Rejimin faşist politik islamcı restorasyonuyla eğitimin dinselleştirilmesi, saray iktidarının temel gündemlerinden biridir. AKP ve saray iktidarınca, resmi ideolojinin eğitim alanındaki köklü kemalist burjuva çizgisi geriletiliyor. Onun yerine politik islamcı çizgi, gerici anlayış ve uygulamalar hakim kılınıyor.
4+4+4 sistemiyle başlayan süreçte, yeni açılan veya dönüştürülen onlarca imam hatip lisesi, sınav sistemi değişiklikleri ve ders müfredat içerikleriyle, liseli gençliğin dindar nesle dönüştürülmesinin zemini hazırlandı. Saray faşizmi, yüzlerce demokrat öğretmen ve akademisyenin işine son vererek, eğitimin dinselleştirilmesi önünde hiçbir “engel” bırakmamaya hazırlandığını ilan etmiş oldu.
Kendi pratiğine her biri farklı tanımlar koysa da, özgürleşme mücadelesinin, saray faşizmine karşıtlığın coğrafyamızda temel bir dinamosu, kuşkusuz Türkiye ve Kürdistan gençliğidir. Hangi devrimci programa, strateji ya da taktiğe bağlı olduğu şurada dursun, bugün bir bütün gençlik hareketinin kavraması gereken en temel olgu, Erdoğan diktatörlüğünün kendi ideolojik yaklaşımı doğrultusunda, kendi araç ve biçimleriyle, her koldan gençliği kuşatarak, yeni bir gençlik kuşağı, yeni bir nesil inşa etme hedefiyle hareket ettiğidir. Bunun en kapsamlı yanı, kuşkusuz eğitimin dinselleştirilmesi yoluyla itaatkar ve dindar nesil yaratma yönelimidir.
On yılların birikmiş öfkesinin, gençliğin de ayaklanan bilinciyle buluşarak, Haziran isyanında patlak vermesinden sonra, faşist diktatörlük bu hedefini perçinledi. Haziran ayaklanmasının yapıcılarını ve sonrasında politik mücadele içerisinde Gezi, Rojava ve kadın özgürlük mücadelesi deneylerini özümseyerek gelişen, öne çıkan gençleri, bir yandan okullardan atarak, tutuklayarak, Suruç ve Ankara gibi katliamlardan geçirerek ezmeye, hareketsiz kılmaya çalıştı. Diğer yandan sınav sistemi, eğitim müfredatı, barınma imkanları, yaşam tarzı olarak tabir edilen giyim-kuşam ve tüketim biçimleri, popüler kültür, medya, sanat ve spor gibi bilumum yaşam alanlarının piyasacı, gerici, tekçi, cinsiyetçi, muhafazakar, faşist politik islamcı ideolojisi gereğince reorganizasyonunu hızlandırdı. Saray diktatörlüğünün gençliği kuşatma stratejisi, gençliğin kendi hayatının belirleyeni-sahibi olma hakkının gaspını, yani geleceksizleştirme yöntemlerini süreğenleştirmeye çalışıyor. Genç kadın, erkek ve lgbti'ler özgürlüğe bu denli susamışken, tümden kölece biat eden bir neslin nasıl var edilebileceğinin ince hesaplarını yapıyor.
En basit tanımıyla hegemonya, bir sınıfın başka bir sınıf üzerindeki, bir ideolojik yaklaşımın başkaca bir ideoloji üzerindeki etkinliği ve nüfuzudur. Nüfuz etme hali “yönetilebilir-normalleşmiş” bir düzeye erişecekse, karşı ses ve itirazlara etkinleşme fırsatı bırakmaksızın derinlik kazanacaksa, elbette rıza üretimi zorunludur. Politik islamcı faşist diktatörlüğün rıza üretimi için kitleler üzerinde en sık başvurduğu yöntem, medya-basın aracılığıyla boca ettiği propagandayla psikolojik savaşı tırmandırışıdır. Ancak gençlik, düşünen, sorgulayan, olguları dinamik kavrayan, cesur itirazlarıyla rıza göstermeyen ve boyun eğmeyen en geniş kesimdir. Kendisine sunulanı, mevcut olanı, olduğu gibi almaya, kabul etmeye rıza göstermez. Bunu iyi kavrayan saray diktatörlüğü, çözümü, bireyleri tepeden tırnağa yetiştirme yönteminde buluyor. İktidarını güvenceleyerek hükmetme umudunu, ideolojik olarak gericiliğe kazanılmış gençliğe ve hatta kapkara bir perdeyle kuşattığı birkaç nesle bağlıyor.
Doğrudur. Bir bireyin aile, okul, iş ve sosyal yaşamını bilfiil sarıp sarmalayan gerici, cinsiyetçi, homofobik, ırkçı, faşist yaklaşım ve uygulamalar özellikle bir devlet politikası halinde sistemleşirse, onun başka türlü yaşayıp düşünmesi hayli zorlaşacaktır. Burada belleksizleştirme, unutturma politikası uygulanırken, inşa edilmek istenen yeni ilişki-yaşam tarzının toplumun en küçük hücrelerine kadar nüfuz etmesinin yöntemlerine yoğunlaşılır. Bu amaçla saray, okul öncesi eğitimden üniversiteye değin eğitim sistemini, ihtiyacına göre an an yapılandırıyor. Müfredatlarda yapılan değişikliklerden sınav sistemindeki değişikliklere, genç kadınların öğrenci evlerini kimlerle paylaşacağına dek müdahalelere, eğitim emekçilerinin devrimci-demokrat kesimini KHK yoluyla eğitim alanından tasfiye etmekten okulların azımsanmayacak oranının imam-hatipleştirilmesine kadar her ayrıntıyı, tepeden tırnağa piyasacı, cinsiyetçi, gerici, faşist temelde yeniden yeniden düzenliyor. Emekçi memurların ve akademisyenlerin, öğrenci gençlik hareketinin on yıllardır dişiyle tırnağıyla ve bedeller ödeyerek kazandığı haklar bir bir tırpanlanıyor. Gençliğin akademik-demokratik mücadele kazanımları ve inşa ettiği mevziler, bir gecede çıkan KHK ve yönetmeliklerle yok sayılmak isteniyor. Demokratik haklarının bilincinde olan ve hatta politik özgürlük mücadelesinin gençlik cephesinden öncülüğü rolünü oynayan gençler ve gençlik örgütleri tasfiye ve imha edilmeye, böylece geniş gençlik kitleleri terbiye edilmeye çalışılıyor. Bu tarz kuşatma planlarının kapalı kapılar ardında falan yapılmasına da gerek duyulmuyor artık!
Örneklendirmek gerekirse:
10-11 Ekim'de “2017 Valiler Buluşması” adı altında 81 il valisinin yan yana getirilmesiyle gerçekleştirilen toplantı, bizzat içişleri bakanı S. Soylu'nun talimatıydı. İlköğretimden üniversiteye tüm eğitim alanının faşist saray rejimi politikaları doğrultusunda yeniden düzenlenmesi maksadını taşıyan buluşmalar eğitim alanındaki “tehditler”i yok etmeyi, aslolarak da öğretmeni, öğrencisi, akademisyeni ve dahası mekansal boyutuyla okulların yeni baştan dizaynını öngörmektedir.
Basına yansıdığı kadarıyla, “Müfredat ve devlet politikasında dinselleşme üzerinden 'Gezi' tipi eylem düzenleme planlarının hayata geçebileceği” kaygısıyla gerçekleştirilen toplantıda, çeşitli önlemler alınarak içişleri bakanlığı talimatına dönüştürüldüğü bilgisi mevcut. Bu kapsamda alınan kararlar:
-Üniversitelerde siyasi faaliyet engeli, siyasi eylemlerin yasaklanması.
-Okullara koordinatör atanması.
-Okul yönetimi-veli-öğrenci-güvenlik güçleri arasında bağlantının kurulması.
-Uyuşturucu ile mücadele kapsamında okullara yoğun kamera sistemi uygulanması.
“Okulllarda siyasi faaliyet engeli” denildiğinde, “bilinen türde” bir politik gündem anlaşılmasın. Örneğin akademik mücadele olarak nitelendirebileceğimiz ucuz-kaliteli-sağlıklı yemek talebi, her kata temiz tuvalet talebi, yaz okulu yerine bütünleme sınavı talebi, tacizci bir personelin üniversiteden atılması istemi, genç kadınların yurt giriş-çıkış saatlerindeki kısıtlayıcı eşitsiz uygulamaya dönük itirazları gibi gündem ve eylemlilikler de politik faaliyet kapsamında ele alınarak engellenmeye çalışılıyor. Yoğun kamera sistemi ve polis-okul yönetimi işbirliği, yıllardır yapılmakta olanın, liselerin ve kampüslerin açık hapishanelere dönüştürülüşünün resmen kabulüdür.
CHP milletvekili Necati Yılmaz'ın 2002-2016 arasında açılan imam hatip lisesi ve ortaokul sayısına ilişkin soru önergesine milli eğitim bakanı İsmet Yılmaz'ın yanıtında şu veriler mevcut:
-Açılan Anadolu imam hatip lisesi sayısı 976.
-Bağımsız açılan imam hatip ortaokulu sayısı 2359.
-Anadolu imam hatip lisesi bünyesinde açılan imam hatip ortaokulu sayısı 409.
-Anadolu imam hatip lisesine dönüştürülen okul sayısı 109.
Ayrıca kimi dönüştürmeler adeta yangından mal kaçırırcasına yapıldı. Birkaç örnek vermek gerekirse: Çorum'daki Başöğretmen Atatürk Ortaokulu, okullar açılmadan yalnızca bir gün önce imam hatibe dönüştürüldüğünde, ne öğrencilerin ne de velilerin haberi vardı. Acıbadem'de sınavsız girilebilen tek devlet lisesi olan Ahmet Sani Gezici Lisesi, kız imam hatip lisesine dönüştürülmek amacıyla yıkıldı. Yine, Afyonkarahisar Anadolu Öğretmen Lisesi'nin kız imam hatip lisesine dönüştürüldüğü, LYS tercih rehberinde okulun adı Afyonkarahisar Kız İmam Hatip Lisesi olarak yer alınca açığa çıktı.
Açılan yüzlerce imam hatip lisesine ilaveten, okulları apar topar dönüştürerek ve hatta “eski” okulları yıkarak, bir belleği yok sayıp daha baştan direnişi engellemeyi hedefleyen faşist politik islamcı diktatörlüğün hevesi kursağında kaldı. Tüm teşviklerine rağmen imam hatip okulu kontenjanları büyük oranda boş kaldı. Çocuğunu imam hatiplere kaydettirmek istemeyen veliler, tüm düzenlerinin altüst olmasını göze alarak, evlerini başka mahallelere taşıdı. Böyle bir şansı olmayan öğrenciler ise, saatler süren yolu çekerek, kendi mahalleleri-ilçeleri dışındaki liselerde öğrenim görmekte buldu çareyi. Fakat saray, bu meselede ne derece ısrarlı olduğunu geçtiğimiz günlerde aldığı yeni bir kararla bir kez daha kanıtladı. 2017-2018 eğitim-öğretim yılında adrese (ikametgah) dayalı okul kayıt sistemini zorunlu kıldı. Dünkü haliyle, imam hatipte okumak istemeyen bir öğrenci kaydını başka bir liseye taşıyabilirken, bu uygulamayla, ikamet ettiği mahalle ya da ilçedeki imam hatiplerde eğitim görmeye zorlanıyor. “Neredeyse her mahalleye, semte imam hatip okulu diktik! Herkes, ayağına kadar getirdiğimiz, evinin dibindeki imam hatiplerde öğrenim görecek. Başka okul arayışına falan girmeyin!” deniyor kısaca. Böylece saray, açtığı veya dönüştürdüğü imam hatiplerdeki boş kontenjan seviyesini minimuma çekmeyi hedefliyor.
MEB, 2017-2018 eğitim-öğretim yılında uygulanacak yeni müfredatı twitter hesabından duyurdu. Milli eğitim bakanı İsmet Yılmaz'ın müfredata ilişkin açıklamalarına baktığımızda, eğitimin nasıl dinselleştirildiği, gençliğin nasıl bir eğitim-öğretime maruz bırakıldığı yüzümüze çarpıyor. (habertürk.com'a verdiği röportaj, 19.07.2017)
“Şunu çok iddialı olarak söylüyorum ki, bu ana kadar hiçbir müfredat bu kadar çok demokratik katılımla oluşturulmadı ve halkımızın görüşlerine açılmadı” diyor ve toplumun her kesiminden görüş alındığını, kamuoyundan gelen geri bildirimlerin akademisyen ve öğretmenlerden oluşan çalışma gruplarında görevli 360 kişinin katıldığı bir çalıştayda değerlendirildiğini ekliyor. (Bu konuda Eğitim-Sen'in kendilerine başvurulmadığına ve kabul edilemez bir müfredat hazırlandığına dair açıklamalarını hatırlamalıyız.)
Bakan, ilköğretimde evrim teorisinin müfredatta yer alıp almadığı sorusunu ise, geçiştirircesine şöyle yanıtlıyor:
“Bu noktada evrim konusunun, tarafları ve karşıtları şeklinde ikiye bölünmüş bir tarafgirlikle, şairin 'insanlar hangi dünyaya kulak kesmişse öbürüne sağır' ifadesinde tespit ettiği bir kör döğüşü içinde ve bilimsel zeminin dışında tartışıldığını üzülerek gözlemlemekteyiz.” Ve ekliyor: “Biyoloji dersinde doğa tarihi konusunu vermediğimiz için ezberci bir eğitime saplanmamak için kök hücre tedavisi, antibiyotik, gen teknolojisi gibi konular vesilesiyle evrim teorisinin biyoloji ve teknolojide gündelik hayatta uygulamaları verilmiştir. Bu noktada evrim teorisinin kavram setinde yer alan mutasyon, seçilim, adaptasyon var. Bunlar biyoloji programımızda yer almakta. Konunun felsefi boyutlarıyla ele alınıp kavranması için çıtayı felsefe dersinde kurmuş bulunmaktayız. Doğa tarihi, evrimsel biyoloji ve kuramın tarihsel gelişimi ise daha detaylı biyoloji eğitimi alınabilecek üst düzey eğitim kurumu olan üniversitelere bırakılmıştır.”
Bakanın ifadeleri tam bir savunma ruh halini yansıtıyor. Yıllardır liseli gençliğin “zorunlu din dersine son” talebi, “zorunlu seçmeli ders” saçmalığı ve 4+4+4 sistemi ile yok sayıldı. Şimdi de evrim teorisini “ilköğretim ve ortaöğretim kurumlarında vermiyoruz” diyemiyor ve topu YÖK'e, yani üniversitelere atıyor. Üniversitelerde rektörlük seçimlerini kaldırarak rektör atamasını cumhurbaşkanına bağlayan saray rejimi, tepeden kendi atadığı rektörleriyle yükseköğrenim kurumlarına çörekleniyor, kurumsallaşıyor. Böylece ele geçirdiği üniversiteleri, kendi ideolojik üretim merkezleri haline getirmeyi hedefliyor. Hal böyleyken, üniversitelerde KHK'larla neredeyse bilimsel eğitimden yana, demokrat hiç akademisyen bırakmayan faşist politik islamcı saray rejiminin, evrim teorisini yükseköğrenim gençliğine hangi akademisyenle, nasıl sunacağı tartışmalı bir konu! Koca bir yalan olan ve manipülasyondan öte anlam taşımayan bakanın açıklamalarını, akademisyen olmadığı için uzun süre boş kalan kürsüler, derslikler, amfiler tersyüz ediyor.
Ancak bakan Yılmaz, “cihat” kavramına dair meseleye şöyle baktıklarını açıklıyor: “Siz buna yok deseniz de yok olmuyor. Dolayısıyla o halde doğrusunu ve çerçevesini evlatlarımıza öğretmemiz lazım. Bunu yaparsak yanlış anlamaları da ortadan kaldıracağız. Dört başı mamur şekilde cihat kavramının evlatlarımıza verilmesi bu ülkenin en büyük kazanımıdır. Cihadın gerçek anlamı ülkemizi sevmektir, vatanımızı sevmektir. Kırmak dökmek, savaşmak bunun içine girmez. Ama vatan koruması gerekiyorsa, Mehmetçik, asker niye var? Niçin şehitlerimiz var? Dolayısıyla cihadın ne olup olmadığının öğretilmesi de bizim bakanlığımızın asli görevleri arasındadır. Bundan rahatsız olmaya gerek yok. Sizin dışınızdaki birileri cihat kelimesini ortaya attığında, bizim gençlerin bunu merak edip yanlış yerden mi bilgi edinmesi daha doğru olur, yoksa böyle bir şey var, doğrusu nedir diye onun aslından öğrenmesi lazım. Dolayısıyla biz cihat kavramının ne olduğunu ve ne olmadığını din derslerinde, fıkıh derslerinde evlatlarımıza vermek istiyoruz.”
“Cihat” kavramının öğretilmesi bakanlığın asli görevlerinden sayılıyor. “Yok deyince yok olmama” kuralı “cihat” için işlerken, evrim teorisi, anadilde eğitim hakkı gibi konular için ne hikmetse işlemiyor! Politik islamcı faşizm, kendi ideolojik yaklaşımları doğrultusunda, Osmanlıcı yayılmacı zihniyetiyle harmanlanmış gerici, cinsiyetçi, sömürgeci, ırkçı düşünüş tarzıyla, gençliğin aklını ve geleceğini karartmaya aday olduğunu ilan ediyor. Bir devletin eğitim yoluyla dinsel anlayış ve normları nesilden nesle aktarması kabul edilemez. Hele ki bu, politik islamcı çizgiyle egemen Sünni inancını empoze etmeyi içeriyorsa, coğrafyamızda inanç özgürlüğünün yok sayıldığı gerçeğinin apaçık ilanı anlamını taşır. Herhangi bir dini eğitim almak istemeyen ya da farklı inanç topluluklarına mensup Alevi, Hristiyan, ateist vb. liseli gençliğin düpedüz asimilasyonu demektir uygulanan. Kısacası, bir dini ya da egemen inancı genel okullar aracılığıyla yaygınlaştırmak yönetenlerin, devletin işi olamaz.
Yenilenen müfredatlarda “değerler ve değer eğitiminin ana odağı oluşturduğu”na işaret eden bakan Yılmaz, öğrencilere aktarılması hedeflenen adalet, dostluk, dürüstlük, öz denetim, sabır, saygı, sevgi, sorumluluk, vatanseverlik ve yardımseverlik gibi “kök değerler”in müfredata eklendiğini söylüyor. Türkiye ve Kürdistan gençliğinin, hiç abartısız canı pahasına, liselerden-kampüslerden yükselttiği eşit-parasız-bilimsel-anadilde-demokratik eğitim mücadelesinin kazanımları ve ezilen halklarla ördüğü kardeşlik köprüleri dinamitlenmeye çalışılıyor. Demokrasi, barış, kardeşlik, eşitlik ve özgürlük isteyen gençliğin değerleriyle sarayın “kök değerler”i arasında tek bir ortaklıktan söz edilemez. Gençliğin hazine gibi koruduğu değerler toplamı, sınırsız özgürlük istemi ve mücadelesinden başka bir şey değildir.
15 Temmuz'dan sonra, okul öncesi öğretim kurumlarında tiyatro, şiir, resim, müzik gibi gelişim alanları üzerinden 3-5 yaş arası çocuklara empoze edilmeye çalışılanlar sıkça ekrana yansıdı. (Maalesef ki, yapılanların yalnızca küçük bir bölümünün yansıdığını kabul etmek zorundayız.) “15 Temmuz Zaferi” adı altında oynatılan tiyatrolarda tankların altına yatma rolü verilen çocuklardan, ağlayarak şiir okutulanlara kadar bir dizi kareyi gördük. Okul öncesi eğitiminde cinsiyet eşitlikçi öykü kitaplarının okutulması gerektiği tartışmaları yürütüldüğü zamanlardan geçerek, “15 Temmuz Şehitleri” tabutunu omuzlayan çocukların tiyatro gösterimleriyle sarsılıyoruz. Aynı zamanda, karma eğitim yerine ayrı sınıflarda okul öncesi eğitim verilmesi gerektiği tartışmaları at başı yürütülüyor.
Güncel müfredatta öğretim programları arasında yer alan, 4, 5, 6, ve 7. sınıflarda okutulan sosyal bilgiler dersinde “toplumsal hayatımızda demokrasi” konusunun işlenmesi sırasında, “15 Temmuz Demokrasi Zaferi ve Milli Birlik Günü”nün ele alınacağını, yine Türkçe dersleri ve imam hatip lisesi meslek derslerinde de 15 Temmuz'un yer alacağını ifade ediyor bakan. Ortaöğretimde çağdaş Türk ve dünya tarihi dersinde, “1990 sonrası Türkiye'de meydana gelen siyasi, ekonomik, sosyo-kültürel ve bilimsel gelişmeleri açıklar” ders kazanımı adı altında, “FETÖ, paralel devlet yapılanmasının yapısı, amaç ve hedefleri, 17-25 Aralık 2013 ve 15 Temmuz”un yer alacağını vurguluyor. Bunun, ortaöğretimde Türk dili ve edebiyatı dersinde “destan ve efsane” ünitesiyle de perçinleneceğini övünçle söylüyor bakan Yılmaz. Tüm bu veri ve uygulamaların gösterdiği şudur ki, saray rejimi 15 Temmuz'u eğitimin dinselleştirilmesinin ve gerici politikaların hayata geçirilmesinin bir basamağı haline getiriyor.
Politik islamcı saray faşizminin hedefi, tek başına eğitim alanını düzenlemekle sınırlı değildir. Kendi iktidarını garantilemeyi, diktatörlüğünü sağlama almayı yalnızca üniversiteli gençlik üzerinde gerici politikalarını hayata geçirerek başaramayacağını, bu yönelimin yetersiz ve zor olduğunu geçtiğimiz yıllarda iyice kavramış bulunmakta. Bireyleri, okul öncesi eğitimden sonuna değin, politik islamcı faşist ideolojik zihniyetle kuşatarak, özcesi bir nesli kendi hegemonyası altında eğiterek yetiştirme perspektifiyle hareket etmekte buluyor çözümü. Gerici, cinsiyetçi, homofobik, sorgulamayan, üretmeyen, asimile olmuş, biat eden, ırkçı, faşist, bireyci birkaç kuşak! Eğitim-öğretim kurumları aracılığıyla, düpedüz hayata bakış açısını şekillendirdiği, düşünüş tarzını yönettiği, bilincini tahakküm altına aldığı, başka bir dünyanın mümkünlüğünden bihaber nesiller yaratmayı hedefliyor. Demokratik, parasız, bilimsel, anadilde, cins ayrımsız eğitim talebine, “zorunlu seçmeli ders” zırvasıyla genişletmeye çalıştığı zorunlu din dersinin reddine, parasız ulaşım ve barınma istemine, gençliğin birlikte üretip paylaşabileceği kulüp vb. araçların varlığına, söz, eylem ve örgütlenme özgürlüğüne istisnasız saldırıyor. Duraksamadan, ögb-polis işbirliğini devreye sokuyor. Vakit kaybetmeksizin soruşturmalara ve okuldan atmalara başvuruyor. Yoğunlaştırdığı kamera sistemleriyle öğrenciler için dört koldan açık hapishaneye çevirdiği kampüslerde ve liselerde, DAİŞ zihniyetli gerici-faşist çetelere cirit attırıyor. Çürümüş saray rejimi, Pozantı çocuk hapishanesi, Ensar vakfı, Aladağ yurt yangını gibi çocuk istismarı ve katliamlarının hesabını vermediği gibi, bakanları ve Bilalleri aracılığıyla sanat ve spor gibi alanlara her fırsatta müdahale ediyor. Flüt ve jimnastiğin Türkiye'yi tutsak ettiği tezi ortaya atılarak, okçuluk vb. spor dallarıyla “çocuklar dimağlarında kültürel kodlarıyla, hafızalarıyla çok sağlıklı bir ilişki, iletişim kuruyorlar” deniliyor.
Bugün politik islamcı saray faşizminin eğitimi dinselleştirmesi ve dindar nesil yaratma saldırısının yakıcılığı karşısında, liselerde ve üniversitelerde bilimsel-demokratik eğitim talebinin daha da yükseltilmesi zorunludur. Gençliği geleceksizleştirme kıskacının geldiği boyut, döneme özgü araç ve biçimlerle, uzun soluklu, ısrarlı, koparıp alıcı bir gençlik mücadelesini koşulluyor. Gençliğin, özgürleşme mücadelesini başkaca direnişçi dinamiklerle buluşturarak yaygınlaştırması, birleşik mücadele zeminini güçlendirmesi gerekiyor. KHK ile ihraç edilen akademisyen ve öğretmenlerin direnişi ile kadın özgürlük mücadelesi gençliğin özgürlük mücadelesiyle her alanda (sokakta, lisede, kampüste) birleştikçe, saray faşizmini geriletecek deneyim ve cesaretin niteliği kuşkusuz daha açık görülecektir.
Bilimsel-demokratik eğitim talepli yürütülecek politika ya da kampanyaların hedef kitlesi içinde, liseli Alevi gençlik ve liseli genç kadınlar özgün bir yerde duruyorlar.
Liseli genç kadınların yükselttiği talepler, son yıllarda kadın özgürlük mücadelesinin gündemleri arasında yer aldı. Dün liselerde kılık-kıyafet yönetmeliği adı altında uygulanan etek boyu ve saç şekli belirlemesi, vücut hatlarını belli etmeyecek pantolon kuralı vb., sarayın kadın düşmanı politikalarıyla genelleştirildi. Bunlar, sokakta, okulda, toplu taşımada, işyerinde, evde, tüm yaşam alanlarında kadınlara taciz-tecavüz ve hatta katliam gerekçesi yapıldı. Erkek baskısı ve şiddetinin kadın bedeni üzerindeki ilk uygulamaları liseli genç kadınlar üzerinde sınandı. Özellikle liselere, kılık kıyafet yönetmeliği, mesleki yönlendirmeler, bekaret kontrolü dayatmaları, erkekliği yüceltip kadın cinsini aşağılayan ders kitapları ve farklı cinsel yönelimlerin yok sayılmasıyla, erkek egemen devletin ayrımcılık, cinsiyetçilik ve homofobi üretim merkezleri işlevi yüklendi. Bugünden liseli genç kadınlara dayatılanları düşündüğümüzde, kadın düşmanı saray gericiliğinin eğitimi dinselleştirmesi, zorunlu imam hatipler ve alternatif olarak önerilen yatılı okullar aracılığıyla liseli genç kadınların üzerinde artacak baskı ve şiddet sarmalının kıyıcılığını tahmin edebiliriz. Özgecan'ın tecavüz ve katledilişinin ardından, yerden göğe yükselen genç kadınların isyan çığlığı hala kulaklarımızda. Baskı ve şiddet cenderesini kırarak tepeden tırnağa özgürleşmek isteyen liseli genç kadın kitlesi isyan potansiyelini koruyor. Liseli genç kadın dinamiğini örgütlülükle buluşturmak ve sokakları hiçbir koşulda terk etmeyen kadın özgürlük mücadelesinin genç dinamiği olarak örgütlemek zorunludur. Tartışmasız bu zorunluluk, kadın devrimi programının güncel karşılığının başarılması anlamı taşımaktadır.
Tarihsel katliamlar serisinden geçmiş Alevilere kanlı “geçmiş” hatırlatılırcasına, çeşitli faşist saldırılar (evlerin işaretlenmesi, oruç tutmama gerekçesiyle yapılan faşist saldırılar, cemevlerinin kapatılması vb.) yoğunlaştırılıyor. Sindirme ve asimilasyon politikası tırmandırılıyor. On yıllardır böylesi uygulamalara maruz kalan bir inanç topluluğunun evlatları olan Alevi gençlik, bir yandan da aileleriyle birlikte verdiği zorunlu din dersinin kaldırılması mücadelesinden geri durmuyor. Ancak zorunlu imam hatipler ve gerici eğitim müfredatıyla egemen Sünni mezhep baskısının katmerlenerek artacağı, Alevi gençliğin Alevi inanç gerçeğini dahi dillendiremez hale getirilmeye çalışılacağı öngörülmelidir. Gençlik hareketi, Alevi halkının biriken tarihsel isyan geleneğine yaslanmalı, Kızılbaş gençlik dinamiğiyle buluşarak inanç özgürlüğü talebini bayraklaştırmalıdır. Bu baş eğmez dinamiği örgütlemek, faşist politik islamcı saray iktidarının tekçi zihniyeti karşısına dikilecek önemli bir kazanım olacaktır.
Son olarak, gençlik hareketinin yakalayacağı temel bir halka, saray faşizminden rahatsızlık duyan, bunalıp nefessiz kaldığını düşünen, buna itiraz eden, yaşam tarzı özgürlüğünü isteyen gençlik kesimini daha ileri bir mücadele hattına çekmek, kendi gelecek savaşımının aktif öznesi düzeyine taşımak, devrimci bir mevzide konumlanışını örgütlemek olmalıdır. Çünkü bu mücadele yalnızca AKP/saray faşizmi saldırıları karşısında “dar anlamda” eğitimin bilimselleştirilmesi ve demokratikleştirilmesi talebiyle sınırlı değildir. Anlık/dönemsel kazanımlara odaklanmakla yetinmeyen, reformcu tarzı aşan bir devrim iddiasının parçasıdır.
Bu mücadele, en yalın ifadeyle politik özgürlük mücadelesidir, devrim mücadelesinin gençlik cephesinden yükseltilmesi sorunudur. İşte bundan dolayıdır ki, bu kavga gençliğin özgürlük kavgasıdır!