Bir İktidar Politikası: Kadın Yok Aile Var!

“Aile” kavramı birçoğumuz için erkeğin otorite alanı olarak kabul görüyor. Kadının adının olmadığı, şiddet gördüğü, tecavüze uğradığı, kesin bir itaatin dayatıldığı, korku duvarlarının örüldüğü, geleneksel ilişkilerin üretildiği bir otorite alanı. Küçük yaştan itibaren mahremiyetin öğretildiği, bakireliğin kutsandığı, öte yandan ev içi sömürünün doğal bir vazife olarak kavratıldığı en geleneksel toplumsal cinsiyet rollerinin üretim merkezi. Aile denilen mevhum, erkek egemen kültürün öğretildiği, ezen/ezilen, birincil/ikincil, efendi/köle ilişkisinin her gün, her dakika üretildiği bir kölelik kurumudur. Toplumun en küçük birimi olarak devlet ve erkek egemen iktidarının korunmasını sağlayan kök hücredir. Özel mülkiyet dünyasının vahşi ve kölece yaşandığı yerdir. Aile kurumunun özel mülkiyet dünyası ile kopmaz bir ilişkisi bulunmaktadır.

Aile kurumunu sadece “soyun yeniden üretimi” olarak görmek bir yanılgıdır. Kesinlikle dört duvar arasına sığan, mahremiyetin olduğu, özel bir alan da değildir. Siyasetten ekonomiye pek çok alanı kapsar, bir ağ gibi sarar ve bir toplumun yeniden üretimini sağlar. Toplumsal cinsiyet rollerinin inşa edildiği ve öğretildiği, heteroseksüelliğin kurumsallaştığı en temel alanlardan biridir.

“Aile” demek kadının köleliği demektir. Erkeğe “eş” olmak gerçekte bir eşitlik getirmez, aksine kadının köleliğinin anlatımı olur. Evlilik, aslında erkek lehine aile mahremiyetinin korunmasıdır. Böylelikle kadına dönük her türlü ev içi şiddetin üzerinin örtülmesidir. Her şeyden önce, heteroseksüel erkek merkezli cinselliği dayatan bir alandır ve bundan dolayı, kadının evin bu öznesinin mahremiyet alanına girerken “bakire” olması istenir. Kadın, hemen birçok alanda uzmanlaşmış ya da uzmanlaşmak zorunda olan kalifiye bir işçi olmalıdır. Evinde terzi, psikolog, aşçı, bakıcı gibi görevleri en iyi şekilde bilmesi ve yerine getirmesi gerekir. Aile kurumu kadına üç mesai sunmaktadır: ev, iş, yatak. Aile kurumu görünmeyen bir sömürü düzeninin hücresidir. Dört duvar arasında vahşi bir kapitalizm yaşanır. Eş, baba, ağabey ev içinde “küçük bir devlet” aygıtının kurumları olurlar. Kimi zaman bir yargıç veya polis, kimi zaman da bekçi ya da bir cellât.

Erdoğan-AKP hükümetlerinin aileyi dönüştürme politikaları

İktidarlar, kadın politikalarını sadece aile kurumu üzerinden belirlemezler. Kentlerin gelişimi, işgücü ihtiyacı, nüfus, doğum ve ölüm oranları, yaşam süreleri iktidarların kadın bedeni üzerindeki denetimini ya artırır ya da azaltır. Nüfusun korunması politikaları evliliğin, yeniden soy üretiminin ve cinselliğin denetim altına alınmasına değil aynı zamanda iktidarın istediği ahlak anlayışının oluşturulmasına da hizmet eder. İktidarlar, düzeninin sürekliliğini ve egemen yapısının gücünü aile kurumu aracılığıyla da sağlar ve güçlendirir.

Türkiye’de de iktidarlar toplumsal düzene yeni bir biçim vermek istediklerinde, temel yöntemlerinden biri aile kurumuna ve nüfus politikalarına müdahale etmek oluyor. Ataerkil ideolojilerine göre aile kurumunu yeniden ve yeniden dizayn ettiler. AKP’nin 2002 yılında hükümet olmasıyla birlikte, meclisteki kadın sayısının artması, TCK’daki bazı düzenlemeler, TBMM Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu’nun kurulması, kadın örgütleriyle kurulan bazı diyaloglar “kadın dostu” olduğu yorumlarının yapılmasına neden oldu. Bu tanımlamanın ne kadar yanıltıcı olduğu zaman içerisinde görüldü.

Faşist şeflik rejimi, İslami geleneklere bağlı aile yapısını güçlendirmek için üç yola başvuruyor. Birinci yol; annelik dayatması ve kürtajın yasaklanması. İkinci yol; boşanmayı zorlaştırmak ve nafakayı bir zülüm haline getirerek sınırlandırmak. Üçüncü yol; diyanet işlerini sosyal politikaların aracı yaparak aileyi sosyal hizmet kurumu haline getirmek.

Erdoğan 2008 yılında “Sizinle bir Başbakan olarak değil, dertli kardeşiniz olarak konuşuyorum. Biz genç nüfusumuzu aynen korumalıyız. Bir ekonomide aslolan insandır. Bunlar, Türk milletinin kökünü kazımak istiyor. İş işten geçmeden her ailede en az 3 çocuk olmalı. Nüfusumuz ne kadar artarsa o kadar güçlü olacağız, bundan emin olun” sözleriyle, kadınlara toplumsal cinsiyet rollerini, bir kadının “fıtratında” öncelikle anne olması gerektiğini hatırlattı.

2010 yılında iktidar, kadın erkek fırsat eşitliği genelgesini yayınlarken Erdoğan; “kadın erkek eşitliğine inanmadığını” söyledi, “Biz muhafazakâr demokrat bir partiyiz, aile yapımızı güçlendirmemiz lazım” dedi. Bu sözlerinin hemen ardından 1991 yılında kurulan “Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanlığı”nın adı, 2011 yılında Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’na dönüştürüldü. Kadının adı yok edilmeye, aile kurumunun adı her yere yerleştirilmeye başlandı. 2010 yılında Diyanet İşleri Başkanlığı’na bağlı müftülüklerde “aile sorunlarına çözüm getirme” iddiasıyla “aile irşat büroları” açıldı. Aile irşat bürolarında görevlendirilen din görevlileri kapı kapı gezerek, kadınlara boşanmamaları için öğütler verdi. Boşanma davalarının azalması için evli çiftlere aile danışmanlığı hizmeti verildi.

Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanlığı’nın Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’na dönüşmesi, AKP’nin fıtrata dayalı aile politikasının kurumsallaşmaya başladığı, fırsat eşitliği sözünün literatürden kalktığı dönemeçtir. 2017 yılında faşist şeflik rejimi koşullarında güncellenen Fırsat Eşitliği Genelgesi’nde “eşit işe eşit ücret” ve “cinsiyet eşitliği denetimi” kavramları yok sayıldı.

Son dönemlerde Çorum Müftülüğü, bir kadının "Elini kaldırdı, daha vurmadı ama endişe ediyorum” demesi üzerine, "Uygun dille sebebini sorun. Çok büyük bir sorun değil bu, konuşarak çözebilirsiniz. Akşam mesela sevdiği şeyleri yaptınız, çayın yanında sakince konuşun” dedi. “Şiddet gördüğümüzde ne yapmamız gerekiyor” diye sorulduğunda ise, "Vurursa tepki vermeyin, oradan uzaklaşın. Odanıza çekilin. ‘Nasıl istiyorsan öyle yapayım' diye olayı örtmeye çalışın, ama uygun zamanda açın. Suçlayıcı dille konuşmayın. ‘Nasıl istiyorsun, bilemedim. Bilsem öyle yapardım' gibi konuşun" diye cevap verdi. “Peki, polisi aramak gerekir mi?” sorusu karşısında ise vaiz, "Yok, bu tür şeyleri çözersiniz inşallah. Allah'a emanet olun…" dedi. Verilen tüm bu cevaplar yaratmak istedikleri aile ideolojisini betimliyor.

Bu anlayışa göre kadının her şeyden önce iyi bir anne, iyi bir eş, iyi bir bakıcı olması, evde beklenen cinsel, yemek, temizlik, sürekli ilgilenme hizmetlerini zamanında, istenilen nitelikte, kalitede ve sürekli yapması birincil görevidir. Anneliğin “mübarek” ve “vatani” bir görev olarak algılanması gereklidir.

2019 yılında açıklanan resmi verilere göre 474 kadın katledildi. En az 166 kadın cinsel saldırıya uğradı ve yine en az 96 çocuk cinsel şiddete maruz kaldı. AKP’nin hükümet olduğu 2002 yılında 66 kadın katledilmişti. Görüldüğü gibi 18 yılda dehşet verici bir artış var. Bu artışın nedenlerinden biri de yargının birçok kadın cinayeti davasını “namus cinayeti” olarak görüp, “tahrik indirimi” uygulamasıdır. Bu davaların çoğunda katil erkekler takım elbiselerini giyerek, “çantasında doğum kontrol hapı buldum”, “çok banyo yapıyordu”, “çok sık mesajlaşıyordu”, “barışmak istedim, barışmadı” gibi sözlerle işledikleri cinayeti meşrulaştırma yoluna gitti. Böylece daha az ceza almalarını sağladılar. Kadının korunması hiçbir zaman erkek yargının önceliği olmadı.

Tecavüzü meşrulaştırma yasası

Politik İslamcı faşist şef ve hükümetleri büyüyen kadın özgürlük mücadelesinin kazanımlarını yok etmek için her gün yeni bir genelge yayınlıyor. En son yayınlanan genelgede ise kadın katliamlarında davayı etkileyecek görüntülerin medyada yayınlanmamasını, kadınlar hakkında hiçbir delil aranmadan davalarda hızlı kararlar verilmesi maddesinin kaldırılması öngörülmektedir. Genelgedeki en sorunlu madde ise; “Mağdur istese de istemese de koruyucu tedbir uygulanabilir” maddesidir. Bu maddenin açıklaması bir kadın şiddete uğramış ise, kendi isteği olmadan “sığınma evine” götürülebilir. “Sığınma evlerinin” sayısının yetersizliği, adreslerinin belli olması ve 11 yaşın üzerinde hiçbir çocuğun barındırılmamasından dolayı birçok kadın uğradığı şiddetle ilgili gerekli makamlara başvuru yapmamaktadır.

AKP-MHP ittifakına dayanan, Ergenekoncular ve Perinçek’in partisinin de ortaklık ettiği faşist şeflik rejimi, cinsel saldırı suçlarına yönelik yapılmak istenen yasal değişiklerle (getirilmek istenen afla) 15 yaşını doldurmamış kız çocuklarının resmi olmayan yollarla -imam nikâhıyla- evlenmesine, cinsel saldırı suçundan dolayı bir kamu soruşturmasının başlamamasına, çocuk ile fail erkek arasındaki yaş farkının 10’un üzerinde olmaması durumunda evlenirlerse cezanın ertelenmesine, suç oluştuğunda “aile içinde” çözülmesi anlayışının geliştirilmesine sebep olacaktır. AKP-MHP faşist diktatörlüğü bu yasayı “Tecavüzcülere af değil, geriye dönük uygulanacak sadece” diye meşrulaştırmaya çalışıyor. 2016 yılında bu yasa ilk tartışıldığında “Üç bin ailenin mağduriyeti giderilecek” diye rakamlar verilirken şimdilerde ise 10 binden fazla kişiden bahsediliyor. Yasa çıkacak diye birçok mahkeme karar açıklamasını erteliyor. Çocuk yaşta evlilikleri meşrulaştıran, gelenekselleştiren bir bakış açısı oluşturulmak isteniyor. Af tasarısı sadece tacizci, tecavüzcü cinsel saldırganları değil, çocukların fiziksel, cinsel veya duygusal yönden saldırıya uğradığını görüp gerekli kurumlara bildirmeyenleri de kapsıyor. Bu tasarı yasalaşırsa suçun işlenmesi teşvik edilirken, mağdur olanların da yasal mekanizmalara başvuru yapmasını caydıran bir sonuç doğuracaktır. Bu yasa teklifi, “mağduriyeti giderme yasası” değil cinsel tacizi, tecavüzü, saldırganlığı “teşvik yasası”dır. Kadınların hayatlarına ipotek koyma yasasıdır. Kız çocukları erken yaşta evlendirilecek, boşanmak istediklerinde nafaka hakları olmayacak, tecavüz ise meşrulaşacaktır.

Kadın özgürlük mücadelesinin sonucunda kadına yönelik şiddet konusunda bir farkındalık oluşmuş durumda. AKP, büyüyen kadın hareketinin gücünü kadın kitleleri arasında kırmak için medyada kadına yönelik şiddet haberlerinin kadınlara korku verecek şekilde yapılmasını sağlıyor. Kadınlara, kendinden beklenen toplumsal cinsiyet rollerini hayata geçirmediğinde, “hayır” dediğinde, boşanmak istediğinde şiddet göreceğini, gece sokakta yalnız yürüdüğünde tecavüze, tacize uğrayacağını, katledileceğini gösteriyor. Tüm bu şiddet tehdidi, korku çemberi “En güvenli sığınak yine de aile kurumudur” düşüncesi oluşması için yapılıyor.

Faşist şef ve AKP’nin kürtaj karşıtlığı

İktidarlar, kürtajın serbest bırakılması ya da yasaklanmasına kadının sağlığı, üreme hakkı, bireysel özgürlüğü, bedeni hakkında söz sahibi olması üzerinden değil de nüfus planlaması politikaları açısından karar verirler. Bu durum Türkiye ve Kürdistan’da da hiç farklı değildir.

Birinci Emperyalist Paylaşım Savaşı sonrası tüm dünyada savaş, kıtlık ve hastalık nedeniyle nüfus azaldı. Türk burjuva devletinin kuruluşunu izleyen yıllarda da nüfus artışı politikası izlenmiştir. Bunun için çeşitli yasal düzenlemeler yapılmıştır. Örneğin, 1938’de evlenme yaşı erkeklerde 17’ye, kadınlarda 15’e indirildi. Gebeliği önleyici ilaçların satışı yasaklandı. Doğum kontrolü, kürtaj gibi konularda propaganda yapmak bile yasaklandı. Düşük yapan kadınlara “nesli korumadığı” gerekçesiyle ağır cezalar öngörüldü. Kürtaj yaptırmak “Türklüğe karşı ihanet” olarak değerlendirildi. Erken evlilikler teşvik edildi. Hatta 6 çocuğu olan kadınlara madalya takıldı. 1965’te Nüfus Planlaması Hakkında Kanun ile nüfusu artırıcı politikalar terk edildi ve gebeliği önleyici alet ve ilaçların kullanımı yasak olmaktan çıkartıldı. Ancak kürtaj yasağı devam etti, sadece anne veya bebeğin sağlığının tehlikede olması gibi durumlar için sınırlar biraz genişletildi. Ancak 1983 yılında çıkan bir yasayla; hamileliğin ilk 10. haftasında kürtajın yasal bir zeminde yapılması, tıbbi zorunluluk olması halinde 10 hafta sonrasında da yapılabilmesi sağlandı. Kürtaj yasağının kaldırılmasına rağmen hastanelerde eğitimli personelin olmaması ve hastanelerin bu hizmete göre yapılandırılmamasından dolayı kürtaj hakkını kullanma yönünde birçok pratik engel oluştu.

Erdoğan, 2012 yılının Mayıs ayında “Kürtaj cinayettir, her kürtaj bir Uludere’dir” sözleri ile başlattığı tartışmanın ardından yasada bir değişiklik yapılmamasına rağmen kürtaj fiilen neredeyse yasaklandı. Kürtaj hakkının Batılı bir dünya görüşü, dış düşmanların bir ideolojisi olduğu, toplumun ahlaki değerlerini çürüttüğü iddia edildi. AKP’nin 2012 yılında kürtaj hakkının yasaklanması, “Doğumuna sahip çık” kampanyalarının örgütlenmesi, üç çocuk doğurana kredi ve çocuk yardımı yapılması, üniversite okurken faizsiz evlilik kredilerin verilmesi, boşanma hakkının zorlaştırılması, öğrenciyken evlenenlerin öğrenim katkı kredi borçlarının silinmesi veya çeyiz hesabı uygulamaları, öğlen kuşağının sadece evlilik programlarına ayrılmış olması, dizilerin bu ideolojiye göre uyarlanması İslami geleneksel aile stratejisinin bir parçasıydı.

Kürtaj hakkını yasaklayan yasaya göre, kürtaj için on haftalık yasal süre sadece annenin sağlığını etkileyecek zorunlu haller dışında dört haftaya indirildi ve isteğe bağlı kürtaj hakkı yasaklandı. Sağlık personeline kürtaj yapmama hakkı tanındı. Kürtaj yaptırmak isteyen birçok kadın özel hastanelerde yüksek ücretler ödeyerek ya da sağlıksız, temiz olmayan merdiven altı yerlerde kürtaj yaptırmaktadır. Evlilik cüzdanı ve eşinin izni olmayan bir kadının kürtaj yaptırması mümkün değildir. Kürtaj için gelen anne-babaya dört gün düşünme süresi verilerek, danışmanlık hizmeti adı altında psikolojik ve duygusal baskı uygulanmakta, böylece kadınlar kürtajdan vazgeçirilmeye çalışılmaktadır.

Devlet kadın bedeni üzerinde denetimini artırırken, kürtajdaki sürenin sınırlı olması kadında hamilelik endişesi baskısı yarattığından, kadınların birçoğu hazza dayalı cinsellik yerine doğurmaya odaklı cinselliğe hapsedilmektedir. Kürtaj, kadınların mücadelesiyle kazanılmış bir haktır ve kendi bedenleri üzerindeki söz hakkının bir parçasıdır.

Buradaki asıl mesele, sağlıksız, uygunsuz ortamlarda gerçekleştirilen kürtajlarda milyonlarca kadının ölmesi ya da sakat kalmasıdır. Kadınların ücretsiz, sağlıklı, erişilebilir ve güvenli koşullarda kürtaj uygulanması hakkı güvenceye alınmalı, uygulamadaki fiili yasaklama sonlandırılmalı, yasal kürtaj süresi 12 haftaya çıkarılmalıdır. Tecavüz sonucu oluşan hamileliklerde kürtaj süresi en az 24 hafta olmalı, “savcılık izni” talebiyle kürtajın fiilen engellendiği durumlar ortadan kaldırılmalıdır. Evli kadınların gebeliklerini sonlandırmak istediği durumlarda eşlerinden izin isteyen fiili uygulamaya son verilmeli, kadının kararı esas alınmalıdır. Kürtaj talebiyle sağlık kurumlarına başvuran kadınlara “bilgilendirme ve düşünme süresi” adı altında yapılan “ikna uygulaması” ve baskı yasaklanmalı, doktorlara kürtaj yapmama hakkı sağlayan düzenlemeler kaldırılmalıdır. İstenmeyen gebeliklerin önlenmesi için gerekli doğum kontrol araç ve ilaçlarının ücretsiz ve kolay erişilir olması sağlanmalı, erkekler için doğum kontrol yöntemleri yaygınlaştırılmalı, doğum kontrolünde olduğu gibi sperm bankaları da herkesin eşit ve ücretsiz erişimine açık hale getirilmelidir.

Boşanma hakkı ve nafaka zulmü

Ocak 2020 tarihinde Erdoğan; “devletin başı” ya da “babası” olarak gençlere 30 yaşından önce evlenmeleri ve hızlıca 3-5 çocuk yapmaları “emri” verdi. Erdoğan’ın bu sözleri sadece İslamcı geleneksel toplumu güçlendirmeyi değil aynı zamanda yüksek sayıda genç nüfusa dayanarak ucuz işgücü politikası uygulamayı amaçlıyor. Son dönemde açıklanan verilere baktığımızda hem kadınlar hem de erkekler gittikçe daha geç bir yaşta evlenmektedir. 2012’den 2018’e gelindiğinde kadınlar için evlenme yaşı 23,5’den 24,8’e, erkekler için 26,7’den 27,8’e çıkmış. Aynı dönemde 30 yaş ve üzerinde evlenen kişi sayısının toplam nüfusa oranında yüzde 15’lik bir artış söz konusu.

Kadına yönelik şiddetin ve cinayetlerinin en çok aile içinde, özellikle de ayrılma/boşanma süreçlerinde görülüyor olmasına, kadınların boşanmak istemesinin cinayet ve şiddetin ‘meşru’ nedeni, ‘tahrik’ sebebi sayılmasına, kadınların aile içinde tutulması için her türden yasal ve kurumsal müdahale yapılmasına rağmen boşanmak isteyenlerin sayısı artıyor. 2018’de boşananların sayısı bir önceki yıla göre yüzde 10,9 fazla. Ağırlaşan yaşam koşulları, ekonomik sorunlar, kadına yönelik şiddetin ve çocuklara yönelik cinsel saldırıların artması dolayısıyla Erdoğan’ın aile değerlerine ve evliliğe dair yaptığı özel vurguların kitleler arasında bir etkisi olmuyor.

Evliliğin ve aile kurumunun kutsandığı her durumda kadının boşanma hakkı da yok sayılıyor. Erkek şiddetine maruz kalan birçok kadının şiddetten uzaklaşma kararı vermesini engelleyen birçok neden bulunuyor. Bu nedenler genellikle; şiddet biter umudu, korku, utanç, suçluluk duyguları, çocuğunun elinden alınacağı korkusu, tek başına bakamayacağını düşünme, çocuğa zarar geleceği tehdidi ve boşanmış kadınlara dair toplumsal yargılar, aile ve arkadaşların destek olmaması, kurum desteği alamamak, ekonomik olarak ihtiyaçlarını karşılayamama vb. kaygılarıdır. 15 yaş üstü 20 milyon kadından 11 milyonu ev yükümlülüklerinden dolayı çalışamıyor. Birçok kadın; çocuk doğurduktan sonra kreş olanağı, çocuğuna bakacak kimsesi olmadığından dolayı ya işten ayrılmak zorunda kalıyor ya da maaşının yüzde sekseniyle çocuğun bakıcısının ücretini ödüyor.

Sürekli “sen gidemezsin, çalışamazsın, kendine bakamazsın, yeniden evlenemezsin” diye aşağılandıkları, küçümsendikleri, özgüvenleri zedelendiği veya toplumsal hayattan tecrit edildikleri için çalışabileceklerine, kendilerine bir hayat kurabileceklerine dair hiçbir inançları kalmıyor. Boşanma davalarının birçoğu kadınların şiddet görmesinden dolayı açılıyor. Birçok kadın boşanma davalarının uzun yıllar sürmesinden, katledilmemek için sürekli kaçmak ve gizlenmek zorunda kalmasından dolayı “yeter ki şu beladan kurtulayım” duygusu ve düşüncesiyle nafaka hakkından vazgeçiyor. Kadınların çoğunluğu aylık olarak yaklaşık 300 TL yoksulluk nafakası almaktadır. Nafaka miktarlarının düşüklüğü veya nafakaların ödenmemesi de göz önüne alındığında bir kadının nafaka için evlenip boşandığını iddia etmek hiç gerçekçi değildir. Birçok erkek nafaka miktarını ödememek için kendini ya işsiz gösteriyor, ya ikametgâhını değiştiriyor ya da mahkemenin gönderdiği tebligatı almıyor.

Nafakanın kadın tarafından bir talepte bulunulmadan enflasyon oranında yükseltilmemesi de diğer bir sorundur. Nafakanın kaldırılması girişimi aslında kadınları daha da yoksullaştırmaktır. Yasadaki başka tartışmalı bir konu ise, nafaka alacak tarafın kusurunun diğer taraftan daha fazla olmaması şartı aranmasıdır. Bu kusuru belirleyecek olan mahkeme heyeti. Erkek yargının kadınlar lehine karar vermesi mümkün değildir. Nafaka bir zulme değil kadının yaşamını kolaylaştıran bir araca dönüşmelidir. Nafaka konusunda toplumsal cinsiyet eşitsizliğini önleyen çeşitli çalışmalar yapılmalı, kadınların çalışma yaşamına katılması için kreşler yaygınlaştırılmalı ve çalışma saatleriyle uyumlu hale getirilmelidir. Ayrıca nafaka süresi ve kusur konusundaki mevcut yasa değiştirilmemeli, nafaka alamayan kadınların mağduriyetlerini giderici ara formüller bulunmalıdır.

Görünmeyen emek görünmeyen kadın

AKP iktidarının neoliberal politikaları onu sosyal politikalar alanından çekti. Bunun doğrudan sonucu olarak bakım hizmetleri pahalılaştı. Fazla nüfus-ucuz işgücüne dayanan ekonomik sömürü modeli sebebiyle kapitalist erkek egemen sistem “aile” ve “esnek çalışma” üzerinden kadın bedeni ve emeği üzerindeki denetimini artırdı. Kadına yönelik ücretli ve ücretsiz emek sömürüsü yoğunlaşırken, kadın evin içindeki “anne” ve “eş” rollerini de sürdürdü.

Bu politikalarını sonucunda ev içi işler kadına zimmetlendi. Esnek çalışma biçimleri kadın ve erkek bakımından giderek farklılaştı. Bu farklılaşma ev içindeki ve iş yaşamındaki cinsiyetçi iş bölümünü yeniden üretti. 2008 tarihinde çıkan sosyal haklar yasası ile kadınların ev içi emeği yok sayıldı. Kadınların emekli olma yaşı erkekle eşitlendi. Ev emekçisi ve sigortasız çalışan kadınlar sosyal güvenlik açısından ücretli çalışan eşlerine ve babalarına bağımlı kılındı. 18 yaşından büyük, bekâr ve üniversiteye gitmeyen tüm kadınlar sağlık güvencesinden yoksun bırakıldı ve evliliğe mahkûm edildi.

Devletin sosyal güvenlik ve sağlık alanlarından çekilmesi ve bu alanların özelleştirilmesiyle birlikte, bu hizmetler metalaştı ve fiyatları yükseldi. Bu hizmetlere erişim gücü olmayan aileler bakımından evdeki hasta/yaşlı ve çocuk bakımı gibi yoğun emek isteyen işlerin yükümlülüğü kadınların üzerine kaldı. TÜİK’in 2018 yılı sonu yaptığı açıklamada 9,3 milyon çocuktan sadece 96 bini devlet kreşinden faydalanabilmekte ve 9,3 milyon çocuğun olduğu bir ülkede sadece 2 bin 446 kreş ve bakımevi bulunmaktadır. 2008 yılında 497 olan kamu kreşi sayısı 2016’da 56’ya düştü. Müftülüklere bağlı kreş sayısı ise 2008’de 692 iken, 2016’da 1.552’dir. Bu tabloya göre çocuk bakımı ile ilgili devlet tüm yükümlülüklerini annenin yükümlülüğü haline getiriliyor. Dini kurumlardaki ücretli bakım merkezlerinin sayısının ise hızla arttığı görülüyor. İktidarın okulu, iş yeri, hastanesi kadınların annelik, hasta/yaşlı bakımı ve ev içi emeği üzerinde ayakta duruyor.

2013 yılında çıkarılan kadın istihdamı paketinde, üç çocuk yapan kadına vergi muafiyeti ve erken emeklilik, doğum izni süresindeki artış, anneye kısmi çalışma hakkı gibi tasarılar, kadınların anne olmasını teşvik eden yasalardı. Bu paketin aslında tek amacı vardı: Kadın açısından aile ve iş yaşamının uyumlu hale getirilmesi. “Kısmi süreli çalışma, geçici süreli çalışma, özel istihdam büroları aracılığıyla belirli süreli çalışma, evden çalışma” gibi çalışma biçimleriyle kadınların asıl görevi olarak görülen eş, anne, hizmetçi görevlerini aksatmadan yapması amaçlanıyordu.

Birçok emekçi semtlerinde kadınlar parça başı işleri evlerinde yapıyor. Güvencesiz, sigortasız, örgütsüz çalışıyor. AKP kendine evlerde bacasız fabrikalar kurarken aynı zamanda “aile ocağının” sönmemesinin tüm yollarını bulmaya çalışıyor. Girişimci kadınlara kredi desteği ise sadece dikiş, yemek, reçel gibi işler için veriliyor. Evdeki görünmez emeğinin yanı sıra bir de çalışma yaşamındaki emeği de görünmez hal alıyor. AKP bu şekilde kadını hem eve hapsediyor hem de ucuz işgücü haline getiriyor.

Kapitalist erkek egemen sistemin devamı toplumsal yeniden üretim ile evin içinde sürdürülen yeniden üretim arasında bir sürekliliğinin olmasıdır. Kapitalist sistemin anahtar sözcükleri ücretli emek ve artı değerdir. Kapitalist erkek egemen sistem diye tanımlıyorsak eğer yeniden üretim ve kadın emeği de anahtar kelimelerdir.

AKP, sosyal güvenlik politikalarından konut politikalarına ve şehir planlarına kadar tüm yaşam alanlarını heteroseksüel, İslamcı geleneksel çekirdek aile normlarına göre tasarlıyor. Cinsellik ve üreme temeli üzerinden kurulu, erkeğin esas alındığı, kadının yok edildiği bir aile ideolojisi kuruluyor. Kadının bedenine, kimliğine, emeğine el konulan, kadınları eve hapseden, cinsel istismarın ve şiddetin yuvası olan, boşanmanın hak olmadığı bir “kutsal” aile yaratılıyor.

"Her eve bir kadın lazım", "Kadın yoksa ev eve benzemez", “Kuyruk sallamasa başına bir iş gelmez”, “Kadının yeri kocasının yanıdır” anlayışları değişiyor. Cins bilincine dair daha güçlü bir farkındalık gelişiyor. Kadınlar şiddete, tacize, tecavüze, katliamlara karşı artık daha görünür şekilde isyan ediyor. Ancak tüm bu gelişime rağmen kadınların emeği, bedeni, kimliği yok sayılıyor, sömürülüyor. Bu da daha büyük mücadelelerin verilmesi gerektiğini gösteriyor.

Bütün bu sorunların kaynağı özel mülkiyete dayalı erkek egemen kapitalist sistemdir. Bu nedenle kadınlar olarak kendimize daima sormalıyız: Kadın emeğini ucuz işgücü olarak kullanan, kadın bedenini ve duygularını metalaştıran, ev içi emeği görmeyen, kadına yönelik her türlü şiddeti meşru gören kapitalist özel mülkiyet sistemi değil mi? Emperyalist-kapitalist sistemin bütün sonuçlarıyla mücadele edilmeden bu dünya değişir mi? Kadına yönelik her türlü sömürü, şiddet ve baskı uygulamalarına karşı kesintisiz bir mücadele verilmelidir. Kadının dünyası evi olmaktan çıkmalı ve eşitliğin, özgürlüğün kapıları açılmalıdır. Kadını köleleştiren, ikinci cins olmasını sağlayan, emeğini, kimliğini, bilinci görünmez sayan, sömüren, ezen tüm erkek egemen uygulamalara karşı mücadele yükseltildiği koşullarda kadının adı yeniden hatırlanacak, tarihi yeniden yazılacaktır.

Marksist Teori

Yaygın Süreli Yayın
Varyos Gazete Dergi adına Yazı İşleri Müdürü: Tülin Gür
Posta Çeki Hesap No: Varyos Gazete Dergi 17629956
Türkiye İş Bankası IBAN: TR 83 0006 0011 1220 4668 71

Bize Ulaşın

Yönetim Yeri: Aksaray Mah. Müezzin Sok. İlhan Apt. No: 12/1 D:7 Fatih/İSTANBUL
Tel: (0212) 529 15 94  Faks: (0212) 529 06 75
Web Sitesi: www.marksistteori5.org
E-posta: info@marksistteori.org
Twitter: @mt_dergi