Kazakistan’da halk ayaklanması yenildi. Baştan sosyal bir zeminde patlak veren ve hızla yayılan, militanlaşan ve doğrudan iktidarı hedefleyen ayaklanma karşı devrimin merkezi mali oligarşi ve onun işbirlikçi-despotik rejiminin sınırsız devlet terörü, Rusya ve bölge gerici devletlerinin askeri müdahalesiyle ezildi. Halk ayaklanmasının geçici yenilgisi bir yana Kazakistan ve bölge halklarının mücadele tarihine kazandırdıklarıyla Kafkasya ve Orta Asya’daki statükoya ezilenler cephesinden bir müdahale, Latin Amerika, Avrupa, Afrika, Ortadoğu ve Pasifik’te farklı yoğunluklarda devam eden halk ayaklanmaları, isyan ve protestolara Orta Asya’dan bir selamdı.
Kazakistan’da Sınıf Mücadeleleri
Modern revizyonist SB’nin tasfiyesi ve dünya kapitalizmine entegrasyonu bağlamında Kazakistan Cumhuriyeti, daha önce Kazakistan Komünist Parti Genel Sekreteri ve Kazakistan Sovyet Cumhuriyeti Başkanı Nazarbayev liderliğinde kuruldu. Nazarbayev, post-sovyet cumhuriyetinin “ilk” başkanı olarak 30 yıla yakın ülkenin “yetkili” liderliğini sürdürdü. Bir dönemin KP lideri post-sovyet despotizmini pekiştirme, rejimi güçlendirme sürecinde modern revizyonist de olsa Komünist Parti ve sendikal faaliyetleri yasakladı, işçi sınıfı ve emekçileri politik özgürlüklerden yoksun bıraktı.
Hem ulusal kültür ve gelenek, ama aynı zamanda iktisadi-siyasi olarak Rusya’ya yakın olmasına karşın Batı tarafından “örnek” gösterilen Kazakistan, emperyalist küreselleşme sürecinde sınırlarını uluslararası tekellere açmasıyla Orta Asya’da iri bir mali ekonomik sömürge ülkesi olarak öne çıktı, emperyalistlerin ilgi odağına girdi.
Çok uluslu Kazakistan’da Kuzey’de Ruslar, Güney’de Kazak Türklerinin yanı sıra başkaca Türk dilli etnik azınlıklar ve mülteciler yaşıyor. Kazak Türkleri içerisinde politik İslamcılık ve anti-Rusçu ırkçılık yaygın olmasına karşın Nazarbayev rejimi etnik toplumsal çelişkileri derinleştirici bir politika izlemedi. Dönem içerisinde Erdoğan şefliğindeki sömürgeci TC Pantürkçü ideolojik ortaklık çerçevesinde Türk Devletleri Teşkilatı’nı Kazakistan’la birlikte kurarak bölgede ekonomik bakımdan iddia sahibi önemli iki iri mali ekonomik sömürge olarak emperyalistlere karşı ellerini güçlendirici bir ittifaka yöneldiler.
Mali-ekonomik sömürgeleşmenin yarattığı “özgürlüğe” dayanarak Batılı emperyalistler ülke içerisinde STK’lar ve diplomasi yoluyla faaliyetlerini yoğunlaştırdılar.
Siyasi bakımdan ayaklanma Kazakistan’ı bir “yumuşak egemenlik transferi” sürecinde yakaladı. 30 yıllık despotik şefliğin ardından Nazarbayev rejimi tecridi şekilde liberal yeni kuşağa devredilecekti. 2019’da kendisi ve oligark aile fertleri için cezasızlık ve dokunmazlık karşılığında cumhurbaşkanlığından istifa etmesiyle başlayan süreç, rejim içerisinde kendine has kırılganlıkları da doğurdu. Tepeden tırnağa teknokrat Tokayev’de simgeleşen yeni iktidar mutlak liberalleşmeyi gündemine aldı. Mutlak liberalleşme tabi ki pazar ile ilgiliydi – işçi ve halk düşmanı yasalar ve kurumlar olduğu gibi devralındı, yani “hızlı transfer”in konusu oldu.
Kazakistan’ın yeraltı zenginlikleri –özellikle de petrol, gaz, uranyum ve bakır ve buna bağlı sanayi – ülkenin temel ulusal zenginlik kaynağı. SB’den “kalma” büyük sanayi kentlerinde yoğunlaşan proletarya ise güvencesiz ve örgütsüz. Ayaklanmanın merkezi Janaözen’de 2011 kışında da işçiler greve çıkmış, rejim grevi devlet terörüyle bastırmış, 16 işçiyi katletmişti. Takip eden yıllarda onlarca aktivist, öncü işçi, onların aileleri tutuklanmış, kaçırılmış, zorunlu sünnet, tecavüz de dahil işkenceye maruz bırakılmıştı. 2017’de Bağımsız Sendikalar Konfederasyonu’nun kapatılması ve yasaklanmasıyla işçi hareketinin örgütlülüğü büyük ölçüde parçalanmıştı. Ülkenin resmi ve modern revizyonist gelenekteki KP’si zaten 2015 yasaklanmıştı.
Kış 2021’da dünyanın dört bir yanında emekçilerin karşı karşıya kaldıkları yaşam pahalılığındaki hızlı artış ve yoksullaşma ve mali-ekonomik sömürgelerde yarattığı yıkım Kazakistan’ı da teğet geçmedi. Gaz ve petrol fiyatlarının “bir gecede” iki katına çıkması halkta şok etkisi yaratmakla kalmadı, büyük sanayi kentlerinde 2022’nin ilk halk ayaklanmasını tetikleyen kıvılcım dönüştü.
Halk Ayaklanması
Hazar Denizi’nin kıyısındaki sanayi bölgesinde patlak veren ayaklanmanın öncüleri işçilerdi. İşçiler zamların geri alınması, emeklilik yaşının düşürülmesi, çocuk parasının arttırılması ve gıda fiyatlarının düşürülmesi gibi sosyal taleplerde sokağa çıktılarsa da ülkenin diğer bölgelerine yayılmasıyla birlikte “1993 anayasasına dönüş” ve Nazarbayev rejimine karşı bir ayaklanmaya dönüştü.
Devlet kontrolü kaybettikçe ayaklanmanın siyasi içeriği güçlendi. Ayaklanmaya katılmak üzere ülkenin kırından kentlere akın eden genç erkekler yağmalama eylemleriyle ayaklanmayı yeni bir boyuta taşıdılar.
Ayaklanmanın temel iki zaafı örgütsüzlük ve öncüsüzlüktü.
Ayaklanmalar bırakalım öncü kuvvetleri, süreç boyunca herhangi bir koordinasyon oluşturamadılar ve kentten kente farklılaştıkları gibi “birleşik bir eylem” geliştiremediler. Ayaklanma talepleri, eylem biçimleri, taktikleri ve ittifakları bakımından kendiliğindenciydi ve ayaklanmanın kendisi de kendi öncülerini ayaklanma esnasında doğuramadı.
Öncüsüzlük ve kendiliğindencilik dizginsiz devlet terörüyle birleşince eylemciler arasındaki sosyal farklılıklar eylemde ayrışmalara ve karşı karşıya gelmelere yol açtı. Kent merkezli ayaklanmacılar “kırdan gelen yağmacılara” mesafe koydu, hatta zaman zaman “kendi mahallelerini savunmak üzere” polisin ardından bırakıp gittiği silahları kullanıp çatışmaya girdiler. Ülkenin batısında talep odaklı dayanışma ağları kurulurken Almati bölgesinde rejim güçleriyle çatışmalar yoğunlaştı.
Dolayısıyla dizginsiz saldırı öncesi rejimin görece geri çekilişi ayaklanmanın daha üst bir boyuta taşınmasının olanağına dönüştürülemedi, kendiliğindenciliğin ve toplumsal çelişkilerin iç çatışmalarının yoğunlaştığı bir döneme dönüştü.
Rejim ise bir taraftan silahlı güçlerini “vurma emri” vererek ve Kolektif Güvenlik Antlaşması Örgütü’nü “ülkeye davet” ederek dizginsiz terör uygularken, diğer tarafta ayaklanmanın sosyal zeminini zayıflatmak üzere kimi gıda fiyatlarını “dondurmayı” kabul etti. Yine ayaklanmayı fırsat bilerek “yumuşak egemenlik transferi”ni hızlandırarak Nazarbayev’i son görevi olan Güvenlik Konseyi Başkanlığı’ndan aldı.
Rusya önderliğinde Kolektif Güvenlik Antlaşması Örgütü askerleri ülkeye girdi, rejimin kolluk güçleriyle birlikte kısa zamanda “kontrol” yeniden sağlandı. Türk devleti de dahil Kazakistan ile ilgilenen bütün güçler mevcut rejimin istikrarından yana. Bugün için bunun geçerli olması emperyalistlerin ve yerli güçlerin (örneğin faşist şef Erdoğan’la sıkı işbirliğindeki politik İslamcıların) farklı beklenti ve gelecek görüşlerinin olmadığı anlamına gelmez. ABD-AB iktisadi-ticari alandaki işbirliğini siyasi bir bağımlılığa dönüştürmeyi, NATO’nun “Doğu’ya doğru genişleme” stratejisi bağlamında da ele aldığını ve Ukrayna gibi olmasa da benzer bir iç çatışmadan yararlanmak isteyeceği öngörülebilinir. En azından bugün için rejim içinde Tokayev iktidarını sağlamlaştırdığını, Rus emperyalizminin de elinin güçlendiğini söyleyebiliriz.
Ayaklanmanın iç dinamikleri, rejimin faşist terör uygulayarak saldırısı ve dış müdahale ayaklanmanın yenilgisine yol açtı. Ama yenilgi işçi sınıfı ve ezilenlerin mücadelesinin en temel sorunlarını ayrıştırması, netleştirmesi ve genelleştirmesi kadar Tokayev rejiminin geleceği hakkında da sonuçlar çıkarma olanağı sundu.
Yenilgi Dersleri
Mali-ekonomik sömürge olarak Kazakistan’da yoksulluk ve yoksunluk artarken emperyalistler arası çelişkilerin derinleşmesiyle iç toplumsal çelişkiler de devamıyla kızışacak, despotik Tokayev rejimi işçi-halk düşmanı politikalarını sonuna kadar ağırlaştırarak uygulayacak, işçi sınıfının ve ezilenlerin siyasal özgürlüklerden yoksunluğu onları nefessizliğe itecek, Ocak ayaklanmasına yol açan sosyal-siyasal koşullar daha da ağırlaşarak, devrimci durum olgunlaşmaya devam edecektir.
Dönem içerisinde dünya emekçi solu bakımından referans alınan Kazakistan Sosyalist Hareketi’nin kolektif açıklamaları ve liderlerinin demeçlerinden çıkan en temel sonuç emekçi sol ve işçi hareketinin kendi bunalımıdır.
Rejim, tartışmasız bir biçimde açık bir terörist diktatörlüktür - ki diktatörlüğün esas muhatabının işçi sınıfı ve örgütlülüğü olduğu ortada. Dönem içerisinde ve özellikle de 2015’de KP’nin, 2017’de ise bağımsız sendikaların yasaklanmasıyla emekçi sol ve işçilerin sendikal örgütlenmesi dağılmış, dar grup ve çevreler ise siyasal olarak etkisizleşmiş, yeni döneme ayak uyduramamışlardır.
Dolayısıyla işçi ve gençlik hareketiyle birleşecek ve devrimci hareketi yeniden kurabilecek, yapılandırabilecek özneler ortaya çıkmamış, kimi zaman işçi hareketinde iri veya ufak ayaklanmalar yaşansa da bunlar kalıcı sonuçlar yaratmamıştır.
Nihayetinde ayaklanma derslerinin ve durumun dikkat çektiği en temel ihtiyaç illegal temelde belli başlı sanayi bölgelerinde örgütlenmiş bir devrimci öncü ve önderliktir.
Öncünün var olan direnişçi gruplar ve ayaklanan emekçiler içerisinden gelişmesi, mevcut grupların kendi örgütlülük ve siyaset yapış tarzlarının gözden geçirilmesi, ayaklanmadan ders çıkarıp “yeni dönem”e hazırlığının güçlendirmesi ayaklanmanın kalıcı sonuçları olacaktır. Rejimin ayaklanma sırası ve sonrasında başlattığı geniş çaplı operasyon, tutuklama ve öncü işçilerin ve eylemcilerin tasfiyesi politikası da esasında bu sonucu önlemeye dönüktür.
Sanayi bölgelerinde ve ülke genelinde toplumsal çelişkilerin değil, sosyal ve siyasal taleplerin belirleyici oluşundan ötürü rejim –tıpkı ayaklanma anında yaptığı gibi– toplumsal etnik ve mezhepsel çelişkileri, kır ve kentlilerin arasındaki sosyal-kültürel çelişkileri derinleştirici politikalar üreteceği, Türkçülük ve politik İslamcılığın ideolojik zemininin buradan genişleyebileceği, Ruslar ile Kazak’lar arasındaki toplumsal çelişkilerin derinleşebileceği öngörülebilinir.
Yine emperyalistlerin –özellikle de STK’lar yoluyla ABD’nin– sosyal ve toplumsal çelişkileri kendi lehine kullanma girişimleri vardır, olacaktır. Devrimci öncünün yoksunluğu hatta kaçınılmaz olarak kendiliğinden ayaklanmanın belli bir çıkara bağlanmasına yol açar. Rusya’nın hızlı ve doğrudan askeri müdahalesi ise onun Kazakistan’ı stratejik ve jeopolitik bir öncelik olarak kabul ettiğini ve “yeni bir Ukrayna’ya” izin vermeyeceğini pratikte gösterdi.
Bütün bunları ve daha fazlasını pratikte yaşayan ve hisseden öncü işçiler ve Kazakistan emekçi solunun sınırlı güçleri mutlaka “kendi ayaklanmaları”ndan dersler çıkartıp uluslararası devrimci harekete kazandıracaklardır.
Enternasyonalizmin Pratik Dayanışma Zayıflığı
Tamamen sınıf mücadelesi zemininden sosyal ve siyasal talepler öne süren işçiler ve yoksullar Kazakistan’ın despotik rejimiyle çarpışır, katledilir ve tutuklanırken, Rus askerleri ülkeye giriş yapıp ayaklanmayı bastırırken, ayaklananlar bütün dünyanın gözü önünde bütün amatörlükleriyle ayakta kalmaya çalışırken, dünyada, özellikle de emperyalist merkezlerde emekçi solun büyük bölümünde “ayaklananların arkasındaki güç” arayışı devam ediyordu.
Sosyal şovenizm, üçüncü dünya ulusalcılığı ve anti-ABD’cilikle sınırlı çarpık bir antiemperyalizm kavrayışı proletarya enternasyonalizmini yıllardır siyasi felce uğratan temel ideolojik sorunlardı. Bunlara “saf devrimcilik” algısı, şablonculuk ve “Avrupa merkezli aydınlanmacı kibir”i de ekleyebiliriz.
Karmaşık güç dengeleri, farklı emperyalist çıkarlar ve en önemlisi de devrimci öncünün yoksunluğu “temkinlik”leri anlaşılır kılsa da meşrulaştırmaz, daha başında enternasyonalizmi pratikte işlevsiz kılar. Kazakistan’da ayaklananların işçiler ve emekçiler olduğu, hareketin kendiliğinden ve sosyal içerikli olduğu konusunda enternasyonalistler “ikna” olana kadar ayaklanma faşist devlet terörü ve emperyalist müdahaleyle bastırılmıştı.
Enternasyonalizmin emperyalist küreselleşme döneminde tehlikeler ve emperyalistler arası çelişkilerin arasında “sıkışıp kalma hali”, Rojava devrimiyle enternasyonalist dayanışma pratiğiyle aşılmış, hareket epey yol kat etmişti. Fakat bu eğilimin henüz egemen bir enternasyonal ilişki tarzı ve enternasyonalist mücadele pratiğine dönüşmediğini Kazakistan halk ayaklanmasıyla deneyimledik. Faşist şef Erdoğan Kazak mevkidaşına dayanışma mesajlarıyla birlikte ayaklanmalara karşı deneyim aktarabileceği sözünü verirken işçi sınıfının ve halkların “uzaklığı” (ki mücadele gündemleri o kadar yakın ki) aşılması gereken bir zaaf olarak önümüzde duruyor.