Nakba'dan Gazze'ye: Umuda 'Kurşun' İşlemez

İsrail kurulduğu günden bu yana kadim Filistin halkının çektiği acılar hiç değişmedi. Emperyalistlerin ve işbirlikçilerinin takındığı ikiyüzlü tutum da öyle. İsrail, dünyanın gözleri önünde insanlığı kurşuna dizerken, ABD hep İsrail’i destekledi, Avrupa Birliği kof ateşkes çağrıları yaptı, işbirlikçiler ise yaygara kopardı, ama kalıcı ya da geçici hiçbir yaptırım uygulanmadı. Tam bir insansızlık hali... Ağır çekim soykırıma sadece dünya işçi sınıfı ve ezilenleri ses çıkarttı. İnsanlık onurunun ayaklar altına alınmasına izin vermedi.

Büyük Felaket 61. yılında sürüyor Gazze katliamı da bu tabloyu değiştirmedi. İsrail, Nakba’nın (Büyük Felaket) 60. yılını, Filistin’i kana boğarak tamamladı. İsrail savaş uçakları, yılın son günlerinden başlayarak, Gazze Açık Hava Hapishanesi’ne gökten ölüm ‘döktü.’ Yasaklı beyaz fosfor bombası, dumanlarla kaplı Gazze göğü üzerinde bir salkım gibi açılıp düştüğü okul ve hastanelerde cehennem ateşleri tutuşturdu, binlerce Filistinliyi diri diri yaktı. Katliam, yeni yılda kara saldırısıyla sürdü. Siyonist saldırganlık, Büyük Felaket’in 61. yılında, Gazze’de yeni bir Sabra ve Şatilla katliamına imza attı.

Hanuka (Işıklar) Bayramı’nın son gününde başlatılan ve bayramdan esinlenerek ‘Dökme Kurşun’ ırkçılık kılıfı giydirilen katliam, 22 gün sürdü. Emperyalistler ve siyonistler, direnişi kıramayınca, katlettikleri çocukların cesetlerine basa basa bir kez daha sahneye çıktı, insanlık enkazın üstüne ‘barış’ masası kurdu. Zira İsrail, 18 Ocak’ta tek taraflı ateşkes ilan ettiğinde, ardında bin 400 ölü, 5 bin 300’den fazla yaralı bırakmıştı. Ölenlerin 450’ye yakını çocuk ve kadındı. Bombardımanlarda 5 bin ev yerle bir edilmiş, 20 bin ev maddi hasar görmüştü. 400 bin kişi susuz, kentin üçte ikisi elektriksizdi. Gazze, tam bir hayalet kenti andırıyordu. İsrail tanklarının çekildiği bölgelerde, enkaz altından hala cesetler çıkarılıyordu.

60. yılı, Gazze katliamı ile tamamlanan Büyük Felaket, şimdi Gazze’de ateşkes adıyla sürdürülüyor. Gazze şimdi aç, susuz. Gazze şimdi evsiz, barksız... Ama umutlar dimdik ayakta! Çünkü siyonist İsrail devleti, Gazze direnişine ve dünya halklarının vicdanın ayaklanmasına çarptı; tek taraflı ateşkes ilan etmek, işgale son vermek zorunda kaldı. Gazze, taş oldu, Gazze, ev yapımı roketler oldu, kanaya kanaya siyonist işgale ve vahşete direndi. Direniş, dünya çapında bir dayanışma hareketi tetikledi. ‘Şer ekseni’nin iradesi kırılmak bir yana, daha güçlendi. Gazze işgali ve katliamı, Irak işgali ve katliamı gibi ‘şer ekseni’ni dünyasallaştırdı.

Bir 'kurşun'la birkaç kuş vurma hevesi

Siyonistlerin katliam için bahanesi hazırdı: “Dökme Kurşun Operasyonu, İsrail’in varlığını tehdit eden roket saldırılarını durdurmaya yönelik bir savunma hareketi.” Amaç; “Silah girişinin sağlandığı Mısır bağlantılı tünelleri ortadan kaldırmak.”

Oysa, ateşkesin bozulduğu 2004 yılında Gazze’den siyonist yerleşim bölgelerine topu topu 281 roket atılmıştı.

2005 yılında bu sayı 179’a düşmüş, ateşkesin son bulduğu Eylül 2005’ten Ocak 2006’ya kadar ise İsrail’e sadece 40 roket isabet etmişti.[1] 2008 başında da, Hamas ve İsrail arasında Mısır’ın da yardımıyla yeni bir ‘ateşkes’ sağlanmış, füzeler büyük ölçüde susmuş, ama İsrail’in Gazze’ye uyguladığı abluka yine son bulmamış, İsrail sık sık Gazze’ye girmeyi sürdürmüştü.

Komik görünüyor değil mi? Büyük çoğunluğu ev yapımı, yani, düşük menzili ve tesir gücü düşük yüzlerce roketle sınırlı direniş, ABD emperyalizminin bölge jandarması nükleer güç İsrail’in varlığını tehdit ediyor! Roketlere döneceğiz, ama önce saldırının gayri resmi nedenlerine de bakılım: İlki, 2006 Lübnan Savaşı’nda Hizbullah’a yenilen İsrail ordusunun prestijini onarmak. İkincisi, İsrail Şubat seçimleri. Yine, onu izleyecek Filistin seçimleri. Yani; bir taşla birkaç kuş vurmak. Kendi iktidarlarını sağlamlaştırırken, Gazze Şeridi’nde direnişi zayıflatmak ve direnişin en büyük politik temsilcisi Hamas’ı hükümetten düşürmek. Dolayısıyla, işbirlikçi Filistin burjuvazisinin has temsilcisi Mahmut Abbas’a görev süresi biterken bir can simidi atmak.

Peki zamanlama? Nakba’nın 60. yılının son günleri, suç dosyası zaten kabarık George W. Bush’a yeni bir suç eklemek ve Barack Obama’ya, emperyalizmin imaj tazeleme operasyonuna uygun bir ortam hazırlamak için biçilmiş bir kaftan. Nasıl olsa 30 Ocak’ta yeni başkan görevi devralacak. Zamanlama aynı zamanda, 60 yıllık ağır çekim soykırım ve soysürümün sürekliliğini ifade eden bir ideolojik saldırı aracı.

İsrail gibi tepeden tırnağa militarist bir devlette kahramanlık edebiyatı her daim oy yapar. Hatta, pekala şöyle bir denklem kurulabilir: Her bir ölü Filistinli bin oy eder! Zaten, İsrail Savunma Bakanı Ehud Barak’ın kişisel planı buydu. Ama, Ehud Barak 2000’de (2. intifada) yanılmıştı, 2008’de de yanıldı. Tıpkı, İsrail’in daha önce 2006’da Lübnan Savaşı’nda yenilmesi gibi. Görüleceği üzere, İsrail, durumu hala idrak etmiş değil. Siyonizm, hala yeni 6 Gün Savaşları’nın hayalini kuruyor.

Ehud Barak, Eylül 2000’de İsrail Başbakanı olarak katıldığı Camp David görüşmelerinden istediği sonucu alamayınca, üstüne bir de sandıktan kasap Ariel Sharon çıkınca, El Aksa Cami provokasyonunun devamında yeni canlanmaya başlayan İkinci İntifada’yı Apache helikopterleri ile bastıracağını düşünmüştü. Görüşmelerde Filistin Lideri Yaser Arafat’ı ödün vermeye zorlayabileceğine ve böylece önündeki seçimden zaferle çıkabileceğine inanmıştı. Evdeki hesap çarşıya uymamış, tersi olmuştu, intifadanın gücü artmıştı. Ehud Barak ve İşçi Partisi, İsrail siyasetinde kaybolup gitmişti.

Şimdi, şubat seçimleri de bu durumu değiştiremedi. Ehud Barak, Gazze’de ‘kurşun dökse’ de, partisi, İsrail siyasetinde dördüncülüğe kadar geriledi.

Umutsuzluk Dökme Operasyonu

İsrail’in seçim hesapları yaptığına şüphe yok. Kadima’nın çiçeği burnundaki MOSSAD ajanı lideri Tzipi Livni’nin en önemli seçim vaadi ve yatırımı idi Gazze Katliamı. İşçi Partisi Lideri Ehud Barak için de öyle. İsrail’in, ordusunun prestijini düzeltmek hevesinde olduğu da aşikardı. Gazze’den gelen roket saldırılarının seçime giden bir İsrail hükümeti için iç baskı yarattığı da sır değildi. Ancak, Gazze’de olup bitenleri sadece bunlarla açıklamak bir yanılgı olacaktır. Zira, İsrailli siyasetçiler ve generaller aylardır, belki de yıllardır bu saldırıya hazırlanıyordu.

Kurşun Dökme katliamı, anlık bir operasyon kararı değildi. Operasyon, başlangıç zamanı da dahil olmak üzere her şey, tüm boyutlarıyla planlanmıştı. Hedef, 2. İntifada’nın yeşerttiği savaş azmi ve özgürlük umuduydu. Temel amaç, direnişi, sadece fiziksel olarak değil manevi olarak da, sadece örgütsel olarak değil ideolojik olarak da ezmek, teslim almaktı. Roketler bu yüzden önemliydi. Çünkü semboldüler. Yeni koşullar altında süren Filistin direnişinin, yani İkinci İntifada’nın feda eylemcileriyle birlikte sembolleriydiler. Hatırlanacaktır, Birinci İntifada’nın sembolü taş ve taş generallerdi. Filistinli çocuklar hala elde taş savaşıyor, ama intifadaya rengini veren şey artık onlardan ziyade silahlı militanlar ve ev yapımı roketleri.

Filistin Halk Kurtuluş Cephesi sözcüsünün, ateşkesten bir gün önce Ma’an Haber Ajansı’na verdiği röportajda ifade ettiği gibi:

“Füzeler, işgalciye karşı direnişimizin hem pratik hem de sembolik bir göstergesi. Füzeler aynı zamanda, işgalcinin işgalci olduğu gerçeğini bir kez daha hatırlatıyor ve hangi katliamları düzenlerlerse düzenlesin, ne çeşit ablukalar ve kuşatmalar dayatırlarsa dayatsınlar direnişe devam edeceğimizin, temel haklarımızı geri almak konusunda ısrarlı olacağımızın ve bizi yok etmelerine izin vermeyeceğimizin göstergesi. İşgalciye bir tek roket bile fırlatabiliyorsak, bu; halkımızın, direnişimizin ve mücadelemizin yaşadığı anlamına gelir. Onlar bu nedenle füzeleri hedef alıyorlar. Füzeler işgalciyi güvensizliğe sürüklüyor, çünkü her bir roket bizim işgali, saldırıları ve halkımıza yönelik devam etmekte olan katliamları fiziksel ve sembolik olarak reddedişimizi temsil ediyor. Her bir füze, haklarımızın tasfiye edilmesine ve reddedilmesine dayanan sözde ‘çözüm’ önerilerine izin vermeyeceğimizi bir kez daha gösteriyor.”[2]

İsrail, varlığı ile roketler arasında ideolojik bir ilişki kurup, ABD’nin 11 Eylül hezimetinden düğmeye bastığı ‘Şok ve Dehşet Operasyonları’nın izinden yürüdü. Siyonist devlet, aynen efendisi gibi direnişin yaydığı umutsuzluğa ‘şok’ tedavisi ile aşmaya, yenilmezlik mitinde oluşan çatlakları ‘dehşet’le sıvamaya çalıştı. Sivil ölümler, bu şov ve dehşet operasyonun özel hedefleri idi. Okul ve hastanelerin vurulması, iddialarının aksine kaza değil tercihti. Amaç, ‘kurşun’ değil ‘korku’ dökmekti. Fosfor bombası ile direniş umudu ve özgürlük hayalini yakıp kül etmekti. Köleleştirmekti. Yani, umutsuzluk içinde debelenen korku imparatorluğuna Filistinlilerin mezar taşlarından yeni duvarlar örmekti.

Saldırının bir diğer amacı, 60 yıllık ağır çekim soykırımının her anında olduğu gibi Filistinlileri mültecileştirmekti. Katliam, bu yüzden aynı zamanda bir soysürüm operasyonuydu. Hedef, 1.5 milyon Gazzeliyi kaçırtmak, dünyanın dört bir yanına dağılmış 5 milyonluk dev Filistinli mülteci ordusuna yenilerini katmaktı. Ya da bunun bir biçimi olarak, Gazzelileri Mısır mandasına razı etmekti. Sivil katliamın üçüncü nedeni ise, direnişi tecrit etmek, direnişçilerle halkı karşı karşıya getirmekti. Yani, direnişi içten fethetmekti. Bu, içten fetih operasyonunun ilk perdesi, darbe girişimi ve El Fetih-Hamas çatışmasıydı.

Gazze, Filistin'in kalbi ve vicdanı

Kurşun Dökme Operasyonu’nun odağında Hamas’ın ve Gazze’nin bulunması doğaldı...

Çünkü Gazze, sadece Gazze değildi. Hala da öyle değil. Gazze, Filistin direnişinin ve ulusal kurtuluş hareketinin kalbi ve vicdanı. Tıpkı, Varşova Gettosu Ayaklanması patlak verdiğinde, Avrupa’da anti-faşist mücadelenin bir süre kalbi ve vicdanı olması gibi. Naziler, 19 Nisan 1943’te Varşova Gettosu’nda Yahudilere büyük bir saldırı düzenlemiş, ama komünistlerin önderliğinde hiç beklemedikleri bir direnişle karşılaşmışlardı. Direniş, Nazilerle birlikte işbirlikçi Yahudilere de yönelmiş, direnişçiler kanları ve ellerindeki çok sınırlı sayıdaki silahla bir kahramanlık destanı yazmışlardı. Varşova direnişi, Filistinlilere hep esin kaynağı olmuştu. FKÖ, en parlak döneminde, Yahudi kahramanları selamlamış, Varşova’daki anıtlara çiçek bırakmıştı.

Kurşun Dökme Operasyonu’nun odağında, Hamas’ın ve Gazze’nin bulunması doğaldı...

Çünkü Hamas, sadece Hamas değildir. Hamas, Filistin direnişinin kalbinin attığı Gazze’nin en büyük siyasi otoritesi. Filistin direnişinin en güçlü siyasi ve askeri kuvveti olduğu kadar, İkinci İntifada’nın da lideri. Dolayısıyla, Nakba’nın 60. yılında Filistin direnişini yenilgiye uğratmanın yolu, İkinci İntifada’nın direniş ruhunu yenilgiye uğratmaktı. İkinci İntifada’nın direniş ruhunu yenilgiye uğratmanın yolu ise, Gazze’yi yenilgiye uğratmaktı. Gazze’yi yenilgiye uğratmanın yolu ise, Hamas’ı yenilgiye uğratmak.... Tıpkı, Birinci İntifada’nın lideri FKÖ’nün (El Fetih, FHKC, FDKC) -FHKC ve FDKC anlaşmayı imzalamayı reddetse deOslo’da yenilmesi ile intifadanın sona ermesi gibi.

Siyonist saldırganlığın hedefinde, 2000’den sonra zaten hep İkinci İntifada’nın yeşerttiği özgürlük umudu ve savaşma azmi vardı. Çünkü İkinci İntifada, tam kazandığını düşündüğü anda İsrail’i ‘şok’ ve ‘dehşet’e sürüklemişti. İntifada, Oslo Barış Anlaşması ve iktidarsız iktidar organı Filistin Özerk Yönetimi’nin sonunun ilanıydı. Bu kez İsrail umutsuzluğa kapılmıştı. Tanka karşı taşın savaşında Filistin halkının bir kez daha cüreti kuşanmıştı. Öyle bir cüret ki bu, rüzgar eken fırtına biçme başlamıştı. Taşa roketler ve feda eylemleri eşlik ediyordu. İsrail, artık sık sık kendi evinde vuruluyordu. Filistin halkı, barışçıl çözüm beklentilerinin tükendiği noktada, genç yaşlı, kadın erkek, 7’den 70’e savaş yorgunluğunu bir kenara atıp El Aksa’dan başlayarak Ortadoğu’da yeni isyan ateşleri yakmıştı. Ortadoğu’dan bir kez daha özellikle de tarihin sonunun ilan edildiği bir anda yeniden Kızılderili dumanları yükselmişti.

2006 seçimleri, sokağın sandığa yansıması oldu sadece. İkinci İntifada’nın önderi Hamas, Filistin Kurtuluş Örgütü’nün çürüyen, yozlaşan en büyük siyasi gücü El Fetih’e ağır bir siyasi yenilgi yaşattı. Oysa, seçimlerden Hamas’ın galip çıkmaması için her türlü kirli oyun oynanmıştı. Emperyalistler ve siyonistler, El-Fetih’in ve Mahmut Abbas’ın zaferi için ellerinden geleni yapmışlardı. ABD, Hamas’ın seçimleri kazanması durumunda ülkeyi yönetmesine izin verilmeyeceği açık tehdidini savurmuştu. Yeni bir cadı avı başlatılmıştı. El-Fetih’in seçim kampanyası için emperyalist fonların ağzı sonuna kadar açılmıştı. Dahası, 2005 yazında yapılması planlanan seçimler, işbirlikçi Filistin Özerk Yönetimi Başkanı Mahmut Abbas’a, Gazze’de belli bir üstünlük sağlaması için zaman tanınması amacıyla Ocak 2006’ya ertelenmişti. Mısır istihbaratı, işbirlikçi ve teslimiyetçi Filistin burjuvazisinin rüşvet ve yolsuzluk sabıkalı temsilcilerini kollamayı amaç edinen ertelemeyi şöyle itiraf ediyordu: “Kamuoyu o vakit Hamas’a karşı yönetimi destekleyecek.”

Batı Şeria'da darbeyle, Gazze'de işgalle

Ancak siyonistlerin ve işbirlikçilerinin hevesleri bir kez daha kursaklarında kaldı. Mazlum Filistin halkı, bu uluslararası tertibe ve kirli oyunlara rağmen direnişe ve değişime oy verdi. Bu yüzden kolektif bir cezalandırmaya tabi tutuldu. Önce ambargo uygulamaya sokuldu. Özellikle Gazze, açık hava hapishanesine dönüştürüldü. Gazzeliler açlık, susuzluk, elektriksizlikle terbiye edilmek istendi. Ambargoya suikastlar eşlik etti. Sonra, Annapolis Zirvesi tertiplendi. Annapolis’i iç çatışma ve darbe tezgahı izledi. Gazze saldırısı ve işgali, işte bu teslim alma harekatının en son halkası idi. Hedef çok netti, Hamas’ı ehlileştirmek, Oslo teslimiyet çizgisine getirmek ya da hükümetten uzaklaştırmak. Filistin’de hüküm süren ikili iktidara son vererek, Batı Şeria’da darbeyle uygulamaya sokulan planı, Gazze’de işgal ve katliamla hayata geçirmek. İsrail’in, ABD’nin, AB’nin Hamas’a karşı kini, Hamas’ın dini kimliğinden kaynaklı değil, El Fetih kukla hükümetinden farklı olarak teslimiyeti reddetmesi, Oslo Anlaşmalarının kapitülasyonlarını kabul etmemesi, Gazze’nin bir direniş ocağı olmasının önüne geçmemesiydi.

Siyonist emperyalist plan hazırdı:

“2006’dan bu yana, Ramallah’taki işbirlikçi Filistin Yönetimi kadar Arap rejimleri ve neoliberal Arap entelektüelleri de, onları Hamas ve Hizbullah’tan yalnız ve yalnız İsrail’in kurtarabileceğini anlamış bulunuyorlar. Hamas ve Hizbullah’ın her ikisi de, bölgede İran’a ve tüm ilerici güçlere karşı oluşturulacak ABD ve İsrail ittifaklarının en büyük tehdidi konumunda bulunmaktadır. Bunlar gizli ümitler de değil üstelik, tartışmaları kamuoyuna da yansıtılan özel toplantılarda tartışılan stratejiler. Gazze’de bir buçuk milyon Filistinlinin soykırıma uğratılması üzerine Arap medyasında yürütülen tartışmalar ve İsrailli yetkililerin deklarasyonları çok az etki bırakmışa benziyor. İşbirlikçi Filistin Yönetimi, Arap rejimleri ve İsrail arasında neoliberal Arap entelektüellerinin de desteği ile gerçek bir açık ittifak kurulmuş durumda ve bu ittifak, İsrail’in tüm Arap dünyasında demokratik olarak seçilmiş tek hükümet olan Hamas’ın yok edilmesinde taşeron olarak kullanılmasını öngörüyor.” [3]

Her olanak ve fırsat kullanıldı: “Amerika ve İsrail, fırsatçı ve zayıf Arap liderlerin yardakçılığı olmadan bölgedeki hedeflerine ulaşamazdı. Gazze’de son 48 saate ait şok edici korkunç görüntüler, Filistin Başkanı Mahmut Abbas hariç, pek çok çevreyi harekete geçirmeye yeterdi. Hamas’ın 2006’daki seçim zaferinden bu yana Abbas, Gazze’de kendi insanlarını hor görecek hiçbir fırsatı kaçırmadı. Hamas’ın geçen yıl Rafah sınır duvarını yıkmasından, Gazzeliler’in tedarik bulmak ve İsrail kuşatmasından bir süreliğine kurtulmak için yakınlardaki Mısır kasabalarına akın etmelerinden sonra Abbas, bundan Sina’da ‘Filistin işgali’ olarak söz etmişti. İsrail’in Şerit’teki ablukayı ağırlaştırmasına rağmen, Abbas, Hamas’la görüşmeyi ya reddetti ya da sürekli erteleyip kendi temsilcilerinin yaptığı görüşmeleri ciddiye almadı. Özgür Gazze Hareketi’nin gemilerinin İsrail kuşatmasını aşmaya çalışmasından ‘saçma bir oyun’ diye bahsetti. İsrail’in Gazze’yi tekrar vurması üzerine Abbas, yurt dışı gezilerine ara vermedi ve vahşetten ötürü Hamas’ı suçladı.” [4]

Yeni Ortadoğu'nun yolu Gazze'den geçiyor

Gazze katliamının kısa vadeli hedefleri bunlardı. Uzun vadeli hedefi ise şuydu: ‘Yeni Ortadoğu’. Hatırlanacaktır, ABD eski Dışişleri Bakanı Condolezza Rice, İsrail Başbakanı Ehud Olmert’le 25 Temmuz 2006’da Kudüs’te yaptığı dostane bir görüşmede, gazetecilere İsrail’in Lübnan saldırısının temelinde yatan politik amacı açıklarken şöyle konuşmuştu: “Mevcut durumları ele alırken, bunların bilincinde olmalı ve nasıl bir Ortadoğu inşa etmeye çalıştığımıza dikkat etmeliyiz. Yeni bir Ortadoğu zamanı.” Olmert, Rice’yi başıyla onaylamıştı...

Kuşkusuz, ‘Yeni Ortadoğu’nun bir yolu Lübnan’dan geçiyorsa, diğeri de Filistin’den, özel olarak da Gazze’den geçecekti. Emperyalistler, siyonistler artık Filistin sorununu öyle ya da böyle “çözmek” istiyorlardı. Şabra ve Şatilla kasabı İsrail eski Başbakanı Ariel Şaron’un Gazze’den çekilmesinin en temel sebebi de buydu. Yani; Filistin sorununun, kukla bir devlet ya da Filistin’in Mısır ve Ürdün arasında paylaştırılması ile ‘çözülmesi.’ Yani aslında, Filistin direnişinin ‘çözülmesi’. Siyonist yetkililerin son yıllarda sık sık iki devletli çözümden bahsetmelerinin altında yatan sebep buydu. İlk planın tutma ihtimaline karşılık, ikinci plan da hazırdı: Gazze Şeridi’nin Mısır’a, Batı Şeria’nın Ürdün’e bağlanması. Böylece, demografik yapının hızla Araplar lehine değişmesinin yarattığı “büyük tehdidin” önüne geçilmesi. Filistinli araştırmacı Ghassan Khatib, İsrail’in sadece Mısır sınırından yardımların geçiş izni verdiğine dikkat çekerek, şöyle diyordu: “Gazze’yi Mısır’ın sorumluluğuna bırakarak başka bir stratejik amacı gerçekleştiriyor.”

Sonuçta, 18 Ocak, Kurşun Dökme Operasyonu’nun uzun vadeli amaçları bakımından da bir başarısızlık ilanıydı. Emperyalizm ve onun bölgemizdeki aleti siyonizm yine başaramamıştı. Gazze katliamının külleri arasında yeni bir Ortadoğu’nun silüeti belirmiş, ama bu, emperyalizmin Yeni Ortadoğu’sunun silüeti değildi. Varşova Ayaklanması nasıl yeni bir Avrupa’nın müjdecisi olduysa, Gazze de yeni bir Ortadoğu’nun habercisi olmuştu. Filistinli aydın Ramzy Baroud’un El Cezire’nin askeri uzmanından aktardığı gibi; “Gazze’nin direnişi mucizevi bir şey değil. Dünyadaki milyonlarca Arap böyle düşünüyor. Temmuz-Ağustos 2006’da Lübnan’da tanımlanan Yeni Ortadoğu, Aralık-Ocak 2008-2009’da Filistin’de doğrulandı. Gazze’deki molozların ve küllerin içinden yeni terminolojisi olan yeni bir dil ve yeni bir kültür doğuyor. Araplar kendilerini yeniden tanımlayıp yenilgiyi ve yenilgiyi kabul ettikleri yılları aydınlatmaya istekliler. Gerçekten, bu yeni bir Ortadoğu.” [5]

Kazanan, direniş ve vicdan ayaklanması Gazze’de kazanan, direniş ve dünya halklarının vicdan ayaklanmasıdır. Kaybeden ise, İsrail siyonizmi ve başta ABD olmak üzere dünyanın tüm emperyalist efendileridir.

Öncelikle, emperyalizmin imaj tazeleme operasyonu önemli bir yara almıştır. Amerikan rüyası yine, yeniden ezilen halkların kabusuna dönüşürken, ‘siyah’ ‘beyaz’ karışmış, Barack Hüseyin Obama’nın teninin siyah, bilincinin beyaz olduğu ortaya çıkmıştır. Siyah Barack Obama, aslında beyaz Sam Amca’nın ta kendisidir. Nitekim, Gazze’de katliam devam ederken, o iki gün boyunca golf oynamıştır. Artan tepkiler üzerine Bush yönetimi devam ettiği için nezaketen sustuğu yalanına sarılmıştır. Beyaz Saray’da, ‘beyaz’ koltuğuna oturduktan sonra ise daha açık konuşmuş, “İsrail’in kendisini tehditlere karşı savunması meşru hakkını daima destekleyeceğiz” demiştir. Bu kadar olsa iyi! Obama, daha önce bir seçim gezisinde, İsrail devletinin bir ‘mucize’ olduğunu söylemiş, “Kudüs, İsrail’in bölünmemiş başkenti olacaktır” vaadinde bulunmuştur. Oysa siyonist İsrail bile, ‘bölünmemiş başkent Kudüs’ tezini uluslararası arenada bu kadar aleni bir şekilde dile getirememişti.

Barack Obama, zaten ta başından beri ‘Hussein’ değil, ‘Israel’di. Beyaz Saray Personel Müdürlüğü’ne Rahm Israel Emanuel’in getirilmesi, zaten hayallerin sonunun başlangıcı idi. Nasıl olmasın? Emanuel, İsrail’in eski başbakanı Menachem Begin’in yönettiği siyonist terör çetesi Irgun’a 1940’larda kaçak silah gönderen Benjamin Emanuel’in oğlu. Irgun, 1946 yılında Kral David oteline düzenlenen bombalı saldırı da dahil olmak üzere Filistinli sivillere yönelik pek çok bombalı terörist saldırı gerçekleştirmişti. Emanuel, Amerikan Kongresine seçildiği 2002 yılından sonra İsrail yanlısı lobinin en sarsılmaz ve güçlü seslerinden biri olmuş, hatta kimi zaman eski baş haydut Geore W. Bush’tan bile daha sert çıkışlar yapmıştı.

Avrupa Birliği de, ABD gibi Gazze’den yenilgiyle çıkmıştır. Gazze’de kaybedenlerden biri de AB emperyalizmidir. Çünkü, hem planlarına ulaşamamış, hem de teşhir olmuştur. Gazze’nin okul ve hastaneleri de dahil olmak üzere her yanı AB’nin “demokrasi” ve “refah” bombaları ile doludur. Dile kolay, Avrupa tekellerinin birliği, Gazze’ye uluslararası yasalarca yasaklı fosfor bombası yağarken bile ABD ile aynı telden çalmıştır. Avrupa halkları, Filistinle dayanışmak için sokaklara çıktıklarında bu yüzden “İsrail katil, Avrupa işbirlikçi” diye haykırmıştır. Gazze, akıllara Cezayir’i getirmiştir. Frantz Fanon’un ve Jean Paul Sartre’ın şu ölümsüz sözlerini de: “Avrupa her bulduğu yerde, her köşe başında, dünyanın bütün köşe başlarında insanlığı katlederken, insanlıktan söz etmekten asla vazgeçmeyecektir.”[6] “Biz Avrupalılar da, biz de sömürgesizleştiriliyoruz. Yani, her birimizin içinde var olan sömürgeci kanlı bir operasyonla çıkartılıyor. Cesaretimiz varsa kendimize iyice bir bakalım ve ne hale geldiğimizi görelim.”[7]

Gazze işbirlikçiliğin yenilgisidir

İsrail ile birlikte gerici Arap rejimleri de, Gazze’de, yenilenlerin safında yer almışlardır. Hatta Gazze’de en çok kaybeden onlardır. Siyonistler, en azından seçim sürecinde içeride militarist duyguları kışkırtmış ve işgali oya dönüştürmüştür. İşbirlikçi Arap egemenleri ise sadece avuçlarını yalamış, üstüne üstlük bir de halkların büyük tepkisini çekmişlerdir. Gazze, işbirlikçi Arap rejimlerinin sahte İsrail düşmanlıklarını tuzla buz etmiştir. Öyle ki, Ortadoğu’da, uzun zamandan sonra ilk kez sol rüzgarlar esmiştir. Sol, İsrail büyükelçisini kovan Venezuela ve Bolivya şahsında, Gazze’den büyük bir sempati biriktirerek çıkmıştır. Venezuela’nın halkçı devlet başkanı Hugo Chavez’in posterleri ellerde bayraklaşırken, Mısır Devlet Başkanı Hüsnü Mübarek posterleri, protestolarda yerden yere vurulmuştur. Kuveytli bir milletvekilinin Arap Birliği genel merkezinin Mısır’ın başkenti Kahire’den Venezuela’nın başkenti Karakas’a taşınmasını önermesi de tarihe geçen başka bir ilginç anektoddur.

Sol, Umutsuzluk Dökme Operasyonu süresince sadece dayanışma ile değil, Filistin’de bizzat dişe diş silahlı mücadele ile de önemli bir prestij kazanmıştır. Nitekim, Hamas ilk saldırıda ağır bir yara alırken, başta FHKC ve FDKC olmak üzere bir dizi ilerici sol kuvvet, Gazze direnişinde öne çıkmıştır. İslami Cihad, Halk Direniş Komiteleri, El Aksa Şehitleri Tugayı, Gazze direnişinin öne çıkan diğer kuvvetleridir. Yani, aslında Hamas Gazze’de direnişin değil, saldırının odağıdır. Bu konuda değişik tartışmalar mevcuttur. Örneğin, Hamas’ta ‘67 sınırları tartışması ile bir ideolojik kanamanın başladığı, Gazze katliamının bu kanamayı derinleştirdiği gibi. Robert Fisk gibi bazı diğer uzmanlara göre ise, “Hamas, İsrail’i Gazze’nin dar sokaklarına çekerek Hizbullah gibi ‘ilahi’ bir zafer kazanmak istiyor”du. Bu, Filistin direnişinin geleceği bakımından önemli bir tartışma, ama bu, her halükarda, tek tek örgütlerden bağımsız olarak silahlı direniş fikrinin güçlendiği, prestij kazandığı gerçeğini değiştirmiyor. Gazze, 2006 Güney Lübnan zaferi gibi tüm Arap halklarına ilham kaynağı olmuştur.

Her şey karşıtına dönüşüyor

Silahlı direniş fikrinin güçlenmesi, işbirlikçiliğin siyasi ve ideolojik yenilgisidir. Bu bile sadece, Gazze’nin başlı başına bir kazanımıdır. Çünkü Filistin sorunu, aynı zamanda bir Arap sorunudur. Filistin halkının kurtuluşu, artık hiçbir tartışmaya yer bırakmayacak şekilde, Arap halkının kurtuluşuna bağlıdır. Filistin halkının bilgesi (El Hakim) Dr. George Habaş’ın 2000’de dikkat çektiği gibi, her şeyin karşıtına dönüşmesi kazınılmazdı: “Arap toplumu ağır hastadır. Hâkim güçler, ilişkiler ve fikirler eskimiştir, devrimin alternatif güçleri ise doğmayı başaramamıştır. Bu bir iktidarsızlık ve yenilgi evresidir. Ama toplumun hasta olması ölçüsünde, siyasi, ekonomik, toplumsal ve kültürel çelişkileri keskinleşmiş ve çıkış yolunu çizecek toplumsal kurtarıcı talepleri daha ısrarlı olmuştur. (...) Arap Ulusu’nun yaşamakta olduğu gerileme, kapsamlı bir halk uyanışının yolunu hazırlıyor. Her şey karşıtını doğurur.”[8]

Bir yanda, Lübnan ve Gazze direnişleri... Bir yanda, işbirlikçi Arap rejimleri... Bu keskin çelişkiler içinde, Arap ulusunun yeni bir aydınlanma süreci yaşamaması mümkün müdür?!

Sadece birkaç örnek;

Mısır... Mısır, Gazze’deki kuşatmada sadece suç ortağı olmakla kalmamış, 1.5 milyon Filistinlinin açlığından da çıkar elde etmiştir. Düşük kaliteli Mısır malları, kaçak yollardan Gazze’ye getirilmiş ve güney Rafah’taki tüneller ağı aracılığıyla yoksul Filistinlilere fahiş fiyatlardan satılmıştır.

Birleşik Arap Emirlikleri... ABD Başkanı George Bush, daha önce Gazze kuşatma altındayken, Amerikan birliklerinin Irak’ta karşılanmasını umduğu gibi, Birleşik Arap Emirlikleri’nde çiçeklerle karşılanmıştır.

İşbirlikçi Filistin Özerk Yönetimi... Filistin Özerk Yönetimi lideri Mahmud Abbas, elde silah Ramallah’ı savunun Yaser Arafat’tan farklı olarak, Gazze katliamında halkının yanında olmamış, Suudi Arabistan’da kalmış ve oradan ‘Hamas’ı ateşkesi devam ettirmemekle’ eleştirerek, üstü kapalı bir şekilde İsrail’e destek vermiştir. İsmi açıklanmayan bir Filistin Özerk Yönetimi yöneticisi de, The Jerusalem Post’a Gazze katliamı ile ilgili şöyle bir açıklamada bulunmuştur: “Umuyoruz ki, Gazze halkı şimdi Hamas’ın onlara yalnızca felaket getireceğini anlamıştır.” Zaten İsrail Dışişleri Bakanı Tzipi Livni, El-Cezire sunucusu kendisine İsrail’in Arap rejimleri ile Gazze katliamı konusunda bir anlaşması olup olmadığı sorusunu yanıtlarken, Arap dünyasında Hamas’ın İsrail’in olduğu kadar kendilerinin de düşmanı olduğunu düşünenlerin varlığını onaylamaktan geri kalamamıştır.

Erdoğan sadece günü kurtardı

Gazze’de kaybedenlerden biri de Türkiye egemenleri. Kazananlardan biri ise Türkiye halkları. Nitekim Türk ve Kürt halkları, siyonist katliam başladığı andan, bitene kadar sokaktaydı. Değişik ulus, inanç ve mezheplerden halklar, üç hafta boyunca onlarca il ve ilçede sokakları terk etmemiştir. Filistinle dayanışma dalga dalga her yere yayılmıştır. Halk, Filistin’i atkılarında, camlarında ve arabalarında, yani, her yerde bayraklaştırmıştır.

Türkiye emekçi halklarının, mangalda kül bırakmayan işbirlikçi AKP Hükümetine, “Chavez kadar ol, büyükelçiyi kov” diye seslenmesi boşuna değildir. Çünkü Başbakan, katliam süresi zarfında sadece konuşmuştur. Zulüm demiştir, ama ne anlaşmaları feshetmiş, ne siyonist konsolosluğu kapatmış, ne de büyükelçisini geri çekmiştir. Tam ABD-Türkiye-İsrail stratejik işbirliği anlaşmasına uygun davranmıştır.

Ama sonuçta, Başbakan o kadar bunalmıştır ki, Davos’ta kontrolünü yitirip İsrail Cumhurbaşkanına çıkışmıştır. Başbakan, yerel seçimler öncesinde günü kurtarmıştır, ama bu çıkışın Türkiye egemenlerine bedeli ağır olacaktır. Nitekim, bizzat İsrail askerleri tarafından kısa bir zamanda Türkiye’ye, Kürtlere ve Ermenilere karşı işlediği insanlık suçları hatırlatılmıştır. İlk kriz şimdilik çözülmüştür, ama sadece şimdilik!

Siyonizmin diyeti antisemitizm

İsrail seçimlerinden Şubat’ta katiller koalisyonu çıktı. 120 kişilik parlamentoda Kadima 28, Likud 27, Evimiz İsrail 14, İşçi Partisi 13 milletvekili elde etti. Faşist Likud lideri Benjamin Netanyahu ve kafatasçı faşist Evimiz İsrail Partisi lideri Avigdor Lieberman, koalisyon kurmaya hazırlanıyor. Kafatasçı Avigdor Lieberman’ın, İçişleri Bakanlığı koltuğuna oturması bekleniyor. Anahtar parti konumuna gelen Lieberman’ın Evimiz İsrail Partisi, İsrail’in sınırlarının yeniden çizilmesini savunuyor. Lieberman’ın vaatlerinden biri, İsrail işgali altındaki topraklarda yaşayan Araplardan ‘kurtulmak’. Diğeri, Oslo Anlaşması’ndan sonra Batı Şeria’da kurulan yerleşimlerin ilhak edilmesi. Lieberman, seçim kampanyasında “sadakat olmadan vatandaşlık olmaz” sloganı kullandı, İsrail’de yaşayan Araplara siyonist devlete bağlılık yemini etmelerini şart koşacağı mesajını verdi. “Liebermanizasyon” İsrail devletinin 48 Araplarına karşı kafatasçı faşist bir saldırganlığa girişeceğinin sinyali olarak görülüyor.

İsrail’de sandıktan çıkan sonuç bölge için tehlikeli. Ama sandıktan çıkan sonuç, Filistinliler için aslında hiçbir değişiklik ifade etmiyor. Çünkü Filistinliler, İsrailli siyasetçiler arasında üslup dışında herhangi bir fark olmadığını, özellikle Oslo’dan sonra iyi biliyor. Sonuçlar, diğer ülkelerle birlikte asıl olarak Yahudileri ilgilendiriyor. Çünkü; militarizm zehirliyor. Çünkü; sömürgecilik soysuzlaştırıyor. Çünkü; katliam insansızlaştırıyor. Kirli savaş dönüp dolaşıp en fazla ezen ulusun işçi ve emekçilerini vuruyor. Yahudiler, siyonist katliamlara karşı etkin bir karşı duruş sergilemedikçe, ne yazık ki dünyada, özellikle de Arap ve İslam dünyasında giderek daha fazla kendilerini katleden Nazilerle özdeşleştiriliyorlar. Siyonizmin Yahudilere diyeti, antisemitizm oluyor. Zaten, siyonistlerin son seçimlerden sora tırmandırması beklenen saldırganlık, dönüp yine İsrail’de yaşayan Yahudileri vuracak. Belki bir füze, belki bir feda eylemi olup yakınlarını, sevdiklerini onlardan alacak.

Filistin’de 3. intifada mayalanıyor

Hamas’ın sürgündeki lideri Halid Meşal, Gazze katliamı başladığında, Filistinlilere Üçüncü İntifada’yı başlatma çağrısı yaptı. Meşal, “Siyononist düşman İsrail’e karşı sizleri askeri intifadaya çağırıyorum. Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas’a karşı içeride de barışçıl intifadaya çağırıyorum” dedi. Ama bu çağrının karşılık bulabildiğini söylemek mümkün değil. Zaten bu, tek başına Hamas’ın çağrılarına bağlı değil. Kuşkusuz Filistin’de bir süredir Üçüncü İntifada mayalanıyor. Ancak, bu intifadanın nerede ve nasıl patlak vereceği belirsiz. Sadece bazı tahminler ileri sürülebilir:

Filistinliler, zaten İkinci İntifada’dan beri, özellikle de Gazze’de sürekli direnişte. Hatta Gazze için her gün bir intifada günü. Dolayısıyla, yeni bir intifada patlak verecekse, bu, alışılageldik biçimlerden farklı olarak, Batı Şeria’yı dışlamadan, asıl olarak işgal altındaki topraklarda olması beklenebilir. Keza, İsrail’in 48 sınırlarında yaşayan, İsrail vatandaşı Araplarda da güçlü bir ulusal mayalanma yaşandığı düşünüldüğünde, 48 sınırlarını da kapsayan topyekün bir intifadaya doğru gidildiği öngörülebilir.

Sürekli direniş hali ve ulusal parçalanmışlık düşünüldüğünde, yeni bir intifadanın aynı zamanda 1. İntifada’dakine benzer birleşik bir önderliğe ihtiyaç duyması da kuvvetle muhtemel bir seçenek. Batı Şeria’nın özellikle altını çizdik. Çünkü, Filistin direnişini bekleyen en önemli tehlike; Batı Şeria ve Gazze Şeridi’nde süren mekansal ve idari ayrılığın ulusal birliği zedelemesi, Batı Şeria ve Gazze Şeridi’nin birbirine yabancılaşmasıdır. Batı Şeria’daki halkın, Gazze katliamı ve direnişi sürecinde Şeride güçlü bir şekilde dayanışma elini uzatmaması bu ihtimali tartışılır kılıyor.

Üçüncü İntifada’nın nerede, nasıl, kimin önderliğinde ve ne zaman patlak vereceği belirsiz. Ama Üçüncü İntifada’nın niçini açık. George Habaş’ın İkinci İntifada’nın öngününde ‘Ne Yapmalı?’ sorusuna verdiği şu yanıt hala güncel, Filistin halkının ve Arap ulusunun önünü aydınlatıyor:

“İsrail, özümsemeyi reddeden bir varlıktır. Irkçı ve şovendir; ‘öteki’yi dışlamaktadır ama buna rağmen Yahudi sorununu bile çözememiştir. Çünkü, Yahudileri dört savaşa sürüklemiştir. Bizzat İsrail haritası, yabancı, bölgenin tarihine ve dokusuna uzak doğasını ele veriyor. Egemenliği, kendi içerisinde saldırganlık ve kibir eğilimlerini tutuşturmaktadır.

İsraille mücadele şunları gerektiriyor:

a) Çelişkilerin kapsamlı bir incelemesinin yapılarak faydalanılması. Buradaki en önemli sonuç, içerideki sınıf farklılıklarına ve düşük yoğunluklu sınıfsal çelişki görünüşlerine rağmen,

mücadelede tayin edici faktörün sınıfsal değil, ulusal çelişki olduğudur. Aynı şey, yine ikincil olan diğer çelişkiler için de söylenebilir (Doğulu ve Batılı Yahudiler, köktenciler ve laikler arasındaki gibi).

b) Arap ulusumuzun mücadelenin bir yönüne hapsolmadan, yerel yurtseverliği Arap ulusçuluğuyla, ulusal kurtuluşu toplumsal kurtuluşla, siyasal meseleleri kültürel meselelerle, teorik konuları entelektüel ve bilimsel uğraşlarla, aydınları kitlelerle birleştirebilecek öncülere ihtiyacı. Ve her koşulda, tarihsel düzeyi yakalamış bir önderlik şart.

c) Taktikler ve strateji arasında sağlam bir bağlantı bulunmalıdır, çünkü oportünizm ve gaflet, stratejik ve programatik olan karşısında taktiğe ve kısa vadeli faydaya öncelik vermekten kaynaklanır.

d) Halkımızın genel ve özgül hedeflerle tek bir mücadele ve tek bir yumruk oluşturabilmesi için, genel ve özgül hedeflere sahip tek bir halk akımı halinde Filistinli grupları birleştirme mücadelesi.

Tarihsel Filistin’de, ulusal, etnik, dinsel veya cins ayırımcılığı olmaksızın, geniş bir Arap çerçevesi içerisinde demokratik bir devlet... Bu, halkımızın en büyük ortak hedefi ve Filistin ve Yahudi sorununun, dolayısıyla da nefret ve savaş etkinliklerini ortadan kaldırmanın radikal çözümüdür.”[9]

Dipnotlar:

1 - İsrail Terörizm ve İstihbarat Merkezi, Gazze Şeridi’nden roket tehdidi, 2000-2007, Aralık 2007, sayfa 38 ve 41.

2 - Ma’an Haber Ajansı’nın 17 Ocak’ta Filistin Halk Kurtuluş Cephesi sözcüsü ile yaptığı röportaj. Röportaj maannews.net/english’ten atilim.org tarafından Türkçe’ye çevrildi: www.atilim.org/haberler/2009/01/18/Fuzeler_direnisin_sembolleri.html

3 - Joseph Massad, Gazze Gettosu Ayaklanması. Massad, New York Colombiya Üniversite’sinde Arap Politikaları bölümünde yardımcı profesördür. Makale, www.electronicintifa.net adresinden alıntılanarak atilim.org tarafından Türkçe’ye çevrildi: www.atilim.org/haberler/2009/01/26/Gazze_Gettosu_Ayaklanmasi.html

4 - Osamah Khalil, Savaş Köpekleri. Khalil, Berkeley’de Kaliforniya Üniversitesinde Amerika ve Ortadoğu Tarihi bölümünde doktor adayıdır. Makale, www. electronicintifa.net adresinden alıntılanarak atilim.org tarafından Türkçe’ye çevrildi: www.atilim.org/haberler/2009/01/04/Savas_kopekleri.html

5- Ramzy Baroud, Gazze: Gerçekten yeni bir Orta Doğu. Baroud, PalestineChronicle.com un editörü ve yazarı. “İkinci Filistin İntifadası: Bir Halk Mücadelesinin Günlüğü” adlı kitabın yazarı Baroud’un makalesi atilim.org tarafından

Türkçe’ye çevrildi: www.atilim.org/haberler/2009/01/21/Gazze_Gercekten_yeni_bir_Orta_Dogu.html

6 - Frantz Fanon, Yeryüzünün Lanetlileri, Versus Yayınları

7 - Jean Paul Sarter, Yeryüzünün Lanetlileri kitabının önsözü, Versus Yayınları

8 - George Habaş, Filistin: Düşle Gerçek Arasında, Ceylan Yayınları

9 - George Habaş, Filistin: Düşle Gerçek Arasında, Ceylan Yayınları

 

 

 

 

Marksist Teori

Yaygın Süreli Yayın
Varyos Gazete Dergi adına Yazı İşleri Müdürü: Tülin Gür
Posta Çeki Hesap No: Varyos Gazete Dergi 17629956
Türkiye İş Bankası IBAN: TR 83 0006 0011 1220 4668 71

Bize Ulaşın

Yönetim Yeri: Aksaray Mah. Müezzin Sok. İlhan Apt. No: 12/1 D:7 Fatih/İSTANBUL
Tel: (0212) 529 15 94  Faks: (0212) 529 06 75
Web Sitesi: www.marksistteori5.org
E-posta: info@marksistteori.org
Twitter: @mt_dergi