, geçmişin devrimci örgütlerinden ve küçük burjuva legalist hareketlerinden, legalizme, sosyal demokrasi kuyrukçuluğuna ve ulusalcılığa bağlanma yaşandı.
Sol Parti ve TKP bu evrimleşmenin iki öne çıkan örneğidir.
Sol parti legalizm çizgisine karar verirken bununla kalamadı. Liberalizmle ulusalcılığın karışımı yönünde geriledi. Sonra sosyal demokrasi kuyrukçuluğuna ve ulusalcılık lekesini taşıyan kaba bir antiemperyalizme düştü. Bu süreç boyunca reformlar için mücadeleciliği de bir yana büyük ölçüde bıraktı. Devrimci ve emekçi sol hareketle ittifak saflarını sıklaştırmak yerine, sosyal demokrasiyle ittifakla belediye seçim mevzisi kazanma gibi burjuva liberalizme kaba kuyrukçuluğa düştü.
TKP ise geçmiş legalist ve mücadele açısından pasifist çizgisini, bolca sosyalizm lafzıyla örtme hüneriyle kalmadı. Türk ulusalcılığı çizgisinde ilerledi. Yurtsever cepheciliği sosyalizm adına bayraklaştırdı. Burada kalamazdı. 2000’li yıllarda Türkiye’nin ABD emperyalizmi tarafından bölünme ve parçalanma tehlikesi altında olduğu paranoyasına kapıldı ve bu tehlikeye karşı mücadelenin merkezi görev olduğu sosyal şovenizminin bayraktarlığını yaptı. Bu çizgisini sürdürüyor, Kürt ulusal özgürlük mücadelesine ve Rojava Devrimi’ne karşı fikirler üretmekle uğraşıyor.
Küçük burjuva reformculuğunun, kitle mücadelesini geliştirme, sınıf uzlaşmasını ve işbirliğini reddetme çizgisinde yürümede kararlı olmayan parti ve örgütleri, kaçınılmaz olarak burjuvazinin parlamentarist (ve bağımlı ülkelerde ulusalcı çizgilerine de) kuyrukçuluğa düşerler. Bununla kalmaz, ana akım burjuva partilerin krizi koşullarında sosyal demokrat ve ulusalcı partilerden boşalan yerleri doldurma, ayaklanmaları sönümlendirme misyonu oynarlar.
Seçim İttifakları ve Mücadelesi Gereksiz mi?
Bu sonuçlar ve dersler, komünist ve devrimci hareket açısından seçim mücadelesini gereksiz hale getirmez elbette. Çünkü mücadele tarihi, seçim-parlamento siyasi açıdan kitleler için önemini koruduğu, kitlelerin parlamentoya ilgisinin sürdüğü koşullarda, komünist ve devrimci hareketin kullanması gereken bir alan ve araçtır.
Dünya çapında geride bıraktığımız yaklaşık 30 yıllık gericilik dönemi, reformcu küçük burjuva partilere işçi sınıfı ve halk hareketlerinden akışın yükselmesine yol açtı. Bu aynı zamanda ayaklanan veya çok geniş kesimleriyle hoşnutsuz olan emekçi ve ezilen kitlelerin kapitalist düzen içinde “çözüm arayışı” bilinciydi. Fakat kendilerine sol, sosyalist, işçi partileri, ittifakları adlarını verseler de bu küçük burjuva parti ve ittifaklar, burjuva reformcu çizgiye rahatlıkla kaydılar.
Emperyalist küreselleşme döneminde burjuvazinin ana akım muhafazakar ve sosyal demokrat partileri arasındaki fark (en azından ekonomik programları bakımından) silinirken, küçük burjuva partiler ise sosyal demokratlaştı, geçmişin sosyal demokrat partilerinin yerini aldı, almaya devam ediyorlar. Yeni çıkan küçük burjuva reformcuları da benzer süreci izliyorlar.
Buna devrimci hareket içinde haklı tepkinin sonucu olarak seçim mücadelesini reddetme eğilimi de filizleniyor.
Sonuç olarak, komünist ve devrimci hareket, seçim ve parlamento mücadelesini değerlendirmeli. Ancak işçi sınıfı ve ezilenlerin kitle eylemlerine göre daha tali ve birincisine tabi tarzda bu mücadeleyi yürütmeli.
Seçimlerde komünist, devrimci, emekçi sol güçlerin, ezilen inanç-cins-ulusların ittifakı da gerekli.
Çünkü geniş kitlelerin parlamento ve seçime ilgisinin devam ettiği koşularda antifaşist, antikapitalist, antiemperyalist birleşik odak yaratmak, geniş kitlelerin sosyal demokrat ya da başka burjuva reformcu partilere bağlanmaları yerine devimci harekete doğru çekilebilmelerine hizmet eder.
Şimdi gericilik döneminden ayaklanmalar dönemine geçilirken, ayaklanmaların yarattığı devrimci potansiyelin burjuva reformizmi yoluyla sönümlendirilmesine izin vermemek bu alanda öne çıkan görev. Syriza, Podemos deneyiminin derslerini bu görevi aydınlatıcı rol oynaması bakımından ele aldık.
Ayaklanmaların küçük burjuva parlamentarist akımlar tarafından sönümlendirilmesine karşı, seçim mücadelesinin ayaklanmalara ve devrimin inşasına yardımcı olmasının pratik örneklerini geliştirmek tutulması gereken yoldur.
Notlar
1 Lenin, Seçme Eserler, c.10, sf. 112, İnter Yayınları
2 Lenin, Seçme Eserler, c.10, sf. 116, İnter Yayınları
3 Engels, Ailenin, Mülkiyetin ve Devletin Kökeni, sf. 165, Eriş Yayınları