Sağlık sisteminin yapılanması mülkiyetin sınıfsal karakterinden ayrı ele alınacak bir konu değildir. Kapitalizm, temel üretim araçlarının özel mülkiyeti üzerine kurulmuş bir üretim biçimidir. Üretim araçları hangi sınıfın mülkiyetindeyse toplumun altyapısı (ekonomisi) onun elindedir ve dolayısıyla toplumun üst yapısı da (örneğin devlet, hukuk, eğitim, sağlık) o altyapının çıkarlarına göre örgütlenmiştir. Kapitalizmde altyapı ve üst yapı arasındaki ilişkiler, dönem dönem, sınıf mücadelesinin etkisiyle farklı biçimler alabilir, çelişkili bir görünüm arz edebilir.
Ancak, bundan kapitalizmde reformlarla kalıcı sonuçlar alınabilir sonucu çıkartılmamalıdır; kapitalizmde değişim, reform, demokrasi, burjuva sınıfın çıkarlarına ters düşemez, sermayenin sömürüsünü engelleyici olamaz. Değişimin bir sınırı vardır. Bu sınırın nasıl çekiliyor olduğu sınıf mücadelesinin şiddetiyle doğrudan ilgilidir. Bu nedenle nasıl ki, kapitalizmde demokrasi, burjuva demokrasisinin ötesine geçemezse, sağlık, eğitim vb. alanlardaki iyileştirme anlamında değişim de, reform da sermayenin çıkarlarına ters düşecek boyutlarda olamaz.
Burjuvazi düzenini kendi sınıfının çıkarlarına göre örgütlemiştir. Burjuva düzende üst yapı kurumları ya doğrudan burjuva sınıfa ya da işçi sınıfı ve emekçilerin baskı altında tutulmasına hizmet eder. Bu bağlamda örneğin gerek eğitim sisteminin gerekse de sağlık sisteminin örgütlenmesinde göz önünde tutulan, burjuva sınıfın, düzenin geleceğidir. Halkın eğitim olanaklarından yararlanması, sağlıklı olması, burjuvazinin umurunda olmamıştır. Ancak, işçi sınıfı ve emekçi yığınlar, dönem dönem yoğunlaşan, kitleselleşen, sertleşen mücadeleler sonucunda kendi lehlerine olan birtakım haklar, düzenlemeler elde edebilmişlerdir. Sınıf mücadelesi sonucunda burjuvazi, işçi sınıfı ve emekçileri doğrudan ilgilendiren emeklilik hakkı, sağlık hakkı, dinlenme hakkı, eğitim hakkı gibi alanlarda reformlar yapmak, yasal düzenlemelere uymak zorunda bırakılmıştır. Sınıf mücadelesiyle burjuvazinin birtakım reformlara zorlanması aslında, en genel anlamıyla şunu gösterir: Kapitalizmde burjuvaziye, artı değer üretimine ve sermayenin çoğaltılmasına hizmet etmeyen üst yapı kurumları, örgütlenmeleri, bu arada eğitim, sağlık vb. sektörleri düşünülemez. Bunun neden böyle olduğunu biraz açalım.
Kapitalizmde işçi sınıfı, işgücünü satmak zorundadır. Aslında bu düzendeki tek özgürlüğü de budur; işgücünü satmak veya satmamak özgürlüğü. Kapitalist tarafından satın alınan işgücü, artı değer üreten veya sermayeyi çoğaltmaya hizmet eden işgücüdür. Üretilen toplam değerin bir kısmı, kapitalistin el koyduğu değerdir, yani artı değer. Geriye kalan kısmı, işçiye ücret olarak verilen kısmı ise işçinin zorunlu ihtiyaçlarını (gıda maddeleri, konut, eğitim, sağlık vb.) karşılamaya ancak yetecek kadardır.
Artı değer ancak ve ancak üretim araçlarının özel mülkiyette olması koşullarında üretilebilir. Artı değer üretimi veya kar, daha fazla kar, kapitalist üretimin amacıdır. Bu nedenle kapitalist işçiye iş harcamasının karşılığını değil, satın aldığı veya kiraladığı işgücünün (günlük, saatlik vb.) karşılığını öder. Harcanmış işin (emeğin) karşılığını vermiş olsa, elde edilen ürünü vermesi gerekir. Bu durumda kapitalistin kar elde etmesi söz konusu olamaz. İkinci durumda, satın aldığı işgücü karşılığında ödeme yapması durumunda elde edilen artı değerin bir kısmını işçiye vermiş olur. Üretimde işgücü, ücret, kapitalist için bir hammadde masrafı gibi masraftır, fiyata eklenmesi gereken bir maliyettir. Bu maliyet ne kadar düşük olursa karı da o kadar fazla olur. Bu maliyet hesaplaması kendini sağlık alanındaki uygulamalarda çok açık bir biçimde gösterir.
Şunu da belirtmeden geçmeyelim: Her işgücü harcamasının sonucunda artı eğer üretilmez. Burada üretken iş (işgücü harcaması) ile üretken olmayan iş (işgücü harcaması) arasında önemli bir farkın olduğunu belirtmeliyiz. Konumuz açısından bu fark oldukça belirleyicidir.
“Bizim üretken iş kavramımızda bir daralma oluyor. Kapitalist üretim, yalnızca meta üretimi değil, esas olarak artı değer üretimidir. İşçi, kendisi için değil, sermaye için üretir, Bu nedenle, artık yalnızca üretmesi yetmez. Artı değer üretmek de zorundadır. Sadece, kapitalist için artı değer üreten veya sermayenin kendisini değerlendirmesi (çoğaltması, çn) için çalışan işçi üretkendir.” (1)
Bu durumda, doğrudan artı değer üreten ve sermayenin çoğalmasına katkıda bulunan iş (işgücü harcaması) üretkendir.
Üretken olmayan iş (işgücü harcaması) olmaksızın ekonomik ve toplumsal yaşam sürdürülemez. Devlet, kültür, eğitim, sağlık vb. alanlardaki faaliyetler üretken olmayan faaliyetlerdir. Bu faaliyetlerin finansmanı ancak artı değerin bir kısmıyla ve ücretlilerden alınan vergilerle karşılanabilir (Basitleştirmek için bu iki kalemi belirtiyorum).
Üretken olmayan işler için harcamanın kaynağı, kapitalist toplumda ne türden üretken olmayan alanlarda ne kadar harcama yapılacağını belirliyor. Kapitalist toplumda üretken ve üretken olmayan iş (işgücü harcaması) birbirine bağlıdır, birbirini etkiler. Kapitalizm ancak artı değer üretimi olursa var olabilir. Bu nedenle üretken olmayan iş (işgücü harcaması) kapitalizmde her zaman üretken işe (işgücü harcamasına) bağımlıdır. Üretken işin (artı değer üretiminin ve sermayeyi çoğaltmanın) çıkarları neyi gerektiriyorsa üretken olmayan alanlardaki faaliyetler de ona göre biçimlenir, gelişir. Bunun nasıl bir bağımlılık olduğunu, “Kapitalizmde ne mümkündür, ne mümkün olamaz?” sorularında arayabiliriz.
Örneğin kapitalizmde sağlık sisteminin insanların sağlığı için bir sistem olmasını talep etmek veya bunun için mücadele etmek, kapitalizmi yıkmakla eş anlamlıdır; kapitalizmde sağlık sisteminde reformların yapılması için burjuvaziyi zorlayabilirsiniz ve bazı sonuçlar, iyileştirmeler elde edebilirsiniz. II. Dünya Savaşı sonrasında SSCB nezdinde sosyalizmin dünya çapında zaferi, kapitalist dünyadan işçi sınıfı ve emekçilerin sosyalizme sempatiyle bakmaları dünya burjuvazisini birçok alanda harekete geçirmiştir. Emperyalist ve gelişmiş kapitalist ülkelerde uygulamaya konan Keynesçi kapitalizm nihayetinde mücadele eden işçi sınıfı ve emekçiler lehine birtakım reformlar yapmak, çokça sözü edilen “sosyal devlet” uygulamasına geçmek zorunda kalmıştır. Bu birtakım uygulamalardan birisi de sağlık alanında atılan adımlar olmuştur. O dönem sağlık sorunu ”devlet baba”nın bir işi, “sosyal devlet” olmanın bir kıstası olarak görülmüştür.
Üretim araçlarının özel mülkiyette olması, üretimin amacının artı değer, kar olması, üretken olmayan alanlarda kapitalizmin sınırlarını ortaya koymaktadır: Kapitalizm, üretken iş harcaması; azami artı değer üretimi, azami kar için olanaklarını en iyi, optimal olarak kullanır; ancak üretken olmayan alanlardaki harcamalar için imkanlarını optimal kullanmaz, kullanamaz. Bu nedenle burjuvazi, kapitalist sistem, örneğin, eğitim alanında, sağlık alanında toplumun gereksinimlerini optimal, en iyi bir şekilde sağlayamaz; bunu garanti edemez. Kapitalizm, sadece ve sadece kar ilkesine göre hareket edebildiği için bunu yapamaz. Örneklersek: Her işletmenin, bunların arasında bir ilaç tekelinin amacı azami kardır; diğer tekeller gibi ilaç tekeli de azami kar için üretir. Ama insanları kısa zamanda iyileştiren veya insanları gerçekten yeniden sağlığına kavuşturan ilaçlar üretirse, azami kar amacına ulaşamaz. Bu nedenle uzun süren tedavi, bağımlılık yaratan ilaçlar üretilir ve satılır. Kapitalizm, insanı sağlık bakımından iyileştirmeyi değil, tedavi görsün, bu tedaviden dolayı o alandaki sermaye çoğalsın, tıbbi araçlar üreten tekellerin karı artsın diye uzun dönem hasta kalmasını amaçlar.
Kapitalizmde devlet, ilaç tekelleriyle, ilaç tekelleri üniversitelerle, sağlık sisteminde; hastanelerde kullanılan her türden alet vb. üreten tekeller, işletmeler hastane yönetimiyle, hükümetle sıkı ilişki içindedir. Kapitalizmde sağlık sistemi, politikası sermayenin genel çıkarlarına, burjuva politikaya entegre olmuştur.
Neoliberalizm öncesinde, diyelim ki, II. Dünya Savaşı sonrasından geçen yüzyılın sonlarına doğru devletin ekonomi ve toplumsal yapıdaki ağırlığının olduğu dönemde; özelleştirmenin henüz sağlık alanında tam yaygınlaşmadığı dönemde de devlet-ilaç tekelleri veya sermaye-sağlık sistemi arasındaki ilişki sermayenin çıkarlarına öncelik veren ilişkilerdi. Bugün, sağlık alanını da özelleştirildiği koşullarda; sağlığın açıktan alınıp-satıldığı koşullarda sağlık sistemindeki sınıfsallık, insanlara paran kadar sağlık ilkesini uyguluyor.
Özelleştirmeyle birlikte sağlık sektörü de üretken iş alanına dönüşmüştür. Örneğin hastaneler, bu alana yatırım yapan kapitalistlerin sermayelerinin çoğaltıldığı alanlara dönüşmüşlerdir.
Burjuvazi, işçi sınıfı ve emekçi yığınları, gerek gördüğü kadarıyla sağlıklı olmasını amaçlar; ölmeyecek, işe gidebilecek ve üretecek kadar sağlıklı olması burjuvazi için yeterlidir. İşçinin, emekçinin, gerçekten sağlığına kavuşması, burjuvazinin kar amacıyla çelişkilidir. Tam sağlık sistemi, elde edilen artı değerin giderek artan kısmının bu alana yatırılması demektir. Kapitalizmde bu olmaz; hasta işçi ölebilir, sokakta iş arayan sayısız işçi vardır. Mantık budur.
Sınıf mücadelesi sonucunda burjuvaziye sağlık alanında da attırılan reformist adımlar, iyileştirmeler; II. Dünya Savaşı’ndan sonra sosyalizmin dünya çapında yükselen prestijinin baskısıyla kapitalist dünyada sağlık alanında elde edilen kazanımlar; bir bütün olarak Keynesçi kapitalizmin hanesine yazılan bu reformlar, neoliberal kapitalizmle birlikte tersine dönmüştür; bu reformlar, özelleştirmelerle ortadan kaldırılmıştır.
Bütün dünyada burjuvazi, bir virüsle baş edemediğini, acizleştiğini göstermiştir. Ülkeden ülkeye ne kadar değişik olursa olsun sağlık sistemleri dünya çapından çökmüştür. Bu, burjuvazinin eseridir. İnsan sağlığına ne kadar önem verdiğinin göstergesidir. Şu virüs salgını sağlık alanında da özelleştirmenin hangi boyutlara vardığını göstermektedir. Bir İtalya’nın, Fransa’nın, İspanya’nın, Almanya’nın; bir bütün olarak AB’nin, İngiltere’nin, ABD’nin on binlerce insanın ölümünü göze almışlık halleri, daha nice on binlerin de ölebileceğini hesaba katıyor olmaları, sağlık konusunda yapabilecekleri bir şeylerin olmadığı anlamına asla gelmez. Sermaye ve maddi, teknik imkânlar bu ülkelerde var. Ancak sağlık sisteminde özelleştirme, kar, daha fazla kar ilkesine göre sağlık sisteminin yeniden yapılandırılması bu ülkelerin bir kısmında sistemin çökmesini beraberinde getirmiştir. Sağlık alanında rasyonelleştirme adına kapatılan hastaneler, işten atılan doktorlar, sağlık emekçileri, artan hastane masrafları; bütün bunlar özelleştirmenin birer sonucudur.
Burjuvazi, salgınla mücadele adı altında öncelikle ekonomiyi kurtarmak için attığı adımlarla neyin peşinde olduğunu göstermiştir; burjuvazi açısından önemli olan, on binlerin, yüz binlerin, milyonların ölmesi değildir; burjuvazi açısından önemli olan ekonominin ayakta kalmasıdır, az hasarla kurtulmasıdır. Bu nedenle trilyon dolarla ifade edilen miktarlar ortalığa saçılmaktadır.
Burjuvazi, salgınla mücadele adı altında ilaç ve aşı bulma yarışına girmiştir. Bu yarışı/rekabeti kazanan bu alanda tekel kurmuş olacaktır.
Sosyalizmde Sağlık Sistemi
Sosyalizmde sağlık sistemi tamamen farklıdır. Sosyalizmde sağlık sistemi toplumsal mülkiyet üzerinde yükselir. Sosyalizmde sağlık sistemi bütün toplumun sağlığı için vardır. Bunun böyle olduğunu SSCB (Sosyalist Sovyet Cumhuriyetleri Birliği) pratiğinde görüyoruz. SSCB, bütün toplum için her bakımdan tam tıbbi bakımın erişilebilir ve mevcut olduğu, ücretsiz tıbbi bakım ilkesinin tam olarak uygulandığı tek ülkeydi.
Sovyet Anayasası, SSCB'nin her vatandaşına hastalık ve sakatlık durumunda olduğu kadar yaşlılıkta da ücretsiz tıbbi yardım ve malzeme bakımı hakkı vermektedir. Bu hak, Sovyet Anayasası’nın (1936 Anayasası) 120. maddesinde şöyle tanımlanır:
“SSCB yurttaşları, yaşlılık, hastalık ve sakatlık durumlarında maddi bakım görme hakkına sahiptirler. Bu hak, işçi ve ücretli memurların sosyal güvenliğinin, devlet hesabına, giderek daha fazla gelişmesi, emekçilere parasız sağlık hizmeti sunulması, emekçilerin hizmetine sunulmuş kapsamlı bir tedavi merkezleri ağıyla güvence altına alınmıştır.”
Sosyalizmde sağlık sistemi, toplam sosyalist inşanın entegre bir bileşenidir. SSCB’de bu sistem bugünden yarına gelişmemiştir. Ama daha başından beri Sovyet iktidarının, proletarya diktatörlüğünün temel görevlerinden birisi olmuştur. 1919’da VIII. Kongre’de kabul edilen Sovyetler Birliği Komünist Partisi programında bu konuya da yer verilmiştir.
“Sovyetler Birliği Komünist Partisi, halk sağlığının korunması alanındaki çalışmalarının temelini her şeyden önce hastalıkların gelişmesini önlemek amacıyla kapsamlı hijyen ve sıhhi önlemlerin uygulanması olarak görmektedir... Buna göre SBKP, acil görevler olarak şunları görür:
“1) Çalışanların yararına kapsamlı sıhhi önlemlerin kararlı bir şekilde uygulanması; a) yerlerin rehabilitasyonu (toprağın, suyun ve havanın hijyenik olarak izlenmesi); b) Bilimsel ve hijyenik ilkelere uygun olarak halk beslenmesinin sağlanması; c) bulaşıcı hastalıkların gelişmesine ve yayılmasına karşı önleyici tedbirlerin uygulanması; d) sağlık mevzuatının oluşturulması.
2)Yaygın hastalıklarla mücadele (tüberküloz, zührevi hastalıklar, alkolizm, vb.).
3) Genel olarak erişilebilir, özgür ve kaliteli bir tedavi ve ilaç tedariki sağlamak."
Sovyet sağlık sisteminin faaliyeti, hastaları tedavi etmekle sınırlı değildir, aynı zamanda halkın sağlık durumunun ve fiziksel kapasitesinin genel gelişimine, ölüm oranının düşürülmesine, bazı hastalıkların, özellikle de bulaşıcı hastalıkların yok edilmesine kadar uzanır.
Sovyet sağlık sisteminin başarısı, tıp biliminin gelişimi ile ayrılmaz bir şekilde bağlantılıdır. Sosyalist inşa yıllarında, bu alanda faal olan bilimsel araştırma kurumlarının sayısı sürekli artmıştır. Aynı şekilde sağlık sisteminin bütün bileşenlerinde kurum, doktor, hemşire, tıp teknolojisi vb. devasa nitel ve nicel gelişmeler olmuştur. Birkaç örnek verelim:
SSCB’de sağlık sistemi bütçesi genel bütçenin bir bileşeni olarak yapılandırılmıştır. Bu bütçenin kapsamı da genel halk gelirinin artışına paralel olarak sürekli artmıştır. Sağlık sistemi bütçesi, Birlik bakanlığının (SSCB Sağlık Bakanlığı), Cumhuriyetler bakanlıklarının (SSCB’yi oluşturan Cumhuriyetlerin sağlık bakanlıkları) ve yerel sağlık dairelerinin imkânlarından oluşmaktaydı.
Bu bütçenin yıllara göre artışı şöyleydi: (2)
1928: 660,8 milyon ruble
1933: 2 540,0 milyon ruble
1937: 8 648,0 milyon ruble
1938: 9 433,0 milyon ruble
1941: 11 960,0 milyon ruble
Sadece 1928-1941 arasında bütçe 18 misli artmıştır.
Doktor ve yatak sayısında da önemli artış olmuştur:
SSCB’de Doktor ve Hastane Yataklarının Sayısı - Yılın sonu itibariyle |
|||||||
|
1913 |
1917 |
1928 |
1940 |
1956 |
1957 (Tahmin) |
|
Şimdiki sınırlar içinde |
17 Eylül 1939’a kadarki sınırlar içinde |
|
|
|
|
|
|
Diş doktorları hariç doktorların sayısı - 1000* |
23,1 |
19,8 |
14,5 |
63,2 |
140,8 |
329,4 |
346 |
10 000 kişi başına düşen doktor sayısı |
1 |
1 |
1 |
4 |
7 |
16 |
17 |
Hastanelerde yatak sayısı (Askeri hastaneler hariç) – 1000 |
207,3 |
175,7 |
149,3 |
246,5 |
790,9 |
1 360,8 |
1 432 |
10 000 kişi başına düşen hastane yatak sayısı |
13 |
13 |
10 |
16 |
41 |
67 |
70 |
*) Askeri doktorlar hariç. |
“Sovyet iktidarı döneminde halkın tıbbi bakımı oldukça iyileştirilebilmiştir. Çarlık Rusyası’nda 10.000 kişiye bir doktor düşerken, şimdi SSCB'de her 10.000 kişi başına 17 doktor düşmektedir. 1913'de her 10.000 kişi başına 13 yatak düşerken, şimdi 70 yatak düşmektedir. Orta Asya ve Kazakistan'da halkın tıbbi bakımı oldukça güçlü bir ilerleme göstermiştir. Bugün bu bölgelerde, 1913 Çarlık Rusyası’ndan olandan daha fazla doktor vardır.
Ücretsiz tıbbi yardımın dışında SSCB'de işçilere ve ücretli memurlara, çalışma yeteneğinin yeniden tam kazanılmasına kadar, çalışamadığı dönem boyunca yardım verilmektedir. Bu yardım ücretin yüzde 90'ı kadar tutmaktadır. İş kazasından veya mesleki hastalıktan dolayı geçici çalışamama durumunda yardım ücretin yüzde yüzüne varır.” (3)
SSCB'de çok sayıda sanatoryum, dinlenme yeri ve kaplıcalar emekçilerin hizmetindedir.
SSCB’de Sanatoryumlar ve Dinlenme Evleri |
|||||
|
1913 |
1939* |
1945 |
1950 |
1956 |
Tam gün kalınan sanatoryumların sayısı (yetişkinler ve çocuklar için) - 1000 |
60 |
1 828 |
1 107 |
2070 |
2 102 |
Buralarda yer sayısı – 1000 |
Yaklaşık 3 |
239 |
119 |
255 |
289 |
Sanatoryumların toplam sayısında çocuk sağlık yerlerinin payı |
14 |
972 |
724 |
1 027 |
1 063 |
Buralarda yer sayısı – 1000 |
Yaklaşık 0,3 |
97 |
62 |
95 |
106 |
Yetişkinler için gece sanatoryumlarının ve çocuklar için gündüz sanatoryumlarının sayısı |
Yok |
328 |
496 |
679 |
857 |
Buralarda yer sayısı – 1000 |
Yok |
15 |
18 |
23 |
31 |
Dinlenme yerlerinin sayısı (Günlük dinlenme yerleri hariç) |
Yok |
1 270 |
516 |
891 |
900 |
Buralarda yer sayısı – 1000 |
Yok |
195 |
46 |
128 |
159 |
*) Şimdiki sınırlar içinde. |
“1956 yılında yaklaşık 3 milyon işçi ve ücretli memur, ücretsiz veya da toplam masrafların sadece yüzde 30'una denk düşen özel indirimli fiyatlar üzerinden sosyal sigorta hesabına sanatoryumlarda ve dinlenme evlerinde kalma belgeleri almışlardır. Ayrıca on binlerce işçi ve ücretli memur, devlet hesabına ücretsiz kalış belgeleri veya da işletme fonları hesabına, işletme çalışanları bakımına ayrılan sosyal ve başkaca harcamalar için tahsislerden veya başkaca kaynaklardan indirimli kalış belgeleri almışlardır.
1956 yılında 5 milyondan daha fazla emekçi, sanatoryumlarda ve dinlenme evlerinde (günlük dinlenme yerleri hesaba katılmamıştır) tedavi edilmek ve dinlenmek için kalmışlardır.
1956 yılında yaklaşık 6 milyon çocuk ve genç, tatil kamplarında, çocuk sanatoryumlarında gezi ve turist merkezlerinde kalmışlar veya yazın kırda anaokullarına, kreşlere ve çocuk yurtlarına yerleştirilmişlerdir.” (4)
SSCB'de halkın hizmetinde olan doktor sayısı, kapitalist ülkelerdekinden daha fazladır.
SSCB’de Doktorların Sayısı – Çeşitli Kapitalist Ülkelerle Karşılaştırma (Askeri doktorlar hariç) |
|||
|
Yıl |
Toplam Doktor (Diş doktorları hariç) – 1000 |
Her 10 000 kişi başına doktor sayısı |
SSCB |
1951 |
258,6 |
13,9 |
1954 |
299,0 |
15,3 |
|
1955 |
310,2 |
15,6 |
|
1957 |
346,0 |
16,9 |
|
|
|||
ABD |
1954 |
206,0 |
12,7 |
İngiltere |
1951 |
44,3 |
8,8 |
Fransa |
1954 |
30,6 |
9,0 |
İtalya |
1951 |
57,6 |
12,3 |
Japonya |
1954 |
89,9 |
10,1 |
Almanya Federal Cumhuriyeti (Batı Berlin hariç) |
1955 |
67,6 |
13,5 |
Yukarıdaki veriler Sovyet iktidarının 40 yılında kişi başına düşen doktor sayısı bakımından emperyalist ülkeleri geride bıraktığını açık bir biçimde göstermektedir.
Diş doktoru hariç doktor sayısı SB'de 1917’de 14,5 binden 1928’de 63,2 bine; 1940’da 140,8 bine; 1951'de yaklaşık 259 binden 1954'de 299 bine ve 1956’da da 329,4 bine çıkmıştır. Diş doktoru hariç doktor sayısı ABD'de 1954'de 206 bin; İngiltere'de 1951'de 44 bin; Fransa'da 1954'de yaklaşık 39 bin; İtalya'da 1951'de yaklaşık 58 bin; Japonya'da 1954'de yaklaşık 90 bin ve Almanya'da da (Batı Berlin hariç) yaklaşık 68 bindi. (5)
Ana Okullarının, Kreşlerin, Hastaneleri ve Polikliniklerin İşletmeye Açılması |
|||
|
Devlet bina yapımı |
||
Anaokulları (1000 yer) |
Kreşler (1000 yer) |
Hastaneler ve poliklinikler (1000 yatak) |
|
1918-1928 |
8,5 |
14,2 |
5,7 |
Birinci Beş Yıllık Plan (1928-1932) |
14,5 |
23,7 |
10,7 |
İkinci Beş Yıllık Plan (1932-1937) |
69,8 |
113,7 |
19,9 |
Üçüncü Beş Yıllık Planın 3 yılı (1938-1940) |
98,4 |
138,3 |
28,7 |
Savaş yılları (1941-1945) |
34,5 |
22,3 |
23,5 |
Dördüncü Beş Yıllık Plan (1946-1950) |
65,4 |
36,4 |
63,5 |
Beşinci Beş Yıllık Plan (1951-1955) |
274,9 |
141,6 |
77,3 |
Altıncı Beş Yıllık Planın ilk yılı (1956) |
86,7 |
36,6 |
19,8 |
“Ayrıca, kolhozların inisiyatifi ve olanaklarıyla beşinci Beş Yıllık Plan döneminde (1951-1955) 39.000 oturma yeri olan anaokulu ve 168.500 yeri olan kreş ve 1956 yılında da 12.600 yeri olan anaokulu ve 73.200 yeni olan kreş inşa edilmiş ve işletmeye açılmıştır.” (6)
Bu veriler iki olguya işaret etmekteler: Sosyalizm sağlık demektir ve toplumsal yaşamın diğer alanlarında olduğu gibi sağlık alanında da sosyalizm kapitalizmden üstündür.
SSCB anayasası, işçilerden ve emekçilerden oluşan bütün halka kapitalizmde hayal edilemez, verilmesi mümkün olmayan haklar veriyor ve bu hakların gerçekleştirilmesini, yani hak edenler tarafından kullanılmasını garantiliyor. Bu haklardan birisi de sağlık hakkıdır. Burada sadece sağlık hakkını değil, başka hakları da dikkate alarak bir karşılaştırma yapalım.
Anayasanın I. bölümünün (Toplumsal Düzen) 4. maddesinde şöyle deniyor:“SSCB’nin ekonomik temelini sosyalist ekonomi sistemi ve üretim araçlarının ve aletlerinin sosyalist mülkiyeti oluşturur. Bu ekonomik temel, kapitalist ekonomi sisteminin tasfiyesi, üretim araçları ve aletlerinde özel mülkiyetin kaldırılması, insanın insan tarafından sömürüsünün yok edilmesiyle sağlamlaştırılmıştır.”
SSCB’de söz konusu temel hakların gerçekleştirilebilir olduğu anayasanın yukarıdaki maddesinde açıklanıyor. SSCB sosyalist bir ülkedir. Sosyalizmde üretim araçları toplumun mülkiyetindedir. SSCB’de müttefikleriyle birlikte işçi sınıfının iktidarı, proletarya diktatörlüğü kurulmuştu. Bu sınıf ve müttefikleri bu temel hakları kendine veriyor ve uyguluyordu.
Neydi bu temel haklar?
Anayasanın X. bölümünde yurttaşların temel hakları ve görevleri ele alınıyor:
Madde 118: “Çalışma hakkını sadece ilan etmez. Bilakis, Sovyet toplumunda krizlerin olmadığı gerçeğinin, işsizliğin yok edildiği gerçeğinin yasal teyidiyle teminat altına alır” ve 1947 Anayasası’nda da “SSCB vatandaşları, çalışma hakkına; yani işin nicel ve nitel durumuna göre ücretlendirmedeki güvence altına alınmış çalışma hakkına sahiptir.”
“Çalışma hakkı” ancak sosyalizmde; üretim araçlarının toplumsal mülkiyette olduğu ve üretimin toplumun refahı için yapıldığı koşullarda gerçekleşir. Nitekim Sovyetler Birliği Anayasası’nda (1936 Anayasası) bu hak kapsamlı olarak yer alır ve uygulanır. Orada şöyle deniyordu:
Madde 119: “SSCB yurttaşları dinlenme hakkına sahiptirler. Dinlenme hakkı, işçi ve ücretli memurlar için sekiz saatlik işgününün saptanması, çalışma koşulları zor olan bir dizi meslek için işgünü süresinin 7 ve 6 saate indirilmesi ve çalışma koşulları daha da ağır olan bazı işletme bölümlerinde ise, bu sürenin 4 saate düşürülmesi, işçi ve görevliler için her yıl paralı izin verilmesi ve emekçilerin hizmetine sunulmuş sanatoryum, dinlenme yurtları ve kulüplerden oluşan kapsamlı bir ağla güvence altına alınmıştır.”
Madde 120: “SSCB yurttaşları, yaşlılık, hastalık ve sakatlık durumlarında maddi bakım görme hakkına sahiptirler. Bu hak, işçi ve ücretli memurların sosyal güvenliğinin, devlet hesabına, giderek daha fazla gelişmesi, emekçilere parasız sağlık hizmeti sunulması, emekçilerin hizmetine sunulmuş kapsamlı bir tedavi merkezleri ağıyla güvence altına alınmıştır.”
Madde 121: “SSCB yurttaşları eğitim hakkına sahiptirler. Bu hak, genel temel eğitim zorunluluğu, parasız yedi yıllık eğitim iyi notlara sahip yüksek okul öğrencileri için devlet çiftliklerinde, Makine ve Traktör İstasyonları’nda emekçilerin parasız üretim, teknik ve tarımsal eğitiminin örgütlenmesiyle güvence altına alınmıştır.”
Madde 122: “SSCB’de, ekonomik, devletsel, kültürel, toplumsal ve politik yaşamın bütün alanlarında kadın erkekle eşit haklara sahiptir. Bu hakların gerçekleştirilme olanağı, çalışma, emeğinin karşılığını alma, dinlenme, sosyal güvenlik ve eğitim hakkı konusunda erkekle eşit kılınmasıyla güvence altına alınmıştır. Kadının yükü ana ve çocuğun devlet koruması altında olması, çok çocuklu ve yalnız annelere devlet yardımı sağlanması, paralı hamilelik izni verilmesi, geniş bir doğumevleri, çocuk bahçeleri ve kreşleri ağının kurulmasıyla hafiflemiştir.” (7)
İki hakkı (çalışma ve sağlık) biraz açalım:
Kapitalizmde “çalışma hakkı” temel insan hakkı olarak sunulmaktadır. Kimler bu talebe sahip çıkıyor, gerçekleşmesi için mücadele ediyor veya etmiş diye soracak olursanız karşınıza küçük burjuva çevreler ve sosyal demokratlar; sosyal demokrasinin etkisi altında olan sendikalar çıkar. Görünüşte tamamen doğru bir talep. Hele kitlesel kronikleşmiş işsizliğin yaygın olduğu günümüzde işsizlik bağlamında bu talepten daha doğru başka talep de pek olamaz diye düşünüyor olabiliriz. Sosyal demokrat ve revizyonist anlayış, bu talebi, milyonlarca insanın var oluşunun teminatı olarak görüyor; öyle ki, bu hak, diğer bütün temel hakların gerçekleşmesi için ön koşul sayılıyor. Gerçekten de insanca bir yaşam için çalışmak her insanın hakkı olmalıdır. Burası doğrudur. Engels'in dediği gibi insanı insan yapan; hayvanlar aleminden ayrılmamızı sağlayan iş/çalışmak değil miydi? Öyle ki, çalışmak insanın gelişmesi için temel öneme sahip olduğu için “çalışma hakkı” BM-İnsan Hakları Bildirgesi’ne de alınmıştı. Bu bildirgenin 23. maddesinde şöyle denir: “Her insan çalışma, meslek seçimi özgürlüğü, uygun ve tatmin edici çalışma koşulları ve işsizliğe karşı korunma hakkına sahip olmalıdır.”
Burada temel soru veya sorun şu: Anayasal olarak kabul edilmiş dahi olsa kapitalizmde çalışma hakkı gerçekleşebilir mi? Bu mümkün müdür? Burjuva toplum, sınıflı bir toplumdur. Bu nedenle hakim hukuk, hakim toplumsal ilişkileri ifade eder; hakim hukuk, hakim sınıf olan burjuvazinin hukukudur, bu hukuk da üretim araçlarının özel mülkiyetine dayanır; bu mülkiyeti korumak için vardır. Bu durumda, işsizliğe neden olan koşullar hukuk aracılığıyla ortadan kaldırılamaz. Bu, burjuvaziye “kendini ortadan kaldır” demek anlamına gelir. Bu nedenle, sömürü hakkı üzerine kurulmuş toplumsal bir düzende; kapitalizmde çalışma hakkını teminat altına almak imkânsızdır; hem sömürü hakkı hem de çalışma hakkı aynı zamanda bir arada gerçekleşemez; bunlar birbirlerini dışlar. Burjuva toplumda ön plana çıkartılan, çalışma hakkı değil, iş gücünün sömürüsüdür; çünkü iş gücü sömürüsü, kapitalizmin temel çelişkisi (üretimin toplumsal karakteri ile ona özel el koyuş arasındaki çelişki), çalışmayı veya çalışma hakkını insan yaşamının birincil temel koşulu olarak teminat altına almayı imkânsız kılmaktadır. Üretim araçlarının özel mülkiyette olması, toplumun refahı için üretimin önünde engeldir; kapitalizmde üretim kâr, daha fazla kâr amaçlıdır, toplumsal refah amaçlı değildir. Burjuva düzenin amacı; var oluş nedeni, sermayenin çıkarlarını korumaktır. Bu nedenle Marks, burjuva toplumda sömürü ve kâr bağlamında analiz yaparken şu sonuca varır:
“Haziran günlerinden önce kaleme alınan ilk anayasa tasarısında, “çalışma hakkı” proletaryanın devrimci isteklerinin özetlendiği bu ilk acemice formül ... bulunuyordu. Bunu yardım hakkına çevirdiler, oysa hangi modern devlet yoksullarını şu ya da bu biçimde beslemez! Çalışma hakkı, burjuva anlamda, mantıksızlıktır, boş, acınacak bir istektir. Ama çalışma hakkının gerisinde, sermaye üzerindeki iktidar vardır, sermaye üzerindeki iktidarın gerisinde üretim araçlarına sahip çıkmak, onları birleşmiş işçi sınıfına bağımlı kılmak, yani ücretli işin, sermayenin ve bu ikisi arasındaki karşılıklı ilişkilerin kaldırılması vardır. “Çalışma hakkı”nın arkasında Haziran ayaklanması vardı. Gerçekte devrimci proletaryayı yasa dışı kılan bu Kurucu Meclis, ilke olarak, anayasanın bir formülünü, yasaların yasasını reddetmek ve “çalışma hakkı”nı aforoz etmek zorundaydı.”(8)
“Çalışma hakkı” ancak sosyalizmde; üretim araçlarının toplumsal mülkiyette olduğu ve üretimin toplumun refahı için yapıldığı koşullarda gerçekleşir. (9)
Aynı durum diğer temel haklar için de geçerlidir. Dinlenme hakkı, eğitim hakkı, cinsiyet eşitliği hakkı, sağlık hakkı. Kapitalizm koşullarında bu hakların gerçekleştirilmesi mümkün değildir. Çünkü özel mülkiyete dayanan, sömürü, azami kar amaçlı kapitalist sistemde bu hakların gerçekleştirilmesi sermayenin çıkarlarına ters düşer.
Şüphesiz ki, bu haklar kapsamında birtakım iyileştirmeler için, birtakım reformlar için mücadele edilir ve sonuçlar da alınabilir, alınıyor da. Ama bunlar kapitalizmde eğitim, çalışma, sağlık, dinlenme haklarının, kadın ve erkek eşitliğinin gerçekleştirildiği anlamına asla gelmez. İşçi sınıfı ve emekçiler, kapitalizmde en fazlasıyla işgücünü satma hakkına, paran kadar eğitim, sağlık, dinlenme satın alma hakkına sahiptirler. Şimdilerde, daha önce kamusal olan bu “haklar”, özelleştirildiği için kapitalistin sermayesini çoğaltan “hak”lara dönüşmüştür.
Sosyalizm, insan sağlığını kapitalist sömürüden kurtarır. Kapitalizmde sağlık sisteminin ücretli olması, sömürünün, kapitalistin sermayesini çoğaltmasının bir biçimdir. Paran varsa veya ne kadar varsa o kadar tedavi olabilirsin. Sağlık sigortalarının nasıl kuşa çevrildiği, birtakım iyileştirmelerin nasıl geri alındığı bilinmiyor değil.
Bir virüs, kapitalizmde sağlık sistemini dağıttığı, birçok ülkede çökerttiği gibi, bu sistemin sınıfsal karakterini de gözler önüne serdi. Bütün kapitalist ülkelerde söz konusu virüs salgınından dolayı alınan tedbirler, virüse karşı mücadeleden ziyade ekonomiyi, kapitalistleri kurtarmaya hizmet etmektedir. Ortaya saçılan paralar, tedbir paketlerinin içeriği bunu göstermektedir.
Dün Sars, Ebola, bugün Koronavirüs salgınları, etkileri her birinde farklı da olsa nihayetinde binlerce insanın ölümüne, sosyal ve ekonomik yıkımlara neden olmuştur. Uluslararası tekellerin hâkim olduğu neoliberal ekonomi sistemi, işçi sınıfı ve emekçi yığınların mücadele sonucu elde ettikleri sağlık alanındaki iyileştirmeleri yok etmiş, sağlık sektörünü tamamen sermayeye açmıştır. Şimdiki salgına karşı emperyalist devletlerin yanı sıra gelişmiş ülkelerin de tutarsız, kapsamlı olmayan, kararsız, çelişkili mücadele anlayışları, önce büyük sermayeyi, ilaç tekellerini koruma, onların düşüncelerine ters düşmeme kaygısından kaynaklanmaktadır. Sağlık sistemini özelleştirenler ve dolayısıyla hastalığı kar kaynağı, sermayeyi çoğaltma kaynağı olarak görenler bunlardır. Hastalığı, kazanç konusu yapmak kapitalizmin ayrılmaz bir parçası, bir bileşeni olmuştur.
Sonuç itibariyle:
İşçilerin ve emekçilerin sosyalizmde çalışma hakkı vardır. Çalışma hakkının olmadığı bir sistem sosyalizm olamaz.
Kapitalizmde çalışma hakkı yoktur, olamaz da. Ancak işgücünü satma hakkı, özgürlüğü vardır.
İşçilerin ve emekçilerin sosyalizmde sağlık hakkı vardır. Sağlık hakkının olmadığı bir sistem sosyalizm olamaz.
Kapitalizmde sağlık hakkı yoktur, olamaz da. Ancak en fazlasıyla ödeme karşılığında sağlığı satın alma özgürlüğü, hakkı vardır. Bir virüs bu gerçekliği bütün çıplaklığıyla göstermiştir. Korona salgınından dolayı on binlerce insanın ölmesi, tıbbın çaresiz kalmasından dolayı değil, sağlık sisteminin kar amaçlı işlemesinden dolayıdır.
Bunun böyle olmasının nedeni, her iki toplum sisteminde mülkiyetin sınıfsal karakterinde aranmalıdır.
Kapitalizmde her şey sermaye içindir.
Sosyalizmde insan, sistemin merkezindedir.
Kapitalizmde genel anlamda insan sağlığı sorunu yoktur. İnsan sağlığı, sermayenin işine geldiği kadarıyla, çıkarına uygun düştüğü kadarıyla önemlidir.
Sosyalizmde bunun tam tersi söz konusudur.
Kapitalizmde işçi ve emekçilerin sağlık imkânlarına ulaşmaları oldukça sınırlıdır; sigortalı olanların yanı sıra, sigortasız olanlar da vardır. Kapitalizmde paran kadar sağlık satın alabilirsin.
Sosyalizmde insanların sağlık imkânlarına ulaşmalarının önünde hiçbir engel yoktur; sosyalizmde sağlık sistemi, halkın sağlığı için vardır.
Kapitalizmde sağlığı doğrudan etkileyen konut, temiz su, temel gıda temin imkânları yoktur veya paran kadar vardır.
Sosyalizmde bunun tam tersi söz konusudur.
Salgınla, bulaşıcı hastalıklarla mücadele bakımından sosyalizm ile kapitalizm arasındaki temel fark şudur: Kapitalizmde her şey sermayenin çıkarına ve kara hizmet ettiği için, çevre kirliliği, doğanın katledilmesi kapitalistin umurunda değildir. Salgın ve bulaşıcı hastalıklarda çevre sorunu ciddiye alınmış olsa bazı durumlarda bu hastalıkların, salgınların önü alınabilir. Sosyalizmde ise salgın ve bulaşıcı hastalıkların oluşumunun maddi zeminini yok etme mücadelesi atılan ilk adımdır. Bu nedenle SSCB örneğinde olduğu gibi, çevre sorununa halkın ve doğanın genel çıkarları doğrultusunda yaklaşılmıştır, salgına neden olabilecek çevre kirliliği daha baştan engellenmeye çalışılmıştır. Bu nedenle kalabalık yerleşim yerlerinde hijyen ve sağlıklı yapılanmaya önem verilmiştir.
Bolca insanlıktan bahsediliyor; özel mülkiyet zemininde, somutta da kapitalizmde genel anlamda insanlık yoktur, sınıflar vardır. Burjuvazi, başlangıçta feodalizme karşı mücadelesinde insani olan değerleri önemsedi. Ancak, iktidara geldikten sonra, iktidarda kalmak için insani olan ne varsa hepsini ayaklar altına aldı, alıyor. Burjuvazi için belirleyici olan, sermayenin çıkarlarıdır, kapitalist sınıfın çıkarlarıdır. Kendine göre insani olanı kendi sınıfında; bu da baskıdır, sömürüdür, talandır, savaştır.
Ancak sosyalizmde amacı aynı olan, antagonist sınıflardan arınmış toplum, insanlık söz konusudur.
Her iki düzende sağlık sistemlerinin karakteri bunu açıkça göstermiyor mu?
Kaynaklar
1) K. Marks, Kapital I, METE; C. 23, s. 532).
2) “Grosse Sowjetische Enzyklopädie" - “Büyük Sovyet Ansiklopedisi”, C. I, s. 1219, 1952, Berlin.
3) “40 Jahre Sowjetmacht in Zahlen” - “Rakamlarla Sovyet İktidarının 40 Yılı”, s. 381, Berlin 1958.
4) “40 Jahre Sowjetmacht in Zahlen” - “Rakamlarla Sovyet İktidarının 40 Yılı”, s. 387, Berlin 1958.
5) Agk., s. 382.
6) Agk., s. 392.
7) Stalin; C.10, s. 106-132.
Ayrıca bkz.: İ. Okçuoğlu; “SSCB’de Sosyalizmin Zaferi ve Kapitalizmin Yeniden İnşası Sorunları”, Akademi Yayın, Temmuz 2011.
8) K. Marks; “Fransa'da Sınıf Savaşı”, Türkçe, s. 63.
9)Sosyalizm, işgücünü sömürüden kurtarır, onu özgürleştirir. Bu bir devrimdir ve ilk denemesini; başarılı uygulamasını SSCB’de görüyoruz. Sovyet insanı, Ekim Devrimi’nden sonra sosyalizmin inşa sürecinde kendisi için çalışmayı (üretmeyi) toplum için çalışmayı öğrenmiştir. Sosyalizmde sömürücülere ve başkaca asalaklara yer yoktur; yani sosyalizmde başkasının sırtından yaşamın tadını çıkartma imkânı yoktur. Sosyalizmde hiç kimse, payına düşen işi başkasının sırtına yıkamaz. Bu nedenle Sovyet Anayasası’nda çalışmak, çalışabilecek durumda olan her Sovyet vatandaşının görevi ve onuru olarak tanımlanır. Bu anlamda “çalışmayan yememelidir” sosyalizmin temel bir ilkesidir.
Sosyalizmde, somutta da Sovyetler Birliği'nde iş (çalışma veya sıkça yanlış kullandığımız kavramla ifade edecek olursak “emek”) insanların yegâne var oluş, geçim kaynağıdır. Sosyalizmde hem toplumun hem de insanların refahı çalışmaya bağlıdır. Bu nedenle Sovyet insanı hem kendi refahı hem de toplumun refahı için çalıştığının bilincindeydi. Bu nedenle çalışma sosyalizmde toplumsal bir mesele olarak görülmelidir ve Sovyetler Birliği'nde de insanlar çalışmayı toplumsal bir mesele, halkın bir meselesi olarak görmüşlerdir.
Sosyalizmin en önemli kazanımlarından birisi de çalışma hakkının uygulanmasıdır; gerçekleştirilmesidir. Çalışma hakkı ve işin niceliğine ve niteliğine göre ücretlendirme Sovyet Anayasası’nda her vatandaşın dokunulamaz hakkı olarak yer alıyordu. Sovyetler Birliği, kapitalizmin sürekli refakatçisi olan işsizliği; işçi sınıfının ayaklarına vurulmuş o korkunç prangayı ortadan kaldırmıştır.