Burjuva Devletin Yasadışılık ve Gizlilik İhtiyacı ve Zorunluluğu

Şu günlerde itirafları ve ifşalarıyla sosyal medyanın bir numarası olan Sedat Peker’in siciline dair resmi bir kaydı aktararak başlayalım. Kutlu Savaş’ın üzerinden çeyrek yüzyıl geçen meşhur Susurluk Raporu'nun 76 sayfasında Sedat Peker’den şöyle söz ediliyor: “Sedat Peker, (Memiş Tavukçu adına kayıtlı) 532-243 61 11 nolu telefon ile jandarma istihbaratına kayıtlı numaraları arıyor. Ali Yıldız adına kayıtlı 532-264 27 01 ve 262 83 14 numaralı telefonlardan Sedat Peker aranıyor. Sedat Peker, Veli Küçük’ü pek çok kere arıyor. Telefon ayrıntılı faturalarının toplamının ise bu kişilerin legal gelirlerini aştığı görülecektir.” (Sf 76)

Sedat Peker’in ipleri o sıralar jandarma istihbaratının elindedir. Sonra kesin kez MİT ve polis istihbaratıyla da rabıtası olmuştur. Şimdilerde daha çok MİT'in bir kesimine bağlı olduğu anlaşılıyor. Ama bu yazının konusu Sedat Peker ya da onun itiraf ve ifşaatları filan değil. O'nun itirafları ve ifşaları birlikte başlıca ilgi konularından biri haline gelen devletin mafya, çete, gladyo-kontrgerilla bağlantıları ve bu bağlantıların işlevidir. Çok değişik çevreler, yazarlar, politikacılar itiraf ve ifşaatlarda yansıyan gerçekliği “mafyanın devletleşmesi”, “devletin mafyalaşması”, “mafya devlet”, “çete devlet”, “devletin çeteleşmesi”, “çetelerin devletleşmesi” gibi değişik kavramsal kombinasyonlarla tanımlanmaya, açıklamaya, çıkarsamalar yapmaya ve teşhir etmeye çalıştılar. “Derin devlet”, “sığ devlet” gibi söylemleri de bunlara ekleyelim. Devletin mafya ve çete örgütlenmeleriyle ilişkilenmesini “devlet” kavramı ve gerçekliğiyle bağdaşmaz gören, devleti idealize eden yaklaşımlar; denebilir ki, çok genelde yasadışı ve gizli faaliyetleri, örgütlenmeleri, çete, mafya tipi yapılar ile bağlantıları olmayan bir burjuva devletin mümkünlüğü istenir ve aranırlığı liberal görüşü, toplumsal algının ince ve örtük ortak bir keseni olarak belirdi. Bizim ilgi alanımızın esasını bu liberal devlet teorisinin deşifrasyonu oluşturuyor.

Susurluk Raporu’ndan: Devlet çeteleri, mafyatik yapıları bilir ve gerekli gördüğünde...     

"Emniyet ve MİT ilgilileri ülkemizde Amarikanvari mafya teşkilatı olmadığı, bazı kabadayıların etraflarına topladıkları 10-20-40-50 kişi ile çeteleştikleri, rüşvet vererek, zor kullanarak, devletin ilgili kurumlarının bilgisi dahilinde pek çok kanunsuz iş yaptıkları, etkili bir hükümet hatta cesur-atak ve namuslu bir mahalli yöneticiyle o bölgeyi terk etmek zorunda kaldıkları hususunda hem fikirdirler. En önemlisi bu çetelerle ilgili olarak her türlü bilgi mevcut olduğundan kendilerini tasfiye etmek her zaman için kolaydır.

"Ancak devletle bütünleşmiş, devletin ilgili kurumlarına entegre olmuş, mahallinde valiyi, emniyet müdürünü, mecliste ve hükümette yeterince üyeyi kendisine bağlamış ve bu kişilere adeta emir verebilen bir duruma gelmiş bir yapılanma mevcut değildir. Bu konuda ve Cumhuriyet tarihi boyunca en önemli mesafeyi kat etmiş kişi Ömer Lütfü Topal'dır" (Sf, 50)

Devletin çeteler ve mafyatik yapılarla içli dışlı olması gerçekliğinin 60’lı, 70’li ve 80’li yıllarda süregiden komünizmle mücadele ve keza 80’lerden günümüze Kürt ulusal demokratik direnişine karşı yürütülen kirli savaşla bağ ve bağlamının özenle gizlenmesi de oldukça dikkat çekicidir ve bir o kadar da anlamlıdır. Kürt ulusal başkaldırısına ve devrimci harekete karşı devletin yürüte geldiği karşı devrimci kirli savaş ancak dünya karşı devriminin askeri örgütünün “özel harp” kavramıyla tanımlanabilir; ki bu, komünistlere, devrimcilere ve yurtsever devrimcilere ve ulusal başkaldırıyı destekleyen Kürt halkına karşı Türk burjuva devletinin uygulaya geldiği savaş hukukunda da karşılığını bulmaktadır! Zaten devletin çeteler ve mafya ile içli dışlı olmasının siyasi zemini tam da burasıdır. “Özel harp” devletin “Özel Kuvvetler Komutanlığı”nı (kontrgerilla yapılarını) olduğu kadar, çeteler ve mafyatik örgütlenmelerle sıkı ve girift ilişkilerini de gerektirmektedir. Burjuva devletin “yasa dışılık ve gizlilik”, “ihtiyaç ve zorunluluğu” teorik sorunu tam da burada siyasallaşarak pratikleşmekte, elle tutulur somutlukta sağlamasını bulmaktadır. İstisna tanımaz biçimde bütün burjuva partiler ve önde gelen burjuva politikacılar, keza burjuvazinin mesleki, ideolojik, siyasi vb. örgütlerinin yöneticileri Türk burjuva devletinin çeteler ve mafyatik örgütlenmeler ile içli dışlı olmasının işte bu geçek siyasi zeminini gizlemekte tam bir mutabakat içerisindedirler.

TÜSİAD başta gelmek üzere değişik politik çevrelerin “temiz devlet, temiz toplum, temiz siyaset” söylemi vurguladığımız liberal gerçekliğin taktik ve strateji düzeyine yükseltilmesidir. Kapitalistler “temiz toplum”dan, “temiz siyaset”ten, “temiz devlet”ten dem vuruyorlar, ama devletin 60’ların ortasından günümüze yürüttüğü komünizme karşı “özel harpten”, sömürgeci Türk burjuva devletinin özel olarak Kürt halkına karşı yürüttüğü kirli savaştan hiç bahsetmiyorlar! Bu koşullarda Yüksek İstişare Kurulu Başkanı Tuncay Özilhan’ın seslendirdiği dilek ve temenni TÜSİAD’ın yüksek sınıf bilincini yansıtmaktadır: "Bu iddialar, yolsuzluklar, suç örgütleri, siyasi etik, medya etiği, iş etiği gibi başlıkların kamuoyunda yoğun biçimde tartışılmasına yol açıyor; kamuoyu nezdinde dile gelen bu şüphelerin giderilmesi gerekiyor. Temiz toplum, temiz siyaset için her türlü mücadelenin geçmişte olduğu gibi bundan sonra da yanında olacağız; mevcut tartışmaların hukuk devleti ve demokratikleşme sürecinin gelişmesine hizmet etmesi en büyük temennimiz."

Susurluk dosyasında “temiz toplum, temiz siyaset için” TÜSİAD'ın kontrolündeki merkez medyanın müteveffa ÖDP’ye verdiği desteği biliyoruz. Şunun altını çizmekte yarar var, küçük burjuva demokratlar ile iş birlikçi tekelci burjuvazi “temiz toplum, temiz siyaset, temiz devlet” gibi taleplerde kolaylıkla buluşup konsensüs sağlayabiliyorlar. Küçük burjuva demokratlar hayalperest, avunma ihtiyacı var, sermaye oligarşisi ise toplumsal algıyı temiz bir kapitalizm, temiz bir burjuva devlet ve temiz burjuva siyaset hayaline yöneltmekte büyük yarar görüyor!

TÜSİAD için olduğu kadar günümüzde muhalefetteki herhangi bir burjuva parti açısından yapısı gereği devleti aklamayı amaçlayan “temiz toplum, temiz devlet, temiz siyaset” stratejisi oldukça da anlamlı ve anlaşılırdır. Fakat burjuva devlet ve burjuva toplum, burjuva siyaset “temiz” olamaz, kapitalizm işçi emeğinin sömürüsüne dayandığı için kelimenin en dar ve en geniş anlamlarıyla asla temiz olamaz ve keza artı-değer sömürüsünü sürdürmek, ebedileştirmekle yükümlü olduğu içindir ki burjuva devlet de asla temiz olamaz. Kitleleri kapitalist düzene ve burjuva devlete tabi kılma, bağlama, boyun eğdirme rızasını oluşturma öncü misyonuyla var olan ve fakat bunu sürekli gizleme ve kendini kitlelerden yana göstermek zorunluluğunu duyan burjuva siyaset ise dipten doruğa kirlidir; sahteliğe, ikiyüzlülüğe, kitleleri yanıltma işlevine gırtlağına kadar saplanmıştır, gerçek bir bataklıktır. Diğer yandan zaten kapitalizm çeteleri, mafyatik örgütlenmeleri durmaksızın, tekrar tekrar üreten gübreliktir. Çeteler ve mafya, mafyatik sermaye kapitalist düzeni bir gölge gibi izleyen en nihayetinde onun bir sektöründen ibarettir. “Temiz siyaset, temiz devlet, temiz toplum” gibi talepler, burjuva devletin -ve bir bütün olarak kapitalist pisliğin- mücadelenin hedef merkezine konmasını önler, “temiz” -her nasıl bir şeyse!- bir kapitalizm, temiz bir burjuva devlet, temiz bir burjuva siyasetin olanaklı ve istenir bir şey olduğu algısını ve ideolojik yanılsamasını yığınlar arasında yayar. Bütün bu pislik ancak devrimle, yani burjuva devletin halk devrimiyle kırılıp parçalanmasıyla temizlenebilir. Burjuva devlet var olduğu sürece çeteler, mafya vb. bütün bu pislikler kapitalist çöplükte yeniden ve yenden ürerler. Burjuva devleti mafya ve çetelerle bağdaşmaz görmek oportünizm üreten küçük burjuva safdillikten başka bir şey değildir.

Yüksek bir toplumsal ilgiyle karşılanan itiraf ve ifşaatların merkezinde kurumsal olarak devletin durduğu gerçeği söz götürmez. Çeteler ve mafyatik yapılar hep burjuva devletin -kurum ve kadrolarının- etrafında dönerler, burjuva devletle ilişkilidirler, kontrol edilirler, kullanılırlar veya kendilerini kullandırtırlar; gladyo bağlantılı kontrgerilla, “özel kuvvetler”, “özel harekât” gibi örgütlenmeler ise zaten devletin kurumsal yapısı içinde yasal, ancak örgütlenmesi ve faaliyetleri gizlilik içeren, hatta büyük ölçüde gizli yapılardır. Hakikat böyle iken Marksizm iddialı çevrelerin bile burjuva devletin yasadışılık ve gizlilik ihtiyaç ve zorunluluğunu anlama ve açıklama çabası yerine “mafya devlet”, “çete devlet”; devletin “çeteleşmesi”, “mafyalaşması” gibi ajitasyon değeri olsa da devleti değil de çeteler ve mafyatik yapıları ön plana çıkartan kolaycı açıklama girişimleri çarpıcı bir yaklaşım sığlığı ve yüzeyselliğini yansıtmaktadır. Oysa burada, devrimci strateji ve taktikler bakımından “burjuva sınıfın ve egemenlik aygıtı devletin yasadışılık ve gizlilik ihtiyaç ve zorunluluğu” sorunun özünü oluşturmaktadır.

Bilimsel sosyalizmin kurucuları Marks ve Engels’in devlet teorisi müktesebatını “Devlet ve Devrim” adlı yapıtında mükemmel biçimde özetleyen ve güncelleyen Lenin, “devlet sorunu”nu belli başlı yönleriyle inceler. Devletin hangi ihtiyaçtan doğduğunu Engels’e başvurarak açıklar. Lenin, Engels’in “Ailenin, Devletin, Özel Mülkiyetin Kökeni” adlı yapıtından şu pasajı aktarır: 

"Devlet topluma dışarıdan kabul ettirilmiş bir güç değildir. Hegel'in ileri sürdüğü gibi, "ahlak düşününün gerçekliği", "aklın imgesi ve gerçekliği" de değildir. Devlet, toplumun, gelişmesinin belirli bir aşamasındaki ürünüdür. Bu, toplumun önlemekte yetersiz olduğu uzlaşmaz karşıtlıklar biçiminde bölündüğünden kendi kendisiyle çözümlenmez bir çelişki içine girdiğinin itirafıdır. Ama, karşıtlıkların, yani karşıt ekonomik çıkarlara sahip sınıfların, kendilerini ve toplumu, verimsiz bir savaşım içinde eritip bitirmemeleri için, görünüşte toplumun, üstünde yer alan, çatışmayı hafifletmesi, "düzen" sınırları içinde tutması gereken bir güç gereksinimi kendini kabul ettirir. İşte toplumdan doğan ama onun üstünde yer alan ve gitgide ona yabancılaşan bu güç, devlettir." (1)

"Düzen" kavramı "ekonomik", "sosyal" düzenden, siyasal düzene geniş bir anlam çeşitliliği ve katman katman anlam zenginliğine sahiptir. Aktardığımız pasajda Engels ve Lenin'in kullandığı "düzen" kavramı kuşkusuz her üç düzlemi veya alanı da kapsar. "Düzen"in var olabilmesi için ekonomik bakımdan güçlü, yani egemen olan sınıfın siyasi üstünlüğünü de kurmuş olması gerekir, ama bu aynı zamanda ezilen sınıfın koparıp aldığı hakları da içerir. Böyle olduğu içindir ki, devletin ekonomik çıkarları uzlaşmaz sınıflar arasındaki çatışmayı hafifletmesi ve "düzen" sınırları içerisinde tutması, egemen sınıf adına yapılan "yerleşik" ekonomik, sosyal ve siyasal düzeni koruma ve sürdürme "işlemlerin"den başka bir şey değildir. Egemen sınıfın devlet aracılığıyla yürüttüğü sınıf mücadelesidir bu.

Devlet toplumsal sınıflar karşısında ne yansızdır ne sınıflar dışı ve ne de sınıflar üstüdür. "Hepimizin devleti", "milletin devleti", "devlet herkesin devletidir" gibi güncel tanım ve kavramlar ucuz burjuva yalanlardır. Tam tersine devlet sınıf egemenliği aygıtıdır, bir sınıfın diğer sınıflar üzerindeki diktatörlüğüdür. Devlet temel sınıflar arasındaki çatışmayı düzen içerisinde tutar, ama bunu egemen sınıf, egemen sınıfın çıkarları, iktidarının devamlılığı adına yapar. Burjuva devlet, burjuvazi ile proletarya arasındaki sınıf mücadelesini, yani proleter sınıf mücadelesini kapitalist düzenin sınırları içerisinde tutar, ama ortadan kaldıramaz. Bu nedenle devletin proletarya ve ezilenlerin mücadelesini “düzen” içerisinde tutması mutlak değildir, burjuva devletin ortadan kaldıramadığı işçi sınıf ve ezilenlerin mücadelesi gelişir ve dönem dönem burjuva devleti, düzenin sınırlarını zorlar, hatta işlemez hale getirecek, yıkacak düzeye ulaşabilir. Burjuva devletler kaçınılmazlığını öngörebildikleri böyle durumlar için hazırlıklıdırlar.

Burjuva devletin sınıf mücadelesini “düzen” içerisinde tutması esasen ve özünde gerici bir “bastırma ve ezme” eylemidir. Diğer şeylerin yansıra devlet "zor kullanma tekeli" de demektir. Ordu, polis, mahkemeler, hapishaneler vb. devletin şiddet, zor uygulama aygıtları olduğu gibi, bizzat devletin ezilen sınıflara, kadın cinsine, ulusal topluluklara ve inanç topluluklarına uyguladığı tarihsel “bastırma ve ezme” eylemlerinin yarattığı toplumsal korku ve yılgının kılık değiştirmiş hali olarak devlet “otoritesi ve saygınlığı” da aynı şekilde sürekli devrede kalır. Zor ve rıza; ezilen sınıfı “düzen” içerisinde tutmanın iki temel yöntemidir. Zor ve rıza birbirini izler, bir o bir diğeri öne çıkar, çok değişik kombinasyonlar ile iç içe geçer vb. Ezilen sınıfın “düzen” dışına çıkma eğilimi gösterdiği koşullarda burjuva devletin kullandığı şiddet git gide çıplak hale gelir. Bu kendisini işçi sınıfı ve ezilenlerin eylem ve örgütlenme özgürlüğünü, propaganda ve ajitasyon özgürlüğünü sistematik tarzda sınırlama, tasfiye etme eğiliminde gösterir.  Dahası bütün burjuva anayasaların kabul ettiği olağanüstü hâl ve sıkıyönetim rejimleri dolaysız biçimde halkı hedefleyen çıplak zorun “yasal” biçimleridir. OHAL ve sıkıyönetim rejimlerinde, olağanüstü hâl ve sıkıyönetim mahkemeleri işler, devlet kurumlarının zor kullanma yetkisi git gide genişler vb. Burjuva devlet sıkıyönetim ve olağanüstü hâl uygulamasından sakınmak, kaçınmak için sıkıyönetim ve olağanüstü hâl rejimlerinin bir kısım işlevlerini sıkıyönetim ve olağanüstü hale başvurmaksızın veya “olağan koşullarda” başka yöntemlerle gerçekleştiremez mi? Veya sıkıyönetim ve olağanüstü hali başka yönetmelerle birleştiremez mi?

Değişik tarihi dönemlerde “düzen” içinde tutulması gerekenler köleler, köylüler ya da işçi sınıfıdır. Fakat yalnızca kolektif olarak “ezilen sınıf”ın değil ezilen sınıfın birey ve gruplarının yanı sıra egemen sınıfın üyelerinin veya değişik kliklerinin de “düzen” içerisinde tutulması gerekir. Kölesini özgür bırakan efendi düzeni tehdit eder ve düzenin korunması için cezalandırılması gerekir. Ya da toprağa bağlı köylünün kovulması düzenin bozulması anlamına gelir vb. Yani devlet egemen sınıfın üyelerini de düzen içerisinde tutar. Burjuva sınıfın üyelerinin vergi kaçırma eğilimi, yalnızca düzenin bozulması olmaz, aynı zamanda sınıf içi eşitliği, sınıf içi dengeleri de bozar! Ya da kapitalistlerin eşit koşularda ihalelere katılamamaları veya büyük çaplı kaçakçılık; tefecilik ya da uygun yöntemlerle bankaların “içinin” boşaltılası gibi! Devlet bürokrasisiyle “işlerini” halletmek -yasaya, prosedürlere uydurmak anlayın!- söz konusu oldu mu; rüşvet ve memurların satın alınması bütün kapitalistlerin deneyimledikleri, gerektiğinde tereddüt etmeden başvuracakları sınanmış yöntemleridir. Uyuşturucu, kumar, eğlence ve seks sektörü, büyük çaplı kaçakçılık vb. gibi mafyatik faaliyetlerin öncelikli alanları da düzenin bozulması anlamına gelir.

Ülkeden ülkeye değişiklikler göstermekle birlikte bu sektörler kısmen ya da tamamen “yasaklı”dır ama geniş talep ve yüksek kararlılık bu sektörlerin her zaman var olmasını getirir, her kapitalistin iştahını kabartır. Diğer yandan karlılık oranının çok yüksek olduğu ve devasa boyutlarda paraların döndüğü bu sektörler daima devlet bürokrasisinin ve burjuva hükümetlerin yani devletin görüş alanı içerisindedir. Tabi burjuva devletin yasal ama gizli, yarı-gizli çalışan kurumlarının -MİT, polis istihbaratı, jandarma istihbaratı vb.- da görüş alanı içerisindedir. Hem denetlenirler ve hem de kullanılırlar. Koşullar burjuva devletin yasa dışı ve gizli örgütlenme eylem ve etkinliklerini yükseltmesini gerektirdiğinde mafyatik yapılar ve çeteler devlet kurumları nezdinde “ayrı bir değer” kazanmaya başlar. Devletin “yapması gereken” ama yasallık, toplumsal meşruiyet gibi nedenlerle “yapamadıkları” devlet adına onlara yaptırılabilir. Bu koşullarda elleri serbestleşen ve “yükselişe geçen” devletle bağlantılı çeteler ve mafyatik örgütlenmeler, biriktirdiği güç ve sermaye ile ilişkiyi tersine döndürmeye kendilerini kullanan devleti kullanmaya yönelirler. İşte o zaman çatışma başlar, kirli çamaşırlar ortaya dökülür, devletin mafyatik yapıları ve çeteleri “hizaya sokmasıyla” denge yeniden kurulur. Çeteler ve mafyatik örgütlenmeler sıra kadem basmış gibi görünmez olur, her çete ve mafya elebaşıları “temiz”, “hayır sever”, “cömert” iş insanı(!) olarak gazetelerin sosyete sayfalarında boy gösterir ama çeteler ve mafyatik örgütlenmeler tabi ki, yürürlükte kalır.

Görünüşe göre devlet “düzen” içerisinde tutma eylemini yasallık içerisinde, açık, denetlenebilir şekilde yapar! Liberal devlet teorileri de böyle vazeder zaten. Devletin proletarya ve ezilenlerin mücadelesini “düzen” içerisinde tutabilmesi mutlak değildir, burjuva devletin ortadan kaldıramadığı işçi sınıf ve ezilenlerin mücadelesi çok değişik itici güçlerin dürtüklemesiyle atılıma geçer, gelişir ve dönem dönem burjuva devleti ve düzenin sınırlarını zorlar. 

“Burjuva devlet ve düzenin sınırları”nın zorlandığı yer, devletin yasal ve açık (gizli olmayan) şiddet aygıtlarının proletarya ve ezilenlerin mücadelesini bastırmakta yetersiz kalmaya başlamalarıdır.  Bu ancak karşıt toplumsal ve siyasal güçlerin çatışmasını kapsayan dinamik bir süreç olarak kavranabilir. Burjuva devletler anayasalarının öngördüğü olağanüstü hâl ve sıkıyönetim gibi “rejimler” ile böyle durumlara hazırlıklıdır, ama işçi sınıfı ve ezilenlerin sınıf mücadelesinin gelişimi olağanüstü hal, sıkıyönetim gibi olağandışı yönetim yöntemlerini de etkisizleştirebilir ve etkisizleştirir. Burjuva devlet gerçekliğinin yalın kat ortaya çıktığı mücadele dönemleri veya süreçleridir bunlar. Ama burada bizi asıl ilgilendiren “yasadışılık ve gizliliğin” burjuva devlet için “ihtiyaç ve zorunluluk” olması gerçekliğidir. 

Kapitalist üretim biçimi, kendisinden önceki feodal ya da köleci üretim biçimleri gibi iktisadi önkoşulların oluştuğu toplumlarda “kendiliğinden” doğar, yayılması ve gelişmesi yasa dışıdır. Kapitalist üretim ilişkileri iktisadi alanda kendi egemenliğini kurmaya doğru yayılıp ilerlerken burjuvazi gizli kulüpler, dernekler vb. değişik biçimlerde siyasi sınıf örgütlenmelerine girişir, siyasi egemenliğini kurmaya yönelir. Burjuvazinin yasadışılık ve gizlilik gereksinimi salt sınıf olarak kendi deneyimleriyle sınırlı da değildir. Burjuvazi, bilim adına kendinden önceki sömürücü, yöneten sınıfların yönetme deneyimlerinin bilgisini sahiplenir, özümser. Burjuvazinin ve burjuva devletin beş altı yüzyıllık kanlı tarihinde yasadışı ve gizli örgütlenmeler her daim vardır, alanı genişler ya da daralır, işlevi ön plana çıkar ya da sınırlanır, değişik örgütsel biçimler alır ama diama vardır.

Burjuvazi yasadışılık, gizlilik ve gizli örgütlenme gereksinimi duyar. Kuşkusuz kötü niyeti nedeniyle değil. Burjuvazinin safları arasında, sınıf içerisinde bitmek bilmez rekabet vardır ve rekabetin özsel olarak içerdiği üstün gelme eğilimi gizliliği bütün taraflar için koşullar.

Sınıf olarak burjuvazi iktidarını, sınıf egemenliğini değişik tehditler altında sürdürür. İlk temel ve sürekli yıkıcı ve yok edici tehdit kuşkusuz burjuvazinin varlık koşulu artı-değerin üreticisi sınıftan, proletaryadan gelmektedir. Fabrika ve işletmelerdeki gizli muhbir ağları ve paramiliter çeteler başlangıçta genellikle burjuvaların “lokal” girişimleridir, sonra sanayi kolları veya sanayi bölgeleri düzeyinde örgütlenirler vb. Komünist ve devrimci önderler, grev ve sendika önderleri, komünist, devrimci ajitatör ve örgütçüler, grevci işçiler, bu paramiliter çetelerin hedefleridir. Lokal paramiliter örgütlenmeler yasadışı ve gizli yapılanırlar, donanım ve ihtiyaçları kapitalistler ya da kapitalist birlikler tarafından karşılanır. Burjuva devlet tek tek kapitalistlerin veya belli bir sanayi bölgesindeki ya da bir sanayi dalındaki kapitalistlerin ihtiyaç duydukları yasa dışı, gizli örgütlenmeleri kapitalist sınıf adına "devlet sorunu" ve "sorumluluğu" olarak merkezi düzeyde ele alır, çok değişik biçimlerde yapılandırır. Yasal ve açık zor aygıtları ezilen sınıfı düzen içerisinde tutmakta yetersiz kaldığında MİT, polis ve jandarma istihbaratı “rabıtalı” olduğu bu gizli ve yasadışı yapılara hedef gösterir, teknik ve istihbarat desteği verir, aktivize edip yönlendirir, yol verir vb. bütün bilgiler yürütmenin başına gider. Ordu, polis, mahkemeler gibi yasal zor aygıtlarının yasallık görünümünü ve genel olarak yasallık görünümünü koruma ihtiyacı nedeniyle başvuramadıkları zor, şiddet biçimleri bu yasa dışı, gizli yapılara uygulatılır, onlar aracılığıyla toplumu ve direnen sınıfları teslim almayı hedefleyen bir korku iklimi oluşturulur, “halkın devleti arar hale gelmesi" örgütlenir. Politik İslamcıların komünizmle mücadele dernekleri NATO’nun Sovyetler Birliği'ni kuşatma stratejisinin araçlarıydı. 60’ların 70’lerin ülkü ocakları işaret edilen tipte devlet bağlantılı, devlet tarafından yönlendirilen ve kontrol edilen, ipleri NATO’nun gladyo örgütlenmesine kadar uzanan tipik paramiliter çete yapılanmalardır. Bugünkü mafyatik çeteler genellikle bu ülkücü seralarda yetişmişlerdir.

İkinci olarak burjuvazi yalnızca komşu devletlerin değil genel olarak rakip devletlerin tehdidi altındadır. Burjuva devletler arasında kıran kırına rekabet ve mücadeleler bir sonraki aşamada ulusal, bölgesel ve kıtasal savaşlara kaynaklık eder; ya da kapitalizmin tekelci kapitalizme sıçramasıyla birlikte dünyanın paylaşımı ve yeniden paylaşımı için dünya savaşlarını koşullar. Burjuva sınıfın birkaç yüz yıllık egemenlik tarihi sayısız savaşlarla yazılmıştır, dünya burjuvazisinin iki dünya savaşı ile 20. yüzyılın ilk yarısını boydan boya kana buladığı iyi biliniyor. Rakip devletlerin tehdidi altındaki burjuvazi hem içeride ordu ve savunmadan sanayiye, devlet yapılanmasından ekonomi ve maliyeye bir dizi alanda “gizlilik”, bilgileri, örgütlenmeleri, teknikleri vb., saklama ihtiyacı duyar. Burjuva devletler rakiplerine karşı üstünlük sağlama peşinde oldukları içindir ki, aynı zamanda hem de rakiplerinin egemenlik alanlarında açık-gizli, yasal-yasa dışı örgütlenmeler inşa eder veya var olan belli yapıların içerisine sızma, satın alma, devşirme vb. gibi yöntemler kullanırlar.

Sömürge sahibi burjuva devletlerde durum hiç kuşkusuz daha da karmaşıktır. Sömürgeci devletler sömürgelerindeki egemenliklerini her an sömürgeleştirdikleri ulusun başkaldırı tehdidi altında hisseder, kuşku içerisinde yasal ya da yasadışı açık, gizli her çeşit örgütlenmeleri geliştirirler, sömürgeci egemenliklerini sürdürmek için her çeşit yönteme başvururlar. Türk gladyosu temel eğitimini Kıbrıs’ta gerçekleştirmiş, son 40 yıl boyunca da iç sömürgesi Kuzey Kürdistan ve Güney Kürdistan başta gelmek üzere 4 parça Kürdistan’da gerillaya ve Kürt halkına karşı “özel harp” yürütmüştür.Çeteler ve mafyatik yapılar işte bu kirli savaş bataklığında gelişip serpilmişler ve yer yer devlet içinde devlet görüntüsü sağlayacak güç ve büyüklüğe de ulaşmışlardır. Ayrıca kirli savaşın büyük ölçüde devletin çeteler ve mafyatik yapılar üzerinden kontrol ettiği ve yönettiği uyuşturucu ticaretiyle finanse edildiğini vurgulayarak eklemeliyiz.

Susurluk Raporu’ndan: Devlet çetelere "illegal adam alma" yetkisi verebilir

"Aralık 1993 ayında yine Siverek'teki evde yapılan bir toplantıda; S. Bucak, Korkut Eken'e kısa bir birifing vererek, devletten özellikle roketatar ve benzeri güçte silah istediğini dile getirmiştir. Keza S. Bucak İl J.A.K Alb. Seral Saral'dan da Jandarma bölgesinde 'illegal adam alma yetkisi' istemiştir. Anılan, ayrıca PKK faaliyetlerinin Diyarbakır/Çermik'te yoğunlaştığı, Çermik'e de müdahale etmek istedikleri, ancak Çermik I. Blg: K.lığının Bucak'lara zorluk çıkardığını, benzer olumsuzlukların Viranşehir İlçe J.BL.K.lığı ile de yaşandığını belirtmiştir. Bunun üzerine Alb. S. Saral ve K. Eken bu olumsuzlukların süratle halli için girişimde bulunacaklarını taahhüt etmişlerdir." (abç. Sf; 66)

İkinci Dünya Savaşı akabinde “soğuk savaş” koşullarında dünya devrimi ve sosyalist kampa karşı ABD emperyalizminin önderliğinde oluşturulan “Batı bloku”unun "savunma" örgütü NATO, karşı devrimin dünya çapında örgütlenmesi olarak, burjuva devletin yasa dışı ve gizli örgütlenmelerine nüfuz eden yeni nitelikler kazandırmıştır. “Gladyo”, “süper NATO”, “kontrgerilla”, “özel kuvvetler”, “özel harekât” gibi -antikomünist ve karşı devrimci “özel harp” konseptiyle bağlı- genelkurmay başkanlıklarına bağlı özel yapılar NATO’yla birlikte dolaysız biçimde devrim tehdidine ve sosyalist bloka karşı örgütlenmiş uluslararası bağlantıları olan karşı devrimci askeri örgütlenmelerdir. “Derin devlet” kavramı daha çok da bu yapıları ima etmektedir. Süper NATO ve “özel kuvvetler” bir yandan SSCB ve sosyalist kampa karşı diğer yandan da aynı zamanda bizzat NATO üyesi ya da NATO üyesi olmasa bile dolaylı biçimde emperyalist “Batı sistemi”yle bağlı ülkelerin halklarına ve devrime karşı örgütlenmiş, hazırlıkları planlanmış, resmi ve sivil savaşçı, propaganda ve örgütçü piyonları keza, cephanelik, sığınak vb. yapıları da oluşturulmuş, halk hareketleri ve devrimleri bastırmak için gerekli olacağı öngörülen askeri teçhizat ve mühimmat bütün ülke coğrafyasına yayılan biçimde depolanmıştır. Bütün bu örgütlenmeler ve bilgiler, silahlı kuvvetlerin belli yapıları ve komuta kademesinin belli düzeyleriyle sınırlıdır. Hatta öyle ki, başbakanlardan bile gizlenebilmektedir!

Lenin 1910 Aralık’ında yazdığı “Avrupa İşçi Hareketi İçerisinde Ayrılıklar” başlıklı makalesinde burjuvazinin zor ya da ödünler yöntemine geçişi üzerinde durur ve şu değerlendirmeleri yapar:

"... her ülkede burjuvazi, kaçınılmaz olarak iki yönetim sistemi, çıkarlarını ve egemenliğini sürdürmek yolunda iki savaşım yöntemi uygular ve bu yöntemler kimi zaman birbirlerini izler, kimi zaman da çeşitli bileşimlerde iç içe geçmişlerdir. Bunlardan birincisi kuvvet yöntemidir, işçi hareketine her türlü ödünü reddeden yöntemdir... İkincisi "liberalizm" yöntemi, siyasal hakların gelişmesine yönelik, reformlar, ödünlere vb. yönelik adımlar atma yöntemidir."

Lenin devamla şu değerlendirmeyi yapar:

"Burjuvazinin bir yöntemden bir ötekine geçişi, bireylerin kötü niyetlerinden ötürü değildir, raslantısal değildir, kendi öz konumunun temelden çelişkili oluşu yüzündendir. Normal kapitalist bir toplum, sağlamca oturmuş temsili bir sistem olmaksızın ve nispeten yüksek "kültürel" istemleriyle göze çarpan halk için bazı siyasal haklar var olmaksızın başarılı bir biçimde gelişemez. Bu belli bir asgari ölçüdeki kültür istemleri, yüksek tekniği, karmaşıklığı, esnekliği, hareketliliği, dünya rekabetinin hızlı gelişmesi vb. ile bizzat kapitalist üretim biçiminin koşulları tarafından yaratılır. Sonuç olarak, burjuvazinin taktiklerindeki dalgalanmalar, kuvvet sisteminden, görünüşte ödünler verme sistemine geçişler, son yarım yüzyılda bütün Avrupa ülkelerinin tarihinin özelliği olmuş, çeşitli ülkeler, belirli dönemlerde bir yöntemin ya da öteki yöntemin uygulanmasına öncelik vermişlerdir. Örneğin 19. yüzyılın altmış ve yetmişlerinin İngiltere'si "liberal" burjuva politikasının klasik ülkesi idi, Almanya ise yetmiş ve seksenlerde kuvvet yöntemini savunuyordu, vb.."

Burjuvazi "...kendi öz konumunun temelden çelişki"li oluşunu bir yöntemden ötekine geçiş ve keza her iki yöntemin değişik kombinasyonlarıyla çözmeye çalışır, gayet esnek ve hareketlidir.  Burjuvazinin "öz konumunun temelden çelişki"li olması gerçekliği, temsili sitemi ve yasallığı "korurken" "düzeni" sürdürme yeteneği göstermesini de zorunlu kılar.

Susurluk Raporu’ndan: Devlet çetelere infaz etme yetkisi verebilir

“… güvenerek Diyarbakır’a gittim. Bu arada JİTEM çatısı altında illegal bir oluşuma gidildi. Diyarbakır ve çevresinde PKK ile ilişkili olduğundan şüphelendiğimiz hemen herkesi infaz etme yetkimiz vardı. Bu insanları yakalayıp suçu varsa tespit edip, adalete teslim etmek yerine faili meçhul bir şekilde öldürmeyi bir yöntem olarak benimsemiştik. Bizden istenen buydu, bu tarzda talimat alıyorduk." (JİTEM elemanın itiraflarından, abç. Sf; 61)

Bu nasıl mümkün olmaktadır?

Burjuva devletin kontrol altında tuttuğu, yönlendirdiği ve kullandığı çeteler ve mafyatik yapılara, devletin fiilen bir kısım işlevleri aktarılarak halledilmektedir. Yukarıda bunun devletin istihbarat örgütleri ve memurların, çeteler ve mafyatik yapılarla ilişkileri üzerinden gerçekleştirildiğinin altını çizmiş olduk. Sorunun teorik konuşu bakımından Lenin'in Marksizm’in Bir Karikatürü ve Emperyalist Ekonomizm adlı eserinde Kievsky ile yürüttüğü farklı bir tartışmaya bakalım. Emperyalizmin genel olarak, tüm siyasal demokrasiyle çeliştiğini belirten Lenin, "Zenginlik, bu yönetim biçiminde egemen olabilir mi" sorusunu soruyor ve sorunun "ekonomiyle siyaset arasındaki "çelişki"yle ilgili" olduğunu vurguladıktan sonra F. Engels'e başvuruyor:

"Engels [bu soruya-ç.] şu yanıtı verir: "Demokratik cumhuriyet [yurttaşlar arasında] servet ayrımlarını artık resmen tanımaz. Zenginlik, demokratik cumhuriyette, iktidarını, dolaylı, ama o kadar da güvenli bir biçimde gösterir. Bir yandan, —ki Amerika'nın klasik örneğini sunduğu, memurlara düpedüz rüşvet yedirerek, bir yandan da hükümetle hisse senetleri borsası arasındaki ittifak biçiminde... İşte size, kapitalizmde demokrasinin "elde edilebilirliği" sorunu üzerinde mükemmel bir ekonomik tahlil örneği. Emperyalizmde, kendi kaderini tayin hakkının "elde edilebilirliği", o sorunun bir parçasıdır. Demokratik cumhuriyet, kapitalizmle "mantıksal olarak" çelişir, çünkü demokratik cumhuriyet, zenginle yoksulu "resmi olarak" eşitler. Bu, ekonomik sistemle siyasal üstyapı arasında bir çelişkidir. Emperyalizmle cumhuriyet arasında da aynı çelişki vardır. Serbest rekabetten tekelciliğe dönüşümün, siyasal özgürlüklerin gerçekleştirilmesini daha da "güçleştirmiş olması" gerçeği bu çelişkiyi derinleştirir ve ağırlaştırır. Öyleyse, kapitalizm demokrasiyle nasıl uzlaşır? Sermayenin mutlak kudretini dolaylı yoldan yürüterek. Bunun iki ekonomik yolu vardır: (1) Doğrudan rüşvet; (2) hükümet ile hisse senetleri borsası arasında ittifak. (Bu bizim tezlerimizde ifade edilmiştir burjuva sistemde mali-sermaye "herhangi bir hükümete ve herhangi bir memura dilediği gibi rüşvet vererek [onları-ç.] satın alabilir!")"

"Sermaye mutlak kudretini" nasıl "dolaylı yoldan yürüterek" demokrasiyle uzlaşıyorsa, burjuva devlet temsili sistem ve yasallığını "korurken" "düzeni" sürdürme yeteneğini dolaylı yöntemler kullanarak gösterir. Dolaylı "yöntemler" burjuva devletin, işçi sınıfı ve ezilenlere karşı yürüttüğü sınıf savaşında çeteler ve mafyatik örgütlenmeleri devreye sokması ve kullanmasını kapsar. Özellikle burjuva politikanın kitle rızasını üretemediği, devletin yasal zor aygıtlarının egemen sınıf ve devlete karşı gelişen mücadeleyi bastıramadığı, yani düzeni zorlamaya başladığı koşullarda burjuvazi yasa dışı ve gizli dolaylı yöntemleri, yedeğinde tutuğu güçleri, araç ve yöntemleri kullanır.

Yasal temele dayanan "özel kuvvetler" örgütlenmelerinin gizli ve yasalarla sınırlanmamış "özel harbi" -gerçekte kirli savaş-, devletin MİT, polis ya da jandarma istihbaratı üzerinden sınanmış, "seçilmiş" elemanlar -Abdullah Çatlı, Alaattin Çakıcı, Sedat Peker vb.- üzerinden örgütlediği çeteler, yürüttükleri mafyatik faaliyetlerinden ayrı olarak gerçekte "devlet çeteleridir", mafyatik olmakla birlikte bir o kadar da "ideolojik, siyasi" yapılardır.  MİT, polis, jandarma ve hükümetler tarafından korunmaları, kollanmaları, belli bölgelerde "yetkilendirilmeleri", değişik "yetkiler" verilmesi vb. çıkar ilişkilerinden önce ideolojik ve siyasi nedenlere dayanır.

Susurluk Raporu’ndan: Devlet Gizliliği Korur

"Özel Harekât Timlerinin operasyonlara sevk evrakında 'Bir görevin ifası' ibaresi kullanılmakta, daha sonra bir not veya açıklayıcı bir izah yapılmamakta ve 'Merkeze dönüldü' ifadesiyle yetinilmektedir." (abç. Sf,15)

Şiddet kullanma ve öldürme yetkisi devletin tekelindedir. Türkiye tarihinde en sonra 25 Ekim 1984'te Hıdır Aslan'ın ölüm cezası infaz edilmiştir. Ondan sonra ise mahkemelerin verdiği ölüm cezaları uygulanmamış; 2001 ve 2002'de kademeli bir şekilde ölüm cezasının alanı sınırlandırılmış, 2004'te ise Türk Ceza Kanunu’ndan çıkartılarak ölüm cezasına son verilmiştir. Peki gerçek durum nedir? Örneğin Sakine Cansız, Fidan Doğan ve Leyla Şaylemez'in 2013'te Paris’te katledilmeleri ya da en son İzmir’de HDP binasında Deniz Poyraz'ın katledilmesi, ölüm "cezasının" üstelik mahkeme ve yargılama olmaksızın uygulanması değil midir? 20 Temmuz Suruç, 10 Ekim Ankara Garı gibi kitlesel katliamlar tamamen devletin kontrol ve bilgisi dahilinde değil midir? 17 bin yargısız infaza kim karar vermiştir? Başbakan Tansu Çiller'in cebinden çıkarttığı Kürt özgürlük mücadelesine parasal yardımda bulundukları iddiasıyla bazı Kürt patronların ölüm listesini kim hazırlamış, bu Kürt patronlarının katledilmesine hangi kurum karar vermiştir?

Kutlu Savaş'ın hazırladığı meşhur Susurluk Raporu hem sunduğu verileri hem de burjuva devlet aklı bakımından işlerin nasıl yürüdüğünü açıklayan çarpıcı belgedir: Burjuva devlet gerçekliği hakkında raporun şu bölümü yeterince fikir vericidir:

"Kim olduğu ve ne yaptığı yeterince aşikâr olmasına rağmen devlet, Cantürk'le baş edememiştir. Yasal yollar yetmemiş neticede "Özgür Gündem plastik patlayıcılarla havaya uçurulmuş, Cantürk'ün devlete biat etmesi beklenirken adı geçenin yeni bir tesisi kurmak üzere harekete geçmesi üzerine, Türk Emniyet Teşkilatı tarafından öldürülmesi kararlaştırılmış ve karar infaz edilmiştir.

Böylece 100 kişiye yakın olduğu tespit edilen ve zamanın Başbakanı'nın ifade ettiği "PKK finansörü iş adamlarının elde olan listesi'den bir kişi eksilmiştir.

Behçet Cantürk'ün öldürülmesinin doğruluğu yanlışlığı veya gerekli olup, olmadığı tartışmasına girilmemiştir. Ancak zaruri bazı sualleri sormak gerekir. Cantürk'ün öldürülmesi emrini kim vermiştir? Bu yetki kimin tarafından kullanılabilir? Ve hangi ahvalde kullanılabilir? Kim kime karşı sorumludur? Sistem nasıl çalışmalı sorumluluk nasıl paylaşılmalıdır?

'Hukuk devletinde bu suallerin yeri olmaz' itirazı da kanaatimizce geçerli değildir ve realiteye uygun düşmez. Bu uygulama tüm dünya ülkelerinde olduğuna göre bizde de olacaktır. Ama (cümle Sayın Başbakana ters gelse de) hukuk devleti kuralları içerisinde bu tip kararlar alınacak ve Devlet ciddiyeti içinde uygulanacaktır."

Burjuva devletin en ideali kabul edilen "hukuk devleti" işte böyle bir gerçekliktir! "Hukuk devleti" acil ihtiyaç duyduğu hukuk dışı işlerini kontrol ettiği illegal çetelere, mafyatik yapılara yedek kuvvetlerine "yetki vererek" yaptırır ve helal getirmeden "hukuk devleti" niteliğini sürdürür! Bilumum liberallerin göklere çıkarttığı "hukuk devleti" burjuva düzenin sağlanması söz konusu olduğunda "hukuku", "yasallığı", "adaleti" bay-pas etmeye hazır bir burjuva devlet demektir.  

Dipnot 

1 Engels, Ailenin, Devletin, Özel Mülkiyetin Kökeni, 6. Almanca baskı, s. 177 -178

 

Marksist Teori

Yaygın Süreli Yayın
Varyos Yay. San ve Tic. Ltd. Şti. İmtiyaz Sahibi: Şengül Güneş Bali
Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Şengül Güneş Bali

Bize Ulaşın

Çakırağa Mah. Çakırağa Cami Sokak Birlik Apt.
No: 8/10 Aksaray/İstanbul (0212) 529 15 94
E-posta: info@marksistteori.org Twitter: @mt_dergi