25 Ekim 2021 Pazartesi gününün erken saatlerinde Sudan ordusu bir kez daha en iyi bildiği şeyi yaptı: bir darbe düzenledi, radyo kanallarını ele geçirdi, başbakanı tutukladı, hükümeti feshetti ve olağanüstü hal ilan etti. Bu, iktidarı ele geçirme eylemi, Sudan'da Aralık 2018'deki kitlesel ayaklanmalarla başlayan, Nisan 2019'da Ömer El Beşir'in İslami askeri diktatörlüğünün düşüşüyle sonuçlanan ve sonrasında devam eden devrimci sürecin son bölümüydü. Sudan’da ‘’Aralık Devrimi’’ olarak bilinen ayaklanmaların ardından rejim tamamen çökmemiş daha ziyade ordu ile Özgürlük ve Değişim Güçleri (FFC) olarak anılan sivil siyasi güçler arasında huzursuz bir güç/yetki paylaşımı düzenlemesi getirmişti. Bu son darbe şimdilik en azından bu düzenlemeye son vermiş oldu.
Son iki yılda ülkedeki siyasi uzlaşmanın en önemli aracı, Ağustos 2019'da imzalanan anayasal belge oldu. Bu belge, görünüşte yeni hükümetin Sudan ekonomisini çöküşün eşiğinden geri getirecek, barışı sağlayacak, yolsuzlukla mücadele ve adaleti sağlama yeteneğine sahip yeni kurumlar inşa edecek, yeni ve kalıcı bir anayasa ve güvenilir seçimlerin önünü açacak bir geçiş dönemini anlatıyor.
Afrika Birliği'nin aracılık ettiği ve Amerika Birleşik Devletleri, Birleşik Krallık, Almanya, Avrupa Birliği ve Birleşmiş Milletler dahil olmak üzere uluslararası aktörler tarafından desteklenen belge aynı zamanda Hızlı Destek Kuvvetleri’ni hükümetin en üst seviyelerine entegre etti. El-Beşir'in himayesi altında oluşturulan (ve sözde, orduya bağlı olan) paramiliter bir grup olan RSF, esas olarak Darfur'daki savaşla ün salmış soykırımcı Canjaweed milislerinden oluşturulmuştu. Anlaşma, soykırımcı RSF'ye, lideri Mohamed Hamdan Dagalo (Hemedti olarak bilinir) aracılığıyla 2019'da kurulan (ve bileşiminde Özgürlük ve Değişim Güçleri/FFC ile ordunun da bulunduğu) Sudan Egemenlik Konseyi'nde bir pozisyon sağladı.
Bu yılın başlarında konsey, Geçiş Hükümeti ile bir barış anlaşması imzalayan silahlı hareketlerin üyelerini de içerecek şekilde genişletildi. Kurulduğundan bu yana Konsey, başında Abdel Fattah al-Burhan ile vekillik rolünü üstlenen Hemedti’nin dâhil olduğu ordu tarafından yönetiliyordu. Ancak anayasal belgeye göre liderliği belli bir süre sonra sivillere geçecekti. Anlaşma ile ayrıca, 2019'da FFC tarafından seçilen bir başbakan olan ekonomist Abdullah Hamduk'un liderliğinde çoğunluğu sivil bir kabine oluşturuldu.
Anlaşmayı takip eden iki yıllık “geçiş süreci” çalkantılı geçti. Protestolar, sadece Ömer El Beşir’in savaş için hedef aldığı Darfur bölgesinde değil, şiddetin yoğun olarak devam ettiği –özellikle doğu Sudan gibi- bölgelerde hiç durmadı. Ülke yönetimini elinde bulunduran FFC-Ordu-RSF bileşimli karmaşık yapıya 2020 yılında hükümet ile ülkedeki farklı silahlı hareketler arasında müzakereler sonucu imzalanan ve Juba Anlaşması olarak bilinen anlaşmanın tarafları da dahil edildi. Bu yeni güçler de diğerleri gibi devlet yönetiminde yer alma talebindeydiler.
Kolunda, göstericilerin Devlet Başkanı Ömer el-Beşir ve hükümetinin istifası talebini simgeleyen “Sadece Düş” yazan Sudanlı bir kadın. (CC BY-SA 4.0, Wikicommons/Ola A. Alsheikh)
Neredeyse boş bir hazineyi devralan Başbakan Hamduk, çabalarının çoğunu, Sudan'ı ABD Devlet Terörizm Sponsorları Listesi'nden çıkarmaya; ülkeyi, uluslararası ekonomik düzenle daha uyumlu hale getiren ve borçların hafifletilmesine daha da yakınlaştıran büyük ölçüde neoliberal bir yaklaşım izlemeye odakladı. Bununla birlikte, Sudan'daki, özellikle başkent Hartum/merkez ile marjinalleştirilmiş, kaynak açısından zengin/çevre bölgeler arasındaki köklü eşitsizliği gidermek için çok az şey yaptı. Devrimin ardından, El Beşir rejiminin temel unsurlarından biri olan enflasyon yeni baş döndürücü boyutlara ulaştı (BM'ye göre Mart 2021'de yüzde 304). Bu, çoğu Sudanlı için (devrimi ateşleyen protestoların tetikleyicisi olan) hayat pahalılığını daha da dayanılmaz hale getirdi.
Darbeye Giden Yol
Darbeden haftalar önce ülkede tansiyon yüksekti. Kasım ayı yaklaşırken, ordunun Egemenlik Konseyi liderliğini sivillere devretmesi için son tarih belirmişti. Ordudaki kıdemli askerler, Özgürlük ve Değişim Güçleri’ne (FFC) ve Hamduk'un kabinesine, onları ülkeyi kötü yönetmekle suçlayarak, açıkça saldırmaya başladılar.
Sokaklar, ordunun giderek artan saldırgan tutumuna kitle seferberliği ile yanıt verdi. 1964 Devrimi'nin yıldönümü olan 21 Ekim 2021'de, sivil yönetimi desteklemek için ülke genelinde milyonlarca insan alanlara çıktı. Orduya verilen mesaj açıktı: krize, çatışmaya ve açlığa hatta hükümetin sivil bileşeninden de memnuniyetsizliğine rağmen, Sudan halkı demokratik bir geçişe sıkı sıkıya bağlı olacak ve askeri yönetime kararlı bir şekilde karşı çıkacaktır.
Sadece dört gün sonra, ülkeyi iç savaştan kurtarmak ve ‘devrimin gidişatını düzeltmek’ bahanesiyle askeri darbe gerçekleşti. Darbecilerin bu –sözde, devrimi kurtarma- söylemi, 1964 ve 1985'te askeri diktatörlükleri deviren fakat devam eden birkaç yıl içinde yeniden askeri darbelerle karşı karşıya kalan Sudanlılar için elbette çok tanıdıktı.
Ordu, iktidarı ele geçirmenin bir aracı olarak interneti kesti ve iletişimi kesintiye uğrattı. Başbakan Hamduk ile merkezi ve eyalet hükümetlerinin birkaç üyesini gözaltına aldı, kabineyi ve Egemenlik Konseyi’ni feshetti, El Beşir rejimiyle bağlantılı tanınmış İslamcıları hapishaneden salıvermeye ve rejim üyelerini kamu hizmetine geri döndürmeye başladı.
Toplu Sivil İtaatsizlik
25 Ekim'in erken saatlerinde darbe haberleri yayılırken, 2019'da devrime öncülük eden (çoğunlukla beyaz yakalı) meslek ve ticaret birliklerinin çatı örgütü olan Sudan Profesyoneller Derneği (SPA) dâhil, çeşitli sivil toplum örgütleri orduya karşı toplu sivil itaatsizlik çağrısı yapmaya başladı. Ordunun o zamandan beri yürüttüğü sistematik korkutma ve teröre rağmen, sivil itaatsizlik kampanyası güçlü bir şekilde devam etti.
Darbeye karşı örgütlenmenin temel aktörü, internet olmamasına rağmen, etkin bir şekilde seferber olan mahalle direniş komiteleri oldu. Darbeden saatler sonra, Hartum'un büyük bir kısmı -Sudan'da denenmiş ve test edilmiş bir taktikle- barikatlarla donatıldı. Barikatlar esnek bir şekilde kullanılıyor, trafiğe izin vermek için zaman zaman kaldırılıyor ve sokak protestoları gibi herhangi bir tehlike yaklaştığında yeniden kuruluyor veya genişletiliyordu. Barikatları inşa eden gençler, ordu ve paramiliter RSF'nin şiddet tekeli ile doğrudan yüzleşmek yerine, onlarla kedi fare oyunu oynuyordu. Barikatlar elbette fiziksel bir çatışma aracı olmaktan çok daha fazlasıydı: orduyu, RSF'yi, polisi ve güvenlik güçlerini onamayı ve onların dizginlerinden boşalarak hayata müdahale etmelerini ret etmeyi sembolize ediyordu. Birimleri, “thatchers” olarak adlandırılan kamyonetlerde dolaşan RSF'ye özellikle büyük bir kin duyuluyordu.
Yaygın grevler ve nüfusun çoğunluğunun genel olarak çalışmayı reddetmesinin de başka bir tür “barikat” oluşturduğu söylenebilir. Darbenin ilk gününde ilk grev bankacılık sektöründeki işçiler tarafından yapıldı. Doktorlar, demiryolu işçileri ve öğretmenler de dâhil olmak üzere diğer sektörler de kısa sürede buna katıldı. Diplomatlar da darbeyi reddettiler ve çok sayıda Sudan büyükelçisi darbecileri tanımayı reddettiklerini açıkladılar. Daha sonra, darbeye karşı olduklarını beyan ettikleri için Sudan Egemenlik Konseyi Başkanı darbeci General Abdulfettah el- Burhan tarafından “kovulanlar” arasına Sudan'ın AB, Çin, Fransa ve ABD büyükelçileri de girdi.
Sendikaların gücünü ve bağımsızlığını yeniden inşa etmek için çalışan Sudan İşçi Sendikalarının Restorasyonu için İttifak (SWARTU) gibi gruplar, küresel işçi hareketine dayanışma çağrısında bulundu. En son, özel ve kamu sektörlerindeki 30 sendikadan oluşan Sendikalar İttifakı da toplu sivil itaatsizlik çağrısında bulundu.
General Burhan liderliğindeki ordu ise, sendikaları yasaklamaktan, kitlesel sivil itaatsizlik çağrısına katılan veya darbecilerin emirlerine uymayı reddeden personeli tutuklamaya ve görevden almaya kadar işçi hareketine bir dizi saldırıyla karşılık verdi. Önlemlerin amacı iki yönlü görünüyordu: işçilerin örgütlenme olanağını ve darbeyi reddetme eğilimini kırmak.
Petrol ve gaz sektöründeki işçiler de hedef alındı. Petro-Enerji E&P Sendikası Hazırlık Komitesi’nce 5 Kasım'da yapılan açıklamada, darbecilerin ordudaki ve Enerji Bakanlığı'ndaki ajanları tarafından bu sektördeki işçilere yönelik bir şiddet kampanyası başlatıldığı belirtildi. Sudan Petrol Şirketi Sudapet'in binaları ve Hartum'un kuzeyindeki, önemli bir petrol rafinerisi olan, Al-Jili istasyonu güvenlik güçleri tarafından basıldı. Kurumun iki çalışanı, Sudapet Başkan Vekili mühendis Fadl Abochouk ve PetroEnergy P&E Sendikası Hazırlık Komitesi Başkanı mühendis Mohamed Abdel Basset tutuklanarak bilinmeyen yerlere götürüldü. Diğer birkaç çalışan keyfi olarak işten çıkarıldı.
7 Kasım'da çok sayıda öğretmen genel grev ilan ederek Hartum Eyaleti Eğitim Bakanlığı binalarının önünde nöbet tuttu. Protesto eyleminde, darbe ile birlikte darbe sonrasında El Beşir rejimi üyelerinin kurumlara yeniden atanması kınandı. Bu eyleme katılan grevcilerin birçoğu tutuklandı, gözaltına alınan öğretmen sayısı en az 119'a yükseldi.
Milyonların Eylemi
30 Ekim'de internet kesintisine rağmen mahalle direniş komiteleri önderliğindeki sivil gruplar büyük protestolar düzenledi. Batı medyası eyleme yüz binlerce kişinin geldiğini bildirse de görgü tanıkları eyleme milyonların katıldığını iddia ediyordu. Örneğin başkent Hartum'da büyük tek bir protesto gösterisi olması beklenirken, ordunun, protestocuların bir araya gelmesini önlemek için şehri üçe bölen Nil nehrinin kolları üzerindeki köprüleri kapatması üzerine üç ayrı çok büyük gösteri yapıldı.
Sudanlı Doktorlar Merkez Komitesi'ne göre, o gün çok sayıda protestocu vurulmuş, 25 Ekim'den bu yana öldürülen göstericilerin toplam sayısı 15'e ulaşmıştı. Komite, Hartum dışındaki bölgelerle iletişim sınırlı olduğu için gerçek rakamın daha yüksek olabileceği konusunda uyarı yapmıştı.
Hartum'da solcu bir aktivist olan Muzan AlNeel, 21 Ekim’deki Milyonların Yürüyüşü eylemi ile 30 Ekim gösterisi arasında sloganlardaki belirgin değişime dikkat çekti ve sloganların daha keskin bir şekilde ordu karşıtı içeriğe büründüğünü belirtti. Bu, son aylarda kamuoyundaki daha belirgin bir değişimin göstergesidir: 2019 yazında eskiden radikal bir yaklaşım olan - ordunun tamamen ve derhal iktidardan uzaklaştırılması talebi - bugün milyonlarca kişi tarafından benimsenen ana akım bir tavır haline geldi.
Direniş Komiteleri Sokakları Yönetiyor
Ülke geneline yayılmış ve çoğunlukla mahalle düzeyinde örgütlenmiş direniş komiteleri Sudan'daki devrimci hareketi anlamanın anahtarı olsa da, ülke ile ilgili uluslararası basında yer alan haberlerde neredeyse tamamen yoklar. Sudan’lı gazeteci Muzan Alneel'in yakın zamanda yazdığı gibi:
“Sudan Profesyoneller Derneği (SPA), 2019 yılında (2013 protestoları sırasında oluşturulan) taban komitelerinin daha önceki deneyimlerinden yararlanarak mahalle direniş komitelerinin oluşturulması çağrısında bulundu. Komiteler, 2019’daki ayaklanmanın başkahramanları oldular ve sahada protesto gösterileri organize eden etkili çalışmalar yürüttüler. Mart 2019'da bir günlük grevi ilan etmeden hemen önce, SPA, belirli kurumlar içinde grev komiteleri veya direniş komiteleri kurulması çağrısında bulunmuştu. Bununla birlikte, bu komitelerin eylemlerinin kapsamı, sahadaki direnişle sınırlı kaldı: komitelerin rejimi devirmek için sokak düzeyinde çalışması gerektiği, siyasi liderliğin ise kendisini yeni bir hükümet hazırlamaya ve El Beşir rejiminin düşüşünün ardından yapılacak düzenlemelere adamaları konusunda üstü kapalı bir kamuoyu konsensüsüne varılmıştı.”
Komitelerin ordu/RSF ve rejim kalıntılarının şiddetini savuşturmakla uğraşmanın yanında FFC'nin onları kendi bünyesine katma girişimlerine karşı koymakla da uğraştığı son iki yıl, taban liderliğinin nasıl ortaya çıkabileceğine dair bir laboratuvardan başka bir şey olmadı. Komitelere ve protestoculara yönelik saldırılar devam etti. Aynı zamanda, rejimin şiddetinin boyutuyla ilgili korkunç ifşaatlar ortaya çıkmaya devam etti. Skandallar arasında, bazılarının, devrim sırasında kaybedilerek öldürülenlere ait olduğu düşünülen toplu mezarlar ortaya çıkarılması ve morglarda yığılmış ve çürüyen cesetlerin bulunması da vardı. Ayrıca, Sudanlı Bahaa el-Din Nouri'nin 2020'de kaçırılıp öldürülmesinden sonra, RSF'nin kendi özel gözaltı merkezlerini işlettiği ortaya çıktı. Toplulukların çektiği acıların ve daha iyi bir yaşam umutlarının ön saflarında yer alan direniş komiteleri, bazı alanlarda koordinasyon organları oluşturarak kendilerini daha da örgütlediler.
Devrim sırasında geniş destek ve hayranlık toplamasına rağmen, komiteler 2019'da SPA/FFC'nin ikinci kemanını oynadılar, henüz başka türlü davranacak kadar olgun veya kendinden emin değillerdi ve FFC tarafından üst düzey karar alma süreçlerinin dışında tutuldular. Bugün, komiteler artık sadece takip etmekle yetinmiyor. Darbeden bu yana, Büyük Hartum'un (Hartum, Kuzey Hartum ve Omdurman'daki komiteleri temsil eden) üç direniş koordinasyon komitesi ortak taleplerde bulundular. Bu talepler SPA, çeşitli sivil toplum kuruluşları, Sudan Komünist Partisi ve bazı sendikalar tarafından da desteklendi. Komitelerin duruşu şu sloganla özetleniyor: “[Orduyla] ortaklık yok, müzakere yok, uzlaşma yok.” Daha özel olarak, aşağıdaki talepleri öne çıkarıyorlar:
Askeri darbenin ortadan kaldırılarak tüm yetkinin sivillere devredilmesi.
Askeri Şura'nın tüm üyelerinin askeri darbeye teşebbüs suçlamasıyla acilen yargılanmak üzere yargıya teslim edilmesi.
Askeri Konsey üyelerinden ve Güvenlik Komitesi üyelerinden herhangi biriyle diyalog veya müzakere yapılmaması ve yabancı güçlerin herhangi bir müdahalesinin reddedilmesi.
Tüm silahlı milislerin dağıtılması ve belirli bir süre içinde ülkenin sınırlarını ve halkın özgürlük, barış ve adalet haklarını korumayı amaçlayan ulusal bir doktrine uygun olarak ulusal bir silahlı gücün yeniden yapılandırılması.
Ordu ve polis gibi tüm silahlı unsurların siyasi süreçlerden tamamen kesin olarak çıkarılması ve ordunun siyasal tavırlarının suç olarak tanımlanması.
İlgili mesleki ve akademik kurum ve oluşumların gözetiminde, belirli bir süre içinde sivil düzene geçiş sürecinin tüm yapılarının oluşturulması.
Sudan devletinin, tüm ekonomik, siyasi ve güvenlik alanlarındaki kararlarda tam egemenliğinin sağlanması.
Şunu belirtmek önemli: darbe sadece komitelerin gelişimini hızlandırdı - bir büyüme sürecine soktu ve en azından Hartum'da, birbirlerine daha da yakınlaştırdı. Koordinasyon görevine yeni bir aciliyet kazandırdı ve sadece neyin mümkün ve kabul edilebilir olduğu konusunda değil, aynı zamanda komitelerin hangi yönetişim yapısını benimsemesi gerektiği konusunda iç tartışmaları ön plana çıkardı. Aynı dönem başkentteki bazı komiteler sözcülerini açıklayarak, açık ve görünür bir şekilde kendilerini ifade etme ihtiyacını ne kadar ciddiye aldıklarını gösterdi.
SPA ve komiteler arasındaki rol değişimi de dikkat çekicidir. Komiteler iki yıl önce, ülkenin çoğunda olduğu gibi, SPA'nın öncülük ettiği Özgürlük ve Değişim Bildirgesi etrafında toplanmışlardı. Anayasal belgeyi kabul etmekte isteksiz olmalarına rağmen, bu ulusal meseleyi SPA ve onun daha geniş koalisyonu olan FFC'ye bırakmışlardı. SPA içindeki iç bölünmeler ve SPA'nın 2019'da desteklediği ve müzakere sürecine dâhil olarak destek verdiği anayasal belgenin uygulanmamasından kaynaklanan kamuoyu hayal kırıklığı SPA’nın eskisi kadar etkili olamamasına neden oldu. Darbeden bu yana, SPA, birleşik bir siyasi sözleşmenin temelini oluşturabileceğini umarak devrimci organlara tartışma için bir teklif sundu.
Ülke geneline yayılmış olan direniş komiteleri elbette oldukça çeşitlidirler ve belirli talepler üzerinde anlaşsalar da, bulundukları alan ve bölgelere bağlı olarak farklı sınıf çıkarlarını temsil etmeleri muhtemeldir. Buna ek olarak, başkent Hartum komiteleri, iktidar koltuğuna coğrafi ve tarihi yakınlıkları nedeniyle çok daha fazla görünürlüğe ve “ses”e sahiptir. Ulusal bir platform açısından bakıldığında şimdilik - özellikle internet kesintisi nedeniyle - başka yerlerdeki komitelerin çok azı kendilerini ifade edebilecekleri ortamlarda varlık gösterebiliyor.
Son olarak, bugün, Sudan üzerine, direniş komitelerinin öncü rolünü vurgulamadan yapılan hiçbir analiz durumu doğru ve hakkını verecek bir şekilde açıklayamazken, bu komitelerin bir boşlukta var olmadıklarını anlamak da çok önemlidir. Aksine, talep temelli kuruluşlardan sendikalara, feminist ve kadın gruplarına, öğrenci hareketine ve ülke içinde yerlerinden göçertilmiş insan gruplarına kadar çok sayıda akımın ve siyasi oluşumun ortaya çıktığı, yeniden ortaya çıktığı ve birleştiği bir bağlamda gömülüdürler. Hal böyle olunca, bu büyük toplamdan bir aktörü çıkaran ve onu sınırlı bir anlayış üzerine koyan herhangi bir analiz yetersiz kalacaktır. Aksine, devrimci potansiyel açısından en önemlisi Sudan'daki (daha geniş, daha yoğun ve daha karmaşık hale gelen) ilişkiler ağıdır.
Statükoya Dönüş mü?
Şu anda sokaklarda olan iki ana slogan, “Geri dönmek imkânsız!” ve “Kahrolsun kan ortaklığı!”, Sudan'daki ruh halini özetliyor. “Kan ortaklığı” Burhan ve Hemedti arasındaki anlaşmayı vurgulasa da, hala ekonomiyi ve güvenlik servislerinin bazı kısımlarını kontrol eden rejimin karanlık kalıntıları ve onlara teknik bilgi ve fon sağlayan bölgesel ve uluslararası müttefiklerini de kapsıyor. Rusya, Mısır, Birleşik Arap Emirlikleri ve Suudi Arabistan gibi devletler, Sudan askeri yönetimine ne kadar yatırım yaptıklarını gösterdiler.
Almanya ve ABD (ve onun “troyka” ortakları Norveç ve Birleşik Krallık) liderliğindeki uluslararası toplumun çoğu darbeyi kesin olarak kınamış ve diğerlerinin yanı sıra Almanya ve Dünya Bankası Sudan’a yardımları askıya almış olsa da, uluslararası toplum, anayasal belgeyi ve onunla birlikte 25 Ekim öncesi statükoyu kurtarmaya yatırım yapıyor. Bu pozisyon iki varsayıma dayanıyor: darbe öncesi anayasal anlaşmanın işe yaradığı (az ya da çok) ve sadece darbe tarafından bozulduğu ve fakat ordunun Sudan'da istikrarı sağlamak için gerekli olduğu ve bu nedenle tamamen dışlanamayacağı.
Sorun şu ki, anayasal belgeyle temsil edilen siyasi çözüm, baştan beri derinden kusurluydu. Ordunun siyasetteki baskın rolünü ortadan kaldıracak, RSF'yi meşrulaştırmaya çalışmak yerine yaşanan sorunlardan dolayı sorumlu tutacak herhangi bir mekanizmanın olmaması, ülke yönetimindeki çelişkileri derinleştirmekten başka bir işe yaramadı. Başka bir deyişle, sorunları çözmekten çok onlarla yüzleşmeyi geciktirdi. Protestoculara, ordunun ve RSF'nin kademeli olarak iktidardan düşürüleceği ve ülke kaynaklarının yok edilmesinden ve yağmalanmasından sorumlu olanların yargılanacağına dair güvence verilmişti.
Anlaşmanın orduya Savunma ve İçişleri Bakanlıklarının kontrolünü vermesi ve RSF'yi orduya paralel bir varlık olarak meşrulaştırması, güvenlik hizmetlerinde herhangi bir reform girişiminin başarısızlığa mahkûm olacağı anlamına geliyordu. Bu, anayasal belgede orduya karşı bir denge unsuru olarak tasavvur edilen kurumların hiçbir zaman varlık gösterememesi gerçeğiyle daha da kötüleşiyordu: Geçiş Yasama Konseyi, Anayasa Mahkemesi ve bağımsız komisyonlar etkisiz veya eksik kalıyordu.
Rejimin üst düzey ekonomik suçlarını takip etmek ve belgelemekle görevli bazı komiteler bir miktar ilerleme kaydederken, diğer çabalar çok ileri gidemedi. Belki de bunların en önemlisi, Hartum'da Askeri Genel Komutanlık önündeki kitlesel oturma eyleminin vahşice dağıtıldığı 3 Haziran 2019 katliamını araştırmak üzere iki yıl önce kurulan komitedir. İkilem açıktı: Protestocuların çoğu orduyu ve RSF'yi, özellikle de RSF'yi katliamın failleri olarak gösterse de, bu iki kurumu kontrol eden kişiler zaten geçiş hükümetinin en üst düzeylerinde bulunuyorlardı. Komite ise bulgularını henüz yayınlamadı.
Bu kümelenme, Hemedti ve Burhan'ın Egemenlik Konseyi'nin başında yalnızca güç savaşı verdikleri ve Sudan'ı bağımlı bir devlete dönüştürmeye yönelik El-Beşir projesini sürdürmek için derin cepleri ve kazanılmış çıkarları olan uzun bir yabancı destekçi listesi biriktirdikleri anlamına geliyordu. İki adam, müttefik olsalar da, aynı zamanda, çıkarları çeliştiğinde ilişkilerini potansiyel olarak hemen tüketebilen rakiplerdir.
Bundan Sonra Ne Olacak?
Bundan sonra ne olacağını tahmin etmek zor. Sahadaki durum 2019'dan bu yana önemli ölçüde değişti ve eski reçetelerin şu anda işe yaraması pek mümkün değil - aslında hiçbir zaman işe yaramadı. Ayrıca, Sudan halkının sürece, özellikle de yukarıda ana hatlarıyla belirtilen ‘’temel çelişkileri’’ ele almayan herhangi bir sürece güvenmesi pek olası değildir. Başbakan Hamduk (o sırada ev hapsinde tutuluyordu) ordunun kukla başbakan olma girişimlerine çok direndi. Bu onun güveni yeniden inşa etmesine ve kamuoyunda yeniden yükselmesine izin verdi.
Ancak Hamduk'un orduyu reddetmesi, devrimci bir yolu benimsemekle aynı şey değildir. Devam eden gayri resmi müzakereler yoğun, ancak pek ilerlemiyor. FFC, orduyla ancak Hamduk ve diğer tutukluların serbest bırakılması ve görevlerine iade edilmesi durumunda pazarlık yapacağını belirtti. Ordu şimdiye kadar anlaşmaya yanaşmadı ve hatta geçen hafta Burhan başkanlığındaki ve askeri, RSF, bazı silahlı hareketler ve El Beşir rejiminin eski yüzlerinden oluşan yeni bir yönetim konseyi ilan ederek pozisyonunu sağlamlaştırdı. Müzakereler resmi olarak devam ederse, FFC'nin bazı hiziplerinin ordu için “yumuşak bir iniş”e yanaşabileceğini bekleyebiliriz. 2020'de FFC ile yollarını ayıran SPA gibi grupların aynı fikirde olması pek olası değil ve direniş komiteleri ve diğer birçok devrimci organ müzakereleri tamamen reddediyor.
Şu anda bir anlaşma olası görünmüyor. Ancak önümüzdeki aylarda ulaşılırsa, bunun öncelikle sokağa anlatılması gerekecek. Sosyolog Sarah Dawi kısa süre önce, kendi ifadesiyle “rıza üretme” sürecinin çoktan başladığını ve devrimci hareketin bununla doğrudan yüzleşmeye hazır olması gerektiğini savundu. Devrimcilerin rızasını almak bu sefer 2019'a göre daha da zor olacak. Direniş komiteleri Hamduk'un özel görüşme davetini zaten reddettiler ve müzakere etmeyeceklerini, bunun yerine halkla mitingler düzenlemekten mutlu olduklarını söylediler.
Devrimci mücadelenin zorlandığı noktalardan biri, şimdiye kadar Hamduk'a ve onun neo-liberal politikalarına meydan okuma silahının zaman zaman ordunun ve rejimin geri dönüş mimarlarının eline geçmiş olmasıydı. Ancak yeni organlar ve alternatifler ortaya çıkmaya devam ettikçe ve daha da önemlisi, Sudan'da bağlantı kurma, birlikte örgütlenme ve radikal olarak eşitlikçi bir yönetme vizyonu sunma kapasiteleri geliştirildikçe, yeni olanaklar çıkıyor. Devrimci hareket - kendinden emin ve açık görüşlü olmasına rağmen - henüz o aşamada değil. Bu alternatiflerin ne kadar çabuk somutlaşabileceği, özellikle de darbenin zamanla sertleşmesi muhtemel olduğundan, önümüzdeki dönem görülecektir.
Bu arada, Almanya'nın –çıkarlarına dayalı- sefil tarihi ve AB'nin sınır kontrolü konusunda El Beşir rejimiyle yaptığı işbirliği düşünüldüğünde, Almanya'da ve diğer ülkelerde Sudan direnişi ile dayanışma için her şeyden önce ülkedeki emperyalist müdahalelere karşı koymaya odaklanmak kritik önem taşıyor. Avrupalıların Sudan devrimi için yapabilecekleri en önemli şey, Sudan halkının taleplerini ve özlemlerini sona erdiren gidişattan ve anlaşmalardan kendi hükümetlerini sorumlu tutmaktır.
İkinci olarak, RSF ve orduya sağlanan yasadışı fon kaynaklarının izini sürmek ve bunları engellemek için ciddi baskı uygulanmalıdır; bu, karşı devrimi körükleyen yağmacı ekonominin batılı kapitalist ekonomilerin bir parçası olduğu göz önüne alındığında ancak uluslararası düzeyde yapılabilir.
Küresel dayanışmanın üçüncü ve oldukça önemli bir yanı da; tutukluları serbest bırakması, ülkedeki telekomünikasyon sistemini eski haline getirmesi ve protestolarda ve muhaliflere ve topluluklara karşı ölümcül güç kullanmaktan kaçınması için orduya baskı uygulanmasına odaklanmalıdır. Tecrübelerimize dayanarak söylemek gerekirse, ordunun köşeye sıkıştığını hissetmesi veya müzakere pozisyonunu iyileştirmek istemesi durumunda daha fazla şiddete hazırlıklı olmalıyız.
Bu yazı yazılırken, 13 Kasım, devrimciler yeni bir ‘’Milyonların Yürüyüşü’’ daha sahneliyorlar ve protestocular bir kez daha kurşun ve göz yaşartıcı gazla karşılandı ve bu da daha fazla sivil ölümüne yol açtı. Kesin olan tek bir şey var: Sokakların baskısı yakın zamanda dinmeyecek.
*https://www.rosalux.de/en/news/id/45383/the-sudanese-revolutions-second-act’da yayınlanan yazılı Ümit Çağdaş MT için çevirdi.