Rusya Federasyonu ve Türkiye 17 Eylül 2018’de Rusya'nın Soçi kentinde bir anlaşma imzaladı. Bu anlaşmanın özünü İdlib’in çetelerden temizlenmesi oluşturmaktaydı. Bu da Türkiye'nin denetimindeki faşist çetelelerin M4 ve M5 otoyollarının güvenliğinin sağlanması ve trafiğe açılması, 15-20 km genişliğindeki bir alanın silahsızlandırılması, Türkiye'nin de “terör örgütleri” arasına almak zorunda kaldığı Heyet Tahrir el Şam (El Nusra) gibi çetelerin tasfiye edilmesi anlamına geliyordu.
Türkiye vaat ettiklerinin hiçbirini yerine getirmedi. Yerine getirmediği gibi tam tersine hem çok büyük oranda ağır silah takviyesi yaptı hem de çetelerin Rusya Federasyonu’nun Lazkiye’deki Hmeymim Hava Üssü’ne, özellikle Halep ve birçok Suriye bölgelerine saldırmasını destekledi.
Rusya Federasyonu ve Suriye Türkiye'nin Soçi mutabakatına uymayacağından emin olmaya başladıktan sonra faşist çetelere karşı saldırılarını yoğunlaştırdılar. Rusya her fırsatta Türkiye'nin faşist çeteleri silahsızlandırmak yerine ağır ve yüksek teknolojik silahlarla iyice donattığını açıkladı, Türkiye'nin İdlib’e silah ve mühimmat taşıyan konvoylarını sürekli deşifre etti.
Rusya Federasyonu ve Suriye, Türkiye'nin niyetinden emin olduktan sonra 2020 Ocak ayından itibaren yoğun bir saldırı başlattılar. Türkiye'nin gözlem noktaları başta olmak üzere askeri konvoyları, mevzileri, depoları vuruldu ve önemli kayıplar verdi. Ve son olarak da işgalci faşist Türk ordusunun bir konvoyuna saldırdılar. Faşist şefin açıklamasına göre 36, ancak bağımsız kaynaklara göre 50’nin üzerinde işgalci Türk askeri öldü, yüze yakını da yaralandı.
Bu noktaya nasıl gelindi?
Faşist şef Erdoğan Suriye'de 2011’de iç savaş başladığında yeni Osmanlı hayallerinin karşılık bulacağı yanılsamasına kapıldı. Dönemin Dışişleri Bakanı yeni Osmanlıcılığın akıl hocası Davutoğlu’nun kılavuzluğunda Lozan’da kaybedildiği düşünülen toprakların tekrar geri alınabileceği kurgusu üzerine bir politika oluşturdular. Misak-ı Milli sınırlarına kavuşma hayalleri kurudular. Bu aynı zamanda Kürt ulusal özgürlük mücadelesinin de ezilmesine bir fırsat bir zemin sunacağı için de bahtiyardılar. Faşist çetelerin hamiliğine soyunmakta bundan dolayı tereddüt etmediler.
Suriye’deki despotik militarist diktatörlüğe karşı halkın demokratik isyanı hem rejim tarafından hem de politik İslamcı faşist çeteler tarafından kısa sürede ezildi. Kürt halkının devrimci demokratik başkaldırısı ve Rojava’yı özgürleştirmesi safları kalın çizgilerle ayrıştırdı. Bir tarafta rejim bir tarafta politik İslamcı faşist çeteler diğer tarafta Kürt özgürlük mücadelesi ve Rojava Devrimi.
Rejim Şam çevresine sıkışınca işgalci faşist Türk devleti, Emevi Camii’nde namaz kılma hayalini ilan etmekten geri kalmadı. Yeni Osmanlıcılar erken bir zaferden emindiler! Hem Şii mezhepli Esad rejimi yıkılacak politik İslamcı faşist selefi çeteler Şam’da yeni bir devlet kuracak ve mezhep kardeşleriyle birlikte faşist şef de Emevi Camii’nde fetih namazı kılacaktı. “Stratejik derinlik” hesapları Şam’da tutmadı. Üstüne üstelik Kürt özgürlük mücadelesi ve onun dünyadaki bütün dostlarıyla birlikte özellikle IŞİD ve El Nusra çetelerine karşı verdikleri destansı direniş işgalci faşist Türk devletinin yeni Osmanlı hayallerine ölümcül bir darbe vurdu. Kobanê direnişi ve zaferi, işgalci Türk devletinin ve başta politik İslamcı faşist IŞİD çetesi olmak üzere bütün bu selefi cihatçı örgütlerin yenilgi sürecinin başlangıcı oldu.
Faşist Türk devletinin yeni Osmanlı hayalleri sadece Suriye'de hegemonya mücadelesi ile sınırlı değildi kuşkusuz. O başta Kürdistan toprakları olmak üzere Osmanlı’nın egemen olduğu coğrafyalarda yeniden bir imparatorluk kurma hayalleri besliyordu. Bugün Mısır’da, Libya’da, Sudan’da, Başur’da Akdeniz’de, Kafkasya’da, Balkanlar’da yapmaya çalıştığı tamamen bununla ilgilidir. Şunu da vurgulamak gerekir: Türk devletinin yeni Osmanlı hayalleri sadece AKP-MHP faşist bloğu ve faşist şefin isteğiyle ilgili ya da onunla sınırlı bir durum değildir. Bu, Türk burjuvazisinin ve onun sermayesinin geldiği aşama ve bu aşamanın emperyal sömürgeci güç olma hesaplarının sonucudur.
Moskova Mutabakatı Ya Da Rusya’nın Talimatı
Eylül 2018’de Rusya ile Türkiye arasında imzalanan Soçi anlaşmasında Türkiye'nin İdlib’te yapacaklarına dair bir çerçeve belirlenmişti. Bu çerçevenin özü İdlib'te silahsızlandırılmış bölgenin oluşturulması ve M4-M5 karayollarının açılmasıydı. Türkiye Soçi anlaşmasının temel maddelerini iki yılı aşkın bir süredir yerine getirmedi, getirmeye de niyeti yoktu. Çünkü Suriye için kritik önemde olan M4 ve M5 otoyollarının rejimin denetimine geçmesi ve silahsızlandırılmış bölgenin oluşturulması Türkiye’yi önemli bir kozundan mahrum bırakacağı anlamına geliyordu. Türkiye anlaşmayı uygulamak yerine tam tersine çetelere ağır silah ve mühimmat takviyesi yapmayı sürdürdü. Böyle yaparak anlaşmaya uymayacağını da ilan etmiş oluyordu.
2020 Ocak ayından itibaren Rusya Federasyonu ve Suriye Soçi anlaşmasının hükümsüzlüğünü gördükleri için Türk ordusuna ve onun himayesindeki çetelere karşı yoğun bir saldırı dalgası başlattı. İşgalci Türk ordusu ağır kayıplar vermeye başladı. Son bir aylık dönemde işgalci Türk ordusu yüze yakın kayıp verdi. Kritik önemdeki ve M5 karayolu üzerinde bulunan Han Şeyhun, Maaret El Numan ve Serakib kasabaları ve M5 karayolunu kaybetti. Rejim M4 karayolunu ele geçirmek için İdlib’in güneyinden yoğun bir kuşatma ve saldırı başlattı. Rusya-Suriye ikilisinin bu hamlesi “Madem Soçi anlaşması hükümsüz. Biz de yeni koşullarda yenisini yaparız” anlamına geliyordu.
İşgalci faşist Türk ordusuna ve onun himayesindeki çetelere karşı başlatılan hamleye karşılık işgalci Türk ordusu da Suriye rejimine kayıplar verdirdi. Bundan cesaret alan Türk devleti, işgal ettiği topraklarda oranın egemen devletine Şubat 2020 sonuna kadar geri çekilmesi tehdidini savurdu; geri çekilmemesi durumunda saldırı başlatacağını söyledi ve ültimatom verdi. Birçok gözlem noktası kuşatma altında kalan işgalci Türk devletinin bu tehdidi gerçekten tarihte eşine ender rastlanan kara mizahlık bir durumdu. İşgal ettiğin topraklarda egemen devlete işgalci muamelesi yapmak ancak hasta ruhlu, gerçeklerden kopuk ve illüzyon dünyasında yaşamak anlamına gelir. Nitekim faşist şefin kendisini son “Osmanlı Sultanı” ilan etmesinin nedeni de yaşadığı bu illüzyondan kaynaklanmaktadır. Bu illüzyona kendi inandığı gibi milyonlarca Türkiyeliyi de inandırmıştır.
İşgalci Türk ordusuna ve çetelerine karşı girişilen bu hamle onların iradelerinin kırılmasını da beraberinde getirdi. Çaresizlik içerisinde kalan işgalci faşist Türk devletinin şefi Erdoğan’ın aklına birden NATO geldi. Hani Rusya’dan S-400 Hava Savunma Sistemi alımı sırasında; egemen ve bağımsız bir devlet olduğu, hangi silahı kimden alacağına kendisinin karar vereceği argümanlarıyla rest çektiği NATO. Yaltakçılıkta sınır olmayınca dün rest çekilen kapının önünde beklemekte de bir beis görülmez. Bundan dolayı faşist şef ABD’den Patriot Füze Savunma Sistemi alımını, keza Almanya, Fransa, Rusya Federasyonu ile Türkiye’nin dörtlü zirve yapmasını gündemleştirdi. Yani Almanya ve Fransa’yı da yardıma çağırarak Rusya'nın etkisini azaltmayı, Rusya'nın karşısına bu vesileyle AB’ni çıkartmayı denedi. İstediklerini elde edemeyince hemen ardından NATO’yu acil toplantıya çağırdı. Faşist şef Erdoğan bildiği bütün kozları kullandı, bütün taklaları attı, ama nafile! Ne NATO ne AB ne de ABD Rusya ile şimdilik karşı karşıya gelmeyi tercih etmedikleri için faşist şef Erdoğan’ı Rusya ile baş başa bıraktılar.
İşgalci faşist Türk devletinin her sıkıştığında herkesin kapısını çalan ve herkesi birbirine karşı koz olarak kullanabileceğini sanan yaklaşımı iflas etmiş, tam anlamıyla itibarsızlaşmıştı. Bu yüzden ne Rusya ne ABD ne NATO faşist Türk devletiyle kalıcı bir işbirliği geliştiriyor.
İşgalci faşist Türk devleti ve onun şefi Erdoğan cephede yenilgiye uğramış, iradesi kırılmış bir şekilde Putin’in huzuruna çıktı.
Moskova mutabakatı işgalci faşist Türk devletinin askeri olarak büyük bir yenilgi aldığı, güç dengelerinin yeniden kurulduğu koşullarda yapıldı. Moskova mutabakatının içeriğini kaçınılmaz olarak bu yeni durum belirlemiş oldu.
Moskova mutabakatı, resmi adıyla “İdlib Gerginliği Azaltma Bölgesindeki Durumun İstikrarlaştırılmasına İlişkin Muhtıraya Ek Protokol”de ifade edilen ve edilmeyen konuları ile ele alınması gereken bir anlaşma. Önce yazılı olanlardan başlayalım. Anlaşma üç madden oluşuyor.
1-İdlib gerginliği azaltma bölgesindeki temas hattı boyunca tüm askeri faaliyetler 6 Mart 2020 tarihinde saat 00.01’den itibaren durdurulacaktır.
İşgalci Türk devletinin kendisine kısmi olarak soluklanma olanağı sağlayan bir madde diyebiliriz. Çünkü Rusya-Suriye ikilisi özellikle son süreçte işgalci Türk devletine ve onun himayesindeki faşist çetelere ağır kayıplar verdi. Tük devleti ve ona bağlı çeteler M5 karayolunu, 12 askeri gözlem noktasının 8’ini ve İdlib'in üçte birlik toprak parçasını yitirdi.
İşgalci Türk devleti ilk soluğu Brüksel’de NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg ile görüşerek aldı. Türkiye ABD kartını daha fazla kullanmaya çalışacaktır. Patriot füze savunma sistemlerini iyice gündemleştirecektir. Ama Rusya ile geliştirdiği askeri ilişki, özellikle S-400 füze savunma sistemlerinin alımı işgalci Türk devlet için ABD ve NATO’nun Rusya'ya karşı yedeklenmesi hiç de kolay olmayacaktır. ABD ve NATO’nun Türkiye’yi Rusya'ya karşı bir silah olarak kullanacağı aşikâr olmasına ve bunu yapmakta tereddüt etmeyeceğine rağmen bu böyle olacaktır. Çünkü işgalci Türk devleti ABD ve Rus emperyalistleri için güvenilmezdir. Türk devletinin iradesi iyice kırıldığı, NATO ve ABD’ye iyice muhtaç hale geldiği koşullarda ABD ve NATO'nun hızlıca Türkiye'nin yanında saf tutacağı muhtemeldir. Hem Rusya'nın Suriye'deki etkisini sınırlamak hem de Rusya Türkiye arasındaki çelişkiyi iyice derinleştirerek Rusya’dan uzaklaşmasını sağlamak için bunu yapacaktır. Ama bunu ifade ettiğimiz gibi ABD ve NATO’ya teslim olmuş duruma gelen bir Türkiye ile yapacaktır.
2-M4 karayolunun kuzeyinde 6 km ve güneyinde 6 km derinliğinde bir güvenli koridor tesis edilecektir. Güvenli koridorun işleyişine dair ayrıntılı esas ve usuller, Türkiye Cumhuriyeti ve Rusya Federasyonu Savunma bakanlıkları arasında 7 gün içinde kararlaştırılacaktır.
İşgalci Türk devleti için tam anlamıyla yenilginin ilanıdır bu madde. M4 karayolunun açılması demek Lâskîye ve Halep’i birbirine bağlayan yolun açılması ve rejimin denetimine geçmesi demektir. Bu Suriye rejimi için siyasi olduğu kadar askeri bir başarıdır da, çünkü M4 karayolunun 6 km kuzeyden 6 km güneyden silahtan arındırılması ve güvenli bölge haline getirilmesi işgalci Türk devletinin ve onun himayesindeki çetelerin özelde İdlib genelde Suriye için stratejik değerde yenilgisi anlamına gelir. Bu durum aynı zamanda Suriye'nin en önemli şehirleri arasında ulaşımı ve dolayısıyla ticaretin önünü açacak ve ekonomik durumun rahatlamasını koşullayacaktır.
Suriye’nin İdlib'in güneyinin işgalci Türk devletinden ve çetelerden silahsızlandırılması, M5 karayolunun rejimin denetimine geçerek Halep-Şam yolunun açılması İdlib savaşında yeni bir durum ve yeni bir düzeyi ifade eder.
3-Türk-Rus ortak devriyeleri, 15 Mart 2020 tarihinde M4 karayolunun Trumba'dan (Serakib'in 2 km batısı) Ain-Al-Havr'a kadar olan kesimi boyunca başlatılacaktır.
Bu madde aslında M4 karayolu ve silahsızlandırılmış bölgede Rus askeri güçlerinin güvenliğinin sağlanmasının işgalci Türk devletine verilmesi anlamına gelmektedir. Çünkü ortasından M4 karayolunun geçtiği 12 km genişliğindeki bir koridorun bulunduğu alanda işgalci Türk devleti ve onun himayesindeki politik İslamcı faşist çeteler bulunmaktadır. Bu çetelerin Rus askeri güçlerine yönelik herhangi bir saldırısından Türk devleti sorumlu olacaktır. İşgalci Türk devletinin bu maddeyi “ortak devriye” diye pazarlamaya çalışması yaşadığı yenilginin görünür kılınmasını örtbas etmek için nafile çabadan başka bir şey değildir. Ortak devriye falan değil Rus ordusuna güvenlikçilik yapmaktır bunun adı.
Aslında Moskova mutabakatı kadar mutabakatın açıklanmasından önce yapılan konuşmalar ve kamuoyuna dillendirilmeyenler, üç madde kadar önemli bir özgün ağırlığa sahiptir. Bu da mutabakatın geçiciliğini, işgalci Türk devletinin yenilgisini, Rusya ve Suriye’nin önemli bir siyasi ve askeri başarı elde ettiğini gösteriyor.
Şimdi anlaşma öncesi yapılan açıklamalara bakalım. İşgalci Türk devletinin kırmızıçizgileri, tehditleri, gözlem noktaları, siyasi hesapları, yeni Osmanlı hayallerinin Moskova mutabakatıyla nasıl darbelendiğini göreceğiz.
İşgalci faşist Türk devletinin herkesin malumu önemli kırmızıçizgilerinden biri Esad'ın devrilmesi ve rejimin yıkılmasıydı. Yerinde de mezhep kandaşlarından olan Sünni-Selefi faşist çetelerin iktidarı kurulacaktı. Bu başarının başkomutanı ve baş imamı olarak da Emevi Camii’nde namaz kılmak nasip olacaktı faşist şef Erdoğan'a. Ama olmadı.
Esad illaki devrilecek, rejim yıkılacak çizgisinden “Suriye Arap Cumhuriyeti'nin egemenliğine, bağımsızlığına, birliğine ve toprak bütünlüğüne olan kuvvetli taahhütlerini yineleyerek” çizgisine gelindi. Moskova mutabakatı işgalci Türk devletinin Suriye iç savaşından beri savunduğu en temel argüman olan rejim yıkılacak, Esad gidecek retoriğinin yerini “Suriye Arap Cumhuriyeti’nin egemenliğine, bağımsızlığına, birliğine ve toprak bütünlüğüne kuvvetli taahhütlerini yineleyerek” çizgisi almıştır. İşgalci Türk devletinin kırmızıçizgisi olan bu durum Rus pençesi ile tarumar olmuş, kırmızıçizgiden geriye Rus pençesinin izleri kalmıştır.
Suriye iç savaşının başından itibaren savunulan bir politikadan vazgeçiş yeni bir durumu ifade eder. Bundan dolayı bu yenilgi stratejik önemdedir. NATO, ABD ya da AB süreci tersine çevirecek ve Rusya'yla karşı karşıya gelecek bir tercih yapmadıkları sürece geri dönülmez bir eşiği ifade etmektedir bu durum. Sadece İdlib bakımından değil Suriye savaşı ve işgalci Türk devletinin kendine Suriye'de biçtiği rol bakımından da bu böyledir.
Devam edelim.
“Terörizmin tüm tezahürleriyle mücadele ile Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi tarafından terörist olarak tanımlanan tüm grupların ortadan kaldırılması yönündeki kararlılıklarını yinelerken” şeklinde Moskova mutabakatının giriş bölümünde yer alan bu ifade işgalci Türk devleti bakımından himayesindeki faşist çeteleri artık eskisi kadar sahiplenemeyeceği anlamına geliyor. Örneğin, El Nusra çetesinin devamı olan ve bugün İdlib’in büyük bir bölümünü kontrol eden ve işgalci Türk devletinin de en büyük ortaklarından olan Heyet Tahrir el Şam örgütüne ve diğer bütün çetelere karşı Rusya-Suriye ikilisinin savaşı aralıksız devam ettireceği demektir. Çünkü HTŞ, BM ve Rusya'nın terör örgütlerinin listesinin başında geliyor. Nitekim Putin konuşmasında “Uluslararası terör örgütleriyle mücadelemizi de azaltmayacağız, bu konuda da kararlıyız” ifadelerini kullandı. Bu anlaşmayla işgalci Türk devleti Rusya'nın bu çetelere karşı savaşı aralıksız sürdürmesini de kabul etmiş oluyor. Yarın bu faşist çetelere karşı Rusya'nın saldırıları yoğunlaştığında yine Soçi anlaşması hatırlatıldığı gibi Moskova mutabakatı da hatırlatılacaktır işgalci Türk devletine.
İşgalci Türk devleti her ne kadar bu durumu kabul etmiş olsa da biliyoruz ki bu faşist çeteleri desteklemeye, silahlandırmaya, korumaya devam edecektir. Çünkü Suriye ve Kürdistan’da, Libya’da bu çeteler üzerinden politika yapabilmekte, masaya oturan taraflardan biri olabilmekte, emperyal hayallerini sürdürebilmektedir.
Esad rejimi İdlib’i geri almayı ve faşist çetelerden temizlemeyi stratejik önemde görmektedir. “Kaos ve terörü sonlandırmanın anahtarı", “İdlib'deki cihatçıların yenilgiye uğratılmasıyla birlikte savaş da sona erecektir”. Evet, Esad’ın İdlib’e biçtiği rol bu. Bu anlamıyla işgalci Türk devletiyle irade çarpışmasında çok önemli bir halkayı oluşturduğu kuşku götürmez. Moskova mutabakatıyla işgalci Türk devleti aleyhine önemli bir gediğin açıldığı, bir darbenin yendiği de bir başka kuşku götürmez gerçekliktir.
Moskova mutabakatında yazılmayan ve dillendirilmeyen gerçekler
İdlib'te Rusya ve Suriye'nin önemli kazanımlarından biri de anlaşmada yer almayan Halep’i Şam’a bağlayan M5 karayolunun kontrolünü ele geçirmiş olmalarıdır. Açıklamada M5 karayolunun ne olacağına yönelik herhangi bir tanımlama yapılmamıştır; bu da şu anki durumun kabulü anlamına gelmektedir. Oysa biliyoruz ki işgalci Türk devleti bu yolun kontrolünü elinde tutabilmek için her şeyi yaptı. En büyük asker kayıplarını da bu yolu tutmak için verdi. M5 ve M4 karayollarının kesişme noktasındaki Serakib son haftalarda sık sık el değiştirdi ve en şiddetli çatışmaların yaşandığı yer haline geldi. Ve anlaşmadan iki gün önce M5 karayolu üzerindeki son yerleşim yeri olan Serakib Suriye'nin denetimine geçti. İşgalci Türk devleti Moskova toplantısında gündemleştirmeyerek M5 karayolunun kalıcı olarak Suriye'nin denetimine geçmesini kabul etmiş oldu.
Türk devleti işgal ettiği topraklarda egemen devlet olan Suriye’ye ültimatom vererek Şubat’ın sonuna kadar geri çekilmesini istemişti. Bu ne demektir? Rejimin İdlib operasyonu süresince çetelerden ve işgalci Türk devletinden geri aldığı yerlerden çekilmesi gerekir. Peki, ne oldu? Moskova mutabakatı bu konuda ne dedi ya da ne demedi bizlere? Moskova mutabakatı işgalci Türk devletinin ültimatomunu hiçe sayarak Suriye'nin elde ettiği toprakları tanıdı ve kalıcı olduğunu ilan etti. Çünkü mutabakatta işgalci Türk devletinin ültimatomunu karşılayacak en ufak bir ima dahi yoktu. Böylece Rusya, işgalci Türk devletinin sahte kabadayılık ile kendi gerçek sınırlarının ayırtına varmasına ve hatırlamasına yardımcı olacak bir pençe daha vurmuş oldu.
İşgalci faşist Türk devleti gözlem noktaları adı altında işgalciliğini kalıcı hale getirecek hamleler yapmıştı. Bu amaç doğrultusunda İdlib’te 12 tane askeri gözlem noktası kurmuştu. İşgalci Türk devletinin faşist şefi Erdoğan Türk askerine ve gözlem noktalarına saldırı olursa Suriye’yi yerle bir edeceği tehdidini savurmuştu. Oysa hem onlarca işgalci Türk askeri öldürüldü hem de 12 gözlem noktasından 8’i Suriye rejiminin kontrolündeki bölgelerde kaldı. İşgalci Türk devleti bırakın gözlem noktalarının kalıcı hale gelmesini şimdi oradaki askerlerine ekmek götürmek için bile Rusya'nın icazetine muhtaç kalmış durumda.
Rusya devlet başkanı Putin görüşme öncesi “Gelişmelerin ilişkileri olumsuz etkilememesi için Suriye konusunda tüm alanların (abç) ele alınması gerektiği” vurgusunu yaptı. Bu ne anlama geliyordu? Tabi ki işgalci Türk devletinin Suriye ve Rojava’daki bütün işgal topraklarının değerlendirme konusu yapılacağı anlamına geliyordu. Sıranın bütün işgal topraklarına geleceğini bilen işgalci Türk devleti, bundan dolayı bütün mevzilerini kolay kolay terk etmeye niyeti yok. İdlib’te olduğu gibi askeri, diplomatik, ekonomik rüşvetler vererek ve göçmen şantajını kullanarak konumunu korumaya çalışacaktır.
Türkiye, Rusya, ABD ve AB ile siyasi, askeri, ekonomik ilişki ağı ne kadar gelişkin olursa olsun nihayetinde işgalci bir konumda ve bu durum er ya da geç sonlanmak zorunda. Emperyalistler için de Türk devletinin işgalciliğinin kabul edilebilir sınırları var ve bu sınırlar fazlasıyla aşılmış durumda. Rusya'nın işgalci Türk devletine sınırlarını hatırlatması Moskova mutabakatıyla sonuçlandı. İşgalci Türk devleti elbette ki yenilgi aldığını ve geri çekilmek zorunda kaldığını biliyor ama emperyalistler arası çelişkilerden yararlanarak eski konumunu tekrar elde etmek için bütün kozlarını kullanmakta tereddüt etmeyecektir. Daha şimdiden emperyalist Rusya'ya “Qamişlo petrollerini gelin birlikte değerlendirelim” teklifini götürdü bile. İdlib’te Rusya’dan ağır darbe yiyen işgalci Türk devleti sanki kendi topraklarıymış gibi Kürdistan’ı Rusya'ya peşkeş çekmeye kalkıyor. Aklınca bu rüşvetle ABD ve Rusya’yı karşı karşıya getirerek kendine yeniden alan açacak ve elini güçlendirecek. Tam bir köylü kurnazlığı, en bayağı politika cambazlığı, en vasat kendini pazarlama taktiği.
Rusya Federasyonu, Türkiye’yi Soçi anlaşmasına uymaya, gereklerini yerine getirmeye davet ediyordu. Moskova mutabakatı Türk devleti için Soçi anlaşmasına rahmet okutacak nitelikte oldu. İşgalci Türk devleti Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan oldu. Yüze yakın askerini, stratejik düzeyde önemsediği otoyolları ve yerleşim alanlarını kaybetti, Esad’ın devrilmesinden, rejimin yıkılmasından Suriye Arap Cumhuriyeti’nin birliğine ve bütünlüğüne bağlılık çizgisine gelindi. İdlib'in güneyi rejimin denetimine geçti, Rusya'ya da güvenlikçi olmak nasip oldu. Kısaca işgalci Türk devleti, siyasi, askeri, politik olarak Soçi anlaşmasının gerisine düştü ve büyük bir yenilgi aldı.
İdlib’deki Gelişmelerin Türkiye İç Politikasına Ve Rojava’ya Etkileri
Türkiye'nin 5 gün süren “Bahar Kalkanı Harekâtı” tam anlamıyla fiyaskoyla sonuçlandı. Kuşkusuz bu durumun iç politika ve Rojava’ya da yansımaları olacaktır. Burjuva politik anlamda CHP ve İYİP ağırlıklı olarak işgalci Türk askerlerinin niye bu kadar çok ve kolay öldüğüyle ilgiliydiler. Bunun üzerinden faşist şef Erdoğan’ı sıkıştırmaya çalıştılar. Bu da aslında, işgalciliği değil de niye başarısız olunduğunu sorgulayan şoven, ırkçı, faşist burjuva politikadan başka bir şey değildir.
MHP İdlib konusunda da tam olarak AKP’ye kalkan rolü oynadı. AKP’ye yapılan eleştirileri AKP’den önce MHP karşıladı. HDP ise işgalci Türk devletinin İdlib ve Suriye politikasını başından itibaren tutarlı bir şekilde eleştirmeye devam etti. Ama özellikle savaşın son süreçte iyice sertleşmesine rağmen işgalci faşist Türk devletini ve onun işgalci ordusunu teşhir etmede yetersiz kaldı.
Kılıçdaroğlu’nun Cumhuriyet gazetesine verdiği demeçte, “Tezkereye ‘evet’ dememiz doğru politikaydı. Biz, Saray hükümetinin bilmediği pek çok gerçeği biliyoruz. İdlib’de, Afrin’de sivil toplum örgütleri var ve bunların harcamalarının büyük bir kısmı AB tarafından fonlanıyor. Orada Suriye halkına olağanüstü güzel hizmetler (abç) götürüyorlar. Fotoğraflarını gördüm, bana bilgi verildi. Şimdi eğer askerlerimiz çekilseydi, bu hizmetlerin tamamı yok olacaktı” sözlerini unutmadık. Burjuva politikanın silik kişiliklerinden Kılıçdaroğlu şimdi kalkıp “İdlib'te ne işimiz var” diyebiliyor! Al birisini vur ötekine. Sınır ötesi teskere gündeme geldiğinde AKP, MHP, CHP ve İYİP fire vermeden ortaklaştılar. İşgal teskeresi bu dört partinin oylarıyla meclisten geçti. Şimdi yapılan sahte muhalefetten başka bir şey değildir.
Türkiye halkları ise İdlib işgalini yeni yeni sorgulamaya başlamış durumda. İşin içerisinde Kürtler olmayınca faşist şefi sorgulama daha kolay oluyor ama Kürtler söz konusu olunca her türlü işgal, katliam, soykırım hala Türkiye halklarının sorguladığı bir durum değildir.
Kürt halkı ve Kürt özgürlük mücadelesi bu fırsatı yeterince değerlendiremedi. Kendi gündemine kapanma yaşadı. Oysa işgalci Türk devletinin işgalciliğinin birçok kesim tarafından en fazla sorgulandığı bir süreçten geçilmekteydi ve işgalcilikten en fazla mustarip olan da Kürt halkıdır. Diğer halklarla ortaklaşma zemini olmasına rağmen bu yeterince değerlendirilemedi ve Türk işgalciliği yeterince hedefe oturtulamadı. Oysa İdlib’te işgalci Türk devletinin varlığına son verilmesi demek sıranın Efrîn, Serêkaniyê, Girê Spî, El Bab, Azez’deki işgallere son vermeye geleceği demekti. Hem Rojava’daki Türk işgalciliğine karşı güçlü bir mevzi elde edilecek hem de Suriye halklarıyla işgal karşıtlığı üzerinden daha güçlü bir ortaklık zemini yaratılabilecekti.
İşgalci Türk devleti İdlib’ten sonra sıranın bütün işgal bölgelerine geleceğinin farkında; bundan dolayı bu süreci uzatmayı ve hatta başarabilirse kalıcı hale getirmeyi hesapladığını biliyoruz. Bundan dolayı İdlib mevziisinde büyük bir direnç göstermeye çalıştı. Ama karşısında emperyalist Rusya olunca kendi sınırlarına ve kapasitesine tosladı.
Rojava özerk yönetimi işgalci faşist Türk devletinin işgalciliğinin böylesine teşhir olduğu bir süreçte diplomatik ve askeri bütün seçenekleri en yüksek düzeyde kullanma olanağına sahip bir durumla karşı karşıyadır. İşgalci Türk devletinin Rusya ve ABD emperyalistleriyle yaşadığı çelişki işgal bölgelerinin özgürleştirilmesine bir olanak sağlayabilir. Savunma pozisyonundan çıkılıp özgürleştirme hamlesi başlatılabilinir. Böylesi olanaklar ve fırsatlar çok fazla çıkmaz, bundan dolayı Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi bu süreci Rojava’yı Özgürleştirme Hamlesi olarak değerlendirmelidir. Kuşkusuz, işgalci faşist Türk devletinin Rojava’daki işgali Rusya Federasyonu ve ABD emperyalistlerinden aldığı destekle sürdürebilmektedir. Bu gerçek asla unutulmamalıdır.
İdlib’in Suriye Bakımından Önemi
Politik İslamcı faşist çeteler işgalci Türk devletinin himayesinde Doğu Guta, Dera ve Haleb’den İdlib’e aktarıldı. Bu, İdlib’i faşist çetelerin Suriye’deki en son ve en büyük toplanma yeri haline getirdi. Esad da bunda dolayı İdlib’deki çetelerin varlığına son vermeyi "kaos ve terörü sonlandırmanın anahtarı" olarak tanımladı. Devamında ise, "İdlib'deki cihatçıların yenilgiye uğratılmasıyla birlikte savaş da sona erecektir" dedi. Tabi bu ifade Suriye bakımından yakın dönem için bir gerçekliğe ifade ediyor. Ama Suriye rejimi hala sömürgeci kodlarla hareket etmeye devam ettiği için Rojava ile savaşın kaçınılmaz olacağı ya da en azından rejim tarafından başvurulacak bir yöntem olacağını görmemiz gerekiyor. Bunu şimdilik geçiyoruz.
Suriye İdlib’i bir çırpıda alamayacağını biliyor. Bundan dolayı İdlib’le ilgili yakın dönem hedefler belirledi. Ve son hamlesiyle bu hedeflerini gerçekleştirdi. Halep’i Laskiye’ye bağlayan M4 karayolunun ve yine Halep’i Şam’a bağlayan M5 karayolunun açılması ve İdlib'in güneyinin M4 karayoluna kadar olan kısmının silahsızlandırılarak çetelerden temizlenmesini sağladı. Suriye, Moskova mutabakatıyla yakın dönem bütün hedeflerine ulaşmış oldu. Bu başarıyı Türkiye’ye karşı elde etmesi onda ayrı bir özgüven oluşturdu ve iç politikada da Esad’ın iktidarını güvenceleyecek önemli bir hamle oldu.
Türkiye’nin Esad rejimini ve Suriye Arap Cumhuriyeti’ni tanımasını da eklersek rejimin 2011 yılından beri en iyi durumu elde ettiğini söyleyebiliriz. Bu aynı zamanda Esad rejiminin iktidarını iyice pekiştirdiği anlamına gelmektedir.
İdlib Krizi Ve NATO
Bilindiği gibi, ABD Merkez Kuvvetler Komutanlığı (CENTCOM), 1 Eylül 2019’da "İdlib'in kuzeyinin terör örgütü El Kaide militanları için güvenli bölge haline geldiğini" ileri sürerek bu bölgeye bir saldırı düzenledi. Yine bundan önce de rejimin kimyasal silah kullandığını bahane ederek Nisan 2017’de Suriye'nin Şayrat Hava Üssü’ne füze saldırısı ve Nisan 2018'de Suriye'nin askeri tesislerine saldırılar düzenledi.
ABD İdlib'in Rusya ve Suriye için ne kadar önemli olduğunu bildiği için buranın zayıf karnı olarak kalmasını sağlamaya çalışıyor. Yine Türkiye'nin bu zayıf halkada rol oynamasını sağlayarak özellikle Rusya'nın Suriye'de yükselen etkisini zayıflatmaya çalıştı, çalışıyor. Rusya, geçmişte ABD’nin saldırılarını “sükûnetle” karşıladı diyebiliriz. Diplomatik kınamanın ötesine geçmedi. İdlib’te elde edilecek başarının Suriye ve Ortadoğu politikası için önemli olduğunu bilen Rusya İdlib politikasını kararlıca sürdürdü. Türkiye’yi de çeteleri yalıtmada başarılı bir şekilde kullandı. Böylece gereksiz kayıplardan kendisini sakınmış oldu. Ama nihayetinde Türkiye’ye biçilen rolün de bir sınırı ve sonu vardı. Gelinen aşamada Türkiye rolünü oynamamakta ayak diretince Rusya Federasyonu ve Suriye işgalci Türk devletinin iradesini kıran saldırı dalgasını başlattılar. Ve Türkiye geri çekilmek zorunda kaldı. Tam da bu aşamada ABD ilk elden Rusya ile karşı karşıya gelmeyi tercih etmedi, ama bu hiç etmeyeceği anlamına gelmiyor. Zamana yayılmış bir taktik izleyecekleri ve fırsat kollayacakları çok açık. Emperyalist ABD Türkiye’yi kışkırtarak Rusya ile arasının açılmasını ve Rusya'nın Suriye'de huzura ermemesini sağlayacak düzeyde bir kriz politikası yürütmeyi deneyecektir. İdlib bunun için iyi bir laboratuar olacaktır. ABD, Türkiye'nin idlib’ten tamamen çıkmaması için her türlü desteği sunacaktır. Çünkü idlib’te başı ağrıyan Rusya'nın Ortadoğu'da istediği düzeyde etkinlik sağlaması zor olur. Örneğin, Suriye'de başını dertten kurtaramayan bir Rusya'nın İran’a yapılan kuşatmayı ve ambargoyu boşa çıkartması ne kadar başarılı olabilir. ABD'nin planı bu.
Nitekim ABD’nin Suriye Özel Temsilcisi James Jeffrey son dönemdeki Rusya ve Suriye'nin işgalci Türk devletine ve onun himayesindeki faşist çetelere karşı İdlib’te başlatmış olduğu hamleye karşı “Özellikle Rusya'nın saldırganlığının altını çiziyorum. Çünkü Esad rejimi tek başına bu kampanyayı yürütemezdi” diyerek Rusya’yı doğrudan hedef almıştır. ABD Rusya'ya karşı temposu artan bir sertlik politikası yürütecektir.
Moskova anlaşması, Türkiye'nin ağır yenilgi alması ve bunu kabullenmemesi, Rusya ve Suriye'nin İdlib'in tamamının işgalden ve çetelerden temizleme arzusu, ABD'nin NATO aracılığıyla Rusya’nın Suriye ve Ortadoğu’da artan etkisini sınırlandırma isteği, bu anlaşmanın kısa ömürlü olacağını bizlere söylemektedir. Bütün taraflar bir soluklanma, bir mola kazandı ve ilk fırsatta her biri bunu tersine, kendi lehine çevirecek hamlenin içerisinde olacaktır.
Rusya'nın İdlib konusunda kararlı olduğunu gören işgalci Türk devleti ABD ve NATO’ya daha fazla yaklaşacaktır. Çünkü İdlib’i elinde tutmasının başka olanağının kalmadığının farkındadır.
İdlib'te daha son söz söylenmedi. Kimin iradesinin galebe çalacağını aynı zamanda kapalı kapılar ardında yapılan kirli pazarlıklar da belirleyecektir.
Devrimciler olarak bütün bu sömürgeci ve emperyalist politikalara karşı hakların eşitliğinden, özgürlüğünden ve enternasyonal dayanışmasından taviz vermeden Rojava devrimini koruma, savunma çizgisinden sapmadan Arap, Çerkez, Süryani ve bütün halkları kazanarak Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi’ni zafere götürmekle mükellefiz.