Yedek Kuvvet Mafya

Türkiye'de mafya, kontrgerilla ve devlet ilişkisi, mafyanın siyasallaşması ya da devletin mafyayı yedek kuvvet olarak siyasi alanda da kullanması, özellikle 1970'lerden sonra bazı dönemlerde örtük, bazı dönemlerde ise görünür tarzda sürdürüldü. Türk burjuva devleti, yasal kurum ve politikaların yetmediği yerde ve durumlarda, yönetim krizi koşullarında yedek kuvvetleri olarak gördüğü organik ilişkileri olan bu mafyatik grup ve güçleri kullandı. Bu güçleri, siyasi ve ideolojik bakımlardan düşman gördüğü devrimcilere, komünistlere, Ermenilere, Alevilere, Kürt halkına ve Kürt özgürlük mücadelesine karşı savaştırdı. 2010'lu yıllarda ise, kontrgerillanın yönetim ve denetimi altında ülke dışında bölgesel işgal, ilhak ve saldırılarda kullanmaya başladı.

Kontrgerillanın yardımcı gücü, silah sevkiyatçısı, Suriye ve Rojava’da yapıldığı gibi meta, petrol ve fabrika makinaları talancısı veya talanın aracısı olarak işlevlendirdi. Aynı zamanda kontrgerillanın denetimi altında eroinden kokaine iç ve uluslararası uyuşturucu ticareti, altın ve petrol kaçakçılığı gibi fahiş karlar getiren işler de kontrgerillanın denetimi altındaki mafyatik yapıların elinde toplandı.

Bu yolla kirli ve işgalci savaşın finansmanının önemli bir bölümünü karşılayan gelir sağlanırken faşist mafya da bal tutarken parmağını yalamış oldu, içlerinden önemli bir kesimi yasal kapitalist patronlar haline geldi.

1960’lı, ’70’li yıllardaki kontrgerilla hareketleri ve eklentisi mafyatik yapılar, bu kirli ilişkiler ağı, '80'li yıllarda askeri cuntanın başı faşist Kenan Evren'le, 1983'ten sonra T. Özal'la, '90'larda Çiller-Ağar ve Susurluk'la ve 2020'lerde AKP-MHP rejiminde Erdoğan-Bahçeli-Perinçek, Ağar-Soylu, Çakıcı ve S. Peker’le devam ediyor.

1980 öncesinde Başbakan Süleyman Demirel, kontrgerillanın örgütlediği ve devrimci harekete karşı savaştırdığı MHP'li faşist çeteleri kastederek “Bana sağcılar suç işliyor, dedirtemezsiniz!” diyordu. Aynı günlerde Demirel’in, Kenan Evren'den Özel Harp Dairesi'nin devrimcilere suikast hazırlamasını, onları katletmesini resmi olarak istediği de açığa çıkacaktı.

1980'lerde, askeri faşist cunta “Ermeni militanlara” karşı aynı kontrgerillanın bir parçası ve eklentisi olarak ülkücü çeteleri ve ülkücü mafyacıları yurtdışında tetikçi olarak işlevlendirdi. 

Sınıf mücadelesinin sertleştiği, Kürt özgürlük savaşının yükseldiği '90'lı yıllar ve sonrasında mafyatik örgütlenmeler büyük oranda kontrgerillanın denetimi altında toplandı, devlete eklemlenmiş mafyatik yapılar egemen kılındı. Buna uyum göstermeyenler doğrudan tasfiye edildiler veya iş göremez duruma düşürülerek silindiler. Zaten faşist diktatörlüğün hüküm sürdüğü ve kirli savaşın bütün özellikleri ve boyutlarıyla devam ettiği koşullarda başka türlü olması da düşünülemezdi.

Bu, Özal-Demirel-Çiller yönetimleri altında, elbette generallerin güdümündeki yönetimlerin 90’lı yıllarında damgasını vuran olaylardan oldu.

Kontrgerillanın öne çıkan ve vitrindeki figürleri, Faik Türün, Necdet Üruğ, Hiram Abbas, Mehmet Eymür, Mehmet Ağar, Veli Küçük, Hasan Kundakçı, Korkut Eken, İbrahim Şahin, Sedat Bucak, Abdullah Çatlı, Haluk Kırcı, Nurullah Tevfik Ağansoy, Mahmut Yıldırım (Yeşil), Allaattin Çakıcı, Sedat Peker’dir.

TSK, jandarma, polis ve MİT içindeki bölümü devlete bağlı kadrolardan, MHP’lilere ulusalcılara, politik İslamcılara kadar uzanırken, bunların yanı sıra sırf tetikçilik yapanlar itirafçılardan devlet eklentisi ülkücü mafya elemanlarına kadar uzanıyordu.

Bu nedenle Peker’in ve diğer ülkücü katillerin Çiller ailesiyle iç içe olması, Çatlıları yönetmiş Ağar’ın Alaattin Çakıcı, Engin Alan, Korkut Eken’le birlikte yeniden saldırıların başlatılacağı fotoğrafını vermesi tabii ki raslantısal değil. Bahçeli ve Erdoğan’ın Çakıcı affı çıkarması da öyle.

MHP ve Devlet Bahçeli'nin bugün devlet içinde kadrolaşması ve Erdoğan'a istediği pek çok şeyi yaptırması, sadece parlamento aritmetiği değil, devletteki ve kontrgerilladaki gücüdür. D. Perinçek ise buna başka bir örnektir.

Türkiye'de kontrgerillanın eklentisi mafyatik örgütlenmeler baştan itibaren esasen lümpen, sağcı, ülkücü ve dinci faşist çetelerin bir örgütlenmesidir. Dolayısıyla çalışmalarını siyasi-ideolojik bir söylemle yürüttüler: Vatan, millet, din, devlet, dillerinden düşmez. Faşist S. Peker'in itiraf ve ifşaatlarında devleti, orduyu, polisi ve MİT'i özel olarak koruması, dışta tutması bunun en çarpıcı örneğidir. Bunlar “serdengeçti”lerdir. Ve bu kirli ve karanlık işlerin bütününde, D. Perinçek dahil, bu “vatanseverler”in izleri ve resimleri vardır.

İçlerinden gelen Peker’in açıkladığı gibi, şimdi kontrgerillacılar ve eklentisi mafyacılar şu belli başlı alanlarda işlevlendiriliyorlar.

1) Mallara “çökme” ve gerekirse sahiplerini “çöktürme”;

2) Kendi iç iktidar savaşlarında tetikçilik;

3) Ve esasen devrimci ve sol güçlere, aydınlara, Kürtlere, Alevilere, kadınlara karşı politik baskı ve tasfiye etmenin karşı devrimci bir gücü olarak savaştırmak, katliamlar yaptırmak.

Faşist diktatörlük kendi “yasallığı”na ve uluslararası yasalara, yükümlülüklere sığdıramadığı saldırı ve politikaları kontrgerilla ve denetimindeki güçlere yaptırır.

Roboskî, H. Dink, Tahir Elçi, Musa Anter, kayıplar, 90’lı yıllardaki tekil ve toplu binlerce katliam, Suruç, 10 Ekim, Antep Kürt düğünü katliamları vb. çoğunluğu kontrgerilla tarafından gerçekleştirildiyse bir bölümü de faşist mafyatik çetelere yaptırıldı. Özellikle kentlerde kaybedilen devrimcilerin bir kısmı kontrgerillanın denetiminde faşist mafyaya verilerek katlettirildiler.

Bu “yasadışı” ve gizli örgütlenen güçler ülke dışında Balkanlar, Suriye, Irak, Libya ve Azerbaycan, hatta Avrupa’da faaliyet yürütmektedirler, en başta ve özellikle de uyuşturucu ticareti nedeniyle Latin Amerika ülkeleriyle de ilişkileri vardır.

Suriye ve Rojava’da yağma ve talan, fabrikaların, makinelerin, evlerdeki kullanım eşyalarının ve tarihi eserlerin gasp edilmesi, petrol ve zeytin yağı “yasadışı” ticareti bu güçler üzerinden gerçekleştirildi. Devletin valilikleri, kaymakamlıkları bu işgalci, sömürgeci kaçakçılık, yağmalama ve talanın örgütleyicileridir. Rusya bu yağma ve kaçakçılığın görüntülü belgelerinin bir kısmını Birleşmiş Milletler’e verdi, çoğunu arşivlerde bekletiyor. Ve her defasında kirli ve gizli görüşmelerde masaya sürüyor. Aynı şeyi Libya ve Azerbaycan’da da görüyoruz.

Mafya Nedir?

Marks’ın Kapital’in birinci cildinde açıkladığı şu hakikat kapitalizmi gölge gibi izleyen mafyatik sermaye ve yapıların ontolojisini açıklamaktadır:

“…Yeterli kâr olunca sermayeye bir cesaret gelir. Güvenli bir yüzde 10 kâr ile her yerde çalışmaya razıdır; kesin yüzde 20, iştahını kabartır: yüzde 50, küstahlaştırır; yüzde 100, bütün insani yasaları ayaklar altına aldırır; yüzde 300 kâr ile sahibini astırma olasılığı bile olsa, işlemeyeceği cinayet, atılmayacağı tehlike yoktur. Eğer kargaşalık ile kavga kâr getirecek olsa, bunları rahatça dürtükler. Kaçakçılık ile köle ticareti bütün burada söylenenleri doğrular.”

Kapitalizm koşullarında sermayeyi bırakın küstahlaştırmayı, “sahibini astırmaya götürecek” kar alanları her zaman vardır. Tekelci kapitalizm ve onun emperyalist küreselleşme dönemi için bu misliyle geçerlidir. Ama “mafya” denilince akla ilk gelen yasa tanımazlıktır. Mafya tanımlarında “suç” kavramı birinci sıraya konur. Oysa bu tür girişim ve yapıların “amacı nedir” sorusunun yanıtı mafyatik yapıların gerçeğinin aslına daha yakın anlaşılmasını sağlar. Mafyatik yapılar sanayi, ticari ya da finansal olağan koşullar altında herhangi bir kapitalist işletmeden farklı olarak kısa sürede büyük sermaye sahibi olmayı hedefleyen kapitalist girişimlerdir. Mafyatik yapılar ilksel sermaye birikimi ve yüksek karlar için yasadışılığı öngören, şiddet, zor, tehdit, şantaj, rüşvet gibi yöntemleri kullanarak ekonomik ve silahlı güç kazanan kapitalist suç örgütlenmesidir. İlk mafya örgütlenmesi 1865'te İtalya-Sicilya'da görülür. Bu yıllarda “aile” ve yakın “çevre” kökenli kişiler ve gruplardan oluşur. Kapitalizmin gelişmesi ve yükseliş dönemlerinde mafyatik sermaye ilişkileri kapitalizmin bir sektörü olarak gelişir ve faaliyet alanı genişler. Hem uluslararası boyut kazanır hem de devlet, devletlerin gizli örgütleri ile ilişkileri gelişir.

Örneğin, ABD'de 1920'de uyuşturucu işi yapmaya başlayan Sicilya Mafyası, ABD ordusunun 1943 yılındaki Sicilya çıkarmasında önemli rol oynar.

Dünyada bugün, mafyatik örgütlenmelerin iş alanları genişlemiş ve çeşitlenmiştir: Uyuşturucu ve silah kaçakçılığı, seks işçisi kadın ticareti, kumar, şans oyunları ve eğlence sektörü, haraç, cinayet ve şantaj, ihale ve korumacılık, özel askeri güçler olarak savaşlarda yer almak, ilaç üretimi ve dağıtımı, organ kaçakçılığı, göçmen kaçakçılığı, yasadışı teknoloji transferi, tefecilik, kara para aklama, çek- senet tahsili vd. başlıca “çalışma alanları”dır.

Mafyatik örgütlenmelerin özellikleri

Mafyacılık ve organize suç örgütlerinin çeşitliliği ve genişliği kapitalizmin ürünüdür. Bu mafyatik gruplar, kapitalist sistemin ihtiyacına bağlı olarak örgütlenir, şekillenir ve çalışır. Sermayenin değişik nedenlerle yasal hale getiremediği alanlar mafyaya bırakılır ve buradan sağlanan fahiş kâr çeşitli yollarla aklanarak sermayenin yeniden üretimine aktarılır. Toplam artı-değer çanağından en büyük pay ulusal ve uluslararası kapitalist tekeller tarafından ele geçirildiği için kapitalist devletler mafyayı asla tasfiye etmek istemez. 

Mafyanın işlevli olduğu söz konusu alanlarda yıllık cironun 2000’li yılların başında 1,2 trilyon dolarlık bir hacme ulaştığı, bugün daha yüksek olduğu dikkate alınırsa, mafyatik ekonominin tekelci kapitalizmin ayrılmaz parçası olduğu, asla tasfiye edilmeyeceği daha iyi anlaşılır. Dünya tekellerinin emperyalist devletleri ve bağımlı sermaye devletleri tarafından mafyanın neden tolere edildiği de daha iyi kavranabilir.

Mafyatik örgütler, bölgesel, ulusal ve uluslararası alanlarda yasadışı yöntem ve kurallarla çalışmaktadır. Ekonomik, siyasi ve mali alanlarda yaşadışı işlerden yüksek gelirler sağlamaktadırlar.

Mafyatik örgütlenmeler geçici, gevşek, esnek ve kendiliğindenci değildirler.  Süreklilik hedefleyen istikrarlı, yarı-gizli, silahlı çeteleri olan örgütlerden oluşur. Toplumun, başka grupların sırtından geçinen ve palazlanan bir asalaklar grubudur.

Latin Amerika ülkelerinde mafyatik grupların devletlerle ve oligarşiyle iç içeliği daha açık ve görünürdür. Birçok ülkede işçi sınıfının grev, direniş ve eylemlerinde mafyatik gruplar şiddet, rehin alma, kaçırma ve tehditle sindirme ve bastırma eylemlerinde kullanılırlar. Böylece kapitalist sermayenin çıkarının ve politikalarının doğrudan uzantısı ve parçası olurlar.

Bazı büyük tekeller ve firmaların arkasında mafya vardır. Sanayi, tarım, taşımacılık, turizm, hizmet sektörü ve eğlence sektöründe perde arkasında yönetilen mafyatik örgütlenmeler vardır. Bu işleri, yasal, yarı-yasal ve bazen de gizli biçiminde yürütürler. Kapitalist dünyanın çok sayıda ülkesinin kökleşmiş etkili mafya örgütlenmeleri var. İsrail mafyası, Rus mafyası, Çeçen mafyası, Sırp mafyası, Arnavut mafyası, İtalyan mafyası, Türk mafyası, Meksika kartel mafyası -yaklaşık 30 bin üyesi var-, Japon yakuzaları, Çin mafyası, Kolombiya kartel mafyası vd...

Mafyatik örgütler, işsiz kitleden, lümpen proletaryadan, burjuva devletlerin eklentisi haline geldiği ölçüde de aşırı sağcı kesimlerden beslenir.  Kapitalizmde kronik kitlesel işsizliğin yasa haline geldiği günümüzde mafyanın beslendiği işsiz kitle de kalıcı ve devasa büyüklüğe ulaşmış durumda. Önemli siyasi, toplumsal ve mali teşvikler ve taahhütlerle burjuva devletin desteğindeki mafya grupları büyür.

Burjuva devlet yapısı ya da aygıtlarının zaafa uğradığı, merkezi ve yerel düzeyde zayıfladığı, yozlaşmaya başladığı, itibar kaybettiği zamanlarda mafyatik örgütlere geniş bir hareket alanı doğar. Burjuva devletlerin klasik görevlerini yerine getiremediği, “düzeni” sağlayamadığı, yönetemediği ve burjuvazinin kolektif çıkarlarının temsilcisi olarak sınıfının mensuplarına adaleti tavsattığı dönemlerde mafyatik örgütlenmeler atılıma geçer, boşluğu doldurmaya başlar.

Daha doğrusu, yönetim krizi yaşayan burjuva devletler mafya çetelerine çağrı yapar, devlet mafya ilişkileri daha görünür olmaya başlar ya da bu ilişkilere “burjuva yasallık” kazandırılmaya çalışılır.

Sertleşen sınıf mücadelesi koşullarında, geçmişte grev kırıcı olarak, işçi önderlerine yıldırıcı saldırılar için bireysel patronların lokal alanda kullandıkları mafyatik yapılar, yeni durumda, devrimci harekete karşı kontrgerillanın denetimi altında örgütlendirilir ve kullanılırlar.

ABD ve NATO’nun son 70 yılda bu alandaki pratiği bunu sayısız örnekle doğrular.

ABD, NATO’da ve hakimiyeti altında tuttuğu diğer burjuva devletlerde kontrgerillayı örgütlendirdi. Devrimci mücadelenin yükseldiği koşullarda, ABD ve burjuvazi, kontrgerillayı harekete geçirdi. Tekil ve kitlesel katliamlarla, yıldırıcı saldırılarla işçi sınıfı ve ezilenlerin devrimci mücadelesini, komünist ve devrimci öncülerini ezmeye çalıştı.

Bu gelişme mafyatik örgütlenmeleri de büyük oranda kontrgerillanın eklentisi ve denetimindeki bölümünün egemenliği altına aldı.

Geçmişte Tayland, Birmanya ve işgal altındayken Vietnam’da mafyanın yoğun olarak devrimci, komünist harekete karşı kullanılması, finansmanı için uyuşturucu ve kara para sektörünün bu türden mafya örgütlenmesinin hakimiyetine verilmesi 60’lı, 70’li yıllarda daha yaygın ve yoğun olarak ABD ve NATO tarafından sürdürüldü.

Bugün de dünyada bunun örnekleri, özellikle Latin Amerika, Afrika ve Asya ülkelerinde çokça yaşandı, yaşanıyor. Kolombiya’da mafya çeteleri aynı zamanda devrimci gerilla hareketine karşı da kullanıldı, kullanılmaya devam ediliyor. 

Türkiye'de 1980 öncesi “Milliyetçi Cephe hükümetleri”, 12 Eylül askeri faşist diktatörlüğü, Turgut Özallı yıllar, AKP ve Fetullah Gülenli yıllar, bugün AKP-MHP-Vatan Partili yönetimler buna örnektir.

Böylece bir yerlere “çökmeler”, bir yerleri “çöktürmeler” başlar. Mafya, devlet ve belediye ihalelerinde, özeleştirmelerde ve taşeronlaştırmalarda, hayali ihracatta görünür olur.

Ezilenlerin mücadelesinin yükselmeye başladığı koşullarda, mafya çeteleri, devletlerin gizli ve açık kurumlarıyla iç içe tehdit ve kaçırmalarla işçi grev ve direnişlerini bastırır, ulusal ve inançsal gruplara, kadınlara, LGBTİ+a’lara, her türden muhalif siyasi grup ve bireylere linç gruplarıyla karşı devrimci saldırılarda bulunur.

Burjuva devlet, işçi sınıfı ve ezilenlerin mücadelesini yasal biçimler altında ve resmi devlet örgütleriyle bastıramayınca Türkiye'de korku iklimi ve kaotik ortamı DAİŞ saldırıları, linç grupları ve mafya çeteleriyle gerçekleştiriyor ve işini görmeye devam ediyor. Yaratılan “korku iklimi” ve belirsizlik ortamına aynı zamanda belediye ve devlet ihalelerini düzenleme ve çökme olayları, yağma, ele geçirme ve palazlanma çoğalmaya başlar.

Yayılmacı, sömürgeci burjuva devletler, bu mafya ve çete yapıları, grupları bölgesel savaşlarda ve işgal saldırılarında da kullanıyorlar. Bunların başında Türkiye, İran, Rusya, Latin Amerika ülkeleri ve ABD geliyor. Türkiye El Nusra, ÖSO; İran Haşdi Şabi, Rusya Wagner güçleri vd. bu çete ve mafya örgütlerini isim değiştirerek paralı asker biçiminde savaşlarda kullanmaktadırlar.

Türkiye'de mafya-siyaset-bürokrasi ve sermaye ilişkileri

Türk mafyası, gizli organik suç örgütlerinden oluşur ve Ortadoğu, Kafkaslar ve Avrupa'da etkindir, özellikle uyuşturucu ilişkileri Latin Amerika ülkelerine kadar uzanır. Ermenilere yönelik suikastlarda olduğu gibi, bazı siyasi suikastlarda kontrgerillanın ülkücü eklentisi ve aynı zamanda mafyanın elinde toplandığı bu unsurlar tetikçi olarak kullanılmaktadır.

Türk mafyası, uluslararası düzeyde eroin ve uyuşturucu ticareti yapar. Yasadışı kumar, insan ticareti, fuhuş, haraç, çek-senet tahsili, ihaleler, mallara “çökme” ve insanları “çöktürme” olaylarında yer alırlar.

En çok Karadeniz bölgesi ve Kürdistan'da, İstanbul ve tatil beldelerinde mafyatik örgütlenmelere rastlanır...

Türk mafyasının bugün ağırlıklı olan bölümü kontrgerilla sisteminin organik bir parçasıdır. “Yeraltı ekonomisi” ve karapara trafiği kontrgerillanın denetimi altında büyüyen bir “sektör” durumundadır. Son yıllarda Suriye, Azerbaycan, Libya ve Irak/Güney Kürdistan alanları işgal ve savaşla birlikte uyuşturucu, insan kaçakçılığı, illegal petrol ticareti, tarihi eser yağması altındadır.

Burjuva klik ve holdinglerin sermaye birikimi ve büyümesinde, mafya elemanlarının “düzenleyici” rolü büyüktür. Çek-senet tahsilatı, para, arazi ve gelir kaynaklarına çökme, ihaleler de etkin biçimde “zor yoluyla” bazı holding ve gruplara çıkar sağlama mafya gruplarının başlıca işleridir.

Esasında Türk burjuva sınıfı ve devletinin ilk önemli sermaye birikimi tarihsel olarak Ermeni, Rum, Süryani, Yahudi kapitalistler ve zenginlerinin, sermayesizleştirilmelerine, halkın malına mülküne el konmasına, dayanır.

Özal döneminde ekonominin ihracata yöneltilmesine bağlı olarak ihracat yapan büyük sermayeye bütçeden teşvikler yağdığı gibi, hayali ihracatla vurgun vurmak mafya-burjuvaların işi oldu. Yanı sıra uyuşturucu ticareti, kara para aklama, kaçak altın ticareti de mafya-burjuvaların başlıca sermaye birikiminin alanı oldu.

Demirel, Çiller hükümetleri sürecinde Kürt özgürlük hareketine karşı yürütülen kirli savaşta sadece katliam, kaybetmeler yaşanmaz. Yardım eden Kürt patronların sermaye ve mallarına “çökmeler” de yaşanır. Bu yıllarda Cavit Çağlar ve TÜSİAD öne geçer.

Bu dönemde devletin mafya gruplarıyla ilişkileri belirginleşir, açıkça görünür hale gelir. Cumhurbaşkanı Demirel, Başbakan Tansu Çiller, Genelkurmay Doğan Güreş, İçişleri Bakanı Mehmet Ağar ve mafya liderleri Abdullah Çatlı ve Alaattin Çakıcı içiçe çalışırlar.

MHP’li devlet bakanı Şevket Yahnici bile, gazetecilerin sorusu üzerine bu dönemi uyuşturucu trafiği bakımında şöyle açıklar: “100 milyar dolarak eroin Hakkâri’den girer, Edirne'den çıkar, asker, polis de bu konvoylara eskortluk yapar.”

Eroinin %80’nin üretildiği “altın hilal” denilen Afganistan-Pakistan-İran üçgeninden uluslararasına sevk edilen anayol Türkiye’den geçiyor.  Uluslararası eroin ticaretinden sağlanan narkodolarların büyük bir bölümü Türkiye’de kalır, kontrgerilla ve kirli savaşın finansmanın çok önemli bir bölümü böyle karşılanır. Bu nedenle devletin kontrgerillası bu alanı kendi kontrolüne aldı ve kendisinin organik parçası mafya gruplarına verdi.

Gerçekten de Kürt halkına ve gerillaya karşı yürütülen kirli savaşta askeri panzerler, helikopterlerin eroin taşıdığı ilgili mahkeme dosyalarında da yer almaktadır. Ve bu durum, sömürgeci faşist rejimin uluslararası uyuşturucu ticaretindeki rolünü açık biçimde ortaya sermektedir. Bugün de aynı biçimde eroin ve kokain ticaretinde bizzat devlet güçlerinin yer aldığını görmekteyiz. Peker’in itiraf ve ifşaatlarıyla açığa çıktığı gibi Kolombiya'dan gelen 5 ton kokainin adresi Türkiye'dir. Bu eroinden sonra kokain ticaretinde de Türk burjuva devleti vardır.

Süleyman Soylu; Topal Osman-İpsiz Recep, Sakallı Nurettin, Çatlı-Kırcı, Ağar, Çakıcı-Peker, Yeşil'in 2020'lerdeki görünümüdür. Ağar'ın takipçisidir. Ve bu “organize işler”in devletteki görevlisidir. O arada Binali Yıldırım ve oğluna da haksızlık olmasın, yakın zamanda mafyatik ilişkiler ağında etkin bir yer edinmeyi başarmış olmalarını da kaydedelim.

Devlet, mafya ve sermayenin kontrgerilla resmini Mehmet Ağar, Korkut Eken, Alaattin Çakıcı ve Engin Alan dörtlü çetesinde görüyoruz. AKP-MHP hükümeti, adı geçen mafyatik çeteleri yeniden en etkin hale getirerek devrimci sol güçlere, Kürtlere, Alevilere ve kadınlara yönelik kirli ve karanlık savaşları tırmandıracağının güçlü işaretini vermiştir. 

MHP'li faşist Semih Yalçın yakın zamanda bu ittifaka ilişkin şunları belirtir: Cumhur ittifakı, “Sadece AK parti ve MHP için siyasi bir anlam ifade etmiyor, bunun yanında toplumsal hayatın ve devlet hayatının bütününü kapsıyor. Sadece seçimlere ve seçmenlere odaklanmakla kalmayacak Türkiye'nin önündeki yüzyılı kuşatacak bir siyaset ortaklığıdır...”Kendilerini böyle tanımlıyorlar. Ama bir eksik var, buna faşist D. Perinçek de dahildir. Bugün de siyaset, bürokrasi ve mafya klikleri arasında “yeraltı rantı” üzerinde bir kavga yürütülüyor. İçinde parti başkanları, cumhurbaşkanı, eski başbakanlar ve bakanlar, gazeteciler, hakimler, polis müdürleri, medya patronları, sanatçılar hepsi bir arada! Hepsi aynı fotoğraf karesinin içinde, yan yana! 

Sonuç

1920'lı yıllarda Topal Osman, Yahya Kaptan ve İpsiz Recep, komünistlere, ezilen uluslara ve muhalif gruplara karşı kullanılmışlardır.

Türkiye’nin NATO üyeliğiyle birlikte 1950'li yıllardan itibaren, kontrgerilla genelkurmay başkanlığına bağlı ve NATO’nun kontrolünde devletin yasal ama işleyiş ve yapıları gizlenen, gizli bir örgütlenmesidir. Yalnızca bakanlıklarda devlet memurları arasında değil sivil örgütlenmeleri ve ayakları vardır. Uluslararası güç ilişkileri ve Türkiye'de sınıf mücadelesinin gelişme düzeyine bağlı olarak bu faşist kontracı yapıda bazı yöntem ve biçim değişikliklerine gidilmiştir. Ancak, kontrgerilla sistemi bu devletin her dönem tetikçisi olmuştur. Sıkıyönetim ve darbe dönemlerinde olduğu gibi Özal döneminde, Erbakan-Çiller hükümetinde olduğu gibi Ecevit ve Çiller hükümetleri dönemlerinde, F. Gülenli AKP hükümetleri dahil AKP’nin hükümet olduğu son 20 yılda, AKP-MHP iktidarında hep var olmuşlardır. AKP, SADAT, Osmanlı Ocakları ve “bekçileri”yle silahlı toplumsal bir gücü sahip olarak iç savaşa yönelik hazırlık içindedir. Bunun denemelerini yapıyor.

İslam-Türk ideolojisine uymayan herkes düşmandır.

Dünden bugüne önemli bir fark şudur: '90'lı yıllarda bu kirli ilişkileri gizleme kaygısı vardır. Oysa kontrgerilla, mafya ve devlet arasında ilişkiler, bugün “meşruiyet” kazandırılarak yürütülmeye çalışılıyor. Açıktan sahiplenme, SADAT örneğinde olduğu gibi politik İslamcı yöneticisini güvenlik başdanışmanı olarak Saray’ın doğrudan en üst hiyerarşisi içine alma, ülkücü ve politik İslamcı yabancı-yerli çeteleri, “ülküdaşlaştırma” politikaları, kanıksama yaratma gayretleri vardır. Faşist Erdoğan, Bahçeli ve Perinçek iktidarı, Kürt halkına ve PKK'ye, kadınlara, Alevilere ve demokratik kitle örgütlerine, devrimci ve komünist harekete karşı kirli ve karanlık bir savaş hazırlığı içindedir.

Bu faşist iktidar, daha yakın zamanda faşist çetelerle, devrimcilere, demokratik kişi ve gruplara saldırılar ve linç saldırıları düzenledi.

Kürt tarım işçileri ve büyük kentlerdeki Kürt işçiler linç saldırılarına uğratıldı. Onlarcası öldürüldü.

En belirgin katliamlar, Erdoğan’ın IŞİD’çi katillere yaptırdığı HDP Diyarbakır mitingi, 20 Temmuz Suruç ve 10 Ekim Ankara ile Antep’te Kürt ailenin sünnet düğünde gerçekleştirdiği katliamlardı. Erdoğan faşizmi benzer katliamları Avrupa kentlerinde de yine IŞİD’li katillere yaptırdı. Fakat elbette Sakine Cansız ve iki yoldaşını öldürmeyi doğrudan MİT gerçekleştirdi.

Çok daha fazlasını ise işgal ettiği bölgelerde Kürt halkına, diğer halklara karşı, resmi asker-polis güçlerine, kontrgerilla ve eklentisi çetelere yaptırdı, bu saldırılar bugün de devam ediyor.

Faşist şeflik rejimi, kontrgerilla aygıtı eliyle cinayet işlemeye devam ediyor. Ve bunu bugün ülkücü ve politik İslamcı faşist güçler üzerinden gerçekleştiriyor.

Kontrgerilla güçlerine Kuzey Kürdistan kentlerinde ve köylerinde tek tek sivil insanları öldürterek devam ediyor. Onlarca insanı bu yöntemle öldürdü.

Şimdi Türk kentlerinde de yeniden benzer cinayetleri gerçekleştirme ve yaygınlaştırma politikasına geçiş yaptı. Mafyaya kimin hâkim olacağı dalaşıyla tasfiye edilen S. Peker’in ifşa ettiği bu kontrgerilla cinayetleri ve linç saldırılarını yoğunlaştırma politikasıdır.

İfşaya rağmen, HDP İzmir il başkanlığı binası yakıldı. HDP çalışanı Deniz Poyraz katledildi. Ankara, Marmaris ve diğer bazı yerlerde HDP binaları kurşunlandı.

Demokrat birey ve gruplara saldırıları ise kontrgerilla eklentisi mafyaya yaptırıyor. Can Dündar’a, Barış Atay’a yapılan saldırılarda bu yansıdı.

Bununla yetinmeyerek burjuva muhalefete de saldırılar düzenlediler. Çubuk'ta CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Gelecek Partisi’nden Selçuk Özdağ ve gazeteci Levent Gültekin’e bu çete grupları saldırtıldı.

Rize'de İYİP Genel Başkanı Meral Akşener'e karşı yapılan protesto sonrasında açıklama yapan Erdoğan, “Bu daha iyi günleriniz” dedikten sonra Aydın-Didim Belediye Başkanı A. Deniz Atabay, bir grubun saldırısına uğradı. Bu saldırıları doğrudan hedef göstererek Erdoğan, Bahçeli ve Soylu yaptırıyor.

İşçi sınıfı ve ezilenler, devrimci hareket ve Kürt özgürlük hareketi, Aleviler, kadınlar ve gençler aydınlık günler için kendi özgüçlerine dayalı devrimci özsavunmaları için seferber olmalı; devrimci bilinçle, iradeyle, örgütle ve eylemle faşizme karşı savaşmalıdırlar! 

Marksist Teori

Yaygın Süreli Yayın
Varyos Yay. San ve Tic. Ltd. Şti. İmtiyaz Sahibi: Şengül Güneş Bali
Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Şengül Güneş Bali

Bize Ulaşın

Çakırağa Mah. Çakırağa Cami Sokak Birlik Apt.
No: 8/10 Aksaray/İstanbul (0212) 529 15 94
E-posta: info@marksistteori.org Twitter: @mt_dergi