ÖDP’nin CHP’den Liberal Beklentisi

CHP ve Kılıçdaroğlu’nun adalet yürüyüşü, emekçi sol saflarda, yalnızca yankı bulmakla kalmadı, etkilenme de yarattı.

Bu etkilenmede en çok öne çıkan ÖDP şahsında sorunu tartışmak, emekçi sol hareket için yararlı olacak.

Tarihsel Önemde Olan Ne?

ÖDP, CHP’nin adalet yürüyüşünü ilk gününden itibaren destekleyen, sonrası günlerde temsilcileriyle yürüyüşe ve kitlesiyle de Maltepe mitingine katılan parti. Ama ÖDP, yürüyüşe ve mitinge katılmakla kalmadı, bunları tarihsel bir adım olarak ve büyük tarihsel yürüyüşe CHP’nin de katılması şeklinde niteledi.

ÖDP Başkanlar Kurulu sözcüsü ve öncesinde genel başkanı olan Alper Taş, “tarihi bir adımdır” nitelemesi yaptı.[1]

ÖDP’nin diğer önemli ismi Melih Pekdemir aynı görüşü başka biçimde ifade etti: “CHP yönetimi de devam etmekte olan son yılların büyük tarihsel yürüyüşüne nihayet katıldı. Çok iyi yaptı.”[2] “O hareket ise aslında çoktandır Gezi ile yola çıkmış ve ‘Hayır’ın devamında yeni bir halk hareketi olarak yürümeye başlamıştı. Kılıçdaroğlu ve CHP aslında bu yürüyüşe katıldı.”[3]

Peki, “son yılların büyük tarihsel yürüyüşü” ve tarihsel önemdeki şey nedir? “Büyük tarihsel yürüyüş”, Gezi’den başlatarak söyleyecek olursak; Gezi-Haziran ayaklanması, Kobanê direnişi ve Rojava devrimine katılım, Kuzey Kürdistan’da 6-8 Ekim serhıldanı, Berkin Elvan’ın uğurlanışı, 7 Haziran seçim başarısı, 20 Temmuz’da Suruç’ta ve 10 Ekim’de Ankara’da kitlesel katliamlarla karşılık verilen demokratik barış ve Kürt özgürlük mücadelesiyle dayanışma eylemleri, Kürdistan’da soykırımı önleyen kahramanca barikat-hendek direnişleri ve 16 Nisan kitlesel hayır tavrıdır. Bu hareketlerin tümü, elbette önem, kitlesellik ve katılım terkibi bakımlarından farklılıklar taşımalarına rağmen, halklarımızın, işçi sınıfı ve ezilenlerin tutarlı demokratik ve enternasyonalist eylemleri olarak, ortak özellikleriyle, gerçekten de adına layık büyük yürüyüşün birer halkasıydılar, bu devrimci-demokratik yürüyüşü oluşturdular.

Kitleler İçin Nefeslenme Fırsatı Ve MC’nin Bölünmesi

CHP’nin adalet yürüyüşü/mitingi, bu büyük devrimci-demokratik yürüyüşün ilerletici bir halkası mı gerçekten?

Önce CHP mitingi/yürüyüşünün kısa bir değerlendirmesini yapmak gerekiyor.

CHP, önceleyen süreçte, saray diktatörlüğünün Kürtlere, devrimci ve demokratik güçlere saldırılarını, daima kutsadığı devletin ayakta kalması amacıyla destekledi. Kürtlere karşı savaş tezkerelerine oy verdi. Suriye gerici iç savaşının örgütlemesini eleştirip Suriye’ye yönelik savaş tezkerelerine oy vermeme tavrını, sıra Rojava’ya savaşa gelince, yeniden oy verme tavrına dönüştürdü ve işgali destekledi. Eskiden Musul büyükelçiliği yapmış milletvekili Ö. Yılmaz’ın ağzından “geç bile kalınmıştır” açıklamasıyla, diktatörün ölüm kusan savaş uçaklarının Rojava-Qaraçox’da YPG karargahını bombalamasını alkışladı. Kılıçdaroğlu, HDP’li vekillerin parlamentodan tasfiyesine, genelkurmay başkanı Akar’dan aldığı brifing sonrası, parti MYK’sının önceki ret kararını değiştirerek ve “anayasaya aykırı ama destekleyeceğiz” diyerek, omuz verdi. Ardından, anayasa mahkemesine başvuru imzası toplayan milletvekilini engellemek için cezalandırdı. 15 Temmuz askeri darbe girişimine karşı kendi inisiyatifindeki mitinglerden vazgeçip Yenikapı mitingine katılım çağrısına uydu ve diktatör Erdoğan öncülüğündeki MC’ye (Milli Cephe) katıldı. 16 Nisan akşamı, gayrimeşru ve hileli referandum sonucunu protesto eylemlerini kıran bir rol oynadı.

Ama CHP, bütün bu hizmetlerine rağmen, Erdoğan faşizminin tasfiye/cezalandırma saldırganlığından kendisini kurtaramadı. Kutsal devlet çıkarı için daima uzlaşan CHP, yeni faşist politik islamcı rejimin kuruluşuna sözlü eleştirinin ötesinde belki yine eylem yapmayacaktı. Fakat bu yeni devlet yapısında burjuva kliklerin asgari ortak çıkarlarının dahi bir yana atılarak kendisinin de tasfiye edilmeye başlandığını, milletvekili Berberoğlu’nun zindana atılmasıyla gördü. Aniden adalet yürüyüşü kararını almak zorunda kaldı. Sıranın Kılıçdaroğlu’nun hapse gönderilmesine doğru geleceğine dair bilgiler sızdı.

CHP’nin, adalet yürüyüşüne utangaçça destek veren TÜSİAD ve saray rejimiyle gerilim halindeki Batılı emperyalistler nezdinde, burjuvazinin yeni cazip seçeneği olarak sivrilmek için daha “cesur” kampanyalar yürütmeyi düşünüp eyleme geçmiş olması da muhtemel. Ayrıca bu, 2019 başkanlık seçimlerine hazırlık sürecinde, diktatörün saldırganlaşmasını frenlemek ve daha geniş kesimlerin oyunu almak için biraz “cesur” davranmaya yönelmek diye de okunabilir.

Nihayetinde, saray iktidarına muhalif olan ve hayır oyu veren kitlelerin büyük bölümü, saldırı ve katliam tehdidinin de olmayacağını hesabıyla, gücünü görmek ve göstermek için bu eylemi vesile yaptı. Ve böylece nefeslendi. Kitleler adalet yürüyüşüne esasen bu nedenle aktı, CHP teşkilatlarının çok iyi çalışmasıyla değil.

Diğer yandan, diktatörün etrafında oluşan MC bölündü ve yeniden oluşturulamayacak. Faşizmin birleşik gücünün bölünmesi, halkların devrimci-demokratik kurtuluş hareketi açısından dolaylı yedek rolü oynayacak.

Bu yönlerden, adalet yürüyüşü ve mitingi olumlu rol oynadı.

Fakat yürüyüşün ve mitingin tersi yönde bir rolü de var. Zira yürüyüş, ilk günlerinden başlayarak, 1 km’lik uzunlukta somutlaşan bayrak fetişizmiyle şovenizmi kabartıcı, Kılıçdaroğlu’nun öncülüğünü güçlendirici etkide bulundu. Maltepe konuşmasında Kılıçdaroğlu’nun, “Etnik kimliğine göre, inancına göre siyaset yapmayacağız, yapanlar vatan hainidir” demekle yetinip Kürtlere karşı savaşa üstü örtülü onay verme, vekillerin hapsedilmesine muhalefet ederken kürsü dokunulmazlığına bağlı yargılanma dokunulmazlığına da karşı çıkma, Rojava’daki işgali ve savaşı sessizce onaylama gibi tavırları, mitinge katılan geniş kitleler nezdinde rejimle uzlaşma bilincini körükleyen karakterdeydi.

Mitingin en önemli olumsuz etkisi, Gezi’de ve 7 Haziran’da yüzünü tutarlı demokratik çizgiye doğru dönmüş kitleleri yeniden CHP’ye bağlama yönündeki rolüdür.

Karşılaşacağı saldırıları yanıtlama zorunluluğundan ve karşıdevrimin iç bölünmesine bağlı doğacak çatışmalardan kaynaklanan bir kitle eylemi, onu başlatan burjuva partinin koyduğu sınır ve amacı aşarak, faşizme karşı devrimci bir kitle hareketine dönüşebilir. Bu korkuyu diktatör Erdoğan’ın kendisi ve tetikçileri de hissetti. Bu nedenledir ki, ağızlarından salyalar saçarak mafyavari tehditler savurdular. Fakat kitle akışının büyüklüğüne rağmen, eylem CHP’nin kontrolünden çıkmadı, devrimci bir kitle hareketi niteliği kazanmadı.

Sosyalizm için mücadele veya en azından tutarlı bir demokratik mücadele açısından ne yapılmalıydı? Kitlelerin kanlı bir saldırı olmaz duygusu ve sezgisiyle yer aldıkları bu yürüyüş ve mitingdeki katılım genişliğinin polis saldırılarını genel olarak frenleyici etkide bulunduğu bir siyasi ortamda, kentlerde ve mahallelerde, sokaklarda ve meydanlarda, olabildiğince yaygın tarzda, “adalet”, “OHAL kaldırılsın”, “KHK’lar iptal edilsin” talepleriyle oturma eylemleri, yürüyüşler veya açlık grevleri yapılmalı, bütün bu eylemlerin yaygınlığı ve kitleselliği büyütülmeliydi.

Bunu başarmanın yolu ise, özgücüne ve kitlelerin burjuva partilerden bağımsız olarak seferber edilebileceğine güvenip inanmaktan geçer. Ve tabii, önceleyen süreçlerde biriktirilen nitelikli bir örgütsel gücü ve örgütlü kitle çalışması alışkanlığını gerektirir. ÖDP’de ve liderlerinde olmayan da bu iki değerli şeydir.

Mücadelenin Büyümesi Neye Bağlıdır?

ÖDP, geçmiş geleneği bakımından, devrimci kitle hareketi içinden gelen, bunun deneylerini edinmiş kadrolara sahip. Ama ÖDP liderleri, bu durumla tam bir zıtlık içinde, kitlelerin devrimci mücadelesinin burjuva partiler aracılığıyla nasıl büyütüleceğinin yolunu bulmaya, ÖDP tabanını ve emekçi sol hareketi buna inandırmaya çalışıyor.

“Bu yürüyüş sayesinde, halkımız yürürken böylece nesne olmaktan çıkıp özne olmaya doğru adım adım ilerlediğini de fark ediyor.”[4] Bu sözler, ÖDP’nin fikri liderlerinden Pekdemir’e ait.

Pekdemir, adalet yürüyüşüyle coşkuya kapılmış, CHP’nin öncülüğündeki eylemlerle burjuvaziden bağımsız bir kitle hareketinin gelişip büyüyeceğine ve halkın adım adım öncü haline geleceğine kendisini inandırmış, emekçi sol hareketi de inandırmaya çalışıyor.

Bu yoldan hızlanmak gerektiğine inanmış başka bir ÖDP lideri, eski genel başkan Hayri Kozanoğlu, daha da coşmuş, Gezi-Haziran ayaklanmasıyla Kılıçdaroğlu’nu kaynaştırıyor ve daha hızlı ilerlemesi için CHP’ye yol gösteriyor:

“Maltepe Buluşması CHP’nin ve Kılıçdaroğlu’nun biraz gecikmeyle de olsa, yaşayan Gezi Ruhunu kavradığı ve kucakladığı kavşak noktasıdır.” “Kemal Kılıçdaroğlu, Ankara’dan başlattığı ve büyük bir dirayetle sürdürdüğü yürüyüşle tarihsel bir sorumluluk almıştır. Kürsüden okuduğu 10 maddelik adalet çağrısının karşılık bulması ve ülkeyi selamete çıkarması için, önümüzdeki sürece ilişkin 10 maddelik bir ‘yol haritası’ önermesi yararlı olabilir.”[5]

Pratik içindeki bir diğer ÖDP lideri Önder İşleyen de, CHP’nin halk hareketinin zorlamasıyla “rejim dışına” çıkmak zorunda kaldığını, Kılıçdaroğlu’na bu dirayetli mücadelesinde hakkını teslim etmek gerektiğini ve karşılıklı iki mücadele cephesinin netleştiğini coşkuyla vurgulayıp, CHP’yi net olarak antifaşist cepheye yerleştiriyor:

“Adalet Yürüyüşü’nün ortaya koyduğu bir diğer nokta da cephelerin netleşmesi oldu. Bir yanda AKP-Erdoğan cephesi bir yanda da Gezi’nin, HAYIR’ın halk cephesi var.” “…dirayetle yürüyen Kemal Kılıçdaroğlu’nun hakkını temsil etmek gerekir.”[6]

Kılıçdaroğlu, devlet için tehlikeli bulduğu ve asla katılmadığı Haziran ayaklanmasını kucaklamaz. Onun yürüyüşü başlatmasının nedenine değinmiştik. Tartışmamız açısından vurgu yapmamız gereken nokta şu ki, Kılıçdaroğlu ve partisinin yürüyüşle hedeflediği, ÖDP liderlerinin hepimizi ikna etmeye çalıştığının aksine, ne Gezi ruhuyla kucaklaşmak ne de antifaşist halk hareketinde ve cephesinde yer almak.

Kılıçdaroğlu, Gezi-Haziran ayaklanmasından etkilenen kitleyi sadece kendi parlamenter barajına kanalize etmeye çalışıyor. O, Gezi’den hemen sonraki seçimlerde kitlenin geri bilincine güvenmiş, muhafazakar isimleri, MHP’li faşistleri, mafyavari CHP’lileri aday göstererek yarı-faşizan biçimde oy toplamaya çalışmıştı. Söz konusu kitlenin sonraki seçimlerde CHP’den kopup HDP’ye yöneldiği görülünce, CHP şimdi taktik değiştirip bu kitleyi yeniden CHP etrafında toplamaya oynuyor.

Adeta zorunluluktan yaptığı adalet yürüyüşü vasıtasıyla, Gezi kitlesini ve Hayır kitlesini CHP’nin düzeniçi parlamenter sahasına çekiyor, aslında bu yolla rejimi devrimci halk hareketi tehlikesinden kurtarmaya da soyunmuş oluyor. ÖDP liderleri ise, bu taktiği uygulayan CHP’nin değirmenine su taşıyor, onun kitleyi düzene bağlamasına yardımcı oluyorlar.

CHP’ye ve liderine “yol haritası” önermek, bunu “ülkeyi selamete çıkarma” amacıyla, diğer bir ifadeyle faşizmden kurtulma amacıyla yapmak, ÖDP’den ve diğer emekçi sol güçlerden umudu kesmek, bir nevi “umut CHP’dedir” demektir. Erdoğan faşizmine öfke duyan kitlelere bilinçli ve iradi olarak CHP adres gösterildiğine göre, ÖDP’ye ne gerek var? ÖDP liderlerinin, partilerinin öncü olabileceğine, emekçi sol hareketin faşizme karşı kitleleri mücadeleye kazanabileceğine dair inanç ve umutları hakikaten kalmamış.

Diğer bir ÖDP lideri Pekdemir de, üstelik Kozanoğlu’dan farklı olarak pratik mücadele deneylerinden geçmiş biri olmasına rağmen, faşizmden kurtuluş -umudunu değilse bile- beklentisini CHP’ye bağlamış. Pekdemir, CHP’nin yeni bir tarzı, kitle hareketi geliştirme yoluyla siyaset tarzını benimsediğine inanarak, kitle hareketinin CHP’yle birlikte nasıl büyüyeceği konusunda emekçi sol harekete yol göstermeye çalıyor:

CHP de kendisini ve tarzını yenilemeye bir nevi zorlandı. Ama nasıl bir yeni? Bunun cevabı da yine mecburiyetten ortaya çıktı: Yeni bir halk hareketi.

O hareket ise aslında çoktandır Gezi ile yola çıkmış ve ‘Hayır’ın devamında yeni bir halk hareketi olarak yürümeye başlamıştı. Kılıçdaroğlu ve CHP aslında bu yürüyüşe katıldı.

Ali Sirmen, Kılıçdaroğlu’na ‘Bu yürüyüşten sonra başka eylemler de olacak mı, yoksa bu eylem bir son mu’ diye sormuş, Gezicilerin sloganındaki ‘Bu daha başlangıç’ cevabını almıştı.

Doğrusu da budur. ‘Bu da’ daha başlangıçtır. Çünkü her eylem/hareketlenme bir öncekinin devamıdır ve her eylem yeni bir başlangıçtır. Çünkü süreklilik ancak böyle sağlanır. Ve ivme böyle artar. Ve mücadele çıtası böyle yükselir. Kitleselleşir.”[7]

İşleyen’in, halk hareketi tarafından zorlanan CHP’nin antifaşist cephede yer aldığı tespitini yaparken yanılmasına karşılık, Pekdemir, onun iktidar tarafından zorlandığı doğru tespitini yapıyor. Fakat ikisi de, CHP’nin halk hareketiyle buluşarak değiştiğini, tarz ve strateji değiştirdiğini, antifaşist cephede demir attığını anlatarak yanılıyor ve yanıltıyorlar. Anlaşılan, umudu ve faşizmden kurtuluşu, CHP’nin önayak olacağı ve büyüteceği bir mücadelede görüyorlar. Ve yine anlaşılıyor ki, bu sadece liderlerinin söylemi değil, ÖDP’nin kararlılıkla benimsediği politikadır da.

ÖDP liderleri, CHP’nin kitlelerin içinde toplandığı demokratik kitle örgütü veya sendika federasyonu olmadığını, bir siyasi parti olduğunu unutturmaya çalışıyorlar. Harekete geçmeye zorlanan sendika ve kitle örgütleri, kitlelerin içinde toplandığı merkezler olarak, mücadele içinde değişirler. Ama siyasi partiler, belirli amaçları ve programları olan kuruluşlardır. Onların kısmi, yüzeysel ve taktiksel değişimi olabilir, ama burjuva cepheden ayrılıp halk ve ezilenler cephesine geçmezler. Kapitalizm koşullarında, siyasi partiler için halk cephesinden karşıdevrim ve burjuvazi cephesine doğru değişim mümkündür, ama tersi mümkün değildir. ÖDP, mücadelenin sayısız deneyinin evrensel tarzda kanıtladığı bu gerçeği, bilinçli olarak unutmak ve unutturmak istiyor, yanılıyor ve yanıltıyor. Syriza ve Podemos gibi sol ittifak örgütlerinin bile adeta sosyal demokratlaştıkları günümüzde, CHP gibi gerici burjuva partiler mi faşizmle mücadele saflarına ilerleyecek? Bunun olmayacağını ÖDP de biliyor. Yine de, bu liberal umuttan yoksun kalmak istemiyor.

 Bu değerlendirme, görüş ve politika, ÖDP’nin, az çok tutarlı antifaşizmden de gerileyerek, ne yazık ki, liberal solcu bir çizgiye daha çok battığını kanıtlıyor. ÖDP, AKP’ye yedeklenen liberallerin “yetmez ama evet” çizgisinin simetriğini, CHP’ye yedeklenmekte kararlı çizgisinde gösteriyor. Bununla yetinmiyor, emekçi sol hareketi de kendisiyle birlikte bu çizgiye çekmeye çalışıyor.

Fakat vurgulayalım ki, daha adalet eyleminin coşkusu zirvedeyken, CHP’nin bizzat kendi pratiği, ÖDP’nin CHP’ye dair beslediği hayalin çürüklüğünü gösterdi. 15 Temmuz darbe girişiminin yıldönümünde Kılıçdaroğlu, Erdoğan faşizminin kutlamalarına CHP tabanının da katılması çağrısı yaparak, ÖDP’yi bir kez daha hayal kırıklığına uğrattı.

CHP’ye Liberal, Kendi Soluna Uzlaşmaz

CHP’den beklenti çıtasını “tarihsel önem”e kadar yükselten ve hayli umutlanan ÖDP, Kürt ulusal özgürlük hareketiyle ve devrimci hareketle bir antifaşist cephesel birlik kurmakta ise uzlaşmaz davranıyor. Bu iki tavrı esasen uyumlu ve birbirini besliyor.

ÖDP, Kürt ulusal demokratik hareketiyle ortak cepheye isteksizliğinin gerekçesi olarak, mealen şunu söyleyegeldi: “Önce Türkiye devrimci hareketi olarak bir araya gelip biraz güçlenelim, sonra Kürt hareketiyle ortak cephe kuralım ki, Kürt hareketinin gölgesinde kaybolmadan gelişsin.”

İlk bakışta mantıklıymış gibi görünen bu düşüncenin yanlışlığı, mücadele deneyleri tarafından defalarca kanıtlandı. Deneyler bir başka şeyi daha gösterdi: Kürt hareketinin gölgesinde kalmamakta bunca titiz davranan ÖDP, CHP’nin öncülüğü altına girmekten hiç bir endişe duymuyor. Böylece, Türkiye devrimci hareketi CHP’nin gölgesinde kaybolarak gelişiyor!

ÖDP, dikkat edilsin, “Devrimci hareket olarak önce biz birleşelim, güçlenelim, sonra CHP’yle ittifak kuralım ki gelişebilelim” demiyor. CHP yürüyüşüyle nihayet vuslatın gerçekleştiği sevincini yaşıyor, kendisinin iradi olarak kurmadığı antifaşist cephenin kurulduğunu ilan ediveriyor. Yine de, Birleşik Haziran Hareketi’ne CHP’nin de katılması ricasını utangaçça dile getiriyor. Ama sonucu zaten bilinerek edilen bu rica, devrimci harekete değil, CHP’ye yönelik.

ÖDP’nin bu mantığı yıllardır var. Şimdi daha liberal ve inceltilmiş bir sosyal-şovenizme dönüşüyor. Seçimlerden eylem biçimlerine ve halkçı demokratik cephe çalışmalarına değin geniş bir alanda yansıyor.

ÖDP, 7 Haziran seçimlerinde HDP’yle ittifaka yanaşmadı. Saray darbesinden bugüne Erdoğan Kürt özgürlük hareketini soykırımcı saldırılarla ezmeye ve devrimci hareketi imha ve zindanla tasfiyeye çalışırken, alabildiğine sert bir savaş ortamının yaşandığı bu süre boyunca, ÖDP’nin birlikte mücadele açısından en değerli davranışı 10 Ekim 2015 Ankara mitingine katılmaktı. Kuşkusuz, vahşet bodrumlarını kınama açıklamaları gibi, sözlü tavır alışları da oldu. Ama bu sömürgeci savaş ve faşist devlet terörü ortamında, Kürt özgürlük hareketinin doğrudan Erdoğan faşizminin katliamcı polis gücüne yönelik eylemlerini kınama noktasına dek yürüdü.

Bu anlayış ve politika, inceltilmiş sosyal-şovenizmdir ve bir yandan da, ÖDP’nin içinde çalışma yapıp hitap ettiği kitledeki şovenist bilinçle faydacı tarzda ilişkilenmesinin ürünüdür. ÖDP’nin, keza CHP’ye ilişkin olmayacak umut beslemesinin bir nedeni de, CHP’ye oy veren kitleyle faydacı tarzda ilişkilendiğinde onu siyaseten kazanacağını sanmasıdır.

Şovenizmin etkisinde de olsalar kitleler ile burjuva partiler arasında fark gözetmek, söz konusu kitleleri kazanmaya çalışmak, bunun için antifaşist taleplerle, demokratik hak ve özgürlükler için mücadelede onlarla yan yana gelmek, eylemin değiştirici gücüne inanmak gerekir. Ama diktatör Erdoğan’ın faşist militarist güçlerine karşı yapılan eylemleri kınamakla, kitleleri etkilemek adına onlar üzerinde etkili olan şovenizme taviz vermekle, hatta basbayağı şovenist tavırlara düşmekle bu kitleler asla antifaşist cepheye kazanılamaz.

ÖDP’nin bu liberal savrulmalarının bir nedeni de, halihazırdaki demokratik kırıntıları, şimdiye değin kullanılan kimi legal imkanları koruma kaygısı ve bunun uzlaşmacı tarzda yapılabileceği yanılgısıdır. Oysa Erdoğan faşizmi, gitgide belirginlik kazanıyor ki, devrimci şiddete başvurmayanlara da acımasız davranıyor. Kürt özgürlük hareketiyle ve militan devrimci mücadelelerle araya sınır çekmek veya devrimci şiddet eylemlerini kınamak “ılımlı” legal sol güçleri faşist saldırganlıktan koruyamaz. CHP’yle sanal cephe kurup onun gölgesinde korunmaya çalışmak da işe yaramaz.

Sonuç

Erdoğan faşizminin acımasızlığı ve saldırganlığı karşısında ÖDP, devrimci nitelikten ve kararlı bir antifaşist direniş takatinden yoksun halde, dümeni gitgide daha fazla CHP’ye doğru kırıyor.

ÖDP, örgüt niteliği ve gücü, kitlelerle örgütsel bağlantısı son derece zayıf olduğu için, CHP’den umutlanıyor ve onunla antifaşist bir cephe kurulabileceği hayaline kapılıyor. Alıştığı legal çalışma ve mücadele yolunun, CHP’nin gölgesinde veya onun ittifak şemsiyesi altında durmakla açık kalabileceğini sanıyor. Şovenizme taviz vermekle emekçi kitlelerin kazanılmasında ve faşizme karşı mücadelede başarı sağlanabileceği yanılgısında derinleşiyor.

Nihayetinde ÖDP, bu doğrultuda küçük burjuva liberalizmi çizgisinde karar kılıyor. Emekçi sol hareketi de buna çekmeye çalışıyor. Böylece, CHP’nin kitle hareketinde devrimcileşme imkanlarını berhava etmeye hizmet eden burjuva uzlaşmacı işlevine onun solundan bağlanıyor. Devrimci perspektiften, öncü iradeden, direniş kararlılığından, nitelikli örgütlü güçten yoksunluğun ÖDP’de yol açtığı hazin sonuçtur bu.

Faşist politik İslamcı saray diktatörlüğü, ancak silahlı ve barışçıl, öncü tarzda ve kitlesel, yasadışı ve yasal tüm mücadelelerin toplamıyla, her koşulda dişe diş bir savaşımla ve halklarımızın bağımsız devrimci-demokratik hareketiyle yenilgiye uğratılabilir.

Batılı emperyalizm ve Türk sermaye oligarşisi, antifaşist mücadelenin faşist Erdoğan diktatörlüğünü gerileteceği bir momentte CHP’yi yeniden liberal gerici bir alternatif olarak tercih ederek, halklarımızın devrimci alternatifini bu “yumuşak” yolla yenilgiye uğratmayı ve sonucu kendi lehine dönüştürmeyi deneyebilir. ÖDP’nin liberal çizgiye doğru gerileyen küçük burjuva reformist politika tarzı buna yedeklenme hattıdır. Buna karşı ideolojik mücadele devrimci ve komünist hareketin görevidir.

Fakat elbette, faşizme karşı kararlı bir direnişi büyütme, kitleleri bu mücadeleye seferber ederek örgütlü bir güç haline getirme görevinin yalnızca bir parçası olarak…

Dipnotlar

[1] Halk Tv, Yürüyüş Günlükleri, 17.06.17

[2] Melih Pekdemir, Miting Buluşma, Birgün, 10.07.17

[3] Melih Pekdemir, Yeni Bir Siyaset Tarzı Mı, Birgün, 03.07.17

[4] Yeni Bir Siyaset Tarzı Mı, Birgün, 03.07.17

[5] Hayri Kozanoğlu, Efsane Geri Döndü Gezi Ruhu Maltepe’de, Birgün, 11.07.17

[6] Önder İşleyen, Maltepe Ve Sonrası, Birgün, 09.07.2017

[7] Yeni bir Siyaset Tarzı Mı, Birgün, 03.07.17

 

Marksist Teori

Yaygın Süreli Yayın
Varyos Yay. San ve Tic. Ltd. Şti. İmtiyaz Sahibi: Şengül Güneş Bali
Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Şengül Güneş Bali

Bize Ulaşın

Çakırağa Mah. Çakırağa Cami Sokak Birlik Apt.
No: 8/10 Aksaray/İstanbul (0212) 529 15 94
E-posta: info@marksistteori.org Twitter: @mt_dergi