Faşist şeflik, mali bir sömürge olma gerçeğiyle Türkiye kapitalizminin krizi atlatabilmesi ve sermaye birikimini sürdürmesinin yolunu emek gücü sömürüsünün her türünün daha da ağırlaştırılacağı, işçi sınıfının haklarının daha çok gasp edilerek güvencesizliğin geliştirileceği yöntemlerde görüyor. Kriz ve pandemi gerekçesiyle çıkarılan yasalar işçi sınıfı için tam bir baskı, ağır sömürü ve tehdit aracına dönüştürülmüş durumda. Halihazırda Türk burjuvazisinin sınıfsal eğilimi ve faşist şefin politikası işçi sınıfının örgütlülüğünün her türüne karşı çıkmaktır, bu durum sermaye için en avantajlı yoldur.
Bu nedenle de başta sendikalaşma hareketini engellemek, engellenemediği yerde işbirlikçi-devletçi sendikalarla çalışmak, sendikaları çürüten bürokratikliği ve ağalığı desteklemek, egemen ideolojinin hegemonyasının mayası şovenizm zehrini işçiler arasında yaymak diktatör Erdoğan ve Türk burjuvazisinin politikasıdır. Bunların sonucu olarak “kötürümleştirilmiş” ve “kirletilmiş” bir sendikacılık gerçeğiyle karşı karşıyayız.
Sendikalaşma oranın düşük olması, işçi sınıfının örgütsüzlüğü, Türk burjuvazisinin küçük-büyük her tabakasının hedefidir.
İşin güvencesizleştirilmesi, esnek çalışma biçimlerinin süreklileştirilmesi, mutlak emek sömürüsünü geliştirecek çalışma yasalarının bu amaçla düzenlenmesi diktatörün de burjuvazinin de güncel hedefidir. Başta ekonominin temel sektörleri olan tekstil ve inşaat, turizm ile büro merkezli hizmet sektörleri bu sayılan esnekleştirme/kuralsızlaştırmanın en çıplak biçimde gerçekleştiği alanlardır. Bu alanlar aynı zamanda sendikalaşma düzeyinin en düşük olduğu iş kollarıdır. Bu iş kollarında taşeron çalışmanın yaygınlığı, İş Kanunu’nun buna uygun düzenlenmiş olması, sendika mücadelelerinin başarısızlığı, hâkim sendikaların işbirlikçi tutumları bu zayıflıkta etkili olmaktadır. Bu sektörlerin hem yoğun emek sömürüsüne dayanması hem de işlerin sürek(siz)liliği ya da belli bir düzeyde kalifiye iş olması-olmaması, devlet baskısı da sendikalaşmayı olumsuz etkilemektedir.
Bu iş kollarında sendikalaşma eğilimi gelişiyor. Fiili kazanımlarla yaratılan örgütlülükler, işbirlikçi sendikaların patronlarca işyerlerine davet edilmesi, işçileri kontrol altında tutmak için sendikaların tetikçiliğinin devreye sokulması gibi saldırılarla karşı karşıya kalmaktadır. Ancak daha kurallı çalışma ilişkileri olan ve bu anlamıyla sendikal örgütlenmenin daha gelişkin olduğu alanlar olan metal, petrol, kâğıt-ambalaj gibi alanlarda bile sendikalaşmayı önleyici tedbirler kendini gösterir. Mesela işçi sınıfı örgütlülüğünün en gelişkin yerlerden birisi olan Gebze’de metal sektöründe örgütlü üç farklı sendikanın üyeleri çeşitli gerekçelerle işten atıldılar ve direnişe başladılar. Baldur Süspansiyon işçileri, Türk Metal Sendikası’ndan DİSK’e bağlı Birleşik Metal İş Sendikası’na geçtikleri için işten atıldılar ve direnişe başladılar. Türk Metal Sendikası’na bağlı Onat Alüminyum işçileri ve Hak-İş’e bağlı FZK Mühendislik işçilerinin tamamı patrondan izinsiz sendikaya üye oldukları için işten atıldılar. Sırayla dönem içindeki uygulamalar olan ücretsiz izin dayatması, “ayıplı mal üretilmesi” bahane edilerek, mesaiye kalmak istememeleri nedeniyle işçiler bu üç farklı sendikaya bağlı olmalarına rağmen işten atıldılar. Bu Türk burjuvazisinin tarihsel bir eğilimini yansıtması bakımından çarpıcı bir örnektir.
Pandemi ve Kriz Koşullarının Etkisi
İşçi sınıfının örgütlülüğünü engelleme çabalarına her dönem yeni uygulamalarla yeni engeller çıkmaktadır. İktidar, işten çıkarmaları yasaklayan düzenleme ile “ücretsiz izin” uygulamasını Nisan 2020’de aynı anda devreye soktu. “Ücretsiz izin” ile işten atılan emekçilere verilecek olan “işsizlik ödeneği”nin de işsizlik fonunda biriken paralar ile ödenmesi kararlaştırıldı. Bu uygulamayla patronlar kollanırken günlük 39 lirayla emekçiler sefalete mahkûm edildi.
Ayrıca işçinin sigortasını da patronun yatırma yükümlülüğünü kaldıran bir uygulama devreye sokuldu. 4857 sayılı İş Kanunu’na eklenen geçici 10. madde ile patronlar işçileri tamamen ya da kısmen ücretsiz izne çıkarabilme hakkı elde etti. Bu ücretsiz izin için patronun, kimsenin onayına ya da denetimine de ihtiyacı yok. Ellerinde işçilere karşı envai çeşit silahı olan sermayedarlar bu anlamıyla ekstra yeni denetim araçları elde etmiş oldu. Sermayenin koruyucusu olan faşist şeflik eliyle de sürekli bu maddenin kullanım süresi uzatılarak bugüne gelindi. Ayrıca Haziran 2021’e kadar uzatacağına kesin gözüyle bakabiliriz.
İşçi, yasa bakımından ücretsiz izni kabul etmeme hakkına sahip değil. Eğer işçi, süreli ya da süresiz ücretsiz izni kabul etmezse kıdem tazminatını kaybediyor. Yine aynı şekilde ücretsiz izin döneminde başka bir yerde sigortalı çalışmak isterse yine tazminat, sigorta ve diğer haklarını kaybediyor.
Sendikal örgütlenme eksenli eylemlerin son bir yılda artmasında örgütlülüğü tasfiye etme ya da sınırlandırmanın temel aracı olarak kullanılan ücretsiz izin dayatmasına ve buna bağlı olarak işten çıkarmalara tepkinin rol oynadığı söylenebilir. Hem sendikalaşmaya bağlı yaşanan direnişlerin hem de ücretlerin düşürülmesi, çalışma koşullarının ağırlaştırılmasına itiraz olduğunda işçi işten atılırken gerekçe ücretsiz izin uygulamasıdır. Ücretsiz izin uygulamasının getirdiği sonuçlara baktığımızda, işyerinde sendikalaşma faaliyetine girildiğinde ya da patronların istemediği bir sendika olduğunda ücretsiz izin silahı devreye sokuluyor. Başta öncü işçiler ücretsiz izne çıkarılıyor. Yine aynı şekilde herhangi bir örgütlenme durumu olmasa dahi patronlar kıdem tazminatı başta olmak üzere bazı yüklerden kurtulmak için işçileri ücretsiz izne çıkartabiliyor. Dönemin öne çıkan ve kazanımla sonuçlanan Sinbo işçileri ve halen süren Lögel Makine, Baldur Süspansiyon, HSK Systemir, Özek Metal işçileri olmak üzere 2020 yılının öne çıkan direnişlerinin önemli bir kısmının nedeni sendikalaşma ya da sendika değiştirme nedeniyle işten atma gerekçesi olan ücretsiz izin uygulanmasına karşı verilen mücadeledir.
Bu anlamıyla 2020 yılında ücretsiz izin gerekçe gösterilerek işten atma nedeniyle Nisan ayından bu yana her ay ortalama 10 işçi direnişi, grev ve eyleminin gerçekleştiği görülüyor. Genel olarak metal işçilerinin belli merkezlerde kitlesel direniş ve eylemleri olurken yeni yeni alanlarda da maden, petrol ve yazdan itibaren market-kafe-restoran işçilerinin de direniş ve eylemleri bu yılın görünen yönleriydi. 2020 yılında toplamda 120’den fazla işçi direnişi, eylemi ve grevi yaşanmıştır. Bu sayılarla direnişlerin sayısal olarak çok büyük farklılık olmasa da kamuoyundaki etkisi bakımından önceki yıllardan daha gelişkin olduğu söylenebilir. İkincisi bağımsız sendikaların direniş ve eylemlerinin daha görünür olduğu bir yıl yaşandı.
Sendikalaşmaya Keyfi/Sahte Gerekçe Göstererek Saldırı
Patronların sendikaları tanımama yaklaşımı pandemi dönemindeki bir başka düzenleme ile de sürdü. 4857 sayılı İş Kanunu’nun 25/2. maddesindeki Kod29 adlandırılan “ahlak ve iyi niyet kurallarına uymayana haller” işçileri baskı altında tutmanın, işçilerin kıdem ve bütün birikimlerine patronun el koymasının aracı haline getirildi. Bu maddeden atılan işçinin sigortalı iş bulması oldukça zor olduğu gibi faşist hukuk mekanizmalarına başvurular ise hiçbir şekilde dikkate alınmıyor. Bu uygulamaya ek olarak “işe zarar verme, ayıplı mal üretme, ayıplı malların iadesi” gibi gerekçelerle tazminatsız işten atmaların dönem bakımından sendikalaşmanın önündeki engellerden birisi olarak uygulanmasıdır. Gebze’de Türk Metal Sendikası’na üye olmasına rağmen Lögel Makine’de patron, tüm sendikalaşan işçileri bu gerekçeye dayanarak işten attı, işçiler buna karşı direnişe geçti. Sendika yetki belgesi gelmesine karşın bu sefer de sendikalı işçilere karşı ücretsiz izin silahı kullanıldı, direniş hala sürüyor. Bu uygulamalar doğrudan faşist rejimin yasalarının sermayeye verdiği olanakla mümkün oldu.
Sermaye ve faşist diktatörlüğün saldırılarına karşı işçilerin direnişi ve öfkesi ise bu gerçekliğin diğer yüzü olarak kendini gösteriyor. Özel olarak sendikalaşma mücadelesinden ücretlerin ödenmemesine, ücretsiz izin fırsatçılığından uzun çalışma koşullarına, işten atmalardan mobbinge kadar bir dizi saldırıya karşı yükselen işçi direnişleri ve eylemleri bir şekilde devam ediyor. Faşist şefliğin başta kıdem tazminatı olmak üzere bütçe, asgari ücret vb. ile ilgili yasa çalışmalarına karşı eylemler, fiili grevler de yaşandı. Bu direnişler işçilerin nispeten örgütlü olduğu metal ve petrol alanlarındaki sendikaların öncülüğünde fabrikalarda, organize sanayi havzalarında, serbest sanayi bölgelerinde gerçekleşti.
Direnişin Yoğunlaştığı İş Kolları ve Süreleri
2018’den bugüne en çok eylem metal sektöründe gerçekleşiyor. 2020 yılında Gebze merkezli olmak üzere Çorum, Manisa, Bursa, İstanbul metal işçilerinin yüzlerce işyerinde direniş, grev ve eylem örgütlediği görülüyor.
2020’nin başındaki metal eylemleri ve mitingleri ile başlayan yıl, Gebze merkezli birçok işyerindeki eylemle bitti. Zaten sendikalarda da direniş ve eylem örgütleyenlere bakıldığında metal sendikaları ön plandadır. Metal alanını takiben inşaat ve hizmet iş kolunu sayabiliriz. Özel olarak inşaat alanında -Galataport, Akkuyu, şehir hastaneleri, Mardin Etibank demiryolu inşaatı vb.- sendika olmaksızın direniş ve eylemler gerçekleşti. Bu ikisini takiben de taşeron işçilerin yoğun olarak çalıştığı hizmet iş kolunda turizm, hastane, genel temizlik işçileri ve belediye işçileri gelmektedir. Bu üç sektörün işçi sınıfı eylemlerindeki yeri 2015’ten beri değişmiyor. Hep en öndeler. Son dönemde bu sektörlere maden işçilerinin eylemlerini de eklemek gerekir.
İnşaat işçilerinin direniş ve eylemlerini diğerlerinden ayıran en temel özellikse kısa süreli direniş, fiili grevler şeklinde gerçekleşmesi oluyor. En hızlı sonuçlanan direnişler de inşaat alanında oluyor. Aynı şekilde işgalin, fiili grevin, boykotun çoğu da yine bu sahada gerçekleşiyor. Bunda direnişlerin doğrudan sonuç almaya odaklanması, kısa sürede sonuçlanma baskısı, çelişkinin her türünün en şiddetli biçimde yaşanması -göçmen işçilerin kayıt dışı çalıştırılması, konteynırlarda üst üste yaşanılması, hiçbir insanca koşulun oluşturulmadan iş baskısına göre yaşam ve dinlenmenin düzenlenmesi gibi- fiili eylem biçimlerinin ve doğrudan işgal gibi eylem biçimlerinin direnişlerdeki etkisini vurgulamak mümkün.
2015’ten itibaren her yıl işyeri temelli eylemlerde hem eylem sayısı hem de katılan işçi sayısının düzenli bir artış olduğu görülüyor. Daha dikkat çekici olan ise sendikasız/kurumsuz olan, bir kurumun örgütlemediği işçi eylemleri de yüzde 33’lik bir dilim ile yüksek oran oluşturuyor.
Direnişlerin yarısından çoğu bir gün ya da daha az sürüyor. Fiili grevler için de aynı durum geçerli. Fiili grevlerde hızlı bir şekilde kazanım elde edilmesi kadar çoğu zaman sonuçsuz kalan durumlar da yaşanıyor. Kalıcı direniş ise daha çok örgütlü olan bir eylem türü. Parasız kalmak, direnişi kararlı bir biçimde sürdürecek inatta olmanız, arkanızda bir örgüt ya da sendika vb. desteği olması da gerekiyor. O yüzden bu tür direnişler daha az gerçekleşiyor, ancak kamuoyuna yansıması fazla olduğu için daha görünür oluyor. Fiili direniş ve grevler ise özellikle en güvencesiz alan olan başta inşaat olmak üzere sendikalılığın az olduğu alanlarda oluyor. Son dönem İnşaat-iş ve Dev-yapı iş sendikalarının direniş örnekleri sıkça yaşandı. Bu direnişlerin başarısında, 3.havalimanı işçi direnişinde olduğu gibi, işçilerin direniş sırasında birlikteliği en önemli rolü oynuyor.
Bağımsız Sendika Eksenli Direnişler
Burada sendikalaşma eksenli direnişi tartışırken özellikle son dönem bağımsız sendikaların merkezinde olduğu direniş ve eylemler çok net biçimde öne çıktı. SİNBO işçilerinin TOMİS’de, Soma-Ermenek maden direnişlerinin Bağımsız Maden- İş Sendikası’nda, PTT’nin Bursa-İstanbul-İzmir merkezlerindeki direnişçi işçilerin Ptt-Sen’de örgütlü olduğu görülüyor.
Sendikaların içinde bulunduğu tıkanma ve krizi tam bu direnişler zemininde tartışmak gerekir. Sendikaların iyiden iyiye sararması, sararmayanların ise bürokratikleşmesi ve bugünün üretim ilişkilerine, yaşam biçimlerine denk düşmeyen örgütlenme ve mücadele biçimleri bu kriz ve tıkanmanın kaynağıdır. Sendikaların özellikle de hâkim sendikaların ve konfederasyonların bu kadar krize, işten atmaya rağmen ölü taklidi yapmalarına, bunca azgın sömürü ve hak gaspına karşın tepkisizliği bu çürümenin görünen yüzüdür. Özellikle birçok işkolunda örgütlenmenin önündeki engel durumuna dönmüş bir sendika gerçeği var. Aynı şekilde sendikaların önemli bir kısmı devlet işletmeleri ve çok eskiden patronlarca davetle yerleştikleri işyerlerinde örgütlüdürler. Sadece son dönem CHP belediyelerindeki Hak-iş eksenli sendikalardan Türk-iş ve DİSK’e geçişler ile kamu işçileri ve kamu taşeronlarının yasayla kamuya geçmeleri sonrasında Hak-İş’in mucizevi örgütlenme hikâyeleri buna örnektir.
2013 yılından bugüne bağımsız sendikaların sayısında çok hızlı bir artış yaşanmıştır. Ocak 2013’te 24 bağımsız sendika varken Ocak 2019’da bu rakam 97’ye çıkmış, son bir yılda ise bu rakam 120’ye dayanmıştır. Resmi başvuru ve onayları henüz tamamlanmadığı için yuvarlak bir rakam verilse de bağımsız sendika kurma eğilimin somut olduğu görülüyor. Bu artış, hâkim konfederasyon ve sendikaların içinde bulunduğu duruma ve yaşadıkları krize, çözülmeye karşı bir örgütlenme ve arayış çabası olarak okunmalıdır.
Belirli bir direniş ve somut olumlu sonuç elde etmiş işçilerin, öncülerin ve sendikal örgütlenmelerin son dönemde ortaya çıkan çeşitli direniş ve eylemlere öncülük etmeye başladığı görülüyor. Kamuoyuna mal olsun olmasın başarılı direnişler başka direnişlere örnek oluyor, öncülük yapıyor. Soma ve Ermenek maden işçilerinin 4-5 yıldır süren tazminat ve birikmişlerinin ödenmemesi üzerine Sosyal Haklar Derneği ve Umut-Sen öncülüğündeki direnişleri tam buna örnek durum yaratmıştır. İşçilerin eylem, direniş ve Ankara yürüyüşünün yarattığı kamuoyu etkisi dönemin en öne çıkanlarından biridir. Ankara Yürüyüşü ısrarı sonrasındaki yapılan görüşmelerle her türden birikmişin en azından Soma’da alınması, Ermenek’te ise ödeneceğinin taahhüt edilmesi başarılı bir direniş olarak öne çıkan bir örnektir. Bu iki direnişi örgütleyenlerin yine kıdem-ihbar tazminatı ve kimi hakları gasp edilmiş olan Bimeks işçileri ve Atlasjetzedelerin eylem ve direnişinin de temel bir bileşeni, öncüsü olmasının istenmiş olması meselenin somut zeminde tartışılmasını gerektiriyor.
Aynı zamanda anın ve önümüzdeki dönemin sendikal mücadele, eylem ve direniş hattı-araçları ve biçimleri bakımından da tartışılmayı hak ediyor. Öne çıkan iki nokta bu alanda mücadele yürütenler için temel durumundadır. Birincisi, özellikle Soma ve Ermenek örneğinde işçilerin iş ve yaşam alanında üslenmek. AKP-MHP tabanının güçlü olduğu ve hatta hâkim olduğu bu iki alanda işçi direnişinin hem yerel halk tarafından sahiplenilmesi hem de direnişin etkisi, sınıf çalışması açısından öğretici bir yandır.
Uzun süren bir hazırlık süreci olsa da mücadelenin öznelerini yaratmak için dernek, işçi komiteleri ve meclisler kurmak, buradan kadrolar yaratmak, hâkim konfederasyonların patron-devlet iş birliğini aşmak için bir bağımsız maden sendikasını kurmak. Kitleyi sürece hazırlamak ve birçok kişinin doğal ilişki içinde öncü biçimde konumlanmasını sağlamak için İvrindi-Havran, Kınık, Soma gibi işçilerin yaşam merkezlerinde komiteler, meclisler kurarak tartışmak, tartıştırmak. Oradaki kadrolaşmayla birlikte sendikal örgütlenme ve mücadele ile yereldeki kadrolaşmayı örgütlemek.
İkincisi hak almaya odaklanarak patron-devlet-hukuk üçgenin tamamına karşı bir direniş stratejisinin kurulması. Bu anlamıyla işçilerin hakkının gasp edilmesini bir patrondan, devlet koruyuculuğuna çekerek faşist devleti hedef haline getirdiler. Özel olarak patron ve onun faşist devletinin buradaki temsilcileri direnişi örgütleyenleri sosyalistlikleri, Kürt meselesindeki tutumlarıyla suçladırlar, bu anlamıyla da sınadılar. Tersten bir meşruiyeti örgütledi bu sınama. Bu iki halka sürecin, her bakımdan kararlılık ve sabırla birlikte yürütülmesiyle olumlu sonuçlandı. Belirgin olarak neredeyse tüm kamuoyunda gerçek karşılık üretti. Yerelleşmek, alanında kadrolaşmak, sermaye düzeninin hukuki-politik muhtevasını ıskalamamak, kitle direnişini demokratik zeminleri olan komite ve meclisler eliyle genele mal etmek, bu iki direnişin bu kadar başarıya ulaşmasının nedenleriydi.
İşte bu başarı uzun süredir hakları için çeşitli yol ve yöntemler deneyen Bimeks ve Atlasjet işçilerini de kendisiyle buluşturdu, Soma ve Ermenek’i örgütleyen öncülerle birlikte direnişi örgütlemeye başladılar. Hâkim konfederasyonlar ve sendikal anlayışın eleştirisi olarak okunabilecek ve bağımsız sendikaların sayısının artışındaki nedenleri de anlamamızı sağlayacak bir durum yarattı.
Aynı şekilde hakları gasp edilen işçilerin arayış çabası ve isteğinin de somut karşılığı olması bakımından da işçi sınıfı mücadelesi yürütenlere sorular üretti. Bütün bunlar içinde sosyalistlere temelden de görevlerini hatırlatması bakımından kimi sorular ve cevaplar ürettiğini de ferahça söyleyebiliriz. Mülteciler, işsizler, kent emekçileri, kâğıt toplayıcılar, mevsimlik tarım işçileri başta olmak üzere işçi sınıfı bölüklerinin örgütlenmesi hâkim sendikal örgütlenme ve anlayışlarıyla yapılamayacağı net bir biçimde görülüyor. Sadece son birkaç ayda kurulan PTT işçileri, Kent Emekçileri Sendikası, Bağımsız Emek Sendikası, TEHİS (Turizm-Eğlence-Hizmet İşçileri Sendikası) gibi sendikalar bu duruma uygun düşen arayışlardır. Aynı şekilde sadece sendika biçimleri olarak değil işçi örgütlülüğü için kimi dernek ve platformlar da dönem içinde etkili olabilecek araçlar olduğunu gösterdi. Patronların Ensesindeyiz Platformu, Emeğin Gücü, Ekmek ve Onur Derneği ilk akla gelen yapılardır. Bütün bu sayılan sendika ve dernekler, platformların; klasik kapı önü direnişi ya da alanı-meydanı tutarak direniş örgütlemekten daha çok fiilli biçimler, her yeri direniş alanına çevirme gibi hem klasik hem de yeni tarzlar açığa çıkardıklarını görmekteyiz.
Direnişler bize ne söylüyor?
Pandemi ve kriz iki şeyi somut olarak ortaya çıkarıyor; birincisi işsizlik, geleceksizliğin verdiği kaygı-korku ile sessizlik, kabullenme ve daha uç biçimde teslimiyet, ama bıçak kemiği aştığı durumlarda da ikinci eğilim, yani daha fiili meşru eylem biçimleri, daha militanlaşan bir mücadele eğilimi ortaya çıkıyor. Bugün için ikisi bir arada vardır. Elbette ikincisi de ciddi biçimde uç verdi.
Bu eylemlerin önemli bir kısmı aslında yeni hak talepleri değil, hemen hepsi yasal olarak verilmesi gereken, kazanılmış hakların gaspına karşı hareketler. Bir kısmı var olan sendika çatısı altında, bir kısmı yeni uç veren bağımsız dernekler/sendikalar, bir kısmı da örneğin Atlas Havayolu şirketi çalışanları, BİMEKS işçileri, mağaza, kurye, kargo, kafe bar çalışanlarının kurduğu platformlar aracılığıyla gerçekleştiriliyor.
Dönem açısından alışılmış kitlesel eylemler, büyük yürüyüşler, geleneksel işçi eylemleri olsa da farklı-fiili eylem biçimleri de genişliyor. Örneğin patronların yaşam alanlarına gidip eylem yapılmasının meşruluğu, patronların evinin, bürosunun, plazaların, AVM’lerin eylem alanına dönüştüğü farklı tür eylemlerin ortaya çıktığı bir dönemdeyiz. Öte yandan eylemler faşist koşullarda gerçekleştiği için çoğu zaman göğüs göğüse direnişler, fiili eylem biçimleri de kendini gösteriyor. Madencilerin Soma ve Ermenek’te yürüttüğü Ermenek’te hala da devam eden direniş ve yürüyüşe baktığımızda bu dönemin öne çıkan olumlu ya da olumsuz birçok temel özelliğini görürüz.
Direniş bakımından öne çıkan merkezler her zamanki gibi Gebze-Kocaeli, İstanbul ve İzmir olmasına rağmen son dönemde Anadolu’da daha önce işçi direniş ve eylemlerinin harekete damgasını vurmadığı coğrafyalarda da görülüyor. Soma’dan Ermenek’e, Çorum’dan Sakarya’ya, Urfa’dan (özellikle Tüvtürk direnişiyle çok sayıda ilde direniş var) Muğla’ya, Yozgat’tan Antep’e neredeyse birçok merkezde, yol kenarında, sanayi sitesinde irili ufaklı direnişler var. Şimdilerde tekstil işkolunda sürdürülen Urfa sanayi sitesindeki boykot ve direnişle, yine sayacıların 2019’dan başlayan bugün de ara ara devam eden ve göçmen işçilerle birlikte yaptıkları Antep, Kayseri, Adana’daki eylemleri dönem açısından öne çıkan ve peşine düşülmesi gereken eylemlerdir. Buralarda sermaye dediğinizde, oranın siyasileriyle, polisiyle-jandarmasıyla, savcısıyla mahkemesiyle, AKP-MHP il yönetimleriyle veya tarikatlarla cemaatlerle çok iç içe girmiş bir yapı var. Yereldeki tüm egemen güçler ve onun faşist devletiyle mücadele ediyorsunuz aynı zamanda.
Öte yandan bütün eleştirilerimize rağmen var olan sendikalar içinde de uzun bir süredir işçi örgütlüğü olmayan kentlerde önemli bir örgütlenme dinamizmi var. Özellikle metal işkolunda ve petrol, kâğıt-ambalaj, maden alanında. Yine turizm, ticaret, büro iş kolunda, çağrı merkezleri, zincir mağazalar gibi çok yakın zamana kadar örgütlenmeleri çok da mümkün değil gibi görünen, yerlerde de işçilerine sendikalara/dayanışma derneklerine ve ağlarına doğru yöneldiği görülüyor. Bu da her anlamıyla değişik kentlerde örgütlülüklerin ortaya çıkmasını sağlıyor.
Direnişlerin yapısına baktığımızda memurlarda KHK ile işten atma ya da sürgün eylemlerin en önemli nedeni olurken, fazla mesai ve iş cinayeti gibi nedenler de mevcut. Son dönemde KHK eylemleri birkaç kent dışında tamamen durmuş durumda.
Özel sektördeki petrol ve metal başta olmak üzere kadrolu işçilerde en yoğun eylem ve direniş nedenleri işten atma, toplu sözleşme ve sendikalaşma. Ayrıca işteyken ücret gaspı, işten çıkardıktan sonra tazminat gaspı, kalıcı iş ve kadro talebi direniş nedenleri olmaktadır. Son yıllarda Hak-iş başta olmak üzere üç konfederasyonun üye sayısındaki artışın da kaynağı olan taşerondakilerin kadroya alınması taşeron işçilerin eylem ve direnişlerinin 2016’dan bu yana azalmasına neden olduğu görülüyor. Ancak aynı şekilde kadroya alınmayanların eylemleri 2019’da İzmir İZBAN, İstanbul’da Maltepe, Ataşehir, Şişli, Sarıyer belediyeleri başta olmak üzere belirgin bir biçimde arttı. Bu arada, belki tartışılması odağı değiştirse de özellikle genel işler kategorisinde belediye emekçilerinin eylem ve direnişlerinin nerdeyse tamamının (Zeytinburnu’nda KHK ile işten atılan işçi direnişi ile AKP’ye geçen Bergama belediyesindeki 3 kadın işçinin direnişi dışında) CHP belediyelerinde gerçekleşmektedir. Bunun nedenlerinin önemli bir kısmı sendikalaşmayı tanımama (genelde belediye başkanının istediği sendika olmaması şeklinde yaşanıyor), toplu sözleşme sürecine itiraz vb. olduğu görülüyor. Ancak esas tartışılması gereken yanlar ise örgütlü güçlerin/sendikaların buralarla ilişkisi, emekçi sol siyasetin CHP ile ilişkisi ve genel olarak CHP’nin burjuva gerici karakterinin işçi sınıfı için nasıl bir gerçeği olduğudur.
Yürüyüş ve basın açıklaması diğer eylem biçimlerine nispeten en kolay yapılan eylem türü olarak öne çıkıyor. Bu eylem biçimleri bir görünürlük yaratsa da esas noktayı oluşturan şey sonuç alma-almamadır. Eylemin gücünü, yoğunluğunu ve etkisini artıracak en önemli şeylerden biri üretimi durdurma gücü olmaktadır, yani fiili ya da yasal grev. Bu anlamıyla hem Trelleborg grevinde Petrol-İş Sendikası hem de Birleşik Metal-İş eylemlerinin çeşitli gündemlerinde bu gücün hayata geçirilmesi çabası bile olumlu sonuçlar yarattı. Buralardaki direnişin, grevin çok hızlı gündeme girdiği, odak haline geldiği, başarıya ulaşmasını sağladığı görülüyor. Bu iki örgütlü güç aynı zamanda işçi sınıfı kamuoyu ve genel olarak sol-sosyalist kamuoyu bakımından eylem ve çeşitli direnişleriyle daha merkezi bir odak oluşturuyor. En son Baldur Süspansiyon işçilerinin grev ve direnişi tam da buna örnek olarak kendini gösterdi. Hem sendika değişiminde BMİS’e geçerek hem sonrasında süren direniş ve dayanışmada hem birçok sendikayı hem de örgütlü yapıları direniş alanına çekti.
Kalıcı direniş ise 25 kişiden az çalışanın olduğu yerlerde daha yaygın. Büyük işyerleri aynı zamanda çoğu zaman hâkim sendikaların olduğu yerler oldukları için bilinen yöntemlerle bir şekilde hızla uzlaşma ya da çözüme gitmeye çalışıyorlar. Aksi taktirde Flormar, HSK Systemair metal işçilerinde olduğu gibi kamuoyunu etkiliyor, görünür kılıyor. Fiili grev, kalıcı direniş ve yasal greve indiğimizde sayılar azalıyor, ancak onların da sayısı 2013’ten bu yana artan bir eğilimde. 2018’de özellikle özel sektörde kadrolu çalışanların eylemlerinin yüzde 42’sinde fiili grev görüyoruz, yüzde 18’inde ise kalıcı direniş mevcut. Bu fiili grevlerden güvencesiz alanlarda en çok inşaat alanında yaşanıyor. Küçük işyerleri çalışma koşullarının daha kuralsız olduğu yerler, eylem türleri ve nedenleri de daha çok bununla ilgilidir. Çoğu zaman fabrikalar ve havzalarda cereyan eden genel kamuoyuna yansımayan fiili grev ve eylemler metal ve petrol alanında son yıllarda daha belirgin yaşanıyor.
Sendikalardan ayrılarak başka sendikaya geçme hareketleri de dönem açısından işçi direnişlerinde belirgin olan nedenlerden biridir. Bu değişimde özellikle yaşanan kriz koşullarına sendikaların verdiği tepkinin, ücretsiz izin vb. uygulamalarına karşı alınan tutumun, hepsinden ayrı genel olarak sendikaların işçilerin haklarını koruma-kollama mecali-cesaretinin kalmamış olmasının etkisi vardır. Bu anlamıyla hem bağımsız sendika sayılarındaki artışın somut karşılığı hem de başta metal alanında olmak üzere sendika değiştirmede kendini gösteren direnişler var. HSK Systemair, Baldur süspansiyon metal işçilerinin Türk Metal’den Birleşik Metal İş Sendikası’na geçmeleri nedeniyle ücretsiz izne gönderilmeleri üzerine fabrika önünde direniş başladı. Aynı şekilde İstanbul Esenyurt’ta bulunan KT deri fabrikasında çalışan işçiler sendika değişikliğine giderek DİSK Tekstil-İş’te örgütlenmeye başladılar ve aynı gerekçeye dayanılarak işten atıldılar.
İki direnişin de öncü kadın işçilerin direnişiyle başlaması ise dönem açısından bize bazı ipuçları veriyor. Sinbo patronu TOMİS örgütlülüğünü kırmak için öncü kadın işçilere önce mobbing uyguladı, sonrasında onları ücretsiz izne çıkardı. Buna karşı başlayan direniş hem bir bağımsız sendikanın başarısı açısından hem de kadın işçilerin öncülüğü bakımından dönemin öne çıkan mücadeleleridir.
Dönem içinde boykot ve işyeri işgali gibi eylemler de yaşandı. Bunlardan en dikkat çekici olanı Urfa’da bir tekstil fabrikasında işçiler, DİSK’e üye olması nedeniyle öncü bir işçinin atılması boykota başlayarak fabrikayı işgal ettiler, üretimi durdurdular. Patron geri adım atmak zorunda kaldı. Boykot ve işyeri işgallerinin en çok yaşandığı alan inşaat alanı. Sadece 2020 yılında 20 farklı inşaatta işçiler vince çıkmak, inşaatın çatısına çıkmak gibi işgaller ile yemekleri boykot etmek, ücretler için yatakları yakmak, birikmişlerini almak için patronların evinin önünü eylem alanına çeviren bir eylem hattıyla direniş ve eylemler örgütlediler.
Aynı şekilde bir derneğin öncülüğünde Fillo Lojistik işçileri Diyarbakır’da direnişe başladılar. Daha sonra direnişi şirketin İstanbul’daki merkezinin önüne taşıdılar. Bu, dönem açısından işçi sınıfı deneyimine yeni bir şey katmıştır. Aynı yoldan yürüyen Cargill işçileri de Bursa’daki direnişlerini İstanbul’a taşımışlardı. Şirketin İstanbul’daki AVM’sinin ve merkezinin önüne çadır kurarak bir meydan okuma anlamında önemli bir örnek oldu. Bu son iki örnek “Direnişin yeri neresidir?” sorusu açısından kafa açan, sermayeyi sıkıştırmanın ve teşhir etmenin iki iyi deneyimdir.
Dönemin öne çıkan eğilimlerinden biri Ankara’ya yürüme eğilimidir. Sermayenin faşist devlet tarafından korunup beslendiğini teşhir eden bir biçim. İşçi gündemlerinin kamuoyuna mal edilmesi bakımından son derece ön açıcı bir eylem yönelimiydi. İşçiler ile faşist devletle çelişkisinin geliştirilmesi anlamında da Ankara’ya yürümek öğretici. Önce Soma, sonra Ermenek maden işçilerinin kıdem-ihbar ve gasp edilen hakları için yürüyüşü, daha sonra da metal işçilerinin Gebze’den yürüyüşleri kamuoyunu etkilediği gibi sonuç alıcı bir hatta da işaret etmiş oldu. Önce Soma ve Ermenek maden işçileri günlerce süren eylem, direniş, yol kesme ile muhatap bakan ve müdürlükleri masaya oturmaya ve hakların karşılanması sağlamaya çalıştılar. Yıllardır verilmeyen haklarını almayı başardılar. Daha sonra HSK Systemair, Baldur ve Özek metal işçilerinin sendikalaşmayı tanımayan patronlara yaptırım yapılması, faşist devlete kendi hukukunu hatırlatmak ve göstermek için Ankara yürüyüşleri başladı. Aynı eylem ve süreklilik zemininde olmasa da metal işçilerinin Ankara yürüyüşü daha sert karşılandı. 25 Kasım’da Ankara’ya giderek muhatap ILO gibi bu uluslararası kurumun önünde metal işçileri açıklama yaparak geri döndüler. Gerçek muhatap olan bakanlık ve Saray’ın hedeflenmesi-hedeflenmemesi de bu sendika gerçeğinin sınırıyla ilgilidir. Bu anlamıyla sendikanın sınırını görülmesi bakımından önemli bir ayrıntıdır bu. Maden işçilerinin heyeti de bakanlıktan söz alıp geriye yerlerine dönüyor, randevu günü kesiyorlar. İkisi arasındaki hareket farkının kaynağı örgütlülük düzeyi ve bilincinin durumuyla ilgilidir. Birincisi dolaylı bir çabaya denk düşerken ikincisi doğrudan muhatapla görüşerek sonuç almaya çalışıyor ki ikincisinin de sınırı o.
Genelde eylemlerde kadın işçi oranlarıyla paralel bir kadın işçi görünürlüğü mevcut. Geçen yıllarda eylemlerin yüzde 26-30 civarında kadın katılımı görünür şekilde mevcuttu.1 Özellikle 2019 yılında belediye direnişlerinde kadın işçilerin belirgin bir görünürlüğü vardı. Daha önce hem metal hem de maden gibi alanlarda neredeyse hiç kadın işçi ve direnişçi-eylemci görülmezken bu yıl hem BMİS eylemleri ve direnişlerinde en önde kadınları görüyoruz, hem de Ermenek işçilerinin direnişinde kadın mühendisleri direniş ve barikat başında görüyoruz. Aynı şekilde DİSK’te örgütlenen KT Deri işçisi iki kadın işçi –geçtikleri DİSK Tekstil Sendikası’nın bütün tartışmalı yanına rağmen– kapı önünde uzun bir süredir kararlılıkla direnişi sürdürüyor. Sinbo işçilerinin kazanımında da bir kadın işçi öncülüğü somut bir biçimde yansıdı. Bimeks ve Atlasjet işçilerinin yeniden kararlı bir biçimde eylemliliğinde kadın işçilerin öncülüğü dikkat çekmektedir. Bu anlamıyla belki Flormar, Novamed gibi kitlesel kadın direnişi şeklinde bir görüntü bu yıl yaşanmasa da kadınların eylemler ve genel olarak da işçi sınıfı mücadelesinde görünürlüklerinin hızla belirginleştiğini söylemek mümkün. Aynı zamanda belki de işçi sınıfının son dönem eylem, direniş ve grevleri düşünüldüğünde emekçilerin ve ezilenlerin politik gündemleriyle ilişkisi anlamında gerçekleşen neredeyse tek gündem kadın cinayetleri, mobbingler ve tacizler oldu. Özgecan’ın katledilmesinin ardından yapılan işçi eylemleri, Birleşik Metal-İş Sendikası ve Genel-İş Sendikası üyelerinin işyerlerinde İstanbul Sözleşmesi için yaptıkları basın açıklamaları, yürüyüşleri ve Sinbo’da mobbinge karşı direniş bu gerçeğin değişik yansımalarıdır.
Göçmen işçiler “tehdit”i ve deneyimi
Manisa Organize Sanayi Bölgesi’nde bulunan Termokar işçileri 2018 yılında Birleşik Metal-İş Sendikası’nda örgütlenmişlerdi. Patron bakanlıktan yetki belgesi gelmesine rağmen 7 işçiyi işten atmış, işçilere baskı uygulayarak örgütlülüğü kırmaya çalışmıştı.
Atılan işçilerin işe iade davasını kazanması üzerine patron bu sefer ücretsiz izin sopasına sarıldı. 285 işçiden 35’ini –sendikayı örgütleyen, arkadaşları için ses yükselten– ücretsiz izne gönderen Termokar patronu çok sayıda göçmen işçi çalıştırmaya başladı. Göçmen işçiler, örgütlenmemeleri ve sendikaya üye olmamaları konusunda büyük bir baskı gördükleri, aksi bir durum olursa her türlü haklarından vazgeçmiş sayılacakları imzayla taahhüt altına alındı. Termokar işçileri ve Birleşik Metal-İş, 27 Kasım’da bir açıklama yaparak ücretsiz izin dayatmasını kabul etmeyeceklerini, göçmen işçilerin sendikasızlaştırma aracı olarak kullanılmasının hem insanlık dışı bir uygulama olduğunu hem de yasalara aykırı olduğunu belirtti.
Ancak özellikle tekstil, hizmetler alanında göçmen işçi “tehdidi”nin kullanılması işçi sınıfı havzalarında, organize sanayi bölgelerinde ama en çok da sanayi siteleri, mahalle arası işletmelerde çok fazla baskı yaratıyor. Bu, işçi çalışmasında göçmen işçiyi de örgütlemenin önemini gösteriyor.
Sonuç yerine
İşçi sınıfı hareketi, canlılık kazanarak gelişme ve genelleşme yolunu açmaya çalışıyor. Komünist öncü ile işçi hareketinin birbirlerinden ayrı kaldıkları sürece ve ölçüde her ikisinin de zayıf kalacağı Leninist tezi bugün de geçerlidir.
Komünist öncü işçi hareketi içinde işyeri-sendika-işçi mahalleleri ve havzalarında çalışmasını geliştirerek işçi hareketinin büyümesini ivmelendirmeli ve devrimci siyasalaşmasını, faşizme karşı mücadelesini geliştirmelidir. Bu işçi hareketinin de komünist öncünün de yaşamsal ihtiyacıdır.
Kaynaklar
1 https://emekcalisma.org/2019/12/04/emek-calismalari-toplulugunun-isci-eylemleri-raporu-daha-istikrarli-direncli-inatci/