Yüzyılın Anlaşması: Filistin’i İlhak Ortadoğu’da Savaş Planıdır

“Yüzyılın Anlaşması” yeni bir plan değil. Trump’ın iktidara geldikten hemen sonra gündemleştirdiği ve 2018’den itibaren fiili de uyguladığı bir plandır. Trump'ın kişisel megaloman hezeyanlarının plan üzerindeki izleri olmakla birlikte sorunun özü emperyalist ABD'nin emperyalist küreselleşme döneminde dünyada ve Ortadoğu'da emperyalist, kapitalist, gerici, faşist devletlerle giriştiği paylaşım savaşının yansımasıdır. ABD'nin tek kutuplu sürdürmeye çalıştığı hegemonyasına, başta Rusya ve Çin darbeler vurmaya başladı. Ortadoğu, emperyalist ve bölgesel güçlerin paylaşım savaşının merkezinde durmaktadır. Trump'ın Siyonist İsrail başbakanı ile birlikte ilan ettiği “Yüzyılın Anlaşması” da emperyalistler ve bölgesel gerici, faşist, despotik devletler arasındaki hegemonya mücadelesinin yansımasıdır. Filistin'in İsrail tarafından işgali emperyalist ABD'nin Ortadoğu'da kurmaya çalıştığı egemenlik için bir maniveladır.

Öncelikli olarak İsrail ve Filistin'i ilgilendiren meselenin tek taraflı olarak İsrail ile birlikte oluşturulması ve İsrail Başbakanı Netanyahu ile birlikte açıklanması, içeriği, planın, Filistin tarafından karşılık görmeyeceğinin bilinerek yapıldığını göstermektedir. Üstelik içeriğine bakıldığında da görülecektir ki ister FKÖ ister Hamas tarafı olsun bu planı kabul etmeleri şurada kalsın bu plan çerçevesinde masaya oturmaları bile mümkün değildir.

Filistin’in işgali ve mücadele tarihinden kısa bin kesit

İngiltere 1. Emperyalist Paylaşım Savaşı sonunda (1918 yılında) Filistin'i de kapsayan bölgeyi işgal etti. İşgali 1920 yılında Milletler Cemiyeti de tanıdı. Filistin'in işgalinde İngiltere'nin oynadığı en önemli rollerden biri de İngiltere Dışişleri Bakını Arthur Balfour’un Musevi mali oligark Rothschild’e gönderdiği ve Filistin’de Yahudi devletinin sözünün verildiği mektubudur. Bu mektup daha sonraları Siyonizm’in ve işgalciliğin temel belgelerinden biri olan “Balfour Deklarasyonu” olarak kabul edildi.

İngiliz emperyalizmi Siyonizm yararına Filistin’e nüfus taşınmasına izin verdi. Filistin topraklarına yerleşen Musevilerin yüz binleri bulması kaçınılmaz olarak çatışmaları beraberinde getirdi. 1929 yılında en büyük ve kanlı çatışmalar başladı ve günümüze kadar devam etti.

İngiltere 1947 yılında Filistin’in İsrail tarafından işgali sorununun çözümünü Birleşmiş Milletler’e devretti. Bu tarihe gelindiğinde Filistin'de Yahudi nüfusu 1904 yılına göre üçte bire yükselmişti. İngiltere'nin Filistin’den çekildiği tarihten bir gün sonra 14 Mayıs 1948’de İsrail devletinin kuruluşu ilan edildi. Filistin halkı da 15 Mayıs’ı El Nakba (Felaket) günü ilan etti.

1967’de yapılan ve 6 gün süren savaşta Gazze ve Sina Yarımadası’nı Mısır’dan, Golan Tepeleri’ni de Suriye’den alan İsrail büyük bir üstünlük sağladı. Bu, İsrail’e büyük bir moral ve özgüven kazandırdı. Bu savaşta 500 bin Filistinli sürgün edilerek mülteci durumuna düşürüldü.

1973’te Mısır ve Suriye İsrail’e karşı savaş açtı. Sovyetler Birliği, ABD ve BM devreye girerek ateşkes sağlandı. Bu ateşkesten sonra ABD'nin İsrail ve bölge üzerindeki etkisi daha fazla oldu.

Mısır devlet başkanı Sedat, M.Begin ile 1978’de ABD Başkanı Carter gözetiminde Camp David Sözleşmesi’ni, 6 ay sonra da anlaşmasını imzaladı. Bu anlaşma ile ilk kez bir Arap devleti İsrail’i işgal ettiği topraklarla birlikte tanımış oldu. Bu anlaşma sonrasında İsrail Sina Yarımadası’ndan çekildi.

Hıristiyan falanjist milisleri katil Ariel Şaron’un emriyle Sabra ve Şatilla kamplarını basarak binlerce Filistinliyi öldürdü.

İsrail işgaline karşı Filistinliler 1987 ile 1993 yılları arasında intifada sürecini başlattı. İsrail bu süreçte de binden fazla Filistinliyi katletti. Birinci İntifada süreci olarak bilinen bu süreçte Filistin halkı hem ulusal birliğini sağladı hem de Filistin özgürlük mücadelesinin meşruluğunu.

Sürgündeki Filistin Ulusal Konseyi 1988 yılında Cezayir’de toplandı.1947 tarihli BM’in iki devletli çözüm önerisini kabul etti. Bununla birlikte BM Güvenlik Konseyi’nin aldığı 1967 sınırları öncesine dönülmesi kararı da kabul ediliyordu.

1993 yılına gelindiğinde ABD, İsrail ve Filistinli temsilciler Norveç’in başkenti Oslo’da “Ortadoğu’ya barış getirecek tarihi anlaşma” diye pazarlanan başka bir emperyalist plan için bir araya geldi. “Geçici Öz-Yönetim Düzenlemelerine Dair İlkeler Deklarasyonu” olarak bilinen Oslo Anlaşması’na göre İsrail Filistin Kurtuluş Örgütü’nü (FKÖ) Filistin halkının temsilcisi olarak kabul edecek, işgal ettiği toprakların bir kısmından ileride oluşturulacak Filistin güvenlik güçlerine bırakmak üzere çekilecekti. Filistin devleti de İsrail’i tanıyacaktı. Bu anlaşma FKÖ lideri Yaser Arafat ve İsrail Başbakanı İzak Rabin tarafından imzalandı. Arafat, Filistin'in % 18'inde Siyonist İsrail’in kontrolünde, yerel yönetim (belediyecilik) ve iç güvenliği sağlama dışında hiçbir yetkisi olmayan özerk bir yönetim kurma karşılığında İsrail’i tanımayı ve barış yapmayı kabul etti.

Anlaşmada “Kudüs’ün statüsü, mülteciler, Yahudi yerleşimleri, güvenlik düzenlemeleri, sınırlar, diğer komşularla ilişkiler ve işbirliği” yani sorunun en kritik meseleleri “beş yıllık geçici süreç” sonrasına bırakıldı. Bu geçicilik nihai bir karakter kazanarak kalıcı hale geldi ve günümüzde de Filistin herhangi bir statüye kavuşamadı. Kavuşmadığı gibi Filistin'in konumu gittikçe ağırlaştı. Filistin topraklarındaki İsrail işgali katbekat arttı. Filistin Gazze ve Batı Şeria'daki mahallelere sıkıştırıldı.

Filistin Halk Kurtuluş Cephesi ve Filistin Demokratik Halk Kurtuluş Cephesi, anlaşmayı tanımadıkları halde, FKÖ’de ortak cephede yer aldıkları için açıktan deklare edemediler. Filistin İslami Cihat Hareketi ve İslami Direniş Hareketi (Hamas) bu anlaşmayı tanımadıklarını açıkladılar. Bu süreç aynı zamanda ulusal birliğin kaybedildiği politik İslamcı hareketlerin Filistin'de egemen özne oldukları süreci de başlatmış oldu.

Özellikle Hamas’ın İsrail’e karşı askeri eylemleri savaşın boyutunu yükseltti. Faşist, katliamcı Ariel Şaron’un, Mescid-i Aksa'ya gitmesi Eylül 2000’de “El Aksa İntifadası” olarak da bilinen ikinci intifada sürecini başlatmış oldu.

2002 yılında Siyonist İsrail Batı Şeria’yı işgale girişti, Cenin mülteci kampını ele geçirip yüzlerce Filistinliyi katletti. 2004 yılında yaşamını yitiren Arafat’ın yerine Mahmud Abbas geçti. 2006 yılında Hamas büyük bir zafer kazanarak tek başına iktidar oldu. Ulusal birliğini kaybeden Filistin, El Fetih ile Hamas’ın neredeyse iç savaşa varan çatışmalarına sahne oldu. 2007 yılına gelindiğinde Hamas Gazze’nin kontrolünü tamamen ele geçirerek bir hükümet kurdu. El Fetih de Batı Şeria’da ayrı bir hükümet kurdu. Böylece Filistin her yönüyle ikiye parçalanmış oldu.

Mısır, İsrail ile Hamas arasında Haziran 2008’de altı aylık ateşkes imzalanmasını sağladı. Ateşkes bitince İsrail Gazze’deki askeri okulu bombalayarak 140 polisi öldürdü. “Dökme Kurşun Operasyonu” olarak bilinen başka bir katliam operasyonunu başlattı, yüzlerce Filistinliyi katletti.

İsrail 2009’dan itibaren başta Gazze olmak üzere Filistin topraklarına sayısız saldırılar düzenleyerek binlerce Filistinliyi katletmiş, onlarca Hamas, Filistin Halk Kurtuluş Cephesi ve El Fetih yönetici ve komutanlarını suikastlarla öldürmüştür.

Plan Filistin Halkı İçin Ne Anlam İfade Ediyor?

Emperyalist ABD'nin İsrail ile birlikte oluşturduğu bu plan Filistin için tam anlamıyla teslimiyet dayatmasıdır. Filistin’in İsrail tarafından yeni bir biçimde sömürgeleştirilmesi ve Filistin devletinin inkârı demektir. Filistin topraklarının gasp edilmesi ve Filistin halkının kendi kaderini belirleme hak ve imkânının yok edilmesi demektir. Ülkesinden kopartılan Filistin halkının sürgününün kalıcı hale getirilmesi demektir. “Yüzyılın Anlaşması” denilen işgal planının aslında ABD tarafından yıllar önce oluşturulduğu ve şimdi de Filistin halkına dayatıldığı görülmektedir.

Planı ABD İsrail’le birlikte hazırladığı için tam anlamıyla Siyonist İsrail'in ve emperyalist ABD’nin bölgesel çıkarları gözetilmiştir. Açıklamayı birlikte yapmaktan kaçınmamışlardır.

“Ben her zaman İsrail devleti ve Yahudi halkının yanında olacağım. Onların güvenlik ve emniyetlerini ve tarihi anavatanlarında yaşama haklarını şiddetle destekliyorum” diyen Trump'ın Filistin halkının taleplerini gözeteceğini varsaymak ve Filistin halkının da bu planı desteklemesini istemek politik körlükten daha ağır bir durumdur.

Trump'ın güzellemelerini göstermeye devam edelim: “İsrail dünyanın üzerindeki bir ışıktır. Tarihteki karanlık çağların tekrarlanmasına izin vermeyeceğiz.”

Filistin halkının onur ve özgürlük mücadelesi, Siyonist İsrail ve emperyalist ABD için İsrail’in ışığının sönmesi anlamına gelmektedir. Bu durumda da işgale, Siyonizm’e karşı Filistin’in özgürlüğü ve demokratik Ortadoğu için mücadele eden herkes karanlık çağların temsilcisi oluyor!

Trump'ın veciz sözleriyle devam edelim: “İsrail ziyaretimde Mahmud Abbas'la Beytüllahim'de bir araya geldim, daha iyi bir hayat, potansiyellerini gerçekleştirmeleri gerektiğini düşündüm.”, “İsrail için çok şey yaptım, Kudüs'ü başkent tanıdım, elçiliği taşıdım, Golan'daki egemenliğini tanıdım, en önemlisi korkunç ve berbat İran nükleer anlaşmasından çekilmemdi… Benim vizyonumun İsrail devletinin parçası olarak gördüğü her toprak üzerinde İsrail egemenliğini ABD tanıyacaktır.” Filistin topraklarının işgalinin onaylanmasını, İsrail ile ABD'nin bölgesel çıkarlarını ifşa eden daha açık bir belgeye, söze ihtiyaç var mıdır? Trump’ın itirafları “Yüzyılın Anlaşması” safsatasının Filistin ve demokratik Ortadoğu amacıyla mücadele edenler için neden bir karşılığı ve değeri olmadığını ve olamayacağını yeterli açıklıkla anlatıyor.

Düşünme kapasitesi olduğunu sanan zat Filistin halkını tehdit etmekten de geri durmuyor: “Bu plan, bağımsız bir Filistin devleti ve Filistinliler için son şans.”

“Gerçekçi iki devletli çözüm ile Filistin'in İsrail'in güvenliğine tehdidi azaltılacaktır.” Meselenin özü budur. İsrail’in güvenliği! Filistin'in ise tehdit oluşturan taraf olması! Bu durumda İsrail’den yana net bir tavır ve taraf olan emperyalist ABD'nin gerçekçi, adil her iki tarafın taleplerini karşılayabileceğine inanacak mıyız? Tabii ki de hayır! Ruhuyla, mantığıyla, maddeleriyle, hazırlanış ve uygulanış biçimiyle tek taraflı Siyonist İsrail'in çıkarlarını gözeten bir anlaşmanın kabul edilmesi asla mümkün olmayacaktır.

Netanyahu, “Bu, tarihi bir gün, 14 Mayıs 1948'i hatırlatıyor, o gün Başkan Truman İsrail devletini tanıyan ilk lider olmuştu” dedi. “Yüzyılın barışı” diye lanse edilerek yapılan açıklamanın Filistin halkının lanetlendiği bir güne El Nakba’ya atıf yapılarak ilan edilmesi ancak işgalci, soykırımcı kafaların icadı olsa gerek.

Faşist şef Erdoğan da Serêkaniyê-Girê Spî işgaline “Barış Pınarı Harekâtı”, Efrîn’in işgaline de “Zeytin Dalı Harekâtı” adını vermişti. Faşist şef Erdoğan katliamcı, işgalci, sömürgeci, soykırımcı devlet geleneğinin temsilcisi, savunucusu ve mirasçısıdır. Netanyahu ve Erdoğan’ın ortak karakteri işgalci, ilhakçı ve soykırımcı olmalarıdır.

"İsrail için çok büyük ve tarihi bir kazanım" olan bir anlaşma diğer taraf için ne anlam ifade edebilir? Siyonist İsrail ve emperyalist ABD bunu çok iyi biliyor. İşgal ve tam teslimiyet. Bundan dolayı Netanyahu konuşmasının devamında "Bu önemli bir fırsat ve biz bunu kaçırmayacağız” diyor.

Siyonist İsrail ve emperyalist ABD tarafından danışıklı örgütlenen ve Filistin’in tam teslimiyetini öngören ve dayatan bir anlaşmadan bir sonuç çıkabilir mi? Her şey İsrail’in ve emperyalist ABD'nin bölgesel çıkarları için planlanmış mazlum Filistin halkına da kölelik dayatılmış!

Filistin halkı için en önemli konulardan biri Kudüs'tür. Kudüs tam olarak Siyonist İsrail devletine bırakılmıştır. Aslında var olan fiili durumun ABD tarafından “meşrulaştırılmasından” başka bir şey değildir. ABD Başkanı Trump, 2017 Aralık ayında Kudüs'ü İsrail'in başkenti olarak tanıdı, Mayıs 2018'de Tel Aviv’deki büyükelçiliğini Kudüs’e taşıdı. ABD-İsrail ikilisinin ilan ettiği “Yüzyılın Anlaşması” aslında bu ikili tarafından çoktan yürürlüğe konulmuş ve uygulanmaya başlanmıştır.

Anlaşmada “Kudüs İsrail'in bölünmez başkentidir” denilerek Filistin'in Kudüs'teki varlığına son verilmektedir. Bakmayın “Doğu Kudüs'ün Filistin’in başkenti olacağı” ibaresine. Gerçek olan emperyalist ABD için Kudüs'ün “bölünmez”liğidir. Filistin halkı için tarihi ve kutsal olan bir kent Siyonist İsrail’e teslim edilmiştir. Bunu hiçbir Filistinli kabul etmez.

Bu anlaşma ile Siyonist İsrail'in Batı Şeria'daki işgalciliği kalıcı hale getirilmiş oluyor. Batı Şeria’daki yerleşim yerleri İsrail tarafından 1967 yılında 6 gün savaşlarında işgal edildi. Birleşmiş Milletler’in hukukuna göre bile işgal sayılan bir bölge. Emperyalist ABD hiçbir burjuva uluslararası hukukunu tanımayan politikalar yürütüyor. Bu durum sadece Filistin'e de özgü değildir. Emperyalist devletlerin tekelci burjuvazisinin çıkarları neyi gerektiriyorsa onu yapmakta bir bahis görmüyor. Darbe, suikast, komplo, işgal, ambargo…

Filistin halkı için önemli meselelerden biri de sürgündeki halkın yurtlarına dönmesi sorunudur. Siyonist İsrail ve emperyalist ABD yaklaşık 6 milyonu bulan Filistinli sürgünlerin ülkelerine geri dönmelerini yasaklıyor. Ve hala, tırnak ucu kadar değer taşımayan bu sahte anlaşmayı Filistin halkından kabul etmesi isteniyor. Bakın Netanyahu’nun İsrail in kalbi olarak tarif ettiği Barı Şeria için söylediklerine: “İsrail'in kalbi çok uzun zamandır rezil bir şekilde 'yasadışı işgal toprağı' diye niteleniyordu. Bugün Sayın Başkan, siz bu büyük yalanı patlatıp attınız. Yahudiye ve Samarya Bölgesinde (Batı Şeria) büyük küçük demeden tüm Yahudi toplulukları (Yahudi yerleşimleri) üzerinde İsrail'in egemenliğini tanıyorsunuz.” Yeterince açık değil mi? Netanyahu’nun “İsrail in kalbi” dediği yerden milyonlarca Filistinliyi yerlerinden, yurtlarından, tarihlerinden, kültürlerinden kopartarak sürgüne göndereceksiniz ve utanmadan Filistin halkından da bu işgal planını desteklemesini isteyeceksiniz! Ancak Siyonist, faşist, emperyalist Nazi kafa yapısı bu akıl yürütmesini yapabilir.

Yine, Filistin halkı için egemenliğinin önemli bir parçası olan Ürdün Vadisi’ndeki İsrail işgalciliği tanınıyor ve burası Siyonist İsrail’in toprakları olarak ilan ediliyor. Ürdün Vadisi’nin işgaliyle birlikte Filistin tam anlamıyla kuşatılmış oluyor. Ürdün’le var olan sınırı ortadan kaldırılıyor. Ve böylece, Filistin’in Gazze’de küçük bir alanın Mısır’la sınırı hariç Ürdün, Suriye, Lübnan ile sınırlarına son verilmiş oluyor. Ürdün Vadisi ve Batı Şeria’daki işgalle birlikte Filistin’in komşu devletlerle sınırı ortadan kaldırılmakla kalınmıyor, içte de Filistin halkı köylere ve kasabalara bölünerek birbirleriyle yalıtık hele getiriliyor.

Filistin’in coğrafi birliğine de son verilerek birbirinden yalıtık otonom bölgeler oluşturulacak. Gazze Batı Şeria’dan, Batı Şeria da kendi içinde Yahudi yerleşimler ile parçalanacak. Böylece her anlamıyla Filistin devletinin tekrar kurulması gibi bir olasılık da ortadan kaldırılmış olacak. Birbirinden kopartılan Filistin halkı İsrail’e her konuda muhtaç hale getirilecek. Adacıklara bölünmüş ve birbirinden yalıtık hale getirilmiş Filistin toprakları merkezi birliğini kaybedecek. Zaten gelecekte ihtimali olarak önerilen Filistin devleti de böylece karikatürize hale getirilmiş oluyor. Eğer Filistin halkı ve onun politik öncüleri “Yüzyılın Anlaşması” diye lanse edilen kölelik ve tam teslimiyet anlaşmasının uygulanmasında sorun çıkartmazlarsa, uysal dururlarsa, İsrail’i tehdit edecek her türlü davranıştan kaçınırlarsa devletçiklerine kavuşabilecekler. Olası devletçik modelinde Filistin halkının kendi iradesi olmayacak. Örneğin askeri gücü olmayacak. Hafif silahları kullanabilen çok sınırlı bir kuvvetleri olacak. Merkezi yapısı olmayacak. Filistin halkı askeri ve ekonomik olarak İsrail devletinin himayesinde olacak.

Yokluk içerisindeki Filistin halkı ekonomik olarak da satın alınmak istenmektedir. Trump’ın da ifade ettiği gibi “Bu planın hemen kabul görmesini beklemiyoruz” dediği olgulardan biri de budur. Bundan dolayı 50 milyar dolar rüşvetle yoksul Filistin halkının bir kısmını satın almak için bir süreci başlatacaklar. Filistin halkı politik birliğini kaybetmesi gibi işbirlikçi emperyalist ABD'nin (gerici Arap petrol krallarına ödetilecek) ekonomik rüşvetinden yararlanmak isteyen bir kesim çıkartılarak Filistin halkı her yönüyle parçalanacaktır. Hedef budur. Bu hedefin bu yönüyle kısa sürede başarıya ulaşma şansı yoktur. Filistin halkı özgürlüklerini ve geleceğini rüşvete satmamalı, bu planı yenilgiye uğratmak içn başta ideolojik olmak üzere toplumsal ve ekonomik özgürlüklerini geliştirecek hamleler yapılmalıdır.

İran’ın Kuşatma Hamlesi

ABD'nin Ortadoğu'daki çıkarlarının önündeki en büyük engellerden biri İran’dır. Emperyalist ABD Ortadoğu'daki paylaşım savaşında kendine engel olarak gördüğü İran gerici molla rejimini tasfiye etmek için güç dengelerini ve güç ilişkilerini yeniden yapılandırmak ve yeniden konumlandırarak saflaştırmak istemektedir.

İran Ortadoğu'da önemli bir hegemonya alanına sahiptir, bunu da ağırlıklı olarak Şii toplumsal tabanına dayanarak yapmaktadır. Irak, Suriye, Lübnan, Yemen bunlardan öncelikli olanlarıdır. Suriye, Lübnan Rusya'nın önemli müttefikleridir. İran’a karşı yapılan her hamle Rusya'ya kaşı yapılmış demektir. ABD ve Rus emperyalistleri arasındaki hegemonya mücadelesi şimdilik dolaylı kuvvetler üzerinden sürdürülmektedir.

Emperyalist ABD'nin ambalajında “Yüzyılın Anlaşması” yazan planı, Filistin için ilhak ve tam teslimiyet, Ortadoğu'da savaş ve safların yeniden yapılandırılması için atılmış bir adımdır. İran’ın en önemli askeri kuvvetlerinden biri olan ve ağırlıklı olarak İran’ın bölgedeki politikalarının mimarlığını yapan Devrim Muhafızları Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani’nin öldürülmesi, ABD başkonsolosluğunun Tel Aviv’den Kudüs’e taşınması da bu planın parçalarından biridir.

Diğer önemli bir nokta da ABD aynı zamanda Arap-İslam birliğinde oluşturduğu çatlağı iyice derinleştirmek istemektedir. Nitekim yüzyılın anlaşması planını Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn, Katar, Umman, Mısır gibi devletler farklı içerikte de olsa olumlu bulmuşlardır. Bu da ABD'nin Ortadoğu'da İran'ı yalnızlaştırma politikasında oluşturduğu önemli bir çatlaktır. Suudi Arabistan ve BAE, ABD'nin planlarının karşılık bulması için koç başı rolünü oynarken İsrail de tetikçilik yapmaktadır.

ABD için İran'ın bölgedeki etkisini kıracak en önemli askeri ve politik güç İsrail'dir. Bu şu anlama gelmektedir: İsrail önümüzdeki süreçte hem ABD hem kendi çıkarları için sürece çok daha fazla müdahil olacaktır. İsrail'in müdahil ya da taraf olduğu her durum savaş, soykırım, katliam demektir.

“Yüzyılın Anlaşması”nın diğer önemli bir yanı daha var. Filistin devletini yok saydığı ve İsrail'in yeni yerleşim yerlerini kalıcı hale getirdiği için, işgal edilen Filistin toprakları Körfez’den Akdeniz’e taşınacak petrole de yol olacaktır. Böylece Akdeniz'e açılacak kapı emperyalist ABD tarafından güvenceye alınmış olmaktadır. Suudi Arabistan’ın niye bu planın önemli savunucularından biri olduğu böylece kolaylıkla anlaşılmaktadır.

Filistin örgütleri “Yüzyılın Anlaşması”nı tanımadı

Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas, Ramallah'ta düzenlediği basın toplantısında, "Halkımız bu planı tarihin çöplüğüne atacak", "Hiçbir Filistinli Müslüman veya Hıristiyan'ın (Trump'ın) bu planını kabul etmesi mümkün değil”, “Tarihe Kudüs’ü satan veya vazgeçen biri olarak geçmeyeceğim” dedi.

Filistin Halk Kurtuluş Cephesi (FHKC) Genel Komutanlığı, “Yüzyılın Anlaşması’nı kabul eden herkes Filistin veya Arap olması fark etmeksizin haindir” açıklamasını yaptı.

Filistin Komünist Partisi Enformasyon Ofisi imzalı açıklamada, “Trump’ın Filistin’deki bölünme gerçeğinden” güç aldığı; “Yüzyılın Anlaşması”nın yeni İsrail yerleşimleriyle Filistin halkını evlerinden sürme, topraklarına el koyma ve Filistin devletinin daimi başkenti Kudüs’ü Yahudileştirmeye yeltendiği vurgulandı; “Amerikalılar ve komplocular istedikleri kadar Filistin’e burunlarını soksunlar, Filistin halkı özgür ve onurlu yaşayacaktır” denildi.

Hamas, "Kudüs daima Filistin'e ait olacak, plan anlamsız. Filistin Kurtuluş Örgütü dahil tüm gruplarla işgal planına karşı durmak için koordineli bir şekilde çalışacağız" açıklaması yaptı.

Filistin Halk Partisi ise Filistin Yönetimi’nin İsrail devletiyle tüm anlaşmaları iptal etmesini istedi, “Filistin direnişindeki bölünme ve yanlış politikalar sonucu ülke içinde kötüleşen durum Siyonizm ve Amerikan emperyalizmi tarafından çirkince istismar ediliyor” dedi.

Görüldüğü üzere “Yüzyılın Anlaşması” şimdiye kadar hiç olmadığı kadar Filistin halkını ve onun politik öncülerini bir araya getirmiştir. Bu anlaşma kuşkusuz Filistin için yeni bir durum ve eşiktir. İlhak ve tam teslim alma yönünde atılmış bir adımdır. Bundan dolayıdır ki Filistinliler de bu ablukayı ancak ulusal ve demokratik birliklerini sağlayarak parçalayabilirler. Süreç bu yönde atılacak adımları, çabayı ve mücadeleyi zorunlu kılmaktadır.

Plan İç Politikada Sıkışan Trump ve Netenyahu’nun Elini Güçlendirebilir

Amerika Senatosu Trump’ı “yetkilerini kötüye kullanmak ve Kongre’nin çalışmalarını aksatmakla” suçluyor.1 İsrail Başbakanı Netanyahu hakkında ise, rüşvet, yolsuzluk ve sahtecilik gibi üç dava bulunuyor. Yargılanıyor olsalar bile söz konusu ulusal çıkarlar olunca gerisi teferruattır. Bu faşist yasa dünyanın her tarafında geçerlidir.

“Yüzyılın Anlaşması”nın Trump ve Netanyahu’nun yargılanmalarına ve bu yıl içerisinde yapılacak seçimlere etkisi muhakkak olacaktır. Ama şunu unutmamak gerekir ki “Yüzyılın Anlaşması” emperyalist ABD ve Siyonist İsrail’in Ortadoğu’daki hegemonya mücadelesinin tarihsel ve güncel devamının bir parçasıdır. Ortadoğu’nun yeniden paylaşılmasının ve ittifak güçlerinin yeniden yapılandırılmasının temel unsurudur. Yüzyıllık Filistin'i sömürgeleştirmenin sürecinin son parçasıdır.

Arap Devletlerinin Amerikan Planı Karşısındaki Tutumu

Girişte de ifade ettiğimiz gibi emperyalist ABD'nin “Yüzyılın Anlaşması” diye lanse ettiği plan özünde Ortadoğu'nun yeniden paylaşılması için iki yıldır yürürlükte olan bir plandır. Emperyalist ABD uzun zamandır başta Suudi Arabistan, BAE, Katar olmak üzere önemli müttefikler oluşturdu. Mısır, Umman, Bahreyn gibi devletler de zamanla ABD'nin yanında saf tutmaya başladı.

ABD'nin etrafında örgütlediği bu Arap devletleri aynı zamanda Rusya-İran eksenli oluşan cephenin karşısında örgütlenmiş bir bloğu oluşturmaktadır. Rusya ve İran’ın Ortadoğu’da artan etkisini sınırlamak ve kırmak için bu bloğun daha aktif hale getirilmesi gerekmektedir. Siyonist İsrail devleti de ABD bloğunda yer alan bölgedeki en önemli aktördür.

“Yüzyılın Anlaşması” birçok Arap devleti tarafından kabul görmeyeceği için sertleşen çelişkilerle birlikte cephelerin istihkâmını güçlendirmek için atılmış bir adımdır aynı zamanda. Filistin halkının asla kabul etmeyeceği bir planın neden açıklandığının yanıtı buradadır. Filistin üzerinden Ortadoğu'nun yeniden paylaşılması hamlesidir bu anlaşma.

Suudi Dışişleri Bakanlığı, "Riyad, Filistin meselesinde adil ve kapsamlı bir çözüme ulaşmayı amaçlayan tüm çabalara destek vermektedir. ABD Başkanı Donald Trump’ın Filistin ve İsrail tarafları arasında kapsamlı bir barış planına ilişkin çabalarını takdir ediyoruz. Planın herhangi bir yönüyle ilgili bir anlaşmazlık çıkması halinde bu anlaşmazlık diyalog yoluyla çözülmeli" açıklamasını yaptı.

Birleşik Arap Emirlikleri ABD Büyükelçisi ise şunları söyledi: "Bugün açıklanan barış planı, ABD öncülüğündeki uluslararası bir çerçevede gerçekleştirilecek müzakerelere geri dönülmesi için önemli bir başlangıç noktası sunuyor."

Katar Dışişleri Bakanlığı, "Uluslararası meşruiyet çerçevesi bünyesinde olduğu sürece ABD'nin Arap-İsrail çatışması için sarf ettiği çabaları memnuniyetle karşılarız. Filistinlilerin hakları koruma altına alınmadıkça ve 1967 sınırları çerçevesinde egemen bir devlet kurulmadığı sürece barışa ulaşılması mümkün değil” dedi.

Mısır Dışişleri Bakanlığı’nın açıklaması ise şöyleydi: "Mısır, Filistin halkının uluslararası prensipler çerçevesinde Filistin topraklarında bağımsız bir devlet kurması ve barış içinde yaşaması noktasından hareketle ABD'nin çözüm önerisini incelemesinden yanadır.”

ABD-İsrail planını kabul edenler içinde yalnızca Katar, lafta kalmak kaydıyla 1967 sınırlarına atıfta bulunuyor, diğerleri bunun lafını bile etmiyor.

Bu anlaşmayı kabul etmeyen devletler ise beklendiği gibi İran, Suriye oldu. Lübnan Hizbullah’ı da, "Bu anlaşmadaki yerleşim planının yarattığı en büyük tehlike Filistin halkının kendi topraklarına dönebilme haklarını elinden alması. Sosyal gerilim yaratacak bu adım düşmanın (İsrail) yayılmacı emellerine hizmet edecektir" dedi.

Kahire'de yapılan Arap Birliği Dışişleri Bakanları toplantısı sonrası yapılan açıklamada: “Arap Birliği bu plana tamamen karşıdır ve bu planı hiç bir şekilde dikkate almayacaktır” diyerek, şimdilik görüntüyü kurtarmaya, yavaş yavaş alıştırarak planı kabullenmeye çalışıyor.

Diğer irili ufaklı Arap devletleri ise net tavır almaktan uzak bir yaklaşım içerisinde oldular. Ama zaten hem Ortadoğu'da hem de Arap coğrafyasında belirleyici olanlar Rusya-İran ve Suudi Arabistan-Mısır ekseninde oluşan devletlerdir.

Çözüm nerede duruyor?

Yüzyıllık bir geçmişi olan, emperyalist ve bölgesel güçlerin her dönem aktif bir şekilde müdahil oldukları bir sorunun kısa vadede çözüme kavuşması beklenemez. Filistin’in işgali tarihte görülmediği kadar suiistimal edilen bir konu olma özelliğini de koruyor. Örneğin işgalci sömürgeci faşist diktatörlük ve onun İslamcı şefi Erdoğan her fırsatta Filistin sorununu kullanarak gerici İslamcı kesimi kendisine yedeklemeye çalışıyor. Mavi Marmara bunun en açık örneğidir. Bir yandan Filistin halkının taleplerine sahip çıkıyormuş gibi yapar, diğer yandan ise siyonist devletle askeri ilişkiler başta olmak üzere siyasi, ekonomik bütün ilişkileri tam bir iki yüzlülükle sürdürür. Arap devletlerinin tavrı da farklı değildir. Filistin'e yaptıkları üç-beş kuruş yardım karşılığı siyasal istismarı sonuna kadar kullanmaktadırlar.

Diğer yandan, Filistin direnişinin Oslo’dan sonra teslimiyetçi sürece evrilmiş olması fiili meşru direniş dinamizminin zayıflamasına, politik İslamcı kesimin güçlenmesine ve ulusal önderliğin parçalanmasına neden olmuştur.

Filistin direnişinin devrimci demokratik karakterinin zayıflaması, uluslararası alanda ilerici kesimlerin desteğini önemli ölçüde kaybetmesini de getirmiştir. Filistin’de egemen El Fetih ve İslamcı Hamas yönetimlerinin antidemokratikliği, halkların mücadelesine güven yerine gerici bölge devletleriyle ilişkilenmeyi öne almaları, plan karşısında halkların Filistin halkının mücadelesiyle dayanışma eylemlerini sönümlendirici rol oynuyor.

Benzeri, Hamas’ın faşist şef Erdoğan’ın hamiliği altına girmesinde, Abbas’ın destek beklemesinde de yansıyor. Siyonist İsrail'in işgalciliğini ve katılımcılığını aratmayan faşist Türk devletinden yana tavır almak Filistin ulusal önderliğinin düştüğü sefaleti gösterir ancak. Oysa geçmişte Filistin direnişi Türkiye devrimci hareketine, Kürdistan özgürlük güçlerine ve dünyanın her tarafındaki devrimci güçlere ilham veren, destek olan bir hareketti.

Filistin’de egemen olan El Fetih ve Hamas’ın dar grup ve iktidar çıkarları ile hesapları da, Filistin halkının direnişine ve onun enternasyonal desteğine çok büyük zarar verdi, vermeye devam ediyor.

Filistin işgalinin sorunun çözümü bütün bu engellere karşı güncel ve orta vadede yürütülecek mücadeleye bağlıdır. Emperyalistlerin ve gerici, faşist, despotik sömürgeci bölge devletlerinin mengenesine sıkıştırılmış olması, Filistin halkıyla güçlü, dinamik ilişkilenilemeyeceği anlamına gelmez. Tam tersine, bu kirli politikaya karşı yürütülecek militan mücadele aynı zamanda faşizme, emperyalizme ve gericiliğe karşı da yürütülmüş olacaktır. Örneğin “Yüzyılın Anlaşması”na karşı yürütülecek mücadele Filistin’in özgürlüğü için olduğu kadar nesnel olarak emperyalist ABD ve işbirlikçilerinin Ortadoğu'da yürüttükleri paylaşım savaşına ve Siyonist İsrail’e karşı da yürütülen bir mücadele de olacaktır.

Filistin halkının yanında olmak başka onun öncülerinin halkın onurunu ve özgürlüğünü teslimiyetçi bir çizgide sürdürmesi başka.

“Yüzyılın Anlaşması” elli küsür yıl sonra Filistin halkını ve bütün politik öznelerini direniş zemininde buluşturmuştur. Bu çok önemli bir nesnel durumdur. Bu olgu, Filistin mücadelesinin teslimiyetten direnişçi çizgiye evriltilmesi için büyük bir olanak yaratmaktadır. Devrimciler, komünistler, antiemperyalistler ve Filistin halkının gerçek dostları bu imkânı iyi değerlendirmelidir. Bu da, ancak güncel olarak direnişi ve enternasyonalist eylemleri yükseltmekten geçer.

1 Yazı Trump’ın azledilmesi soruşturmasının sona ermesinden önce yazıldı.

Marksist Teori

Yaygın Süreli Yayın
Varyos Gazete Dergi adına Yazı İşleri Müdürü: Tülin Gür
Posta Çeki Hesap No: Varyos Gazete Dergi 17629956
Türkiye İş Bankası IBAN: TR 83 0006 0011 1220 4668 71

Bize Ulaşın

Yönetim Yeri: Aksaray Mah. Müezzin Sok. İlhan Apt. No: 12/1 D:7 Fatih/İSTANBUL
Tel: (0212) 529 15 94  Faks: (0212) 529 06 75
Web Sitesi: www.marksistteori5.org
E-posta: info@marksistteori.org
Twitter: @mt_dergi