Kobane
IŞİD saldırıları, Kobane ve Şengal direnişleri Türkiye, Kürdistan ve dünya gündeminin birinci sırasındaki yerini korudu. Hiç kuşku yok ki, Kobane ve Şengal direnişlerinin ilk sıraya yükselmesi Kürt özgürlük savaşçılarının ve onlarla omuz omuza çarpışan Türkiye ve Kürdistanlı devrimcilerin eseridir.
Kobane direnişi bir mihenk taşı, bir turnusol kağıdı oldu.
Başlangıçta Esad'ı devirmek için destekledikleri IŞİD bağımsız bir gelişme yoluna girince emperyalist koalisyon güçleri ona karşı savaş açmak zorunda kaldı. Ama bu umutsuzca bir girişimdi. Emperyalistlerin halk içinde toplumsal bir tabanları yoktu; destekledikleri politik akımların da toplumsal desteği zayıftı. Bu nedenle, uzun sürece yayılmış havadan bombardımanı esas alan bir yıpratma savaşı stratejisini benimsediler.
IŞİD'e karşı mücadelede toplumsal desteği güçlü yegane akım Kürt özgürlük hareketiydi. Ne ki, Rojava devrimi emperyalistlerin ve sömürgeci bölge devletlerinin hışmını üzerine çekmişti. En büyük düşmanlığı da Türkiye gösteriyordu, Rojava devrimini yıkmak için elinden geleni ardına koymuyordu. Türkiye, IŞİD'ın Rojava'ya ve Kobane'ye saldırılarını teşvik etti ve destekledi.
Gel gör ki, Türkiye'nin Suriye politikası gibi Kobane politikası da çöktü. Kobane direnişinin dünya halklarına mal olması süreç içinde emperyalistleri tutum değiştirmek zorunda bıraktı. Silah yardımı ve koridor açılması talebine yanıt vermek zorunda kaldılar. Ama bu her iki talebin yerine getirilmesi Türkiye'nin ikna edilmesine bağlıydı. AKP Hükümeti ve TSK bu talebe sonuna kadar direndi; bu anlaşılırdı da, çünkü Kobane direnişinin kazanması onların kaybı olacaktı. Bu nedenle var güçleri ile Kobane'nin yenilgisi için çabaladılar. Bunu açıktan yapamadıklarında hileye başvurdular. Direnişe ÖSO güçlerini katmak adına oraya gidecek Türkiye devletinin beslemeleri ve MİTkontrgerilla kuvvetleri eliyle Kobane direnişini tasfiyeye yöneldiler. Tüm bu saldırı ve hileleler boşa çıkarıldı. 6-8 Ekim Kobane serhildanı ve ABD'nin Türkiye'nin muhalefetine rağmen havadan yardım göndermesi, Türkiye'yi tutum değiştirmeye mecbur etti.
Türkiye emekçi sol heketinin kimi bölükleri Rojava devrimi ve Kobane direnişinin Türkiye ve Kuzey Kürdistan devriminin bir parçası, bir ön cephesi haline geldiğini, devrimimize stratejik derinlik kazandırdığını; bir bölge devriminin olanaklarını açığa çıkardığını ve dünya devriminin bir mevzisi olduğunu kavrayamadılar.
Dahası, cumhuriyeti korumak (TKP kanatları) ya da Esad'ı savunmak adına (Halk Cephesi) Kobane direnişçilerini emperyalizmle işbirlikçilikle suçlayacak kadar politik zihin körlüğüne uğradılar. Oysa tam da onların bu tutumu nesnel olarak onları AKP ve TSK ile Türkiye'nin ulusalcı faşistleri ile aynı politik safa kaydırıyordu.
AKP'nin bölgesel yayılmacılık politikası suya düştü. Bu, kaçınılmaz bir sondu. Emperyalizme bağımlı bir ülkenin bölgesel hegemonyayı kendi başına kurması bir hayalden ibarettir. AKP elbette böyle bir hayal görmüyordu. Onun "stratejik derinlik"ten anladığı, emperyalizmin etkili bir taşeronu olmaktı. Politik ve iktisadi güç yitiren ve bu nedenle bölgedeki hegemonyası zayıflayan ABD'nin boşluğunu yine onunla işbirliği içinde doldurmayı planlıyordu. Arap devrim sürecinin ardından Suriye'deki rejimin yıkılmakla yüz yüze kalması Türkiye'ye yeni fırsat kapıları açtı. Emperyalist koalisyona kendini dayatarak, hem Kürt özgürlük hareketini tecrit ederek denklemin dışına çıkarmaya hem de çetecileri besleyerek Suriye'de hakim güç olmaya yeltendi. Aynı dönemde Irak'ta Sünni muhalefeti destekledi. Hiç biri gerçekleşmedi. Fırsatı değerlendirerek kendini emperyalistlere dayatma hamleleri boşa düştü. Böylece, AKP'nin Suriye politikası çöktü, Sünni eksen yaratma politikası çöktü, Kürt özgürlük hareketini tecrit ederek en geri tavizlere mecbur etme politikası çöktü.
Seçimler
Tam da bu koşullarda, 2015 parlemento seçimlerinin daha şimdiden gündemin baş köşesine oturması anlaşılırdır. Görülüyor ki seçim süreci bir çeşit meydan muharebesi olacaktır. Egemen sınıflar cephesi kararsızlık içinde. Emperyalist merkezler ve onların işbirlikçileri AKP'yi devre dışı bırakmanın arayışı içindeler. Ne var ki bir alternatif hazırladıkları da söylenemez. CHP'yi dizayn etme çabaları her defasında başarısızlığa uğruyor. Ulusalcı kanatla liberal kanat arasındaki dengeyi sürdürme gayreti CHP'yi yıpratmaktan başka bir sonuç doğurmuyor. Ama halihazırda başka bir alternatif olmadığı için seçime kadar CHP içinde bir kez daha operasyon yapılması ve ulusalcı kanadın önemli ölçüde etkisizleştirilmesi sürpriz olmayacaktır.
Söz konusu seçimler olunca ezilenler cephesinde HDP yegane alternatif olarak boy veriyor. Kobane direnişi ve 6-8 Ekim serhildanının rüzgarını arkasına alan; cumhurbaşkanlığı seçimlerinde seçim barajının kapılarına dayanan HDP'nin barajları yıkarak ileri fırlamasının koşulları vardır. Fakat bunun kolay olduğu sanılmasın. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde demokratik laik ve Alevi CHP'li seçmenlerin bir bölümünün oyu HDP'ye kaydı. Bunların kalıcı olup olmadığını zaman gösterecek. AKP'ye alternatif olarak CHP'nin yeniden parlatılması HDP'ye gelen oyların bir bölümünün geri gitmesine yol açabilir. Yine de HDP bundan çok daha yüksek oy oranına ulaşabilir. Sadece CHP'deki demokrat eğilimde olanların değil, daha önce hiç oy kullanmamış gençlik kesimlerinin, dahası, Batı'da baskı politikalarının ve sömürünün keskinleşmesi karşısında, Kürdistan'da özellikle Şengal ve Kobane katliamlarından sonra AKP'den kopuşa yönelebilecek kesimlerin de kazanılması tamamen olanaklı. Burada tayin edici olan seçim döneminde yoğunlaştırılmış propaganda değil bugünden seçim gününe kadar yükseltilecek olan siyasi mücadeledir.
Kürdistan'da siyasi tansiyon zaten yüksek. Önemli olan Türkiye'nin batısında da tansiyonu yükseltmek. İlerici politik güçler buna özel bir önem verebildikleri ölçüde AKP'ye inançları sarsılan ve CHP'den umduğunu bulamayan halk bölüklerinin dikkatini çekebilir. Bu demektir ki; iş cinayetleri, hayat pahalılığı, işsizlik, çevre sorunları, kadına karşı şiddet, baskı yasaları her zamankinden daha çok HDP'nin ve tüm ilerici bölüklerin dikkat merkezinde olmalı, sokak mücadelesinin konusu yapılmalıdır.
AKP bir yandan yürürlüğe koyduğu yeni baskı yasalarıyla kitle mücadelesini bastırma, diğer yandan müzakere sürecinde yeni adımlar atarak Kürt özgürlük hareketini seçimlere kadar oyalama telaşındadır. Her ikisi de seçimlere değil seçimler sonrasına yönelik stratejik hamlelerdir. Buna karşın Kürt özgürlük hareketi devletin oyalama taktiğini boşa çıkarmak için var gücüyle çalışıyor. Bu nedenle önümüzdeki bahar aylarında deyim yerindeyse dananın kuyruğu kopabilir.
Seçimler bir çeşit meydan muharebesi olacaktır ama bu muharebe seçimlerle bitmeyecek, sonraki süreçte şiddetlenerek devam edecektir. Seçimler, sonraki şiddetli muharebe için mevzi tutma ve kazanma savaşıdır. Tüm tarafların meseleyi tam da böyle ele alması bugünkü politik koşulların kaçınılmaz sonucudur. Türkiye'nin politik rejimi gelip bir sınıra dayanmıştır. AKP eliyle yürürlüğe konan burjuva sınırlı değişim programı iflas etti. Burjuvazi daha ileri bir program üretmekten aciz. Bu acizlik nedeniyledir ki burjuvazinin bir bölüğü AKP'den kurtulmak istiyor. Burjuvazi faşizmle yönetemiyor ama faşizmden de vazgeçemiyor. Burjuvazi, Kuzey Kürdistan'daki sömürgeciliği eskisi gibi sürdüremiyor ama sömürgecilikten de vazgeçemiyor. Tüm bunlar, seçimler sonrasında hem buıjuvazinin kendi içinde hem de burjuvazi ile halkların ilerici bölükleri arasında şiddet dozu yüksek bir çatışmanın habercisidir. Demek ki tüm ilerici bölükler bugünden başlayan seçim sürecine bu perspektifle yaklaşmalı, süreci gelecekteki büyük çarpışmalara hazırlanmak için en iyi biçimde değerlendirmeli, yeni savaş mevzileri kazanmalı, ittifaklarını sağlamlaştırmalıdır.
Avrupa'da Yükselen Irkçılık Ve Faşizm
Almanya ve Avusturya başta gelmek üzere Avrupa'da ırkçılık ve faşizm yeniden yükseliyor. İslam karşıtı büyük kitle gösterileri düzenleniyor. Bu gösterilerin son elli yılın en büyük kitle gösterilerinden olduğu belirtiliyor. Irkçı faşist partilerin oy tabanı genişliyor. Kuşku yok ki devletlerin istihbarat servisleri bu ırkçı faşist partiler içinde cirit atıyor, onları yönlendirmeye ve denetlemeye çalışıyor. Ama buradan yola çıkarak, bu faşist yapıların bütünüyle istihbaratın eseri olduğunu söylemek büyük yanılgı olur. IŞİD Müslüman coğrafyada neden güçlendiyse, toplumsal tabanını neden genişlettiyse Avrupa'daki ırkçı faşizm de aynı belirleyici nedenlerle güçleniyor. IŞİD, burjuva liberalizmin ve sosyalizmin etki alanının daraldığı koşullarda emperyalist küreselleşme bunalımına Müslüman coğrafyasında yükselen gerici bir tepki hareketi ise ırkçılık ve faşizm de aynı gerici tepkinin Avrupa'daki tezahürüdür.
Bu ırkçı faşist partileri ilerici kitle hareketine karşı bir barikat olarak kullansalar da, Avrupa devletlerinin onları bütünüyle denetleyebildikleri söylenemez. Bu partilerin iktidar olması Avrupa tekelci burjuvazisinin çıkarlarına uygun değildir. Çünkü bu ırkçı faşist partiler, emperyalist küreselleşmeye ırkçı ulusalcı bir tepkinin politik cisimleşmesidir. Can damarı emperyalist küreselleşme olan tekellerin, bu partilerin iktidar olmasını istemeyecekleri açıktır. Buna karşın emperyalist küreselleşme bunalımının acı sonuçlarını yaşayan, gün geçtikçe yoksullaşan, işsizleşen, sosyal hakları kırpılan emekçilerin, işçi sınıfı ve halk gençliğinin bu partilere giderek daha çok destek verdiği görülüyor.
Avrupa'daki ırkçı faşist yükselişi durdurmanın yegane yolu sosyalizme duyulan ilgiyi artırmak, sosyalist kurtuluşu yeniden kitlelerin gündemine sokmaktır. Bugün militan bir antifaşist mücadele hattı oluşturulmadan, salt propaganda yoluyla bunun gerçekleştirilmesi mümkün değildir. Avrupa'daki komünist partilerin, bütün ilerici yapıların, ilerici devrimci göçmen örgütlerinin merkezi politik gündemi antifaşist mücadelenin yükseltilmesi olmalıdır. Bu başarılamadığında, işçi sınıfı ve halk gençliğinin kapitalist bunalımın sonuçlarına karşı büyüyen öfkesi ırkçı faşist partilere akmaya devam edecektir.