İçinde bulunduğumuz zaman ve mekanı iki ucundan birleştirip, onu bir “geçiş anı” olarak ele alıyoruz. “Şimdi”mize bakıyor ve nereden ilerleyeceğimize sorular sormak istiyoruz. Çubuğu, gelişmekte olana, mümkünlere bükmek gibi bir devrimci iyimserlik ruhunda, pratiğimize ise eleştirel gerçekçi yaklaşma bilincindeyiz. Dolayısıyla bu geçiş anına, bireysel ve kolektif varoluşumuzun bir sıçrama eşiği olarak yaklaşmak istiyoruz.
Bunun için bir tramplene ihtiyacımız var. Nedir tramplen? TDK'ya göre, bir yüzücü için suya yüksekten atlamakta kullanılan bir ucu sabit, öteki ucu esneyen sıçrama tahtası. Kayakta atlama yapacak olan bir sporcu için gerekli hızı sağlayan, özel olarak düzenlenmiş eğik alan. Verili gerçeğini bir düzeyden başka bir düzeye taşımak isteyen biri içinse, yükselmek için kendisinden yararlanılan kişi, olay, durum.
O halde, tramplenin bir ucunu çıkış noktamız olarak aldığımız verili durum ve gerçeğimize sabitleyecek, öteki ucunu esneteceğiz. Bu iş, ortamdan bir adım dışarı çıkarak, kendi eyleminden bağımsızlaşabilmeyi ve güçlü bir yükselme hızı için durumdan kopmayı gerektiriyor.
Öyleyse başlıyoruz. Nerede miyiz? Ortak alanda! Evet, evet burası hapishane. Duvarlarına bakmayın, buranın doğal trampleni havalandırmayı ortalamak, sonra bir yükselişte çitleri aşıp gökyüzü ile buluşmaktır. İdmanlıyız yani.
Farklı kuşaklardan, farklı mücadele deneyimlerinden yoldaşlar olarak bir aradayız. Şimdiye kadar kendimize sorduklarımız ve önümüze koyduklarımızdan bağımsız olarak buradaki varlığımız, kendimizdeki ve birbirimizdeki anlamlara yeni sorular soruyor, mücadeledeki varlığımızı yeni eşiklerle tanıştırıyor. Hapislikte uzun yılları devirmiş ya da önüne uzun yılları almış yoldaşların devrimci mücadelenin ve kolektif öznenin gelişim sorunlarını, ihtiyaçlarını yeni düzeyde ele alma ve yanıtlamanın gerilimine girdiği, “dışarı”daki hareketin hızından koparılmış gibi hapishaneye gelen yoldaşların sınırsızlık ve sabır sınavının girişinde olduğu bir toplam bu.
Tam da bu yüzden, verili gerçeğimizi zaman ve mekanın birlikteliği ile tanımlamaya, bu özel geçiş anımızı iradi ve kasıtlı olarak örgütlemeye çalışıyoruz. Her birimizin kendini tüm yoldaşlar için denekleştirmesine ve birbirimizden öğrenmeye dayalı tartışmamız, “kopuş ve sıçrama nedir” sorusuyla başlıyor.
“Kopuş nedir” sorusuna verdiğimiz yanıtlar, arkanda bırakmak, yavaşlatan bağlardan kopmak, yeni duruma geçişi engelleyen her şeyden vazgeçmek, statükoları yıkmak, fazlalıklardan kurtulmak, an be an değişmek, belli bir anda içinde bulunulan durumdan kopmak.
Peki “sıçrama” neyi çağrıştırıyor?
İrtifa kazanma, cesaret, niteliksel değişim, gelişim, özneleşme, anlık cüret, kararlılıkla ilerleme, yeniden yapılanma, bir durumdan başka duruma geçme.
O halde kopuş ile sıçrama arasında nasıl bir diyalektik bağ var?
“Kopuşa karar verdiğin anda sıçrama iradesi de koymuş oluyorsun”, “geleceği inşa geçmişle yüzleşme gerektirir, o yüzden kopuşu içinde barındırmayan sıçrama olmaz”, “her kopuş bir sıçrama yaratmaz, ama her sıçrama bir kopuşu getirir”, “kopuşsuz bir sıçramanın menzili dar, geriye dönüş yolu açık olur”, “kopuşun niteliği sıçramanın gücünü belirler”, “nesnel nedenler sana kopuşu dayatabiliyor, kopup aynı noktada durabiliyorsun, orada bir sıçrama için öznel koşullar devreye giriyor”, “var olan duruma direnç ve değiştirme isteği”...
Tarifleri böyle koyduğumuza göre, şimdi kendimize neyi soruyor, kendimizde neyi arıyoruz?
“Kendi gelişimimi yönetmede partiyle etkileşim düzeyim ne?”, “partinin özgün geçiş anlarında süreci anlama ve bu ihtiyaca göre konumlanma pratiğim ne?”, “özeleştiriden ne anlıyorum, onu bir sıçrama tahtası yapabildiğim anlarım oldu mu?”, “tarihin önderleşme çağrısını kendimde hiç hissettim mi?”, “devrimcilik tercihi bende nelerden kopuşu örgütledi?”, “sorunlarımı, partinin sorunlarını görmekte cüret ve cesaretim nerede durdu?”, “kendi kendime yetmeyi nasıl anlıyorum?”, “partinin yeni durumun bilincini nasıl kurmasını bekliyorum?”, “isteyerek, iradi biçimde bir kopuş gerçekleştirdim mi?”, “kopuşu sağlayan koşullara neden ayak diredim?”, “kendi gerçeğimi bilince çıkarabildim mi?”, “kaç kez yenilip, yenilginin altından kalktım?”, “dönemlere göre konumlanışım değişti mi?”, “parti yaşamında veya toplumsal alanda kopuş ve sıçramaların benim üzerimdeki etkisi ne oldu?”, “devrimciliğimin sürekliliği ve güncellenmesini nasıl gerçekleştiriyorum?”...
Ve daha fazlası... Her bir devrimci öznenin gelecek görüş açısıyla sıraladığı bu soruların çözümlenmesi, olduğumuz yerden birkaç adım geriye gidip, geçmişimizdeki bağlantılarını aramayı gerektiriyor. Zaman prizmasında nerelerden, hangi dönemlerden geçiyoruz? Ve dönemler, geçiş anları bize nasıl etkide bulunuyor?
“2006 yılı tasfiyeci Gaye saldırısının yaşandığı dönem en esaslı sarsıntıydı benim için. Önce krizi anlama ve aşma rolü biçmedim kendime. Devam etmek, yürümek tartışmaları 'neye yaslanacağız?' sorusuna çıkıyordu. Tarihin çağrısı başka bir duruma geçmekti. Zamana yayılabilecek bir geçiş hali de değildi üstelik, hızlı kopuşlar gerçekleştirmeliydik. Tüm sürtünmelere, dirençlere rağmen yürüdük. Amaçlara bağlılığı güncellemek ve her durumda yürümek belirleyiciydi.”
“2000'li yıllar, partinin yeni gelişim momentinde olduğu zamanlardı. Ya şehit oluruz, yahut tutsak düşeriz diye çalışıyorduk. Payıma o gelişimden kopup, tutsaklık düştü. Yeni bir yaşam örmenin belirsizliği içeride süren ölüm orucu direnişine çarptı. Bu kendini kadrolaştırmanın yeni bir durumu, düzeyiydi benim için. Önceki durumumun statükoya dönüştüğünü gördüm. Yıllar sonra yeniden kitlesel biçimde hapishanede yoldaşlarla kalmak, parti-kadro gerçeğini görmek ise ortamı ve kendimi değiştirmenin ayrı bir sınavı oldu.”
“Örgütlenme sürecimi, partinin özgün geçiş dönemine doğmak diye tarifleyebilirim. Kobanê direnişi ve 6-8 Ekim serhildanı belirleyiciydi. İşimi, düzenli yaşamı ardımda bıraktım. İlk tutsaklığı ve aile ile karşı karşıya gelişi yaşadım. Buradaki kopuşlarım örgütlü yaşama katılışımın düzeyini de değiştirdi. Daha fazla sorumluluk aldım, hatta sorumlusu olmadığım durumların muhatabı olmak ve çözüm gücü olmaya çalışmak gibi bir misyon da edindim. Bu bende güçlü bir irade ve esaslı bir kopuş örgütledi.”
“Birlik süreci olmakta olana tabi olduğum, kendime rol biçmediğim bir dönemdi. Çalışma arkadaşlarımdan birinden birliğe itiraz geldi. Bu anın bende yaktığı kıvılcım süreçle bütün ilişkimi değiştirdi. Soruna müdahale etme gücü yarattım kendimde.”
“Başarıları geride bıraktığımız bir dönemdi. Hep böyle gideceğine inanıyordum. Sonrası Suruç. Suruç sonrası tufan. Yenilgi ya da zaferle çıktım diyemem. Ama devletin seni başka bir muhataplaşma düzeyinde ele aldığı o anı anladım. Öncesinde sürekli çalışma içinde 'tek kalma' duygum, sorgulamam vardı. O andan sonrası bende 'kalk gidiyoruz' oldu.”
“Partinin kendini yeni formda ele alışı ve devrimci kitle partisini inşa sürecimizde işimi, alıştığım yaşam-çalışma koşullarını bıraktım. Aynı biçimde gelenekselliğe dönen ilişkimi bitirdim. Partinin ihtiyaçlarına göre konumlandım. Fakat bu güçlü kopuşlar bende herhangi bir sıçrama yaratmadı. Kopuşun altı dolmamış, iç krizleri çözülmemişti. Gezi ayaklanması bende sıçramayı yaratan dışsal bir olgu oldu. Devrimcilikte süreklilik iyi, ama güncellenme, gelişme o dönemde oldu.”
Peki, toplumsal ve devrimci yaşamdaki geçiş anlarımız neler? Bu anların bize etkisi, bizim bu anlardaki değişim, dönüşümümüz nasıl oluyor?
“Aldığım hapis cezasının Yargıtay tarafından onandığını öğrendiğim an. Uzun yılları hapishanede geçirecek olmak... Özgürlük duygusunu en yoğun yaşadığımı düşündüğüm doruklardan hapishaneye getirmek gereği... Önce bir kahve istedim yoldaşlardan, içerken sordum kendime, 'şimdi ne yapacaksın?’ Bitirdiğimde, yaşamak görevini üstlendim. Şimdi yeni yerimde, yeni formda yaşamak.”
“Bütün yoldaşların alandan ayrıldığı, tek başıma kaldığım dönemdi. 'Ne olursa olsun, kurum kapanmayacak, çünkü ben varım' dedim, yürüdüm. Fakat özgün bir kopuş ve sıçrama yaratmadı. Çünkü böyle yönetmedim. Belki hazır değildim, belki de işime gelmedi. Bir süre sonra kentten ayrılmak ve yepyeni, hiç bilmediğim bir yerde çalışmanın başında olmak ilk kopuş ve sıçrama pratiğimdi.”
“Partinin daha büyük bedeller ödemeye başladığı dönemde şu alana giderim, verilen şu görevi alırım fikrimi partinin ihtiyaçları ile ilişkilenmede yeterli gördüm. Bunlar belli şeylerden kopuşmayı sağlıyor. Fakat bir sıçrama yaratmıyor. Uzun yıllar devrimci çalışmada olmanın getirdiği pratiklik var. Bütünlüklü bir zihinsel değişime girişmiyorsun. Şimdi hapishanede olmak, dışarının ritminden dolayı ya da işin kolayına kaçtığım için yapmadığım sorgulamaları yaptırıyor, derinleştiriyor.”
“Berkin Elvan'ın hayatını kaybettiği gün sokakta olmak, çatışmalı bir eylemi göze almaktı. Sokağı seçmek istedim, fakat bu, işimi kaybedebileceğim, dahası o imkanla edindiğim evimi kaybedeceğim anlamına geliyordu. Durdum, düşündüm ve eyleme katıldım. İşimi-evimi kaybettim. Partiyle ilişkilendim ve ilk defa bir emekçi semtte yaşadım, çalıştım.”
“Bir operasyon nedeniyle evimin basılması, evden ve çalıştığım işyerinden çıkmak durumunda kaldığım zamandan başka bir ben çıkarmaya çalıştım. Durmayıp yürüdüğüm her anda daha güçlendiğimi gördüm. 'Yolda olma' hali beni tarif ediyor. Bu yürüme halim kopuşlar ve sıçramalarla dolu. Ama iradeyle yönetebiliyor muyum? İşten atılmasam çıkar mıydım? Evi dağıtmasalar sırt çantamla yaşamaya geçer miydim?”
“Devrimcilere hep saygı duydum. Evimi açtım, ekmeğimi paylaştım. Tanıdığım ve şehit olduğunu duyduğum gençlerin ayrı bir yeri oldu bende. Gözaltına alınmak ve tutuklanmak bende başka bir öfke yarattı. Çıkınca aynı olmayacağım.”
Tartışmaya açtığımız örneklerimizde verili durumumuz, onun ürettiği alışkanlıklar ve düşünme tarzımız ile yeni durumun ortaya çıkardığı ihtiyacın çarpışması izlenebilir. Bu durum, bazen ayırdında olduğumuz ve bilinçli, iradi tarzda değişimimiz yönünde örgütlediğimiz bir sıçramaya dönüşürken, bazen de gerçeğimize meydan okuyan bir yüzleşmeyle kopuşa sevk eder.
Farklı deneyim ve birikimlerden yoldaşlar olarak, bizim zaman zaman sürtünüp, zaman zaman da güçlü bir etkileşim potasında harmanladığımız bu mekandaki tartışmamız, kendi gelişimimizi devrimci tarzda yönetme yöntemi kazanma amacındadır. Çünkü tartışma ihtiyacımıza yön veren gelecek görüş açısı, verili durumun sınırlarını aşıp, yeniden yapılanmanın düşünce, davranış tarzını yaratmayı gerektirmektedir. Bu gereklilik, kolektif etkin bireyler olarak devrimci varoluşumuz ve sürekliliğimizin “şimdi”deki ön koşuludur.
İşte şimdi yeniden ortak alandayız. Fakat başladığımızdan başka bir düzeyde.
Dipnot
Bu yazı, bir grup komünist tutsağın, Marksist Teori’nin 31. sayısında yayınlanan “Devrimcinin Gelişim Eşiklerindeki Kopuş Ve Sıçrama Diyalektiği” başlıklı yazıdan hareketle yaptıkları kolektif tartışmaların bir derlemesidir.