Ulusal Birlik ya da Ulusal Kongre tartışmaları Kürt özgürlük mücadelesinin değişmez ve vazgeçilmez konusu olmaya devam ediyor. Son zamanlarda gündemi meşgul eden iki konu bu tartışmayı bir kez daha alevlendirdi. İlki Zinî Wertê’de PKK ile PDK’nin karşı karşıya gelmesi, ikincisi ise Rojava’da ENKS ve TEVDEM partileri arasında yapılan görüşmelerde uzlaşmaya varılmasıdır. Bu her iki olay bir yandan ulusal özgürlük mücadelesi yürüten Kürt partileri arasında bir ulusal birlik ya da ulusal kongrenin ne kadar elzem olduğunu diğer yandan oluşan yeni koşullar nedeniyle bunun hiç de kolay olmayacağını bir kez daha gösterdi.
Ne zaman kolaydı ki?
İttifak İhanet Birakujî
İlkin feodal parçalanmışlık ulusal birliğin önündeki başlıca engeldi. Sonra Kürdistan’ın dört parçaya bölünmesi başlangıçta sömürgeci iradelerin parçalayıcı etkisiyken sonra zamanla birliğin önüne dikilen objektif bir set oldu. Bugünlerde ise Kürdistan toplumundaki yeni sınıfsal farklılaşma olası ulusal birliği daha başlamadan saflaştırma potansiyeli barındırmakta.
Kürdistan’ın Osmanlı ve İran devletleri arasında paylaşılmasından önce Kürtler “Mirlik” denilen her biri bir mirin liderliğindeki onlarca feodal özerk yapıda örgütlenmişler, diğer bir anlatımla da bölünmüşlerdi1. Kürdistan’ın ikiye bölünmesi bu durumu değiştirmedi2. Bu Mirlerin hiçbiri diğerleri üzerinde hakimiyet kurarak bir Kürt devleti kuramadı.3
19. yüzyıl başlarından itibaren Kuzey Avrupa’da gelişmekte olan kapitalizm ve burjuva modernleşme hareketleri Osmanlı ve İran devletlerini etkisi altına alıyor ve bu ülkelerde merkezileşme eğilimlerini güçlendiriyordu. Her iki devlet de feodal özerk Kürt mirliklerini tasfiye etmeyi bu merkezileşmenin gereği sayıyordu. Her iki devlet sınırları içindeki Kürt feodaller bu duruma itiraz ederek pek çok ayaklanmaya imza attılar. Burjuva ulusçuluk akımları Kürt feodallerini de bir ölçüde etkisi altına alsa da dar feodal çıkarlara bağlı Mirlerin liderliği birleşik bir ulusal hareketin doğmasının önündeki başlıca engeldi.4
Örneğin Hoşap kalesini merkez haline getirerek 1838’de isyan eden Müküs beyi Han Mahmud’a karşı Cizre ve Hakkâri mirleri saldırıya geçerek Osmanlı devletinin isyanı bastırmasında belirleyici rol oynamışlardı. Daha sonra Osmanlı devleti ile anlaşmazlığa düşen Cizre ve Hakkâri Mirleri bu kez Han Mahmud’la ittifak yapmaktan geri durmayacaklardı. Cizre Miri Bedirhan Bey liderliğindeki bu ayaklanma bu kez Hakkâri Mirliği’nin komutanı Êzdînşêr’in Osmanlı devleti tarafına geçmesi ile yenilgiyle sonuçlanmıştır. Daha sonra Êzdînşêr anlaşmazlığa düşerek isyana kalkışıyor. O da fazla bir başarı elde edemeden Osmanlı devletine boyun eğmek zorunda kalıyor.
Yukarıda örnek olarak verilen gelişmeler 19.yüzyılda meydana gelen bütün Kürt ayaklanmalarının bir özeti sayılabilir.
Osmanlı devleti Tanzimat Fermanı’nın ilanı ile kapitalist devletlerin isteklerine uygun olarak devlet sistemini yeniden düzenlemeye girişecekti. Bu yeni düzenlemenin Kürdistan coğrafyasına etkileri kaçınılmazdı. Osmanlı devleti idari örgütlenmelerde yenilikler yaparak eyalet, sancak ve kaza sınırlarını yeniden oluşturmaya karar vermişti. Bu Kürt mirlerinin sınırlarına haliyle onların özerkliklerine müdahale anlamına geliyordu. Nitekim Han Mahmud’a karşı Osmanlı devletinin yanında yer alan Bedirhan Bey Cizre’nin Musul Valiliği’ne bağlanmasına karşı çıktığı için isyan başlatmıştır. Yeni düzenlemelerden bir diğeri her valinin yanına bölge kuvvetlerine komuta edecek bir genel komutanın atanmasıydı. Bu doğrudan doğruya Kürt feodal özerk yapılarının iç işlerine müdahale anlamına geliyordu çünkü mirler askeri birliklerinin yegâne hakimiydi.
Tanzimat Fermanı’nın bir diğer önemli sonucu aşar vergisinin maliye memurları ve Hıristiyanlardan alınan Cizye’nin Patrikhaneler vasıtasıyla toplatılmasıydı. Bu kararla da Kürt mirlerinin Kürdistan’da yaşayan Hıristiyanlar üzerindeki hakimiyetini ortadan kaldırmak hedefleniyordu çünkü o güne kadar bu vergileri toplama hakkı mirlerdeydi.5
Feodal çıkarlar ulusal bilincin ve birliğin oluşmasını engelliyordu. Kürdistan’ın birinci emperyalist paylaşım savaşının ardından dört parçaya bölünmesine kadar bu böyle devam etti. Şimdi artık bölgedeki iki burjuva devletin yanı sıra İngiliz ve Fransız emperyalizmi de Kürdistan’ın paylaşılmasına ortak olmuşlardı. Kürtler bu duruma öyle kolayca razı olmadılar ama kalkıştıkları hiçbir isyan ulusal birlik temelinde gelişmedi. Mirlikler 19. yüzyılda bütünüyle ortadan kaldırılmışlardı, buna karşın onlardan doğan boşluğu doldurabilecek ve ulusal birliği sağlayabilecek ne burjuva ne de emekçi cepheden bir liderlik ortaya çıkarılamadı. Sömürgeci İran ve Türkiye’nin burjuva önderlikleri ile Suriye ve Irak’taki Fransız ve İngiliz emperyalizmi karşısında birleşik bir ulusal hareket halini alamayan ayaklanmalar kısa sürede vahşi biçimde bastırıldı. Mirlikler yoktu artık ama şimdi küçük feodal hakimler, ağa ve şeyhler vardı. Bu koşullarda ulusal birlik daha zordu. Feodal ilişkiler ve kültür de bağımsız bir köylü ulusal hareketinin doğmasını engelliyordu. Koçgiri, Simko, Berzenci, Şeyh Sait, Ağrı isyanları bu koşullara birer meydan okuma harekâtı olsa da bu koşulları değiştirmeyi başaracak bir güce ulaşamadı. Koşulları değiştirmeye en çok yaklaşan Mahabad merkezli Kürdistan Cumhuriyeti’ydi. O’nun da ömrü kısa sürdü. Gücünü aşiretten, feodal ya da dinsel liderlikten değil, ulusal çıkarları program edinmesinden alan ve SSCB desteğini arkalayan burjuva demokratik içerikteki bu hareket feodal çıkarların sınırına çarparak dağıldı. O günkü koşullarda Kürtlerin yalnızca Rojhilat’da değil diğer parçalarda da birliğinin olanakları vardı. Ne var ki Rojhilat düzeyinde bile bu birlik gerçekleştirilemedi. Pek çok Kürt feodali Kürdistan Cumhuriyeti’ne katılmak ya da onun parçası olmak yerine İran egemenleri ile işbirliğine girmeyi tercih ettiler.
İkinci Paylaşım Savaşı’nın ardından Kürdistan’ın bölünmüşlüğü perçinlendi. Kürdistan’ı egemenliği altında tutan devletlerden Türkiye ABD liderliğindeki emperyalist cepheye bütünüyle angaje olmuş, İran da gerçekleştirilen ABD darbesi ile aynı kulvarda yerini almıştı. Irak ve Suriye bağımsız devletlerdi artık. Kürtler sadece siyasi olarak değil iktisadi olarak da bu devletlere zincirlenmişti. Kürdistan’ın zengin yer altı ve yer üstü kaynakları bu devletler tarafından yağmalanıyor, Kürtlerin geleneksel iktisadı talan edilerek yıkılıyordu. Sömürgeci yağma ve talanın yoksullaştırdığı Kürt köylüleri sömürge metropollerinin ucuz işgücü kaynaklarıydı. Kürdistan’ın mülk sahibi sınıfları da ancak sömürgeci egemenlerle işbirliği içinde kendilerine bir alan açabiliyorlardı. Bu yeni koşulların düşünsel karşılığı olması kaçınılmazdı. Şimdi dört parça Kürdistan’ın birliği yerine her parçanın kendi kurtuluşu için mücadele belirleyici hale geliyordu.
Burjuva-feodal önderliğin etkin olduğu Başûr’u bir yana bırakacak olursak 1970’li yıllardan itibaren kendini sosyalist olarak tanımlayan parti ve örgütlerin Kürt ulusal mücadelesinin önderliğini üstlenmeye başladıklarını söylemek yanlış olmaz. Kürt emekçi sınıflarının ulusal kurtuluş mücadelesinde rol üslenmesinin bir göstergesi oldukları kadar bunlar her parçada ayrı ayrı doğan ve ortaya çıktıkları parçaya göre şekillenmiş yapılardı. Büyük kitle tabanları olsa da Kürt ulusal birliği ya da bir Kürt ulusal kongresi toplamaya öncülük edemediler. Oysa o günkü koşullarda pek ala birleşik bir Kürt Ulusal Kurtuluş Meclisi oluşturulabilirdi. Kimi örgütler tarafından “birleşik bağımsız sosyalist Kürdistan” şiarı yükseltilse de buna uygun bir örgütlenme ve önderlik hiçbir zaman oluşturulamadı. Bırakalım dört parçadaki ulusal kurtuluş mücadelesinin birliğini sağlamayı her parçanın kendi içinde dahi ulusal kurtuluşu hedefleyen bir ulusal birlik, herhangi bir ulusal örgütlenme kurulamadı. Örneğin 1970’lerin sonlarında Bakur ulusal kurtuluş meclisi kurmanın önünde bir engel yoktu.
Hiç değil son iki yüz yılı hesaba katarak söyleyebiliriz ki hangi sınıftan ve hangi ideolojinin etkisi altında olursa olsun Kürt ulusal mücadelesine girişenler ne başkalarını kendi liderlikleri altında birleştirebildiler ne de birleşik bir liderlik yaratabildiler. Bunun nedenlerini az çok irdelemeye çalıştık.
1980’li yılların ortalarından sonra yeni koşullar oluşmaya başladı. Bakur’da 12 Eylül faşist askeri darbesine karşı 1984’de PKK tarafından başlatılan Kürt gerilla savaşı dengeleri değiştirdi. Diğer ulusalcı partiler darbe karşısında etkili bir strateji oluşturamayınca PKK Bakur’da giderek toparlayıcı ve sürükleyici güç haline geldi. Bunun kaçınılmaz olarak Başûr’a etkileri oldu. Sömürgeci Türk devleti PKK’ye karşı Başûr’daki öne çıkan iki partiyle ittifak kurdu. Daha birkaç yıl önce PKK ile birlikte Türkiye’yi faşist ilan eden bir anlaşmaya imza atan PDK ve onun solundaki YNK şimdi Türk devleti ile birlikte PKK’yi Başûr’dan “süpürmeye” girişiyorlardı.
Bu partiler neden birleşerek Türk devletine karşı ulusal kurtuluş savaşı vermek yerine Türk devleti ile PKK’ye karşı savaş ittifakı yapıyorlardı? Bu partilerin sınıfsal nitelikleri göz ardı edilerek bir değerlendirme yapılamaz.
PDK, mir ve şeyh geleneğinin milliyetçi kimlik kazanmış haliydi. YNK bu geleneğin içinden çıkmış, küçük ve orta mülk sahiplerinin çıkarlarını sol bir programla temsil ediyordu. Biri milliyetçi diğeri sol milliyetçi olsa da ulusal kurtuluşu kendi hegemonya alanları ve hegemonik çıkarları ile sınırlayan mir, aşiret, şeyh geleneğinin milliyetçi versiyonunun dışına çıkamamışlardı. PKK ise bunun dışına çıkan Kürt yoksul sınıflarının temsilcisi olarak siyasal arenada yerini almıştı.
PKK’nin gerilla savaşı etkili olunca Türk devleti Başûr’daki bu partilerin yardımını istedi. Bu partiler ya PKK ile birleşerek ulusal kurtuluş savaşı vereceklerdi ya da PKK’ye karşı kendi hegemonya alanlarını korumak için Türk devleti ile işbirliği yapacaklardı. İkincisini tercih etmeleri Kürt ulusal davasının yeni bir aşamaya ulaşmasını, birleşik bağımsız Kürdistan hedefine bağlanmasını engelledi.
Başûr’daki iki parti birleşik bir ulusal kurtuluş şemsiyesi altında bir araya gelmek bir yana Başûr’da en elverişli koşullarda bile uzun süre birliktelik sağlayamadılar. Birliktelik bir yana bırakalım birbirine karşı silahlı mücadeleye giriştiler. Kürtler arasındaki bu iç savaşta binlerce savaşçı öldü. “Birakujî” olarak adlandırılan bu dönem daha sonra bu her iki partinin bilhassa da PDK’nin PKK’ye karşı savaşı ile yeni bir boyut kazandı. Kürt dağlarındaki meşe yaprakları Kürt savaşçılarının kan rengine büründü.
Başûr’daki her iki parti kendi inisiyatifleri ile değil ABD ve İngiltere’nin arabuluculuğu ile bir araya gelebildi. Emperyalizmin çıkarları Saddam rejiminin yıkılması ve yeni bir Irak devletinin inşasını gerektiriyordu. Kürtler hesaba katılmadan bu yeni adım atılamazdı. Kürtleri barıştırmak bu stratejinin bir adımıydı.
Yine de eğer PKK’nin etkili gerilla mücadelesi olmasaydı sömürgeci Türk devleti Başûr’un statüsünü öyle kolayca kabul etmezdi. Türk devletinin Başûr’la ittifakının odağında PKK’ye karşı mücadele yatıyordu. PKK’yi tasfiye etmenin diyeti olarak Başûr’daki yeni duruma razı oluyordu. Başûr’daki federasyon da Türk devletine güvence vermek adına bir yandan onunla birlikte PKK’ye karşı saldırılara dahil oluyor diğer yandan sömürgeci Türk ordu ve istihbaratına üslenme olanağı sağlıyordu. ABD emperyalizmi Başûr’daki Kürt federasyonunun kabul edilmesini sağlamak için Türk devletinin PKK’ye karşı karadan ve havadan saldırılarını destekliyordu. ABD emperyalizmi Irak devletinin sınırları içinde bir Kürt federasyonunu desteklerken, Kürtlerin dört parçaya bölünmesi ile oluşturulan statünün değişmesini istemiyordu, bu nedenle birleşik bir ulusal hareket oluşturulmasına karşı sömürgeci Türk devletine her türlü yardımda bulunuyordu.
Değişen Koşullar Yeni Stratejiler
1990’ların başında Sovyet revizyonizminin ve onun etkisi altındaki ülkelerin çökmesi, PKK’nin serhildanlarla birleşen gerilla mücadelesinin stratejik saldırı aşamasına geçerek bir devrime ulaşamaması, ABD emperyalizminin Irak’a işgal saldırısıyla Başûr’da bir federasyon imkanının oluşması, Başûr’da oluşmakta olan statünün kabulü karşılığında Öcalan’ın bir komployla Türk devletine teslim edilmesi, bütün bu sürecin içinde olgunlaşan ve Öcalan’ın savunmaları ile çizgileşen ve esasen Kürdistan’ın bağımsızlığı talebinden vazgeçmeyi içeren yeni stratejinin ortaya çıkmasını Rojava Devrimi’ne kadar geçen dönemin belirleyici önemdeki başlıca gelişmeleri olarak tanımlamak yanlış olmasa gerek.
Rojhilat’ta ise faşist molla rejiminin vahşice ezdiği Kürt partileri ne tek ne de birleşerek güçlü bir direniş hareketi yaratarak durumu değiştirme gücüne ulaşamadılar. Bundan dolayıdır ki Kürt özgürlük mücadelesi içinde belirleyici bir çizgi oluşturamadılar.
Ulusal Kurtuluş mücadelesinde Başûr’da PDK ve YNK ile Bakur’da PKK belirleyici konumdaydılar. PKK Rojava ve Rojhilat’ta da etkindi ama henüz buralarda belirleyici bir konuma ulaşmamıştı.
Başûr’daki iki egemen parti, federasyonu siyasi ve iktisadi olarak paylaşmışlardı. Yönetici sınıf giderek zenginleşmekteydi. Bilhassa yönetici konum kazanan aile ve aşiretler büyük burjuva haline gelmekteydi. Bu yönetici sınıflar tıpkı geçmişteki aşiret federasyonları ya da beyliklerde olduğu gibi elde ettikleri kazanımları korumayı her şey haline getirmekteydi. Hal böyle olunca mevcut statüyü tehlikeye atabilecek her girişimi düşmanlık, mevcut statüyü korumayı içeren her adımı dostluk olarak görmeye başladılar. Bu koşullarda YNK bölgesi (Sûlemanî) İran sömürgeci devletinin, PDK bölgesi (Hewler) Türk sömürgeci devletinin adeta mali ekonomik sömürgesi haline geldi. Bilhassa PDK’nin Türk devleti ile iktisadi bağları çok güçlendi.
2007/08 dünya ekonomik krizi, Tunus’tan İran’a bütün Ortadoğu coğrafyasını kapsayan Arap devrimleri süreci, Rojava Devrimi ve IŞİD’ın ortaya çıkması Kürt ulusal kurtuluş mücadelesinde yeni olanaklar yarattı ve yeni politik dengelere yol açtı.
Olanaklar ve değişen dengeler bağlamında bu kez Rojava diğer parçalardan öne çıktı ve diğer parçalardaki Kürt özgürlük mücadelesini etkiledi.
Rojava’da bir devrim gerçekleşeceği, bu devrimde oluşan güçlerin insanlığın başına bela olan IŞİD’in yenilgiye uğratılmasında baş rolü oynayacağını kimse beklemiyordu. Rojava’daki devrime PYD önderlik etmişti ve bu parti KCK’nın içindeydi. Üç kantondan ibaret Kürt devrimi giderek diğer halkları da kapsamına alarak Kuzey-Doğu Suriye demokratik halk devrimi halini almıştı.
ABD, IŞİD’e karşı mücadele kapsamında Rojava devrim yönetimi ile askeri taktik ittifaka girdi. Sömürgeci Türk devleti başlangıçta tıpkı Başûr’da olduğu gibi devrim yönetimini kendisi ile işbirliğine zorladı. Ne ki Rojava devrim yönetimi Başûr’daki iki partiden farklıydı. Türk devleti bu kez Başur’daki PDK’nın uzantısı olan PDK-S’nin merkezinde yer aldığı ENKS aracılığıyla işbirlikçiler örgütleme yoluna gitti. Böylece PYD düşman ve ENKS dost kuvvetler oluyordu. Gerçekte sömürgeci Türk devletinin temel hedefi her ne pahasına olursa olsun Kürtlerin bir ulusal statü elde etmesini engellemekti. PDK Başûr’daki işbirliğini böylece Rojava’ya da taşımıştı.
ABD’nin yanı sıra Rusya da Suriye sahasına indi. Suriye böylece bölgedeki emperyalist rekabetin üssü haline geldi. Devrim yönetimi bu her iki gücün rekabetinden doğan boşluğu kullanarak hakimiyet alanını genişletti. Devrimin yanı sıra IŞİD’e karşı mücadeledeki etkinliği ona dünya halkları nezdinde büyük bir prestij sağladı. Ulaştığı askeri gücü, halklar içindeki desteği ve dünya halkları arasında artan prestiji Kuzey Doğu Suriye Özerk Yönetimi’ni mutlaka hesaba katılması gereken bir güç haline getirdi.
Irak’taki hakimiyeti sarsılan ABD, İran’ı perdelemek için Başûr’a her zamankinden fazla ihtiyaç duymaya başladı. Stratejik askeri konumlanmasını buraya kaydırdı. Suriye’de ise Rusya’yı dengelemek ve oluşturulması istenen yeni Suriye üzerinde etkili olabilmek için Kuzey Doğu Suriye Özerk Yönetimi ile askeri taktik ittifakını bir adım ileri taşıması gerekiyordu. Gel gör ki askeri taktik ittifakın siyasi ittifaka dönüşmesinin önünde engeller vardı. Bunlardan ilki devrimin niteliğiydi. Devrim yönetiminin, yürürlüğe koyduğu halkçı demokratik sistem, emperyalizmin ve bölgedeki sömürgeci güçlerin çıkarlarına uygun değildi ve devrim yönetimi bu sistemi Ortadoğu sathına yaymayı hedef haline getirmişti. Diğer yandan sömürgeci Türk devleti olası bir Kürt ulusal statüsünü engellemek için var gücünü kullanıyor, isteklerini yerine getirmesi için Rusya ile yakınlaşarak ABD’ye şantaj yapıyordu. Bu şartlar altında ABD hem Türkiye’yi yatıştırmak hem de devrim yönetiminin devrimci içeriğini boşaltma girişimlerinde bulunuyordu.
ABD, Serêkanîye ve Girê Spî işgallerinin önünü açarak Türkiye’yi yatıştırmaya çalıştı. Yine de bu yetmezdi. Önemli sorunlardan biri devrim yönetimi ile PKK arasındaki bağların koparılmasıydı, bu konuda Türkiye ve ABD’nin aynı zamanda onlarla koşut olarak Başûr yönetiminin çıkarları örtüşüyordu. PKK’nin bir “engel” olmaktan çıkarılması ve Rojava’daki devrim yönetiminin tıpkı Başûr’daki gibi emperyalizmin isteklerine uyumlu hale getirilmesi gerekiyordu.
Zînî Wertê ve Rojava’daki Kürt partileri arasındaki görüşmeler bu olgular hesaba katılmaksızın ele alınamaz.
Sömürgeci Türk devleti Rojava Devrimi’ni tasfiye ve PKK’yi yok etmeyi bir beka meselesi hale getirmiş durumda. Medya Savunma Alanları’nı (MSA) işgal etmeden bu beka sorununu çözemeyeceğini biliyor. Başûr yönetiminden destek almadan bu stratejik hedefe ulaşma gücünden yoksun. Türk devleti Başûr’a pek çok saldırı düzenledi. Bunların hemen hepsinde Başûr’un desteğini alsa da sonuç alamadı. Çünkü ne kadar ilerlerse ilerlesin nihayetinde kalıcı işgalci bir güç haline gelmedikçe ya da buraları Başûr yönetiminin denetimine girmedikçe kazanması mümkün değil. Bakur’dan sonra Rojava’da da belirleyici bir güç haline gelen ve dört parçadan (Rojhilat ve Başûr’dan daha sınırlı olmakla birlikte) katılımlarla kendisini siyasi ve askeri olarak üreten bir güçle Başûr’un kendi başına baş etmesi de mümkün görünmüyor. Bundan dolayıdır ki sömürgeci Türk devleti sayısını durmadan arttırdığı askeri ve istihbari üslerle Başûr’da adeta işgalci bir güç haline gelmiştir.
Zînî Wertê, Medya Savunma Alanları ile Başûr ve Rojhilat’ı bağlayan önemli bir geçiş noktasıdır. Türk devletinin PDK desteğiyle burada üs kurma çabası PKK’yi kuşatma böylece karadan ve havadan saldırılarla onu boğma girişimidir.
Rojava’daki Ulusal İttifak ve Stratejik Kırılma
Sömürgeci Türk devleti PKK’nin dik duruşuyla Zînî Wertê’de istediğini elde edemese de planladığı gibi MSA’ya kapsamlı bir saldırıya geçti, Şengal ve Maxmur’un da içinde olduğu hava bombardımanlarının ardından karadan yeni bir işgal harekâtına girişti.
Bu harekatın başladığı anlarda Rojava’da merkezinde PDK-S’nin olduğu ENKS ile merkezinde PYD’nin olduğu TEV-DEM partileri arasında uzlaşmaya varıldığı açıklanıyordu. Bu uzlaşma ABD ve Fransa arabulucuğuyla gerçekleşmişti ve aynı zamanda PKK ve PDK’nin anlaşması anlamına geliyordu.
Sömürgeci Türk devleti için bu stratejik bir kırılmaya yol açabilir çünkü böyle bir anlaşma “Rojava’da teröre karşı mücadele” iddiasını bir anda ortadan kaldırmaktadır. Türk devleti PYD’yi terörist kabul ederken ENKS’yi Kürtlerin meşru temsilcisi olarak muhatap alıyordu. Şimdi ABD ve Fransa’nın desteği ile bu kuvvetler arasında bir uzlaşma sağlandığına göre Türk devletinin bütün argümanları çökmüş demektir. Bu durumda Türk devletinin Rojava’daki işgalinin bilhassa Efrîn ve Serêkanîye işgallerinin gerekçesi ortadan kalkmış oluyor. Sömürgeci Türk devleti ortağını düşmanına kaptırmış durumda.
Türk devleti için asıl stratejik kırılma bu anlaşmanın onun NATO’daki ortaklarının gözetiminde ve desteğinde olması ve Başûr’daki PDK’nin anlaşmanın dolaylı taraflarından biri olmasıdır. Bu sadece Rojava’da değil Başûr’da da ortağını yitirmesi anlamına gelir ya da bu yolun açıldığı.
ABD ve Fransız emperyalistleri, onlarla işbirliği içindeki ENKS ve PDK’nin taraf olduğu bir anlaşmaya varılmış olması Rojava Devrimi ve PKK için de bir stratejik kırılma anlamına gelmez mi?
Bunu ancak anlaşmanın içeriğine bakarak ve olayların seyrini izleyerek anlayabiliriz. ABD emperyalizmi Rojava Devrimi’nin devrimci dişlerini sökmek istiyordu çünkü ancak bu koşulda onunla siyasi bir ortaklık kurabilirdi. Suriye’deki IŞİD’e karşı askeri mücadelede hiçbir katkısı olmayan ENKS’yi siyasi muhatap alan ABD bu mücadelede belirleyici olan PYD’yi siyasi muhatap saymıyordu. ENKS’yi özerk yönetime dahil ederek, Rojava ile MSA arasındaki askeri ve siyasi ilişkiyi en aza indirerek, Kuzey-Doğu Suriye’de Kürt, Arap ayrışması yaratarak, böylece devrimi parçalayarak amacını gerçekleştirebileceğini düşünüyordu. Bunun devrim için bir stratejik kırılma olacağı açıktı.
PYD’nin bu görüşmelere katılmaya mecbur kalması taviz vermenin kapısını açıyordu elbette çünkü bu ENKS üzerinden temsil edilen burjuvaziyle iktidarı paylaşmak demekti. PYD Rojava’daki diğer Kürt partilerini sürece dahil ederek devrimi tasfiye saldırısına karşı ilk hamlesini gerçekleştirdi. ENKS özerk yönetimi ve Kürt bölgelerinde tek askeri güç olabileceğini kabul etmek zorunda kaldı. Bu haliyle devrim yönetimi ENKS’yi sürece dahil etme tavizi karşısında Rojava’nın gelecekteki Suriye’de kazanımlarını bir statüye kavuşturmasının zeminini güçlendirdi ve Türk devletinin kendisine biçtiği işgal gerekçesini elinden çekip almış oldu.
Şimdi sıra Kürt-Arap ayrışmasına izin vermeden, Özerk Yönetim bölgesini bütünlüklü ele alan ve halkların eşitliği temelinde aşağıdan yukarıya meclisler üzerinden demokratik sürece katılmaya dayalı sistemi güçlendirmeyi sürdürmekte.
Sahadaki güçleri hesaba katmadan, onlara arasındaki çelişkileri değerlendirmeden, gerektiğinde geri adım atmayı göze almadan hatta bazen berbat uzlaşmalara imza atmadan emperyalistlerin ve bölgedeki bütün güçlerin hegemonya mücadelesine tutuştuğu Rojava’da kazanımları korumak ve geliştirmek mümkün değil. Burada asıl dikkatle izlenecek konu devrimci ilkelere bağlılıktır. Kürt ulusal kurtuluş mücadelesinin kazanımlarıdır. Her iki açıdan bakıldığında ortaya çıkan sonuç olumludur.
Uzlaşmadan kazançlı çıkan Devrim Yönetimi oldu. Yine de bu verilen tavizi önemsiz kılmaz. “Emperyalizme eline veren kolunu kaptırır” gerçeği yerli yerinde duruyor. ENKS’yle uzlaşma, PDK dolayımıyla Kürt burjuvazisinin devrime ortak yapılması demektir. Buradan da görülüyor ki bundan böyle Rojava’da sınıf mücadelesi yeni bir içerik kazanacaktır. Bugüne kadar saflar az çok belirgindi: Rejimden ve Türk devlet işgalinden yana olanlar ve ona karşı çıkanlar. Yönetim devrimcilerin elinde olsa da devrim yanlısı mülk sahibi sınıflara dokunulmamış, dahası bunlar yönetimde yer bulmuştu. ENKS’nin yönetime dahil olması sınıfsal ayrışma ve çatışmayı keskinleştirecektir. Mülk sahibi sınıflar yönetimde daha fazla söz hakkı isteyecektir ve onlar arkalarında emperyalistlerin desteğini bulacaktır. Ambargonun hafiflemesi ve sermaye akışı da yeni zenginleşme olanakları yaratacaktır.
O halde devrimin siyasal olduğu kadar sosyal zeminini güçlendirmenin yegâne yolu yoksul sınıflara daha fazla dayanmak, iktisadi temeli bu yönde güçlendirmek, ekonomik canlanmayı toplumsal ekonominin güçlendirilmesi yönünde kullanmak devrimi önümüzdeki dönem ayakta tutmanın ve savunmanın başlıca biçimleri haline gelecektir. Halklar arası eşitlik temelinde kardeşlik ilişkisi siyasal araçlarla olduğu kadar şimdi iktisadi temelde de geliştirilmelidir. Bu iktisadi temeldeki gelişim şimdiye kadar olduğundan farklı olmalıdır. Kürt ve Arap mülk sahipleri çıkarları gereği ayrışma eğilimi içinde olacaklardır ve emperyalistler bunu teşvik edecektir. Devrim yönetimi ise Kürt, Arap ve diğer halklardan yoksulları, emekçileri birleştiren onlar arasında sınıfsal birlik ve kardeşleşmeyi teşvik eden önlemler alarak buna yanıt verebilir.
İşbirliği ve İşbirlikçilik Arasındaki İnce Çizgi
Kürtlerin tarihlerinden aldığı en önemli olumlu miras bitmek bilmez isyankarlıkları ise en önemli olumsuz miras ise kendi aralarında birlik kuramamalarıdır. Bu olumlu ve olumsuz miras kaçınılmaz olarak bir yandan onları dış düşmanları ile ama diğer yandan kendi kardeşleri ile durmadan karşı karşıya getirmiştir. Bundan dolayıdır ki dost ve düşman ayrımı hep geçişken olmuştur. Bugün dost olan yarın düşman, bugün ihanetçi olarak adlandırılan yarın savaş ortağı haline gelebilmektedir.
Bu her iki miras bugün de bütün ağırlığı ile Kürt ulusal gerçekliğini belirlemektedir. Yakın tarihimize bakmak yeterli. Rojhilat’taki PDK-Î ile Başûr’daki PDK-I (Barzanilerin partisi) önce birbirlerinin kardeş partisiydiler, sonra biri diğerini İran ve Irak devletinin ajanı sayarak çatıştılar, sonra tekrar kardeş oldular. Başûr’daki YNK, PDK’den koptu ve onu Saddam’la işbirliğine girmekle itham etti, ardından aralarında şiddetli çatışmalar meydana geldi, derken federasyon yönetiminde ortaklaştılar. PDK ile PKK 1982’de Türk devletini düşman ilan eden dostluk protokolü imzaladılar, iki yıl sonra PDK Türk devletini dost, PKK’yi düşman saydığını açıkladı.
O kadar gerilere gitmeyelim. Zînî Wertê olayında PDK Türk devleti ile ortaklık yapıyordu, Rojava’daki uzlaşmadan sonra Türk burjuva basını PDK’yi PKK ile anlaşmakla suçluyor. ENKS PKK ve PYD tarafından haklı olarak ihanetçi olarak yaftalanmıştı, şimdi ENKS yönetime ortak ediliyor. Türk devleti daha dün ENKS’lileri en iyi biçimde ağırlıyordu, şimdi hedef olduklarını söylüyor. ENKS daha dün Türk devletini dost sayıyordu, şimdi onu asimilasyon ve etnik temizlik uygulamakla suçluyor.
Bunu Kürtlerin olumsuz mirasının bir sonucu saydık ama bu kendi başına durumu açıklamaya yetmez ya da gerçeğin sadece küçük bir tarafıdır. Dost düşman arasındaki bu geçişkenlik Ortadoğu coğrafyasının bir özelliğidir ve kaynağında bölgedeki keskin hegemonya mücadelesi yatar. Diğer yandan bütün ulusal kurtuluş mücadelelerinde bu geçişkenliği görmek mümkündür. Bilhassa ulusal mücadelenin burjuva unsurları sınıf niteliklerinden gelen oportünist ve kaypak ilişkilere girmeye yatkındır. Ortadoğu’da ülkeleri dört parçaya bölünmüş Kürtlerin ulusal kurtuluş mücadelesi de bundan azade değildir. Kürt ulusal kurtuluş mücadelesinin burjuva unsurların bu kaypaklığına neden şaşıralım ki? Ulusal burjuvazi bazen işbirlikçi de olabilir bazen kurtuluş savaşçısı da; bazen de uzlaştırıcı bir rol oynar.
Ulusal kurtuluş mücadelesine önderlik iddiasıyla ortaya çıkan bir hareketin stratejisinin odağında bütün ulusal kurtuluşçuları sömürgecilere karşı birleştirmek bulunmalıdır. Haliyle sınıf çıkarları nedeniyle işbirliğine de mücadeleye de meyledebilecek olan kesimleri de birliğe dahil ederek sömürgecilerin siyasi manevra alanını alabildiğine daraltmak gerekir. Ulusal burjuvazi de bu güçlerden biridir ve onun kaypaklığına karşı uyanıklık ulusal önderliğin önde gelen görevleri arasındadır.
O halde ulusal mücadeleler söz konusu edildiğinde düşman kuvvetlerle zaman zaman işbirliğine girenlerle bu işbirliğini bir çizgi haline getirerek bütünüyle bu güçlere angaje olanlar arasındaki ayrıma dikkat edilmelidir.
Ulusal Kongrenin Hedefi ve İlkeleri
Rojava’daki Kürt partileri arasındaki uzlaşmadan sonra Ulusal Kongre ve Ulusal Birlik bir kez daha Kürt ulusal kurtuluş mücadelesinin odağına oturdu.
Yakın zamanda Marksist Teori’de yayınladığımız bir makalede6 Ulusal Kongre ile ilgili yaklaşımımızı ortaya koymuştuk. Yedi madde halinde açıkladığımız bu yaklaşımımızda bir değişiklik yok. Bu yedi maddeyi hatırlayalım
1) Ulusal kongrenin ilk elde hedefi kendini kurmaktır. Bu kongrenin toplanması başlı başına önemlidir. Bu, sömürgecilere verilmiş esaslı bir yanıt olacak, Kürt ulusuna moral ve motivasyon kazandıracak, ulusal bilinci ve özgür Kürdistan umudunu büyütecektir.
Demokratik ve adil temsiliyet olmadan böyle bir ulusal kongrenin toplanamayacağı açıktır. Hegemonik rekabet ulusal kongrenin toplanmasının önündeki başlıca iç engeldir. Partisel veya grupsal çıkarlar bir kenara bırakılarak, gerektiğinde tavizler pahasına, bu kongrenin toplanması güvenceye alınmalıdır. 2013’te kongrenin hazırlık aşamasında kalmasının başlıca nedenlerinden biri partisel ve grupsal çıkarların öne geçirilmesi, konuya stratejik değil taktiksel yaklaşımlardır.
Kürt ulusal demokratik mücadelesine katılan tüm gruplar kongrede temsil edilmelidir. Ancak bu yoldan ulusal birlik oluşturulabilir. Bunun yapılamadığı koşullarda toplanan bir kongrenin istenen sonucu yaratamayacağı ortadadır.
Tartışma konularının başında gelen temsil oranı sorunu stratejik yaklaşımla aşılabilir. Bir kez böyle ele alındı mı, çeşitli yöntemler devreye sokulabilir. Örneğin, her parti ve kurumun karara uymayı taahhüt etmesi koşuluyla, kongre öncesi bir hazırlık kurultayında seçilecek bir kurul tarafından temsil oranları tespit edilebilir.
Belirlenmiş kurallar çerçevesinde her katılımcının konuşma hakkı ve özgürlüğü güvence altına alınmalıdır. Bu olmadan demokratik bir kongre gerçekleştirilemez.
Kadınların eşit temsil hakkı mutlaka gözetilmelidir. Demokratik ulus bilincinin oluşumunda Kürt kadınlarının oynadıkları ve oynayabilecekleri rol ortadadır. Bunu hesaba katmayanların demokratik bilinci yamuktur, ulusal bilincin gelişmesine hizmet etmez.
2) Kongrenin amacı demokratik ulus bilincini inşa etmek ve bunu Ortadoğu halklarına mal etmektir. Ortadoğu çok uluslu, çok dinli, çok mezhepli bir coğrafyadır. Bu farklılıklar emperyalistler ve bölgedeki egemen güçler tarafından istismar edilmiştir. Bölgede, bırakalım demokratik halkçı bilincin yeşermesini, burjuva demokratik bilinç de gelişmemiştir. Ulus, din ve mezhep egemenler kadar ezilenler için de bir siyasal bayraktır. Ortadoğu’da demokratik ulus bilinci, ancak tüm bunların üstüne çıkarak, bu farklılıkları dıştalayan ya da rakipleştiren değil, onları demokrasi, bir başka deyişle politik özgürlük çatısı altında kapsayan bir yaklaşımla inşa edilebilir.
Kürdistan, yalnızca Kürtlerin değil, Kürdistan’da yaşayan tüm halkların yurdudur; şu ya da bu dine ve mezhebe inananların değil, herkesindir. Bütün ulusların, ulusal toplulukların ve inançların hakları garanti altında olmalıdır.
Ulusal kongre, çoğunlukla asimilasyoncu, kimi kez ırkçı her türlü burjuva ulusalcı ideolojilerle arasına keskin ayrımlar koymalıdır. Kongre daha baştan bunu taahhüt etmeli ve nasıl gerçekleştireceğini karar altına almalıdır. Tarihsel haksızlıkları gidermek adına girişilebilecek her türlü intikamcı harekete karşı daha baştan tavrını açıklamalıdır.
3) Başlangıçta her parça demokrasiyi kendi özgün koşullarına göre uygulayabilir ya da uygulanagelen biçimler geliştirilebilir. Aşağıdan yukarıya halkın yönetime katılması esas alınmalıdır. Rojava’da uygulanan sistem bunun laboratuvarıdır. Herkese açık komünler ve meclisler temel temsil organlarıdır. Komünler ve meclisler demokratik iktidarın dayanaklarıdır. Halkın iktidara katılımı bu yolla gerçekleştirilir.
Başûr’da uygulanagelen burjuva parlamentoculuk ulusal demokratik bilincin gelişmesine, ulusal, dinsel, mezhepsel ayrımların çözümüne yeterli bir yanıt değildir. Parlamenter biçim ya sayısal çoğunluğun egemenliğine yol açar ya da yetkilerin nüfus oranlarına göre paylaştırılmasına dayanır. Oysa komünler ve halk meclisleri sistemi bu ayrımları aşar; herkesin bulunduğu yerden, ulusal, dinsel ve mezhepsel ayrımına bakılmaksızın, devlet işlerine karışmasına olanak verir. Böylece ulusal, dinsel ve mezhepsel ayrımlar politik temsil niteliğinden arındırılmış olur.
4) Ulusal kongre birleşik bağımsız Kürdistan’ı hedeflemelidir. Güncelde ise her parçada var olan kazanımları tüm ulusun kazanımı saymalı ve sahiplenmelidir. Başûr’daki bağımlı federatif yapı yalnızca KDP ve KYB’nin kazanımı değildir, Rojava’dakinin yalnızca PYD’nin kazanımı olmaması gibi. Aksi takdirde bir ulusal bilinç ve birlikten söz edilemez. Rojava ile Başûr sınırı KDP tarafından kapalı tutulur ve geçişler engellenirken hangi ulusal birlikten söz edebiliriz?
5) Ulusal demokratik güçler arasındaki her türden çatışma kesinkes yasaklanmalıdır. Hem parti ve gruplar arasında hem de Rojava ve Başûr arasında meydana gelebilecek bütün sorunların çözümü ile görevli bir komisyon ulusal kongre tarafından seçilmelidir. Bir çeşit adalet divanı olacaktır bu. Divanın çözemediği konular bir sonraki ulusal kongre gündemine getirilmelidir.
6) Kürdistan’ın diğer bölgelerinde yaşayanlar, Başûr ve Rojava’da kendini yurdunda hissetmeli, herhangi bir seyahat ve çalışma kısıtlamasına tabi tutulmamalıdır. Örgütlenme, söz ve yürüyüş hakları garanti altına alınmalıdır. Kürdistanlı hiç kimse Kürdistan’ın herhangi bir parçasında “yabancı” muamelesi görmemelidir.
7) Ulusal kongre, katılımcılarından birine yönelik bir dış saldırıyı tüm kongreye yapılmış sayılmalı ve bu doğrultuda tutum almalıdır. Dört parçanın herhangi birinin kazanımlarını gasp etme hedefli her türlü girişim ortak bir karşı koyuşla yanıtlanmalıdır. Kongre bu iradeyi en net biçimde ortaya koymalıdır. Dolayısıyla, silahlanma ve askeri hazırlık ortak çabanın ürünü olmalı, her parça diğerinin mücadelesini kolaylaştırmayı görev saymalıdır. Her parçadaki ulusal kongre bileşenleri hiçbir koşulda sömürgecilerin işlerini kolaylaştıracak davranışlar sergilememelidir.
Ulusal Kongre Ulusal Birlik ve Sınıf Mücadelesi
Rojava’daki deneyimi hesaba katmalıyız. Nasıl Başûr’da PDK ve YNK’yi ABD ve İngiltere barıştırdı ise Rojava’da da ENKS ve PYD’yi ABD ve Fransa uzlaştırdı. Başka güçlerin kendi çıkarları gereği Kürtleri birleştirme girişimleri yerine Kürtler bağımsız inisiyatifleri ile bir araya gelmeyi başarmak zorundalar, aksi taktirde ortaya çıkmış ve çıkacak olan fırsatları heba etmiş olurlar.
Rojava’daki deneyimden çıkarılması gereken bir diğer ders emperyalizmin ve burjuvazinin hesapları karşı hamleyle bozulmasının imkân dahilinde olduğudur. ENKS’yle PYD’yi geri temelde uzlaştırma çabasına PYD diğer ilerici ulusalcı partileri bağımsız bir irade haline getirerek boşa çıkarmış ve böylece ENKS’yle Türk devleti arasındaki ittifakı da bozmuştur.
Bu deneyden yola çıkılarak hem her parça Kürdistan’da hem de dört parça Kürdistan ve diasporayı kapsayan ilerici ulusal kurtuluş konferansları ya da kongreleri yapılarak her parçada ayrı meclis ve onların birleştiği Kürdistan Ulusal Meclisi oluşturulabilir. Demek istiyoruz ki öncelikle yoksulları, işçi ve emekçileri temsil eden ulusalcılar bir araya gelerek birleşik mücadele örgütleri, kongreler ve meclisler oluşturmalı, ulusal burjuvaziyle ittifak da bu meclisler ve kongreler üzerinde gerçekleştirilmeli. Kürt yoksullarının, işçi ve emekçilerin temsilcilerinin, Kürt özgürlük mücadelesinin ilerici, devrimci bölüklerinin ittifakı gerçekleştiğinde bir ulusal kongre toplanmasının koşulları çok daha elverişli hale gelir.
Ulusal burjuvazi Kürdistan’da giderek Kürt halk kitlelerinden ayrışmaktadır. Bunların bir bölümü bir hayli zenginleşmiştir. Başûr’daki burjuvalaşma bunun tipik örneğidir. Bu nedenle ulusal kurtuluş mücadelesi içindeki hegemonya kavgası her zamankinden daha fazla sınıfsal bir içerik kazanmaktadır. Ezilenlerin ulusal kurtuluştan beklentileri ile zengin sınıflarınki giderek birbirinden daha fazla ayrışmaktadır. Dolayısıyla bütün sınıflardan ulusalcı güçlerin dahil olduğu bir ulusal kongrenin başarılı olması için öncelikle ezilen sınıflardan gelenlerin birliği elzem haline gelmiştir. Ulusal burjuvaziyi ulusalcı çizgide tutmanın biricik yolu budur, aksi taktirde yüzünü emperyalizme her zamankinden daha fazla çevirecektir.
Bu analiz bizi ulusal kurtuluşu sosyal kurtuluşla iç içe ele alan sosyalist yurtseverlere Kürdistanlı komünistlere her zamankinden daha fazla rol düştüğüne ulaştırır. Sömürgecilere karşı ulusal birlik, burjuvaziye karşı ezilen sınıfların ittifakı her zamankinden elzem hale gelmiştir.
Dipnot
1 “Kürtler, ayrı ayrı kabile ve aşiretler tarzında yaşamaktadır. Sadece Allah’ı bir bilip Muhammed ümmeti olduğumuzda ittifak halindeyiz. Diğer hususlarda birbirimize uymamız mümkün değildir.” Kürt beylerinin İdris-i Bitlisi aracılığıyla Yavuz Selim’e yazdığı davet mektubundan.
2 “Kürtler arasında emrine uyulacak ve yargısı uygulanacak bir kimse bulunmadığı için, çoğu kan döker, güvenlik ve düzen kurallarını çiğnerler. Kürtler en ufak ve önemsiz nedenlerle ayaklanarak, önemsiz hatalar ve küçük suçlar yüzünden büyük suçlar işlerler. Sonra bu kişinin öldürülmesi karşılığında diyet kabul ederler; bu diyet ya bir kızdır veya bir attır ya da birkaç keçidir.” Şerefhan, Şerefnâme, Deng Yayınları
3 “Comertlik, himmet, mertlik, / Beylik, hamiyyet ve yiğitlik, / Hep Kürt kabileleri için onaylanmıştır, / Onlar kılıçla ve himmetle ün salmıştır. / Cesaretten hamiyyetli oldukları kadar, / Minnetten de nefrct ederler. / Bu hamiyyet ve yüksek himmettir ki, / Engel oldu minnct yükünü yüklenmelerine. / Bunun içindir ki hepsi her zaman ittifaksızdır, / Her zaman birbirlerine karşıdır ve parçalanırlar. / Olsaydı eğer bir ittifakımız bizim, / Hep birlikte bir birimizc itaat etseydik, / O zaman dini de, devleti de ikmal eder, / ilmi de, hikmeti de elde ederdik. / Sözler o zaman birbirinden ayirdcdilir, / Gerçek hüner sahipleri çıkardı ortaya.” Ehmedê Xanî, Mem û Zîn, çeviren M. Emin Bozarslan, Hasat yayınları
44 “Birbirinize saman yığını altında gizli kalan ateş gibi kinli olduğunuz sürece / Ordularınız fırtına da olsa kâğıttan bir kaplan olarak kalır. / Kürt kavmi kendi arasında barışmadığı sürece / Kürt ülkesi her zaman virane kalacaktır.” Hecî Qadirê Koyî (1816-1897), aktaran Faysal Dağlı, Birakujî, (Kürtlerin İç Savaşı), s. 15, 16.
5 Osmanlı Arşiv Belgelerinde Kürtler ve Kürt Direnişleri 1817-1867, Sinan Hakan, Doz yayınları
6 http://www.marksistteori1.org/104-marksist-teori/sayi-28-eylul-ekim-2017/876-kurt-ulusal-kongresi.html