İşgale Karşı Duyarsızlık: Oportünizm ve Sosyal Şovenizmin Dik Alası

24 Nisan’dan bu yana Türk devlet güçleri Başûrê Kurdistan’a işgalci saldırılarını sürdürüyor. Binlerce asker ve ağır silahlarla gerçekleştirilen bu saldırıda onlarca köy bombalandı, ormanlar yakıldı, gerillaya karşı kimyasal silahlar kullanıldı. Güney Kürdistan’ın dağlarına, tepelerine, köylerine onlarca yeni Türk askeri üsleri kuruldu. Eşitsiz güç ilişkilerine rağmen Kürt gerillası işgalci saldırıya karşı olağanüstü bir direniş gösteriyor. Çatışmalarda onlarca gerilla ölümsüzleşti ve yüzlerce işgalci asker öldürüldü. Bu işgalci saldırının üzerinden iki aydan fazla bir süre geçti. Kendisini solcu, sosyalist, komünist, devrimci olarak tanımlayan örgütlerden kimileri sanki böyle bir işgalci saldırı yokmuş gibi Türk devletinin işlediği suçları görmezden geliyor, tam bir duyarsızlık içinde “görmedim, duymadım, bilmiyorum”a yatıyor. Bazıları işgalci saldırının ilk bir iki günü içinde “operasyon” haberi yaptıktan sonra konuyla bir daha ilgilenmiyor, bazıları ise konuyla alakadar bile olmuyor. TKP ve DHKPC bu “ilgisiz”lerin en tipik iki örneğini oluşturuyor.

Savaşa Karşı Tutum

Her savaş politikanın devamıdır ya da savaş, silahlı politikadır. Savaşa karşı nasıl bir tutum alınacağını belirlemek için söz konusu savaşın anlamı, yönü ve önemini ortaya koymak gereklidir. Bu burjuva devletler arası bir hakimiyet mücadelesi, gerici bir iç boğazlaşma, bir işgal, bir yurt savunması ya da bir devrimci savaş olabilir. İşçi sınıfı ve emekçilerin komünist öncüsü olduğunu ileri sürenler savaşın mahiyetine bakarak bir tutum alırlar, tavırlarının içeriği ancak böyle bir tespit ve tutumla açığa vurulabilir.

Eğer bu burjuva devletler arası gerici bir savaşsa komünistler emekçilere bu savaştan uzak durmalarını, halklar arasında barışı inşa etmek gerektiğini söylemekle yetinmez, düşman olanın bir başka ülkenin halkı değil savaşa tutuşan kendi ülkesinin sömürücü sınıfı olduğunu belirtir ve savaşa neden olan burjuva sınıfa karşı devrimci savaş için emekçilere çağrılar yapar, onlara bu doğrultuda öncülük eder.

Eğer bu gerici bir iç savaşsa, işçi sınıfı ve emekçileri bu savaştan uzak tutmaya çalışır, bu savaşın egemen sınıfların çıkarına olduğunu belirtir ve silahlarını birbirlerine değil onları kışkırtanlara yöneltmeleri gerektiğini anlatır.

Eğer bu bir devletin bir ülkeyi işgal etmek, sömürgeleştirmek için giriştiği bir savaşsa işgale karşı savaşmak için komünistler en öne atılır, işgale karşı mücadele eden kuvvetlerle birlik kurmaya çalışır.

Her üç durumda da pasifizim egemen sınıfa yedeklenmekten başka bir sonuç doğurmaz. Politikanın silahlarla yürütüldüğü bir yerde ve zamanda hiçbir şeye karışmamanın, görmezlikten gelmenin, seyirci kalmanın, savaşın mahiyeti hakkında hiçbir şey söylemeden oturup beklemenin politik literatürdeki karşılığı katıksız oportünizmdir.

Lenin Marksistlerin savaşa ilişkin tutumunu şu biçimde özetliyor:

"Sosyalistler uluslar arasındaki savaşları her zaman barbarca ve gaddarca görerek mahkûm etmişlerdir. Ne var ki, bizim savaşa ilişkin tavrımız burjuva pasifistlerininkinden ve anarşistlerinkinden temelde farklıdır. İlkinden, savaşlar ile bir ülkenin dahilindeki sınıf mücadelesi arasındaki kaçınılmaz ilişkiyi anladığımız için farklıyız; sınıflar ilga edilip sosyalizm kurulmadıkça, savaşların da ilga edilemeyeceğini anlarız; ayrıca iç savaşları, yani bir ezilen sınıf tarafından ezen sınıfa karşı, kölelerce köle sahiplerine, serflerce toprak sahiplerine, ücretli işçilerce burjuvaziye karşı verilen savaşları bütünüyle meşru, ilerici ve gerekli gördüğümüz için de onlardan ayrılırız. Biz Marksistler her bir savaşı tarihsel olarak ve ötekilerden ayrı incelemenin gerekli olduğuna inanmak bakımından da hem pasifistlerden hem de anarşistlerden ayrılırız."

Burjuva Türk Devletinin Niteliği

Burjuva Türk devletinin Güney Kürdistan’ı işgal etmek amacıyla başlattığı savaşı “tarihsel ve ötekilerden ayrı” incelemek için öncelikle Türk devletini bir başka burjuva devletten ayıran niteliğini göstermeliyiz. Türk devletinin niteliği ortaya konulmadan Güney Kürdistan’a yönelik işgalci savaşın anlamı, yönü ve önemi yeterince kavranamaz.

Burjuva Türk devleti Bakurê Kurdistan’ı sömürgeci boyunduruk altında tutuyor. Burjuva Türk devleti Lozan Anlaşması ile uluslararası statü kazandı. Böylece Kuzey Kürdistan, emperyalistlerin onayı ile burjuva Türk devletinin egemenliğine bırakıldı. Burjuva Türk devleti Kürt halkının ulusal varlık hakkını inkâr etti, dilini, kültürünü, tarihini yok saydı, onları Türkleştirmek için koyu bir asimilasyona başvurdu. Kürtlerin yeraltı ve yerüstü kaynakları, suyu, petrolü, ormanları, madenleri burjuva Türk devleti tarafından yağmalandı. Kürt halkı açlığa, sefalete, yoksulluğa, eğitimsizliğe mahkûm edildi. Kürt halkı bu boyunduruğu kırmak için defalarca ayaklandı. Burjuva Türk devleti her defasında buna katliamlar, soykırımlar, köy yakmalar, işkenceler, sürgünler ve esir almalarla yanıt verdi.

Buradan yola çıkarak Türk devletinin sınıf niteliğini “burjuva” olarak nitelemek ya da bu burjuvazinin emperyalizmin işbirlikçisi olduğunu belirtmek yeterli olabilir mi?

Bir Türk işçisi, emekçisi, kadını, öğrencisi için bu tanımlama ilk anda yeterli görülebilir, ya bir Kürt işçisi, emekçisi, kadını, öğrencisi için yeterli midir?

Yeterli olmadığı açık. Kürt halkının ulusal varlık hakkı, dili, kültürü ve tarihi inkâr ediliyor, Türk halkı için böyle bir sorun var mı? Kürtlerin anadilde eğitim hakkı yok, Türklerin böyle bir talebi var mı? Binlerce Kürt köyü yakıldı, yıkıldı, milyonlarca Kürt sürgün edildi, Türklerin köyleri burjuva Türk devleti tarafından yakıldı, yıkıldı mı, Türk emekçiler kitlesel sürgüne tabi tutuldu mu? Kürt şehirlerinde Türk askeri, polisi, hâkimi, savcısı, kaymakamı, öğretmeni, maliyecisi vb. Kürtleri yönetmek için yabancı bir güç olarak bulunuyor, Türk şehirlerinde böyle bir yabancı güç var mı? Bu yabancı gücün egemenliği nedeniyle Kürdün suyu, elektriği, petrolü, madenleri, ormanları talan edilerek bunlardan elde edilen gelir Türkiye tarafına akıtılıyor, Türk halkını yöneten ve yaşadıkları yerlerin zenginliklerini devlet sınırları içindeki bir başka yere taşıyan bir yabancı güç var mı?

Açıktır ki Türk devletinin sınıf niteliği Türk emekçiler ve Kürt halkının bakış açısından aynı değildir. Türk emekçisi Türk devletine baktığında onda sömürücü burjuvazinin hizmetkarlığını görür. Kürt emekçisi ise inkârcı, işgalci, sömürgeci yabancı bir güç olan bir devleti ve o devlet nezdinde ezen bir ulusu, Türk ulusunu görür.

Bir Türk komünistin görevi nedir? Türk işçi ve emekçilere Türk devletinin yalnızca sömürücü olmadığını Kuzey Kürdistan’ı boyunduruk altında tutan işgalci, sömürgeci bir güç olduğunu açıklamaktır. Bu da yetmez, onlara, burjuva Türk devletinin Kürt halkını inkâr, imha ve Kürdistan’ı işgal politikasına karşı çıkmadıkları, Kürt ulusuyla kader birliği yaparak Türk devletine karşı mücadele etmedikleri müddetçe burjuva Türk devletinin suç ortağı olacaklarını göstermektir.

Sınıf bilincinin mihenk noktası tam da buradadır. Egemen sınıfın niteliği doğru kavranmazsa ona karşı mücadele doğru bir yönde, devrimci bir rotada ilerlemez. Örneğin emperyalist bir ülkenin işçi sınıfı, devletin emperyalist niteliğini kavrayamazsa bir başka devletle savaşta kolaylıkla burjuvazinin yedeğine düşer.

Kürtler ulusal hakları için ayaklandıklarında Türk komünistlerin yapmaları gereken bu başkaldırıyı desteklemek olmalıdır. Elbette bu enternasyonalizmin gereğidir ama sadece bundan dolayı değildir bu destek. Eğer Kürtler ulusal haklarını kazanamazsa, eğer Türk işgali ve sömürgeciliği devam ederse Türk halkı da hiçbir zaman özgürlüğünü kazanamaz. Kürtlerin ulusal kurtuluşu gerçekleşmeden Türk işçi sınıfının sınıfsal kurtuluş mücadelesi başarıya ulaşamaz. Türk işçi sınıfı Türk şovenizmi kayışı ile Türk burjuvazisine sıkıca bağlıdır. Bu kayış kopartılıp atılmadan Türk işçi sınıfının sınıf bilinci ezen ulus bilinci ile çarpıtılmış olur.

Türk devleti, yalnızca sömürgeci boyunduruk altında tuttuğu Kürtlerin ulusal hakları için mücadele etmesini düşmanlık olarak görmüyor, diğer üç parça Kürdistan’da yaşayan Kürtlerin de ulusal haklar elde etmesini engellemek için var gücü ile uğraşıyor. Diğer parçalardaki Kürtlerin ulusal haklar elde etmesi halinde bunun Kuzey’deki Kürtleri de cesaretlendireceği gerçeğinden hareketle bütün Kürtlere karşı düşmanca bir politika güdüyor. Güney Kürdistan’daki bağımlı federasyon statüsünü kabul etmek zorunda kalmıştı, Rojava’da oluşan fiili statüyü ise kabule yanaşmadı, işgalci savaşlarla bu statüyü ortadan kaldırmaya yeltendi.

Kürt halkına karşı bu genel düşmanlık, bir Türk şovenizmi olmanın ötesinde tam bir Türk ırkçılığı olarak Türk halk bilincine yerleştirildi. Bu bilinç söküp atılmadan, bu bilince karşı cepheden bir savaşım açılmadan Türk işçilerin burjuvaziden bağımsızlaşarak bir sınıf bilinci edinmesi mümkün değildir. Bu nedenledir Türk işçi sınıfının öncülerine düşen başlıca görevlerden biri Türk ırkçılığını, Kürt düşmanlığını emekçilerin bilincinden söküp atmaktır. Bu da sözden çok pratiğin konusudur. Bu pratiğin odağında ulusal hakları için mücadele eden Kürt halkıyla aynı safta buluşmak, aynı cephede Türk burjuvazisine karşı savaşmak vardır.

Burjuva Türk devletinin niteliği bununla sınırlı değildir. Burjuva Türk devleti emperyalizmin Ortadoğu’daki başlıca dayanaklarındandır. NATO’nun en önemli güçlerinden biri olarak emperyalizmin bölgedeki bekçisidir. Burjuva Türk devleti bu temel dayanak olma konumunu yayılmacı heveslerine basamak yapmaktadır. Türk devletinin ayakta kalması, varlığını sürdürmesi emperyalistlerin çıkarınadır. Bundan dolayıdır ki Kürtler ulusal talepleri için Türk devletine karşı ayaklandıklarında karşılarında aynı zamanda emperyalistleri bulmuştur. 90’lı yıllarda ABD ve AB’nin askeri, siyasi ve ekonomik desteği olmasaydı Türk devleti bir yenilgi ile karşı karşıya kalabilirdi. Bu dönemsel bir durum değildir. Kürdistan’ın dört parçaya bölünmesi emperyalistlerin isteği ve onayı ile gerçekleşmiştir. 2017’de Başûr’daki Bağımsızlık Referandumu sırasında Türk devletinin, Kürtleri boyunduruk altında tutan ya da tutmak isteyen İran, Irak ve Suriye devletlerinin yanı sıra ABD ve AB emperyalistlerinin de olası bir bağımsızlık ilanını engellemek için birleşmesi bunun örneklerinden biridir. Emperyalistler şu ya da bu düzeyde Kürtlerin kimi ulusal haklarını tanıyabilirler ama söz konusu olan kendi kaderini özgürce tayin etmek olunca bölgedeki sömürgeci güçlerle, ezen uluslarla aynı safta kalmaktadırlar çünkü bağımsız bir Kürdistan onların işbirlikçisi olan devletlerin yıkılması ve Ortadoğu’nun onlar bakımından yönetilemez hale gelmesi demektir.

Buradan da ortaya çıkar ki Türk sömürgeciliğine ve yayılmacılığına karşı mücadele emperyalizme karşı mücadelenin ayrılmaz parçasıdır. Tam da bu nedenledir ki Kürtlerin ulusal hakları için sömürgecilere karşı kaderini özgürce tayin etme hakkı mücadelesi özünde antiemperyalisttir. Kürt ulusal özgürlük mücadelesiyle birleşmeyen ya da onu görmezden gelen bir antiemperyalist mücadele kadük kalır. Nasıl ki emperyalistler Kürt ulusal ayaklanmasını bastırmak için burjuva Türk devletini ayakta tutmakta, ona destek olmakta, onunla aynı safta mücadele etmekte ise Türk komünistleri ya da kendini “Türkiyeli komünistler” olarak tanımlayanlar da emperyalizmin bölgedeki başlıca dayanağı olan burjuva Türk devletini yıkmak için Kürt ulusal hareketi ile birleşmelidir. Böyle bir savaşta “tarafsız” kalmak ya da böyle bir savaşı görmezden gelmek burjuvaziye hizmet etmekten, işçi sınıfını burjuvazinin saflarına itmekten başka bir anlama gelmez.

Savaşın Siyasi Anlamı Yönü ve Önemi

24 Nisan’da başlayan saldırının siyasi mahiyeti nedir? Bu sömürgeci faşist burjuva Türk devletinin bir işgalci saldırısıdır. Bu saldırı ile Kürt Özgürlük Hareketi’nin (KÖH) karargâhı dağıtılmak, tasfiye edilmek isteniyor. Bunun siyasi anlamı Kürt ayaklanmasının bir kez daha ortadan kaldırılarak Türk devlet hakimiyetinin 1925 Şeyh Sait, 1930 Ağrı, 1937 Dersim ayaklanmalarında olduğu gibi sağlanmasıdır. Bunun sadece Kürtler üzerinde bir hakimiyet değil, Türk emekçi sınıfların üzerinde de artan bir burjuva devlet terörü anlamına geldiği açıktır. 1925 ayaklanması bastırıldıktan sonra getirilen Takriri Sükûn Yasası ile demokratik hak ve özgürlüklerin kırıntısı dahi ortadan kaldırılmadı mı? 1930 Ağrı-Zilan Soykırımı’nın ardından Türk ırkçı faşizmi hâkim ideoloji haline getirilmedi mi? Dersim Tertelesi’nden sonra en küçük bir ilerici muhalif sesin çıkması için dahi uzun yıllar geçmesi gerekmedi mi?

KÖH’ü ortadan kaldırmaya dönük işgalci saldırının başarılı olması halinde bunun acılarını sadece Kürt halkı çekmeyecektir. Türk işçi sınıfı ve emekçileri ve onların politik öncüleri de derin acılar yaşayacaktır. Çünkü Türk devletinin böyle bir zaferi faşist şeflik rejiminin zaferi, bu rejimin süreklileşmesinin önündeki en önemli engelin kalkması sonucunu doğuracaktır.

Emperyalist ABD ve AB bu savaşta burjuva Türk devletinin tarafıdır. Onlar Türk devletinin savaşı kazanması için her türlü desteği sunmaktadırlar. Türk devletini emperyalizmin bir dayanağı olarak ayakta tutma çabasının yanı sıra, KÖH’ün tasfiye edilmesi ile Rojava’daki devrimin dişlerinin söküleceğini böylece kendileri için çok daha elverişli hale getirilebileceğini hesap etmektedirler.

Türk devletinin hedefi KÖH’ün tasfiye edilmesi ile sınırlı değildir. Türk devleti kalıcı bir işgalin peşindedir. Faşist şefin BM genel kurulunda ortaya koyduğu haritada gösterildiği gibi Türk devleti, Efrîn’den Xakurkê’ye kadar 30 km derinliğinde toprak işgal etmek ve ardından burayı ilhak etmek istiyor. Fırsatını bulduğu anda Musul ve Kerkük’ü ele geçirmeyi planlıyor. Böylece Rojava devrimini bütünüyle tasfiye etmiş, Güney Kürdistan’ı da kendisine bağlı bir eyalet haline getirmiş olacak.

Bu savaşın siyasi anlamı burjuva Türk devletinin, Kürt devrimini tasfiye etmesi, yönü ilhak amacı ile Güney Kürdistan’ı işgale girişmesi ve Rojava Devrimi’ni ortadan kaldırması, önemi faşist şeflik rejiminin bu savaştan elde edeceği kazanımlarla hakimiyetini güçlendirmesidir.

Türk işçi sınıfı ve emekçilerin, onların politik öncülerinin bu savaştaki yeri hiçbir belirsizliğe yer bırakmayacak kadar açıktır: Emperyalizmle ittifak halindeki burjuva Türk devletine karşı Kürt devrimcileri ile aynı mevzide buluşmak. Bu savaşa tarafsız kalanlar, bu savaşı görmezden gelenler, bu savaşın siyasi anlamı, yönü ve önemini kavramayanlar tipik birer oportünisttir.

Oportünizmin Kaynağı Sosyal Şovenizm

TKP ve DHKPC, birbirinden farklı iki sol akım -ilki; reformcu, ikincisi; devrimci- olsa da söz konusu olan KÖH’e karşı tutum olunca benzeşmektedirler. Her ikisi de sosyal şovenizmde birleşmektedir. Sömürgeci faşist Türk devletinin Güney Kürdistan’a yönelik son işgalci saldırısı karşısında sergiledikleri duyarsızlık bunun tipik örneğidir.

Türk devletinin başlattığı saldırının işgalci, yayılmacı ve haksız olduğu, KÖH ve onunla ittifak halindeki devrimci kuvvetlerin haklı bir direniş yürüttükleri, Kürt gerillasının işgalcilere karşı vatan savunması yaptığı apaçık ortadadır. Ne var ki her şey bu denli açık olsa da seslerini çıkarmamayı, deyim yerindeyse “topa girmemeyi” tercih ediyorlar çünkü “topa girseler” taraf olmak zorunda kalacaklar. Burjuva Türk devletini eleştirmekten sakındıkları için değil KÖH’le yana yana görünmekten, zorunlu olarak haklı olanın, işgalci sömürgecilere karşı vatan savunması yapanla aynı safta görünmek istemedikleri içindir bu duyarsızlığın nedeni.

Bu sosyal şovenizm değilse nedir? Eğer böyle bir konumda olmasalardı işgalci ve haksız bir savaş yürüten burjuva Türk devletine tavır alır, onları teşhir eder ve Türk emekçilerini savaşa tutum almaya, işgale karşı vatanlarını savunan Kürt direnişçilerini desteklemeye ve çocuklarını bu kirli savaşa göndermemeye çağırırlardı. Bütün bunlardan uzak durmak Türk işçi ve emekçilerini burjuva hükümetin siyasi ve ideolojik hegemonyasına terk etmekten başka bir anlama gelmez.Bu nesnel olarak onları burjuva Türk hükümetinin işgalci politikasıyla aynı safta buluşturuyor. Sosyal şovenizm onları sınıf iş birliği pozisyonuna itiyor.

Her iki akım da Türk devletinin Kuzey’de işgalci olduğunu ve bu işgale karşı “vatan savunması” yapanların haklı olduğunu görmezden ya da anlamazdan geliyorlar. Her iki akım da Güney’e yönelik işgalin Kürdistan yurdunun bir başka parçasını ele geçirmek anlamına geldiğini Türk işçi ve emekçilerinden gizliyorlar. Bunun Türk işçi ve emekçilerinin burjuvazinin gerici “ulusal” bayrağının altına girmesini “sessizce” desteklemek olduğu inkâr edilebilir mi?

Lenin’in dediği gibi “Ezen ülkelerdeki işçilerin enternasyonalist eğitiminin ağırlık noktasını kayıtsız koşulsuz ezilen ülkelerin ayrılma hakkının propagandası ve savunulması oluşturmak zorundadır. Bu olmaksızın enternasyonalizm olmaz.”

Bu gruplar söz konusu olan başka bir ezilen halk olunca hiç de tarafsız kalmamakta, ezilen halkların ayrılma hakkını canı gönülden savunmaktadırlar. 

Filistin’e Destek Kürdistan’a Köstek

TKP’nin yayın organı Boyun Eğme’de İsrail’in Filistin’e saldırısına dair pek çok haber yapıldı. “Demir kubbeyi delen Filistin direnişi” başlığı atıldı. İsrail “Haydut” olarak tanımlandı. Türk emekçileri “Filistin’in kahraman halkı ile dayanışma”ya çağrıldı. Oysa 24 Nisan’da başlayan Türk devletinin Güney Kürdistan’daki işgalci saldırısına karşı ne Boyun Eğme’de ne de Gelenek’de tek bir satır yer almadı; ne Türk devleti “haydut” olarak tanımlandı ne Kürt gerillasının direnişinden bahsedildi ne de Türk halkı gerillayla dayanışmaya çağrıldı.

Halk Cephesi, 31 Mayıs’ta “Emperyalizme ve siyonizme karşı direnen Filistin halkının yanındayız” başlıklı bildiriyi yayınladı, keza Dev-Genç “Filistin halkı yalnız değildir” açıklaması yaptı, Çayan Halk Cephesi Filistin’e yönelik İsrail saldırısına dair “Emperyalizm yenilecek, direnen halklar kazanacak” dedi. Gel gör ki Halk Cephesi ve onunla ilişkili hiçbir kurum burjuva Türk devletinin Güney Kürdistan’ı işgal etmesine ve gerillanın olağanüstü bir direniş sergilemesine dair tek bir açıklama yapmadı; ne “Kürt halkı yalnız değildir” bildirisi yayınladı ne “sömürgeciliğe ve işgale karşı Kürt halkının yanındayız” açıklaması yaptı.

Filistin direnişini Kürt direnişinden daha kıymetli yapan nedir? Türk devletini İsrail’den daha az haydut yapan nedir?

Filistin halkı İsrail işgaline karşı ulusal özgürlüğü için mücadele ediyor. Bir komünist “kayıtsız şartsız” biçimde Filistin’in kendi kaderini özgürce belirleme hakkını savunmalıdır. Her iki parti de bu konuda takdir edilecek açıklamalar yaptı. Peki Kürt halkı Türk işgaline karşı ulusal özgürlüğü için mücadele etmiyor mu? Bu iki partiyi Kürtlerin ulusal özgürlük hakkını “kayıtsız koşulsuz” savunmaktan alıkoyan nedir? Belli ki bunun nedeni sol sosuna bulanmış ezen ulus milliyetçiliği, Türk şovenizmi bir başka deyişle Türk sosyal şovenizmidir.

Kuşkusuz burada TKP ile Halk Cephesi’nin durumu bir ve aynı değildir. Örneğin TKP’den Kemal Okuyan Türk burjuvazisinin M. Kemal döneminden başlayarak Kürtlere karşı tutumunu “Burada ırkçılık, milliyetçilik değildir baskın olan… Aşiret yapısı içinde hareketle-direnen yoksul Kürt köylüsüne dönük kıyıcılık ulusal değil sınıfsal bir yan içerir. Aynı biçimde Kürt aşiretlerinin hareketi de geri sınıf mantığını aşamadıkları oranda ‘ulusal uyanış’ olarak görülemez. Çoğunlukla gerici ve işbirlikçidirler” biçiminde ifade etmektedir.

Lenin, ezen ulustan sosyalistlerin ezilen ulusun ayrılma hakkını “kayıtsız koşulsuz” desteklenmesi gerektiğini belirtir ve “Bu propagandayı yapmayan bir ezen ulus sosyalistini emperyalist ve alçak saymak görev ve hakkımızdır” diyor.

İşte tam da burada Kemal Okuyan’ı “Türk burjuva şovenisti bir alçak” olarak niteleme hakkımız doğuyor. “Kürt halkına karşı tutum ‘ırkçı ve milliyetçi’ değildir” diyor, öyle mi? Neden Kürtçe yasaklandı? Kürtlerin ulusal varlık hakkı neden inkâr edildi? Üstelik Kürtler Türk milliyetçileri ile ittifak halindeydi. Bu ittifak niye bozuldu? Kürtler “gerici ve işbirlikçi” ayaklanmalara giriştikleri için değil, Kürtlerin ulusal hakları tanınmadığı için. İttifakı bozan Kürtler değil Türkler oldu. Türk burjuvaları alçakça ihanet ettiler. Cumhuriyet döneminin ilk Kürt ayaklanması 1925’tir. Kürtlerin ulusal varlık hakları 1924 Anayasası ile ortadan resmen kaldırıldı. Ayaklanmaların nedeni ulusal baskı ve inkardır. Bu ulusal baskı ve inkâr Hitler faşizmine ilham verecek düzeyde bir Türk ırkçılığı biçimini almıştır. Türk sosyal şovenisti Okuyan, Kürt ayaklanmalarını “gerici ve işbirlikçi” olarak niteliyor. Kimdir gerici? Lozan’a giderken “Türkiye Kürtlerin ve Türklerin ortak yurdudur” diyen ardından emperyalizmin onayıyla Kürt halkının ulusal varlık hakkını inkâr ederek Kürdistan’ı işgal altında tutan ve pek çok devlet raporunda ifade edildiği gibi “sömürge politikası” uygulayan Türk burjuvazisi mi gerici ulusal hakları için başkaldıran Kürtler mi?

Baskı “Ulusal değil sınıfsaldı” diyor, alçaklığın bu kadarına pes doğrusu. O halde sormazlar mı sana, neden Kürt işçilerin anadili yasaklandı da Türk işçilerinki yasaklanmadı? Neden Kürt köylüleri zorla sürgüne gönderildi de Türk köylülerine yer açıldı? Neden Türk şehirlerine alt yapı yatırımları yapıldı da Kürt şehirlerine çok görüldü? Neden Kürt toprak ağaları, topraklarına el konularak aileleri ile birlikte sürgün edildi de Türk toprak ağalarının Ermeni ve Rumların topraklarını gasp etmesine göz yumuldu ve Türk toprak ağaları meclise taşındı. Doğru, Türk ırkçılığı sınıfsaldır. Türk burjuvazisi ırkçı, işgalci ve yayılmacıdır. Burjuva Türk ırkçılığı Türkiye’de egemen ideolojidir, Türk işçi ve emekçilerin toplumsal bilinci haline gelmiştir. Bu egemen ideolojiden kopmayanların, kopamayanların kendilerini sosyalist olarak tanımlamaları onları Türk burjuvazisinin gönüllü uşağı olmaktan çıkarmıyor, olsa olsa onları Türk işçi ve emekçileri arasındaki Türk burjuvazisinin sosyalist maskeli uşağı yapıyor.

Kemal Okuyan, öylesine pespayeleşiyor ki Kürdün yurtseverliğini “gerici ve işbirlikçi” olarak açıklıyorken, ezen ulusun sosyalistlerine “Yurtseverlik, ulusal ölçekte kavga verilecekse zorunluluktur” diyerek “Yurtsever” olmalarını salık veriyor. Türk’e yurtseverlik Kürt’e kölelik! İşte kendisine komünist sıfatını yakıştıran bir Türk sosyal şovenistin emekçi halklarımıza tavsiyesi. Bu dipsiz sosyal şovenistin, politik İslamcı Hamas’ın başat rol oynadığı Filistin direnişine destek çağrısı yayınlamasına karşın KÖH’ün direnişine sessiz kalması ve gerçekte bu direnişi “gerici” görmesine şaşırmak gerekir mi?

Halk Cephesi de “yurtseverlik”ten “vatancılık”tan söz etmeyi seviyor, elbette o da iki ülke, iki halk ve iki vatan olduğu gerçeğini görmezden geliyor. Hal böyle olunca Kürtlerin Türk devleti işgali altında olan vatanlarını özgürleştirmek için mücadele etmesini “yurtseverlik” saymıyorlar. Buna karşın Filistinlilerin savaşını “yurtseverlik” olarak tanımlıyorlar. Dahası Kürt Özgürlük Hareketi’ni milliyetçi olmakla itham ediyorlar. Bundan daha doğal ne var? Ulusal baskıya karşı mücadeleye tutuşan her akım şu ya da bu düzeyde milliyetçi değil mi? Filistinlilerin milliyetçi olma hakkı var da Kürtlerin milliyetçi olma hakları yok mu? Filistinlilerinki yurt savunması da Kürtlerinki değil mi? Filistinliler işgale karşı direniyor da Kürtler direnmiyor mu?

Filistin toprakları İsrail’in işgali altındadır. Bu işgale karşı direnişi sosyalistler “kayıtsız koşulsuz” destekler. Kuzey Kürdistan Türk devletinin işgali altındadır. Bu yetmiyor, Rojava ve Başûr’u da işgal etmek istiyorlar. Türk devletinin işgallerine karşı direniş haklıdır, meşrudur ve desteklenmelidir. Filistin’in direnişini haklı, meşru ve desteklenir görürken Kürt direnişini görmemek, bu direnişi desteklemek için tek bir söz söylememek sosyal şoven ikiyüzlülük değilse nedir?

ABD, Rojava’da YPG’ye bazı savunma silahları verdi diye devrimi ve devrimcileri emperyalizm işbirlikçiliği ile itham ediyorlar. Peki öyleyse, AB Filistin'e son 15 yıldır her yıl en az 300 milyon Euro yardım sağlıyor. Avrupa Birliği ülkeleri 2016, 2017, 2018 yılında işgal altındaki Filistin'e toplam 1 milyar 200 milyon Euro katkı yaptı. Neden bunu “anlayışla” karşılıyor, bu yardımlar nedeniyle Filistin direnişini karalamaya kalkmıyorsunuz da Kürt direnişini işbirlikçilikle niteliyorsunuz? Yalnızca AB değil ABD de 2016 yılına kadar yardım ediyordu, 2016 yılında Filistin'e 368 milyon dolar düzeyinde yardımda bulunmuştu. Trump yardımı durdurdu. Biden bu yardımın verilmesine tekrar başlanacağını açıkladı. Demek ki ezilen bir ulusun işgalcilere karşı direnişini desteklemek için emperyalistlerden şu ya da bu düzeyde yardım alması engel değilmiş.

Rojava’daki zorunlu taktik askeri ittifaktan başka KÖH’le emperyalistlerin ilişkisi nasıldır? Burjuva Türk devletiyle kol kola özgürlük hareketini tasfiye etmek istedikleri ortada. Zap, Metina ve Avaşin’e yönelik saldırı için Almanya ve İngiltere’nin desteğinin alındığı, ABD’nin bu işgal hareketine onay verdiği, ABD’nin teşviki ile KDP’nin Türk devleti ile iş birliği içinde olduğu ortada değil mi? PKK yöneticilerine ödül koyan ABD emperyalizmi değil mi? AB ve ABD’de PKK yasaklı değil mi?

Filistin direnişine övgüler yağdırıyor bu iki parti ve onlarla aynı kulvarda olanlar. Elbette Filistin direnişi övgü hak ediyor ama Oslo’dan beri teslimiyetçi, uzlaşmacı bir çizgi hâkim olmadı mı? Filistin direnişi taviz vere vere alan ve mevzi kaybetmedi mi? KÖH ve müttefikleri devrimciler iki ayı aşkın bir zamandır muazzam bir direniş gösteriyor, üstelik Filistinlilere füze desteği yapan İran gibi bir destekçiden yoksun olmalarına karşın kök söktüren bir direniştir bu. NATO’nun en büyük ikinci ordusuna karşı neredeyse 40 yıldır kesintisiz süren bir savaş bu. Her ilerici, sosyalist, devrimcinin bu direnişten güç alması gerekirken onu görmezden gelmek, küçümsemek burjuva şovenizmin değirmenine su taşımaktır.

Kendisine “ilerici, sosyalist, devrimci” diyen her Türk ya da Türkiyeli sömürgeci faşist Türk devletinin işgalci saldırısına karşı Türkiyeli işçi ve emekçileri aydınlatmak, bu haksız savaşa karşı harekete geçirmek ve işgal altındaki vatanlarını savunan Kürt gerillasını desteklemekle yükümlüdür. Sessiz kalmak burjuva Türk devletine, şovenizme hizmet etmek dışında başka bir anlama gelmez. 

Marksist Teori

Yaygın Süreli Yayın
Varyos Yay. San ve Tic. Ltd. Şti. İmtiyaz Sahibi: Şengül Güneş Bali
Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Şengül Güneş Bali

Bize Ulaşın

Çakırağa Mah. Çakırağa Cami Sokak Birlik Apt.
No: 8/10 Aksaray/İstanbul (0212) 529 15 94
E-posta: info@marksistteori.org Twitter: @mt_dergi