77 Zehirli İmza

Bir süre önce, 77 Kürt aydının imzasını taşıyan ve Kongra-Gel’in tek yanlı ateşkesi bozmasını kınayan, “savaşı durdurun” çağrısı yapan bir bildiri yayınlandı.

Kürt ulusal kurtuluş devrimi sürecinde, devrimi destekleme tavrı takınmış, Recep Maraşlı, Cemil Gündoğan gibi tutarlı yurtsever aydınların da içinde bulunduğu, Kürt hareketlerinden geniş yelpazedeki bu aydınların, ateşkesin bozulmasına karşı dile getirdikleri ortak görüşler, bölgede ve Türkiye ve Kuzey Kürdistan’da, pek çok reformist parti ve örgüt tarafından da benimseniyor.

Aşağıda üzerinde duracağımız görüşleri ele alırken, esasen geleneksel Kürt aydın ve reformist örgütlerinin tavrı açısından acımasızca teşhir etmek gerekiyor. Ama aynı zamanda konjonktürel olarak Kürdistan’ın hemen bütün parçalarında, geç kalmış ulusal kurtuluş sorunu yaşayan tüm sömürge ulusların halk kitlelerinde yansıyan, “devletsel” statünün ehven-i şer biçimlerine bile özlemle karşılama duygusunun yaygınlığı ve bunun yarattığı yanılsama nedeniyle bilimsel ve devrimci politika açısından ikna edici bir temele oturtarak da ele almak gerekiyor.

ABD'nin İpiyle Ulusal Kazanımlar Korunur Mu?

Açıklama öncelikle, Güney Kürdistan’daki ulusal kazanımları riske sokacağını ileri sürerek, Kuzey’de ateşkesin kaldırılmasına tavır takınıyor.

“Bu savaş, Güney Kürdistan’daki ulusal kazanımları riske etmekte, Güney’de oluşan ulusal yapıyı ciddi bir biçimde tehdit etmektedir. Türk Ordusu’nun Güney Kürdistan’a girmesi için zemin hazırlamaktadır.”(açıklama)

Her şeyden önce, Türk burjuvazisinin sömürgeci diktatörlüğü, henüz Kuzey ulusal kurtuluş devrimi başlamamışken, 1982’den itibaren Güney Kürdistan’a askeri müdahalede buluna geldi. İran-Irak savaşı sürecinde, Güney Kürdistan peşmerge güçlerinin özerk bölge kurma olasılığı gündeme geldiğinde, sömürgeci diktatörlük Saddam’la yaptığı anlaşma üzerine, askeri güçleriyle girip müdahale ediyordu. 80’li yılların yarısına değin bu iki kez gerçekleşti. 1988’de İran-Irak savaşı, kazananı olmayan bir savaş olarak sona erince, Güney peşmerge güçlerinin savaşı da KDP ve YNK önderliklerince sona erdirildi.

Sömürgeci diktatörlük, 90’lı yıllarda da, Kuzey’in ulusal kurtuluş güçlerine saldırmak için, “cephe gerisi” olan Güney Kürdistan’a daha büyük ve silah donanımı yüksek savaş birlikleriyle sistematik olarak girdi. Ancak bu kez, Saddam’la işbirliği içinde değil. Barzani-Talabani güçleriyle işbirliği içinde girdi ve birlikte PKK güçlerini ezme harekatları düzenlediler. 1992’den başlayarak, Çekiç, Sandviç, vb. isimler altında yürütülen harekatlar, bu gerici işbirliği içinde yapıldı. O zaman, ABD’nin ‘91 emperyalist Irak savaşından sonra, Güney Kürdistan’da, ABD pretektorası federe bir Kürdistan vardı. ABD’nin işbirlikçiliğini yapan burjuva reformcu önderlik, Türk sömürgeciliğiyle de işbirliği yaparak PKK güçlerini ezmeye, Kuzey ulusal kurtuluş devrimini imhaya çalışıyordu. Bununla da yetinmiyor, partikülarist-aşiretçi bir rekabete girerek aralarında da savaşıyor ve kah Türk sömürgecileriyle, kah Saddam’la birbirlerine karşı işbirliği yapıyorlardı. Kendi aralarındaki anlaşmaları bile Washington ve Ankara süreçlerinde yapabiliyorlardı.

Bu gerici günahları işleyerek gelen Güney burjuva feodal önderliği, ABD’nin ikinci Irak savaşından sonra, federe bir statüyle ABD’nin pretektorası bir Irak yönetimi içinde, federe Güney Kürdistan statüsü kurmaya çalışıyor. Doğrusunu söylemek gerekirse, ne kadar süreceği belirli olmasa da tek sağlayabildiği gelişme KDP ve YNK’nın, partikülarist-aşiretçi çatışmayı şimdilik bir yana bırakmış olmalarıdır. Diğer koşullar tartıştığımız konu açısından olduğu gibi durmaktadır.

Güney Kürdistan’a, Türk burjuva sömürgeci diktatörlüğünün askeri güçleri, Barzani-Talabani eliyle ve Kuzey ulusal devrimci güçlerini imha etmek amacıyla ve Barzani-Talabani çatışmasında sözde “barış sağlamak” adına yerleştiler. Şimdi de hala, bu güçlerin izniyle bulunuyorlar. Bulundukları bütün bu süreç boyunca Barzani-Talabani, sömürgecilerin askeri üslenmesinin dayanakları oldu. Bu durum böyleyken de, Türk burjuva sömürgecilerinin açıkça dile getirdikleri iki amacı vardı:

Kısa vadeli amacı; PKK’nin askeri güçlerini imha etmek, uzun vadeli amacı Güney Kürdistan’da federe statünün hukukileşmesini önlemek! Bu amacı Türk burjuvazisinin bütün kesimleri benimsemişler ve açık seçik dile getiriyorlardı. Generaller, kontra şefleri, MHP, DYP gibi partiler en tavizsiz savunusunu yaparlarken -Perinçek bu kervana katılırken- islamcısından sosyal demokratına ve burjuva liberaline diğer partiler ve TÜSİAD daha esnetilmiş biçimde bunun savunusunu yapıyorlardı.

Peki Şimdi Değişen Ne?

Birincisi ABD ikinci Irak savaşıyla, emperyalist dünyanın literatürüne göre ‘Türkiye’nin komşusu’ oldu. Irak’ı bir ABD pretektorası (himayesi altında sömürgesi) yapmayı planlıyor. Direniş, ABD’nin Suriye ve İran’a askeri müdahalesini engellediği gibi, Irak’taki planını tıkadı, ABD’yi bataklığa soktu. ABD bakımından bu durumda, Irak’taki askeri egemenliği için dayandığı güçlerden en örgütlü olanlar Talabani-Barzani kuvvetleri. Bu nedenle ABD’nin Irak’ını kurarken, Güney Kürtlerine ABD himayesinde siyasi bakımdan özerk bir statü veriyor. Kuşkusuz, onyıllardır süren Kürt ulusal mücadelesini dikkate alıyor. Bu olmasaydı elbette kolayca siyasi özerklik vermezdi. Ama esasen, son on yılda, Baasçı burjuvaziden örgütlü işbirlikçi güçler yaratamadığı için Kürt burjuvalarına dayanmayı öne aldı. ABD’nin Irak’taki emperyalist egemenliği için bu statüyü veriyor, emperyalist egemenliğine dayanak yapıyor, aslolan budur.

Böyle olduğu için de, koşulları ve ihtiyaçlarındaki değişikliklere göre, Güney Kürdistan’ın statüsünde değişiklikler yapmaktan çekinmiyor. Örneğin, ABD, Irak’ta Saddam’a karşı askeri zaferini ilan ettiğinde, ABD egemenliği altında himayeci sömürge birleşik bir Irak içinde Güney’e özerklik öngördü ve peşmergelerin merkezi “Irak ordusu”na katılmasını emretti. Barzani-Talabani buna itiraz mı ettiler? Hayır! Ardından, Irak’ta sert silahlı bir direniş devam ettikçe, ABD kuklası (Geçici Yönetim Konseyi) GYK’nın hazırladığı geçici Anayasa’da Güney’e federasyon tanındı. Ardından BM’deki tasarıda ABD tarafından federasyon geri çekildi.

Demek ki ABD’yle gelen statü kalıcı değil, ABD egemenliğinin çıkarlarına göre değişkendir.

Federasyon, ABD himayesinde bir sömürge olmanın alt başlığıdır. Bunun benzeri bir statü Kosova’da da vardır ve ne Kosova özgürdür ne de Güney Kürdistan... Her iki yerde de son sözü askeri egemenliği elinde tutan ABD söylüyor ve Kosova’daki gibi ABD egemenliğinde federe Güney vatanını bu kez Saddam yerine ABD’ye çiğnetecektir. Bunun neresi Özgür Kürdistan’dır? Güney Kürtlerinin federasyona da, bağımsızlığa da hakkı vardır, yanlış olan federasyon değil, ABD himayeci sömürgeciliğine teslimiyettir.

ABD himayeci sömürgeciliği altında federe Kürdistan, dünya ve Kürdistan proletaryasının kurtuluşu bakış açısını bir yana bırakalım, Kürdistan ulusal kurtuluşu bakış açısından bile, merkeze konarak, tayin edici ölçüt alınarak tavır takınılabilir mi? Elbette hayır! Tutarlı ulusal kurtuluşçuluk, bağımsız Kürdistan’ı program edinir. Bu bakış açısından bakarak tavır takınır. Bu açıdan yaklaşıldığında, Kürdistan’ın bütün parçalarının bağımsızlık hakkı da, federasyon hakkı da vardır. Bu emperyalizmden ve emperyalist sistemin dayanakları gerici sınıflardan -bunlar bölgesel sömürgeci sınıflar ve kendi ulusundan gerici sınıflardır -bağımsız yürütülecek, bu sınıfları ve politik temsilcilerini tasfiye edecek bir mücadeleyle, devrimle sağlanabilir ancak. Devrimin ürünü olarak kazanılacak federasyon da devrimin zaferi ve bağımsız Kürdistan’ın gerçekleştirilmesi için yararlanılmalıdır. Bu tutarlı ulusal kurtuluşçu açıdan bakıldığında, Güney’deki mevcut federasyon, ABD pretektorası olduğu gibi, Kürt emekçilerine karşı emperyalist sistemin bekçiliği anlamına da geliyor! Ulusal kurtuluşçu hareketlere karşı da emperyalist ve bölge gericilerinin yanında yer alacaktır. Nitekim, Barzani-Talabani’nin içinde yer aldığı ABD’ci Irak Geçici Hükümeti’nin aldığı ilk kararlardan biri Kongra-Gel’i terörist ilan etmek oldu. Sizin, savaşı asıl başlatan olarak ilan ettiğiniz derin devletle, Talabani koşarak görüşüyor, Kongra-Gel’in nasıl imha edileceğini birlikte ele alıyorlar. İşte sizin tarihsel kazanım olarak ilan ettiğiniz himayeci sömürge federasyonun liderlerinin işlevi. Tabii ki onlar, ABD’nin yanında, halklara ama Kürt halkına da karşı ABD ve bölge sömürgecilerinin yanındadırlar. Gerçekte 40 yıllık ulusal mücadelenin kazanımlarını, ABD’ci karşı devrime dönüştürmüşlerdir. İşlevleri budur, ulusal kazanımlar elde etmek değil. Bu elbette istisnai olarak Kürdistan’a özgü de değildir. İngiliz himayesindeki, üstelik sözüm ona bağımsız Ürdün’ün küçük kralı (evet Arapların ‘ulusal kazanımı’ Ürdün devletinin başı olarak) Hüseyin, 1970’te on binlerce Filistinliyi katlederek emperyalistlere bağımlılığın diyetini ödetmedi mi? Hafız Esad, 1975 Tel Zaatar katliamıyla Filistinli mültecilerin kanını akıtmakta tereddütsüz davranmadı mı? Enver Sedat, 1979 Camp David antlaşmasıyla siyonistlerin savaş karargahı önünde secdeye varırken İsrail’in döktüğü kana ortak olmadı mı? Bunlar da Arapların ulusal kazanımlarıydılar, sizin mantığınızla!

Başka halkları köleleştirme üzerine ulusal özgürlükler kazanılır mı?

Sömürgeci Diktatörlük Kadr-İ Mutlak Mı?

Aslında sömürgeci diktatörlüğün kadir-i mutlak olmadığını, Güney Kürdistan’da kırmızı çizgilerini efendisi ABD’nin silmesi gösterdi. Siz de bunu biliyorsunuz. Ama, halkına ve halklara güvenini yitirmek, bu duruma düşen herkesin bilincini tutsak alır ve güçlüyü kadr-i mutlak görmek mantığına tutsak eder. Sizde olan da budur. Şimdi ABD’yi dünyada ve bölgede kadr-i mutlak gördüğünüz için, onun himayeci sömürgesi olan bir federasyonu “özgür Kürdistan” ilan edenlerin arkasına bağlanıyorsunuz.

Aynı mantıkla, Kuzey’de mücadele yükseltilirse Türk sömürgeci diktatörlüğünün Güney’e savaş açma bahanesi yapacağını ilan ediyorsunuz!

Oysa dün olduğu gibi, biraz farklılıkla olsa bile bugün de sömürgeci diktatörlüğün savaş nedeni, zaten başlı başına Güney’de federasyon ya da ayrı devletin kurulmasıdır! Sizin teslimiyetçi mantığınıza göre, sömürgeci diktatörlük savaş nedeni ilan etmesin diye, Güneyde ne federe, ne bağımsız statüde devlet amaçlamaktan tümden vazgeçmek gerekiyor!

Sömürgeci diktatörlük açısından bugün değişen, savaş nedeni saymasına rağmen Türk burjuvazisinin sömürgeci diktatörlüğünün gücü yeni egemene -Saddam’ın egemenliği yerine ABD egemenliği geçince savaş açmaya yetmemesidir. Güney Kürdistan’a savaş açması, ABD egemenliğine savaş açması demek olacağından yapamıyor. Bu kez ‘kırmızı çizgi’nin çıtasını indiriyor; Kerkük, Kürt federasyonu içine alınmaz ve petrol Kürdistan’a verilmezse siyasi özerklik kabul edilebilir diyor. Efendi ABD, bunu dikkate alarak (Iraklı kuklalarının da isteği bu yönde) Kerkük’ü özel statülü bölge olarak ayırıyor. ‘Özgür Kürdistan’ liderleri olarak ilan edip, korunmasını dünyaya bakış açınızın merkezine oturttuğunuz sömürge Güney’in o çok makbul egemenleri de bunu kabul ediyorlar...

Demek ki, karşısında ABD varolduğu için Ankara Güney’e savaş açamıyor, yoksa Kongra-Gel’in ateşkesi bozup bozmamasından değil. Sizin mantığınızdan hareket edersek, Güneybatı ve Doğu Kürdistan’da geçen aylarda patlak veren ayaklanmalar karşısında Suriye ve İran gericilerinin Güney’e savaş ilan etmeleri gerekmez miydi? Üstelik, bu ayaklanmalar Güney’deki federasyon ilanından esinlenerek patlak vermişti ve dahası, Suriye Baas yönetimi açıkça ayaklanmanın Barzani-Talabani tarafından kışkırtıldığını ileri sürmüştü. Eğer İran ve Suriye sömürgecileri Güney’e müdahale edemiyorlarsa, Güney’de gerçekte egemen olan ABD’ye karşı savaşa giremediklerindendir. Sizin ‘mücadele Güney’e savaş getirir’ içeriğindeki teslimiyetçi mantığınız, her geçen gün daha çok ABD’nin ipine güvenmenize, Kürt halkının gücüne güvensizliğe batmanıza yol açıyor. Bu mantıkla yarın, ABD’ci kukla Irak hükümeti, Kongra-Gel’e karşı savaşın tetikçiliğini Barzani-Talabani’ye verdiğinde, bu gerici-sömürgeci savaşı da desteklemekten başka çare bulamayacaksınız! Geçmişte, Barzani güçleri, İran’da üslenmişken, Güney’in ulusal mücadelesi zarar görmesin kaygısıyla, Doğu Kürdistan’daki ulusalcı güçlerin imhasını destekliyordu, bu onları, İran sömürgecilerinin tetikçiliğine değin götürdü. Sizin mantığınızın onlardan ne farkı var?

Oysa tarihsel deneyimler de, son Doğu ve Güneybatı ayaklanmaları da gösteriyor ki, Kürt ulusal kazanımlarını korumanın ve ulusal özgürlüğü elde etmenin de tek yolu, bütün parçalarda mücadeleyi yükseltmektir. ABD işgalindeki Irak’ta silahlı direnişin yol açmakta olduğu sonuçlar da, ulusal özgürlüğün silahlı direniş yükseltilerek kazanılacağını göstermiyor mu?

PKK reformcu program ve stratejiye geriledikten bu yana geçen son 6 yıllık süreç de tersinden bunu kanıtlamadı mı? Bu durumun kendisi Kongra-Gel’i, program edindiği reformların bile gerçekleşebilmesi, ABD ve bölge sömürgecilerinin olası imhasına karşı ayakta kalabilmesinin tek yolunun mücadeleyi yükseltmek ve aktif bir savunma savaşı yürütmek gerektiği sonucuna götürmedi mi?

Ama, sizler; halka ve mücadeleye güveninizi tamamen yitirdiğiniz için, bu gerçeği göremiyor, görmek istemiyor, Türk sömürgeci diktatörlüğüne teslimiyet ile ABD himayeci sömürgeciliğinin bataklığına düşüyor, bunun dışında hiçbir alternatifi göremeyen ufuksuzluğa herkesi de çağırıyorsunuz. Bu ufuksuzluğun dışındaki mücadeleyi yükseltmek yolunu, “derin devletin oyunu”yla suçlayacak denli gericileşiyorsunuz. Aynı gerekçeleri dile getiren Burkay’da tıpatıp aynı gerici konuma düşüyor:

“Ardından, bu olayların iç ve dış kamuoyunda yaratacağı etkiler kullanılıp, bir yandan Güney Kürdistan’daki Türk askeri gücünün varlığı devam ettirilecek, belki bölgeye yönelik yeni operasyonlar yapılacak, oradaki ortam da Kuzeydeki gibi terörize edilecek, bir yandan da AKP kuşatmaya alınıp AB yönündeki süreç bloke edilecek...

Oyun işte budur ve derin devlet bunu aylardır hazırladı, Öcalan eliyle devreye koydu.”

Halka ve mücadeleye güveni kalmayanların, düşmanı her şeye kadir görmeleri, başka gericilere bel bağlamaları kaçınılmazdır.

Kuzey'de Umut AB'ye Girmek Mi?

“Türkiye’nin Avrupa Birliği sürecine dahil olmasından rahatsızlık duyan derin devlet, bu süreci ve böylece kısmi de olsa gelişen demokratikleşmeyi engellemek için, bu savaşa ihtiyaç duymaktadır.” (açıklamadan)

Bu sözleri söyleyen Kürt aydınları, Kuzey için tek somut yolu da önermiş oluyorlar; mücadele etmeyelim, bugün AKP Hükümeti Türkiye’yi AB’ye sokacak, bu yolla demokratik kazanımlar korunur, AB’ye girilince de geliştirilir!

Sizin, Kuzey’deki ile Güney’deki mücadele mantığınız aynı; halka ve mücadeleye güvenmek yerine, Kuzey için AB’ye Güney için ABD’ye bel bağlamak!

Bu yolu tuttuktan sonra, sizin Kürdistan ulusal kurtuluşu adına söz söylemeye hiçbir hakkınız olamaz. Bu yolu tuttuktan sonra, Kongra-Gel’in ateşkesi sona erdirerek silahlı direnişe geçmesini, “taleplerle savaş birbirine uymuyor” demeye ne hakkınız olabilir. AB’ye girilince gerçekleşecek reformlar, Kongra-Gel’in program edindiği taleplerden daha geri değil mi? Elbette siz talepler ile savaşı eşitlemek derken, talepleri ileri bir düzeye çıkaracak bir eşitliği değil, savaştan vazgeçip, “mücadeleyi” AB’ye girilince gerçekleşebilecek talepler düzeyine çekmeyi öneriyorsunuz. Sizin bir benzeriniz de sosyal şoven ÖDP, silah bırakma çağrısı yaparak, mücadeleyi AB’de gerçekleşebilecek talepler düzeyine geriletmek istiyor.

Ama siz onlardan farklı olarak Kürdistan ulusal mücadelesine bağlılık adına yaptığınıza göre, durumunuz şecaat arz ederken sirkatin söyleyeninkine benziyor... AB’ye götüren sürece AKP Hükümeti önderlik ettiğine göre, esasen öngördüğünüz AKP kuyrukçuluğu da oluyor.

Sonuç olarak, Kürdistan’ın ulusal özlemlerini gerçekleştirmenin yolu, ABD ve AB’ye bel bağlamaktan değil, sömürgecilere, ABD ve AB’ye karşı mücadeleyi yükseltmekten geçer. Nasıl ki Kürt ulusunun özgürlük, bağımsızlık mücadelesi haklı ve meşrudur, HPG güçlerinin silahlı direnişi de meşrudur. Kürt emekçilerinin toplumsal ve ulusal kurtuluşçu program doğrultusunda taleplerini ve mücadelesini yükselterek, Türk ulusundan ve diğer ulusal topluluklardan emekçilerin mücadelesini yükselterek, Kürdistan’ın özgürlüğü ve Türkiye ve Kuzey Kürdistan’ın emekçilerinin kurtuluşu yolunda ilerlemek tutulması gereken devrimci tek yoldur. Aydınların, halka ve kendilerine güvensizliğinin vaaz ettiği yol; sömürgecilere teslimiyet, ABD ve AB’ye bel bağlama yoludur. Bu yol, şimdiye değin varolan ve Kürt ulusuna kölelikten, emekçilere de emperyalist boyunduruk ve sömürüden başka bir şey vermedi. Baba Barzani ‘75’te bunu söylediğinde bu trajediydi, bugün aydınlar olarak söylüyorsanız bu artık trajikomiktir!

Marksist Teori

Yaygın Süreli Yayın
Varyos Gazete Dergi adına Yazı İşleri Müdürü: Tülin Gür
Posta Çeki Hesap No: Varyos Gazete Dergi 17629956
Türkiye İş Bankası IBAN: TR 83 0006 0011 1220 4668 71

Bize Ulaşın

Yönetim Yeri: Aksaray Mah. Müezzin Sok. İlhan Apt. No: 12/1 D:7 Fatih/İSTANBUL
Tel: (0212) 529 15 94  Faks: (0212) 529 06 75
Web Sitesi: www.marksistteori5.org
E-posta: info@marksistteori.org
Twitter: @mt_dergi