Kadın özgürlük mücadelesinin 21. yüzyılda ulaştığı düzeyin devrimsel nitelikte olduğunu her fırsatta dile getiriyoruz. Kadınlar dünyanın her yerinde tarihsel ezilmişliklere karşı mücadele ediyor. Erkek egemenliğinin sadece burjuvaziye ait bir özellik olmadığının ve erkeklik halinin toplumdan yalıtık-sınıflar üstü olmadığının, bu yönlü iddiaların aksine herkese içkin bir hal olduğunun bilincinde davranıyor. Bu devrimsel nitelik elbette içinde sadece erkek egemen sistemin kurumlarını, toplumsal düzenini, toplumsal cinsiyet rollerini alt üst etme gücü barındırmıyor. Toplumsal düzeni ve burjuvaziyi alaşağı etme iddiasındaki komünist partileri, devrimci demokratik örgütleri, kadın-erkek ilişkilerini ve 21. yüzyılda gerçekleşecek toplumsal devrimlerin olanağını, ömrünü ve rengini de belirleme niteliği taşıyor.
Yani kadının özgürleşme mücadelesini bilinmeyen bir devrim sonrasına ertelemek gibi kadınların özerk-özgün-eş düzey mekanizmalarının olmadığı, karar alma süreçlerinde yok sayıldığı/kısmi yer aldığı örgüt modelleri de toplumsal mücadelede karşılık bulmuyor. Burjuvazinin kadın cinsini üst yapı kurumları ile ezdiğini, sömürdüğünü söylemek yetmiyor; işçi sınıfından erkeklerin kadın cinsini sömürmesine ve erkek şiddetine karşı politika üretmek gerekiyor. Kadının devrimci demokratik kurumlardaki görünmezliğini alt etmek, komünist bir partideki kolektif varlığının ve politika yapmasının güvencesinin örgütsel mekanizmalarını oluşturmak, dahası bunu somut bir politikaya ve örgütsel işleyişe dönüştürmek gerekiyor. Bu aynı zamanda komünist partilerin ve devrimci demokratik örgütlerin söz-eylem tutarlılığının ve toplumsal devrimi gerçekleştirme iddialarının turnusol kağıdı oluyor.
Bu turnusol kağıdının renginin en fazla belirginleştirdiği yer ise kuşkusuz cinsel suçlarla mücadele oluyor. Çünkü devlet-erkek işbirliğinin en fazla ortaya çıktığı yer kadına yönelik şiddete cezasızlık politikasıdır. Erkek egemen sistemin bugünkü örgütlü ve kurumsallaşmış hali olan burjuva devlet, üretim ve yeniden üretim için emeğini, bedenini ve cinselliğini sömürdüğü kadının itiraz etmesini engellemek için erkeği kendine işbirlikçi olarak seçer. Toplumsal yaşamdaki her bir erkeğe kendi egemenlik sahasını kadın üzerinde kurma olanağı tanır ve teşvik eder. Böylece erkek egemen sistemle mücadele etmeden önce kadın cinsinin önüne milyonlarca bariyer diker. Bu bariyerlerin her biri bir erkektir. Evdeki, sokaktaki, iş yerindeki, okuldaki, otobüsteki, sinemadaki her bir erkek; feodal ilişkiler, toplum baskısı, devlet korkusu, bilinç seviyesi, gelenek ve görenek, somut durumların somut tahlili, adil veya gerçekçi olma gibi türlü bahanelerle, kadın cinsinin özgürleşme mücadelesinde devletin bariyerleri olarak konumlanır. Karşılığında ise kendi ezilmişliğini unutarak özgürlüğü için kader birliği yapması zorunlu olan bir başka ezileni yani kadın cinsini ezer. Erkek şiddetinin ve kadına karşı işlenen cinsel suçların karşısında devletin vaat ettiği cezasızlık politikası, işçi sınıfından erkeklerin, bireysel egemenlik sahası için nihai özgürlüğünü kendi elleri ile engellemesi anlamına gelir.
Komünist Erkeklerin Bariyer Olma Halleri
Erkekler, kadın özgürlük mücadelesini engelleyen bariyer olma görevini bilinçli veya bilinçsiz olarak üstlenmektedir. Bu görevi bilinçli tercihle üstlenmek kadın düşmanlığıdır. Aynı zamanda kadın özgürlük mücadelesinin ve kadının devrimci şiddetinin hedefindedir. Bu erkeklerin doğrudan bireysel sorumlulukları olmakla birlikte çalıştıkları kurum, sahip oldukları konum veya sosyal statü ile de bu tercihin görevlerini yerine getirmektedirler. Bir de bu “görevi” bilinçli tercih etmeden erkek egemen sistemin içinde yetişmiş olmakla edindikleri özellikler nedeniyle bariyer olan erkek vardır ki; bu bariyer olmaya iradi bir son verecek değişim ve dönüşümün muhatabı olan erkekler onlardır.
Kadın özgürlük mücadelesinin devrimci niteliğinin işçi sınıfının yıkıcı gücü ile birleştiğinde sınıfsız, sınırsız ve cinsiyetsiz bir dünya kurma mücadelemizin zafere ulaşacağını bilen komünist erkeklerin 'bariyer' olma halleri nelerdir?
Komünistler kolektif yaşamlarını ve bireysel gelişimlerini sosyalist bir toplumun özelliklerine göre belirler ve şekillendirir. Burjuva düzeninin çürümüş insan ilişkilerinden, yaşam koşullarından kopuşmak ve bu değişimi iradi yönetmekle görevlidirler. Ancak erkek egemen sistemin küçük bir minyatürünü bireysel yaşamında ve kolektif yaşamda oluşturmak düpedüz suçtur. Komünist erkeklerin kolektif içinde erkek ortamlarını meşru görmesi, bu ortamların ürettiği erkeklik hallerini gözardı etmesi ise en hafif tabirle sorumsuzluktur. Bu erkek ortamları cinsiyetçi, homofobik konuşmalar ile kadın özgürlük mücadelesinin ilkelerini küçümseyen ve hafife alan tartışmaların yapıldığı, kadın iradesinin tartışmaya açıldığı, kadınların özelliklerine, duygusal yaşamlarına, yöneticiliklerine dair dedikoduların üretildiği, erkek işbirliğinin vücut bulduğu ve “şaka” adı altında erkeklik hallerinin meşrulaştırıldığı bir dizi pratik ortaya çıkarıyor. Bu tablo içinde iç ortamımızın devrimcileştirilmesini ve erkek egemenliği ile mücadeleyi sadece kadınların görevi olarak görmek komünist erkeklerin görevini yapmaması, sorumluluktan kaçması ve erkek devletin bariyeri olma halini yok sayması veya bununla barışık olması anlamına geliyor.
"Kadın beyanı esastır, aksini ispat etme yükümlülüğü erkeğe aittir" ilkesini duyan bir erkeğin kuracağı ilk cümlenin "Ama yoldaş" ile başlaması veya "Ya kadın yalan söylüyorsa" diyerek adalet terazisi olarak konumlanması çok tanıdık ve yaygındır. Ancak bir o kadar da temelsiz bir tartışmadır. Komünist erkeklerin bir miras gibi birbirine aktardığı ve ikna olmamaya yeminli bir itiraz kalıbıdır aynı zamanda. Uzun uzun "Kadın beyanı esastır, aksini ispat etme yükümlülüğü erkeğe aittir" ilkesini anlatmayacağız ancak bu ilkeye dair yazılan birçok yazının tekrar tekrar okunmasını tavsiye ederek geçeceğiz.* Burada üstünde durulması gereken asıl sorun kadının tarihsel ezilmişliğine, erkek-devlet işbirliği ile emek, beden ve cinsel sömürüye maruz kalmasına dair onlarca kitap yazacak kadar söz tüketecek hakkı, bilgi ve birikimi kendinde bulan erkeklerin bu kadar kolay anlaşılacak bir ilkeyi ısrarla anlamaması ve “anlamak” adına "ama”lı, “fakat”lı cümlelerle tartışmasıdır. Bir kadın polis şiddetine veya devletin cinsel işkencesine maruz kaldığını söylediğinde kadına şüpheyle yaklaşmayan anlayışın kadının erkek şiddetine uğradığını söylediğinde şüpheyle yaklaşması ve kendini yargıç yerine koyan en gerici erkeklik halinin devreye girerek olayı tartışmaya açması ve “doğru karar vermek” adına büyük bir dedikoduculukla her türlü ayrıntısına kadar konuşma arzusu erkeklik halinin tezahürüdür. Devletin karşısında konumlanan devrimci bir erkek olarak aynı cinsel suçun devlet tarafından işlenildiğinde kabul edilmesi, erkek işlediğinde önsel olarak reddedilmesi veya şüpheyle yaklaşılması izaha muhtaç bir durumdur. Erkek-devlet işbirliğini görmezden gelen, erkek egemenliğini burjuvaziye ait özellik olarak tanımlayan ve en önemlisi bir erkeği korumakla sistemi korumak arasındaki ilişkiyi yok sayan bir bakış açısıdır.
Erkek egemen devletin bütün kurumları ile birlikte cinsel suça maruz kalan kadının hayatını, davranışlarını ve dünya görüşünü tartışmaya açarak erkeği aklama politikasının sayısız örneğini gördük, maalesef görmeye de devam ediyoruz. Erkeğin suçlarının tartışılmasından evvel suça maruz kaldığını beyan eden kadının, “destek olunmaya uygun” olduğunu ispatlamasını beklemek düpedüz erkek işbirlikçiliğidir. Erkek ile kadın arasında duygusal bir yakınlık olup olmamasının tartışılması, kadının “ahlaki” sorgulamasının yapılması, suçun işlendiği yer-mekan-zaman denkleminde “Orada, o saatte ne işi varmış, aslında sevgililermiş, kadın onunla buluşmaya gitmiş” gibi savlarla kadının pozisyonun tartışılması; suça maruz kalmayı hak eden ve hak etmeyen kadın ayrımının en kaba halidir. Sevgilisi tarafından suça maruz bırakılan kadın için hep bir “ama, fakat” vardır, en hafifi haliyle “soğukkanlı olalım, belki altından başka bir şey çıkar” diyen ve erkeğin suçsuzluğu beklentisine odaklı bir düşünüş ürünüdür bu itirazlar. Ama altını şöyle hafifçe kazıyınca duygusal ilişkilerdeki erkeklik halinin onaylandığı, kadından geleneksel davranışların beklendiği, burjuva toplumun aile içindeki erkek şiddetini yok saymasına benzer şekilde iki sevgili arasındaki erkek şiddetini meşru görme halinden, kadının hayatını ve “ahlaki” durumunu dedektif gibi araştırma ve erkeğin suçsuzluğuna veya kadının bu durumu hak ettiğine dair bir kanıt bulma umudu ve beklentisinden başka bir şey değildir. Burjuva mahkemelerin sayısız çarpıcı örneğini sunduğu, erkeğin suçundan kadını sorumlu tutan anlayışların değişik türden versiyonları olan bu yaklaşımlar, burjuva düzenle düşünsel ve duygusal dünyasını, aklını ve ruhunu tümüyle ayırma iddiasındaki komünist erkeği, burjuva düzenin kültürüyle, aklıyla, anlayışlarıyla yozlaştıran, sıradanlaştıran, devrimciliğini törpüleyen korkunç bir kaynaktır.
Bir kadının suça maruz kalmasından kendi cinsi adına en ufak bir sorumluluk hissedip ne yapabileceğini tartışmayan erkeklerin bir soruşturmaya konu olan erkekle kurduğu ilişki gerici erkek işbirliğinin en somut halinden biridir.Soruşturmanın süresinden tutalım da tedbirin ne olacağına, cezanın niteliğinden adalet tartışmasına kadar bir dizi söz tüketilir. Neredeyse her bir erkek adı konulmamış bir yargıç olarak ilgili olayda kadının yıpranmasını, maruz kaldığı suçtan güçlenerek çıkmasını, suça neden olayın erkek egemen davranış ve düşünce biçimlerini tartışmak yerine erkeğin en az zararla çıkmasına yönelik bir pozisyon alır. Bu elbette her bir erkekte cisimleşen erkek egemenliğini koruma refleksinden başka bir şey değildir. Sanki ortada suça maruz kalan bir kadın yokmuş gibi erkeğe durduk yere soruşturma açılmış da, bir an önce bu yanlıştan dönülmesi gerekir gibi bir ruh hali hakim olur. Ya da bir hukukçu kesilen erkeklerin ilk argümanı masumiyet karinesi olur. Kapitalist toplumda bütün bireylerin eşit olduğu iddiası üzerine kurulu olan burjuva hukukun hangi ilkelerinin insanlığın o güne kadar ki ilerici birikiminin bir yansıması olarak sosyalistler adına sahiplenilmesi, hangilerinin, dün ilerici rol oynasa da geçmişi temsil ettiğini ve sömürülen ve ezilen sınıfların özgürlük mücadelesinin deneyimleri ve birikimiyle içerilip aşılması, hangilerinin burjuva düzenin sınıflı, adaletsiz, eşitsiz niteliğinin üstünün örtülmesine denk düştüğü için reddedilmesi gerektiğini, aklın ve devrimciliğin süzgecinden geçirmeden, tedbirin tartışılması için neredeyse ezberlenen bu burjuva hukuk ilkesine dört elle sarılan devrimci erkekler, kadın özgürlükçü bakış açısının ilkeleri olan eşitsizler arasındaki hukuktan ve toplumsal erkekliğin suç işleme potansiyelinden hiç bahsetmezler. Burjuva hukuk sisteminin kadın düşmanı yasaları, erkek şiddetine cezasızlık politikaları, ağızlara pelesenk olan erkek yargı gibi tartışmalar hemen unutulur.
Cinsel suç soruşturması geçiren erkeklerin işlediği suçtan utanmasından çok bunun duyulmasından utanması veya korkması erkek egemenliği ile barışık olarak erkek kibrinin ve gururunun adıdır. Kadının yaşamını didik didik eden ve konuşan erkek, söz konusu kendisi olduğunda adalet tartışmasını devreye sokar. Kadın örgütünün kararları, soruşturma yöntemleri, soruşturmayı yürüten kadınların niteliği-adaleti-iradesi tartışma konusu olur. Suça maruz kalan erkekmiş gibi bitmeyen bir mağduriyet tartışması alır yürür. Suça maruz kalanın yaşadıklarını görmeyen bu kibirle; suça nasıl “teşvik” edildiğinden, “iradesi” dışında gelişen olaylar sonucunda kendini bir anda suçu işlemiş bulduğundan, kadın örgütünün kendisine fazla yüklendiğinden, soruşturmanın açılmasıyla birlikte adının “tacizci, şiddet uygulayan” erkeğe çıktığından, çok yıprandığından, partinin adaletine güvendiğinden ama kadın örgütünün adaletine güven sorunu yaşadığına kadar saymakla bitmeyecek değişik tipte tartışma yapılır. Bu süreçte işlediği suça odaklanan, kendi iddiası ile devrimci gelişimi arasındaki açı farkına özeleştirel yaklaşan, kadına yaşattıklarının altında ezilen erkeklerin sayısının çok az olduğunu ve asıl değişimin de bu az sayıdaki erkekte cisimleştiğini belirtelim.
Kadına karşı işlenmiş suçların varlığından ve artışından rahatsızlık duyma, bunu devrimci sosyalistlerin ideolojik sorunları olarak görüp sorumlulukla hareket etme ve değişimi kendinden başlatma sorumluluğu her bir partili erkeğin yapması gereken bir görevdir. Ancak bu sorumlulukla hareket etmek yerine soruşturma ve suçların duyulmasından “örgütü koruma” adı altında rahatsızlık duymak, kadınların cinsel suçlarla mücadelesini örgüt içinde Demokles’in kılıcı gibi algılama kendi cins çıkarlarını ve egemenlik alanını korumaktan başka bir şey değildir. Bu davranış erkek egemen sistemin kutsallaştırdığı aileyi koruma adına aile içi şiddeti yok sayıp kadına aileyi korumak pahasına erkek şiddetine susmayı dayatmasının başka bir versiyonudur. Komünist bir örgüt; kadın özgürlükçü bakış açısı, ilkesi, kuralları ve programı olduğu müddetçe hem kadınlar hem de işçi sınıfı için anlamlıdır, özgürlüğün örgütleyicisidir. Toplumsal kurtuluş devrimini de ancak böyle örgütler. Bu gerçeği yok sayıp kendi egemenlik sahasını korumak adına örgütü savunuyor gibi yapıp erkek cinsinin çıkarlarını savunmak erkek egemenliğinin en sinsi ve tehlikeli biçimidir. Bir kolektif cinsel şiddet konusunda açık ilkeler belirlemişse, cinsel suç örgüte karşı suçtur, cinsel suçla mücadele örgütü koruma mücadelesidir. Ait olduğu kolektifin devrimi örgütleme gücünü ve iradesini büyütmek isteyen her bir komünist erkek, kendi erkek egemenliğini sorgulamadığı ve değiştirmediği müddetçe hem işçi ve emekçilerin devrimci yürüyüşünü hem mücadelenin somut görevlerini ertelemiş olur.
Erkeklikten Vazgeçmek Tercih Değil Zorunluluk
Sosyalist erkeklerin pratiklerine baktığımızda kadın özgürlük mücadelesinin gündemlerinin, ilkelerinin, devrimci değişim ve dönüşümü örgütleme yöneliminin gerisinde olduklarını söyleyebiliriz. Toplumun feodal ilişki biçimini kendi erkekliğine dayanak yapan, toplumun en geri bilinci üzerinden kendi pratiğini değerlendiren ve bu durumu devrimci nitelik olarak kabul eden bir yaklaşım söz konusu. Kadın özgürlük mücadelesi burjuva yasaların çapını genişletmişken, aile içi tecavüzün suç sayılmasını başarmışken, cinsel suçlarda somut delil aranmayacağını, cinsel suçlarda kadının beyanının yeterli olduğunu kabul ettirmişken, Şule Çet, Aleyna Çakır davalarında olduğu gibi tecavüzcü-katil erkekleri aklamak için kadının özel yaşamının didiklenmesine müsaade etmemişken sosyalist erkekler kadının yaşamını tartışamazlar.
21.yüzyılda kadın özgürlük mücadelesi ile kurulan ilişkinin devrimciliğin turnusol kağıdı olduğunu söylemiştik. Aynı zamanda sosyalist erkeklerin devrimci gelişimini yönetme, üretme ve sürekliliğini sağlama bakımından da en temel kriter olduğunu belirtelim. Sosyalist bir erkeğin erkeklik hallerinden kopuşmadığı durumda teorik birikiminin, militanlığının veya emekçiliğinin rengi gridir. Dahası kadın devrimi programına sahip bir partinin, kadın iradesinin hakim olduğu bir kolektifin içinde erkeklik haliyle varlığını sürdüremez. Ayrıca erkeklikte, erkeklikten doğan ayrıcalıklarında ısrar ederek devrimciliğini üretemeyeceği, kendi devrimciliğini tüketeceği ve devrimci kalamayacağı da aşikardır. Burjuva sistemin özellikleri ve erkeklik hali, sosyalist erkekleri paçasından tutarak erkek egemen sistemin çürümüşlüğüne doğru çeker. Sosyalist erkeklerin devrimci gelişimlerini yönetmek için yapması gereken paçasına yapışan erkekliği silkeleyip atmak, erkek egemen sisteme bariyer olmaktan iradi olarak vazgeçmek ve yaşamında somut pratiklerle örgütlemektir.
Yıllardır kadının ezilmişlik tarihini erkeğin egemenliğinden soyutlayarak tartıştığını gösteren lafazan, teorisyen ve bilmiş erkeklik halinden vazgeçip aynı tarihe erkeklik tarihi olarak bakmalı ve erkek-devlet işbirliğinin biçimlerini, yöntemlerini ve değişimin neden ve nasıl örgütlemesi gerektiğini içselleştiren bir özgürleşme sürecini başlatmalıdır. Özellikle aileyi erkek egemen sistemin en küçük ve örgütlü yapısı olarak kabul eden, özel mülkiyet ilişkisini tarihin tekerleğinin ezilenler aleyhine dönmesi olarak kabul eden sosyalist erkekler, hem duygusal ilişkilerdeki erkek şiddetine hem de bir kadının bu şiddeti beyan etme, ifşa etme, itiraz etme gibi yöntemlerine karşı çıkmamalı, sevgili olmayı veya flört etmeyi kadının şiddete rıza gösterdiği ön kabulüne dönüştürme hatasından vazgeçmelidir.
Cinsel suça maruz kalan kadının yaşadıklarını görmezden gelmekten, suçla saflaşma ve suç işleyen erkeğe tutum alma saflaşma görevi karşısında en hafif ifadeyle büyük sorumsuzluk gösterirken, bir kadının sosyalist bir erkeğin işlediği suçu açığa vurmasına karşı saflaşmaktan ve suç işleyen erkeğin suçuna ortak olmaktan vazgeçilmeli ve devrimci bir örgütün itibarının, üyesi olan erkeklerin pratik değişiminde olduğunu bilince çıkarmalıdır. Örgütü korumak erkek cinsinin ayrıcalıklarını korumak değil, kadın cinsinin kolektif gücü olan kadın örgütünün iradesini korumaktır, ki bu da örgüt içindeki erkek egemenliği ile mücadelede de kadın aklına, adaletine güvenmeyi gerektirir.
Sosyalist kadınların teorik ve politik yayınları, cinsel suçlarla mücadele ilkeleri, yönetmelikleri, yöntemleri ve mücadele anlayışları sosyalist erkeklerin takip etmesi, bireysel ve kolektif eğitime konu yapması gereken materyallerdir.* Yazınsal ürünlerin teorik birikim yapmak için okunacağı ve bunun da kadınların işi olduğu gibi kaba ve yanlış bir bakış açısından uzaklaşmaları önemlidir. Kadın özgürlük teorisini kendi pratiklerini sorgulama, değiştirme ve derinleşme bakış açısı ile okumalıdırlar.
Cinsel suçlarla mücadeleyi kendi dışında görme, örgütsüz erkeklere ve kadınlara hasmış gibi algılama ve sadece fiziksel şiddet, taciz ve tecavüz gibi toplumsal görünürlükle sınırlı tutma eğilimi; sosyalist erkekler bakımından en tehlikeli bakış açısıdır. Çünkü bu bakış açısı kendini toplumsal olandan soyutlama, kendi düzeyiyle barışık olma ve erkek kibrini beraberinde taşır. Bu yüzden erkek şiddetinin toplumsal bir sorun olduğunu, aynı zamanda toplumdaki her bir erkek tarafından da bireysel olarak üretildiğini savunan sosyalist erkekler; erkek şiddetinin sadece fiziksel ve cinsel şiddet ile sınırlı olmadığı, insan ilişkilerinin her biçiminde var olan erkeklik halinin değişik tipte şiddet biçimleri açığa çıkardığı bilinciyle hareket etmelidir. Psikolojik şiddeti, ekonomik şiddeti, dijital şiddeti, cinsel istismarı sadece örgütsüz insanlara has düşünmeyip devrimci yaşamımızı ve kişisel gelişimini buna uygun bir biçimde örgütlemeli, değiştirmeli ve sorumluluk almalıdır.
Kısacası 21. yüzyılda kadın devrimi ülke ülke, sokak sokak büyürken, özsavunma kadınların elinde silaha dönüşmüşken, devlet-aile-baba-koca-sevgili-abi zinciri her bir kadının isyanı ile hükmünü yitirirken sosyalist erkeklerin ne yapması gerektiği gün gibi ortadadır. Bu bir tercih meselesidir. Rosa Luxemburg’un dediği “Ya sosyalizm ya barbarlık” seçimidir. Sosyalist erkekler ya erkek egemenliğinin bariyeri olmaktan vazgeçerek kadın özgürlük mücadelesinin düzeyine göre kendini yeniden inşa edecek ve kadın devrimi ile toplumsal devrimi örgütleyecek ya da nihai özgürlüğünden vazgeçip sınıfının yarısına ihanet edip barbarlığı seçecek. Meselenin özü bu kadar yalın ve yapılan tercih bu kadar iradidir.
Not
* Sosyalist Kadın Dergisi’nin 28. ile Özgürlük İçin Sosyalist Kadın Dergisi’nin 1. sayısının okunmasını özellikle öneriyoruz.