Başlıktaki soruya, Taha Akyol’un verdiği yanıtı biliyoruz. Dünya kapitalizminin infilak etmesi, onu da panikletmiş görünüyor. Var gücüyle sosyalizme yönelik her türlü sempatiye karşı gölge dövüşü başlatmış bulunuyor: “Sovyet laboratuvarındaki yetmiş yıllık uygulama da göstermiştir ki, ‘piyasa’ ve ‘üretim araçlarının özel mülkiyeti’ olmadan modern bir ekonominin işletilmesinin sihirli formülü (henüz) yoktur. Piyasa değilse ne? Bunun cevabı yok! ... ‘Piyasa’da kişiler ve şirketler tarafından bir günde milyarlarca işlem serbestçe yapılır. ‘Piyasa’yı kaldıracak bir sosyalist sistemde bu milyarlarca işlemi kimler, hangi mekanizmalar yapacak?! Cevap ‘devlet’ ise, bunu Sovyet imparatorluğu denedi, iflas etti.” (Milliyet, 23, 26 ve 28 Kasım)
Asgari bilimsel dürüstlük, Taha Akyol’a, piyasasız neden olamayacağını ispatlama sorumluluğu yüklerdi. “Çünkü Sovyetler başaramadı”, bilimsel bir yanıt olamaz. Çünkü her şey bir yana, en azından, dün Sovyetler’in başaramadıklarını, bugün yeni bir sosyalizm deneyiminin de başaramayacağını hiç kimse inandırıcı biçimde iddia edemez. Paris Komünü’nün başaramadığı pek çok şeyi Sovyetler deneyimi başarmıştır, örneğin.
Biz, tersine, üzerimize düşeni yapalım ve özel mülkiyetin kaldırılmasının ve piyasasız bir toplumun hem kaçınılmaz hem de mümkün olduğunu gösterelim.
Önce, sorunu ayakları üzerine oturtalım. Bay Akyol, “Modern ekonominin üretim araçlarının özel mülkiyeti olmadan düşünülemeyeceğini” söylüyor. Tersine, modern ekonomi artık üretim araçlarının özel mülkiyeti temelinde düşünülemez. Dünya ölçeğinde kaynaşan, en ileri teknoloji temelindeki bugünkü sanayi ile artık “kârlı biçimde” üretim yapılamıyor. 20. yüzyılda sınai ve mali karların evrimi aşağıdaki grafikten örülebilir:
(Aktaran: Walden Bello, Wall Street: Çöküşün Nedenleri, sendika.org)
Yine aynı kaynağın aktardığı üzere: Fortune dergisinin saptadığı dünyanın en büyük 500 şirketinin kar oranları; 1960-'69’da %7.15 iken, 1980-'90’da %5.30, 1990-'99’da %2.29, 2000-'02’de 1.32 olmuştur.
Marks’ın bir asır önce tespit ettiği “kâr oranlarının eğilimli düşüş yasası” temelinde, kâr oranları artık dibe vurdu. Üretimde demirden halkalar, canlı halkaların yerini o derecede aldı ki, kârın kaynağı olan canlı emek azaldıkça, kar oranları da düştü. Yerlerde sürünür hale geldi. Sermaye, istediği kadar işçilerin ‘suyunu sıksın’ elde ettiği artı değer, yatırdığı sermayeye kıyaslandığında devede kulak kalmaktadır. Bu, kapitalizmin artık modern teknolojinin gelmiş olduğu düzeyle kesin bağdaşmazlığının bir ifadesidir.
Tam da bugünkü sanayi ile, bugünkü teknoloji ile artık “karlı biçimde” üretim yapılamadığı içindir ki; kapitalistler ellerindeki sermayeyi giderek artan oranda asalak alanlara, başta da finans alanına yatırıyorlar. Bunu, hiçbir “ahlaki” vaaz ya da yasal yaptırım da engelleyemez. Kapitalizm, artı değerin dolaysız kaynağı olan üretimden kopuyor. İnsanlığın birikmiş zenginliği asalak alanlarda yığılırken, milyarlarca insan da işsiz kalıyor. Öyleyse “modern ekonomi”nin üretici güçleri, kesin biçimde “kâr için üretim”le, özel mülkiyetle bağdaşmıyor. Yerine “toplum için üretim”in, toplumsal mülkiyetin geçirilmesini dayatıyor.
Bunun adı, Bay Akyol, sosyalizmdir.
Bugünkü dünya insanlığının haline bir bakın, Bay Akyol! Tarihin görmediği ölçüde bir zenginliğin üretildiği dünyamızda evsizliğin, açlığın, susuzluğun vb. nasıl da durdurulamaz bir salgın gibi milyarlara yayıldığını gözlemleyin. Tarihte hiç olmadığı kadar çok konut üretiliyor, oysa evsizlerin sayısı da görülmedik düzeyde. BM Tarım ve Gıda Örgütü (FAO) raporuna göre, yaklaşık bir milyar insan, insanlığın altıda biri açlık çekiyor. Sanayi üretimi devasa boyutta, ama işsizlerin sayısı da görülmedik boyutlarda.
Dahası, kapitalizm doğayı vahşice yok ediyor, su kaynaklarını kirletiyor ve insanlığı varoluşunun fiziki sınırlarına doğru itiyor. WWF Yaşayan Gezegen 2008 raporuna göre, “İnsanoğlu” (siz sermaye diye okuyun!) “bu tüketim hızıyla 2030 yılında ihtiyaçlarım karşılayabilmesi için iki gezegene daha ihtiyaç duyacak.”
Burjuva uygarlığının vardığı ölüm sınırıdır bu.
Bunun ötesine geçmek, gürül gürül fışkıran dünya zenginlik kaynaklarını herkesin kılmak için öncelikle üretim ilişkilerini temelden dönüştürmek şarttır. Musluğun sahibi tekeller olduğu sürece, onlar sanayide düşen karlarını her türlü sosyal hakkı gasp ederek telafi etmeyi sürdüreceklerdir. Artık sosyal devletçi palyatif tedbirleri bile kaldıramaz kapitalizm. Sermaye birikimi, her türlü sosyal hakkı yok edip içine çeken, emek sömürüsünü Çinvari vahşi yöntemlerle derinleştiren, nihayetinde bütün bir gezegenin varlığına kast eden bir süreç haline gelmiştir. Emperyalist küreselleşme koşullarında tekellerin serbestliği de, emekçi insanlığın köleliği de görülmedik boyutlar almıştır. “Serbest piyasa” söylencesi, bu koşullarda, piyasalarda katı bir egemenlik kurmuş dünya tekellerinin ve uluslararası tekellerin serbestliğinin maskesine dönüşmüştür.
Taha Akyol, Sovyetler’deki uygulamanın piyasasız bir sistemin mümkün olmadığını gösterdiğini iddia ediyor. Biz, tam tersini düşünüyoruz. Geri bir tarım ülkesi olan Rusya, iç savaşın ağır yıkımına rağmen, 1921’den 1941’e kadar, yirmi yılda, merkezi planlı sosyalist ekonomi temelinde dünyanın ikinci büyük sanayi devi haline geldi. Sosyalizm, öncelikle geri Rusya’yı modernleştirme işini üstlendiği için, Rusya’da sosyalizmin gelişimi kapitalizmin az gelişmişliğinden devralınan bir yığın sorunla boğuşarak olabildi.
Sovyetler Birliği bu devasa ekonomik atılımı, hiçbir kapitalist ekonomide, hiçbir zaman görülmemiş bir tarzda; işsizliği, açlığı, evsizliği ortadan kaldırarak, yoksulluğu önemli oranda gerileterek başardı. Üstelik daha bilgisayar bile icat edilmemişken!
Yine, Sovyetler Birliği’nde eğitim, sağlık, ulaşım, konut meta olmaktan çıkarıldı, herkes için bir hak düzeyine yükseltildi. (Sosyal devlet, sosyalizmin bu kazanımlarının ve Batı’daki işçi sınıfı mücadelelerinin basıncıyla sonraları ortaya çıktı, nitekim 1990’lardan sonra da tasfiye ediliyor.) 1929-'33 döneminde kapitalist dünya korkunç bir ekonomik krizin içinde debelenirken, SSCB gururlu biçimde ekonomik zaferler kazanıyor, cehaleti yeniyor, tarihsel geriliğinin zincirlerini kırıp atıyordu.
Kruşçev ile başlayan, Brejnev ve Gorbaçov ile süren yeni dönemde, tam da Bay Akyol’un salık verdiği piyasa yöntemleri esas alındı. Piyasa öğeleri kullanılarak “ekonomik hesaplama” yöntemi kullanıldı. Değer yasası temel düzenleyici ilan edildi. Malların fiyatları piyasa esasına göre saptandı. İşletmeler, kar-zarar hesaplamasına göre işletildi. Bu ekonomik politikalar, SSCB’yi içten çürütüp 1991 yıkımına götürdü. “Piyasa sosyalizmi” Yugoslavya’daki uygulanışında da farklı sonuçlar vermedi.
Bay Akyol, Sovyetler Birliği’nde, geçmişte, ilkel bilgisayarlarla merkezi planlamanın ve fiyat tespitinin ne kadar zor olduğunu hatırlatıyor. Ama günümüz bilgisayar teknolojisiyle, merkezi planlama ve fiyat tespitinin ne kadar kolay olacağı -tabii ki- aklına gelmiyor. Bugünkü teknik (bu alanda da) sosyalizmin işini bin kat daha kolaylaştırmıştır.
20. yüzyıl sosyalizmi, burjuvazinin gereksiz bir sınıf, toplumun sırtında bir yük olduğunu kanıtladı. Emekçilerin de yönetebileceğini gösterdi. 21. yüzyıldaki sosyalizm, Bolşeviklerin boğuşmak zorunda kaldıkları tarihsel geriliklerden kaynaklı bir yığın sorunla hiç uğraşmak zorunda kalmayacak. 21. yüzyıl sosyalizmi, yepyeni ufuklara yürüyecektir.
“Milyarlarca İşlem” Planlanabilir Mi?
“‘Piyasa’da kişiler ve şirketler tarafından bir günde milyarlarca işlem serbestçe yapılır. ‘Piyasa’yı kaldıracak bir sosyalist sistemde bu milyarlarca işlemi kimler, hangi mekanizmalar yapacak?!’’ “Sosyalizmi savunanlar, ‘piyasa’nın yerine piyasa kadar kendiliğinden işleyecek bir mekanizma önermedikçe, ütopik kalmaya mahkûmdurlar.” Taha Akyol’un tezi bu.
Köleci toplumun hiçbir bilgini -en ileri olanı dahi- “kölesiz bir toplum” düşünememiştir. Onların varoluşu, kol emeğinin köleleştirilmesine sıkı sıkıya bağımlıydı. Emeğin ücretli köleleştirilmesine en az onlar kadar bağımlı olan burjuva ideologları da, “piyasasız bir toplum” düşünemiyorlar. Çünkü piyasa, burjuvazinin varlık zeminidir.
Taha Akyol’un sorunu koyuşu hilelidir. Piyasa’nın alternatifi, “piyasa kadar kendiliğinden” işleyecek başka bir mekanizma değildir. Zaten sorunun kendisi, özel mülkiyet ve kar hırsı temelinde “piyasanın” yıkıcı, anarşik ve kendiliğinden işleyişidir. Bu işleyiş, kapitalizmin krizden krize sürüklenmesine yol açar. Her tekil işletme sınırsızca, sanki her ürettiği satılacakmış gibi üretir. Her kapitalist, elindeki para sermayeyi sınırsızca, sanki hep kazandıracakmış gibi borsalara, türev piyasalarına yatırır. Sonuç: Sermayenin fazla üretimi, değersizleşmesi ve yığınsal ölçekte kıyımı. Yani: Kriz.
Kar yasası temelinde işleyen kapitalizm, düzenlemeye gelmez. Soğuk Savaş dönemindeki Bretton Woods anlaşması gibi düzenleme girişimleri de dönemsel olmanın ötesine geçmemiş, sermaye birikiminin yasalarıyla çatışmaya düşmüş ve lağvedilmiştir.
Piyasasız ekonomi olmaz demek, toplum ekonomiyi bilinçli biçimde düzenleyemez demektir. Hayır! Toplum, kapitalizmin üretim anarşisine mahkûm değildir. Kapitalist piyasa ekonomisinin alternatifi, üretimin bilinçli, planlı düzenlenmesidir. Üretim sosyal bakımdan pekâlâ düzenlenebilir. Ürünlerin dağılımı ve tüketimi de böylece, düzenlenebilir. Bunun ön koşulu ise sermaye egemenliğinin devrilmesi ve üretim araçlarının toplumsallaştırılmasıdır. Üretim araçlarının toplumsallaştırılması, sınıf olarak burjuvazinin tasfiyesi demektir. Üretimi kendi bencil kar hırsına göre yöneten bu asalak sınıfı tasfiye etmekle toplum, üretimi yeni bir ilkeye, “toplum için üretim” ilkesine göre yeniden düzenler.
Peki, Akyol’un sorusunu yinelersek, “Milyarlarca işlem” planlanabilir mi? Kesinlikle, evet. Bunu, yine günümüz “modern ekonomisinin” verileri doğruluyor. Daha bugünden, dünya sanayi üretimini elinde tutan dünya tekelleri ve uluslararası tekeller kendi içlerinde “milyarlarca” üretim, dağıtım, satış işlemini en sıkı biçimde planlıyor ve örgütlüyorlar.
General Motors, dünya ölçeğindeki bir üretim zinciriyle yılda 9,2 milyar otomobil üretiyor. Tabii, aynı şirket, bu milyarlarca otomobilin değişik ülke pazarlarına sevkiyatını ve satışını da planlıyor, örgütlüyor. Yani; tek başına General Motors, Bay Akyol’un nasıl yapılacağını merak ettiği “milyarlarca işlem”i planlayıp uyguluyor. Toyota ondan da fazlasını, yılda 9,4 milyar otomobili üretiyor, sevk ediyor, satıyor. (Toyota küresel üretimde GM’yi geçti, AP, 29 Ocak 2008, Salı)
Hollandalı dünya tekeli Shell, günde 3,234 bin boe(1) hidrokarbon üretimi yapıyor. Kutuplardan Nijerya’ya, Rusya’dan Mısır’a kadar dünyanın her yanına yayılmış petrol kuyularından, rafinerilerden, depolardan ve petrol yan sanayinden oluşan bir üretim zinciriyle bunu işliyor, gemilerle naklediyor ve dünya pazarına satıyor. Sadece 2007’de 314 petrol kuyusu açılması işini tek başına organize ediyor, planlıyor. (Kaynak: Shell’in kurumsal internet sitesi.)
Liberallerin, ancak küfür etmek için ağızlarına aldıkları “merkezi plan ekonomisi”, bizzat onların tanrıları tarafından en ileri teknikle uygulanmaktadır! Ama toplum için değil, şirket karları için! Toplumsal ekonomi zemininde değil, bir tekelin üretim örgütlenmesi zemininde. Dünya tekellerinin bu gerçekliği bile tek başına, Taha Akyol’un üretimin ve dağılımın planlanamayacağı tezini çürütmeye yeter. Bugün birkaç yüz dünya tekeli, 1920’lerdeki Sovyet ekonomisiyle kıyaslanmayacak ölçüde büyük bir ekonomik işlemler ağını ayrı ayrı kendi bünyelerinde planlayıp yönetiyorlar. Ama bu olgu, kapitalizmin anarşik niteliğini ortadan kaldırmıyor. Çünkü; hem üretim ayrı ayrı tekellerin ellerinde kalmaya devam ediyor, tekelci rekabet kıran kırana devam ediyor, hem de piyasanın anarşikliği sürüyor. Tek tek şirketlerin üretimi en sıkı biçimde planlamasıyla, dünya ekonomisinin plansızlığı arasındaki çelişki en vahşi biçimde sürüyor ve yıkımlara yol açıyor.
Sosyalist dünyanın yapacağı, üretimi toplumsallaştırmak, bugün kapitalist mülkiyet altındaki üretici güçleri toplumun mülkiyeti altına sokmak ve üretimi toplum için düzenlemek olacaktır. Kapitalizmde tek tek şirketlere ait, kâr amacına bağlı plan, sosyalizmde toplumsallaştırılmış ekonomi üzerinden, toplumun ihtiyaçlarını karşılamak için yapılır.
Toplumsallaştırılmış ekonomi, mülk sahibinin kör kar amacıyla değil, toplumun ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla hareket edecektir. Böylece, özel kâr hırsının yol açtığı akıl almaz israf(2) ortadan kalkacak, toplumsal kaynaklar üretken ve verimli biçimde kullanılacaktır. Keza, çalışmadan işçi sınıfının emeğine el koyan burjuvazinin tasfiye edilmesiyle, onun elinde biriken muazzam zenginlik topluma mal edilecektir.
Sosyalizm Yeni Bir Uygarlıktır
Ekonominin bilinçli düzenlenmesi işini, komünizmin ilk aşamasında (sosyalizm) toplum adına işçi sınıfının komün-devleti üstlenir. Ama devletin yanı sıra toplumsal düzenleyici örgütler de faaldir. Tarih, sosyalizmden komünizme doğru ilerledikçe, devlet söner ve üretimi toplumsal örgütler düzenler, koordine eder.
Sosyalizm, yeni bir uygarlıktır ve yeni bir adalettir. Sosyalizmde insanlık, kapitalizmde asla sahip olamayacağı haklara sahip olur. Örneğin tüm temel ihtiyaçlarını (eğitim, sağlık, ulaşım, konut, ekmek, çocuklara süt vb.) para ödemeden karşılama hakkı gibi. Kapitalizm ve 'piyasa'nın en ileri vaadi, bu hakları “parası olan” herkese sunmak, “fırsat eşitliğini” sağlamak olabilir. Eşitlikçiliği, adaleti bu kadardır! Sosyalizm geliştiği oranda, satılık malların evreni daralır, karşılıksız malların, hakların evreni genişler. Sosyalizm, giderek genişleyen bir ölçek üzerinde ihtiyaçların hak haline dönüştüğü bir geçiş sürecidir. Sosyalizmde emekçi halkın; konut hakkı, sağlık hakkı, eğitim hakkı, politikaya katılma hakkı, çocuk bakımının/ev işlerinin toplumca üstlenilmesi hakkı, herkese çalışma hakkı, vb. vardır. Sosyalizm olgunlaştıkça bu hakların zemini de genişler ve bunlara yeni başkaları eklenir.
Sosyalist üretim ekonomiye egemen olduğu, küçük meta üretimi de kolektifleştirildiği oranda piyasa tedricen etkinliğini yitirir ve tasfiye olur. Piyasanın yerini emekçilerin özgür ve eşit biçimde ürettiği, ürettiklerini “ihtiyaçlarına göre” bölüştükleri ve giderek üretimin bütünüyle makinelerle yapıldığı komünist toplumun üst evresi alır.
İhtiyacınız olanı almak için para ödememek... Ne müthiş bir özgürlük, bir an için düşünsenize!
Tabii, biliyoruz, Bay Akyol, bunu düşününce hemen aklınıza israf, sorumsuzluk ve çarçur geliyor. Komünizm, yeni tipte bir insan da yaratır ve çalışmayı, paylaşmayı doğallaştırır. Rosa Luksemburg’un parlak biçimde belirttiği gibi: “Sosyalist toplumda eli kırbaçlı sanayicilerin varlığı sona erer. İşçiler kendi refahı ve yararı için çalışan özgür ve eşit insanlardır. Yani kendi başlarına, kendi inisiyatifleriyle çalışırlar, kamu varlıklarını israf etmezler ve en güvenilir ve dikkatli işi çıkarırlar. ... Bu da iç disiplin, entelektüel olgunluk, yüksek ahlâk, dürüstlük ve sorumluluk duygusu, proleterin tam anlamıyla bir iç yeniden doğuşunu gerektirir.”
Sosyalizm, insanlığın, kapitalizmle alçaltıldığı yerden ayağa kalkışıdır. Yeni bir insan ve yeni bir ahlaktır. İnsanlığın kurtuluşu sosyalizmdedir.
Dipnotlar
1-Boe: Bir varil petrole denk gelen hidrokarbür ölçü birimi. (“Barrel of oil equivalent”ın kısaltması)
2-Sadece en belirgin birkaç örneğini verirsek: “Kar için üretim”, borsa gibi asalak alanlara trilyonları akıtır, reklam için devasa zenginlikleri çarçur eder, asla satılamayacak ve depolarda çürüyecek mallar üretilmesine yol açar, tekellerin kar hırsı için paylaşım savaşları çıkartır, doğayı sınırsızca tahrip eder, yüz milyonlarca insanın işsiz kalmasına yol açar, vb.