Üretim biçimi analizinde yöntemsiz yol alınamaz. Yazıda görüldüğü gibi TKP/ML yöntemsiz bir yazı hazırlamış ya da Marx ve Lenin'den tezlerini doğruladığına inandığı alıntılarla desteklemeye çalışmış. Alıntıları da Mao’nun Çin analizi ile birleştirerek soyutluğun doruk noktasına çıkmış. Arkadaşlar gerçekten de Marx'ın Kapitallerini, Lenin’in “Rusya’da Kapitalizmin Gelişmesi”ni, kafalarında oluşturdukları anlayışı destekleyen alıntı bulmak yerine anlamak için okumuş olsalardı, yarı-feodalizme, “feodalizme bağımlı kapitalizme” çakılıp kalmazlar, farklı sonuçlara varabilirlerdi. Yazı, türlü kavrayışsızlıklarla doldu. Kurguladıkları anlayışı doğrulamak için bilimi de hiçe sayıyorlar.
Arkadaşların yarı-feodal üretim ilişkileri-kapitalizm bağlamında anlattıkları “dual ekonomi”dir. Yani burjuva anlayış ve yöntemle asla ve kat’a ampirik verilere el sürmeden Türkiye’de ve tabii dünyada da Türkiye gibi ülkelerde “sosyo-ekonomik yapı”yı “analiz” ediyorlar.
Bürokratik kapitalizm konusunda da analiz yapıp bu sonuca vardıklarından dolayı değil, Mao’nun bu konudaki anlayışından dolayı Türkiye’de kapitalizmi böyle tanımlıyorlar.
Metni iki bölümde ele almayı doğru buluyorum. Birinci bölümde TKP/ML’nin neyi, nasıl savunduğunu, neyi anlamadığını ve Türkiye gerçeğini ve ikinci bölümde de yöntem sorununu ele alacağım.
I- TKP/ML’nin 1. Kongre Kararlarında Sosyo-Ekonomik Yapı Üzerine Savları
TKP/ML 1. Kongre Kararları’nda* “Partimizin Programına Dair” başlığı altında “Sosyo-ekonomik yapı” ve “Emperyalizm ve yarı-feodalizm” konuları üzerine bazı tespitler yapmış.
Bu savların en önemlileri şunlardır:
“-Bizim burada dikkat çektiğimiz özellik kapitalist üretim tarzının doğuşunun feodal üretim tarzının çözülmesiyle gerçekleşmediği, bu sürecin uzun bir zaman almasıdır. Marx bunun genel olarak iki yol izlediğini söylemekle beraber kapitalist üretim tarzının egemenliğinin kaçınılmaz bir sonuç olduğunu hiçbir zaman gözden kaçırmamıştır...
-Bu durumda yarı-feodalizmin feodalizmden kapitalizme doğru gelişimde bir geçiş evresi olduğunu; bu dönemde ne feodal ne de kapitalist olan bir toplum biçiminin gerçekleştiğini söyleyebiliriz. Bu geçiş evresinin kavranması bakımından Marx’tan ve aynı içerikte olsa da Lenin’den yapacağımız alıntılar belirleyicidir. Feodalizmden kapitalizme doğru izlenen genel iki yol bize toplumu incelerken yoğunlaşmamız gereken noktaları da gösterecektir.”1
“Bizim burada dikkat çektiğimiz özellik kapitalist üretim tarzının doğuşunun feodal üretim tarzının çözülmesiyle gerçekleşmediği...”, diğer taraftan da Marx, feodalizmin çözülmesinde “genel olarak iki yol izlediğini söylemekle beraber kapitalist üretim tarzının egemenliğinin kaçınılmaz bir sonuç olduğunu hiçbir zaman gözden kaçırmamıştır...” savunusu yapılabiliyor. Yani hem evet hem de hayır: Kapitalist üretim tarzı, feodalizm çözülmeden de gerçekleşebilir. Ancak, feodalizm iki yoldan çözülür, ama bunun sonucu da kapitalist üretim tarzının egemenliğidir.
Arkadaşlar ne yazdıklarının farkında değiller. Resmen ve düpedüz dual ekonomi anlayışını savunuyorlar; feodalizm ve kapitalizm yan yana veya iç içe geçmiş bir biçimde varlıklarını sürdürebilirler. Bu süreç içinde kapitalizm feodalizme nüfuz etmez vb.
Ne anlamak istiyorsan onu anla türünden cümleler de var sosyo-ekonomik yapı analizinde. Her ne kadar feodalizmin çözülmesinde iki yol varsa da, bu iki yolun gerçekleşmediği ülkeler de vardır. Bu ülkelerde “geçiş koşulları”, “kapitalist üretim tarzının egemenliği” ile açıklanıp irdelenmiyor. Ancak, “yarı-feodal temel üzerinde gelişen kapitalist ilişkileri” büyük sorunlara yol açar; “Yarı-feodal bir toplumun kapitalist bir topluma doğru gelişmesi Marx ve Lenin’in tanımladıkları geriletici, koruyucu, berbat edici, kötüleştirici, köleleştirici, kör edici unsurların dışında yeni ve daha güçlü unsurlar tarafından, her düzeyde engellenmektedir.”2
Bu sorunlar, o büyük, özgün sorunlar nedir diye sorarsak, Endonezya’da Hollanda sömürgeciliğinin neden olduğu sorunlar, engeller karşımıza çıkar. Arkadaşlar bu “dual ekonomi”nin Endonezya toplumunda ortaya çıkardığı sorunları sıralamakla karşı karşıya kalırlar.
Emperyalist çağa geçelim.
“Elbette farklı olarak, birinde ileriye dönük yeni gelişmeler anlaşılmazken diğerinde engelleyici, geriletici güçler ve ilişkiler söz konusudur. Farklı üretim tarzları üzerindeki “benzer” görünümlerin, üretim süreçleri temel alınmadığı için sürekli yanlış yorumlandığı ve analizlerin yanlış başlayıp hiçbir yere ulaşmadığı, gerçekliği açıklamaktan uzak, eklektik, dogmatik ve yüzeysel tezlerle sınıf bakış açısından kopmaya veya uzaklaşmaya mahkum anlayışlarla karşı karşıya kalmamız bu nedenle şaşırtıcı değildir.”3
Ne diyor okura? Gördüğün, kullandığın hiçbir şeye inanma; onlar kapitalizmin gerçeklik olduğunu kanıtlamaz. Neyi kanıtlar? Yarı-feodal ekonomik ilişkilerin hakimiyetini; bir tarafta eklenti olarak duran kapitalizmi, diğer taraftan da feodalizmi; daha geniş anlamda dual ekonomiyi kanıtlar!!
Arkadaşlar bazı kaygılarını ve Marx’ı yorumlamalarını şöyle formüle ediyorlar:
“Sıklıkla karşılaştığımız yorumlardan biri yarı-feodal toplum biçiminin, bir “geçiş toplumu” olarak sürgit bir toplum biçimi olamayacağı, kaçınılmaz olarak yeni üretim tarzı tarafından alaşağı edileceğidir. Marx bu “kaçınılmaz” sonucu birçok kez ortaya koymuştur. Lenin de Rus devrimi özgülünde bu sonucun altını çizmiştir. Yarı-feodal bir toplumda yaşamış olan Mao Zedung da aynı sonuca dikkat çekmiştir.” 4
Buraya kadar anlaşılıyor. Arkadaşlar devam ediyorlar:
“Marx’ın açıkladığı iki farklı yoldan devrimci olmayan yol konumuz bakımından esas olmalıdır. Üreticinin tüccar ve kapitalist olması (devrim yapan yol) doğrudan üretim tarzının değişmesi anlamına gelir; bu değişimde işgücü bizzat meta durumuna gelirken üretici de üretim araçlarını elinde toplayıp sermaye sahibi olarak, üretim koşulunun sahibi olarak üretimde artı-değer yaratmak üzere işgücünü satın alacak seviyeye gelir. Bu yeni bir üretim koşulu ve ilişkisi anlamına gelir.” 5
Bu kadar doğrunun arkasından yanlış tespit nasıl yapılır? Şimdi buna bakalım:
“Buna karşın diğer yol, yani üreticinin değil de tüccarın üretim üzerinde doğrudan söz sahibi olmasıyla girilen yolda yeni üretim tarzının önüne büyük ve zorlu engeller çıkar. Marx’ın analizi bize bu engellerin hangi noktalarda biriktiğini göstermekle eşsiz bir bilgi sunar.”6
Devamla arkadaşlar Marx’a dayanarak, daha doğrusu Marx’ın Kapital’de tüccar sermayesi hakkında söylediklerini, tespitlerini anlamak yerine tüccar sermayesinin kapitalizmin gelişmesini nasıl engellediğini veya kapitalist üretim biçimi hakimse sanayi sermayesine nasıl yamandığını, kapitalizme hizmet ettiğini anlatıyorlar, ama anlamadan anlatıyorlar.
Tamam, feodalizmden kapitalizme geçiş sürecinde tek başına tüccar sermayesi, mevcut ekonomik ilişkileri korumaya, konserve etmeye çalışır. Bu doğrudur. Ama tüccar sermayesi bu eylemiyle asla ve asla yetinmez. Satmak için üretmek gerekir, ticaret bazlı dünya pazarının oluşması için (1800’lerin ilk çeyreği) üretimin o zaman için bilinen bütün dünyada pazarlanması, sömürgelerden hammaddelerin getirilmesi gerekir. Demek ki, tüccar sermayesi, sadece tüccar sermayesi olarak kalma şansına dahi sahip değil. Ama arkadaşlar, “Böylece” diye başlayarak, “sermayenin üretim üzerinde egemenlik kuramadığı koşullarda”n bahsediyorlar. Üretim var ama sermaye bu üretim üzerinde hakimiyet kuramıyor! Sanayi sermayesinin oluşma koşullarında söz konusu olabilecek geçici bir süreci genelleştirerek bugüne getirmek gerçekten de cüret işidir.
Tüccar “sermayenin kapitalist üretim tarzı temelinde gelişmemiş tüm eski üretim tarzlarında var olduğunu, sırf dolaşım alanında bulunarak metaların değişimini sağladığını ve aslında bu işleviyle temeldeki üretim tarzını koruduğunu, süreklileştirdiğini ortaya koymuş oluyor.” 7
Marx diyor ki, kapitalizmin şafağında “ortaçağlardan çok farklı ekonomik, toplumsal biçimlerde olgunlaşan ve kapitalist üretim tarzı döneminden önce genel olarak sermaye sayılan birbirinden tamamen farklı iki sermaye şekli devralınmış -tefeci sermaye ve tüccar sermayesi, feodal toplumun çözülmesi, kırsal nüfusun mülksüzleştirilmesi ve kısmen topraklarından atılması ile sanayi sermayesine dönüşümünün” yolu açılmıştır.8
Arkadaşlar da diyorlar ki, Marx böyle bir şeyi reddediyor. Ama Marx, sanayi sınıfının oluşumunu anlatırken tüccar ve tefecinin sahip olduğu para-sermayenin sanayi sermayesine, tüccar ve tefecinin de sanayi kapitalistine dönüşmesinden bahsediyor.
“Feodal kalıntıların sürekliliği ve küçük üretici kesimlerin sonu gelmez yoksullaşması yarı-feodal ekonominin temel dinamiğini oluşturuyor.” “Bugün bütün mesele bu iki yoldan biri olan iç başkalaşımın önündeki engelin yeni üretim tarzının, yani kapitalizmin dünya çapında ulaştığı düzey sonucunda yine kendisi tarafından kapanmış olmasıdır.”9
Marx da, Lenin de feodalizmin tarih sahnesinden silinmesinde uçlanan ve giderek hakim olan kapitalizmin, bu hakim olma sürecinde köylülüğün feodal bağlardan kopmasının (evrimci ve devrimci yol); yani devrimci yoldan ve evrimci (reformlar) yoldan küçük köylülüğün özgürleşmesinin oynadığı rolü döne döne anlatırlar. Ancak TKP/ML bunu şimdiye kadar anlamadı ve anlamayacağını da teorize ediyor.
TKP/ML sosyo-ekonomik yapı analizinde başlı başına bir “yarı-feodal ekonomi” oluşturuyor. Oysa böyle bir ekonomi yoktur. Sonra da tasarladığı bu ekonominin temel dinamiğini “Feodal kalıntıların sürekliliği(nde) ve küçük üretici kesimlerin sonu gelmez yoksullaşması”nda arıyor. Bunu kanıtlamak için tek bir örnekleme yok. Şunu kanıtlamaya çalışmıyor: Örneğin Türkiye’de “Feodal kalıntıların sürekliliği ve küçük üretici kesimlerin sonu gelmez yoksullaşması”ndan dolayı “yarı-feodal ekonomi hakimdir” demiyor. “Yarı-feodal ekonomi” varsa, adı üzerinde yarısı da kapitalisttir. Peki, bu ekonominin kapitalist kısmı genel toplumsal yapıyı, ekonomiyi, mülkiyetin karakterini (feodal-burjuva) hiç mi etkilemiyor? Burjuva/özel mülkiyetin ifadesi olan tapu, küçük üretici köylünün özgürlüğü değil mi?
Lenin “Rusya’da Kapitalizmin Gelişmesi” yapıtında feodalizmin devrimci ve evrimci çözümünden ve sonuçta hangi yoldan olursa olsun Rusya kırında feodalizmin çözüldüğünden, çözülüyor olduğundan bahseder. TKP/ML ise, Lenin’i yazdığı gibi anlamıyor ve “Devrimci yol gerçekleşirse kırsal alanda kapitalizme geçilir, evrimci yol gerçekleşirse kapitalizme geçilemez” diyor.
TKP/ML Marx’ın Kapital’inde, Lenin'in “Rusya’da Kapitalizmin Gelişmesi”nde yazdıklarını reddediyor; evrimci yol/reformlar anlamına gelen “iç başkalaşımın önündeki engel kapitalizm”dir ve bu kapitalizm, yani bugün açısından emperyalizm, gelişmişlik düzeyinden dolayı “iç başkalaşımın önünde engel” olmakla kalmaz, bu “iç başkalaşım” yolunu bizzat kapatacaktır. Yani gelişme duracaktır, diyor.
TKP/ML’ye göre “yeni üretim tarzı” dedikleri kapitalizm, feodalizmi, yani “eskiyi alaşağı etme yeteneği tüccar sermayesinin de bu özelliğini ortadan kaldırmıştır.”10
Ancak, emperyalizm çağında bu durum değişmiş, “burjuva iktisatçıların bütünü ve tabii ki Marksist bakış açısından uzak ya da uzaklaşmış geniş bir küçük burjuva kesim” arkadaşları anlamıyorlar ve hala “emperyalizm çağında kapitalist üretim tarzı feodalizmi tüm kalıntılarıyla alaşağı etme yeteneğine sahip olmayı sürdürüyor, kapitalizmin feodalizm üzerindeki bu zaferi bu çağda da mümkün olmuştur ve mümkün olmaktadır!” anlayışını savunuyorlar! Bunu Türkçeye çevirelim: “Emperyalizm çağında kapitalist üretim tarzı feodalizmi tüm kalıntılarıyla alaşağı etme yeteneğine sahip” değildir. Bu çağda “kapitalizmin feodalizm üzerindeki zaferi”nden artık bahsedilemez. Emperyalizm, yarı-feodal üretim ilişkilerini dondurmuştur.
Emperyalizm, yarı-feodal üretim ilişkilerini dondurduğundan dolayı olsa gerek yeni bir üretim tarzı doğuyor: “Yarı-feodal sosyo-ekonomik yapının feodal olmayan; ama kapitalist de olmayan bir üretim tarzı olması, bu üretim tarzının feodal ve kapitalist toplum ilişkilerini içerdiği gerçekliğiyle birlikte alınmalıdır.” 11
Artık feodal olmayan, ama aynı zamanda kapitalist de olmayan üretim tarzı, “yarı-feodal sosyo-ekonomik yapı”, “bu üretim tarzının feodal ve kapitalist toplum ilişkilerini içerdiği gerçekliğiyle birlikte alınmalıdır.” Bunun Türkçesi şudur: “Feodal olmayan; ama kapitalist de olmayan üretim tarzı”, “feodal ve kapitalist toplum ilişkilerini içerdiği gerçekliğiyle birlikte alınmalıdır”; yani bu üretim tazının feodal olmayan kısmında (bugün için konuşursak ve arkadaşlar bugün için yazıyorlar) cep telefonlu, tarımını makineleştirmiş toprak beyi ve ona bağımlı (serf) cep telefonlu, otomobilli, beyiyle ekonomik ilişkisi ücret üzerine kurulmuş bir köylü var. Bu üretim tarzının kapitalist olmayan kısmında da karşımızda yüzlerce, binlerce işçi çalıştıran küçük, orta, büyük çaplı bir sanayi; yani kapitalistler sınıfı ve buralarda çalışan milyonlarca işçi duruyor. “Feodal ve kapitalist toplum ilişkilerini içerdiği gerçekliğiyle birlikte” ele almak demek bu sınıfların varlığını kabul etmek demektir. İşin açığı bu üretim tarzında birbirine zıt iki üretim ilişkisi (feodal olmayan feodal üretim ilişkisi ve kapitalist olmayan kapitalist üretim ilişkisi) var.
“Feodal olmayan; ama kapitalist de olmayan üretim tarzı”nı “feodal ve kapitalist toplum ilişkilerini içerdiği gerçekliğiyle birlikte” ele alırsak, ki, arkadaşlar böyle ele alınmalıdır diyorlar, o zaman “feodal ve kapitalist toplum ilişkilerini(n) içerdiği gerçekli(k)” bu üretim tarzının feodal olmayan, kapitalist olmayan biçiminde tanımlanamayacağını, tam tersine feodal ve kapitalist üretim tarzları olarak tanımlanması gerektiğini gösterir.
Sömürüye dayanan üretim biçimlerinde genel geçerli ve her bir üretim biçiminde o üretim biçimine özgü olan nesnel ekonomik yasalar vardır. O yasalara göre söz konusu üretim biçimi tanımlanır. Feodal üretim biçimine özgü nesnel ekonomik yasalar ve temel sınıflar vardır. Kapitalist üretim biçimine özgü nesnel ekonomik yasalar ve temel sınıflar vardır. Peki, arkadaşların tanımladıkları üretim tarzı (feodal, ama aynı zamanda kapitalist de olmayan) hangi nesnel ekonomik yasalara göre hareket ediyor ve hangi temel sınıflar toplumun ana eksenini oluşturuyor?
Burası bir muamma!
Arkadaşların anlayışına göre burjuva devrimini gerçekleştirmiş ve feodal üretimi temelinden tasfiye etmeyi başarmış Yunanistan, Portekiz gibi yarı-sömürge ülkeler var. Bu ülkelerde kapitalist üretim tazı hakimdir. Ancak, burjuva devrimlerini başaramamış, feodal ekonomiyi kökten tasfiye edememiş yarı-sömürge “ülkelerde “emperyalizme bağlı kapitalizm”, bağımlı kapitalizmin de olanağını yok etmiştir.”12 Herhalde Türkiye buna bir örnektir!
Peki, yaptıkları “gelişen kapitalizm”, “bağımlı kapitalizm”, “emperyalizme bağımlı kapitalizm” tanımlamaları nasıl tespit edeceğiz? Bunun için ampirik verilere ihtiyaç var. Ancak arkadaşlar bu tespitlerini somut durumun somut analizi zemininde değil de, soyut olarak yapıyorlar.
“Özetlersek eğer, emperyalizmle beraber dünyanın hemen her yerinde mali sermayenin dayandığı temellerin ve sahip olduğu özelliklerin sonuçlarını görmemiz sadece rastlantı veya geçici olarak değerlendirilemez; bunlar kaçınılmaz, kendiliğinden, dolayısıyla olağan sonuçlarıdır: tüm dünyada kapitalizmin genişlemesine ve derinlemesine geliştiği; bu sonucun merkezinde mali sermayenin
bulunduğu tartışmaya yer bıraktırmayacak kadar açıktır. Tam da bu özellik yarı-feodalizmin esaslı nedenidir!”13 Yani diğer bir deyişle, kapitalist üretim biçimi dünya ekonomisine hakim olduğu müddetçe böyle kalınacak, değişim olmayacak, kapitalist ekonominin nesnel yasaları etkisini göstermeyecek!
TKP/ML devamla tezlerini İbrahim Kaypakkaya’nın Şnurov kaynaklı tespitlerine dayandırarak temellendiriyor: “İbrahim yoldaş komprador burjuvazinin Türkiye’deki sürecini Şnurov’un “Türkiye Proletaryası” adlı broşüründen, kendi gözlem ve soruşturmalarından hareketle genel olarak ortaya koymuştur.”14
TKP/ML’nin “sosyo-ekonomik yapı” üzerine tezlerinin, analizlerinin hepsini buraya aktarmak ve eleştirel değerlendirmek gerçekten bir kitap çalışması olur. Bu nedenle önemli gördüğümüz bazı anlayışlarını ele almakla yetineceğiz.
TKP/ML’nin “sosyo-ekonomik yapı” anlayışının Türkiye/Kuzey Kürdistan gerçekliğiyle hem geçmişte hem de bugün ne derece ilgisi vardır veya nesnel gerçekliği ne derece ifade ediyor?
Bağından kopartılmış ve Mao Zedung’un Çin’de sosyo-ekonomik yapı üzerine analizlerinin soyut olarak kabullenilmesinden öte bir anlam taşımayan; Türkiye’de sosyo-ekonomik durumun analizinden çıkartılmayan bu genel kavramlar şimdiye kadar bu konuda TKP/ML’yi bir yere getirmemiştir. Ancak, buna rağmen büyük savlarının birkaçını kısaca ele almakta yine de yarar vardır.
Dışa, genel anlamda emperyalizme, özel olarak da yabancı sermayeye (“Emperyalist Sermaye”) bağımlılık konusunda TKP/ML’nin savlarının tutarlı hiçbir yanı yoktur. Bu sorunun cevabı ancak ve ancak verilerin analizinden çıkartılacak sonuçlarda aranabilir. Bu alan ekonomi alanıdır ve verisiz yol alınmaz, değerlendirme yapılamaz. Peki, TKP/ML’nin sunduğu veri, görüşlerini destekleyen bir analizi var mı? Yok. “...Sayısız veri Türkiye’de kapitalizmin yabancı sermayeye (özel olarak belirtmek gerekirse Batı Avrupa sermayesine) bağlı, geç doğmuş ve yarı-feodal bir temel üzerinde yükselmiş olduğunu gösteriyor.”15 “Emperyalizmin sermaye ihracı sonunda “Feodal mülkiyet ilişkilerinin tüm kalıntıları ekonomik yaşama yön verecek, emeğin gasp edilme biçiminde belirleyici olacak, tefeci tüccar sermayesinin bağımsız gelişmesine temel oluşturacak şekilde kendini yeniden üretme koşulu olmuştur”16 demek yetmiyor. Sözünü ettiğiniz o “Sayısız veri”lerden bir tanesini sunsanız savlarınızı temellendirmek bakımından çok değerli olurdu.
Peki, gerçek durum neydi?
1923-1951 döneminde Türkiye'nin bir yabancı sermaye sorunu yoktu. Özellikle 1923-1940 arasında hemen hemen hiç yoktu. Bu nedenle de Türk ekonomisinde, devlet desteğiyle tekelci olarak gelişen kapitalizmde bir yabancı sermaye yönlendirmesi, etkilemesi olmamıştır. TKP/ML tam da bunun aksini iddia ediyor. Ama neye göre, hangi verilere göre soruları açıkta kalıyor. Diyelim ki, bu savlar doğru ve Türkiye, emperyalizm tarafından şekillendirilmiş olsun. O zaman bu şekillendirmeyi ete kemiğe büründüren birkaç örnek gösterilmelidir. Ancak, arkadaşların çok önemli bir özelliği var; örneklememek, ampirik verilerden uzak durmak! İsteseler de örnekleyemeyecekler.
Emperyalizme bağımlılık, siyasi, ekonomik, ticari, askeri, kültürel anlaşma faktörlerine bir bakalım. Bu konuda uzun ve ayrıntılı araştırmaya pek gerek yok. Söz konusu dönemde (1923-1950) emperyalist ve başkaca ülkelerle yapılan siyasi, ekonomik, ticari, askeri, kültürel anlaşmalar durumu çok açık biçimde izah etmektedir. Türkiye'nin 1923-1950 arasında imzaladığı bütün siyasi-ticari ve askeri anlaşmaların listesi Türkiye'de Kapitalizmin Gelişmesi’nin ikinci kitabından (s. 456-478) var. Bu anlaşmalar türüne göre (siyasi, ekonomik, askeri) tasnif edildikleri gibi, 1923-1934, 1934-1945 ve 1945-1950 diye dönemlere de ayrılmıştır.
-1923-1934 arasında Türkiye, hangi türden olursa olsun, hiçbir emperyalist ülke ile bağımlılığı beraberinde getiren bir anlaşma imzalamamıştır.
-1934-1945 dönemi içinde Balkan Paktı (9 Şubat 1934) Türkiye'nin uluslararası alanda emperyalist çıkarlara doğrudan alet oluşunun ilk örneğini oluşturur.
-1934-1945 dönemindeki anlaşmalar Türkiye'nin giderek emperyalist ülkelere yakınlaştığını gösteren bir geçiş dönemi karakteri arz eder.
-1945-1950 arasındaki anlaşmalar ise açıktan bağımlılık ilişkilerini ifade eder.
Bu anlaşmaların genel içeriğinden şu sonuçlar çıkartılmalıdır:
Türkiye, 1923-1945 döneminde -II. Dünya Savaşı döneminde “tarafsızlık” anlayışı giderek bozulsa da- emperyalist ülkelerle sosyalist Sovyetler Birliği arasındaki; daha genel ifade edersek kapitalist dünya ile sosyalist Sovyetler Birliği, oluşmakta olan sosyalist dünya arasındaki çelişkilerden yararlanmaya dayanan bir uluslararası ilişki-politika takip etmiş ve uygulamıştır. Bu anlayış, ifadesini “Yurtta Sulh Cihanda Sulh” politikasında buluyordu. Bu politika aynı zamanda iki farklı dünya arasında sıkışmış genç Türkiye'nin ulusal güvenlik konseptiydi.
II. Dünya Savaşı dönemini bir geçiş dönemi olarak alırsak, 1923-1939 döneminde Türkiye'nin siyasi, askeri, ticari vb. alanlarda yaptığı bütün anlaşmalara açık bir “tarafsızlık”, “işbirliği”, “ortaklık” anlayışı hakimdir.
TKP/ML’nin emperyalizme bağımlılık, borçlandırma, yabancı sermaye savları üzerinden o dönemin Türkiye’sini (1923-1945) “yarı-sömürge statüde bir ülke” tanımlamaları gerçeği yansıtmamaktadır. Bu, izaha muhtaç bir savdır, verilerle açıklanması gerekir. Bunu yapmıyor, ama Mao’dan aldıkları konsepti Türkiye’ye giydiriyor.
1923-1945 yılları arasında Türkiye başka ülkelerle siyasi, ekonomik/ticari, askeri anlaşmalar yapmıştır. Peki, Türkiye'nin yarı-sömürge bir ülke olduğunu gösteren veya Türkiye’yi yarı-sömürgeleştiren ekonomik, siyasi, askeri anlaşmalara bir örnek verebilir misiniz? Siyasi, ticari, askeri içerikli bir anlaşma gösterebilir misiniz? Gösteremezsiniz. Öyleyse sizi bu denli emin eden, bu analizleri yaptıran nedir? Yaptığınız araştırma mıdır? Yoksa Mao böyle düşünüyor, tarihsel gerçekleri de Mao’nun bu düşüncesine göre değiştiriyoruz anlayışından mı hareket ediyorsunuz?
Açık ki, geçerli olan ikincisidir.
Emperyalist boyunduruk altına alan, siyasi, ticari, ekonomik, askeri anlaşmalar ancak 1945’ten sonra gündeme gelmiştir.
TKP/ML’nin Türkiye’de feodalizm-kapitalizm savlarını anlamsız kılan veya boşa çıkartan gerçeklere bir örnek daha verelim:
-Türkiye’de kapitalizm “yarı-feodal bir temel üzerinde yükselmiş”tir.17
-Bu nedenle bu “kapitalizm feodalizmin tasfiyesini gerçekleştirememiştir”.
-Kapitalizm “feodalizmde çözülmeyi hızlandırır, kapitalizmin koşullarını geliştirip, meta ekonomisini yaygınlaştırır; fakat feodalizmin tasfiyesi için gerekli zorunluluk üretim tarzının değişmesidir.”18
-“Oysa biz kapitalist üretim tarzının oluşmadığı, gelişmediği iddiasındayız. Böyle bir gelişme olsaydı, hiç şüphesiz feodal çözülme kapitalizmin gelişmesi yönünde olurdu.”19
-“Gelişmeyen ve hâkim olamayan kapitalist ilişkiler, emeğin özgürleşmesi ve gelişiminde, toplumda sınıfsallaşmanın gerçekleşmesinde ciddi engel durumundadır.” 20
Burada dikkatimizi çeken, arkadaşların konuya ilişkin olarak nasıl, ne türden verileri analiz ettikleri ve vardıkları sonuçlara, savundukları düşüncelere dayanak yaptıklarıdır. Kapitalizm hakkında hiçbir analizleri yok. Sadece Mao’dan aldıkları kalıplaşmış kavramlar var. İşçiden, ücretten, gelişmiş olsun veya olmasın kapitalizmden bahsediyorsanız, o halde bu kapitalizmi gelişme aşamalarına (kapitalist kooperasyon, manifaktür, makineli üretim) göre analiz etmeniz gerekir; bu analiz için somut verileri kullanmanız gerekir. Bunların hiçbiri yok. Ama acayip bir kapitalizm var.
Bu konuda 1913’ten günümüze çok sayıda veri mevcuttur. Örneğin sanayi sayımları vardır. Bu verilerden hareketle aşağıdaki grafiği hazırladık. Bu grafik büyük işletmelerin, yani makineli üretimin toplam sanayi üretimindeki payını göstermektedir. (Bkz.: İ. Okçuoğlu; Türkiye'de Kapitalizmin Gelişmesi, 3. Kitap 1913-1985 arası)
Bu tabloda üretim değeri bakımından Türkiye ekonomisinde büyük işletme-küçük işletme hakimiyetinin gelişme seyrini görüyoruz. Yüzyılın ilk çeyreğinde sanayi üretiminde küçük işletmelerin ve manifaktür üretimin hakimiyeti söz konusuydu; yüzde 53,7. 1930'lu yıllarda durum değişiyor ve sanayi üretimine büyük işletmeler hakim oluyorlar; yüzde 60. 1940'lı yıllardan sonrası ise büyük işletmelerin sanayi üretimine hakimiyet derecesinin değişiminin tartışılması gerekmiyor. Bunun aksini savunmak kaybedileceği daha baştan bilinen bir “iddia”ya girmek demektir. Verileri evirip çevirmenin de bir anlamı yok. Gerçek olan, TKP/ML’nin iddialarının aksine daha 1930’lu yılların sonunda “kapitalist üretim tarzının” oluştuğudur, geliştiğidir. Tam da böyle olduğu için “feodal çözülme kapitalizmin gelişmesi yönünde” olmuştur. Bu veya aksi verilere ulaşmadan, somut durumun somut analizini yapmadan, teoriyi doğrulama kaygısıyla yazılıp çizilenin kıymet harbisi yoktur. TKP/ML’nin “sosyo-ekonomik yapı” “analizi”nde yaptığı tam da budur.
Feodalizmin çözülmesi-köylülüğün parçalanması sorunu ve TKP/ML’nin savları
-“Türkiye topraklarında feodalizmin çözülme süreci küçük üretim temelinde adım adım gelişen kapitalist üretim tarzının galebe çalmasıyla tamamlanmamıştır. Bu çözülmeyi hızlandıran ve “özgün” bir kapitalizm geliştiren güç emperyalizm olmuştur. Bu da karşımıza komprador kapitalizmi çıkarmıştır; yani emperyalizme bağlı kapitalizm.”21
-“Tefeci sermayesi ve küçük üretici arasındaki ilişki esas sömürü biçimi olarak egemenliğini sürdürmekte. Tatlı vurgunlar bu tefecilik ile sağlanmaktadır. Bunun dayandığı sosyal ve ekonomik ilişki ise emperyalizm çağında yarı-feodal üretim ilişkisidir.”22
Yazı bir dergi formatında yazılmamış olsaydı bu türden, aynı içerikli çok sayıda alıntı yapabilirdik. Ancak bu kadarı da yeterli. Peki, TKP/ML’nin bu savlarından ne anlamak gerekir veya arkadaşlar bu savlarla neyi kanıtlamak istiyorlar?
Emperyalizm/komprador kapitalizmi/feodalizm veya emperyalist burjuvazi/komprador-bürokratik burjuvazi/büyük toprak beyleri marifetiyle parçalanan köylülük, gelişen kapitalizm ancak ve ancak yarı-feodal üretim tarzını oluşturabilmiştir. Türkiye gerçekliği budur. Türkiye’de kırsal alanda mülkiyet ilişkileri değişmemiştir. Söylenen bu. Peki bunu söylerken herhangi bir araştırmaları, kırsal alanda somut durumun somut analizi; kırsal alanda meta-para-mülkiyet ilişkilerinin durumu ve gelişmesi incelenmiş mi? Hayır. Oysa bu savlarını temellendirmek için değerlendirebilecekleri veriler var. Örneğin 1913 ve 1927 tarım sayımları, 1930’larda toprakta mülkiyet ilişkilerini gösteren veriler, 1938 tarım sayımı verileri, TKP/ML’nin yukarıya aktardığımız savlarını oluşturmadan önce mutlaka analiz etmesi gereken verilerdi. Bu tarım sayımlarının özeti şunu göstermektedir:
20. Yüzyılda Türkiye Tarımında Toprakta Mülkiyet İlişkilerinin Evrimi
Kapitalist üretim biçimine tekabül eden bu kategoriler:
1. Kategori: topraksız; kır proletaryası.
2. Kategori: küçük köylülüğün alt kısmı.
3. Kategori: küçük köylülüğün üst kısmı.
4. Kategori: orta köylülük.
5. Kategori: zengin köylülük.
6. Kategori: büyük toprak sahipleri.
Söz konusu bu tarım sayımlarında önemli olan, verilerin ne derece güvenli ve hangi köylü kesiminin tarımda belirleyici olduğunu göstermelerinden ziyade köylülüğün mülkiyet ilişkileri temelinde sosyal katmanlarına ayrışmış, parçalanmış; feodal bey-serf bütünselliğinin dağılmış olmasıdır. Bu veriler daha 1913-1938 arasında kırsal alanda kapitalizmin feodalizm karşısındaki zaferinin anlatımıdır. Bir ekonomide, bu durumda Türkiye ekonomisinde tarım sektöründe sınıfsal yapının bu kategorilere göre parçalanmış olması yarı-feodalizmin değil, kapitalizmin doğrudan ifadesidir.
Açık ki, Türkiye'de tarımda feodalizmden bahsedemeyiz. Köylülüğün bu kategoriler temelinde ayrışması, özel mülkiyet temelinde bir ayrışmadır. (Bu veriler için bkz.: Türkiye'de Kapitalizmin Gelişmesi, 1923-1950, 2. Kitap, s. 88/89, Ceylan Yayınları, Haziran 1999).
1950'ye kadar olan dönemi yok sayalım. Ya 1950'den sonrasını ne yapacağız? Sadece 1950-1952 tarım sayımları köylülüğün özel mülkiyet temelinde ayrışabileceği kadar ayrıştığını, değişimin en fazlasıyla kategoriler arasında olduğunu göstermektedir. İşte bu -kategoriler arasında değişim- kapitalizmin hakimiyetinin açık ifadesidir; iktidarın tarım sorununa yaklaşımı, sanayinin gelişmesi vb. sonucunda kırsal alanda güçlü olan kesimler güçsüz olanları iflasa sürükler ve iflasa sürüklenen kesimler de ya kırı terk eder veya da yarı aç yarı tok sürünmeye devam eder. Öncesini yok saydığımıza göre, 1950'den bu yana Türkiye tarımında yaşanan da bu değil mi?
Kırda egemen unsur sorununu kapitalizm çözdü ama TKP/ML hala çözemedi.
TKP/ML hala “köylü hal tarzı” devrimden bahsediyor. Ancak, kırların artık esas mücadele alanları olmaktan çoktan çıktığının farkında değil. Bu nedenle bir de kır nüfusundaki değişimi göstermek gerekir.
Kır/köy nüfusunun toplam nüfus içindeki payı 1927 sayımında yüzde 75,78'den 2012 sayımına göre yüzde 22,72'ye düşüyor. Aynı dönemde kent nüfusunun toplam nüfustaki payı da yüzde 24,22'den yüzde 77,28'e çıkıyor.
1927-2012 arasında, yani 85 yıl içinde toplam nüfus 5,5 kat ve kent nüfusu 17,7 kat artarken köy nüfusu ancak 1,7 kat artabiliyor. Nüfusun böyle bir hareketlilik içinde olması; kentlere akın etmesi TKP/ML’nin sosyo-ekonomik yapı değerlendirmesi açısından hiç de iyiye işaret etmiyor. “Köylü usulü” ile çözülmesi gereken köylüler, “feodal ağalar”ın, tefecilerin zulmüne daha fazla dayanamadıkları için kentlere kaçmışlar ve kaçmaya devam ediyorlar da diyebilirsiniz; TKP/ML böyle bir iddiada bulunursa hiç şaşmamak gerekir.
II-TKP/ML’nin Yöntem Sorunu
TKP/ML’nin sosyo-ekonomik yapı üzerine çalışmasında neden bu denli dogmatik, bilime aykırı, Marksist-Leninist politik ekonomiyi, somut durumun somut analizini reddeden sonuçlara vardığını yöntem sorununda aramak gerekir.
Teori ve ampirik-bilimsel toplum analizi açısından formasyon kavramının bilince çıkartılması gerekir. Toplum formasyonunun (üretim biçiminin) analizinde yöntemsel açılımı sağlayan temel iki çıkış noktası vardır: a) Toplum formasyonu kavramının teorik işlenmesi ve b)Ampirik gerçeklerin analizi; yani öncelikle iktisadi-sosyolojik formda istatistik veriler ampirik olgular olarak ele alınmalıdır. Türkiye’de ve başka ülkelerde toplumsal formasyon oluşumuna (feodalizmin doğuşu ve çöküşü, kapitalizmin gelişmesi ve şimdiki gelişmişlik durumu) yaklaşımda bu iki nokta esastır.
İstatistik, ele alınan konu gerçekliği (somutta da Türkiye’de kapitalizmin gelişmesi gerçekliği) ile dolaysız bağlantıyı sağlar. Ancak istatistik verilerden hareketle, bu verilerde adeta gizli oluşan ekonomik yasalar açığa çıkartılabilir. Dolayısıyla istatistik materyal veya veriler, üretim biçimi analizinin (formasyon analizi) ampirik özünü/içeriğini oluştururlar.
Sosyo-ekonomik ilişkileri -bilimsel olarak analiz etmeden önce- tespitte istatistik veriler bir süzgeç rolü oynarlar. Ama istatistikler, kendilerinin analiz edilmeleri için kıstas olamazlar. İstatistik verileri “ham madde” olarak alırsak, bu ham maddenin analizi için kıstaslar, istatistik dışında aranmalıdır. Yani burada ekonomik toplum formasyonu kategorisi, üretim biçimi kavramı ve teorisi ön plana çıkmaktadır. Bundan; formasyon teorisinden ne anlaşılması gerektiğini Marx’ın “Politik Ekonominin Eleştirisine Katkı” (1859) yapıtının o meşhur önsözünde görüyoruz. Marx, aynı nokta üzerine Kapital’in birinci cildinin önsözünde de yöntemsel açıklama yapmıştır.
Lenin’in sorunu TKP/ML’nin de sorunu olmalıydı. Peki, sorun ne? Lenin, bilimsel sosyolojiden geniş anlamda toplum öğretisini anlıyor ve öncelikle de bu sosyolojinin, geniş anlamda toplum öğretisinin içeriğini araştırıyor. Lenin’in “Halkın Dostları Kimlerdir?” somutunda, Mihailovski ve bütün burjuva ekonomistler, filozoflar ve tarihçiler ve Türkiye’de de küçük burjuva devrimciler, sadece genel olarak toplumdan bahsederler ve sadece bu genel toplum üzerine tartışırlar. (Bkz.: Lenin; C. 1, “Halkın Dostları Kimlerdir...” (Almanca), s. 127) Bu burjuva yaklaşımın tersine Lenin, somut bilimsel toplum analizinin kıstaslarını araştırır. Lenin’e bu anlayışında yol gösteren, Marx’ın, Kapital’in birinci baskısına önsözündeki iki ilkesel saptamasıydı.
a) “Bu yapıtın son amacı, modern toplumun ekonomik hareket yasasını açığa çıkartmaktır.”23
b) “Ekonomik toplum formasyonu gelişmesinin doğal tarihsel bir süreç olarak kavranması.”24
Bu ilkesel saptamalardan ilkini -a noktasında belirtileni- Mihailovski tamamen soyut bir toplum ve tarih kavramı olarak anlamak için kendini zorlamıştır, aynen TKP/ML’nin kendini zorlaması gibi.
İkinci ilkesel saptamayı -b noktasında belirtileni- Lenin, toplumun tam bir araştırmasının ekonomik içeriğine ilkesel yönelişte çıkış noktası olarak görür. Lenin’e göre Marx, toplum formasyonu düşüncesini doğal tarihsel bir süreç olarak kavramıştır. Çünkü o, “ekonomik alanı, sosyal yaşamın bütün diğer alanlarından ayırt etmiş, toplumsal ilişkilerin bütününden üretim ilişkilerini, diğer bütün ilişkileri belirleyen temel, esasa özgü ilişki olarak vurgulamıştır.”25
TKP/ML’nin “sosyo-ekonmik yapı” analizinde her şey var ama bir toplum formasyonunun, örneğin feodalizmin veya kapitalizmin gelişme yasalarını inceleme diye bir şey yok.
Türkiye’de kapitalizmin temelleri - formasyon analizinin ölçeği olarak sermaye ilişkileri ve TKP/ML
Kategori olarak ekonomik toplum formasyonu, tarihsel -ekonomik ve tarihsel- sosyolojik olguların araştırması için en önemli ve en genel bir ölçektir. Olguların araştırılması, ampirik materyalin teori ışığında incelenmesidir.
Kapitalizm teorisi, modern toplum, yani burjuva toplumu için somutlaştırılmış formasyon teorisidir ve kapitalizm analizi de formasyon analizinin yöntemidir.
TKP/ML, nasıl kavradığından bağımsız olarak, Türkiye’de kapitalizmin gelişiyor olduğunu kabul ediyor. Ancak, bu kapitalizmi, tanımını doğru yapamadığı Türkiye toplumunun ekonomik bir özelliği olarak görüyor. Yani Türkiye toplumunun, ekonomik toplum formasyonu bakımından başka önemli özellikleri de var ve bu özelliklerin yanı sıra kapitalizm de başlı başına önemli bir özelliktir diyor; feodalizm, emperyalizm, yarı-feodalizm, feodalizme bağımlı kapitalizm, komprador kapitalizmi, bürokratik kapitalizm! TKP/ML bu ve benzeri anlayışlarıyla Türkiye’de ekonomik yapıyı, ekonomik sistemi çoklaştırıyor. Türkiye’de birden fazla ekonomik toplum formasyonunun “ekonomik yapı” olarak, “ekonomik sistem” olarak var olduğunu savunuyor. Farklı ekonomik yapılardan oluşan bir dual alt yapıdan bahsediyor. Ama dual kavramını kullanmıyor.
Kapitalist yapıyı belirleyen, sermaye ilişkisidir. Bu ilişki, sosyal ve ekonomik ilişkilerle tanımlanır; sermaye ilişkisine tekabül eden belli biçimdeki üretim ilişkileri, üretimdeki insanların belli biçimde olan ilişkileri ve nihayet toplumun belli biçimde sınıflaşmasına tekabül eden ilişkilerdir.
Türkiye’de sermaye ilişkisinin hakimiyetini kabul eden, kapitalizmi Türkiye toplumunun önemli bir özelliği olarak değil, o toplumun ekonomik yapısı, ekonomik sistemi olarak görmek zorundadır. Türkiye’de sermaye ilişkisini ve dolayısıyla kapitalist yapıyı, toplumun ekonomik yapısı, ekonomik sistemi olarak gören, buna hangi türden üretimin, üretim ilişkilerinin tekabül ettiğini de kabul etmek zorundadır. Veya Türkiye’de sermaye ilişkisinin hakim olmadığını, dolayısıyla Türkiye’de toplumun kapitalist-ekonomik yapıya, kapitalist-ekonomik sisteme sahip olmadığını kanıtlamak zorundadır. Bu durumda, kapitalist olmayan ekonomik yapıya tekabül eden üretim biçimi, mülkiyet ilişkileri, sınıflar, üst yapı kurumu olarak burjuva olmayan devlet, Türkiye toplumunun sosyal ve ekonomik şekillenmesi olarak kanıtlanmalıdır.
Evet, hangisi doğru? Kapitalizm, Türkiye toplumunun önemli bir özelliği midir, yoksa bu toplumun ekonomik yapısı mıdır, ekonomik sistemi midir? TKP/ML, Türkiye’nin “sosyo-ekonomik yapı”sını “analiz” etmiş ama bu temel sorunun cevabını vermemiş!
Öyleyse:
Kapitalist üretim, daima meta üretimidir. Pazar için üretimdir. Ama insan tarihinde görülen meta üretiminin her biçimi de kapitalizm değildir. Burada TKP/ML’nin önemli bir çıkmazını görüyoruz. Türkiye’de hangi türden meta üretimi hakimdir ki, üretim, mülkiyet ilişkileri kapitalist değildir veya “feodalizme bağımlı kapitalizm”dir veya “yarı-feodal üretim tarzı”dır?
TKP/ML, Türkiye’de meta dolaşımının olduğunu kabul ediyor. Marksist teoride meta dolaşımı, pazar için üretimin yapıldığı anlamına gelir. Pazar için yapılan meta üretimi, işgücünün de alınıp satıldığını ön koşullar. Dolayısıyla bu, kapitalizmdir. Ama TKP/ML kapitalizmin hakimiyetini kabul etmiyor. Bu kapitalizm, “feodalizme bağlı kapitalizm” diyor.26
Kapitalizm, mekansal gelişir; yani kapitalizmin nüfuz alanı, çeşitli aşamalardan geçerek genişler; önce yerel kapalılık -dışa kapalılık- yıkılır. Sonra ülkenin bütün bölgeleri gelişen meta üretimi ve pazar ile birbirine bağlanır ve böylece yerel-bölgesel iktisadi birimler yıkılır. Bu gelişmenin sonucu, ulusal pazardır/iç pazardır. En sonunda da ulusal pazar üzerinden dünya pazarıyla bütünleşilir. En azından Lenin böyle diyor.27
Ancak, TKP/ML, bütün bu gerçekleri reddediyor. Şunu diyor: Türkiye’de kapitalizm, hakim üretim biçimi olmadığı için, yerel kapalılık aşılmamıştır, yerel pazarlar vardır, ulusal pazar/iç pazar yoktur. Üretim, doğal ekonomiye (feodalizme) özgüdür. Tabii bu sözleri söylemek için, insanın olağanüstü cüretkar olması gerekir. TKP/ML, bu cüretkarlığı dolaylı söylemlerle aşıyor.
Kapitalizm gerçeğini kabul etmemek, içine düşülen bu çelişkili halleri kabul etmek anlamına gelir.
Sonuç:
-Kapitalizm, ancak emperyalist ülkelerde gelişmiş olduğu gibi gelişirse gerçek kapitalizm olur.
-Aksi takdirde gelişen, kapitalizm değildir.
TKP/ML’nin buradaki sorunu tamamen yöntem sorunudur. Lenin, aynı ekonomik toplum biçimini tanımlarken, gelişmiş ülkelerdeki tiplemeyi, gelişmemiş ülkelere aynen aktarmaya, şablonculuk yapmaya karşı çıkmıştır. Bu yapılınca, ekonomik toplum formasyonu analizinde genel, özel ve münferit olanlar arasındaki ilişki ortadan kalkar, silinir. Bunu yapan, Marksist yöntemden zerre kadar anlamıyor demektir. A ülkesinde kapitalizmin gelişme özelliğini, B ülkesinde de aramaktan saçma ne olabilir ki? Dolayısıyla Türkiye’de kapitalizmin gelişip gelişmediğinin kıstası, Türkiye’nin bir Almanya, bir Japonya vs. kadar gelişip gelişmediği olamaz. Esas olan kapitalizmin gelişmiş olduğu ve gelişmemiş olduğu ülkelerde ekonomik ilişkilerin hareketini belirleyen ve geçerli kılan ekonomik nesnel yasalardır. İşte bu yasalar her tarafta aynıdır.
Lenin, “eskiye ait olana, ölüp gidene değil, geleceğe ait olana, gelişene, eğilim olarak da var olsa, gelişene bak” diyor. TKP/ML ise hala eskiye ait olanı ön plana çıkarıyor, gelişeni, belirleyici olduğu halde görmüyor; varlığını kabul ettiği meta üretiminin –kırsal alanda– gerçekte meta üretiminin değil de, kapitalist üretimin hakimiyetini doğruladığını görmüyor. “Feodalizme bağlı kapitalizm” demek “gelişen”in geleceğini “eskiye ait olana, ölüp gidene” bağlamak demektir. Yöntem konusunda TKP/ML Lenin’i bu denli reddedebilmektedir.
Kapitalist oluşumun toplam süreci, hem sistem ve yapı hem de gelişme eğilimi açısından ele alındığında kavranmış olur. Eğilim, gelişmenin nereye varacağını ifade eder. Sorunun bu yönünü göz önünde tutmayan bir anlayış, geçmişe ait olanı ön planda tutmakta ısrarlı olur, gelişeni ve var olanı küçümser, yok sayar ya da tesadüfilik ile, dışsallık ile açıklamaya çalışır. Lenin böyle diyor.28
TKP/ML, Türkiye’de kapitalizmin gelişmesine gözü kapalı baktığı için, Lenin’in Narodniklere yönelttiği eleştiriyi hak ediyor.
TKP/ML, emperyalizm, bağımlı ülkelerde kapitalizmi geliştirmez, diyor. Bu deli saçmasına inanan, tabii ki var olanı, kapitalizmi görmeyecektir. Binlerce işçinin çalıştığı fabrikaları yok sayacaktır. Ampirik olguları, istatistik verileri küçümseyen, bu verilerle adeta alay eden bir anlayış, elbette ki bu verilerle teorinin birleştirilmesi sonucunda nesnel gerçeklerin (üretim ilişkilerinin) kavranabileceğini anlamayacaktır. Böyle bir anlayış, Lenin’in bahsettiği “zirvelerin”, yani fabrika üretiminin, demiryollarının, bankaların Osmanlı döneminde de var olduğunu, Kemalistler döneminde oldukça geliştiğini, Türk sanayinde makineli büyük üretimin ‘30’lu yılların sonunda hakim konuma geldiğini ve köylülüğün sosyal tabakalarına ayrıştığını elbette ki anlamayacaktır.
TKP/ML’nin Marksist-Leninist aşamalı formasyon analizi yapabilmesinin önündeki en büyük engel, formasyon teorisine ve tarihine yaklaşımdaki yöntem hatasıdır.
Kapitalist formasyon sürecinin aşamaları, aynı zamanda, kapitalizm öncesi düzenin çözülüşünün de basamaklarıdır. Bunu anlamayan ne Osmanlı toprak sisteminde özel mülkiyetin almış olduğu biçimleri, ne 1858 Arazi Kanunnamesi’nin kırsal alanda özel mülkiyetin gelişmesinde oynadığı rolü ve ne de Kemalist burjuvazinin kapitalizmin gelişmesi açısından Türkiye tarihindeki yerini kavrayabilir. Kapitalizm, sadece, makineli üretim aşamasında olunca gerçek kapitalizm değildir. Kapitalizm, birbirini takip eden bütün aşamalarında –basit meta üretimi, manifaktür ve makineli üretim– kapitalizmdir. O, bu her bir aşamasında, kendinden önce gelen formasyon ilişkilerini çözer, TKP/ML’nin sandığı gibi, dondurmaz, idealleştirmez.
Feodalizmin hakim olduğu dönemde, örneğin 19. yy’da, toprakta mülkiyet ilişkilerinin 1858 Arazi Kanunnamesi ile de ivmelenerek feodalizme özgü olmayan bir unsur biçiminde; burjuva özel mülkiyet olarak geliştiğini görmeyen birisi, doğal olarak 20. yy’ın sonunda da kapitalizmin hakim olmadığına inanmaya uygun bir kafa yapısına sahip olacaktır. Bu anlayışta olanlar, bu durumda TKP/ML, feodalizmin hakim olduğu dönemde feodalizme özgü olmayan unsurları (yabancı olan unsurları –yani kapitalist ilişkileri ve bunların feodalizmi yıkıcı rollerini) ve kapitalizmin hakim olduğu dönemde de kapitalizme özgü olmayan unsurları (yabancı olan– yani feodal ilişkileri ve bu ilişkilerin belirleyici olmayışlarını) ayırt edecek, tasnif edecek ve formasyon ilişkileri açısından gelişmenin aşamasını kavrayacak durumda değildir. Basit bir soru: Doğal/kapalı ekonomi feodalizme özgüdür. Peki “Misak-ı Milli” sınırları içinde nerede –daha da somutlaşalım, hangi köyde– bu türden bir ekonomi hakimdir ve bu ekonomiye özgü unsurlar –feodal ilişkiler– bu ekonomiye özgü olmayan/yabancı olan unsurların –kapitalist ilişkilerin– gelişmesini engelleyecek derecede güçlü ve hakim konumdalar? Veya pazar için üreten “ağa”, üretim aracı olarak sanayi ürünleri, traktör vs. kullanan “ağa”, parasal sermayesini değerlendirmesini bilen aynı “ağa”, hangi özelliğinden dolayı kır burjuvazisi değil de toprak ağası/feodal oluyor?
Diyalektiğin toplum üzerine kullanılmasının özü tam da bu değil mi? TKP/ML’nin yapmadığı tam da bu değil mi?
Toplumsal gelişmeye uygulandığında diyalektik, sosyolojide bilimsel yöntemden başka bir şey değildir.
TKP/ML’nin sosyo-ekonomik yapı “analiz”inde Türkiye toplumsal yapısını bu anlayışla, bu yöntemle ele aldığına dair tek bir gösterge yoktur; soyutluk, genel kavramlarla oynamak, toplumsal gelişmeyi, gelişmezliğe, hareketsizliğe mahkum etmek, dondurmak, üretim ilişkilerinin gelişmesini ve karakterini subjektif tespit etmek TKP/ML’nin bu konuda temel özelliğidir.
Materyalist diyalektik ile tarihsel somutluk, bilimsel olarak, bağlam içinde ele alınabilir. Bu mümkündür. Ama bunun için toplum, sistem olarak, canlı organizma olarak, formasyon olarak ve toplumun gelişmesi de birbirinin yerini alan üretim biçimleri olarak kavranmalıdır. Bu teorik-yöntemsel anlayıştan her sapmanın sonucu, toplumsal gelişmeyi ve toplumun yapısını yanlış anlamak olacaktır. Tam da bu yanlış anlama TKP/ML’nin temel özelliğidir. Bu arkadaşlara “sosyolojide subjektif yöntem” yol gösteriyor.
TKP/ML, aynen Rus popülistleri gibi düşünüyor. Hatta Rus popülistlerinden de geri. Onlar, en azından Rusya’daki kapitalizmi eleştiriyorlardı, TKP/ML ise “komprador kapitalizmi”, emperyalizme bağımlı kapitalizm, feodalizme bağımlı kapitalizm kavramlarının bir milim ötesine geçemiyor. Hal böyle olunca, kapitalizmin aşamalarından, üretim ilişkilerinden, sınıflardan bahsetmenin ne anlamı var ki? Böyle bir düşünüş, popülist bir düşünüş, aşiret ilişkisinin görünmez kıldığı meta ekonomisini nasıl görsün ki? Birkaç tane denebilecek sayıda olan toprak ağasının ekonomik gücünü Anadolu coğrafyasının kırında hakim ekonomik güç olarak gören bir anlayış, “en yeni teoriyi” ve Lenin’i nasıl anlasın ki?
Bir un sorununun Türkiye’de hakim üretim biçimini açıklayacak nitelikte olduğunu TKP/ML’nin kesinlikle anlamadığını “sosyo-ekonomik yapı” “analiz”inde görüyoruz. Madem ki Türkiye’de “yarı-feodal üretim ilişkileri” hakimdir, o halde halkın en temel gıdasının ham maddesi olan un nasıl üretiliyor? TKP/ML’ye göre su ve yel değirmenleri vasıtasıyla üretilmesi gerekir. İşin içine makine sokulursa, bu, feodalizm olmaz. İşin içine pazar sokulursa, bu, hiç feodalizm olmaz.
Evet, TKP/ML, Türkiye’de un, hangi araçlarla nasıl üretiliyor?
Sonuç itibariyle:
–Kapitalist üretim biçimi, kendi bütünselliği içinde ele alınmalıdır. Kapitalist üretim biçiminin temel özellikleri ve yasallıkları onun şu ya da bu ülkede ve şu ya da bu dönemde ilerlemiş somut gelişme biçimiyle eş anlamlı olamaz (bu, diğer üretim biçimleri için de geçerlidir). Kapitalizmin gelişmiş veya en gelişmiş olduğu ülkeler, geri kalmış, emperyalizme bağımlı, yeni-sömürge ülkelere geleceklerini, biçimde değil özde gösterirler. İngiltere’de, Almanya’da kapitalizmin gelişme biçiminin aynısını Türkiye’de aramak yöntemsel olarak yanlıştır. Ama İngiltere’de/Almanya’da gelişmiş kapitalizmin özünü, yasalarını Türkiye’de aramak, kapitalizm analizinde Leninist yöntem kullanmak anlamına gelir. Geri ülkelerde, kapitalizmin ekonomik yasalarının geçerliliğine karşı etkide bulunan eğilimler, yasaların tam hareketini kısıtlayan nedenler, eski ilişkiler, örneğin feodalizmin kalıntıları olabilir. Bunları ön plana çıkararak ve gelişmiş bir kapitalist ülkeyi model alarak geri bir ülkede kapitalizmin hakim olup olmadığı saptanamaz. Gelişmiş bir ülke, ona yakınlaşmanın mesafesini gösterme bakımından örnek alınabilir. (Diktatör Erdoğan, “Bu hızla devam edersek yakında dünyanın ilk on ülkesinden biri olacağız” demiyor mu?). TKP/ML’nin sorunu, emperyalist ülkelere bakarak Türkiye’deki kapitalizmi analiz etmekten ziyade Türkiye’de kapitalizmin gelişmesini, nerede, hangi ülkede olursa olsun kapitalizme özgü olanın analizi ile tespit etmektir. Emperyalist ülkeler ile belirttiğimiz biçimde karşılaştırma teorinin yerine konamaz.
–Bir ülkede araştırılan üretim biçiminin hakimiyetinin kıstası, mevcut geçerli üretim ilişkilerinin sistem olup olmadığı, toplumun yapısını oluşturup oluşturmadığıdır. Türkiye’de genel olarak ve özel olarak tarımda da kapitalist üretim biçiminin hakim olmadığını kanıtlamak isteyen Türkiye genelinde ve ayrıca tarımında sermaye ilişkilerinin, kapitalist üretim ve burjuva mülkiyet ilişkilerinin sistem olmadığını, toplumun yapısını oluşturmadığını kanıtlamak zorundadır.
–Bir üretim biçimi, somutta da kapitalizm, bölünemez bir bütündür. Aşamalarından oluşan kendi gelişme sürecinin birliğini ifade eder. Lenin’in bahsettiği “zirveler”; yani modern kapitalizm, gelişmiş kapitalizm, sanayi kapitalizmini ifade eden fabrikalar, demiryolları, bankalar, nasıl ki en gelişmiş kapitalizmin ifadesi olarak kapitalizm iseler, manifaktür ve iş gücünün metaya dönüştüğü koşullarda basit kooperasyon da kapitalizmdir. Boyutu ne denli farklı olursa olsun sermaye ilişkileri, kapitalizmin bütün bu aşamalarında vardır/belirleyicidir.
TKP/ML emperyalist küreselleşme çağında, orta derecede gelişmiş, sermaye oligarşisinin hakim olduğu mali-ekonomik sömürge Türkiye’yi yarı-feodal üretim ilişkilerinin, kapitalizm olmayan “feodalizme bağlı kapitalizm”in hakim olduğu bir ülke olarak görmekle Marksist-Leninist politik ekonomi yöntemine, teorik gelişmeye, sonunda sınıf mücadelesine bir katkı yapmış olmuyor.
* Kitap için KK kısaltması kullanılacaktır.
Notlar
1 KK; s. 31/33
2 KK; s. 33
3 KK; s. 33
4 KK; s. 33/34
5 KK; s. 34
6 KK; s. 34
7 KK; s. 36
8 Marx; Kapital, C. 1, s. 768/769
9 KK; s. 39/40
10 KK; s. 40
11 KK; s. 40
12 KK; s. 42
13 KK; s. 45/46
14 KK; s. 51
15 KK; s. 53
16 KK; s. 61
17 KK; s. 53
18 KK; s. 53
19 KK; s. 64
20 KK;s. 65
21 KK; s. 51
22 KK; s. 63
23 Marx; Kapital, C. 1, s. 18, Türkçe
24 Agy
25 Lenin; C. 1, Halkın Dostları Kimlerdir, s. 128, Almanca
26 KK; s. 51
27 Lenin; C. 3, Rusya’da Kapitalizmin Gelişmesi, s. 619, Almanca
28 Lenin; C. 1, Der ökonomische Inhalt der Volktümlerrichtung, s. 516