Emperyalist küreselleşme döneminde tarım, gittikçe toprak, su, Ar-Ge, gübre, tohumluk ve tarım kimyasalları üretimi ve ticareti kapsayan bütün beslenme zinciri, marketlere varana kadar her şeyi kontrol altında tutan bir avuç uluslararası tekelin egemenliği altındadır.[1] Günlük ekmeğimizi doğrudan etkileyen bu alandaki yoğun tekelleşmenin sonuçları her açıdan vahimdir. Temel gıda maddelerinde yüksek fiyatlar, ki bu bir çok bölgede açlıkla eşanlamlıdır, sayısız çiftçinin artan bağımlılığı ve yıkımı, zehirlenmiş gıdalar, doğa ve sağlık için büyük tahribatlar ve türlerin yok olması temel sonuçlardan bazılarıdır. Bu sektörde en etkili olanlar iki tarımsal kimya[2] tekeli Monsanto ve Bayer'dir. Başlarken, gelecekte insanlığın beslenmesinin büyük ölçüde kimin elinde olacağı konusunda bazı ipuçları verelim.
“Hedefimiz Kar Yapmak. Bizim İşimiz Bu.”
Ve: “Etikle etik komisyonu ilgilenir, kilise de ahlakla. Bizim yetki alanımız ise kardır.” Bu iki söylem Bayer yönetim kurulu başkanı tarafından dile getirilmişti. Bir şey eklemek gerekmiyor, bunların anlamını somutlaştıran bazı örnekler vereceğiz sadece.
1899'da Bayer AG, hızlı ekonomik yükselişine büyük katkı sunmuş olan iki ürün piyasaya sürdü. Ağrı kesici olan Aspirin bugün halen işletme tarafından kutlanıyorken, ikincisi ise sessizlikle gizleniyor: “çocuklar için öksürüğe karşı sakinleştirici ilaç” olarak sunulan eroin. Morfin asetik asit karışımının sanayi üretimini yapan ilk firma olan Bayer, 1900'de, daha önce görülmemiş 15 senelik bir reklam kampanyası başlattı. Opiyatgillerden eroin, bu kampanyayla geniş bir yelpazeden hastalıklara karşı ilaç olarak pazarlandı. Bu ilacın bağımlılık üretme tehlikesinden bahseden ilk sesler duyulunca, Bayer yönetim kurulu onları “susturmayı” talep etti.
Bu karlı girişimin ardından Bayer'in başarılar tarihi, uzun yıllar genel direktörü olan Carl Duisburg yönetiminde zehirli gaz üretimi ve bunun birinci emperyalist paylaşım savaşı cephelerinde uluslararası hukuka aykırı kullanımının dayatılmasıyla devam etti.
1925'te Bayer, BASF ve Hoechst, dünyanın o zamanki en büyük kimya tekeli olan IG Farben'de birleştiler ve Hitler diktatörlüğünde yüksek karlar için milyonlarca cesedin üzerine basıp geçen Alman tekellerinden birini oluşturdular. Zyklon B, yani toplama kamplarında sistematik olarak insanları öldüren gaz, IG Farben'den teslim edildi. O tekel, Auschwitz'te insanları köle olarak çalıştırdığı kocaman bir fabrika inşa etti, toplama kamplarında insanlar üzerinde denemeler yaptı. IG Farben'ın özel mülkiyetinde olan toplama kampı Auschwitz-Monowitz'te zorla çalıştırılan on binlerce esir işçi hayatını kaybetti.
Nürnberg Mahkemeleri'nde IG Farben'le ilgili ayrı ve özel bir dava olmasına ve orada sayısız suç tespit edilmesine rağmen, hükümlü yöneticiler kısa hapis cezalarından sonra kariyerlerini sürdürdüler. Örneğin Fritz ter Meer, Auschwitz'te köleci koşullarda zorla çalıştırılan işçiler hakkında, “Onlara özel bir zarar verilmedi, çünkü zaten öldürüldüler” diye ifade veren biri olarak, denetleme kurulu başkanı olabildi ve bugün Bayer'in bir eğitim vakfı halen onun ismini taşıyor.
IG Farben, İspanya İç Savaşı'nda Francocu faşistlere yüz binlerce Peseta bağış yaptı ve “Legion Condor”un Guernica ve başka Bask kentlerine karşı gerçekleştirdiği hava saldırılarında kullanılan B1E bombalarını üretti.
İkinci emperyalist paylaşım savaşından sonra Bayer tarihçesinde başka bir kara mihenk taşı Vietnam Savaşı'dır. Daha o dönemde Monsanto ile yakın işbirliği halindeki Bayer AG, 1969-71 arasında ABD ordusuna, Vietkong özgürlük savaşçıları ve halka karşı ormanları yapraksızlaştırma amaçlı kullanılan toplam 80 milyon litre “Agent Orange” zehri temin etti. Vietnam halkı bunun dolaysız ve irsi zararlarından bugüne dek etkilendi. ABD mahkemeleriyse, “Agent Orage” kimyasal silah olmadığı ve dolayısıyla uluslararası yasalar ihlal edilmediği gerekçesiyle, tazminat taleplerini reddetti.
'80'li yıllarda dünya çapında hemofili hastalarının yarısı HIV'e yakalanırken, bunların büyük çoğunluğunun enfeksiyon nedeni pıhtılaşma ilacı Koate gibi Bayer ürünleriydi. Bayer, maliyetten tasarruf etmek amacıyla, var olan deaktivasyon mekanizmalarını yıllar boyunca kullanmadı. ABD ve Avrupa'da işlenmemiş kan ürünleri yasaklandıktan sonra bile, rafta kalanlar Latin Amerika ve Asya'ya ihraç edildi. Binlerce insan bunun bedelini hayatıyla ödedi.
Bayer'in ürettiği ilaçların verdikleri zararlar ve ölümcül de olabilen yan etkileri o kadar çok ki, burada konuya değinmek için yalnızca bir örnek vermekle yetinelim: Doğum kontrol hapları Yasmin ve Yasminelle kullanımı sonucu kayıtlara geçmiş en az 190 ölüm ve Bayer'e karşı 10 binden fazla şikayet mevcut.
Çocuk işçi çalıştırmak, Bayer'in halen işlemeye devam ettiği kanıtlanmış suçlarından biri. Yüzde yüz Bayer'in taşeron şirketi olan Proagro'nun hint pamuk tarlalarındaki çocuk istihdamı Monitor tarafından kanıtlandı ve bu kesinlikle tek örnek değil.
Kapitalist üretim biçiminde belirleyici olan, insanların ihtiyacı değil, çıplak kardır. Tarım söz konusu olunca bu, gıdalarımızın kar için resmen zehirlendiği anlamına gelir.
Dünya Sağlık Örgütü'nün tahminlerine göre her yıl ortalama 200 bin insan pestisist (tarım kimyasalları) sonucu ölüyor ve 20 milyon insan zehirleniyor. Gerçek rakamlar ise bu resmi verilerin çok üzerinde. Özellikle mali-ekonomik sömürge ülkelerde çoğunlukla hiçbir korunma önlemi yok ve Avrupa ve ABD'de çoktan yasaklanmış ürünler buralarda devrede. Akut zehirlemelerin yanı sıra uzun vadeli çok sayıda sorun da tespit edilmiş durumda. Birçok tarım kimyasalı kanser üretiyor ya da örneğin hormonal sisteme zarar veriyor. Bayer ve Monsanto bunun baş suçluları arasındalar. Monsanto'nun geliştirdiği yabani otları yok eden ama kanser üreten herbisist glyphosat (ticari ismi Roundup) dünyada en fazla kullanılan tarım zehridir. Her sene 700 bin tondan fazla püskürtülür. Verdiği ağır sağlık zararlarına ve toprağı zehirlemesine rağmen, AB kullanım iznini şimdilik 2017 sonuna uzatmış bulunuyor. Glyphosat haklı olarak eleştirilerin hedef tahtasında, fakat Bayer'in ürettiği glufosinat da kimyasal olarak glyphosata çok yakın ve daha az tehlikeli değil. O da mesela ceninlerde oluşum bozukluğu yaratabiliyor.
Tarım kimyasallarının doğaya etkileri örneğin arıların ölmesinde net görülür, fakat kuşlar da bundan derinden etkilenir. Bayer'in kimyasalları Gaucho ve Poncho'nun arıları öldürdüğü yıllardır bilinmektedir. 2007 yıllında ABD'deki arı varlığı % 70 azalmış, bir milyondan fazla arı kolonisi yok olmuş durumdaydı. Pestisist ve gübre kullanımı aynı zamanda toprağın erozyonuna neden olur ki, bu da dünya çapında ciddi bir sorundur.
Bayer-Monsanto tarafından işlenen suç ve cinayetlerin bu kısa ve eksik manzarası, yakında en büyük tarımsal kimya tekelini oluşturacak olanların hareket tarzı konusunda yeterince fikir vericidir.
Tarımsal Kimya Sektöründe Tekelleşme
Anlaşma yapıldı: Eylül 2016'da, Alman kimya tekeli Bayer'in ABD'li şirket Monsanto'yu -dünyanın bir numaralı genetiği değiştirilmiş organizmalı (GDO) tohum üreticisi- 66 milyar dolara (hisse başına 128 dolar) satın alacağı duyuruldu.
Birçok ülkenin kartel dairesi izni henüz çıkmış değil, fakat onay vermesi gereken yaklaşık 30 kurumun üçte ikisine başvuruları sunulmuş durumda. Monsanto'nun hisse sahipleri Aralık 2016'da % 99 oyla birleşmeyi kabul ettiler. Ocak 2017'de de, Bayer şefi Baumann Monsanto şefi Hugh Grant'la birlikte Trump Tower'da Amerika'nın yeni başkanıyla “birleşmenin mantığı hakkında” bir görüşme yaptılar. Bayer'in “olumlu geçti” dediği ziyarete ilişkin, Trump'a ABD'de milyarlarca dolarlık yatırım yapılacağı sözü verildiği ve böylece onun birleşmeye evet demesinin satın alındığı yorumları basında yer aldı. Birleşmenin 2017 sonuna kadar tamamlanması bekleniyor.
Tarımsal kimya alanında tekelleşme süreci hayli ilerlemiş durumda. 1985'te tohumluk satıcısı en büyük 10 şirket toplam % 12,5 dolayında pazar payına sahipken, 2011 yılına gelindiğinde Bayer, BASF, DuPont, Monsanto, Syngenta & Co toplamda % 75,3 pazar payı elde etmişlerdi. Tarımsal kimya sektörü toplamında ise yine 2011'de 11 tekel dünya pazarının % 98'ini ele geçirmişlerdi.
Monsanto-Bayer birleşmesiyle doğan yeni tekel, tohum dalında dünya pazarının % 30'unu ve tarım kimyasallarında şu anda en önde olan İsviçreli Syngenta'yı de geçerek dünya pazarının % 28'ini kontrol edecek. GDO bitkilerde, Monsanto ve Bayer birlikte % 90'ı epey aşan pazar payıyla rakipsiz bir tekel pozisyonunda olacaklar.
Çok sayıda görece küçük işletme zaten tarihe karışmışken, tekelleşme artık büyük tekellerin birleşmesi yoluyla daha çok ilerliyor. Şubat 2016'da ABD'li tekeller Dow Chemical ve DuPont, borsa değeri 130 milyar doları bulacak olan DowDuPont adıyla birleşme niyetlerini duyurdular. Gübre sektöründe iki Kanadalı firma, Potash ve Agrium birleşti. Ayrıca, İsviçreli tarımsal kimya devi Syngenta'nın Çin devlet işletmesi ChemChina tarafından yutulması sürmekte.[3] Ekim 2016'da basın, ChemChina'nın başka bir Çin devlet işletmesi olan Sinochem Grubu'yla da birleşme aşamasında olduğunu haber vermişti. Ki bu birleşme de gerçekleşirse, 100 milyar cirolu dev bir tekel ortaya çıkacak. İlgili tekel sözcüleri bu haberi onaylamadı, fakat tarımsal kimya sektöründe baş döndürücü hızdaki birleşmelerin, yani sermayenin merkezileşmesi sürecinin devam edeceğine kuşku yok.
Süregelen birleşmeler öngörüldüğü gibi gerçekleşmeye devam ederse, bunun sonucunda tarım kimyasalları ve tohumluk piyasasında belirleyci olan sadece dört büyük tekel kalacak: BayerMonsanto (2015'te tarım kimyasalları ve tohumluk cirosu 23,1 milyar avro), SyngentaChemChina (14,8 milyar), DowDuPont (14,6 milyar), ve dördüncü sırada, şimdiye kadar birleşme furyasının dışında kalan fakat ortaklıklarıyla gündeme gelen, dünyanın en büyük kimya tekeli Alman BASF (5,8 milyar). BASF 2007'den beri Monsanto'yla ortak çalısıyor ve bu işbirliğini Monsanto-Bayer birleşmesinden sonra da sürdürmek istiyor. BASF 2015 Global 500'lerde 76. sırada yer alıyordu ve toplam cirosu 70,45 milyar avroydu. Bu listede Bayer 97. ve Monsanto ise 420. sırada yer alıyorlardı.
Yoğun Sermaye Birikimi Ve Dijital Tarım
Sektördeki mevcut birleşme dalgasının somut bir nedeni kuşkusuz tarımda kar oranlarının düşüşüdür. ABD tarım bakanlığı, 2016'daki gelir gerilemesinin iki haneli rakamlarda olacağının ve 2009'daki düzeye kadar düşeceğinin öngörüldüğünü bildirmişti. Bu, tarım kimyasallarına talebin de azalması demek. Dünyanın başka yerlerinde de gelirler düşüyor, Latin Amerika'nın en büyük iki tarım üreticisi ülkesi olan Arjantin ve Brezilya krizde, Çin'de de büyüme oranı geriliyor. Yoğun sermaye birikimi -özellikle biyoteknoloji ar-ge'sine yapılan kapsamlı yatırımlarla- kar oranları üzerindeki basıncı artırıyor.
Bu koşullar altında büyük tekeller için birleşmeler, üretim giderlerinin -en başta, birleşme sonucunda işçileri sokağa atarak veya daha az ücret ödeyerek- azaltılması ve tekel pozisyonu sayesinde daha yüksek fiyatların dayatılması aracılığıyla, yine de karları yükseltebilmek için elverişli bir yöntem oluyor.
2014'ten itibaren birleşmelerin hız kazanmış olmasının bir başka nedeni, piyasada pay kapma dalaşlarının yanında, özellikle uydu takibini de kapsayan dijital tarım gibi yeni teknolojiler üzerine girilen muharebeler. Tohum ve tarım kimyasallarından ziyade, bugün kimyasalların bir dalı olan gübrede ve tarım makinesi üretiminde daha yüksek karlar elde edilebiliyor. Ki tarım makinesinden kastettiğimiz, artık sadece traktör veya patoz değil, dron, robot ve GPS sistemleri gibi en modern teknolojik araçlar. Bu araçlarla toprak, iklim, su gibi tarım için önemli unsurlar hakkında uydu aracılığıyla değerli bilgiler toplanıyor. Bu dalda faaliyet yürüten Monsanto taşeronu Precision Planting LLD, geleceğini “dijital tarıma endeksli” tasarlayan Bayer açısından, birleşme paketinin içinde sevindirici bir lokma oldu.
İpi Elde Tutanlar Pazarlık Masasının Her İki Tarafında Oturuyor
Marksist Teori'nin 25. sayısındaki “Kapitalizmin Varoluşsal Krizi” yazısında şu önemli tespit yapılıyor: “Sermaye birikiminin iki yolu vardır. Birincisi artıdeğer üretmek, ikincisi birikmiş, başkalarınca üretilmiş artıdeğeri mali araçlarla gasp etmektir. … Emperyalist küreselleşme döneminde mali araçlarla birikim hızlanmaya ve birincisine egemen olmaya başladı. Bu, sermayenin çürümesinden başka bir anlama gelmez.” Bugün devasa miktarlarda parayı ellerinde tutan “gölge bankalar”[4] ve portföy idarecileri tam da bu fenomenin ifadesidir.
Blackrock, Fortune 2016'ya göre 500 en büyük tekel arasında 250. sırada, dünyadaki en büyük portföy idarecisi. ABD'li bu finans işletmesi, 2015 yıllında 11,4 milyar dolar ciro yaptı ve müşterileri arasında örneğin Avrupa merkez bankası ve İngiliz maliye bakanlığı da bulunuyor. Esas gücü, sadece kendi cirosunda değil, yaklaşık 5 trilyon dolarlık -yani Almanya'nın gayrisafi milli hasılasının 1,5 katını aşan- bir meblağın tasarruf hakkına sahip olmasında.
Bayer-Monsanto birleşmesiyle Blackrock'ın ilgi çekici ilişkisi şu ki, bu “gölge banka” pazarlık masasının iki tarafında da oturuyor! Tabii böylece karını en iyi şekilde optimize ediyor. Blackrock Bayer'in en büyük hisse sahibi ve Temmuz 2016'da, tam da birleşme müzakereleri esnasında, payını % 6,5'ten % 7'ye yükseltti. Aynı Blackrock % 5,75'le Monsanto'nun de ikinci büyük hissedarı! Böyle büyük anlaşmalarda kazanacak çok şey olduğunun farkında olan başkaları da var elbette. Vanguard, bir başka ABD'li finans yatırımcısı, Monsanto'da en büyük hisse sahibi ve Bayer hissedarlığında da dördüncü sırada yer alıyor. Capital Grubu ise her ikisinde üçüncü sırada. Sadece hisse başına 128 dolarlık satış fiyatından dolayı, Blackrock yaklaşık bir milyar avro kazanacak. Ama Blackrock gibi mali tekellerin stratejisi, her şeyden önce, çiftçilerin en korktuğu şeyi gündeme getiriyor: yükselen karlar için yükselen girdi fiyatları. Bu büyük anlaşmalar ve birleşmelerin arka planında ipleri kimin tuttuğu böylece anlaşılıyor.
Yeşil Gen Teknolojisi, Süper Yabani Ot Ve Terminatör Tohumlar
1990'lı yılların başında biyoteknolojinin yarattığı heyecanla, kimyasal, ilaç ve tıbbi şirketler ile tohum firmaları “Life-Science Complex”[5] olarak bir araya geldiler ve çok sayıda birleşme gerçekleştirdiler. Fakat genetik yapılarıyla oynanmış tohumları -en başta dünya çapında halkların büyük direnişlerinden dolayı- beklendiği ölçüde satılamadığı için, bazı ilaç tekelleri yeşil gen teknolojisinden geri çekildiler ya da şirketin ilgili parçalarını taşeronlaştırdılar.
Bayer ise bu konseptle devam edecek gibi görünüyor. Kendisini “Life-Science İşletmesi” olarak adlandırıyor ve Monsanto'yu satın alması da bunu işaret ediyor. Zaten baştan itibaren büyük uluslararası tarımsal kimya tekelleri yeşil gen teknolojisinin motor gücü olmuşlar ve tohumluk üreten şirketleri art arda yutmuşlardı. “Sanki Bayer'in şu anda izlediği model, önce tarımsal kimyada faal olan yarısıyla insanları hasta etmek, sonra da öbür yarısı olan farma bölümünden gerekli ilaçları onlara satmaktır. Böylece Bayer, artık hem kanseri hem de kanser ilaçlarını piyasaya sunmaktadır” diyor, Bayer'in Tehlikelerine Karşı Koordinasyon'dan bir sözcü.
Zehirli kimyasallar ticareti, GDO'lu bitkilerden kar elde etmekte temel bir rol oynuyor. Piyasada olan transgen bitkilerin üçte ikisi, belirli tarım ilaçlarına karşı dirençli. Dolayısıyla bu kimyasallar bütün yabani otları öldürürken, GDO'lu bitkileri etkilemiyor. Sonuç itibarıyla, yeni GDO'lu tohumlarla beraber, her şeyden önce, tarım kimyasalları için büyük bir pazar yaratılıyor, ki elbette onlar da aynı tekel tarafından üretiliyor. Böylece, transgen tohumlar direkt ilgili kimyasallarla birlikte satılıyor. Mesela, genetik dokusuyla oynanmış soyanın % 95'i, mısır ve pamuğun ise % 75'i, Monsanto tarafından geliştirilmiş tarım kimyasalı glyphosata karşı bağışıklığa sahip.
Elbette Monsanto ve Bayer'in doğal-dayanıklı bitkileri geliştirmekte çıkarları yoktur, çünkü onlarla birlikte ilaç ve gübre satamazlar. Bundan ötürü, baklagillerdeki azotu bağlayabilme özelliğini başka bitkilere aktarma denemelerinin -ki bu denemeler aslında çok yararlıdır, çünkü azot üretimi ve yapay gübre fazlası ciddi ekolojik zararlara yol açmaktadır- büyük oranda durdurulması pek şaşırtıcı değildir. Kimya sektörü, kendi karını tehlikeye atmaktansa, bu yönlü araştırma-geliştirme çabalarını engellemeyi tercih etmekte, dolayısıyla kendi üretkenliğindeki gelişimi de bloke etmektedir.
Monsanto ve Bayer gen teknolojisini tarımda yeni mucize olarak sunmuşlardı. Güya hasatlar daha fazla, giderlerse daha az olacaktı, fakat vadettikleri hiçbir şey gerçekleşmedi. GDO'lu tohumların yaygın kullanıldığı ABD'de çiftçilerin yarısından fazlası, şimdiden kimyasallara bağışıklığı olan “süper yabani otlar”la boğuşuyor. Süper yabani otlar hızla yaygınlaşıyor ve tarıma zarar veren bu yabani otlar ile haşereler çabuk uyum sağladıkları için zehir dozajı gittikçe artırılıyor.
“Kelepçe anlaşmalar” nedeniyle, tohum ve ilaçları tek bir firmadan almak şart. GDO'lu bitkilerin kullanımı yeni bir biçimde kölelik üretiyor. Hindistan'da artık yeni tohumları alamamalarından dolayı aileleri açlığa maruz kalan binlerce küçük üretici köylünün kısa sürede intihara sürüklenişi bunun çarpıcı bir sonucu.
Bayer ve Monsanto gibi dünya tekellerinin kar hırsıyla insanlığı ve hatta kapitalist üretkenliğin kendisini nasıl bir uçuruma götürdüğünün bir başka göstergesi de, “intihar tohumları” olarak da bilinen terminatör teknolojisidir. Özellikle Monsanto-Bayer tarafından dayatılan terminatör teknolojisi, tohumları kısırlaştırarak tek bir hasattan sonra tekrar ekim için kullanılamaz hale getiren bir çeşit gen manipülasyonudur. Böylece her defasında bütün tohumları yeniden satın almak zorunda kalan çiftçiler, tohumluk üreten tekellere tamamen bağımlı kılınmaktadır.
Bu tip gen manipülasyonlarının insanlara ve doğaya ne gibi etkiler yapacağı henüz bilinmiyor -nükleer enerji de uzun zaman “temiz enerji” olarak kabul görmüştü!-, fakat şimdiden bazı araştırmalar, bitkilerin kısırlığına yol açan bu genin insanların yeni kuşaklarına aktarıldığını belirtiyor.
Açlığa Patentler
Patentler, sadece yeni GDO'lu tohumlara değil, normal tohumlara ve tabii ilgili ilaçlara da alınır. Bu, patent yoluyla canlı ve cansız her şeyin satın alınabilir olduğu anlamına gelir.
Monsanto-Bayer'in başvurduğu patentlere bakıldığında, tohumları GDO'lu olsun olmasın, hem gıda piyasası hem de biyoyakıt gibi enerji piyasası için gerekli olan ve tekrar yetişebilen hammaddelerin ticaretini kontrol edebilecekleri ortaya çıkar. Gerek biyoenerji gerekse gıda ve yem üretim zincirinin büyük bölümünü ele geçirmeyi hedefledikleri görülmektedir. Tohum, burada stratejik bir yere sahiptir, çünkü her iki pazar için de esastır. Tohumluk pazarını kontrol eden, rekabet halindeki her iki pazarda da yüksek kar sağlayabilir; özellikle hammadde talebe göre kısıtlıysa büyük kazançlar elde edilir.
Tekellerin aldıkları patentler tür ve sınıfın tamamını kapsıyorlar, belli bir cinsle sınırlı kalmayıp ondan türetilmiş ve aynı genetik formu içeren bütün öbür cinsleri de içeriyorlar. Tekel, tohumculuktaki pazar payını büyütürken, sadece tohumları değil, ardından gelen üretim zincirinin bütününü kontrol edecek duruma geliyor. Patentler aracılığıyla tekeller, tohumdan bitkiye, hasattan ve sonraki işlemlerden marketteki satışa kadar gıda üretiminin bütün aşamalarına egemen oluyorlar.
Monsanto daha '80'li yıllarda GDO'lu bitkiler için patent almaya başladı ve şu anda sadece ABD'de 600 patenti elinde tutuyor. Monsanto, sebzelerin dışında, tavuk yemi için de bir patent başvurusu yaptı. Eğer bir tavuk Monsanto'nun aldığı patent kapsamına giren yemle beslenmişse, Monsanto yumurta ve etten de payını alacak demektir bu! Bayer de patent konusunda en önde olan tekellerden. 2013'te Bayer, Avrupa'da GDO'lu bitkiler için verilen iki bin patentten 206'sını aldı, Monsanto da 119'unun sahibiydi. Birleştikten sonra bu şirketlerin patent savaşında ön mevzilerde duracakları apaçıktır.
Sebze tohumlarının % 95'i şimdiden 5 tekelin kontrolü altında. Gıda çeşitliliği ve seçenekleri azalıyor, fiyatlar artıyor. Günlük ekmeğimizle yapılan spekülasyon herhangi bir sınır tanımıyor.
Durgunluk Ve Çürüme - Kapitalizmin Dibe Doğru Gidişi
100 sene önce var olan tohum çeşitlerinden bugün artık % 90'ı yok olmuş durumda. Filipinler'de '60'lı yıllarda 3 bin farklı çeşit pirinç mevcutken, 20 sene sonra ülkenin tarım yapılan arazilerinin % 98'inde yalnızca iki çeşit pirinç ekilmekteydi. Dünya çapında kültür bitkisi türlerinden tahminen % 75'i 20. yüzyılda telafi edilemez şekilde kayboldu. Hayvancılıkta da durum farklı değil; örneğin tavukta üç dünya tekelinin elinde bulunan sadece 24 üreme hattı kaldı.
Bitki çeşitleri azalıyorken, tarım da sayısı gittikçe azalan satıcılara daha bağımlı hale geliyor. Dolaysıyla onlar, tohum, ilaç ve gübre fiyatlarını daha da yükseltebiliyorlar. Sadece son 20 yılda mısır ve pamuk tohumlarının fiyatları dört katına çıktı mesela.
Yeni ürünlerin geliştirilme hızı, araştırmanın tek yönlü olması nedeniyle, oldukça gerilemiş vaziyette. Bayer-Monsanto birleşmesiyle doğacak olan yeni dünya tekeli, hem tohumculuğun geliştirilmesinde hem de tarımsal ilaçlar ve kimyasallar alanında aktif olduğu için, Ar-Ge'nin yönü baştan belli. Toprağa, hayvanlara ve her şeyden önce insan sağlığına zerre kadar önem verilmiyor. Gıda üretim sektörünün insan eliyle yayılan sera gazlarının % 40'ını üretiyor oluşu gibi gerçekler tarımsal kimya tekellerinin ilgi alanına girmiyor elbette.
Tarım ilaçlarından Bayer'in glufosinatı veya Monsanto'nun glyphosatı 40 senedir piyasada, yani yabani otların bu kimyasallara karşı gitgide dirençli olmaları sürpriz değil. Ve tarım kimyasallarının kullanımı dünyada her geçen gün artıyor. Tohumlar ve güya tohumları koruyan ilaçlar birlikte satıldıklarından, artık başka yönlü araştırmalar yok denecek kadar az. Çözüm, zehrin miktarını artırmakta görülüyor. Bizzat Bayer de bu gerçeği inkar etmiyor: “25 seneden fazla bir süredir, dünya tarım ilaçları endüstrisi ekonomik anlamda kayda değer, yeni bir etki mekanizmasına sahip bir tarım herbisisti geliştirip piyasaya sunamadı. Bu, başka şeylerle birlikte, endüstrinin konsolidasyonunun ve ona eşlik eden yeni herbisistler için araştırma çabalarının belirgin bir şekilde azalmasının sonucudur.” Bu tespiti, Kasım 2012'de Bayer Cropscience tarafından Frankfurt'ta düzenlenen bir seminerde, Bayer araştırmacısı Dr. Herman Stübler yaptı.[6] Tekelleşmenin vardığı düzeyin üretici güçlerin gelişimini nasıl gemlediğinin, demek ki, ilgili tekellerin temsilcileri de gayet farkındalar. Fakat farkında olmaları bir şeyi değiştirmiyor, çünkü kapitalist üretim biçiminin emperyalist küreselleşme aşamasında yakalandığı varoluşsal krizin bir işareti olan bu durumu değiştirmek onların elinde değil. Sistemin kendisinin ürettiği bu kriz ancak bu sistemle birlikte aşılacak.
Temel beslenme maddelerinin fiyatlarındaki yükselişin yanı sıra, yanlış/sağlıksız beslenme de reklamlar aracılığıyla teşvik ediliyor. Yiyeceklerimizin resmen zehirlenmesi, spekülasyon ve kar için kötüye kullanımı artıyor. Yiyecekler çoktan yaşamın temel bir ihtiyacını karşılayan ürünler olmaktan çıkıp, kapitalizmde istisnasız her şeyde olduğu gibi, dünya tekellerinin mümkün olduğu kadar çok kar sağlamaya çalıştıkları metalara dönüştüler.
Tarım bitkilerinin DNA yapılarının patent olarak satın alınması, herhangi bir bağımsız ürün türetmeyi, hatta izinsiz ekim yapmayı bile yasal açıdan imkansız kılıyor. Ki Monsanto, rüzgarın tarlasına tohum saçtığı sayısız çiftçiyi, tohumun patent ödemesi yapılmadan kullanılmış olması gerekçesiyle, mahkemeye vererek iflasa sürükledi. Büyük tekellerin aldıkları patentler sayesinde üretim zincirinin bütününü kontrol altında tutmaları, özellikle mali-ekonomik sömürge ülkelerde bütün tarımın tahribatını ve tekellere gittikçe artan bağımlılığı getiriyor. Küçük köylüler bunun sonuçlarını en ağır yaşayanlar. Örneğin Meksika'da, NAFTA’nın imzalanmasından sonraki 14 yıl içinde, 6 milyon köylü toprağını terk etmek zorunda kaldı. Geniş tarım alanlarını birer monokültür çölüne çevirmek amacıyla köylüleri topraklarından sürmek, zorunlu göç, işsizlik ve açlık, yani kısacası sosyal ve ekolojik yıkım, dünyanın birçok yerinde sırf geleceğin değil bugünün de acı gerçekleri arasında.
İnsanlığa yaşattıkları bu sonsuz acıların yanı sıra, Monsanto-Bayer gibi tekellerin yarattığı tahribat, kendi varlıkları da dahil bütün dünyayı bir varlık-yokluk krizinin eşiğine getirmiş durumda. Toprağın verimsizleşmesi ve çölleşmesi, bitki ve hayvan çeşitlerinin yok edilmesiyle doğanın bütün dengelerinin bozulması, kutuplardaki buzulların erimesinden ozon deliğinin büyümesine kadar iklim katastrofu, hava ve suyun kirlenmesi gibi olgular, her gün derinleşen ekolojik krizin bazı temel belirtileri. Herkese yetecek kadar üretim kapasitesi mevcut olmasına rağmen, tekellerin kar hırsından dolayı insanlık ciddi açlık ve beslenme krizleri yaşıyor. Sermayenin yarattığı bu ekolojik-biyolojik kriz nedeniyle, artık kapitalist üretim tarzı, toplumsal olarak kendisiyle beraber, fiziksel olarak dünyayı da yok etme aşamasına varıyor. Sermaye, her şeyi olduğu gibi, dünyanın kendisini de kara kurban ediyor, fakat henüz ayda yeterince yatırım yapamadıkları için tekeller bizzat kendi varlıklarının da fiziki sonunu hazırlamış oluyorlar.
Bayer-Monsanto birleşmesi örneğinde, sermaye ilişkileri altında başka bir seçeneğe de sahip olmayan dünya tekellerinin “bizden sonrası tufan” politikasının nasıl devam ettiğini ve dünyayı yaşanmaz bir çöle dönüştürmesini engellemek için bu emperyalist sistemi bir an önce tarihin gübre çukurunda boğmamız gerektiğini görüyoruz.
Dipnotlar
[1] Kahve hasadının % 45'inin kavrulmasını sadece 3 şirket ve kakao işlenmesinin % 40'ını sadece 4 şirket gerçekleştiriyor. 5 işletme dünya tahıl pazarının % 90'ını kendi aralarında paylaşmış durumda; pazar liderleri olan Cargill ve ADM dünya çapında ticaretin % 65'ine sahip. Tohumculukta en büyük 3 üretici şirket, pancarda % 90, mısırda % 57 ve soyada % 55 pazar payını elde tutuyor.
[2] Tarımsal kimya gübre, bitki koruma ilacı (herbisist), biyodizel, genetiği değiştirilmiş bitkiler, biyoteknoloji gibi alanlarda üretimi ve araştırma-geliştirmeyi kapsar.
[3] Bugüne dek tarım kimyasalları pazarı lideri olan Baselli Syngenta 43 milyar dolara ChemChina tarafından satın alındı. ChemChina, daha 2012'de İsrail işletmesi Makhteshim-Agan'ı satın almıştı ve sonuçta 14,8 milyar avro birleşik ciroya gelmişti.
[4] Olağan banka sisteminin dışında faal olan mali işletmeler.
[5] Canlı bilimleri ya da biyobilimler, biyolojinin dışında tıp, biyotıp, farmakoloji, moleküler biyoloji, biyokimya, biyoenformatik, tarım teknolojisi, gıda bilimi, gıda teknolojisi vb. bölümleri de kapsıyor.
[6] Junge Welt, 26.10.2016, “Griff nach der Marktmacht”