Sömürgeci faşist Türk devleti 20 Ocak’ta Efrîn saldırısını başlattı. Birkaç günde Efrîn’e gireriz naraları atıyorlardı, halkın büyük devrimci direnişiyle karşılaştılar. Yüzlerce şehit ve gazi pahasına, üzerlerine bombalar yağmasına rağmen, Kuzey Suriye halkları devrimci öncüleri ile birlikte kahramanlık destanı yazdı. Emperyalistlerin sömürgeci Türk devletine yol vererek, meşrulaştırıp onay verdiği işgal saldırısı umdukları sonucu getirmedi. NATO’nun en büyük ikinci ordusu, sayı ve teknikte tartışılmaz üstünlüğüne rağmen, iki ay boyunca halkın direnişine çarptı. Efrîn gibi dört tarafı Türk devleti ve ona bağlı çetelerle çevrilmiş bir avuç toprak, dünya halklarına ve ezilenlerine büyük bir kahramanlık destanı armağan etti.
Sömürgeci Türk devletinin Efrîn’i ele geçirmesiyle, elbette Efrîn direnişi yeni bir aşamaya girdi. Devrim güçlerinin Efrîn’deki mevzileri savunma odaklı cephe savaşının yerini, işgalci orduya ve işbirlikçi çetelere karşı yürütülecek gerilla savaşı aldı.
Peki, nasıl oldu da böyle bir direniş ortaya konulabildi? Nasıl oldu da sömürgeci Türk devleti 58 gün boyunca Efrîn barikatını aşamadı? Nasıl oldu da dünya ezilenlerinin umutsuzluk ve çaresizlik içinde bir çıkış yolu bulamadığı koşullarda Efrîn direnişi dünya ezilenlerine umut ve zafer inancı aşılayabildi? Nasıl oldu da Ortadoğu gibi ulusların, dinlerin, mezheplerin birbiriyle savaştığı bir coğrafyada Kürtlerin, Arapların, Süryanilerin, Çerkeslerin, Müslümanların, Hıristiyanların, Êzidîlerin, Sünnilerin, Alevilerin birleşik halk direnişi ortaya çıkabildi?
Rojava devrimi anlaşılmadan, onun ulaştığı yeni düzey kavranmadan, kapitalist emperyalist sistemin varoluşsal krizi hesaba katılmadan bu sorulara esaslı yanıtlar bulunamaz.
Rojava Devriminin Karakteri
Her devrim içinde oluştuğu koşulların izlerini taşır ve bu koşullara hücum ederek kendini yeni düzeyde kurmaya girişir. Her devrim bunu tamamlayamayabilir, buna fırsatı olmayabilir ya da kurma işine girecek öncü akıldan yoksundur. Devrim kendini kurma aşamasına ulaşamadığında dağılır. 1905 Rus devrimi tam da böyle olmuştur. Halk yığınları çarlığı yıkmak için ayaklanmış, devrimci başkaldırı sovyetler gibi yeni bir aracın doğumunu sağlamış, ama devrim sonuca varamadan, iktidar olamadan çarlık tarafından ezilmiştir. 1917’de ise devrim, önce çarlığın yıkımıyla, ardından sosyalist iktidarla kendini kurmayı başarmıştır.
Rojava devriminin üzerinden yaklaşık 7 yıl geçti. Devrim henüz tamamlanmış değil. Yıkılabilir de, yaşayabilir de. Buna karşın Rojava devrimi daha baştan kendini kurarak gelişti. Daha en baştan, henüz çapı bugüne göre çok küçükken, bugünkü kurucu öğelerin tümünü kendi bünyesinde oluşturmuştu.
Rojava devrimi nasıl ortaya çıktı, hatırlayalım.
Tunus’tan başlayarak Mısır’ı içine alan Arap devrimi süreci Suriye’ye kadar ulaştı. Arap ezilenlerinin bu başkaldırısı Tunus ve Mısır’da mevcut yönetimlerin devrilmesi ile sonuçlandı. Sosyalistlerin örgütlü yapılarının yetersizliği, silahlı mücadele anlayışlarındaki sağcılıkları ve yeni sürecin ortaya çıkardığı olanakları realize edecek bir devrimci stratejiden yoksunlukları onların temel zaaflarıydı. Bu koşullar içinde halk yığınlarına öncülük edemezlerdi. Politik islamcılar ise halk içinde çok daha örgütlü ve fırsatları çok daha iyi değerlendiren bir iktidar bilinci ile hareket ettiler ve devrimlerde ideolojik-politik hegemonya sağlamayı başardılar.
Emperyalistler de oluşan yeni durumu değerlendirmek için harekete geçmekte gecikmedi. Keza birbirine rakip bölge devletleri de oluşan krizden yararlanmaya çalıştılar.
Ezilenlerin başkaldırısı Suriye’de bu koşullar altında başladı. Ayaklanma kısa sürede politik islamcılar üzerinden emperyalistlerin denetimine girdi. Politik islamcıların bir bölümü emperyalistlerden bağımsızlaşarak, Irak ve Suriye’de geniş bir egemenlik alanı yarattılar.
Kürt özgürlük hareketinin Rojava kolu, oluşan yeni koşulları doğru değerlendirdi. Bu sayede bulunduğu alanlarda politik islamcıların ve emperyalistlerle gerici bölge devletlerinin hegemonya kurmasına izin vermedi.
Kürt özgürlük hareketinin Rojava kolu, başlangıçta halk içinde çok da güçlü değildi. Buna karşın devrimci bir strateji oluşturma başarısı onu bir anda diğerlerinden öne çıkardı.
Politik İslamcılar hızla ilerliyordu. Suriye devleti başta Şam olmak üzere büyük Arap şehirlerini korumak için Rojava’dan çekilmeye başlamıştı. Kürt ulusal hareketinin Rojava’daki farklı yapıları ya emperyalistlerin kurduğu muhalefete dahil olmayı ya da küçük bir bölümünün yaptığı gibi politik islamcılara karşı rejimin saflarına katılmayı tercih etti. PYD ise farklı bir yol izledi. İlk olarak, halk silahlandırılarak özsavunma birliklerinde örgütlenmesi sağlandı. Aynı anda günlük yaşamın çeşitli hizmetlerinin sürdürülebilmesi için halk komiteleri örgütlendi. Henüz devrim olmadan, devrim kendini kurmaya başlamıştı. Politik öncü ile örgütlü ve silahlı halk bütünleşmişti. Politik öncünün iktidar bilinci halkı iktidara taşıdı. Devrim kendini kura kura gelişti. Politik öncü ve halkın bütünleşmesi, halkın örgütlenmesi ve silahlanması ile iktidar bilinci bu ilk dönemin karakteristik özellikleriydi.
Bu özellikler bugüne kadar daha da kökleşti. Sayı ve teknik olarak kendisinden kat kat üstün düşman kuvvetlerine kök söktüren Efrîn direnişi, ancak daha en baştan itibaren bu karakteristik özellikleriyle kendini kuran devrim hesaba katıldığında anlaşılır olur.
Yine de bu, farklı ulus ve halkların Efrîn’de omuz omuza savaşması gerçeğini yeterince açıklamaz.
Rojava devrimi bir Kürt devrimi olarak başladı ve ilerledi, ama böyle kalmadı. Rojava devrimi kısa sürede Rojava’da yaşayan diğer halkları da kapsadı. Zaten böyle olmasaydı, Rojava devriminin bu kadar süre yaşayabilmesi ve yayılabilmesi mümkün olmazdı. Rojava’da Kürtler farklı halklarla birlikte yaşıyor, diğer halkların da devrime kazanılması devrimin en büyük güvencesi oldu. Böylece Rojava, bir ulusal devrim olmaktan çıkarak, Rojava halklarının birleşik devrimi haline geldi. Bu öyle kolayca oluşmadı. Rojava’da Araplarla Kürtler arasında sömürgeci dönemin mirası olan politikaların yarattığı önyargıların, Arap şovenizminin halklar arası ilişkileri zehirlediği açık. Buna karşın Rojava’da yaşayan Arap nüfusun büyük bölümü yoksullardan oluşuyor. Kürt devrimi kendini kurarak başladığında, kurucu içeriği gereği yalnızca Kürtleri değil, tüm yoksulları, ezilenleri kapsayacak nitelikteydi. Nihayet oluşan halk komiteleri, sadece Kürtlerin katılımına değil, herkese açıktı. Arap yoksulları zamanla bu gerçeği gördü ve yavaş yavaş devrime katıldı. Bir kez devrime katılınca devrimin dönüştürücü gücünün devreye girdiği görüldü. Araplar devrimin bir bileşeni haline geldi. Kuşkusuz bunda Arapların çoğunlukta olduğu şehir ve kasabaların devrim ordusu tarafından politik islamcılardan temizlenmesinin payı vardı. Her yerde olduğu gibi burada da devrimin kurucu özellikleri hayat buldu. Komünler ve meclisler aracılığıyla halkın kendi kendine yönetimi, Arap yoksullarının bu bölgelerde de devrime olan güvenini artırdı.
Rojava Kürtlerinin de Araplara karşı önyargılarını aşmaları kolay olmadı. Örneğin, Kürtlerin bulunmadığı ve Rojava’ya dahil olmayan Minbic hamlesi, Kürtler arasında başlangıçta sempatiyle karşılanmadı. Çok fazla kayıp verilen bu hamlede, “Neden Araplar için savaşıyoruz” biçiminde memnuniyetsizlikler her fırsatta dile getirildi. Keza pek çok devrim kurumunda Araplarla kurulan ortaklık da “Devrimi biz yaptık neden Araplarla paylaşıyoruz” tartışmalarına yol açtı. Dahası, Rojava kantonlarının süreç içinde Kuzey Suriye Demokratik Federasyonu halini alması, “Rojava adından vazgeçilmemeli” itirazlarına yol açtı. Devrimci öncünün ulusal dargörüşlülükten uzak oluşu sayesinde bütün bu engeller aşıldı ve Rojava devrimi Kuzey Suriye halklarının bir devrimi haline geldi. Kuşkusuz Kürtler ve Araplar dışında Asuriler, Ermeniler, Çerkesler, Türkmenler de var. Bütün bu halklar birlikte, eşit ve kardeşçe devrimci halk yönetiminde. Böyle olduğu içindir ki, Efrîn’e sömürgeci saldırı başladığı andan itibaren, yalnızca Kürtler değil, diğer halklar da direniş mevzisine geçti.
Rojava olarak başlayan ve Kuzey Suriye halini alan devrimin özellikle ve mutlaka vurgulanması gereken bir başka karakteristik özelliği de onun kadın devrimi halidir.
Rojava, 21. yüzyılın kadın devrimi çağı olmasının ilk habercisi, öncü fişeği oldu. Bugüne kadarki bütün devrimlerde kadın cinsi vardır, kadınlar zaman zaman öncülük de yapmışlardır, ama bugüne kadarki devrimlerin hiçbiri kadın devrimi halini almamıştır. Lenin ev emekçisi kadınların devrimci devletin yöneticileri haline gelmesi ile devrimin gerçek içeriğine kavuşacağından söz ediyordu. Kuzey Suriye’de bugün on binlerce kadın komün, kooperatif ve meclislerde eş başkanlık yapıyor. Aşağıdan yukarıya devrimin tüm kurumlarında kadınlar yönetici organlarda yer alıyor. Kadınlar iç güvenlikten (asayiş) devrim ordusuna kadar her yerde. Binlerce kadını kapsayan devrimci kadın ordusu var. Daha dün ev kadını olan, ancak belirli mesleklerde bulunabilen, çocuk-ev-koca-iş karesinde bunalan kadınlar, şimdi on binler halinde hayatın her alanındalar, devrim kurumlarında yönetici, devrim ordusunda savaşçı ve komutanlar. Kuşkusuz bunların hiçbiri kadın devriminin tamamlanmasına yetmez. Kadın devrimi uzun soluklu bir sürekli devrim halidir. Rojava’da bu yönde etkili, güçlü bir adım atıldı.
Devrimin kurucu karakteri halini almış olan kadın devrimi anlaşılmadan, Efrîn’deki direniş anlaşılamaz. Binlerce kadın elde silah savaş mevzilerinde yer aldı. Kadın komutanlar direnişi yönetti. Bütün dünyayı şaşkınlığa düşüren bu direniş gücünün en büyük kaynağı kadın devrimidir.
Tüm bunlarla birlikte ama daha ötesinde, kendini adamaya hazır inanmış bir öncü devrimciler kuşağı olmadan böyle bir direniş sergilenemezdi.
Özyönetim Direnişlerinden Efrîn Savunmasına
Efrîn direnişi özyönetim direnişlerinin devamı oldu. O direnişlerin dersleri ve deneyleri ile donandığı kadar, özyönetim direnişlerindeki öncünün cansiperane direnişinden aldığı büyük moralle kendini donattı. Bodrumlarda yakılan devrimci direnişçilerin ruhu Efrîn mevzilerinde dirildi. Özyönetim direnişlerinde pek çok yerde sayısı yüzü bulmayan devrimcilerin, sıradan silahlar ve el yapımı patlayıcılarla, teknik donanımı yüksek binlerce, on binlerce kişilik düşman ordusunu aylarca durdurabileceği görüldü. O zamanki sınırlı imkanlarla elde edilen bu başarıya, Efrîn’de daha güçlü bir devrimci hazırlık avantajıyla birlikte, yeni bir direniş halkası eklendi.
Özyönetim direnişlerinin zayıf tarafı yalnızca kullanılan silahlardaki eşitsizlik değildi. Asıl zayıflık örgütlenmiş silahlı halkın katılımının yetersiz olmasıydı. Bakur’da da halk önemli ölçüde örgütlüydü. Fakat ne halkın özsavunması başarılabilmişti, ne de halk kongre ve meclisleri bir ikili iktidar organı halini alabilmişti. Sistem içinde kalarak bir çıkış, bir kurtuluş umudu İmralı görüşmeleri sırasında derinleşmiş, HDP’nin seçim başarısı da bunu kuvvetlendirmişti. Öncünün reformcu programı ile devrimci pratiği arasında bocalama halkta da ikircime neden olmaktaydı. Keza belediyelerde kazanılan mevzilerin, devrimci iktidar mevzileri olarak hazırlanmak yerine, faydalanılan kurumlar olarak değerlendirilmesi de şehirlerdeki devrimci pratiği ve devrimci örgütlülüğü kemiren bir sonuç doğuruyordu. Devrimci bir halk savaşına kitleler yeterince hazırlanamamıştı. Kırda gerilla ordusu büyütülürken, şehirlere yeterli önem verilmemişti. Bir bakıma kırlar devrimci pratiğin merkezi iken, şehirler arka cephe olarak, legalizmin ve reformizmin alanları olarak ele alınmaktaydı. Oysa Bakur’un sosyo-ekonomisi önemli ölçüde değişmiş, şehirlerin önemi artmış ve belirleyici hale gelmişti. Asıl çarpışmalar şehirlerde verilecekti. Aslında 6-8 Ekim 2014 ayaklanması bu gerçeği gün yüzüne çıkardı. Öfkeyle ayağa kalkmış halk yığınları karşısında sömürgeci devlet güçleri çaresiz kalmıştı. Öncünün ufku dar olmasaydı ve devrimci bir öngörüyle şehir savaşlarına hazır olsaydı, o gün ortaya çıkan fırsat bambaşka devrimci sonuçlar yaratabilirdi. Devrimci bir fırsat değerlendirilemedi. Bunda en önemli etken, öncünün şehirlerdeki bölüğünün sistemle kurduğu ilişkiydi. 6-8 Ekim’de halk ayaklandı, ama onun öncüleri, fiili meşru mücadele kurumları, hareketin başına geçmek yerine ayaklanmayı yatıştırmaya çalıştı.
Kürt ulusal demokratik hareketi sonraki süreçte bundan doğru sonuçlar çıkardı. Şehirlerin tayin edici rolünü kavradı. Fakat bu kez devrimci bir fırsatı değerlendirmek amacı ile değil, henüz yeterince bir hazırlık yokken, zorunlu olarak şehir savaşları adını alan özyönetim direnişlerine geçildi.
Özyönetim direnişleri bir zorunluluktu, ama aynı zamanda öncü ile halk arasındaki mesafeyi açtı. Sonucun böyle olduğu bilinse de, bu direniş gösterilmeliydi.
Devrimci savaşlar sadece devrimcilerin iradesiyle ortaya çıkmaz, bu bazen düşman saldırılarının sizi mecbur bırakmasıyla gerçekleşir. Bundan bazen kaçınılabilir. Bazen geri çekilmek, hazır olmadığın bir savaşa girmekten yeğdir. Fakat öyle savaşlar ve çarpışmalar vardır ki, geri çekilmek, bir mevziden geri çekilmenin çok ötesine geçerek, teslim olmayla sonuçlanır. Örneğin, Kızıldere’de On'ların direnişi böyledir, 19 Aralık zindan direnişi böyledir. Daha pek çok örnek verilebilir. Kobanê direnişi çok daha canlı bir örnektir. Kobanê direnişine girilmeseydi, Rojava devrimi korunamazdı. Kobanê’de yenilginin eşiğine gelinmişti. Binlerce yurtsever gerillanın, onlarca komünist ve enternasyonalist savaşçının cansiperane direnişi ile Kobanê savaşı kazanıldı. Zafer yerine yenilgi de gerçekleşebilirdi. Böyle olsaydı da, Kobanê dünya halklarına bir direniş destanı bırakmış olurdu. Fakat direnişe geçilmeseydi, yalnızca Kobanê değil, Rojava devrimi de kaybedilecekti, bunun da ötesinde ezilenlerin umudu sönecekti.
Sömürgeci faşist burjuva Türk devleti daha İmralı görüşmeleri sürerken “çöktürme planı” hazırlamıştı. Bu plan gereği Bakur’daki demokratik mevziler dağıtılmadan, şehirlerde tam hakimiyet sağlanmadan, gerillaya devletin istediği çözümü dayatarak ulusal hareketi sistem içine çekip eritmek mümkün değildi. Görüşme masası savaş alanının bir başka versiyonuydu. Asıl savaş gücü gerillaydı ve gerillanın şehirlerle bağı kesilmeden devletin istediği sonucu alması olası görünmüyordu. HDP’nin seçim başarısı Kürdistan elden gidiyor korkusunu daha da büyüttü. “Çöktürme planı” tüm unsurlarıyla devreye sokuldu. Devletin “çöktürme planı” karşısında ulusal hareketin “devrimci halk savaşı” planı vardı. 6-8 Ekim serhildanından ilham alan ulusal hareket, o gün görece kendiliğinden olanın şimdi planlı bir biçimde uygulanabileceğini hesap ediyordu. Kabul etmek gerekir ki, devlet daha hazırlıklıydı, ulusal hareket yukarıda bahsedilen zaafları nedeniyle yeterli bir hazırlık yapamamıştı.
Gel gör ki, hazırlık yeterli değil diye direnişe geçmemek yalnızca taktik değil, stratejik kayıplara yol açacak, ulusal devrim büyük yara alacak, halk yığınları arasında yeniden direnişe geçme cesareti uzun yıllar boyunca yitip gidecekti.
Şehir savaşlarına, yeterli hazırlık olmadan, halk buna uygun yeterli bilinç ve örgütlülüğe kavuşturulmadan başlandı. Başlatan sömürgeci devletti. Tüm mahsurlarına rağmen bu savaşa girmek kaçınılmazdı. Bu savaşlar sonucunda çok önemli genç bir öncü kuşak yok edildi. Fiili meşru mücadele mevzileri çok büyük oranda kaybedildi. Binlerce kişi tutsak edildi. Öncü ile halk arasındaki mesafe açıldı. Bütün bunlara karşın, ortaya konulan muazzam direniş Kürt ulusunun bilincine kazındı. Devlet direnişi ezdi, fakat halkın umudunu ezmeyi başaramadı. Bu umut Efrîn direniş mevzilerinde yeniden ete kemiğe büründü.
Efrîn Savunması Zorunluydu
Sömürgeci Türk devletinin Efrîn’e yönelik saldırı planı yeni değildi. Efrîn, coğrafi konumunun tecrit oluşuyla ve üç tarafından Türk devletinin kuşatması altında kalışıyla, yutulabilecek kolay lokma sayılıyordu.
Emperyalistler de Türk devletine yol vermekteydi. Rusya Türk devletinin işgal hazırlığını devrim yönetimine karşı bir şantaj olarak kullanmaktaydı. Eğer rejimle Rusya’nın isteklerine uygun olarak anlaşma yapılırsa, Türk devletinin işgaline izin verilmeyecekti. Bunu kabul etmek devrimi tasfiye etmek anlamına geliyordu. Çünkü Rusya Kuzey Suriye devrimi iddiasından vazgeçilmesini, IŞİD’den temizlenen tüm Arap bölgelerinin Esad rejimine teslim edilmesini ve Kürtlerin çoğunluk oldukları yerlerde belediyesel özerklikle yetinilmesini istiyordu. İran’ın da pozisyonu benzerdi. ABD ve Avrupa’nın emperyalist güçleri de, Efrîn’i Türk devletinin işgaline açmakla, hem Türk devletini yatıştıracak, hem de devrim yönetimini Fırat’ın doğusunda ABD’ye daha muhtaç hale getirecek ve devrimci amaçları terke zorlayacaktı.
Devrim yönetiminin manevra alanı sıfıra inmişti. Şimdiye kadar emperyalistler arasındaki çelişkiden doğru temelde yararlanmış ve bu sayede hegemonya alanını genişletebilmişti. Şimdi oynayacak bir manevra alanı yoktu, ya en olumsuz koşullarda direnişe geçerek kazanımlarını korumaya çalışacak ya da emperyalistlerin ve Esad rejiminin isteklerine boyun eğecek, sömürgeci Türk devletinin işgaline baştan razı olacaktı. Böyle yapmakla yalnızca Efrîn’i değil, Rojava’nın bütününü ve devrim umudunu kaybedecekti. Böyle bir kayıp yalnızca Rojava’nın değil, bütün Kürdistan’ın olacaktı. Kendi gücüne ve halka güvenerek savaşa girişmekten başka bir yol yoktu. Yeni manevra alanları ancak böyle bir direnişle açılabilirdi.
Türk devletinin planı Efrîn işgali ile sınırlı değildi. İşgale giriştiği andan itibaren etkili bir direnişin gerçekleşmeyeceğini ve korkuya kapılan halkın birkaç günde Efrîn’i terk edeceğini varsayıyor, Efrîn işgalinin zaferiyle birlikte önce Kobanê-Serêkaniyê ve Qamişlo-Serêkaniyê arasında bir işgal koridoru açarak kantonlar arasındaki bağı tamamen koparmayı ve ardından devrimi bütünüyle yerle bir etmeyi içeriyordu. Bu plan daha büyük bir planın, “çöktürme planı”nın bir aşamasıydı. Nihayet temel hedef Rojava ve Bakur’da ulusal iradeyi tamamen ortadan kaldırmak ve tecrit edilmiş yönetimi bütünüyle etkisiz hale getirerek “Kürt sorunu”ndan kurtulmaktı.
Türk devleti bir kez Efrîn’e girdi mi, oradan çıkmayacak, işbirlikçi çeteleri eliyle önce yönetimi doğrudan ele alacak, ardından yeni bir Hatay oyunuyla Efrîn’i Türkiye’ye katacaktı.
En eşitsiz koşullarda bir direnişe girişmek kaçınılmazdı. Öncünün direnişi daha en başından devrimci halk savaşı halini aldı. Efrîn halkı direnişin öznesi oldu. Sömürgeci Türk devleti nihayetinde Efrîn’i ele geçirse de, direniş Rojava’nın devrimci iradesinin dimdik ayakta kalmasını sağladı.
Kerkük-Efrîn Farkı
Türkiye’nin Efrîn’e işgalci saldırısı başladığında, Kürdistan’ı sömürgeci boyunduruk altında tutan devletler ve emperyalistler elbirliğiyle bir kez daha Kürtlere haddini bildirme derdindeydi. Her birinin farklı hesabı olsa da, Kürtleri “hizaya getirmek” ortak amaçlarıydı.
Bu ortak amaca daha yakın zamanda Başûr’daki bağımsızlık referandumu sırasında tanıklık etmiştik. ABD Başûr Kürt yönetiminin hamisi görünümündeydi. Almanya peşmergeye askeri eğitim ve ağır silahlar vermekteydi. İran’ın YNK üzerinden, Türkiye’nin KDP üzerinden güçlü ekonomik ve siyasi bağları vardı. IŞİD’e karşı mücadelede peşmerge temel askeri kuvvetlerden biriydi. Barzani bütün bu ilişkilere fazlasıyla güveniyordu.
Oysa bu görüntü ne kadar gerçekse, daha ileri bir ulusal statü karşısında birbiriyle çelişkisi olan sömürgecilerin ve emperyalistlerin birleşecekleri de o kadar gerçekti. Türkiye ve İran için Başûr’la kurulan ilişkiler taktik, Başûr’un olası bir bağımsızlık ilanına doğru gidişi stratejik önemdeydi. Başûr’un bağımsızlık kararı Bakur ve Rojhilat’a da ilham verecekti. İlk elde de Rojava ile Başûr’un birleşmesi gündeme gelecekti. Böyle bir gelişme olasılığı dahi Türkiye ve İran sömürgecileri için bir beka sorunu olarak algılanmaktaydı. Batılı emperyalistler de ortaya çıkacak böyle bir kargaşayı idare edemeyeceklerini biliyordu. Kavganın sonunda Türkiye ve Irak’ın nereye savrulacağı, Suriye’ye ne olacağı, IŞİD’in bu durumdan nasıl yararlanacağı ve Rusya’nın bu durumu nasıl bir fırsata çevireceği belli değildi. Özetle, sömürgeciler için de, emperyalistler için de Kürtler ile ittifak konjonktürel ya da taktik nitelikteydi. Kürtleri stratejik hedeflerini gerçekleştirmenin bir aparatı olarak değerlendiriyorlardı. Nitekim hepsinin bağımsızlık referandumu karşısında birleşmesi bunun kanıtıydı. Mevcut devletlerin toprak bütünlüğünü korumak hepsinin ortaklaştığı konuydu.
Sonuçta birleşerek Kürtlere saldırdılar.
Yine de öyle kolay zafer elde edemeyebilirlerdi. Ne var ki, Başûr’da burjuva içerikte de olsa bütünsel bir ulusal devlet yoktu. Ne parlamento, ne silahlı ve silahsız bürokrasi ulusal bütünlük içindeydi. Aşırı zenginleşmiş kimi yöneticilerin sınıf çıkarı ulusal çıkarın önüne geçmişti. Halk yönetim mekanizmalarından dışlanmış, halk bilincinde ulusal kurtuluş pörsümüştü. Bu koşullar altında Irak ordusu ve Haşdi Şabi çok kolay bir zafer elde etmişti. Ne peşmerge ne de halk direniş göstermemişti. İç ihanet daha en başta peşmergeyi dağıtmıştı. Peşmerge savaşmayı tercih etseydi, halk silahlandırılarak özsvunmaya çağrılsaydı, Kerkük direnebilirdi. Onun direniş koşulları Efrîn’den çok daha elverişliydi.
Efrîn’de halk, yönetimin de ordunun da sahibiydi. Kerkük’te halk bir eklentiydi. Efrîn’de öncü ile halk birleşmişti. Kerkük’te aşırı zenginleşmiş yönetici tabaka ile halk arasında uçurum vardı. Efrîn’de ulusal çıkarla sınıfsal çıkar birbirini tamamlamaktaydı, ezilenlerin ve yoksulların ulusal kurtuluşu ile toplumsal kurtuluşu iç içe geçmişti. Kerkük’te yoksulların ulusal kurtuluşu ile zenginlerin ulusçuluğu arasında büyük bir fark oluşmuştu. Efrîn’de kadınlar kendi cins devrimi ile devrimin eşit bileşeniydi, Kerkük’te kadınlar hala ikinci cinsti. Efrîn’de hem bir ulusal birlik vardı, hem de onu aşan halkların birliği vardı, ulusal kurtuluş ve sosyal kurtuluş bir arada inşa edilmekteydi. Efrîn’de devrimci-demokratik halk yönetimi vardı, Kerkük’te burjuva oligarşisi hüküm sürüyordu.
Kerkük’te ihanetin, Efrîn’deyse direnişin ortaya çıkışı bu koşullarda anlaşılabilir ancak. Efrîn’de de emperyalistler ve sömürgeciler bağımsızlık referandumundaki gibi ortak hareket etti. Emperyalistler, hem Türkiye’yi yatıştırmak, hem de Kürtleri kendi çıkarlarına alet olmaya razı etmek için, Efrîn’i sömürgeci Türk devletine bir yem olarak bıraktılar.
Devrim yönetimi ise yalnızca kendi gücüne güvenerek savaşa girdi. Aslında Kerkük’le Efrîn’in asıl farkı, devrimci amaçlarla birleşmiş bir halkla böyle bir birlik sağlamamış bir halk arasındadır. Daha genel anlamda ise bugün Kürtler için ancak sosyal kurtuluş amacı ile birleşmiş bir ulusal kurtuluş direnişi ve savaşı ile sonuç alınabileceği gerçeğidir.
Türk Halkının Savaş Destekçiliği
Efrîn, Kürdistan ülkesinin bir şehri. Resmiyette ise Suriye toprağı. Efrîn’e işgalci bir saldırının haksızlığı o kadar açık ki! Efrînliler vatanlarını, topraklarını, evlerini, çocuklarını korudu. Türk halkı bu gerçeği nasıl olur da görmez? Türk işçi ve emekçileri nasıl olur da hükümete, orduya, egemen burjuvaziye bu denli angaje olur? Laikliği ortadan kaldırdığı inancıyla AKP ve faşist diktatör Tayyip’e düşman olanlar, neden söz konusu Kürtlerin ezilmesi olunca politik islamcılarla bu kadar can ciğer oluyorlar? Kendini solcu olarak tanımlayanlardan kimileri nasıl olur da bu işgale karşı sesini yükseltmez, dahası işgali haklı çıkaracak açıklamalar yapar?
Soruları çoğaltmak mümkün. Yanıtları aynı kapıya çıkıyor. Türk halkını egemen sınıfa bağlayan en güçlü bağ Türk şovenizmidir. Bu bağ kırılıp atılmadıkça Türk halkının kurtuluşu söz konusu olamaz.
Mesele Efrîn’in, Rojava’nın yönetiminin devrimci olup olmaması değildir, devletin tabiri ile Efrîn’de “teröristlerin varlığı ve sınır güvenliği sorunu” değildir. Bağımsızlık referandumu karşısında da aynı histerik şovenizm ortaya çıkmıştı. Türk halk kitleleri içinde şovenizm egemen bilinç biçimidir. Türk halkının genel olarak savaş destekçisi olduğu söylenemez, Irak’a yönelik ABD saldırısına ya da İsrail’in Filistin’e saldırılarına karşıdır. Ama saldırgan taraf Türk devleti oldu mu, tartışmasız onun yanında saf tutmaktadır. Saldırıya konu olan Ermeniler, Rumlar ya da Kürtler olabilir, bu ikinci derecede önemlidir; önemli olan, burjuva Türk devletinin yanında olmaktır. Burjuvazi ve devlet için beka sorunu olan, kolayca Türk halkı için de beka sorunu olabilmektedir.
Bugünkü somutta şovenizm Kürtlere karşı üretilmektedir. Egemen ulus bilinci ve pratiği, Türk halk kitlelerini Kürt düşmanlığı temelinde Türk egemen sınıflarına bağlamaktadır.
Kürt ulusal sorunu Türk halk kitleleri için bir sınıf sorunudur. Bunu böyle kavramayan her Türk ilericisi şovenizmin batağına saplanır. Sınıf mücadelesi verme iddiasında olanların ateşi yoğunlaştıracakları asıl hedef şovenizmdir. Şovenizm belasından kurtulmadıkça Türk işçi ve emekçi sınıfları sınıf bilincine kavuşamaz. Bu durumda ortaya çıkacak her siyasal gelişmeyi şovenizme saldırının bir gerekçesi yapmak, işçi sınıfına sınıf bilinci götürmenin başlıca yoludur.
Sömürgeci Türk devletinin Efrîn’e saldırısı, tam da şovenizme karşı cepheden savaşarak, işçi sınıfı ve ezilenlere sınıf bilinci taşımanın vesilesiydi.
Ne var ki, Türkiye emekçi solunun bir kısmı sosyal-şovenizmden kendini sıyırmayı başaramadı. Geçmişte ABD işbirlikçiliği ile suçluyorlardı devrim yönetimini. Bunun tamamen yanlış olması bir yana, Efrîn işgali sırasında, bırakalım devrim yönetimine ABD desteğini, tam aksine Türk devletinin işgaline yol verme var. Buna rağmen işgale karşı neden öne çıkmıyorlar? Açık ki, bunlardaki sosyal-şovenizmin kaynağı Kürtlerin emperyalizmle işbirliği yaptıkları yanılgısı değildir, düpedüz sol sosa bandırılmış egemen ulus bilincidir. Bu bir yana, faşizmin azgın saldırıları altında olan emekçi solun işgale karşı tutum alanları da şovenizme karşı etkili bir kampanya ile Türk halk bilincine yeterince hitap etmeyi başaramadı. Sömürgeci faşist devletin psikolojik savaşı daha etkili oldu. Türk halk kitleleri psikolojik savaşın da etkisiyle şovenizmin esaretine mahkum kaldı.
Ama Efrîn direnişi Türk halk bilincini sarstı. Çabucak zafer beklentisinin aksine “küçücük Efrîn’in kocaman Türkiye’ye kafa tutması, bu kadar direnmesi” halkı şaşırttı. Bu, oluşan bilinç sarsıntısına hücum imkanı yaratıyor. Efrîn’i işgal ve işgale karşı savaş, sınıf mücadelesinin odağına oturmuş bulunuyor. Bunu görmezden gelen her davranış, egemen ulus bilinci değirmenine su taşımak, egemen sınıflara hizmet etmek, Türk halk yığınlarını psikolojik savaşta burjuvazinin esaretine terk etmek anlamına gelir.
Bakur’un Sessizliği
Efrîn’de yer yerinden oynarken, Qamişlo, Serêkaniyê, Hesekê, Kobanê, Rakka ve Dêra Zor’dan binlerce insan işgalci Türk devletinin tehdit ve saldırılarına aldırmaksızın Efrîn’e akarken, Başûr ve Rojhilat’da on binlerce Kürt sokakları doldururken, Avrupa’da yaşayan Kürdistanlılar ve Türkiyeli ilericiler gösteri üzerine gösteri yaparken, Bakur’da neredeyse yaprak kımıldamaması neye bağlanmalı?
Türk halk kitleleri şovenizmin ağır etkisi ve baskısı altında. Ya Bakur Kürtleri, onlar neden harekete geçmiyorlar?
Sömürgeci faşizmin ağır saldırılarıyla halka öncülük edebileceklerin büyük oranda tutuklandığı, bir gösteriye katılan, hatta bir tweet atanın dahi gözaltına alınarak fişlenmekle, tutuklanmakla kalmadığı, bir kararnameyle işten, okuldan atıldığı koşullarda, kitleleri eylemlere katmanın, kitlelerin kendiliğinden eyleme kalkışmasının kolay olmadığı açık. Kuşkusuz bu önemli bir faktör, fakat sorunun yanıtını yeterince kapsamıyor. Yukarıda özyönetim direnişlerine dair yapılan açıklamalar bu soruya da yanıtlar içeriyor. '90’lı yıllarda da ağır bir baskı vardı, fakat Kürt halk kitleleri olanak bulduğu her durumda sokaklara çıkıyordu.
'90’lı yıllarda gerilla savaşı ve serhildanlarla zaferin elde edileceğine inanç vardı. Reformlar silahlı mücadelenin yan unsurlarıydı. Kürt ulusal hareketinde de, halkta da egemen bilinç halindeydi bu. Politik öncü ile halk arasında bilinç uyuşumu vardı.
2000’li yıllarda değişimler oldu. Gerilla savaşı sömürgecileri reformcu çözüme razı etmenin bir aracı olarak görüldü. Örgütlenmiş halk yığınları ve gerilla, rejimi reforma zorlayacaktı. Özyönetim direnişlerine kadar aşağı yukarı bu çizgide ilerlendi. Özyönetim direnişleri bu çizgide kırılma yarattı. Bakur halkı ulusal mücadeleden kopmadı, rejime yanaşmadı, fakat inançla peşinden gideceği çizgi bunalımına saplandı. Öcalan’ın ağır tecrit koşullarında tutulması da bunda etkili oldu.
Kuşkusuz sessizlik geçicidir. Ulusal bilinç etrafında yeniden kümelenme olacaktır. Efrîn direnişi Bakur’da da yankısını bulacak, olanaklı olan ilk kanaldan akacaktır. Fakat bu yine de sorunun kaynağını ortadan kaldırmaz. Çizgi bunalımının aşılması gerekir. Bakur halkının devrimci halk savaşı çizgisinde yeniden şekillendirilmesi, rejimin reformlara zorlanması siyasetinin yerini devrimle yıkılması siyasetinin alması gerekir.
Varoluşsal Kriz Ve Enternasyonalizm
Efrîn savunması kapitalizmin varoluşsal krizini ve ezilenlerin enternasyonalist dayanışmasının önemini bir kez daha gösterdi.
Kapitalist emperyalizmin aşamadığı ekonomik krizi, politik ve ideolojik krizi ile birlikte bir bütün olarak bir hegemonya krizi olarak karşımıza çıkıyor. Emperyalist kapitalizm ne herhangi bir soruna çözüm üretebiliyor, ne de şu ya da bu emperyalist ülke kapitalist dünyanın liderliğini üstlenerek sorunları aşmaya öncülük edebiliyor. Efrîn bu gerçeğin aynası oldu. ABD, bir yandan İran ve Rusya’yı perdelemek için ancak Kürtlere dayanarak Suriye’de kalabiliyor, ama Türkiye’yi de dışlayamıyor. Rusya, ancak Kürtleri ikna edebilirse ABD’nin Suriye’deki varlık temelini ortadan kaldırabilir, ama bunun için Kürtleri Esad’ın isteklerine boyun eğdirmesi gerekir. Türkiye bu kargaşadan yararlanarak Rojava devrimini yıkmayı ve Efrîn’le birlikte Suriye’nin bir bölümünü yutmayı hesap etmekte. Suriye, Kürtleri Türkiye saldırılarıyla teslim almak ile Türkiye’nin yeni bir Hatay oyunu oynamasını engellemek arasında bocalıyor. İran, Türkiye’yi ABD’den uzaklaştırmak ile Türkiye’nin Suriye’de yerleşmesini önlemek arasında gidip geliyor. İsrail bu arada Suriye’nin yeniden toparlanmasını engellemek ve İran’ın Suriye’deki varlığını yok etmek için saldırılar düzenliyor.
Hiçbir güç uzun vadeli stratejiler kuramıyor. İçine girdikleri hegemonya krizi nedeniyle de kuramazlar. Bugün Ortadoğu’da silah politikanın bir aracı değil, politika silahın bir aparatı haline geldi. Silahlar konuşuyor, politikacılar pozisyon alıyor. Bu istikrarsızlık içinde dengeler sürekli yeniden kuruluyor, ittifaklar yeniden şekilleniyor. Dün dost gibi görünen, bugün diğerine füze atıyor. Şu bölgede dost olan, diğer bölgede düşman saflarda karşı karşıya kalabiliyor.
Ne emperyalistler ne de sömürgeci devletler bölgeyi şekillendirecek güç ve yeteneğe sahip değil.
Buna karşın, bölgeyi şekillendirme yeteneğine sahip tek gücün Rojava devrimini yürütenler olduğu ortaya çıktı. Ne yapacağını bilen, halkı örgütleyebilen ve belirli bir hedef doğrultusunda harekete geçirebilen, burjuva ideolojinin yerini alan fikirlerle halkı etkileyebilenler onlar.
Bu yeni ideolojinin pek çok zayıf yönü var. Aşağıdan yukarıya devrimci-demokratik halk yönetim organları oluşturmada ileri, yeni bir ekonomi inşa etmede yetersiz. Komünalizm temelinde devletsizlik fikri ile hareket etmekte, fakat gerçekte halkçı temelde bir devlet kurmaktalar. Bunlar gibi yaşanan çelişki ve sorunlar var. Yine de, bu zayıf, eksik ve çelişkili yönlerine karşın, Kuzey Suriye ve Rojava’da ezilenlerin evrensel bir arayışı boy vermekte. Burjuvazi çaresizlik içindeyken, ezilenler kendi kurtuluş yolunu bulmaya çalışıyor. İşte Efrîn dünya devriminin ve yeni bir çıkış arayışının bir nevi sembolü olarak sivrildi. Efrîn direnişi kadar onun bu içeriğini de dünya ezilenlerine mal etmek güncel görevdir.
Burjuvazi ekonomik olarak dünyayı birleştirmek ve üretici güçleri dünya çapında toplumsallaştırmak ile dünyayı siyasi olarak ulusal devletlere bölünmüş halde yönetmek arasındaki çelişkiyi yaşıyor. Bu çelişkiye çözüm bulması imkansız. Bu çelişki ancak dünyanın siyasi olarak birleşmesi ve dünya çapında toplumsallaşan üretim araçlarının toplumsal mülkiyet altına alınması ile çözülebilir. Tam da burada, işçi sınıfı ve ezilenler için zorunlu olarak ulusal devlet temelinde devrimci mücadele ile dünya devrimi arasında çelişki ortaya çıkıyor. Bu çözülebilir bir çelişkidir, çözüm adresi enternasyonalizmdir. Bu nedenledir ki, bir yandan burjuvazinin hegemonyasını sarsan her duruma devrimci müdahaleye girişmek ve bu yönde hamleleri desteklemek gerekirken, diğer yandan bütün bu gelişmeleri enternasyonalist bilincin gelişmesi için değerlendirmek komünistlerin görevidir.
Efrîn direnişi tam da buna işaret etti. Bir yandan Efrîn direnişinin yeni aşamasında da yer alınır, bulunulan her yerde Efrîn işgaline karşı eylemler yapılırken, diğer yandan enternasyonalist bilinç tam da Efrîn direnişi üzerinden yükseltilmelidir.
Dünyanın bütün işçileri ve ezilenleri birleşin! Efrîn’in çağrısı budur.