Klasik Marksizm’de işçi sınıfına sadece ekonomik pozisyonu, sömürülmesi, mülksüzleşme ve yoksullaşma üzerinden değil bir toplumsal sınıf olarak diğer sınıflara karşı konum alarak bir özne haline gelmesi üzerinden bir rol biçilir. Bu rol teorik, farklı değişkenlere bağlı ve nesnel olmayan bir roldür yani birden çok koşul bir araya geldiğinde ortaya çıkabilecek bir güçtür; potansiyel, tarihsel ve öznenin hareketine bağlı bir roldür.
Potansiyel rolü tanımlamak aslında sanıldığı kadar kolay değildir, keza bu rol kaynağını kapitalist üretim tarzının işleyişinden1, artık değer yasasından alıyor ancak politik devrim, toplumsal yapılanma ve iktidar ilişkilerinin analizi ile ancak hayata geçmeye başlıyor.
Rol, tarihseldir ayrıca siyasaldır. İsçi sınıfının devrimci rolü tarihsel referans olarak 1848 devrimleri sonrasındaki Almanya ve Avusturya’daki sınıf hareketinin gelişmesi ile formüle edilmiştir. Öncelikle bir tarihsel deneyime dayanması anlamında tarihseldir. O rolün başka ülke, bölge, mekan ve bağlamlarda yeniden realize olması yani evrenselleştirilmesi teorik bir önermedir, kaçınılmaz değildir ve toplum yasalarının işleyişinden kaynaklanmaz.
Proletaryaya 19. yüzyıl Marksizminde tanınan rol dünyanın değişik bölgelerinde gelişen sınıf mücadelelerinin analizinden beslenmemiş ve orta ve batı Avrupa odaklı bir tarihsel analizden kaynaklanmıştır. Sınırlılıkları ile birlikte formüle edilmiştir. Bu orta ve batı Avrupa odaklı analiz giderek bir modele dönüştüğünde bugüne dek devam eden bir pozitivist siyaset felsefesine rücu olur; ekonomik gelişme ile birlikte nicel olarak gelişecek ve mülksüzleşme ile birlikte kutupsal olarak burjuvaziye karşı konumlanacak bir işçi sınıfı hareketi modeli. Bu pozitivist model işlemediğinde Bernstein'dan 1968 sonrası Avrupa yeni-sol hareketlere kadar işçi sınıfının devrimci rolüne kuşkuyla bakan ve red eden akımların güçlendiklerini görüyoruz. Bu pozitivist siyaset sadece Avrupa deneyimlerini referans alan yeni solda değil Balkan ve doğu Avrupa “reel sosyalizm” deneyimlerinde de etkili olmuştur. 2 Oysa Komünist Manifesto’da kurucu önderler, “işçi sınıfının değişik gelişim evrelerinden geçtiğini ve mülk sahibi sınıflara karşı mücadelesinin işçi sınıfının varlığı ile başladığını” hatırlatırlar. Burjuvaziye karşı mücadele etmeden önce aslında bir sınıf olarak işçiler yoktur, yoksulluk, sömürü, sefalet vardır ama sınıf mücadelesi işçi sınıfının varlığından söz etmenin ön koşuludur.3
Bu bilinç hali ile işçi sınıfı arasında kurulan ilişki kimi metinlerde maddi sınıfsal çıkar ilişkisi olarak tarif edilmiştir, yani indirgenmiştir. Kimi metinlerde ise ancak işçi sınıfının bir azınlığının 1-iradi müdahalesi 2- kolektif aksiyon gücü varsa siyasal pratikte karşılığı olan bir potansiyel söz konusudur.
İnsan iradesine tanınan pay yukarıda dile getirilen rol ile iç içedir. Marksizm’den önce siyasi mücadeleyi insan hırslarının, aklın, soyut değerlerin ya da vicdanın bir fonksiyonu olarak tanımlamak genel eğilimdir. Bu eğilim aslında bürokratik sosyalizm deneylerinde kurumsal yöneticiliğe ideolojik bir öncülük rolü, işçi sınıfına da üretme işlevi atfetmeye dayalı işbölümü ve yozlaşmanın kaynağıdır. Bugün orta sınıf aydınlar hatta ilerici aydınlar nezdinde yapılan “yeni insan” yaratmak, iktidarın yozlaştırıcı gücü, solun toplumsal vicdanın ifadesi olması, iktidara gelmeden toplumu dönüştürme vb. tartışmalar önsel olarak önemsiz, soyut değildirler ancak işçi sınıfının toplumsal özgürleşme hedefi ile oynayabileceği devrimci rol tezinin yanında ikincil tartışmalardır. Daha doğrusu ikincil kategorideki motivasyonlar, birinci kategoriye -devrimci role- bağlandıkları ölçüde Marksizm açısından değerlidir.
Pozitivist siyaset felsefesindeki işçi sınıfı ise ürettiği için var olan hatta mücadele eden bir sosyal kategoridir. Bu açıdan bakıldığında yasal bir komünist partisi, sosyal demokrasi, Keynezyen istihdam politikası savunan bir burjuva hükümeti, sosyal liberal denen akımlar, korporatist milliyetçi akımlar, sol liberal orta sınıf katmanlar, sosyal sorumluluk projelerinden başını alamayan kapitalistler, yoksul kitleler nezdinde tabanı olan bir din referanslı hareket, sendikalara üye ve kimi göreli güvencelerini yitirmek istemeyen sendikacı ve işçi tabanı, anti-kapitalist bir programı olmayan yeşil hareketlerin işçi sınıfına tanıdıkları rol nicelik farkları ile aynıdır; demokratikleşmeye katkıda bulunmak, oy vermek, vergi, fatura ve aidat ödemek, alım gücünü arttırmak için ulusal pastanın büyümesini beklemek ama herşeyden önce üretmek.
Başlangıçta tanımladığınız potansiyelin kuvveden fiile çıkması, tarihsel rolün güncel bir karşılık bulması ve giderek özneleşme Marksizm’in kurucuları tarafından ağırlıklı olarak varsayımlar geliştirdiği bir alandır. Varsayımlardan kurama geçiş Leninist örgüt kuramı ile gerçekleşmiştir.
Kapitalist üretim tarzı ve artık değer kuramından kaynanlanan, tarihsel olarak tanımlanan bir potansiyelden politik devrimde işçi sınıfının rolüne geçiş örgüt aracılığı ile olacaksa bu aracın yaratılması ve başarılı olması için gerekli merkezi ve önaçıcı gücün de tanımlanması gereklidir. İşte Marksizm’in Leninizm’e devrettiği budur; sınıf bilinci ile hareket eden işçiler. Ancak sınıf bilincinin tanımı ilk aşamada bir karşıtlık ve sınıfsal çıkarlar çerçevesi ile yapılmış -biz ve onlar ayrımı- giderek karmaşıklaşmıştır. Sınıf farkındalığı -sınıf bilinci- komünist bilinç farklı kerteler olarak ayrışmaya başlamıştır.
1845’de Alman İdeolojisi’nde sınıfın içinden fışkıran komünist bilinç4 tarif edilirken, 1848 devrimlerinin eşiğinde Komünist Parti Manifestosu’nda ise tarih bir sınıf mücadeleleri tarihi olarak tanımlanırken acaba 1859’da Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı’nın önsözünde bir tarihsel rolün oynanabilmesi için üretici güçlerin gelişmesinin üretim ilişkilerinin gelişimini aşmasının beklenmesi bir çelişki midir?
İşçi sınıfının rolüne ilişkin özneye, dolayısıyla örgüte tanınan rolü ve üretici güçlerin gelişmesini sadece sanayileşmeye, işçi sınıfının nicel gücünün artmasına yani bir anlamda kapitalist sanayileşme ve modernleşmeye bağlarsak evet bu bir çelişkidir. Marksizm gibi Leninizm’in de farklı yorumları vardır ve Leninizm’in ancak devrimci ve yaratıcı bir yorumuna göre bu farklı açıklamalar bir tutarsızlık hatta çelişki değil bir devrimci gerilimdir. Eğer Leninizm sınıfa bilinci dışarıdan ideolojik olarak taşımakla görevli bir aydın faaliyetine indirgenirse bu farklı teorik vurgular bir çelişki olarak kalmaya devam edecektir. Evet Lenin “Ne Yapmalı?”da işçi sınıfının kendiliğinden devrimci bilince ulaşamayacağını ve bu bilincin dışarıdan taşınacağına dayalı bir potansiyeli harekete geçirme tezi öne sürmüştür. V.I Lenin’in tezine yapılan katkılar hem orta Avrupa’dan hem de emperyalizmin zayıf halkalarından gelmiştir.5
Leninizm, Marksizm’de daha önce tanımladığınız sınıfın rolüne ilişkin gerilime devrimci bir cevap vermiştir. Yalıtık bir sosyal kategori ya da üretici güç olduğu için kendisine rol tanınan bir sınıfa diğer emekçi katmanlar, ara sınıflar, parti, konsey, sovyet tipi örgütler ve halkları yanına alarak rolünü oynamasının imkanlarını açığa çıkarmıştır. İşçi sınıfının tarihsel rolüne ilişkin analizi devrimci özne olarak modern proletaryanın yanına ezilen halkları katmasıdır. Ezilenler sadece ezilen uluslar değil burjuvazi-proletarya arasındaki hesaplaşmada işçi sınıfının rolüne destek olabilecek katmanlar, ara sınıflar, toplumsal gruplar ve halklardır. Proletarya bir devrimci özne çeşitliliği içerisinde sürükleyici rolünü oynamaya adeta itilmektedir. Bu Leninist analiz ile halkların özgürleşmesi, Marksist tarih yazımında dar anlamda tarihi olmayan ve tarihi olan uluslar ayrımının ötesinde, içinde sınıf mücadelesini barındıran bir özgürlük mücadelesi olarak kabul edilir.6
21. yüzyılda sadece Marksizm’in ekonomik kalkınmacı ve pozitivist yorumundan değil Leninizm’in de devletçi-elitist-revizyonist yorumuna karşı dikkatli olmak durumundayız. Şu ana dek yapılan vurgular işçi sınıfının potansiyel rolünün verili bir potansiyel değil harekete geçirilmesi için özne ve araçlara gerek duyduğunu hatırlatmaktadır. Örgüt ve öncülük rolü ise zor inşa edilen ve kolay yıpranıp içeriği boşaltılabilecek araçlardır. “Leninizm’in, işçi sınıfının kendisi için sınıf olma yeteneği kazanması açısından en ayırdedici yönü nedir?” diye sorulursa devrimci yaratıcılığıdır denebilir. Yaratıcılık her toplumsal formasyonda, farklı politikalar ve öncülük biçimleri geliştirebilme kapasitesi demektir.
Eğer sendikalar ve devlet solu, devletin ve sermayenin işçi sınıfını denetleme araçlarına dönüşmüşse, sendikalar bir aristokratik asalak tabakanın elinde işverenin insan kaynakları departmanına, büyük bir örgütsüz emekçi kitleler denizinde insansız adacıklara dönüşmüşse, sosyalist politika basın açıklaması ve kurum binalarındaki bir faaliyete dönüşmüşse bunun asıl sorumlusu burjuvazinin zulmü değil Leninizmi coğrafyamızın koşullarına uyarlama yeteneğimizin düşüklüğüdür. Artık tarih bilincini temellük etmiş adanmış aydınlar/politikacılar ve bilinçlenmek için bekleyen işçiler dualitesi kabul edilmemelidir. Ezilenlerin özgürlük mücadelesinde sınıf mücadelesi potansiyel olarak içkindir. Tarih bilinci olmayan, sadece ekonomik kaygısı olan kuşaklar arası sınıf mücadelesi kolektif hafızası kopmuş bir “sınıf mücadelesi” komünistler için çok geriden başlamak anlamına gelecektir.
Yeni toplumsal hareketler olarak tanımlanan7 hareketlere işçi sınıfı hareketinin bir rakip ve tehdit olarak bakması günümüzde gereksizdir. Bu hareketler çeşitlenerek çoğalacak, bir kısmı zayıflayıp geri çekilecek bir kısmı da güçlenerek devam edeceklerdir. Akademik hak mücadelesi, ücret sendikacılığı ya da anayasal hakların geliştirilmesine dayalı 1960’ların sonu ve 2000’li yıllara kadar devam eden muhalif hareketlerin ricat ettiklerini ve onlardan doğan boşluğa çok uzun bir süre geri çekilmeyecek şekilde cins eşitlikçi doğa-insan ilişkilerini yeniden tanımlayan hareketlerin doldurduğunu saptıyoruz. Bu hareketlere sınıf kavgasını da sokmak aynı zamanda bu hareketleri sınıf mücadelesinin konusu da yapmak demektir.
Artık komünist kadro sınıf bilinci ile tarih bilincini bütünleştiren Marksist, yaratıcı Leninist’tir. Yaratıcı Leninizm’de Marksizm’in yabancılaşma -kapitalist sömürü- mülkiyet ilişkileri kategorilerini öncü proleter -sınıf zoru- işçi sınıfının içindeki eşitsiz gelişim gibi kategorilerle zenginleştirmeliyiz. Öncü işçinin tanımını yeniden yapmalıyız, artık kapitalist toplum eleştirisini yapamayan öncü işçi olamaz. İşçi sınıfına bilincin dışarıdan taşınma tartışmasını coğrafyamızın realitesi ile bağlantılı kılmalıyız. Çünkü eski tabirle Türkiye işçi sınıfı Anadolu'nun deniz kıyılarında ve ortasında devlet denetiminin altında ve sermaye ideolojisinin sınırları içerisinde hapsolmustur.
Leninist bir yöntem, işçi sınıfı partisinin sınıfsal pratiği ve kadro ihtiyaçları ile örgütsel yapısı arasında bir uyarlanma öngörür. Avrupa'da özellikle 2. Emperyalist Paylaşım Savaşı sonrasında kurumsallaşan, yasallaşan hantal yapılar giderek toplumsal mücadelenin sert çelişkilerle yürütüldüğü ülkelere de yayılmıştır. Devrimciler örgütü, işçi sınıfının kendisini yeniden örgütlediği toplumsal mekanlardan da ezilen kitlelerin mücadelesinden de kopmuştur. Sadece istisnalar vardır. Bırakalım proletaryaya dışarıdan bilinç taşımayı, Marksizm referanslı yapılar kimi sendikal konumlar dışında proletarya ile etkileşimsiz aygıtlara dönüşmüştür.
Önümüzde ekonomik, mekansal ve siyasal olarak giderek karmaşık bir yapıya kavuşmuş, geleneksel sanayi proletaryasının yaşam tarzından, işçi kültüründen uzaklaşmış bir işçi sınıfının direnişçi, önder kadro adaylarını komünizme örgütlemenin yaratıcı yöntemlerini geliştirme sorunu vardır. Yaşayan, devrimci krizlere hazırlıklı, her yapısı bir örgütlenme organı olarak da çalışabilecek önder kadroları ile 21. yüzyıl Leninizmini hayata geçirme sınavı vardır. Bu birikim ve potansiyel mücadelemizde vardır.
Notlar
1 Artık değer yasası ve sermayenin organik bileşiminin gelişmesi sonucunda mülkün giderek az sayıda grubun elinde birikmesi ve mülksüzleşen emek gücünü kiralamaktan başka bir ekonomik değeri kalmayan giderek büyüyen bir sınıfın uzlaşmaz çelişkisi.
2 İşçi sınıfının rolüne ilişkin pozitivist siyaset felsefesinde üretici güçlerin asli öğesinin canlı üretici emek olduğu açıkça ilan edilmeden geri plana itilmiştir. Siyasal mücadelede unutmak bilinçli bir eylemdir. Üretim araçları üretim aletleri ve makina ile özdeşleşmiştir. Batı ve orta Avrupa odaklı laik-pozitivist aydınlanma işçi sınıfına moderniteyi ve üretimi temsil ettiği ölçüde toplumsal değer vermiştir. İşçi sınıfı ekonomik rolü üzerinden ve giderek artan nicel gücü temsili demokrasi açısından bir avantaj olarak ele alınmıştır.
3 Ezilen kitlelerin, emekçilerin her hareketini sınıf mücadelesi alanına dahil etmek sorunlu bir kolaycılıktır. Ancak sınıf mücadelesini sadece ücretli emekçilerin geleneksel araçlarla (sendika, parti, grev, hukuksal ve yasal hak savunusu vs.) verdikleri tepkilere ve sömürüyü sınırlandırma eylemlerine indirgemek özellikle Avrupa ve K. Amerika dışı toplumsal formasyonlar söz konusu olduğunda daha büyük bir handikaptır.
4 Karl Marx, Friedrich Engels, Alman İdeolojisi, Sol Yayınları 2004, s.66
5 Bir örnek, Macar Marksist Gyorgy Lukacs, 1922 yılında yani Ekim Devrimi’nin hemen ardından Tarih ve Sınıf Bilinci başlıklı çalışmasını yayınlandığında devrimci özne ve praksis (eylem) kavramlarına verdiği merkezi önemden ötürü bir sol komünizm suçlaması ile karşılaştı. Marksizm’de işçi sınıfına tanınan ekonomik ve yapısal rolü arka plana itip yerine tarih bilincini de temsil eden devrimci özneyi ve partiyi koymasıyla belki de istediğinden farklı olarak iki yönde Leninizm’in devrimci yorumundan kopmanın işaretlerini verdi. Birincisi bugün adına bir tür orta sınıf Leninizmi ya da kampüs Leninizmi adını verebileceğimiz tarih bilincinin tekeline sahip olduğunu varsayan bir legal Marksizm (devlet KP’leri) ekolü öte yandan sınıf mücadelesinde proletaryanın rolünün nesnel olarak sıradanlaştığını varsayan yeni-sol akımlar. Bu akımların hepsi birden aynı biçimde ve yoğunlukta siyasal alanda işçi sınıfının rolünü sabote etmezler. Sadece 2. Dünya Savaşı sonrasından örnek vermek gerekirse Frankfurt ekolü işçi sınıfının rolünün önemsizliği ile başladığı eleştirel evrimi, anti-komünist ve liberal sivil toplum inşası doktrinine kadar götürmüştür, öte yandan yine 2. Emperyalist Savaş sonrasında ABD’de gelişen Afro-Amerikan halkın örgütlenmesi siyah proletaryanın sınıf bilincinde devrimci bir sıçrama yaratmıştır.
6 Leninizmi bir ideolojik kalıp olarak değil bir devrimci yaratıcılık olarak devrimci siyasete uyarlayan bir akım örneğin sınıf mücadelesi ile Anadolu halklarının mücadelesi arasında bir dışlama ilişkişi kurmaz bir halkın özgürlük mücadelesi içerisindeki sınıf mücadelesi boyutunu saptar.
7 Marksizm açısından geleneksel işçi sınıfı hareketi dışındaki muhalif hareketleri tanımlamak için kullanılıyor ve farklı ülkelerde farklı özneleri içeriyor; özgün talepleri olan gençlik hareketleri, çevre-doğa-insan ilişkilerine yönelik eleştirel gündemi olan hareketler, yoksul ülkeler ve mültecilerle dayanışma hareketleri, cins eşitlikçi ve cinsiyet özgürlükçü hareketler, inkarcı politikalara karşı kimlik hareketleri vs.