Çin Komünist Partisi'nin 19. Kongresi Şi Jinping'i yeniden Genel Sekreter seçmekle kalmadı, “Şi Jinping Düşüncesi”ni parti tüzüğüne ekleyerek onu Mao'yla aynı mertebeye yükseltti. Kongreden önce toplanan Çin Halk Meclisi, Şi'nin ömür boyu devlet başkanı olmasının önündeki anayasal engelleri kaldırdı. Şi Jinping kongrede yaptığı 3.5 saatlik konuşmayla, “Yeni Çağ için Çin Karakterli Sosyalizm Düşüncesi”ni anlattı. Çin modernleşecek, kalkınacak, bu arada ekolojik kaygılara daha fazla dikkat edecek, 2050'ye gelindiğinde dünyanın lideri ve bilimin öncüsü olacaktı. Çin'in ulusal zindeleşmesi tamamlanacaktı. 5000 yıllık tarihi olan, insan medeniyetine büyük katkılar yapan, hatta modern zamanlara (Batı'nın müdahalelerine) kadar bilimde öncü olan Çin medeniyeti bu konumuna yeniden ulaşacaktı.
“Designed In China”ya Doğru
- Kongre, parti tüzüğünde “baş çelişki”yi değiştirerek, Deng döneminin resmen kapandığını ilan etmiş oldu. ÇKP baş çelişkiyi, 1949'da “emperyalizme, feodalizme ve Komintang kalıntılarına karşı halk” olarak ifade ediyordu. Devrimin antifeodal evresinin sona erdiği dönemde (özellikle de Kültür Devrimi döneminde) baş çelişki “burjuvaziye karşı proletarya” olarak değiştirildi.
Mao'nun 1976'da ölümüyle birlikte başa geçen Deng Şiao-Ping Çin'de kapitalist restorasyon sürecini başlattı. Buna paralel olarak, 1981'de parti tüzüğünde baş çelişkinin tanımı “halkın sürekli büyüyen maddi ve kültürel ihtiyaçlarıyla geri toplumsal üretim” arasındaki çelişki olarak değiştirildi. Deng döneminin bu tanımı, üretici güçlerin salt nicel geliştirilmesine işaret ediyordu. Çin'de kapitalist restorasyonun başlangıç aşamalarında, ülkenin üretici güçlerinin oldukça tahrip olduğu ve bugünküne kıyasla çok geri olduğu bir dönemde formüle edilen bu “baş çelişki” artık eskimişti. Çin'de artık “geri sosyal üretimden” bahsedilemezdi.
İşte 19. Kongre, Şi'nin açıklamaları doğrultusunda “baş çelişki”yi, eşitsiz ve yetersiz gelişme ile halkın daha iyi bir yaşam doğrultusunda sürekli büyüyen ihtiyaçları arasındaki çelişki olarak değiştirdi. Böylece odak noktası üretimin niceliğinden niteliğine doğru kaydırıldı. Çin kapitalizmi 1980'ler, ‘90'lar ve 2000'ler boyunca muazzam bir niceliksel (ekstansif) gelişme sağlamıştı. Ancak eğer Çin küresel liderlik iddiasında bulunacaksa, artık niteliksel (entansif) gelişmeye odaklanmalıydı. Herhalde “Şi Jinping Düşüncesi” denilen programatik çerçeveyi Çin devlet kapitalizminin niteliksel gelişiminin ihtiyaçlarını yanıtlayan bir program olarak tanımlarsak yanılmış olmayız. Popüler ekonomi jargonuyla bu dönüşüm, “Made in China”dan (Çin'de yapılmıştır) “Designed in China”ya (Çin'de dizayn edilmiştir) doğru bir dönüşüm olarak tanımlanıyor.
Sanayi Ülkesinden Mali Sermaye Ülkesine Doğru
- yüzyılda kapitalist dünya sistemi içinde ülkeler sanayi ve tarım ülkeleri olarak ayrışıyordu. 21. yüzyılda ise kapitalist ülkeler mali sermaye ülkeleri ve sanayi ülkeleri olarak ayrışıyorlar. En ileri teknolojiyi ve aşırı yoğun para sermaye birikimini ellerinde bulunduran mali sermaye ülkeleri (ABD, İngiltere, Almanya, Fransa, Japonya vd.) sanayi ülkelerine (Çin, Hindistan, Güney Kore, Endonezya, Malezya, Brezilya vd.) hükmediyorlar. Çin ve Hindistan gibi sanayi ülkeleri 2008 küresel kapitalist bunalımından görece az etkilendiler. Aradan geçen 10 yılda üretkenliklerini sürdürdüler, dünya ekonomisindeki kısıtlı büyümenin ana kaynağı oldular. Böylece dünya ekonomisindeki yerlerini görece güçlendirdiler.
Ne var ki, ABD ve diğer mali sermaye ülkeleri halen dünya ekonomisini belirlemeye devam etmektedir. ABD'deki sınırlı ekonomik toparlanmanın ardından doların değerinin yükselmesi, sanayi ülkelerini zayıflatmakta, onların büyüme oranlarını aşağıya doğru çekmektedir. Donald Trump'ın başkan seçilmesiyle birlikte Çin'in ekonomik gücü ABD'nin birinci derecede hedefi olmuştur. Mao döneminde antiemperyalizmin liderliğini yapan Çin Halk Cumhuriyeti, son Davos Zirvesi'nde Şi'nin ağzından, emperyalist küreselleşmeyi (ABD'nin korumacı yönelimine karşı) savunan ülke konumundadır. Hong Kong'un Çin'e iadesinin ardından sıçrama yapan Çin mali sermayesi, muhtemelen yakın gelecekte dünya mali sermayesi içinde birinci konuma yükselecektir.
Dış Politikada “Düşük Profilli Kalmaya” Son
Deng döneminde Çin, dünya işlerinden çekilerek tamamen kendi gelişimine odaklanmıştı. Bu politika Deng'in 1990'da ilan ettiği “Düşük Profilli Kalma” (taoguangyanghui) doktriniyle açıklanır. Şi ile birlikte bu dış politika yordamı bir kenara bırakılmıştır. Obama döneminden başlayarak ABD'nin Çin'i çevreleme siyaseti izlemeye başlaması, Japon emperyalizminin yeniden silahlandırılması, Güney Çin Denizi'nde Filipinler ve Vietnam ile yaşanan sınır gerginlikleri bu doktrinin sorgulanmasına yol açmıştır. Çin'in son 10 yılda kapitalist dünya ekonomisi içindeki yerini güçlendirmesi, dünya siyasetinde de buna denk düşen bir ilerleme arayışını doğurmuştur.
Bütün bunların sonucu olarak Şi Jinping ÇKP'nin bir dış ilişkiler seminerinde, 24 Ekim 2013'te “Başarı için Mücadele Etme” (fenfayouwei) doktrinini ilan etmiştir. Artık Çin, dünya diplomasisinde etkin bir unsur olacaktır. Özellikle de kendi çevresindeki bölgelerde Amerikan askeri üstünlüğünü olduğu kadar diplomatik üstünlüğünü de sorgulayacaktır. Aynı zamanda Çin'in genelkurmay başkanı da olan Şi yönetimi altında ordu da buna denk düşen bir yapısal değişimden geçmektedir. Kara kuvvetleri sayıca azaltılmakta, deniz ve hava kuvvetleri güçlendirilmektedir. 2018 yılında Çin'in askeri harcamaları, önceki yıla göre yüzde 8 artışla 175 milyar dolara çıkacaktır. Böylece, tıpkı Japonya'ya karşı Diayou adaları krizinde olduğu gibi, Filipinler ve Vietnam'a karşı Güney Çin Denizi adaları krizinde de üstünlük sağlanması hedeflenmektedir. Güney Çin Denizi adaları, Çin'in doğrudan askeri güç kullanarak (adalara üs inşası, deniz kuvvetlerinin konuşlandırılması, hatta suni adaların inşası vb.) egemenliğini sağladığı alanlar olmaktadır. Çin'in, Vietnam'ın ve Filipinler'in aynı deniz sahası üzerinde hak iddia ettiği bu alanda Çin, askeri hakimiyetini sürekli genişletmektedir. Bu süreç, Vietnam'ın giderek ABD'ye yaklaşmasına sebep olmaktadır (nitekim geçtiğimiz Mart ayında, Vietnam Savaşı'ndan bu yana ilk kez bir Amerikan uçak gemisi Vietnam'ı resmen ziyaret ederek Çin'e gözdağı verdi). Filipinler ise zaten öteden beri bölgede bir Amerikan üssü konumundadır.
Böylece Rusya'dan sonra ikinci bir devlet daha, ABD'nin küresel askeri üstünlüğüne bölgesel düzeyde karşı koyabilecek güce erişmiş bulunmaktadır. Ancak Çin'in hedefi, bunun çok ötesinde, bizzat küresel bir askeri güç haline gelmektedir. Rusya'nın aksine, bunu destekleyebilecek bir ekonomik gücü de vardır.
Çin dış politikasının bölgesel bağlamda en önemli hedefi, Tayvan'ın “bir devlet iki sistem” politikası çerçevesinde “anavatana katılması”dır (tıpkı Hong Kong ve Macao gibi). Bu başarıldığında, Çin'in bir küresel güç olarak gelişiminin önü açılacaktır. Çin, “Başarı İçin Mücadele Etme” doktrinine geçişle birlikte küresel emperyalist bir güç olarak gelişmesi yönündeki atılımını (dış politika alanında da) tamamlamak istiyor.
Yeni İpekyolu: Çin'in Dünya Siyaseti
Hiç kuşkusuz Çin'in dünya siyasetinin en büyük projesi “Kuşak ve Yol İnisiyatifi”dir. Antik Çin'i Avrupa'ya bağlayan İpek Yolu'nun günümüz şartlarında canlandırılmasını öngören bu projeye göre, Orta Çin'den (özellikle Çengdu şehrinden) başlayacak demiryolu hatları Asya'yı kat ederek Avrupa'ya ulaşacaktır. Böylece Avrupa-Çin ticaretinde deniz yolunun yerini tren yolu alabilecektir. Bu, ÇKP'ye, kapitalizmin bir hayli geliştiği okyanus kıyısındaki şehirlerin (Doğu Çin) yerine, üretimi iç bölgelere kaydırma olanağı da sağlayacaktır. Böylece ucuz işgücü konseptinin artık sınırlarına dayandığı ve işçi direnişlerinin gelişmeye başladığı Şangay, Guanghzu, Pekin vb. gelişmiş şehirler yerine, yeni sanayi yatırımları Batı Çin'in geri bölgelerine (örneğin Urumçi) taşınabilecektir. Keza Kuşak ve Yol İnisiyatifi, Çin'e bütün Asya ülkeleriyle somut ilişkiler kurma, onlara olağanüstü bir ticari kar sağlayarak bu ülkelere sermaye ihraç etme olanağı da sağlıyor. (Bu ülkeler arasında, Çin'i Avrupa'ya bağlayacak demiryolu hatlarına talip olan Türkiye de bulunuyor. Erdoğan'ın Mayıs ayında Pekin'de yapılan Kuşak ve Yol Zirvesi'ne katılmasının sebebi buydu.)
ABD’nin 2. Dünya Savaşı'nın ardından Avrupa kapitalizmini yeniden yapılandırmak için giriştiği Marshall Planı’nın 11 katı büyüklüğündeki “Yeni İpek Yolu Projesi” ile Çin, Asya, Avrupa, Ortadoğu ve Kuzey Afrika’daki 60 ülkeyle ticareti artırmayı planlıyor. Çin halihazırda, projeye dahil olan 20 ülkede 50 milyar dolarlık yatırım yapmış durumda. Projenin toplam büyüklüğünün ise 1 trilyon dolara ulaşacağı öngörülüyor. Projenin inşa edileceği bölge, dünya nüfusunun yüzde 70’ini, küresel ekonominin yüzde 55’ini ve bilinen enerji rezervlerinin yüzde 75’ini kapsıyor. Bu proje hayata geçirildiğinde, küresel ekonomik altyapıda ciddi bir dönüşümün -kuşkusuz Çin lehine bir dönüşümün- yaşanacağını öngörebiliriz. Kuşak ve Yol Projesi güzergahındaki ülkeler (bu arada Türkiye de) Çin'in küresel politikasında birinci derecede önemli ülkeler haline gelmiştir. Kuşak ve Yol, Çin emperyalizminin olası yayılma alanı olarak görülmektedir. Şi dönemini “Kuşak ve Yol” dönemi olarak da tanımlayabiliriz.
Parti Her Şeyin Üstünde
Şi, işbaşına geldiği 2012'deki 18. Kongre'den hemen sonra, parti içerisinde bir tartışma başlattı. Tartışmanın konusu “Sovyet Komünist Partisi nasıl yenildi” idi. Başlık dikkatlice seçilmişti, zira SSCB'de sosyalizmin nasıl yenildiği değil, partinin iktidarı nasıl yitirdiği sorgulanıyordu. Parti içi tartışmanın hedefi, ÇKP bünyesindeki ağır yozlaşmaya dikkat çekmekti. Bu tartışmayı geniş çaplı bir yolsuzluk karşıtı kampanya izledi. Şi, bu temizlikte “kaplanları ve sinekleri” hedeflediğini ilan etti. Kaplanlar partinin üst yöneticileri, sinekler ise yerel devlet memurları idi. Kampanya partide oldukça yaygın soruşturmalar, tutuklamalar eşliğinde sürdürüldü. Eylül 2013-Eylül 2016 arasında 1 milyon kişi yolsuzluktan dolayı soruşturuldu. Politbüro Daimi Komitesi üyesi Zhou Yongkang da dahil olmak üzere 120 üst düzey parti yetkilisi bu süreçte görevden uzaklaştırıldı ya da hapsedildi.
Şi, yolsuzluk karşıtı kampanya ile, altyapıda doludizgin gelişen kapitalizmin partiyi doğrudan satın almasını en azından bir süre için engellemiş oldu. Böylece Çin'de Batı emperyalizminin varsaydığı liberal bir siyasi sisteme geçişin önünü kesti. ÇKP'nin mutlak otoritesini yeniden tesis etti. Hu ve Jiang dönemlerinde yaşanan parti organlarından devlet organlarına güç devri sürecini durdurdu.
Partinin mutlak hakimiyeti, Deng Şiao-Ping'in de sloganıydı. Ama o dönemde “parti hakimiyeti” sloganı bambaşka bir tarihsel çerçeveye oturuyordu. 10 yıl boyunca süren Kültür Devrimi'ni Mao Zedung özellikle partiye karşı yöneltmiş, burjuvazinin bizzat partinin içinde olduğunu söylemişti. Mao'ya sadık yöneticilerin “Dörtlü Çete” davasıyla hapsedilmesi ve Deng'in başa geçmesi ardından “partinin hakimiyeti” kapitalist restorasyonun güvencelenmesi anlamındaydı.
Ne var ki, aradan geçen 40 yıllık dönemin ardından ülkede gelişen güçlü kapitalist sınıf artık siyaseti belirleme arayışına girdi. Siyasi reformlar talep etti. Bu kez Şi'nin yönetiminde yeniden yükseltilen “partinin egemenliği” sloganı, Çin'de komünist partisi yönetiminin çürümesinin, zayıflamasının ve kof bir hal almasının sonucuydu.
Konfüçyus'un Geri Dönüşü
Çin Komünist Partisi'nin doğumu 4 Mayıs 1919 gençlik hareketiyle gerçekleşmişti. Çin'in emperyal ve feodal geçmişini lanetleyerek yeni bir toplum kurma amacındaki bu hareketin temel sloganlarından birisi, “Kahrolsun Konfüçyus ve Oğulları” idi –bu sloganın hedefinde ataerkiye ve otoriter hükümete son vermek vardı. Mao döneminde, özellikle de Kültür Devrimi sürecinde, Konfüçyus düşüncesi partinin devrimci hücumunun hedefindeydi. Konfüçyus, erkek egemenliğinin, ataerkinin, feodal düzenin bir savunucusu olarak mahkum edildi. Tapınakları yıkıldı, kitapları yakıldı. 1971'de “Konfüçyus'u Eleştir, Lin'i (Biao) Eleştir” başlığı altında bir parti kampanyası dahi düzenlendi. Kız çocuklarının ayaklarının bağlanarak küçük ayaklı olmalarının sağlanmasını Konfüçyus'tan kalan bir işkence biçimi olarak mahkum eden Çinli devrimci kadınlar bu savaşımların başını çekiyordu. Devrimci Çin'de Konfüçyus, eskiyenin, çürüyenin, feodal kültürün, imparatorluk mirasının bir sembolü olarak görülüyordu.
Oysa Konfüçyus'un öğretileri bugünkü Çin'de yeniden yüceltiliyor. Hu Jintao, adını vermeden Konfüçyus'un “harmoni” öğretisini anmıştı. Ama Konfüçyus'un ÇKP tarafından resmen yeniden kabul edilmesi, Şi Jinping tarafından gerçekleştirildi.
Bugünkü Çin Komünist Partisi'nin gerçek felsefesinin kaynağının Mao'dan ziyade Konfüçyus olduğu rahatlıkla söylenebilir. Mao Zedung, Yeni Çin'in kurucusu ve ÇKP iktidarını tesis eden lider olarak hala selamlanmaktadır. Ne var ki, Mao'nun “sosyalizmde sınıf savaşımı” öğretisi kesin bir biçimde yadsınmaktadır. Bunun yerine Konfüçyus'un “harmoni içinde gelişme” teorisi konmuştur. Toplumsal gelişmenin ancak bütün toplumun ortak hareketiyle sağlanacağına inanılmaktadır. Batılı referanslarla ifade edersek, bu, Marx'ın yerine Durkheim'ın geçirilmesine denk düşer.
Şi yönetimi, halk içerisinde oldukça popüler olan Konfüçyus düşüncesini, kendi iktidarını güçlendiren bir ideolojik araç olarak kullanmaktadır. Konfüçyus'un düzen, hiyerarşi, hükümdara ve aileye karşı ödevler gibi vurguları bunu kolaylaştırmaktadır. Keza Konfüçyus'un yüceltilmesi, Çin milliyetçiliğinin geliştirilmesi bakımından da belli bir rol oynamaktadır.
Konfüçyus düşüncesine yapılan bu kuvvetli vurgu, Çin'in komşularıyla ilişkileri bakımından da önemlidir. Singapur, Japonya, Güney Kore gibi ülkelerin politik felsefelerinde de Konfüçyus'un güçlü bir yeri vardır. Çin, 2004 yılından başlayarak diğer ülkelerde Çin dilinin öğretilmesine yönelik Konfüçyus Enstitüleri açmaya başlamıştır. (Türkiye'de de ODTÜ, Boğaziçi, Okan, Yeditepe üniversiteleri bünyesinde 4 Konfüçyus Enstitüsü kurulmuştur.) Bu enstitülerin sayısı bugün itibarıyla 142 ülkede 516'ya varmıştır. Çin dilinin yayılmasında oynadıkları rolün ötesinde bu enstitüler, Konfüçyus'u Çin'in ulusal simgesi olarak yaymaktadır. Yakın bir gelecekte Çin'in ulusal sembolü olarak Mao'nun resminin yerini Konfüçyus'un alacağı öngörülmektedir.
Çin Rüyası: Gelişmiş Kapitalist Çin
Şi'nin modern zamanların bir Mao'su olduğu yönlü tezviratı çürütmeye sadece Konfüçyus örneği bile yeterlidir. Tıpkı önceli olan Deng, Jiang ve Hu gibi Şi de Çin'de devlet kapitalizmi sistemini geliştirmektedir. Bu sistem çerçevesinde, örneğin Çin Halk Meclisi'nin ve Çin Siyasi Danışma Konferansı'nın üyeleri arasında dünyanın en zengin insanları bulunmaktadır. Bu iki parlamentonun toplam 3000 delegesinin yaklaşık yüzde 20'si “işadamı”dır. Bunlar arasında en zengin 209 delegenin servetlerinin toplamı 415 milyar sterlin (yani yeni parayla 2,5 trilyon TL) tutarındadır, ki bu rakam Belçika'nın veya İsveç'in milli gelirine denktir. Şi'nin “Çin Rüyası” Amerikan rüyasının tersyüz edilmiş halinden başka bir şey değildir.
Korkut Boratav, Şi ve 19. Kongre üzerine yazısında[1] şu soruyu soruyordu: “ÇKP Genel Sekreteri, 'modern bir sosyalizme geçiş' programında ihtiraslı, iddialı iktisadî ve teknolojik hedefler önermektedir. Bunların sonucu olarak sosyalizme 'kendiliğinden bir geçiş' mi ummaktadır? Öyle ya, Marx’a göre de üretim güçlerindeki gelişim, var olan üretim ilişkileriyle uyumsuz hale geldiği zaman toplumsal bir devrim gündeme gelmeyecek midir?”
Şi Jinping'in “modern sosyalizm” programını anlamanın yegane yolu, sosyalizm yazan her yere kapitalizm koyarak okumaktır. Şi'nin “Çin karakterli sosyalizmi”, gerçekte Çin karakterli kapitalizmden başka bir şey değildir.
Tekelci devlet kapitalizmi altında teknolojinin en ileri derecede geliştirildiği, devletin parasal rezervlerinin misliyle büyütüldüğü, inovasyon tekniklerinin Çinlileştirildiği, Renminbi'nin küresel rezerv parası olarak kullanımının dolara denk derecede yaygınlaştığı, ABD'nin teknolojik, parasal ve askeri üstünlüğünün tarihe karıştığı bir “Çin Yüzyılı” tasarlanmaktadır. Ne var ki, patlama noktasına gelen çelişkileri bir ölçüde hafifletmek için kimi sosyal reformlar da öngörülmektedir. Hava kirliliğinin azaltılması, sosyal hakların geliştirilmesi, hukuk devletinin güçlendirilmesi vb. Bütün bunları Çin kapitalizminin bütünleştirici ve itici gücü olan ÇKP'nin mutlak egemenliğinden hiç taviz vermeden, Çin proletaryası ve köylülüğünün üzerindeki ağır sömürü boyunduruğunu gevşetmeden, üretim sahalarını daha ucuz işgücünün olduğu Orta ve Batı Çin'e kaydırarak yapmak planlanıyor. Böylece her yıl Çinli dolar milyarderi sayısı artmaya, Çin köylüleri kentlere göç etmek için umutsuzca mücadele etmeye, Çin işçileri kölece yaşam koşullarından sıyrılmak için uğraşmaya devam edeceklerdir. Ta ki Çin'de yeni bir sosyal devrim kapıyı çalana değin. Çin gerçek anlamda “yeni çağ”a, uyuyan ejderha olarak tanımlanan Çin proletaryası ayağa kalktığında ulaşacaktır.
Dipnot
[1] http://haber.sol.org.tr/yazarlar/korkut-boratav/si-jinpingin-cin-ruyasi-ve-sosyalizm-214953