Tüm dünyayı etkisi altına alan COVID-19 salgınının kadınlar bakımından iki önemli sonucu oldu. Birincisi, salgının yayılmasına karşı önlem olarak görülen evlerde, erkek şiddeti arttı. İkincisi de, ev içinde bakım hizmetleri, temizlik, yemek vb. artan iş yükü evi kadınlar için cehenneme çevirdi. “Ev”in kadınların hayatındaki karşılığı “yaşam” değil, “şiddet”, “ölüm”, “cinsel kölelik” ve “sömürü” oldu. Buların yanı sıra, salgına bağlı tarzda derinleşen kapitalist sistemin krizinin işsizlik, yoksulluk gibi sonuçlarının da kadınlar bakımından daha ağır yaşanacağını şimdiden söylemek mümkün.
Karantina ile birlikte artan erkek şiddeti, emperyalist kuruluşların da raporlarına girdi. BM son birkaç haftada ABD, Hindistan, Güney Afrika, Fransa, Türkiye ve Avustralya'da ev içinde kadına yönelik erkek şiddetinin arttığını rapor etti. UK Aid Direct tarafından yayınlanan rapora göre ise, Çin’in Wuhan kentinde karantina süresince kadınların şiddete uğrama oranı 3 kat, polise yardım talebi ile ulaşan kadınların sayısı 2 kat arttı. Kadın kurumlarına yapılan başvurular da yüzde 90 artış gösterdi.
Avrupa ülkelerinde de durum benzer. Belçika’da geçtiğimiz ay acil polis hattını arayanların yüzde 70’ini şiddet gören kadınlar oluşturdu.
Rakamlar Gerçeğin Sadece Küçük Bir Bölümü
Erkeklerin evde olduğu koşullarda şiddeti bildirmenin zorluğu, bu verilerin gerçeğin ancak küçük bir bölümünü yansıtabildiği anlamına geliyor. Türkiye ve Kuzey Kürdistan’daki tablo da dünyadaki tablodan farklı değil. Türkiye Kadın Dernekleri Federasyonu’na salgın süresince gelen ihbarlar kadına yönelik fiziksel şiddetin yüzde 80, psikolojik şiddetin yüzde 93, sığınak talebinin ise yüzde 78 arttığını gösteriyor. Sadece kadın örgütlerinin değil, devletin resmi kurumlarının verileri de artan erkek şiddetini gözler önüne seriyor. Örneğin, İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nün verilerine göre, salgının ilk ayı, 2020 Mart’ında erkek şiddeti, yüzde 38,2 artış gösterdi.
Salgın sürecinde kapitalizmin kadın emeğinin iş kollarına cinsiyetçi dağılımının getirdiği zorunlu alanlarda çalışan kadınların sayısı ve oranı da arttı. Dünya Sağlık Örgütü'nün 2019 yılında yayınladığı 104 ülkedeki sağlık çalışanlarını kapsayan bir araştırmaya göre, dünyada sağlık sektörü ile ona bağlı evde hasta bakımı gibi sosyal sektörlerde çalışanların yüzde 70'i kadın. Alman gazeteci Mattihas Janson’ın Alman İstatistik Kurumu verilerine dayanarak ücretli emek alanında yaptığı araştırmaya göre salgın döneminde kadınlar toplumu ayakta tutuyor. Almanya’da hastane sağlık emekçilerinin yüzde 76’sını, sosyal sigorta çalışanlarının yüzde 73’ünü, gıda ve temel alışveriş merkezlerinde çalışanların yüzde 72,9’unu kadınlar oluşturuyor. Bu verilere alışveriş, yemek, temizlik ve hijyenle uğraşan ev emekçisi kadınlar eklendiğinde oran daha da artıyor.
Çaldıkları Emek Bizim
2016 yılı Aile Yapısı Araştırması’na göre, ev işlerinin yüzde 90’ını kadınlar yapıyor. TÜİK 2014-2015 Zaman Kullanımı Araştırması’na göre erkekler ev işi ve aile bakımına günde 53 dakika (yalnızca 9 dakikası çocuk bakımını kapsıyor) ayırırken, kadınlar 4 saat 35 dakika veriyor. İş gücüne katılıma göre değerlendirildiğinde bu rakamlar çok az değişiyor. Örneğin çalışan erkekler ev işi ve aile bakımına günde ortalama 46 dakika verirken, çalışan kadınlar 3 saat 31 dakika ayırıyor. Kadınların ev içinde harcadıkları bu emek karşılıksız.
Kadınlar Korunma Haklarından Da Mahrum
Kadınların maruz kaldığı şiddet ve sömürü ortamı faşist şeflik rejimi tarafından elbette gizleniyor, adeta yok sayılıyor. Bu nedenledir ki, salgın koşullarında ağırlaşan krizden patronları kurtarmak için paket hazırlayan iktidar, bırakınız kadınları karantinada artacak erkek şiddetine karşı koruyacak önlemler almayı bu sorunu gündemine bile almadı.
Mor Çatı Vakfı’na ulaşan kadınların deneyimleri şiddetten korunmak için gerekli tedbirlerin uygulanmadığını gösteriyor. Karakollara giden kadınların şikâyetleri “evin daha güvenli olduğu”, “sığınma evlerinde hastalık riski bulunduğu” gerekçeleri ile alınmıyor ya da görmezden geliniyor. Fiziksel şiddet gören kadınlar bile darp raporu almaları için hastanelere yönlendirilmiyor. Darp raporu alamayan kadınlar ne kadar şiddet görürse görsün eğer vücudunda darp izi yoksa sığınma evine kabul edilmiyor. Erkeği evden uzaklaştırma tedbiri de yine salgın gerekçesiyle uygulanmıyor.
Türkiye’de sadece kadına yönelik şiddet için faaliyet gösteren bir destek hattı dahi bulunmuyor. 183 gibi hatlara ise yoğunluk sebebiyle ulaşmak mümkün değil. Ayrıca erkeklerin evde olması sebebiyle kadınlar 183’e de ulaşamıyor. Sürecin olağanüstü koşulları kadınlara şiddet gördükleri kişilerle aynı evde yaşamayı dayatmanın gerekçesi yapılıyor.
Kadınlar Ne Talep Ediyor?
Kadın örgütleri, kadınların evlerde erkek şiddeti karşısında çaresizliğe mahkûm edilmesine karşı taleplerini açıkladı. 175 kadın ve LGBT+ örgütü “Yaşamak için evde kalmak, evde kaldığımız için yoksulluktan ve erkek şiddetinden ölmek istemiyoruz” diyerek, iktidarın acil önlem programı oluşturmasını ve uygulamasını istedi.
Kadınların acil önlem programında yer almasını istediği talepleri şöyle:
“Kadınlar için özel bir bütçe hazırlansın. İstanbul Sözleşmesi’nin öngördüğü şekilde önleyici ve koruyucu mekanizmalara erişebilecekleri bir sistem kurulsun. 6284 Sayılı Yasa uygulansın. Erkek şiddetine maruz kaldıklarında erişebilecekleri acil numaralar en çok gidilen market ve eczaneler gibi yerlere asılsın, irtibat masaları kurulsun, çok dilli acil şiddet hattı kurulsun. Kadınların karantina günlerindeki hakları kamu spotları ile televizyon kanalları ve sosyal medyadan sık sık hatırlatılsın. Belediyeler dâhil sorumlu tüm kamu kurum ve kuruluşlarında acil koordinasyon birimi oluşturulsun.”
Kadın örgütleri erkek şiddetine karşı bu taleplerin dışında, salgın sürecinin artırdığı yoksulluğa karşı da taleplerini açıkladı, diğer emek örgütlerinin taleplerine ortak oldu.
“-Üretim durdurulsun, zorunlu olmayan sektörlerde ücretli izin hakkı tanınsın.
- Elektrik, su, doğalgaz faturaları alınmasın, kiralar ödensin, ücretsiz gıda yardımı yapılsın.
-Ev işinin herkesin işi olduğu her türlü iletişim aracıyla, toplumun tüm kesimlerine anlatılsın.
-Kadına yönelik suç işlediği için hapsedilen ancak infaz paketi ile çıkan erkekler karşısında kadınların ve çocukların can güvenliği sağlansın.
-Sağlık çalışanlarına koruyucu ekipmanları sağlansın, yaygın test uygulansın, sağlık çalışanlarının çocuklarının bakımı için devlet sorumluluk alsın, virüsün evlere yayılmasını önlemek için sağlık çalışanlarının barınma sorunu çözülsün.”
Kadınlar Talepleri İçin Nasıl Mücadele Edecek?
Adeta hayatta kalma hakkını bile dişe diş mücadele ile elde eden kadınlar, bu taleplerin karşılanması için nasıl bir mücadele yürütecek? Mücadelenin yeni dönemin ihtiyaç ve koşullarına göre yürütülmesi sorunu, emekçi sol hareketin ve kadın özgürlük mücadelesinin gündeminde. Kadın özgürlük mücadelesi hem bu zorunlu ara dönemin yarattığı erkek şiddetine hem de bu süreci de faşist iktidarını güçlendirmek için kullanan şeflik rejimine karşı yeni bir yol bulma göreviyle karşı karşıya. COVID-19 salgını karşısında burjuva devletlerin halkın sağlığını korumada iflas etmesi, kapitalizmin insanlık ve doğa düşmanı yüzünün ve insanlığın sorunlarını çözme yeteneğini kaybettiğinin gözler önüne serilmesi, “kapitalizme karşı sosyalizm” fikrinin daha güçlü tarzda dillendirilmesini getirdiği gibi kadın devrimi fikrinin özellikle de kadınlarla buluşması zemin ve imkânlarını güçlendirdi. Şimdi hem “an”da kadınları erkek şiddetinden koruyacak talepler için mücadele hem de kapitalizme karşı sosyalizm ve kadın devrimi mücadelesini güçlendirecek yeni araç ve biçimleri bulmak ile yükümlüyüz.
Komünistlerin “kadın devrimi” programının olduğu gibi güncel politik taleplerin de kadınlar arasında karşılık bulma zemin ve olanakları her zamankinden daha elverişli olması bu arayış ve yönelimin itici gücüdür.
Kapitalizmin en büyük çelişkisi ve çıkmazı bir taraftan ev dışında kadının ucuz emeğinden faydalanırken diğer taraftan da evsel köleliğin devamı için kadını evde tutma zorunluluğudur. Emperyalist küreselleşme öncesi dönemde kadın emeğinin, kadın işgücünün yaygın bir şekilde kullanımı ile evsel köleliği arasındaki oransal-ilişki burjuva modern ailenin sürdürülebilirliği bakımından taşınabilir bir dengeydi. Ancak emperyalist küreselleşme dönemi bu dengeyi bozarak, burjuva ailenin krizini derinleştirdi. Kadın işgücünü de nicelik olarak şimdiye kadar hiç olmadığı ölçüde toplumsallaştırdı.
Kadının evsel köleliğinin, salgın ile birlikte daha çok tartışıldığı bugünlerde, özellikle faşist şeflik rejiminin kadını “eve hapsetme” saldırısına karşı mücadele bakımından “ev içi emeğin ücretlendirilmesi” talebi önemli bir yerde duruyor. Ev içi emeğin ücretlendirilmesi için imza kampanyaları, kadın grevi deneyimi ile hayatı durdurma çağrılarının karşılığını bulma zemini vardır. Kadınların bir mahallede kuracağı dayanışma ağları, iletişim ağları içerisinde ev içi emeğin ücretlendirilmesi talebinin karşılık bulmayacağı kadın neredeyse yok.
Madem kadınlar bu sistemi ucuz işgücüyle, karşılığını almadığı emeğiyle ayakta tutuyor o zaman üretimi durdurmanın başını kadınlar çekecektir. Zorunlu hizmet alanı ve en hayati iş kolu olan sağlık ve gıdada çalışan kadınlara “5 dakika dışarıya çık, emeğin görünsün” çağrısı yapmak bile iş bölümünün cinsiyetçi dağılımını gösterecektir.
Koronavirüs günlerinde kadınlar için en büyük tehlikelerden biri de evden çalışma biçimleri. Kapitalist sistem bu süreci evden çalışma biçimlerini süreklileştirmenin ve yaygınlaştırmanın da fırsatı olarak görüyor.
Kadınlar toplumsal üretimde güvencesiz çalıştıkları için işten çıkarılanların da başında oldu. Kadınlar ve genç kadınlar arasında işsizlik rakamları erkeklere göre de her zaman yüksektir.
İşçi kadınlar, “ücretli izin”, işsiz kadınlar da “Herkese iş, insanca yaşanacak ücret” talebinin muhatabıdır.
Bugün Ne Yapacağız?
Birincisi, yine birleşik mücadele zemininde faşizme ve kapitalizme karşı mücadele siperlerinde olmaya devam edeceğiz. İkincisi, sokağı terk etmeyeceğiz. Üçüncüsü, kadınların erkek şiddeti karşısında çaresizlik ve yalnızlığa mahkûm edilmesine kadın dayanışması ile son vereceğiz, hayatta kalacağız.
İçinden geçtiğimiz dönemin en önemli eksikliği, mücadele araçlarının kullanımında belirginleşti. Kadın hareketi sosyal medya üzerinden paylaşımlarla mücadele etme biçimlerine yöneldi. İşçi ve emekçi kadınların zorunlu ve gerekli olmayan sektörlerde hastalık ve ölüm riskine rağmen çalışmaya zorlandığı, ücretsiz izin hakkının bile kabul edilmediği koşullarda, daha çok “ev”den söz söyleme yöntemi tercih edildi. Sosyal medya elbette bir mücadele alanı olarak kullanılmalı. Ancak tek bir mücadele alanı değil. Hem hastalığa yakalanma riskini en aza indirip hem de mücadeleyi sokakta yürütmek neden mümkün olmasın?
Sanki sokağa çıkmak imkânsızmış gibi bir atmosferin yaratıldığı koşullarda, sosyalist kadınlar sokakta mücadele yollarını bulmaya, açmaya yöneldi. Sosyalist Kadın Meclisleri’nin haftanın bir günü akşam saat 20.00’de yaptığı ses çıkarma eylemleri, faşist şeflik rejimin kadın düşmanı politikalarını teşhir ederken, kadınların birlikte mücadele etme zeminini güçlendirmesi, birebir temas etme biçimlerini göstermesi bakımından önemliydi. Ses çıkarma eylemine eşlik eden ajitasyonlar, “Sokakta ne yapabiliriz”, “Halk ses çıkarma eylemlerine ilgi göstermiyor” yaklaşımlarına karşı da bir irade beyanıydı. Bu günlerde iki ya da üç ya da daha fazla kişi ile sokakta olmak hayati önemde. Erkek iktidar muharebeyi, kadınları ev içine hapsederek kazanmayı hedeflerken, bu planı ancak sokağa çıkarak bozabiliriz. Unutmayalım, çıktığımız o sokaklarda birçok muharebeyi biz kazandık. En son 8 Mart’ta yasakladıkları Taksim’i binlerle zapt etmedik mi? Faşist Süleyman Soylu’nun istifa girişimiyle gündeme gelen yönetememe krizinde, kadınların isyanının ağırlığı küçümsenebilir mi?
Bulacağımız yeni yollar ile mücadeleyi sürdüreceğiz. Örneğin, yeni semboller bulabiliriz. Sosyalist kadınlar, 8 Mart kadın grevinde görünmeyen emeği görünür kılmak için sarı toz bezlerini kullandı. Şimdi sokaktan daha çok evlere taşınan ve hastalığa bağlı ölümlerin ağırlığı altında görünmeyen erkek şiddetini ve bu şiddetten kaynaklı ölümleri göstermek için, sarı toz bezleri gibi başka semboller bulmak gerekecek. Madem toplanıp bir araya gelemiyoruz, o zaman birer ikişer gidip, bir meydana, kadın cinayetlerini temsilen ayakkabı bırakabiliriz. Bir de bakmışız ayakkabılar sokakta eylem yapıyor. Las Tesis dansının farklı biçimlerini, farklı koreografilerle ikili üçlü gruplarla yapabiliriz. Pandeminin dansını yaratabiliriz.
Kadın Dayanışma Ağlarını Kuralım
İktidar çelişkileri görünmez kılmak için bütün araçlarını seferber ediyor. Her türlü propaganda aracını kullanarak, iktidarın yalanlarını deşifre etmeliyiz. Karantinayı, adeta tecride dönüştüren, halklar arasındaki dayanışmayı yok etmeyi amaçlayan iktidara karşı oluşturulan dayanışma ağlarını kadınlar arasında özel olarak kurmak önemli. Gezi/Haziran ayaklanmasından aldığı deneyimlerle ilerleyen dayanışma ağları, salgından sonraki sürecin mücadele günlerinde halkın özyönetim organlarının oluşmasında neden bir rol üstlenmesinler ki? İstanbul Kadıköy’de kurulan dayanışma ağı meclislerle ilerliyor. Mahalle temsilcileri başvuruları ağa iletiyor. Bu süreçte, birlikte hareket etme kabiliyetini geliştiren ağlar salgın sonrası için de mahalle örgütlenmeleri, yerel örgütlenmeler olanaklarını barındırıyor. Kadınlar olarak içinde yer aldığımız dayanışma ağları, hem iktidarın sömürü düzenini teşhir etme hem de kadın düşmanı politikalarının teşhir edeceğimiz bir alan yaratıyor. Henüz oluşturulamayan kadın dayanışma ağları ev içerisindeki kadınların emek sömürüsü erkek şiddetini görünür yapmak için de bir fırsat. Dayanışma ağları meşru zemininde kadınları özsavunma birimleri de örgütlenebilir.
Evde Kalmayacağız, Mücadelede Edeceğiz
“Evde kal” çağrıları yapan iktidar zamanını hiç de evde bekleyerek geçirmiyor. Faşist, erkek egemen iktidarını tahkim etmek için fırsat kolluyor. “İstismar Yasası” olarak bilinen çocuklara tecavüz eden erkeklere “evlilik” kurumuyla af getirmeyi hedefleyen tasarıyı, salgın günlerini fırsat bilerek yeniden Meclis gündemine getirmeye hazırlanıyor. Bu yasa tasarısı faşist rejimle yeni bir mücadele alanı olacak. Birçok kez iktidarın planını bozmayı başardık, yine başarabiliriz. Bunun için yeniden sokakları, meydanları tutmalıyız. Tecavüze uğrayan bir kız çocuğunun, tecavüzcü erkek ile evlendirilmesinin, hayat boyu sürecek bir tecavüz olduğunu sokaklarda herkese anlatmak ve iktidarın planını bir kez daha bozmak boynumuzun borcu.
Salgın süreçleri aynı zamanda toplumun hareket ediş biçimlerini değiştiren süreçler oluyor. Bu hareketi kendi lehimize çevirmek içinse yeni örgütlenme biçimlerini yaratarak bunların öncülüğünü yapmak iki kat önem kazanıyor.
Salgının kontrol altına alındığı günlerde de bizi faşizme karşı çok sert bir mücadele bekliyor. Bu dönemin çelişkileri derinleştireceğini gören egemenler bütün araçlarını baskıyı arttırmak için seferber ediyor.
Ufukta Ayaklanma Görünüyor
Gerçekten de süreç, devrimciler için önemli olanaklar barındırıyor. Her şeyden önce kapitalizmin ezilenler nezdinde aldığı yara büyük. Onun insanlığın başına büyük bir bela olduğu ve ondan kurtulmak gerektiği fikri çok güçlü. Ancak bu nesnel zemin tek başına kurtuluşu getirmiyor elbette. İşçiler çalışırken onların yanında olmadığımız, kadınlar katledilirken sokakta hesap sormadığımız sürece devrimci durumu lehimize çeviremeyiz.
Emekçileri, bütün kriz dönemlerinde olduğu gibi büyük bir yıkım bekliyor. Yıkımın büyük olduğu yerde isyan da büyük olacaktır. Burjuvazi yaklaşan ayaklanmaların kâbusunu görüyor. Derinden uğultularının duyduğumuz ayaklanmaların zaferi için örgütlenmek ve hazırlanmak zorundayız. Ufuktaki o isyan günlerinde bir yandan cinsel sömürü ile derinleşen çelişkilerin çözümü, kadınların özgürlük mücadelesini büyütürken diğer taraftan da toplumsal taleplerin başını çekmekle yükümlüyüz.
Çünkü bu kapitalist sistemin yıkılmasından en büyük çıkarı olan biz kadınlarız.
Çünkü faşist şeflik rejimi, her şeyden çok biz kadınlara düşman olduğunu defalarca gösterdi.
Çünkü çaldıkları biz kadınların hayatı, gönderdikleri evler ise mezarlık.
Çünkü küçük kırıntılarla yetinemeyiz, sonuna kadar kadın devrimi.
Sosyalistlerin sokakları terk etmiyor olması bile iktidara basınç oluşturmaya yetiyor. Faşizm sokaktan atılan her adımın önüne betonlar dökecektir. Bugünü kazanmak bir kişi de olsak sokağı tutmakla başlar. Bugünü kazananlar yarının mücadele günlerine hazır olur.