Venezüella Gayonlar Örgütü Liderlerinden Luis R. Oviedo İle Röportaj
Gayonlar, 1991-92’de komünist hareketin krizine yanıt vermek için kuruldu. Bu yanıtı vermek için ilk olarak Marksist klasikleri okuduk. Birkaç kişilik bir okuma grubundan adım adım Marksist Leninist bir örgüte doğru ilerledik. Doğuşumuz Lara eyaletinde oldu ve bugün ülkenin yarısında şu ya da bu düzeyde örgütlüyüz. Başkent Caracas’ta fazla gücümüz yok. Daha çok ülkenin iç taraflarındaki sanayi bölgelerinde örgütlüyüz. Bizim birçok yoldaşımız kitle örgütlerinin, sendikaların yöneticileridir. Bugün ilerleyen bir örgütüz. Çok sayıda kadromuz var. İnsanları hemen ve doğrudan üye yapmıyoruz. Marksizm-Leninizmi öğreterek, burjuva ideolojisinden ve dinden koptuktan sonra üye yapıyoruz.
İsmimizi, Venezuela tarihinde İspanyol sömürgecilerine karşı savaşmış bir Kızılderili kabilesinden alıyoruz. Gayonlar, Ana Soto adlı bir kadın tarafından yönetilen bir kabileydi. Ana Soto’nun liderliğinde İspanyollara karşı yıllar süren destansı bir savaş verdiler. Ayrıca “Gayon” kelimesinin İspanyolcada “kardeş”, “yoldaş” gibi anlamları da var.
Örgütümüz illegal olarak kuruldu. Bugün de legal değil. Ama zaten bizi legalleşmeye zorlayan kimse de yok. Ama legal mücadele olanaklarından en geniş ölçüde yararlanmayı esas alıyoruz. Örneğin güçlü olduğumuz bölgelerde seçimlere katıldık. Şu anda Ulusal Meclis’te bir milletvekilimiz var. Ve bir eyalet meclisinde de bir yoldaşımız milletvekili.
“Komünist hareketin krizi” ile neyi kast ettiniz?
1989-91’de SSCB ve Doğu Avrupa’daki rejimler yıkıldı. Üç Dünya Teorisi’ne göre bu ülkelerin “kurtulmaları”, “özgürleşmeleri” gerekiyordu. Öyle mi oldu? Aksine, bu ülkeler köleleştiler. Yugoslavya kanlı boğazlaşmalara sahne oldu. Dünyanın her yerinde sosyalizm mücadelesinden kaçış eğilimi hakim oldu.
Latin Amerika’da '90’larda bir Küba, bir de Kolombiya gerillası kalmıştı, “sosyalizm” diyen.
Liberalizm ve burjuva demokrasisi moda olmuştu. Sosyalizmi, Marksizm-Leninizmi savunmak, dinazorluk sayılıyordu. Biz, örgütümüzü bu koşullarda kurduk. Ama bugün rüzgarın tersine döndüğünü görmek gerekiyor. Bizce artık bu krizden çıkılmıştır. Sosyalizm mücadelesi her yerde yükseliyor.
Biz komünist hareketin mirasını sahipleniyoruz. Stalin’in tarihsel bir rol oynadığını düşünüyoruz. Stalin’in bazı hataları olduğunu düşünmemiz, ona yönelik kimi eleştiriler yapmamız, onun bir komünist olarak rolünü yadsımamız anlamına gelmiyor. Aynı şey Mao ve Kastro için de geçerli. Örneğin Kastro’yu ulusalcı bir sosyalizm anlayışına sahip olduğu, Jose Marti’ciliği sosyalist kimliğin önüne çıkardığı için eleştiriyoruz ama bu onun komünist kimliğini tanımamızı engellemiyor. Ama Troçki konusunda durum biraz farklı. Troçki’yle aramıza bir mesafe koyuyor, onun tutumunu mahkum ediyoruz.
Venezuela’daki süreci nasıl analiz ediyorsunuz?
Venezuela’da bugün bir ulusalcı burjuva demokratik devrim var. Bu devrim, ya sosyalizme doğru derinleşecek ya da yenilgiye uğrayacaktır. Bu anlamda sosyalist devrim açısından da bir devrimci durumdan söz etmek gerekir. Latin Amerika tarihinde daha önce de ulusalcı demokratik devrimler oldu. 1952 Bolivya devrimi, yine o yıllarda Guatemala’da Arbenz’in devrimi...
Emperyalizm, bugün ulaştığı gelişme düzeyinde, artık kendi dinamiğine sahip, bağımsız ulusal kapitalizmlere de tahammül edemiyor, bunları ezmeye yöneliyor. Chavez bir ulusal burjuvazi ve ulusal kapitalizmi geliştirmek istiyor. ABD doğrudan kendine bağımlı bir kapitalizm ve işbirlikçi bir burjuva iktidarı istiyor. Bu yüzden Chavez, başlangıçtan bugüne adım adım sola doğru kayıyor. Başlangıçta ne diyordu? “Ne kapitalizm, ne sosyalizm, üçüncü yoldan gideceğiz” diyordu. Ama şimdi artık “üçüncü yol yoktur, tek yol sosyalizm” diyor.
Bakın, şunun iyi anlaşılması gerekir. ABD Venezuela’yı ele geçirirse, burada onbinlerce insan ölür. Şili’den de beter olur. Çünkü Şili’de halk sokağa çıkıp darbeyi püskürtmemişti. Ama emperyalizm burada aşağılandı. Halkın darbecileri püskürtmesi bir yandan, Chavez’in her gün emperyalistleri küçük düşüren, halklara mücadele çağrısı yapan konuşmaları diğer yandan. Eğer ABD ve işbirlikçi muhalefet zafer kazanırsa, Chavez ya öldürüleceğini ya da Noriega gibi ABD’de hapsedileceğini iyi biliyor. Bu yüzden emperyalizmle Chavez arasında çok keskin bir çelişki de var.
Venezuela’da burjuvazinin sermayesi az. Güçlü bir sanayi sermayesi yok.
Burjuvazi devlet kapitalizmine ve petrol sektörüne bağımlı. Chavez, ulusal sanayileşme programı izliyor.
Burjuva demokratik devrim, kırsal alandaki yarı-feodal ilişkileri de tasfiye ediyor.
Yakın dönemde iki kriz yaşandı. 11 Nisan 2002’de darbe yapıldığında halk, sokakları ele geçirdi ve darbeyi püskürttü. Halk, ülkenin yönetimini fiilen ele geçirdi.
Chavez, Başkanlık Sarayına geri geldiğinde ilk sözü, “evlerinize dönün” oldu. Sokaklardaki milyonlar, o gece eski devlet aygıtını yerle bir edebilir, yeni bir devlet kurabilirdi. Fabrikaları ele geçirebilirdi. Kitleler ileri atıldığında Chavez, özel mülkiyet ve burjuva düzenin yıkılmasına izin vermedi.
Devrimci bir parti olsaydı, kitleleri doğru hedeflere yöneltip iktidarı alabilirdi. Sosyalist devrimi gerçekleştirebilirdi. Bu, Chavez’le de mümkün olabilirdi. Chavez orada dursun, bizim onunla özel bir sorunumuz yok. Emperyalizmle arasındaki çelişkilerden dolayı Chavez, böyle bir anda büyük ihtimalle tercihini sosyalizmden yana yapacaktır.
Petrol grevi sırasında da işçi sınıfı büyük bir inisiyatif gösterdi, işletmeleri ele geçirdi.
Venezuela’da ülke çapında örgütlü, kafası açık bir devrimci parti, küçük dahi olsa, kitleleri yönetebilir. Çünkü halk ,devrimci ve sokakta. Bakın, 13 Nisan’da (2002, bn.) kitleler herhangi bir önderliğin çağrısı olmadan darbeye karşı aynı amaçla sokaklara döküldü.
Sonuçta devlet, hala eski burjuva devleti. Ama burjuva demokratik bir devrim var. Rusya’daki Şubat devrimine benzetilebilir.
Peki iktidar kimde?
Bu süreç, ulusal burjuvaziye dönüşmekte olan bir küçük burjuvazi tarafından yönetiliyor. Şimdilik bu güçle birlikte yürüyoruz. Ama bir yere kadar... Bir yerde yollarımız ayrılacaktır.
Örneğin, biz ne zaman bir fabrikayı işgal etsek, direnişin sonucunda hükümet yetkilileri işletme sahibine telefon edip, işletmeyi satın alıyor ve işçi kooperatifine veriyor. Böylece işçilerin talebi karşılanıyor ama, özel mülkiyet hakkına da dokunulmamış oluyor. Ama nereye kadar bu böyle gider?
Lenin, sosyalist devrimin öznesinin proletarya olduğunu söyler, halk değil. Halk içinde çok farklı sınıflar vardır ve bunların iktisadi-toplumsal çıkarları birbiriyle örtüşmez. Halkçı, çok sınıflı söylem, gerçekte proletaryanın sınıf çıkarlarını bulanıklaştırıyor.
Petrol grevi esnasında PDVSA’yı (Devlet Petrol İşletmesi, bn.) kim ele geçirdi? İşçi sınıfı... İşçi sınıfı, devrimci yeteneğini burada ortaya koydu.
Anavatan Hepimiz İçin (PPT), Sosyal Demokrasi İçin (PODEMOS), Beşinci Cumhuriyet Hareketi (MVR) gibi Chavez hükümetinde yer alan çok-sınıflı (‘policlasista’) partiler proletaryayı temsil edemezler. Proletaryayı ancak kullanabilirler. Niye bu partiler sosyalizmi tartışmıyor? Chavez’in ‘21. yüzyıl sosyalizmini tartışın’ çağrısına rağmen neden sosyalizm kavramını dahi ağızlarına almıyorlar? Chavez’in partisi MVR bile böyledir.
Bunlar Chavez’i takip ediyorlar, çünkü bu ülkede Chavez oy alıyor. Chavez bir partiye destek vermezse, o parti biter. Bu yüzden bu partiler bir taraftan “Uh-Ah Chavez no se va” (Chavez gitmeyecek) tekerlemesini dillerinden düşürmüyorlar, ama diğer taraftan da makam mevki peşinde koşuyorlar. Bu partiler, “tüm halkı” temsil ettikleri iddialarına rağmen, esas olarak küçük ve orta burjuvazi tarafından yönetiliyorlar.
Şu anda aslolan ideolojik ve siyasal inşa çalışmasıdır. Silahlı mücadeleye de hazırlanmamız gerekiyor. Çünkü Kolombiyalı paramiliterleri kullanacaklar. Er geç, ülkemiz bir silahlı mücadeleden geçecek. Sadece 1998’den bu yana 125 köylü, toprak sahiplerinin kiraladığı paramiliterler tarafından katledildi. Politik kayıplar var. Biz de hazırlanıyoruz. Burjuvaziye ve emperyalizme karşı ya bir iç savaş ya da bir istila nedeniyle elde silah savaşabiliriz. Buna hazırlıklı olmalıyız.
Bu noktada, yürüttüğünüz birlik çalışmaları hakkında da sizden bilgi alalım...
Bugün dört örgüt, “Marksist Bolivarcı Akım” çatısı altında bu çalışmaları sürdürüyor. Bizce kurulacak olan parti, Marksist Leninist bir parti olmalıdır. İşçi sınıfının partisi, Leninist tipte bir parti olmalıdır. Komünist bir programa dayanmalıdır. Gerçek bir ideolojik ve programatik birlik yapmak istiyoruz.
Şu anda birlik sürecinin olgunlaştığını söylemek mümkün değil. Nisan ayında Akım Kongresi yapacağız ama biz, partinin kuruluşunun aceleye getirilmesini doğru görmüyoruz. Bakın, şu anda Şubat ayındayız ama daha ortada bir tartışma dokümanı yok. İdeolojik tartışma olgunlaşmış değil.
Birlik sürecindeki örgütlerden biz ve Ütopya belli bir örgüt işleyişine sahibiz. Komünarlar ve Süreç birer çevre durumundalar. Bu durum, birliğin yöntemi bakımından bazı soru işaretleri doğuruyor. Tartışmalı konularda ortak kararın nasıl alınacağı sorununa dair bir yöntem geliştirebilmiş değiliz. Bu noktada sizin aktardığınız Türkiye’deki komünistlerin birliği deneyimi bizim bakımımızdan çok değerli ve aydınlatıcı oldu. Buradan Türkiye’deki yoldaşlara da selamlarımızı iletiyorum. Dünya komünist hareketinin deneyimlerinden öğrenmeye ihtiyacımız var.
Nisan’daki Kongrede belki birlik kararı değil ama, birliğin nasıl gerçekleştirileceğine dair bir yöntem ve plan çıkacak... Ama Partinin kuruluş kongresini yaptığımız zaman, dünyanın birçok ülkesinden komünistlerin katılmasını istiyoruz. Venezuela’da Marksist Leninist partinin kuruluşunu enternasyonal bir etkinliğe dönüştürmek istiyoruz.
Sizce Bolivarcılık nedir?
Bolivarcılık, bugün, Latin Amerika’da değişik renkleri ve tonları ile antiemperyalizmdir. Kıtamızı İspanyol sömürgecilerinden kurtaran Bolivar’ın izinde, Latin Amerika halklarını emperyalizme karşı birleştirme çizgisidir.
Bolivar, kendi çağında, antiemperyalist ve ulusalcı bir mücadele verdi. Daha önce de İspanyollara karşı mücadele vardı ama etnik temelliydi. Zenciler ayaklandı, Kızılderililer ayaklandı, melezler ayaklandı... Ama bu tekil isyanların hepsini, İspanyol sömürgecileri ezmeyi başardı.
Bolivar, bunların tümünü birleştirmeyi başardı. Hatta beyazlar bile kölelerini azat edip ulusal kurtuluş ordusunda savaşmaya gönderdi. Bolivar, böylece ortak bir ulus bilincini yarattı. Ama bu ulus bilincini Venezuela’yla sınırlı tutmadı. “Bizim vatanımız Amerika'dır” dedi. Bu anlamda enternasyonalist bir mücadele geliştirdi. Venezuela’da 1. Cumhuriyet’i ilan edip yenildikten sonra, Venezuela’nın diğer İspanyol sömürgelerinden tecrit olarak tek başına bağımsızlığını kazanamayacağını gördü. Kolombiya’ya geçti. Elinde hiçbir şey kalmamıştı. Ama o, hiç yoktan yeni bir ordu yaratarak savaşı sürdürdü. Nihayetinde İspanyolları Venezuela’da, Kolombiya’da, Ekvador’da, Peru’da ve Bolivya’da yenilgiye uğratarak tüm bu ülkeleri tek bir cumhuriyet altında birleştirdi.
Ayrıca Bolivar, ABD’nin emperyalist geleceğini de gördü. Latin Amerika halklarının birliğini ABD’nin sabote edeceğini gördü.
Venezuela’da devrimci mücadelenin tarihi üzerine bizi kısaca bilgilendirebilir misiniz?
23 Ocak 1958’de Marcos Perez Jimenez diktatörlüğünün yıkılmasının ardından iki partili bir rejim doğdu: Demokratik Eylem (AD) ve Hristiyan Demokratlar (COPEI). Bu rejim, komünist partiyi dışlıyordu. Fidel 1958’de Caracas’a gelerek, El Silencio Meydanında bir konuşma yaptı. “El Avila, Venezuela’nın Sierra Maestra’sı olacaktır” dedi. (El Avila, Caracas’ın eteklerine kurulduğu görkemli dağ, bn.) Gençlik ve emekçiler kaynaşıyordu. Egemenler, halktaki bu kaynaşmayı bastıramıyordu. Halk ileri gitmek istiyordu. Fidel’in konuşmasının ardından AD’nin gençliği bölündü ve bir grup genç, Devrimci Sol Hareket’i (MIR) kurdu. Egemenlerin yeniden siyasi baskıyı yoğunlaştırmaları üzerine hem Venezuela Komünist Partisi hem de MIR kır gerillası çıkartarak savaşa başladılar.
1968’de VKP gerillayı dağıtma ve geri çekilme kararı aldı. Gerilla komutanlarından Douglas Bravo bu kararı tanımayarak, Ulusal Kurtuluş Silahlı Güçleri’ni (FALN) kurdu ve savaşı sürdürdü. MIR’de de paralel bir bölünme oldu ve Gabriel Puerte ile Carlos Betancourt liderliğinde Kızıl Bayrak Partisi kuruldu. Bu parti de gerilla mücadelesini sürdürdü. Önce ÇKP çizgisinde olan Kızıl Bayrak Partisi, 1978’den sonra yeni saflaşmada Arnavutluk’un saflarında yer aldı.
Ancak daha sonra Douglas Bravo liderliğindeki grup dağıldı ve tasfiyeciliğe sürüklendi. Bravo, bugün, başında olduğu “Üçüncü Yol” grubuyla sınıf savaşının bittiği, artık kültürlerin çatıştığını savunan tezler ortaya atıyor. Kızıl Bayrak Partisi ise '90’ların başında Gabriel Puerte liderliğinde tasfiyeciliğe sürüklendi. Şu anda karşıdevrimin ve emperyalizmin saflarında yer alıyorlar. Venezuela burjuva muhalefetinin bir parçası durumundalar.
Chavez’i nasıl değerlendiriyorsunuz?
Chavez’i samimi bir antiemperyalist devrimci olarak değerlendiriyoruz. Onunla cezaevinden çıktığında yaptığımız bir toplantıda şahsen de tartışma olanağımız olmuştu. O toplantıda Chavez emperyalizme karşı mücadeleye ihanet ettiği, gerillaları dağda kaderlerine terk ettiği için VKP’yi eleştirmişti. Kendisi bu noktada tutarlı bir hat izledi. Latin Amerika tarihi incelendiğinde Chavez’in bir ilk olmadığı, Chavez gibi onlarca antiemperyalist ulusalcı devrimci lider olduğu görülür.
Ancak Chavez, bir komünist değildir. Herşeyden önce, onun, üretim araçları üzerindeki özel mülkiyetin ortadan kaldırılmadığı bir sosyalizm anlayışı, bilimsel sosyalizme aykırıdır.
İdeolojik formasyonu esasen idealisttir. Isa’yı bu kadar yüceltmesi de buradan geliyor. Chavez, Marksizm'in kimi görüşlerini ve yönteminin kimi unsurlarını kullanıyor. Bu, onun düşmana karşı önünü açan, mücadelede doğru yolu gösteren bir rol de oynuyor. Ama bu, onun Marksist olduğu anlamına gelmiyor.
Chavez’le sürecin şu anki aşamasında işbirliği yapılabilir. Şu anda sürecin derinleştirilmesi yönünde birlikte ilerleyebiliriz. Ama bu, bir yandan da işçi sınıfının temsilcilerinin sosyalist devrimi hazırlamak için hegemonya mücadelesi yürütmesini dışlamaz.