Parola: Yetinme, Daha Fazlasını İste

21. yüzyılda dünyanın dört bir köşesinde dört koldan kadın cinsinin; öfkesini büyüten, isyanını örgütleyen ve erkek egemen sistemin kadın düşmanı politikalarını engelleyen kolektif bir güç var: Kadın hareketi. Polonya’da kürtaj hakkı için kilisenin dinci gericiliğine geri adım attıranlardan Şili’de diktatörlük kalıntısı yasalara geçit vermeyen kadınlara, İran’da beyaz tülbentlerini şeriat kanunlarının önünde isyan bayrağına çevirenlerden Rojava’da elinde silah emperyalist barbarlığa ve işbirlikçilerine karşı savaşanlara, kadınlar; “Artık yeter” demekle kalmıyor, bundan sonra yeni dünyanın nasıl olacağını da haber veriyor; kimi zaman dans ederek, kimi zaman sokakları ateşe vererek, kimi zamanda bir devrimle cins özgürlükçü toplumsal yaşamı inşa ederek. Hepsinin ortak bir paydası var: 21. yüzyılı, erkek egemenliği ve insanlık tarihinin gidişatının değiştiği dönüm noktası yapmak.

AKP-MHP faşizmine karşı cins özgürlük mücadelesini büyüten kadın hareketinin her bir öznesinin; dünya kadın hareketinin enerjisinden güç aldığı ve deneyimlerinden öğrendiği açıktır. Son 4 yıldır OHAL ve faşizm koşullarında birçok mücadele deneyimi biriktiren kadın hareketi; enerjisi, kitleselliği ve militanlığının yanı sıra kimi tıkanmalar ve handikaplar da yaşıyor. Bu tıkanma halinin, mücadelenin sıçrama ve artan kitleselliği ile çözülme dinamiği güçlüdür ve elbette tıkanma hali nesnel olduğu kadar tarihseldir de. Kadın hareketinin kendi tarihsel deneyimleri ve birikimleri, gelişiminin seyrini ve sıçrama dinamiklerini de içinde taşıyor.

Politik İslamcı Saray faşizmi, kadın düşmanı politikalarını hayata geçirmek için sokağın zapt edilmesi gerektiğinin farkında olarak direnen her bir özneye yaptığı gibi kadınların sokağa çıkmasını engellemenin de her yolunu denedi. OHAL KHK’ları, kent meydanlarının yasaklanması, azgın polis terörü, gözaltı ve tutuklama saldırısı; gösteri ve yürüyüş hakkının, eylem özgürlüğünün önüne barikat olarak dikildi. Sokağa çıkan kadınların “ahlaksız” ilan edilmesinden ezanla provoke edilmesine, annelerin yuhalatılmasından cinsel saldırı tehdidine kadar sayısız saldırı tehdidi ile karşı karşıya bırakılan kadın hareketi ve özneleri; geri adım atmadı ve her durumda sokağa çıkmanın bir yolunu buldu. Kadın isyanının gücüne yaslanma ve kadın öfkesinin haklılığı ile kadın kitleleriyle buluşma zeminini yaratma; en güçlü yanlarından biri oldu. Faşist rejimin her türlü kadın düşmanı söylemi ve politikası, ajitasyon ve propaganda konusu haline getirildi. AKP’nin kadın düşmanlığının dönemsel değil yapısal olduğu sistematik politik faaliyet ile kadın kitlelerinde bilince dönüştürüldü. Kadınlar Saray karşısında somut bir güce dönüşürken aynı zamanda cins öfkesini de büyüttü. Erkek egemen devlet ile erkeklerin bireysel suçlarının arasındaki ilişki, kadın düşmanlığının toplumsallığı ve mücadelenin devlet, yargı, polis, medya, erkek denklemindeki örgütlü erkek egemenliğine yöneltilmesi kadın hareketinin en temel gücü oldu.

Yer yer kitleselliği ile faşizme geri adım attıran kadınlar, zaman zaman da yaygınlığın gücünü kullandı. 25 Kasım ve 8 Mart gibi kadın özgürlük mücadelesinin önemli günlerinde siyasi koşullara göre bazen kitlesel sokağa çıkma iradesi toplumsal harekete ilham olurken; tecavüz ve tacizlere yönelik düzenlemeler veya kadın katliamlarına karşı kadın adaleti gündemlerinde ise İstanbul’dan Trabzon’a, İzmir’den Giresun’a uzanan yaygınlıkta eylemlerin yapılması kadın öfkesinin ve gücünün sembolü oldu. Kadın hareketi her durumda kendine bir yol açama ve kadın kitleleri ile buluşmanın yollarını bulup, mücadele deneyimini zenginleştirirken iki tarihi dönemeci geride bıraktı: Çocuk tecavüzcülerine affı hedefleyen yasal düzenleme ve İstanbul Sözleşmesi. Bu iki politik süreç kadın hareketi bakımından özel bir inceleme konusu olmayı hak ediyor. Bu iki deneyim sınırlarını aşma iradesi ve zengin mücadele örneklerini deneyimleme kadar politik ufkunu genişletme ve cüreti bir adım ileri taşıma sorumluluğu bakımından da öğretici derslerle doludur.

Asla yetinme, her zaman daha ileriye

AKP-MHP faşizminin çocuklara yönelik cinsel saldırıları meşrulaştırma, yaygınlaştırma ve çocuk tecavüzcülerini affetme politikası; çeşitli zamanlarda kadın hareketi ile restleşme ve sadece erkek egemen politikalarının hayata geçirilmesi değil toplumsal çürümüşlüğü olağanlaştırma saldırısı olarak gerçekleşti. Evlilik yaşının düşürülmesinden salgın bahanesi ile tecavüzcü erkeklerin tahliye edilmesine kadar bir dizi politika medya, yargı, meclis aracılığı ile hayata geçirilmeye çalışıldı. Her durumda kadın hareketi bir güç olarak bu politikaların hayata geçmesine engel oldu. Saray’ın çocuklara tecavüz saldırılarını meşrulaştırma politikalarına dair berrak politik bilinci, hızlı refleks verme, konuyu geniş kadın kitlelerinin gündeminde tutma, yasa Meclis’te görüşülmeden mücadele konusu yapma ve kadın öfkesini örgütleme pratiğinin bunda payı oldukça fazladır. Üstelik bu politikanın dönemsel olmadığı, kadın hareketinin ve kadın kitlelerinin basıncı ile geri adım atmak zorunda kalan AKP’nin bu hevesinden vazgeçmeyeceğine dair yaygın ajitasyon ve propaganda faaliyeti yürüttü. Yıllara dayanan sistematik politik faaliyet ve eylemsellik, kadın kitlelerinin duyarlılığını artıran, refleksini güçlendiren ve başarılarından güç alan bir özgüvene ve bilince evrildi.

Politik İslamcı Saray faşizmi, İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme tartışmalarında ise kadın hareketini bölerek güçsüzleştirme ve kadın cinsini ayrıştırma politikasını denedi. Doğrudan sözleşmeye ve kadınların kazanımlarına saldırmak yerine LGBTİ+ düşmanlığını kullanarak, sözleşmeye destek veren kadınları ayrıştırma ve son olarak “yerli” ve “milli” söylemiyle kadın hareketinin kitleselliğini bölme yolunu seçti. Ancak bu oyun da tutmadı. Karşısında kadın cinsinin kazanımlarının tüm kadınlar ve aynı zamanda AKP’nin kadın düşmanlığının da tüm kadınlara yönelik olduğunun farkında olan politikleşmiş, İslami, sosyalist, feminist, anarşist kadınlar olarak sözleşmeye sahip çıkan kadın öznelerin toplamını buldu. AKP’li kadınların ve KADEM’in sözleşmeye sahip çıkan açıklamaları, kadın hareketini bölme hesabı yapan faşist şefin planlarını boşa düşürdü.

Üstelik kadın hareketi sadece sözleşmeye sahip çıkmak, AKP’nin kara propagandasının yalan olduğunu anlatmakla kalmıyor “Sözleşmeyi uygula” diyerek bir adım öne çıkıyordu. Erdoğan’ın kadınlara saldıran silahının yönünü Saray’a çevirmiş kadın cinayetlerinin, çocuk tecavüzlerinin, nefret cinayetlerinin önlenmesi için uluslararası yükümlülüklerini yerine getirmesi için baskı yapıyordu. Aylarca süren kampanyalar, toplanan yüz binlerce imza, salgına rağmen sokağı dolduran kadınlar, AKP MYK toplantısında ülkeyi eylem alanına çeviren irade; AKP faşizmine geri adım attırıyor ve faşist şefe “Sözleşmeden çekiliyoruz” deme şansı tanımıyordu.

Her iki örnekte de faşizmin kadın düşmanı saldırılarını bütünlüklü okuyan, her bir gündemi salt kendi başına ele almayan ve bunun faşizmin erkek egemen politikalarının bütünlüğü içinde kavrayan, gücünü kitleselliğinden alan, fiili meşru eylem biçimleri ile sözünü ve pratiğini zenginleştiren, meşruluğunu yaygınlığa dönüştüren kadın hareketinin gücünü ve taşıdığı potansiyeli görüyoruz. Bu potansiyel kadın hareketinin faşizme karşı kadın mücadelesinde yaslanmamız gereken temel bir noktadır. Bu gücün yanında tüm süreçlerde sloganlardan eylemlerin içeriğine, hareket tazından eylem biçimleri ve hareketin yönüne kadar savunma pozisyonunda kalması da bir o kadar gerçektir. AKP’nin kadın düşmanı yasa yapma, kadın hareketine veya öznelerine saldırma, çocuk istismarını meşrulaştırma, cins özgürlüğünü kısıtlama, kadın katillerini ödüllendirme gibi açık saldırılarına karşı hızlı refleks veren ve direnişe geçen, İstanbul Sözleşmesi ve çocuk tecavüzcülerine af öngören yasa taslağında olduğu gibi, ülke gündemini belirleyen politik gücünü; kendi gündemini belirleme konusunda gösteremeyişi temel handikaplarından biridir.

AKP’ye karşı kazanılan her çarpışmanın bitmediği, daha büyük bir karşı saldırıyı beraberinde getireceğini ve daha bütünlüklü bir mücadele hazırlığını görmezden gelme hali; kadın direnişini dönemsel yükseliş, kadın öfkesini tek tek kadın cinayetleri ile sınırlandırma, AKP’nin saldırılarına karşı yasal kazanımları koruma hattı çiziyor. Kadın emeğinin, bedeninin ve cinselliğinin sömürülmesinin temel nedeninin erkek egemen kapitalist sistem olduğu gerçeği ve faşizmin bu temeli ayakta tutmak için var olduğu bilinci giderek silikleşiyor. Mücadelenin politik perspektifinin ve kadın kitlelerinin bilinci bu darlıkla şekillenince çocuk tecavüzcülerine af getiren yasayı Meclis’ten geçirmeyen kadın gücünün ve İstanbul Sözleşmesi’nde AKP’ye geri adım attıran kadın iradesinin; kadın cinayetlerinin, çocuk tecavüzlerinin önlenmesinde hareketi ileri taşıma öngörüsü eksik kalıyor. Şovenizmin kadın özgürlük mücadelesinin üstünde oluşturduğu sis perdesi, sömürgeciliğin suçlarına karşı harekete geçmenin önünde örtük bir bariyer oluşturuyor. HDP’li milletvekillerinin, belediye, il ve ilçe eşbaşkanlarının tutuklanması; AKP’nin kadınların siyasette özne oluşuna saldırı olarak okunmadığı için kadın hareketinin dayanışmacı olarak ilişkilendiği gündemler haline geliyor. AKP’nin Kuzey Kürdistan’daki kadın düşmanlığını, Kürt halkına yönelik saldırısının bir parçası olarak görmeyen sosyal şoven anlayışla kopuşun yaşanmadığı, Kürt kadınlarına yönelik saldırılara “savaş koşulları” algısı ile yaklaşıldığı her durumda kadın özgürlük mücadelesinin eşitsiz gelişimi ve parçalılığı en büyük handikabımız olacaktır. Örneğin “Sözleşmeyi uygula” diyen kadın kitlelerini, İpek Er’i ölüme sürükleyen tecavüzcü katil Musa Orhan’ın tutuklanması için sokağa çıkartmakta atıl kalıyoruz. Ya da tüm bu saldırıların kaynağının AKP-MHP faşizminin kendisi olduğu gerçeğinden hareketle kadın kitlelerini antifaşist mücadele etrafında birleştirme politikasından yoksun kalıyoruz. Kazanımlarını savunma görüş açısı, bu kazanımları korumanın ve daha fazlasını söküp almanın yolunun karşı saldırıda olduğu gerçeğini öteliyor.

Her gün 5 kadının katledilmesi, tek tek adalet arayan her bir kadında kitlesel cins öfkemizin harekete geçmesine neden oluyor. Bu durum kadın katillerinin erkek yargı eliyle ödüllendirildiği tek tek davalara karşı verilen mücadeleye rağmen kadınların öfkesini bütünlüklü kadın adaleti mücadelesinin etrafında birleştirme politikasından yoksunluğa dönüşüyor. Bu handikap kadın hareketinin kendi gündemini yaratmaktan ziyade AKP’nin güncel saldırılarına karşı koyma perspektifinin en yalın sonucudur. Sürekli propaganda edilen “kazanımlarımızı koruma, kazanımlarımızdan vazgeçmeme” politikası, faşizmin karşısında hiçbir kazanım ve hakkın güvence altında olmadığı, korunamayacağı ve kazanılan mevzinin dönemsel olduğu gerçeğinin üstünü örtüyor.

Kadın kitlelerinin dinamizmini, cins öfkesini arkalayan esnek ve yaygın mücadele araç ve biçimleri ile kitleselliği yakalayan kadın hareketi; bu öfkeyi örgütlü bir güce dönüştürme öngörüsü ve iddiasından uzak hareket ediyor. Kadın kitlelerine örgütsüzlüğün propaganda edildiği erkek egemen sistemde kadın dayanışmasının gücünü her gün deneyimlediğimizi düşündüğümüzde örgütlülüğün en büyük kadın dayanışması olduğu gerçeğini göz ardı edemeyiz elbette. Değişik form ve biçimlerde, yerel veya merkezi, örgütsel modelleri kadın kitlelerinin önüne seçenek olarak koymak önemli. Tek tek gündemlerde yan yana gelme çağrısı yapılan kadınlara, erkek egemen siteme karşı mücadelede cins özgürlüğü için örgütlenme çağrısı yapmamak veya bunun öncülüğüne girişmemek; kadın kitlelerine öncülük yapmadaki iddiasızlığın bir sonucu değil de nedir?

AKP’nin güncel saldırılarına karşı koruduğumuz kazanımlarımız, biriktirdiğimiz mücadele deneyimlerimiz, gelişen özgüvenimiz, kadın kitlelerinin bilinci ve dinamizmi; tarihsel hazinemize ekleniyor. Ama bu zenginliği, büyüyen cins öfkesini ve isyanını; daha bütünlüklü bir mücadele perspektifine maya yapmak gibi bir sorumluluğumuz var.

Özgürlüğümüz için saldırı zamanı

Kadın kitlelerini harekete geçirmek önemli olduğu kadar “Kadın kitlelerini ne için harekete geçireceğiz?” sorusuna verilecek cevap da bir o kadar önemli. Kadın özgürlük mücadelesini daha ileriye taşıyacak olan taleplerin içeriği aynı zamanda hareketin içeriğini de belirler. Örneğin erkek şiddetine karşı kadın özsavunmasının yaygınlaştığı, eşbaşkanlık sistemi ile yönetme işinin erkek tekelinden çıkarıldığı, cinsel özgürlük üzerindeki baskıya karşı refleksin ve LGBTİ+ hareketinin meşruluk zeminin arttığı bu koşullarda; özsavunma hakkının meşruluğunun yasada yer almasını, özsavunma hakkını kullanan kadınların tutuklanmaması, homofobi, transfobi ve biofobinin ağır cezalarının oluşması için mücadele etmek önemli. İktidarın yapısı ve yönetme işinin cins özgürlükçü bir bakış açısı ile düzenlenmesi tutarlı demokratik görüş açısının gereğidir, kadın hareketine yeni perspektifler açar, iddialı hedeflere yöneltir, mücadele kararlılığına güç verir.

Kitlelerin bilincinin gelişmesinde sistematik politik mücadele kadar politik mücadelenin içeriği, iddiası ve amacı da önemlidir. AKP’nin erkek egemen kadın politikasının özünün faşizmin kadın düşmanlığından beslendiğini tarif ettiğimiz durumda kadın özgürlük mücadelesinin kapsamı tek tek güncel saldırılar olduğu kadar kadın özgürlüğü için faşizmin yenilgisinin hedeflenmesinin de zorunlu olduğu hakikati anlaşılır. Şu ya da bu güncel saldırının faşizme geri adım attırdığı gerçeğinden hareketle geri adım attırmayla yetinmeyip faşizmi yenme saldırısına geçme görevi mücadelenin güncelliği ile birleşir. Kadın katliamlarının, emek ve beden sömürüsünün, kadın yoksulluğunun, nefret ve homofobik saldırıların sorumlusu AKP-MHP faşizmi; kadın kitlelerinin öfkesinin ve isyanın somut hedefi haline getirilmelidir. Kadın hareketi uzun zamandır cins özgürlüğü talebi ile değişik biçimlerde sistematik mücadele yürütüyor. Bu mücadelenin faşizmi yenme kararlılığına evrilmesinin önemli bir yolu kadın özgürlük mücadelesini toplumsal mücadele gündemleri ile ilişkilendirmektir. Örneğin İstanbul Sözleşmesi’ne sahip çıkmak için sokağa dökülen kadın kitlelerini AKP’nin savaş ve işgal politikaları için de sokağa çıkartabilmeli, faşizmin saldırgan politikalarının kadın özgürlük mücadelesi ile ilişkisini ajitasyon ve propaganda faaliyetinin konusu haline getirmeliyiz. AKP’nin kadın düşmanlığı ve güncel saldırıları ile sınırlandırılan bir mücadelenin iddiasının da cüretinin de eksik kalacağı ortadadır. Elbette faşizmin yenilgisi tek başına erkek egemen sistemin yıkıldığı veya kadın sömürüsünün ortadan kalktığı anlamına gelmez ama erkek egemenliğinin bu en önemli siyasi dayanağının yıkılması ve politik özgürlüğün kazanılması milyonlarca kadının bilinç ve örgütlenmesinin, etkinleşmesinin önünü açar, kadın özgürleşmesine muazzam bir itilim sağlar. Bu aynı zamanda kadınların cins özgürlük sorununun bütün ezilenlerin genel politik özgürlük sorununun temel bir bileşeni olduğu bilincinin geliştirilmesidir. Bu nedenle tek tek kadın bedeni, cinselliği, emeği vb. gibi saldırılara karşı özgürlüğümüzü kazanmamızın yolunun nasıl olacağı ile ilgili sorunun cevabını verir bize.

Sorunun özünün tarif etmek kadar bunu bilince dönüştürmekte politikanın güncel görevleri arasındadır. Kadın kitlelerine hitap eden ajitasyon ve propagandanın bu güncel görevle ilişkisinin kurulması gerekmektedir. Slogandan eylem biçimine, sözün içeriğinden kitle motivasyonuna kadar her politik adım bu bilincin oluşması için atılmalıdır. Örneğin kazanımlarımızı savunma görüş açısını “Kazanımlarımızın korunması için faşizmi yenme” görüş açısı ile birleştirilmesi gerekmektedir. Ya da kadın katliamlarının son bulması için erkek egemen sistemin ve onun en büyük dayanağı olan, erkeklere cesaret veren ve cezasızlıkla ödüllendiren faşist rejimin yıkılması gerektiği anlatılmalıdır. Özsavunma hakkını kullanan kadınlar için adalet talebi, onları erkek yargının ve faşizmin zindanlarından koparıp alma cesareti ve iradesi ile bütünleşmelidir. Sokağa yapılan çağrı, “savunma, koruma, sahip çıkma” tarzında değil “geçit vermeme, geri adım attırma, yenme, yürüme, dur deme” kararlılığı ve cüretini açığa çıkarma perspektifi ile yapılmalıdır. Bu durum hem kadın kitlelerinin öfkesinin odağına AKP’nin politik İslamcı faşist rejimini koyma hem de onu yenmeye yönelik hareket kabiliyetini ve potansiyelini açığa çıkarma zemini sunar. Emperyalist küreselleşme ile birlikte erkek egemen sistemin saldırılarının ve kadın düşmanlığının küresel bir boyut kazandığı, aynı zamanda kadınların toplumsal ve siyasal mücadelede başlı başına bir özne olarak yer aldığı bu yüzyılda; bu zemin her zamankinden daha güçlü. Üstelik dünyanın her yerinde olduğu gibi Türkiye’de de kadın kitleleri “kadın dayanışmasını büyütmek, sokakları doldurmak, her yerde olmak” gibi politik aşamaları çoktan geçti. Toplumsal yaşamda olduğu kadar toplumsal mücadelede de en dinamik özne olduğunu; emeğinin, bedeninin ve cinselliğinin sömürüldüğü bu düzeni hayattan elini çektiği an yıkacak gücü olduğunu, sokağı doldurduğunda faşizmin geri adım attığı bir gerçeklik olduğunu sayısız mücadele örneğinde gösterdi. Şimdi bu gücün ve kararlılığın; kendini bulma ve gücünü görme ve gösterme aşamasından bir adım ileri sıçratılması ve özgürlüğünün önündeki engelleri ortadan kaldırma basamağına geçmesinin zamanıdır.

Kuşkusuz bunun yolu fiili meşru mücadele biçimlerinden esnek araç ve biçimlere kadar geniş bir yelpazede eylem yapabilmekten geçiyor. Kadın hareketi esnek araç ve biçimlerde sözünü söyleme, taleplerini dile getirme ve kadın iradesini açığa çıkartmakta oldukça zengin bir deneyime sahip. Aynı zamanda kadın özgürlük mücadelesinin toplumsal mücadele ile birleştirilmesinde de güçlü bir tarihsel mirası var. Savaş ve işgale karşı ortak platformlardan eylem birlikteliklerine kadar bir dizi ortak mücadele deneyimi ile savaşın, işgalin ve Kürt sorunundaki sömürgeci politikaların kadın sömürüsüne etkisini okuma ve bunu politik mücadelenin konusu haline getirme pratiğine sahiptir. Tüm bu deneyime havaalanı işgalinden Kürdistan’da sömürgeciliğin savaş suçu işlediği alanlara yürüyüş, kent meydanlarının zapt edilmesinden yasaklı alanların özgürleştirilmesine kadar geniş fiili meşru mücadele pratikleri ile ulaşmıştır. Bugün yaslanması ve güç alması gereken hat tam da budur.

Faşizmin kadın düşmanı saldırılarının özünün Kürt, Alevi, sosyalist, feminist, yurtsever, örgütlü ve örgütsüz tüm kadınlara yönelik olduğunu görmek ama aradaki özgün farkları da silikleştirmeden mücadele sözümüzü ve hattımızı ortaklaştırmak zorundayız. Biriktirdiğimiz eylem birliği deneyimine yaslanarak faşizme karşı antifaşist kadın cephesi oluşturma iradesini ortaya koymalıyız. AKP-MHP faşizminin tek tek saldırılarına karşı mücadele ile sınırlamamalı, savaş, yoksulluk, cinsel özgürlük, kadın cinayetleri gibi her türlü gündemle faşizmi yıkma, yenme perspektifi ile ilişkilenmeliyiz. Bunu yapmanın yolu her gündemde sözümüzü ve hareket gücümüzü ortaklaştırmak değil antifaşist mücadele cephesi gibi birleşik bir araç ile iddiamızı ve irademizi ortaklaştırmaktan geçiyor. Kadın kitlelerine güven veren ve kadın öfkesini gerçek bir yıkıcı güce dönüştürecek olan şey; antifaşist mücadelede öncü çıkış ve irade birliği oluşturmaktır.

Aleyna Çakır’ın katilini serbest bırakan AKP faşizminin tecavüzcü katil Musa Orhan’ı da koruduğunu bilerek ama Musa Orhan’ın uzman çavuş olarak sömürgeciliğin kirli politikalarının temeli olduğunu da söylemeliyiz. İstanbul Sözleşmesi’nin tasfiyesinin kadın kazanımlarına saldırı olduğunu görüp Kürdistan’da kayyumun kapattığı kadın kurumları ile bağını kurmalıyız. Kadın kitlelerinde faşizmin kadın hareketini ve kadın kitlelerini bölen ırkçı, şoven, dinci söylemlerine karşı kadın kimliğimizi öne çıkarırken diğer taraftan da ezilen ulusun ve inançların kadınlarına yönelik faşist politikalarının ayırt edici yanlarını mücadele konusu yapmalıyız. Bunu yaparken de kadın dayanışmasına yaslanmalı, kadın cinsinin kolektif öfkesini kuşanmalı ve kadın kitlelerini harekete geçirmeyi hedeflemeliyiz ama yalnızca dayanışmak, savunmak ve varız demek için değil. Faşizmi yenmek ve özgürlüğümüzü kazanmak için de bunu yapmalıyız.

Tüm bunları yapacak kadın öfkesi yaşamın her alanında mayalanmış, kadın iradesi tarihin değişik aşamalarında sınanmış ve AKP-MHP faşizmine geri adım attırmışken şimdi tek yapmamız gereken kendimize ve hem cinslerimize güvenmektir. Yetinmeyip daha fazlasını istemek ve AKP faşizmini tarihin çöplüğüne göndermektir.

Marksist Teori

Yaygın Süreli Yayın
Varyos Gazete Dergi adına Yazı İşleri Müdürü: Tülin Gür
Posta Çeki Hesap No: Varyos Gazete Dergi 17629956
Türkiye İş Bankası IBAN: TR 83 0006 0011 1220 4668 71

Bize Ulaşın

Yönetim Yeri: Aksaray Mah. Müezzin Sok. İlhan Apt. No: 12/1 D:7 Fatih/İSTANBUL
Tel: (0212) 529 15 94  Faks: (0212) 529 06 75
Web Sitesi: www.marksistteori5.org
E-posta: info@marksistteori.org
Twitter: @mt_dergi