Son birkaç hafta içinde, emekçi sol hareket bünyesindeki çeşitli parti ve örgütler arasında ittifak arayış ve temaslarının hız kazandığını görüyoruz. Peki, bunu emekçi sol hareket için hayırlı bir gelişme sayabilir miyiz? Öyle ya, faşist şeflik rejimine karşı mücadelenin zaferi için antifaşist cephenin genişletilmesi güncel bir ihtiyaç. Ve ne de olsa, antifaşist nitelikli kimi partiler düne kıyasla daha fazla yan yana gelme eğilimindeler. İttifaklar politik strateji ve taktiklerin başlıca konularından biridir. Politik partiler programatik amaçlarına ve dönemsel hedeflerine bağlı politik ittifaklar kurarlar. Emekçi sol hareket saflarındaki güncel ittifak yönelimleri de, hatta çapı genişleyen “sosyalist strateji” ve bir bakıma “öncülük” tartışmaları da bu kapsamdadır. Gündeme gelen politik ittifak yönelimlerinin faşist şeflik rejimine karşı mücadelede tuttukları ve tutabilecekleri yerin ne kadar hayırlı olduğuysa, elbette ancak bu yönelimlerin somutlukları dahilinde incelenip değerlendirilebilir.
Bugün emekçi sol harekette politik ittifak yönelimine sahip parti ve örgütler, bir aradayken dahi ittifak kurma ve cepheleşme kapasitesi açısından sergiledikleri çarpıcı eşitsizlikler, program ve strateji açısındansa taşıdıkları köklü farklılıklar saklı kalmak kaydıyla, iki genel kümeye ayrılıyorlar.
Birinci kümenin eksenini, antifaşist ve antişovenist birleşik parti formu olarak HDP’nin ve çeşitli toplumsal ve siyasal mücadele dinamiklerinin ortak potası olarak HDK’nin devrimci ve halkçı demokratik damarları, fiili meşru mücadele sahasında öncü devrimci inisiyatif ortaklığı olarak BMG’deki devrimci güçler, devrimci mücadelenin silahlı biçimlerini uygulama kulvarı olarak HBDH’de birleşmiş devrimci parti ve örgütler meydana getiriyor.
İkinci kümede ise, burada inceleme ve değerlendirme konusu yapacağımız yeni ittifak yönelimleriyle, TİP, EMEP, Sol Parti, TKP ve TKH gibi bir dizi parti ve örgüt yer alıyor. Geniş bir demokratik seçim ittifakı oluşturma doğrultusunda yeni adımlar atmaya başlayan HDP’nin parlamentarist ve reformist damarı da bu kümenin bazı politik özellikleriyle örtüşüyor. Bu ikinci küme henüz somut bir ittifak formuna kavuşmuş değil.
İttifak politikalarının muhtevaları, her iki kümede de, “üçüncü cephe”, “üçüncü yol”, “üçüncü ittifak”, “üçüncü blok”, “üçüncü kutup”, “üçüncü seçenek” gibi kavramların biriyle veya birkaçıyla ifade ediliyor. Bu kavramlara, egemen sınıfların iki siyasi blokundan, Cumhur İttifakı ve Millet İttifakı’ndan ayrı olarak, emekçilerin ve ezilenlerin ortak siyasi alternatifini yaratma iddiası yükleniyor. Buna karşın, iki kümeyi birbirinden ayıran, faşist şeflik rejimi karşısında birincinin birleşik antifaşist mücadelenin reel odağı ve ama ikincinin burjuva muhalefetin potansiyel yedeği olmasını sağlayan çok önemli politik farklar bulunuyor.
Seçim İttifakı Mı, Özgürlük Cephesi Mi?
Bu soru ilk bakışta zorlama bir ikilem kuruyormuş gibi görünebilir. Malum, diğer bütün yasal mücadele biçimlerinden olduğu gibi, seçimlerden de politik özgürlük uğruna savaşımda pekala yararlanılır. Fakat bu yararlanmayı mümkün kılan, her şeyden önce, seçimleri her belirli durumun somutluğunda tahlil eden ve devrimci mücadeleye tabi ele alan bir politik çizgiye sahip olmaktır.
Seçimlerde ortak bir siyasi blok oluşturmak, ikinci kümedeki ittifak arayışlarının en karakteristik özelliği. TİP, EMEP, Sol Parti, TKP ve TKH gibi örgüt ve partiler, sosyalistleri aynı ittifak çatısı altında toplamaktan ve seçimlerle sınırlı kalmamaktan bahsediyor olsalar da, ittifak kurma çalışmalarının pratik başlangıcının da sözel açıklanışının da seçim tartışmalarıyla beraber olması rastlantısal değil. Onların burjuva muhalefetin gerici parlamenter restorasyon programına karşı çıkmakta ve Millet İttifakı’na angaje olmamakta buluşan beyanatları, burjuva meclis seçimlerine egemen sınıfların her iki siyasi blokundan ayrı bir blok halinde katılmaktan başka bir somut siyasi hedefe bağlanmıyor. Hangi vurgularla açıklanırsa açıklansın ve ne tür farklılıklar taşırsa taşısın, buradaki “üçüncü ittifak” anlayışı aslında bir seçim ittifakına denk düşüyor.
Seçim ittifakı mı yoksa özgürlük cephesi mi ikilemi işte bu noktada anlam kazanıyor. Çünkü emekçi sol hareketin yeni bir seçim ittifakı arayışındaki bu kesimi, burjuva muhalefet tarafından estirilen ve faşist şeflik rejimine karşı ezilenlerin antifaşist mücadelesini sadece silahsızlandırmaya hizmet eden “AKP sonrası döneme hazırlık” rüzgarına kapılıyor. İlkin, ittifaka mevcut siyasi iktidarın seçimlerle el değiştirebileceği ihtimaline göre bir politik pozisyon aradığı için, ikinci olarak, ittifakı seçimlerden öte ortak bir politik mücadele ufkuyla tasarlamadığı için.
Başta CHP olmak üzere burjuva muhalefet blokunun, ikide bir “ilk seçimde gidecekler” diyerek, siyasi iktidarın seçimler yoluyla el değiştireceğini tekrarlayarak, AKP döneminin tüm tahribatını seçimin ardından onaracağını vadederek, faşist şeflik rejimine karşı her demokratik tepkiyi nasıl tamamen seçimlere endekslemeye çalıştığı ortada. Faşist şef Erdoğan’ın yığın tabanının hızla daraldığı ve faşist AKP-MHP blokuna ait oyların hızla azaldığı, faşist saray iktidarının erken ya da zamanında yapılacak seçimlerde cumhurbaşkanlığı koltuğunu ve parlamento ağırlığını koruyacak bir sonucu olağan yollardan elde etme şansını kaybetmekte olduğu da açık bir gerçeklik. İşte tam burada, “AKP sonrası döneme hazırlık” nosyonu Millet İttifakı’nın güncel politik söyleminin temelini oluşturuyor. Bunun politik programı da, “güçlendirilmiş parlamenter sistem” hedefiyle özetlenen, Batılı emperyalist devletlerle dünya tekellerinin ve işbirlikçi Türk sermayesinin desteğine mazhar olacağı hesaplanan, Erdoğan diktatörlüğünden kurtuluş arzusundaki emekçi ve ezilen on milyonlarıysa ipliği çoktan pazara çıkmış burjuva meclise tekrar bağlamayı amaçlayan gerici burjuva parlamenter restorasyon oluyor.
Faşist saray iktidarını bir an önce başından savmayı ümit eden emekçinin ve ezilenin kendiliğinden siyasi bilinci bakımından, düzenlenecek burjuva seçim müsameresinin tayin edici bir önem taşımasını, “AKP sonrası döneme hazırlık” rüzgarınınsa ciddi bir dalgalanma yaratmasını normal sayabiliriz. Fakat emekçilere ve ezilenlere politik rehberlik yapma iddiasındaki partiler ve örgütler bakımından, bunu hiç normal sayamayız.
Öncelikle de, faşist saray iktidarının son yıllardaki bütün seçim ve referandum muharebelerinde zora dayalı biçimlerde gerçekleştirmiş olduğu politik manevralar yeterince hesaba katılmadığı için normal sayamayız. 2015’teki faşist saray darbesinden itibaren, seçimlerin politik anlamı ve işlevi tedricen erimedi mi? 7 Haziran 2015 seçim sonuçlarının düpedüz iptal edilmesi, 1 Kasım 2015 seçimlerinin büyük kitle katliamları gölgesinde gerçekleştirilmesi, HDP’li seçilmiş vekillerin hapishaneye konulması ve HDP’li seçilmiş belediyelerin kayyumla gasp edilmesi, 16 Nisan 2017 başkanlık referandumunun hileyle sonuçlandırılması, 24 Haziran 2018 cumhurbaşkanlığı seçiminde HDP adayının hapishanede tutulması, 31 Mart 2019’da İstanbul belediyesi seçiminin zorla tekrarlatılması bu erimenin belli başlı uğrakları olmadı mı?
Bütün bu süreçteki politik olgular toplamında, tabii ki parlamentarist bir pencereden bakmadığımızda, Erdoğan’ın faşist şeflik rejiminin, siyasi yürütme gücünün seçimle el değiştirmesine kapıları kapatan bir yönetim biçimi olarak yapılanmasını tamamladığını görüyoruz. Bir yandan seçim yasasını değiştirme hazırlıkları ve burjuva muhalefet partilerine dönük artan saldırı tehditleri, diğer yandan CHP’nin bile seçimlere girmesinin engellenebileceğine dair Erdoğan yanaşması gazeteci müsveddelerince yayılan saray rivayetleri, bugün de tekrar tekrar, faşist şefin kaybedeceği bir seçimi kollarını kavuşturup izlemekle yetineceğini ve faşist şeflik rejiminin ilk seçimlerde son bulacağını beklemenin son derece kaygan zeminine işaret ediyor. Düzen solu CHP ise, bu beklentiyi burjuva siyaset tezgahında işleyip ışıldatarak, nesnel bakımdan bir kez daha, faşist şefe koltuk değneği olma rolünü oynuyor.
Bu politik koşullarda “üçüncü ittifak” yönelimini esasen seçimler temelinde inşa etmek, Millet İttifakı’na angaje olmama sözlerine rağmen, burjuva muhalefet blokunun siyasi çekim alanında dolanıp durmak demek. Zira yüzeydeki “üçüncü ittifak” cilası biraz kazındığında, bunun altından, seçimlerin yeni bir dönemi başlatacağı öngörüsü, burjuva parlamenter restorasyonun kaçınılmaz ama yetersiz olacağı kavrayışı, politik yığınağı bu post-AKP dönemine göre yapmak gerekeceği fikri çıkıyor.
Mesela, Millet İttifakı’na karşıtlık deklare edişteki çarpıcı iç tutarsızlık, TİP’ten EMEP’e değin “üçüncü ittifak” iddiası sahiplerinin politik söylemlerinde, cumhurbaşkanlığı seçiminde burjuva muhalefetin ortak adayını destekleme kararının daha bugünden açıkça vurgulanışında hemen yansıyor. TİP Genel Başkanı Erkan Baş’ın yeni dönemde burjuva mecliste ana muhalefet konumuna geleceklerini belirtmesi, siyasi iktidar gücünün seçimler sonucunda CHP’nin ve Millet İttifakı’nın eline geçeceği hesabından başka bir şeye dayanmıyor. Burjuva muhalefet blokunun siyasi hegemonya alanında düşünüp konuşmanın bir başka tipik örneği de, HDP’nin birçok sözcüsünce mütemadiyen yapılan erken seçim çağrılarında kendini gösteriyor. HDP’nin tutsak edilmiş Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş ise, sol ve sosyalist güçlerin bir konferansta bir araya gelmelerini, seçim taktiğini ve ittifakını tartışmalarını, böylece solu iktidar ortaklığına taşıma gayreti göstermelerini, hatta nitelikli sol kadroları bürokraside ve iktidarda konumlandırmayı hedeflemelerini önererek, “üçüncü ittifak” yöneliminin Millet İttifakı’na yaklaşımını çok daha dolaysız şekilde dile getiriyor.
Biz de en dolaysız şekilde belirtelim: Emekçilerin ve ezilenlerin güncel politik önceliği, faşist şeflik rejimi karşısında yalnızca bugünkü antifaşist mücadeleleri birleştirip büyütmekte somutlaşır. Faşist politik İslamcı saray saltanatına hakikaten son vermeyi amaçlayan antifaşist bir siyasi ittifakın ayırt edici niteliği, somut politik hedeflerini seçimlerle sınırlamamak, ezilenlerin birleşik antifaşist direnişini güçlendirmeye odaklanmak, seçimlere de ancak bu odaklanışa bağlı bir rol biçmektir. Anlamı ve işlevi hayli erimiş olan seçimlerin içerdiği herhangi bir demokratik imkan da, ancak ve yalnızca sokaktaki antifaşist mücadelelere tabi biçimlerde ele alındığında, halklarımızın politik özgürlük talebi lehine değerlendirilebilir.
Bu durumda, politik yelkenleri “AKP sonrası döneme hazırlık” rüzgarıyla şişirmeye kalkışmak, “üçüncü ittifak” olgusunu aslen seçimlere bağlı tasavvur etmek, seçimleriyse politik mücadelenin odağına yerleştirmek, hele de seçimlerin ardından burjuva parlamenter bir iktidar ortaklığı düşlemek, olsa olsa, “AKP sonrası” denebilecek bir dönemi bizzat bugünkü antifaşist mücadeleyle hazırlayıp gerçekleştirme görevine, “üçüncü ittifak” yönelimini emekçilerin ve ezilenlerin dişe diş antifaşist mücadeleleri temelinde oluşturma görevine sırt çevirmeye götürür.
İyi bilinir ki, bir siyasetin içeriğinde ve niteliğinde, eylem söylemden önce gelir. Faşist şefi siyasi iktidardan uzaklaştıracak muhayyel geçiş döneminde gerici bir burjuva parlamenter restorasyonu ehveni şer sayan bir politik hareket içindeyseniz, Millet İttifakı’na karşı sarf ettiğiniz sözler ne olursa olsun, gerçekten “üçüncü ittifak” olamazsınız. Millet İttifakı post-AKP döneminin siyasi iktidarı olmaya heves ederken siz de post-AKP döneminin yeni siyasi iktidarında demokratik muhalefet rolüne hazırlanıyorsanız, Millet İttifakı dışında kalmak adına ifade ettikleriniz ne olursa olsun, egemen sınıfların bu ikinci ittifakına siyaseten eklemlenmekten kurtulamazsınız. Ne yazık ki, soyut sosyalizm söylemi de, somut antifaşist mücadele pratiklerinin politik kuvveti haline gelme yöneliminin yokluğunda, bir partiyi veya örgütü burjuvazinin bir cephesine yedeklenmekten alıkoyacak bir tılsım işlevi görmez.
Seçimler konusuyla devam edelim. Sadece seçim muharebesi çerçevesinde değerlendirilse bile, burada tartışmaya ve eleştiriye konu ettiğimiz “üçüncü ittifak” yönelimleri, faşist şefin muhtemel bir seçim yenilgisini resmileştirebilecek yegane fiili gücün, yani milyonlarca emekçinin ve ezilenin, çoğunluk oylarını antifaşist bir isyanla kabullendirme olasılığını gerçek kılmaya da hizmet etmiyor. Çünkü legalizm ve parlamentarizmden köklenen “üçüncü ittifak” anlayışı, faşist şeflik rejimine karşı tek çarenin ezilenlerin birleşik antifaşist direnişini büyütmek olduğu gerçeğini bayraklaştırmıyor. Bayraklaştırmadığı için de, burjuva muhalefetin faşist şeflik rejiminde yangın söndürücü olmaktan ileri gidemeyen burjuva seçim siyasetinin manyetik alanından çıkamıyor.
Hasılı, emekçi sol hareketin reformist kesimleri arasında gündemleşen bu “üçüncü ittifak” yönelimlerinde, CHP’nin HDP’yi ve emekçi solu resmen ittifak içine almaksızın Millet İttifakı’nın politik yörüngesine çekme planı, en azından nesnel olarak, özgün bir politik karşılık bulmuş oluyor. Zira bu planda, emekçi sol hareket, deyim uygunsa, gerici burjuva parlamenter restorasyonun sol muhalefeti rolünü üstlenmeye davet ediliyor.
HDP’li Mi Olsun, HDP’siz Mi Olsun?
Bu soru daha baştan “üçüncü ittifak” yönelimine sahip olan reformist parti ve örgütlerin farklı yanıtlarıyla karşılaşıyor. Başlangıçta tanımladığımız ikinci kümenin bileşenleri, soruya verdikleri yanıtlarla iki alt gruba ayrılıyorlar. “Üçüncü ittifak”, örneğin, TİP’e göre HDP’yle beraber olmalı, ama Sol Parti ve TKP’ye göre HDP’siz olmalı.
Hemen vurgulayalım: Türkiye emekçi sol hareketinden bütün partiler ve örgütler için Kürt ulusal demokratik hareketiyle ittifak kurma konusu, faşist şeflik rejimine karşı mücadelede bugün asgari bir kararlılık ve tutarlılık sınavıdır. Çünkü Kürt ulusal demokratik hareketi, hem fiili meşru mücadele sahasında aktif Kürt halk kitlesiyle hem de sömürgeci ve işgalci saldırılara karşı kahramanca direnen gerilla gücüyle, halklarımızın faşist politik İslamcı saray iktidarına karşı mücadelesinin en örgütlü ve en etkili politik dinamiğidir. HDP de, birleşik demokratik cephe partisi formuyla, mücadeleci Kürt halk kitlesinin başlıca yasal toplanma adresidir.
Bu toplumsal ve siyasal gerçeklere gözlerini yuman bir ittifak arayışının, dahası parlamento seçimleri sınırlılığında bile HDP’yle siyaseten yan yana gelmekten kaçınmanın, halklarımızın faşist şeflik rejiminden kurtuluş mücadelesine de, seçimlerde faşist şeflik rejimine karşı demokratik mevziler kazanma gayretine de herhangi bir katkısı olmaz. Emekçiler ve ezilenler adına faşist şeflik rejimine son vermeyi amaçlayan bir “üçüncü ittifak” yöneliminin faşizme karşı mücadelenin halihazırdaki en büyük gücünü müttefik kabul etmemesi, “üçüncü ittifak” söylemini sosyalizm sosuyla süslenmiş bir laf salatasından ibaret kılacağı gibi, emekçilerin ve ezilenlerin gerçek politik çıkarları bakımından da hiçbir meşruiyet taşımaz.
“Üçüncü ittifak” yönelimi sahiplerinin, HDP’ye baktıklarında, en büyük bileşeni Kürt ulusal demokratik hareketi olan bir birleşik demokratik cephe partisini değil, sadece Kürt ulusal demokratik hareketinin yasal partisini görmeleri, kendi çarpık siyasi algılarının ürünüdür. Ve burada uzun uzadıya eleştiri gerektirmeyen tipik bir siyasi yanılsamadır. Fakat “üçüncü ittifak” diye nitelendirilen bir seçim ittifakı girişiminin haberleştirilişinde HDP’nin sadece adının geçmesine verilen alerjik reaksiyonun ciddiyetle üzerinde durulması gerekir.
Söz konusu alerjik reaksiyonu gösterenlerden Sol Parti ve TKP’ye göre, “üçüncü ittifak” yönelimi HDP’yi muhatap saymamalıdır. Peki neden? Çünkü “üçüncü ittifak” güya sosyalist solun bir araya geldiği bir platform olmalıdır ve HDP bu niteliğe kesinkes haiz değildir! Hatta sosyal-şovenizmin en has partisi olan TKP, Kürt ulusal demokratik hareketine uzak duruşu meşrulaştırmak için, HDP’yi Millet İttifakı’nın bir parçası gibi lanse etme düzenbazlığından medet umacak denli düşkünleşebilir.
“Üçüncü ittifak” yönelimleri dahilindeki bu sosyal-şoven akım gayet tanıdık. İzini, bu son yıllar boyunca, “çöktürme planı” kapsamındaki ırkçı ve soykırımcı saldırganlığa sessiz kalışta, Cizre bodrumlarındaki sömürgeci vahşeti kayıtsızlıkla geçiştirişte, Rojava devrimine değil Esad gericiliğine arka çıkışta, Erdoğan’ın şefliğindeki Türk burjuva sömürgeciliğinin Başûr ve Rojava Kürdistanı’ndaki işgallerini görmezden gelişte, üstelik bir de Türk milliyetçiliği ile Kürt milliyetçiliğinin aynı derecede zararlı oldukları palavrasını geveleyişte sürebiliriz.
Faşist saray darbesinden günümüze, sosyal-şoven çizgideki reformist partilerin faşist Erdoğan diktatörlüğüne karşı politik mücadelede anlamlı hiçbir etkinlik gösterememiş olmaları ile Kürt ulusal demokratik hareketine mümkün olduğunca mesafeli durmaları arasındaki sımsıkı nedensellik ilişkisi adeta göz çıkarır netlikte. Ezilen ulusun mücadelesine yaklaşımdaki sosyal-şovenizmin egemen ulus solcusunu kendi burjuva devlet ideolojisine ve siyasetine bağlayan en büyük siyasi günah olduğu defaatle kanıtlanıyor. Kürt ulusal demokratik hareketiyle siyasi ittifak konusu, hem sömürgeciliğin ideolojik etkisi altındaki Türk emekçilerin şoven bilinç basıncını göğüsleme zorunluluğu ve hem de faşist devlet terörünün çabucak menziline girme riski anlamına geldiğinden, sosyal-şovenizm bataklığında debelenenlerde derhal politik alerji yaratıyor. Sosyal-şovenizm bayraktarlığı ile antifaşist mücadele kaçkınlığı işte tam burada özdeşleşiyor.
Özetle, HDP’siz bir “üçüncü ittifak” arayışını sosyalist solun birleşik mecrasını kurma ve bunun ilk adımını da seçimlerde atma iddiasıyla içeriklendirmeye çalışmanın, sözünü ettiğimiz berbat özdeşleşmeyi “sosyalist” ve “sınıfçı” bir örtünün altına itmekten başka bir özelliği yok.
Böyle bir “üçüncü ittifak” girişiminin, Kürt ulusal demokratik hareketinin de yer aldığı farklı işlevlerdeki mevcut siyasi ittifaklardan, mesela HDP ve HDK’den, mesela BMG ve BGM’den, mesela HBDH ve KBDH’den daha etkili tarzda yürütmeye aday olduğu herhangi bir politik mücadele var mı? Faşist şeflik rejiminin art arda gasp ettiği demokratik hakları savunmak uğruna, sıraladığımız birleşik mücadele kulvarlarından ayrı ve ama daha ileri bir ortak politik savaşım geliştirme anlayışı var mı? HDP’yi dışlayan ve seçimleri temel alan geçici bir reformist blok kurmanın ve muhayyel burjuva parlamenter restorasyon sürecinde sol adına parlamenter pazarlık gücü biriktirmenin ötesinde bir politik amacı hakikaten var mı? Olmadığı ayan beyan ortada. Öyleyse, antifaşist ve antişovenist nitelikteki cepheleşme görevinden sıvışmak için başvurulan kupkuru sosyalizm söyleminin de bir kıymeti harbiyesi yok demektir.
Devrim ve sosyalizm iddialı bir siyasi akımın faşizme karşı mücadelenin yasal ve yasadışı, barışçıl ve şiddete dayalı, silahlı ve silahsız bütün biçimlerini eşgüdümlü kullanma iradesinden ve kararlılığından yoksun oluşunu tartışmaya burada hiç girmeyelim. İnkarcı sömürgeci boyunduruk altındaki Kürt ulusunun kendi kaderini tayin hakkı ilkesini açıkça tanıma, Kürtlerin ayrı devlet kurma ve ulusal birlik sağlama hakkını ikirciksiz savunma tutumundan yoksun oluşunu tartışmaya da şimdi hiç girmeyelim. Sadece şu basit gerçekliğe dikkat çekmekle yetinelim: Sosyal-şovenizm bataklığına batışı ve faşizme karşı mücadelenin herhangi bir bedelini göğüslemekten kaçışı sosyalizm gevezeliğiyle maskeleme çabasının varıp varabileceği yer, dolaysız veya dolaylı biçimde ama her halükarda, burjuva düzen solu CHP’nin ideolojik ve politik yörüngesidir. Mesela ÖDP’nin, “sosyalist” etiketli seçim taktikleri dahilinde, HDP adayları için yapmaktan imtina ettiği oy verme çağrısını CHP adayları için gönül rahatlığıyla yapmasının arsız örnekleri halen hafızalardadır.
Hasılı, “üçüncü ittifak” arayışlarının “HDP’siz olsun” varyantı, her iki burjuva ittifakın dışında kalma lafzına rağmen, bugün emekçi soldan burjuva düzen siyasetine bağlanışın en kestirme güzergahıdır.
Üçüncü Cephe Nedir?
Bu soru ilk anda bir üçüncü cephenin zaten mevcut olduğu gerçeğini ıskalama riski taşıyor. Oysa, egemen sınıfların iki siyasi cephesinden ayrı olarak, emekçilerin ve ezilenlerin üçüncü cephesi bugün zaten politik mücadele sahnesinde. Eleştirel değerlendirmemizin girişinde tanımladığımız birinci küme, aynı zamanda halklarımızın üçüncü cephesine tekabül ediyor.
Tekrar pahasına belirtelim: Antifaşist ve antişovenist birleşik parti formu olarak HDP, çeşitli toplumsal ve siyasal mücadele dinamiklerinin ortak potası olarak HDK, fiili meşru mücadele sahasında öncü devrimci inisiyatif ortaklığı olarak BMG ve devrimci mücadelenin silahlı biçimlerini uygulama gücü olarak HBDH, birbirinden farklı politik işlevlere ve örgütsel biçimlere sahip olan ve nesnel bakımdan birbirini bütünleme imkanları taşıyan bu ittifakların hepsi bir arada, üçüncü cepheyi meydana getiriyorlar.
Üçüncü cephe ne bir demokratik seçim ittifakından, ne bir politik kitle çalışması ortaklığından, ne bir antifaşist birleşik eylem kulvarından, ne de bir silahlı mücadele birlikteliğinden ibaret. Üçüncü cephe bunların hepsinin toplamı, politik özgürlüğün cephesi. Yani üçüncü cephe, burjuva meclis seçimlerine endeksli “üçüncü ittifak” veya “üçüncü seçenek” kavramlarına daraltılamaz. Keza, biri burjuva egemen sınıfın bütün bloklarına ait kapitalist yol ve diğeri işçi sınıfıyla ezilenlere ait sosyalist yol olmak üzere, toplumsal ve siyasal düzlemde en nihayetinde iki ana yol bulunduğu gerçeğini karartan, aslında burjuva liberalizmin ideolojik cephaneliğine özgü olan “üçüncü yol” kavramıyla da tanımlanamaz.
En önemlisi, üçüncü cephe hiç yokmuşçasına, burada üçüncü cepheyle ilişkileri bağlamında sıralan siyasi ittifaklar hiç yokmuşçasına, üçüncü cepheyi hayata geçirme doğrultusunda şimdiye değin atılmış siyasi ittifak adımlarınca yaratılan bir cepheleşme birikimi hiç yokmuşçasına, bütün bunlara sırtını dönerek bir “üçüncü ittifak” argümanı peşinde koşmanın, faşist şeflik rejimine son verme mücadelesinde politik saflaşmayı ve cepheleşmeyi geliştirme şansı olamaz. Bilakis bu türden arayışlar, üçüncü cephe siyasetinin yalnızca altını oymakta, böylece faşist saray iktidarının işini kolaylaştırmakta ve burjuva muhalefet blokuna yedeklenmekte ortaklaşırlar.
Üçüncü cephenin kapsamı itibarıyla tamamlanmaktan halen uzak olduğu, genişletilmeye ihtiyaç duyduğu elbette doğru. Bünyesinde, bilhassa birleşik yasal örgütlenme zemininde, devrimci ve mücadeleci politik çizgi ile reformist ve uzlaşmacı politik çizgi arasında bir hegemonik olma sürtünmesi barındırdığı da doğru. Politik olarak çok daha fazla etkinleşmesi ve politik mücadelenin bütün biçimlerini ahenkle kullanmakta yetkinleşmesi gerektiği yine doğru. Devamla, halkçı demokratik bir seçim ittifakında emekçi soldan diğer parti ve örgütlerle buluşmanın elzem oluşu da öyle. Demek ki, üçüncü cephe hem siyasi hem de fiziki oluş halinde.
Bu oluş halinin kritik bir boyutu, üçüncü cephenin yeni katılımlarla büyütülmesi, bir başka deyişle, fiili meşru mücadele sahasında antifaşist cephenin genişletilmesi. Bir yanda emekçi sol hareketten partiler ve örgütler, diğer yanda toplumsal ve siyasal mücadelelerin kitlevi demokratik örgütlülükleri, her biri nesnel olarak, antifaşist cepheyi genişletme görevinin muhatabı durumunda. Hakeza faşist şeflik rejimine karşı kararlı antifaşist mücadele güçlerini birleştirmenin yeni formlarını keşfetmek, seçimlerdeyse emekçilerin ve ezilenlerin antifaşist seçeneğini kapsayıcı tarzda inşa etmek bu genişletme görevinin gerekleri arasında.
Özetleyerek bitirelim.
Halklarımızın üçüncü cephesi, siyaseten faşist şeflik rejimi cephesini yıkma amacına bağlı olmakta ve bunun için burjuva muhalefet cephesini yalıtma hedefiyle hareket etmekte, yani ancak bu iki siyasi nitelikte cisimleşebilir.
Fiili meşru mücadele sahasında faşizme karşı cepheleşmeyi genişletmek, birinci olarak, seçim mücadelelerini değil sokak mücadelelerini temel almayı, ikinci olarak ise, Kürt ulusal demokratik hareketi dahil antifaşist mücadelenin bütün kararlı güçleriyle bir araya gelmeyi şart koşar.
Yapılacağı artık o kadar berrak görünmese bile seçimler için, faşist şeflik rejimine karşı mücadeleyi gerici burjuva parlamenter restorasyon programına prim vermeksizin örgütleyen, antifaşist cepheyi genişletmeye hizmet eden halkçı demokratik bir seçim ittifakı tabii ki gereklidir.
Sosyal-şovenizmin lanetli toprağına basmayı sürdürecek, faşizme karşı mücadelenin en basit hapishane uğrağını bile göze almaktan aciz olacak, seçimleri politik varoluşunun merkezine yerleştirecek yeni bir ittifakınsa, sırf Millet İttifakı’na katılmamaktan bahsediyor ve sosyalizm sözcüğünü sıklıkla tekrarlıyor diye, sırf kendisini “üçüncü ittifak” olarak tanımlıyor diye, emekçilerin ve ezilenlerin politik özgürlüğe susamışlığına derman olacağına, burjuva parlamenter restorasyonun sol kanadını oluşturmaktan bağışık kalacağına ihtimal verilemez.