Çeviri: Sinan Gülen
Giriş
Dünya genelindeki ABD askeri-politik saldırı çeşitlerinin Latin Amerika etrafında da olduğu açıktır. ABD saldırısının amaçları çürüyen güçsüz rejimleri destekleyerek, bağımsız rejimleri dizginlemek, merkez solu baskı yaparak sağa kaydırmak ve ABD emperyalizmi ve ana yandaşlarına meydan okuyan filiz vermiş halk hareketlerini yıkmak ya da tecrit etmektir. Biz ABD’nin her bir ülkedeki saldırılarının özelliklerini tartışacağız ve sonra çağdaş Latin Amerika’daki saldırının spesifik ve genel nedenlerini açacağız. Sonuç bölümünde ABD’nin saldırılarına karşı alternatif politikaları tartışacağız.
Askeri-Politik Saldırı: Farklı Yaklaşımlar, Tek Hedef
Latin Amerika’daki Amerikan askeri-politik saldırısının en göze çarpan görünümü farklı taktiklerden faydalanarak, kendine bağlı rejimler kurmak ya da bu rejimleri sağlamlaştırmak ve emperyalist egemenlik karşıtı sosyo-politik halk hareketlerini yenilgiye uğratmaktır.
Çok şiddetli ABD müdahalelerinin hedefinde Kolombiya ve Venezüella da bulunmaktadır. Her iki ülkede de Washington’un politik, ekonomik ve ideolojik açıdan jeopolitik önemde yüksek çıkarları mevcuttur. Her iki ülke de Caribbean ve Andean ülkeleri olmakla karşı karşıyadır; tıpkı Brezilya gibi. Kolombiya’daki devrimci rejimin ortaya çıkması ya da Venezüella’daki ulusalcı rejimin istikrarı, komşu bölgelerdeki benzer dönüşümleri teşvik edebilir ve ABD’nin kendine bağlı rejimler yoluyla kontrolünü baltalayabilirdi. Dahası, önemli politik değişimler ABD’nin petrol üretimi ve çıkarımı üzerindeki kontrolü yalnızca Venezüella ve Kolombiya’yı değil; aynı zamanda basını özelleştirme sürecine muhalefet örgütleyebileceği Meksika ve Ekvator’u da etkileyebilirdi. Washington her ne pahasına olursa olsun Körfez Petrol üreticilerine -İran, Irak- ve savunmasızlığı gittikçe artan Suudi Arabistan’a karşı açıklanmamış bir savaş açıldığı bugünlerdeki güvenli petrol edinimini muhafaza etmek istemektedir. Jeopolitik açıdan, Kolombiya ve Venezüella’daki sosyo-politik dönüşümler nihai olarak devrimci Küba ile entegrasyon anlaşmasına ön ayak olabilir. Bu da Washington’un en büyük kabusu. Tehlike Washington’un Küba’ya 40 yıldır devam eden ambargosu ve Latin Amerika’nın sömürge kontrolünün yeni aracı olan ABD sponsorluğundaki Amerika Serbest Ticaret Bölgesi’dir (FTAA).
Washington her iki ülkede de farklı stratejileri benimsemiş durumdadır. Kolombiya’daki halk isyanını yenilgiye uğratmak topyekün savaş stratejisini kapsamaktadır. Venezüella’da ise askeri darbe ile neticelendirilerek, birleşik bir sivil politik, ekonomik istikrarsızlık stratejik planı izlenmektedir.
Washington’un Kolombiya’daki karşı isyan stratejisi uyuşturucu karşıtı kampanya olarak işletilmiştir. Uyuşturucu karşıtı kampanya FARC’ın (Kolombiya Devrimci Askeri Güçleri) en güçlü olduğu bölgelerde merkezileştirilirken, Kolombiya Askeri Güçleri’nin paramiliter taşeronu tarafından kontrol altında tutulan alanlar adeta hesaba katılmamışlardır. 1990’ların sonlarında FARC’ın politik-askeri alandaki gelişimi Kolombiya hükümetini görüşme masasına zorlamış ve ABD’nin askeri yardım danışmanlarına bağlılığını artırmıştır. Washington’da (ve Kolombiya’da) “barış görüşmeleri”, FARC’ın kent güç merkezlerine saldırmasının önüne geçmek, Kolombiya Askeri Güçlerinin asker kapasitesini oluşturmak için zaman kazanmak ve ABD ordusunun askeri- yarı askeri güçleri ve askeri stratejisi üzerindeki etkisini sağlamlaştırmak ve geniş alana yayıp derinleştirmek için geçici bir taktik olarak görüldü. Hükümet barış görüşmecileri de El Salvador ve Guatemala’da olduğu gibi FARC’ı seçim hakkı vererek, ayartmayı ve bölmeyi umdular. FARC, ‘80’lerin ortalarında 4 binden fazla solcu politik eylemcinin vahşice katledildiğini ve herhangi bir anlamlı toplumsal değişim getirmesi için seçim politikalarına dönen Orta Amerika Gerillalarının acı yenilgisini bildiği için teslim olmayı reddetti. FARC, kalıcı ve sürekli barışın ön koşulu olarak, devlet yapısında ve ekonomide reformlar yapılması konusunda ısrar etti. Bu demokratik ve sosyo-ekonomik reform önerileri politik yaşamda daha fazla militarizasyon ve ekonominin liberalleştirilmesini hedefleyen ABD ve Andres Pastrana rejimi için bütünüyle kabul edilemezdi.
Barış görüşmeleri boyunca, Washington ve Pastrana barış söylemini; köylerin, kasabaların zapt edilip yok edilmesiyle milyonlarca köylü ve sendikacının yerlerinden edilmesiyle, solcu sempatizan olduğundan şüpheli binlerce köylünün öldürülmesinden sorumlu paramiliter gruplara (Kolombiya ordusu yoluyla) yardım ve teşvik eylemiyle birleştirdi. Düşünce; FARC’ı askerden arındırılmış alanda tecrit etmek, sınırlara asker yetiştirmek, silahlandırmak ve yığma yapmak, stratejik hedefleri kimliklendirmek için ileri teknolojide elektronik haritalar sağlamak ve sonra da görüşmeleri kesip kara ve hava atağıyla bölgede yıldırım savaşı yapmak, FARC liderlerini ele geçirip ya da öldürüp, kaçan isyancıları demoralize etmekti. Söylemeye gerek yok ki, taktik suya düştü. Gerillalar barış bölgesi dışında da aktif olmayı sürdürdü; askerden arındırılmış alanda da güçlerini sağlamlaştırdılar ve Pastrana barış görüşmelerini kestiğinde ciddi kayıplar vermediler.
Washington Kolombiya’yı Latin Amerika’daki politik-askeri saldırıları için deneme yeri olarak belirledi. Bunun nedeni FARC’ın iktidar için mücadele eden en güçlü anti-emperyalist oluşum olması ve FARC’ın kontrolü altındaki bölgenin Venezüella’ya komşu olması ve de Başkan Hugo Chavez’in bir müttefiki olarak fark edilmesiydi. FARC’ın yenilgiye uğraması Washington’un Venezüella üzerindeki dış baskısını artırmasına ve içerde istikrarsızlık kampanyasını güçlendirmesine olanak sağlayacaktı.
Kolombiya rejiminin politik temel olarak -yüksek askeri bütçe sonucunda sürekli gerileme ve toplumsal geriye dönüşlerden dolayı- askeri desteği artırması için ABD’yi kemirmektedir. Bütün Kolombiya ekonomisi şu anda ABD’nin askeri stratejisine daha az önemli gelmekte ve askeri strateji önüne gelen her şeyi yıkan topyekün savaş politikasınca yönetilmektedir. Bu bütün Kolombiya sivil ve ekonomik meselelerinin Washington’a, FARC’a karşı savaş, kazanmasında temel ilgileri arasında ikincil olduğu anlamına gelmektedir.
FARC’ın belirli gücü ve tecrübeleri ve lideri Manuel Marulanda’nın; yenilmesi güçlü stratejik kapasitesi ve genel kurmayının, ABD-Kolombiya savaşı, ABD’nin hızla artarak devam eden müdahalesinin, paramiliter terörü artarak kullanması ve daha büyük fark gözetmeden sivil hedeflerin bombalanması, sürdürüleceğini ve kanlı olacağı sözlerini ispat etmektedir. Buna rağmen bir askeri zafer ABD için oldukça şüpheli gözüküyor; sonuç belki de Afganistan’dan çok Vietnam’a yakın olabilir.
Washington saldırısının ilk işareti, bu saldırının Kolombiya’da bumerang etkisi gösterebileceğidir. İki haftadan kısa sürede Washington’un, Başkan Pastrana’ya, barış görüşmelerini sonlandırması ve askerden arındırılmış bölgenin savaş alanı olduğunu açıklaması yolundaki baskısından sonra, bölgedeki ilk kıtanın generali istifa etti ve açıkça askeri bir zaferin imkansız olduğunu beyan etti. FARC’ın barış görüşmelerinin sona ermesinden sonraki başarılı saldırısı, Kolombiya’da ABD büyükelçisinin Kolombiya planının yenilgiye uğradığını kabul etmesine neden oldu.
Kolombiya’daki önüne gelen her şeyi yıkan askeri stratejiye karşı olarak, Washington Venezüella’da Başkan Chavez’i yıkmak için bir sivil -askeri yaklaşım göstermektedir. Chavez liberal nasyonalisttir; tarafsız Ortodoks ekonomi politikası izlerken, dış politikada bağımsız bir ulusalcı politika izlemektedir. ABD stratejisi çok safhalıdır ve araçları, çağdaş ve ekonomik saldırıları, ordudaki çatlakları provoke etme gayretiyle birleştirir; bütün amaçları bir askeri darbeyi cesaretlendirmektir.
Savaşın ilk aşaması taşeron firma ve profesyonel gruplarla yakın koordine edilmiş eylemler yoluyla ekonomiyi istikrarlaştırma ve sendika patronlarını rüşvetle ele geçirmektir. Amaç ise halk muhalefetini hareketlendirmek ve halkın dikkatlerini medyayla ülkedeki, istikrarsızlığa odaklamak, böylece çatışmalı bir ortam içerisinde karlarının azalmasından korkan daha az politize olmuş kapitalistlerin yatırımlarını önlemektir. Kitle haber alma araçları Chavez rejimini devirmek için sistematik bir propaganda ile meşgul olmakta ve iktidarın vahşice zoralımının tarafları durumundadır. Hükümet ve halk, kitle haber alma araçlarının Washington’un özellikle ABD etkisindeki Inter Amerikan Basın Ajansı yoluyla “ifade özgürlüğü ihlali” karşıtı uluslararası bir kampanya yönetimine izin veren yıkıcı davranışlarını protesto etmektedir.
Bush yönetim stratejisinin ikinci aşaması istikrarsızlıktan direkt bir askeri darbeye hareket etmektir. Bu, iki adımdan oluşur: birinci adım ABD istihbarat uzmanlarını, emekli subaylar ve “ayrılanlar” diye etiketlenmiş ordunun daha geri branşlarından -Venezüella durumunda, hava gücü ve donanma- aktif çalışanlar arasındakileri harekete geçirmektir. Düşünce, askeri komutayı bir politik tartışmaya zorlamak, diğer aynı kafadaki çalışanları, ihraç edilmiş subayları savunmaları için kışkırtmak ve kitle haber alma araçları ve firmaları istikrarsızlık ve Chavez’in düşmesinin eli kulağında olduğu mesajları için güçlendirmek, böylece daha fazla sermaye kaçışını teşvik etmektir. İkinci adım otoriter deniz ve hava güçleri görevlilerini ordu üzerinde baskı yapması için organize etmek- Chavez destekçilerini ana siperi- taraftarlar kazanmak, apolitik görevlileri tarafsızlaştırmak ve Chavez’in adamlarını tecrit etmektir. Washington’un iki adımlı yaklaşımı, ABD’nin aktif askeri desteği ile bir “geçişli sivil - askeri cunta” kurallarının olduğu askeri bir darbe ile son noktasına varmaktadır.
Washington kendi iç stratejisine bağlı bir dış strateji geliştirdi. Milli Savunma Bakanı Collin Powell, Chavez’i bir otorite gibi açıkça suçlamış ve hem Powell hem de IMF açıkça bir “geçiş hükümeti için desteklerini belirtmişlerdir. ABD desteğinin açık bir işareti bir darbe geliştirme umududur. ABD özel güçleri şu anda Ekvador, Kolombiya, Peru, Panama, Afganistan, Yemen, Filipinler Gürcistan, Özbekistan ve diğer Orta Asya yandaş devletlerinde operasyon gerçekleştirmektedir. Bu o kadar benzer ki, darbe girişimi olayında, Pentagon darbeye kılavuzluk edecek ve sivil kişiliklere uygun konfigürasyonda propaganda ortaya konmasını sağlayacak, politik danışmanlar ve taktik elemanlar gönderecektir. Venezüella rejiminin karşı karşıya olduğu tehlikeler, Washington’un her gün propaganda ateşinin ve bolca provokatif eylemlerin olduğu politik yıpratma savaşı içinde Chavez sadık yığın hareketleriyle bağlarını ve aktif örgütlü desteklerini kuvvetlendirmek için, radikal sosyo-ekonomik politikalar üretmek zorundadır. Amerika yönetimindeki saldırı halkın desteğini bitirmek ve ordunun moralini bozmak için psikolojik silah olarak daimi gerginliği yaratmasına bağlıdır.
Chavez’in ABD’ye ters düşen bağımsız dış politikası: Kolombiya Planı’na muhalefet; ABD’nin Afganistan’daki savaşına karşı yorumu; Irak, Libya, Iran ve Küba ile samimi ilişkileri ve ABD’nin Venezüella hava sahasını kullanmasına izin vermemesidir. Maalesef Chavez, bu dış politikasını varoşlarda yaşayan milyonlarca işsiz ve düşük ücretle çalışan işçi taraftarlarının refahını sağlayacak bir dizi kapsamlı sosyo-ekonomik reformlarla, layıkıyla tamamlayamamıştır. ABD’nin Chavez’i devirme saldırıları, Ekim başında Washington’un -terör karşıtı savaş dediği- dünya çapındaki sömürgeci saldırısını savunmayı reddetmesi üzerinde temellendi. Başkan Chavez’in yakın danışmanları Washington’dan yüksek mevkide bir görevlinin Chavez’i ziyaret ettiğini ve açıkça Chavez’e “Başkan Bush’a karşı muhalefetini çok pahalıya ödeyeceğini” söylediğini bana bildirdi. Kısaca, ondan sonra bölgesel iş federasyonu ve sendika ağları kampanyalarını başlattılar -hem de Başkan Chavez’in çok iyi bir vergi reformu düzenlemesine, kısmi toprak reformu yapmış olmasına rağmen.
Açıkça, Chavez’in bir koltukta iki karpuz taşımaya çalışması, bağımsız dış politika ile iç liberal reform politikası, onu ABD karşısında saldırılara açık duruma getirir. ABD’nin Venezüella’daki sömürgeci taktikleri esas itibariyle Kolombiya’dakinden ayrılmaktadır; çünkü birisinde yandaş bir devleti halk isyanına karşı savunurken, diğerinde bir darbe kışkırtmak için sivil bir hareket yaratmaya çalışmaktadır. Bunun yanında stratejik olarak politik hedef ise aynı: Ülkesini FTAA içinde toplanan sömürgeci projeye tabi edecek ve Latin Amerika İmparatorluğu güvenliğinde istekli bir kul, belki de yeni deniz aşırı savaşlar için paralı askerler sağlayacak bir yandaş rejimi güçlendirmek.
Arjantin, Washington’un müdahale etmekte olduğu üçüncü ülkedir. 19-20 Aralık 2001’deki halk yığınlarının ayaklanmasını ve beş yandaş başkanın düşüşünü takiben Washington milyarlarca USD varlığının ABD şirketlerine akmaya devam ettiği, Avrupa şirketlerine zarar verdiği ve Arjantin’deki ekonomik ve politik sistemin ayrıcalıklı durumunu yeniden güvenilir hale getirmek için hazırlanmış çok yönlü bir strateji üzerinde çalışmaya başladı. ABD yandaşı Fernando De La Rua’nın Eduardo Duhalde’nin zayıf rejimlerinin çöküşü Washington’un kanlı diktatörlük günlerinden bugüne nispeten sağlam olan tam anlamıyla kontrol altındaki yandaşlarına (eski Başkan Carlos Menem ve eski ekonomi başkanı Ricardo Lopez Murphy) ve askeri istihbarat araçlarına dönmesine yol açtı.
Washington’un Duhalde ile sorunu, onun popülist önlemlerini düzeltmek değildir (Duhalde kısmi borç ödemelerini kabul etmiş, ABD’nin küresel saldırılarına koşulsuz destek vermeye ant içmiş, harcamanın kısıtlanmasını vs önermiştir.). ABD’nin sorunu şu ki; Duhalde etkili olarak IMF’ye ve Wall Street’a (borsa) taahhütlerini yerine getirememektedir. Halk hareketleri kitlesellik, eylemlilik, örgütlülük ve radikallik yönünden gelişmektedir. Toplantılarında acil sorunlar gibi belli başlı başlıklar yükseliyordu. Halkın talepleri dış borçların iptali, bankaların ve stratejik ekonomi sektörlerinin ulusallaştırılması ve gelirin yeniden dağılımını içermektedir. Kısaca ABD’nin FTAA yoluyla kontrolünü yaymaya ve derinleştirmeye ittiği bir zamanda neoliberal modelin reddi.
Şüphesiz ki Duhalde rejimi, IMF’nin talepleriyle karşı karşıya gelmeye hazırlanıyor; ama Duhalde bütün paketi uygulamak, iflas eden bankaları kurtarmak için ve Washington’un ve IMF’nin talep ettiği koşullar altında gittikçe güçsüzleşecektir. Bütçe kısıtlamaları, öğretmenler ve kamu emekçileri arasında birçok gösteriyi alevlendirmekte; iflastan kurtarılan yabancı bankalar özel tasarruflara el koymaya devam etmekte, taşradaki bütçelerin rastgele kısılması daha büyük işsizliği, açlığı ve isyanı kışkırtmaktadır. Duhalde rejimi baskının dozunu artırmış kendi sokak haydutlarını serbest bırakmıştır; ama hareketler hala çoğalmakta ve meşruluğun ince kaplaması çözülmektedir. CIA yöneticisi J. Tenet, Arjantin’deki istikrarsızlıkla ABD “dalgınlığına” işaret etmiştir. ABD’nin Arjantin’deki istihbarat araçları deneme balonları yüzdürüyor, askeri darbe söylentilerine cevabı değerlendiriyor. Bu, araştırma hareketi askeri, finansal ve ekonomik üst tabaka arasında bir konsensüs sağlamak için düzenlenmiştir -ABD’ ve Avrupa’yla özellikle İspanyollar, bankerler ve çok uluslularla- ABD’li ve Avrupalı kitle haber alma örgütleri Washington’un geliştirdiği stratejiyle -sivil rejimin kaos, enkaz ve kronik istikrarsızlığını- yazarak gürültü çıkarmaya başlamışlardır.
Washington, Duhalde eğer istifa eder ya da kendisi tarafından devrilirse çağdaş askeri rejime işaret ediyor. Washington’un stratejisi halk muhalefetinin başını kesmektir. Plan ise üç “M” ile özetlenebilir: Menem, Murphy ve (military) ordu. Bu üç “M” nin orta sınıf kent yoksulları arasında hiçbir desteklerinin olmaması, onların bir baskı rejimi kuracağı anlamına geliyor.
Özetle, Washington iki hat üzerinde çalışmaktadır: bir tarafta Duhalde’ye baskı yaparak bütün diktatoryal güçlerini eline alıp talepleri ona uydurmak ve diğer taraftan yeni bir otoriter işkence rejiminin koşullarını hazırlamak.
Yandaş askeri diktatörlük rejimine çağdaş bir görünüm ile geri dönmesi Bush yönetimini demokrasiyi serbest pazarı savunma hakkından alı koyamayacaktır. ABD kitle haber alma örgütleri bu ve bunun her çeşit motifiyle süsleyebilir, süsleyecektir de.
Washington’un askeri stratejisi; yandaş rejimlerin halkına ait haklarını soyup soğana çevirdiği Washington’un Latin Amerika’daki serbest pazar formülünü empoze ettiği, Ekvador, Bolivya, Paraguay gibi ülkelerde de ABD’nin himayeciliği ve yardım ödenekleri besbellidir. Brezilya ve Meksika’da, Washington politik ve diplomatik araçlardaki ağırlığına güveniyor. Meksika’da, Washington’un Vicente Fox yönetiminin ekonomik politikalarında hakkı vardır ve bir de gerçek bir ajanı, Dışişleri Bakanı Jorhe Castaneda. Bütünüyle anlaşma düşünüldüğünde Fox ve Castaneda için ABD siyasetine Meksika hedefini rüşvet olarak vermek sorun değildir. Sorunun ne olduğu bu politikayı hayata geçirmenin rejime faydasıdır. Fox’un Güney Meksika’yı ve Orta Amerika’yı ABD’nin büyük bir montaj sanayisine, turizm ve petrol merkezi (Puebla-Panama Planı)’ne çevirme çabası, katı bir muhalefet ile karşı karşıyadır. Amerikan sermayesinin, ucuz işgücü sahibi Çin’e kayması, Meksika sınır kasabalarındaki geniş çapta işsizi kışkırtmıştır. Bütünleşmenin, sözde karşılıklı faydaları açıkça yoktur. ABD’nin mısır üretiminde ve diğer tarımsal ürünlerde dampinge gitmesi Meksikalı çiftçileri ve yoksul köylüleri mahvetmiştir. ABD’nin Meksika ekonomisinin bütün sektörlerini (finans, iletişim, hizmet vs) teslim alması kârın ve mülkiyet ödemelerinin dışarıya akmasına yol açmıştır.
Dışişlerinde, Washington’un etkisi, Castaneda’nın ABD Savunma Bakanlığı ve CIA’nin politikalarını kabaca telaffuz ettiği zaman kadar hiçbir zaman daha büyük olmadı -ABD’nin Afganistan politikasına ve herhangi bir gelecekteki askeri müdahalelerine ve Küba iç politikasına kabaca müdahale etmesine koşulsuz destek vermesi, Küba ve Meksika arasındaki diplomatik ilişkilerdeki geçtiğimiz tarihte en kötü olayı provoke etmesi gibi- Castenada’nın Meksika politik tabasının büyük bir bölümünün eleştirisi ve istifa çağrısı altında, Amerika’nın anti-Küba müdahaleleri geri tepti. Fakat, açıktır ki, Fox yönetiminin ABD’nin böylesine fütursuzca kışkırtıcı politikası karşısında safça durması, Meksika politik sistemindeki boşluğun Washington tarafından işgal edildiğini göstermektedir. ABD şirketlerinin, bankalarının ve pek çok bölgesel yandaş politikacılarının güçlü duruşu Meksika’nın yeniden sömürgeleştirmesini -gittikçe inatçı ve fakirleştiren işgücüne karşı- kolaylaştırır.
Brezilya’da ABD hem politik hem de ekonomik alanda aktif durumdadır. ABD’nin Başkan Fernando Henrig ve Cardoso’yu desteklemesi eşi görülmemiş sonuçlar doğurmuştur: ilkeli kamu iletişim araçlarının finansal, doğal kaynaklarının ve ticari alanlarının satılması gibi. Daha da özel olarak, ABD ve Avrupa sermayesi ve Brezilya medya imparatorlukları büyük sanayi sektörleri arasındaki bağlantı politik tabaka üzerinde ve seçime şekil vermede güçlü etkiye sahiptir. Bu güç bloku merkez soldaki partilerin seçim politikalarını sağa kaymayı yani ulusal seçimleri kazanabilmek için medya girişini ve finansal desteği sağlamayı başarmıştır. Brezilya üzerindeki .Amerikan egemenliği politik bir süreçtir. Etki bölgesel ve yerel güç olan komisyoncular ve ulusal medya tekellerine doğru hareket etmektedir. ABD saldırısının bugünkü en büyük fethi sözde İşçi Partisi’nin önderliği ve bilhassa onun başkan adayı Luiz Inacio Lula da Silva’dır. ABD saldırısına yanıt olarak Lula sağcı Liberal Parti’den, kendi ikinci bakanlığı için bir milyoner tekstil kodamanı seçti. Henry Kissenger ile bir görüşme isteyerek IMF’ye bağlılığını açıklayarak, dış borçlar ve özelleştirme için şeref sözleri vererek Lula’nın gözüne girmeye çalıştı. Lula’nın sağ kolu ve İşçi Partisi, bütün büyük seçim partilerinin yörüngesinde kalmasını ve itirazsız ABD’nin politik tabaka üzerindeki hegemonyasını garanti etmesini ima etti.
Özetle, ABD sömürgeci saldırısı farklı ülkelerde çeşitli askeri ve politik içeriklerde çeşitli taktikler ve yaklaşımlar benimsemiştir. Washington askeri müdahaleye ve askeri darbelere (her zaman biraz sivil görünümlü) büyük önem verirken aynı zamanda politik ve diplomatik yandaşlarını silahlandırmaya politik düşmanlarına karşı yöneltmeye devam etmektedir.
Direkt ekonomik egemenlik üzerinde temellenmiş bir imparatorluk kurma stratejik hedefi çok çeşitlilikte politik, sosyal ve askeri engelle karşı karşıya kalmaktadır, bilhassa Kolombiya’da, Venezüella’da ve Arjantin’de olduğu gibi. Başka bir deyişle, gücün sömürgeci planı gerçekleşmekten uzaktır. İçeriğinde imparatorluğun geçmiş sosyo-ekonomik yıkımlarının, kolay ilerleme ya da kaçınılmaz bir zafere sahip olmak için herhangi bir haklılık sağlamak amacıyla uygun alan yaratmadığı bir dizi çekişmeli ilişkilerin ağına düşmüştür. Bilakis halihazırdaki sömürgeci saldırı bazı yönleriyle önümüzdeki yıllarda, şiddetli geri çekilmelerin ve bazı ülkelerdeki orta sınıflar arasındaki daha önceki taraftarlar muhalefetinin gelişmesi sonucudur.
İmparatorluğun Çöküşü: Sömürgeci Saldırının İlkeleri
Latin Amerika’daki ABD askeri politik saldırısı kendi sömürgeci gücünü askeri esaslar ve yandaş politik rejimler yoluyla yaymak ve sağlamlaştırmak için yaptığı dünya çapında bir kampanyanın parçasıdır. Kampanya 7 Ekim 2001’de Afganistan’ın bombalanması ve sonraki işgalle başladı. ABD uydu yapımını, Washington’un birdenbire aksine bertaraf ettiği Rus bağlantılarının olduğu Orta Asya’ya yaydı, askeri üsler ve rejimlerle yandaşlık ilişkileri kurdu. Askeri müdahalelerin benzer süreçlerinde, Filipinler’de, Yemen’de, Gürcistan’da, işgal esaslı ve patron-müşteri ilişkileri kuruldu. 7 Ekim 2001’den önce Washington, Latin Amerika’da, Ekvador, Peru, Druba, El Salvador ve Kuzey Brezilya’da askeri üsler kurmuştu. Daha da önemlisi, yeni üslerin yerleri Kolombiya ordusunun ve halk isyanlarına karşı savaşan paramiliter güçlerin isyan karşıtı operasyonlarını finanse etmede, eğitmede ve yönetmede geniş ve doğrudan operasyonel bir role de eşlik etmektedir.
ABD gücünün büyüyen bir kısmı anti-emperyalist rejimler olan Küba ve Venezüella’daki gibi Latin Amerika’nın birçok kısmında ilerlemiş halk hareketlerini önlemek için yönetiliyorlar.
Bundan başka, saldırı arayışları, yalnızca kaybettiği etkiyi geri kazanmak için değil, aynı zamanda dünya çapında üstün bir imparatorluğu kabul ettirmek için, yeni stratejik güç merkezleri kurmak içindir.
ABD askeri-politik saldırısının Latin Amerika’da ilk amacı, kendi yandaş rejimlerinin itibar kaybettiği ve güçsüzleştiği ve sömürgeci çok taraflı ekonomik kuramların toplumsal muhalefet içinde makro ekonomik politikalarını kontrol etme kapasitelerini kaybettiği bölgelerde hakimiyetini geri almaktır. Uzun bir dönem ABD askeri hazırlığı politik bir amaca sahiptir: İtibar kaybetmiş rejimleri desteklemek, güçsüz yandaş rejimleri daha otoriter sivil-askeri cuntalarla değiştirmek ve Washington’un politikalarına karşı çıkan bağımsız ulusal hükümetleri devirmektir.
ABD yandaşı rejimlerin başarısız neoliberal ekonomik model içerisinde güçsüzleştiği, halkın oylarındaki dikey çöküşün tescillenmesi, yerel sermayenin dışarıya gitmesinin artması ve en önemlisi bazı ülkelerdeki artan dinç yığın hareketlerinin dövüşkenliğinin rejim otoritesine ya da devlet gücüne yönelmesi bunu göstermektedir.
İmparatorluğun uydu yapımı projesine en güçlü ve en organize meydan okuma Kolombiya’da olmaktadır. Sivil askeri rejime karşı toplumsal muhalefet, hükümet tarafından kredileri kesilerek, ucuz ABD yiyecek ithalatına ve az miktardaki ihracat mallarına açılan kapı yüzünden zayıflatılmış, birçok kesimden oluşmuş bir tarım hareketi (çiftçiler, köylüler ve tarım işçilerini kapsayan) içinde kurulmuştur. Muhalefet, militan sendikal mücadeleyi, özellikle petrolde, kamu işçilerini, tarım ve sanayi birliklerini kapsamaktadır. Ancak günümüz Latin Amerikan tarihinde en önemli muhalefet en güçlü ve iyi örgütlenmiş şekilde gerilla hareketinde bulunmaktadır, FARC’ın ve daha küçük Ulusal Özgürlük Hareketi’nin (ELN) 20 binden fazla savaşçısı bulunmaktadır. İsyan karşıtı uzmanların ana konusu gerillalara sempati duyan yüz binlerce köylüyü kırsal bölgeden zorla çıkartması için ve ilerici kent varoşlarında yaşayanları, öğrenci liderlerini, insan hakları çalışanlarını, ve sendika liderlerini öldürmeleri için paramiliter ölüm timlerini yönetmektir. Paramiliter güçlerin şiddeti, gerillaları doğal kitle temellerinden, yiyecek ve yeni üye kaynaklarından tecrit etmek, Silahlı Güçlerin gerillalara doğrudan saldırabilmesini sağlamaya yönetildi.
Askeri şiddetin derinliği ve hareket serbestliği -1960’tan beri 40 bin sivil katledildi- gerillaların işçiler ve köylülerin arasında geçmişte ve bugün derin kökler salmış olduğu düzeyi işaret etmektedir. Gerillalar ülkenin kırsal belediyelerini ya kontrol altında tutuyorlar ya da belediyelerde etkili durumdalar ve yaygın yok etme kampanyalarına rağmen kayıp ve herhangi bir önemli yenilgi almadılar. Zıt olarak, gerillalar başkent Bogota’ya 40 milden daha yakın mesafede aktif durumdalar, büyük karayolları kontrolleri altında ve ülkenin çok geniş çevresinde oldukça etkinler. İsyancılar hareket içindeyken savaş pozisyonundan çok, doğrusu, ülkenin birçok bölgesinde ikili iktidar sistemini kurmuşlar. Dahası, isyancılar arazi bilgisi, yöre insanına yakınlık konusunda avantajlara ve ABD’nin -çoğunlukla mecburi askerlerden oluşan ordusunun- teknolojik ve sayısal üstünlüğünden çok bedel ödeyen, stratejik açıdan üstün liderliğe sahiptir. ABD asker ve subaylarının büyük telkini, rejimi destekleme, onun iki yıllık gerilemesini, sivil hoşnutsuzluk ve gerilla saldırıları karşısında bozulmasını ve çökmesini önlemek yönünde olmuştur.
Venezüella’daki Chavez rejimi ABD’nin küresel ölçekli dış politikasına meydan okumuştur. Chavez hükümeti Irak, İran ve Libya’yı ziyaret etmiş böylece Amerikan boykotunu kırmıştır. Chavez ABD’nin Afganistan’a düzenlediği askeri müdahaleye ( “teröre yanıt daha fazla terör değildir”) diyerek karşı çıkmıştır. ABD’nin isyan karşıtı askeri stratejisine muhalefet etmiş, ABD uçaklarının Venezüella hava sahası üzerinden uçmasına izin vermemiş, FTAA’nın acil görevlerini reddetmiş, Küba’yla yakın bağları geliştirmiş ve Kolombiya’da rejim ile gerillalar arasındaki uyuşmazlığa arabuluculuk etmeyi önermiştir.
Daha genel şartlarda, Chavez, OPEC’i güçlendirmiş ve karar verme kapasitesini yeniden canlandırmıştır ve her şeyin üstünde, Bush-Rumsfeld’in dünya egemenliğini kurmak için “haçlı seferine” boyun eğmeyi reddetmiştir. Sonraki durum, ABD’nin geçici olarak büyükelçisini geri çekmesine ve Chavez’i kariyerli bir diplomattan çok, mafyayı andıran bir tarzda tehdit etmek için Savunma Bakanlığı’nın üst düzey bir delegesini göndermesine yol açmıştır.
ABD etkisinin keskin düşüşüne tanıklık eden üçüncü ülke Arjantin’dir. Yandaş De La Rua rejiminin ve onun başkan arkadaşlarının çöküşünün çanları Washington için çalmaktadır. Duhalde’nin başa gelmesi ve Washington ve IMF’ye verdiği ödünler, ABD’yi teskin etmemiştir. Duhalde rejiminin yığın hareketlerine etkili bir şekilde son vermede karasız ve yeteneksiz olduğu Washington tarafından fark edilmektedir. En önemli politik gerçek orta sınıfın çok büyük bir kısmının neoliberalizme ve onun deniz aşırı kurucularına karşı çıkması ve onlara yakın bütün yerel politikacıları reddetmesidir. ABD ve generallerinin sola kargaşalık ve şiddetten dolayı kabahat bulabildikleri 1976’daki darbeden farklı olarak, 2002’de rejim, orta sınıfın tasarruflarına el koyan, yaşam standartlarını düşüren ve orta sınıfın toplantılarını ve yürüyüşlerini şiddetle bastıran Amerikancı sağcı bir rejimdir. ABD destekli bir sivil askeri darbe, gerçekte sosyal temelli bir desteği olmayan politik bir boşlukta yer alacak ve yalnızca bütün sivil toplum örgütlerine karşı şiddetli baskıya bağlı olacaktı. ABD yandaşı politikacıların mutlak politik itibar kaybı ve jenosit yanlısı askeri komutanlar, Washington’un şimdi ve yakın gelecekte sosyo-politik güçlerle çok kötü bir ilişki içerisinde olduğunu ve olacağını anlatmaktadır. Bu bağlamda, Washington’un kuvvetle muhtemel stratejisi; Duhalde’yi muhalefeti hareketsizleştirmek için artan şiddetli baskıcı önlemler almaya çağırarak ve böylece yeni IMF kredileri umudu içerisinde, koşulların, yabancı bankaların koşullarına uygun hale gelmesini sağlamak olacak. Diğer olası senaryo ise merkez-sol koalisyonun yeni versiyonunun iktidara geleceği yeni bir seçim olabilir ve Washington bundan sonra yıpratma politikasına başvuracak -yatırımları, kredileri baltalamak vb.- böylece kaos ve başarısız politikalar bağlamında bir askeri darbeye başlamak için hoşnutsuzluğu provoke edecektir.
Bu bağlamda, yığın hareketi ile Washington arasında sivil haklardaki boşluğu kimin dolduracağını görmek için bir yarış olmaktadır. ABD sosyal temeli olmayan zayıflatılmış devletin gücüne sahiptir. Yığın hareketleri halk desteğine sahiptir; ancak devlet iktidarını yönetecek durumda örgütlü bir ulusal önderliğe sahip değildir.
Kolombiya, Venezüella ve Arjantin açıkça ABD’nin etkisinin ve gücünün azaldığını yansıtmaktadır. Bununla beraber, alternatif güçler diğer bütün Latin Amerika ülkelerinde ilerlemektedir. ABD’nin Paraguay, Bolivya, Ekvador ve Peru’daki yandaş rejimlerinin itibar kaybettiğinin ve Washington’un görülecek işlerinin yerine getirilmesinde, çok az bir halk desteği olduğunun açık işaretleri vardır. Dahası, Paraguay, Bolivya ve Ekvador’da gerici yasaların engellenmesi için, doğrudan eylem güçlerini gösterdiği, her kesimden etkili yığın hareketleri vardır. Bu hareketler etkiliyken, güçleri, bilhassa, olağanüstü durumlar üzerinde silahlanmış bölgeler ve sosyal sınıflar (köylülük) içinde yer almaktadır. Bu hareketler şu halde, rejim tarafından yerine getirilmemiş asgari fikir birliktelikleri üzerinden görüşmeler yapmaya eğilimli hareketlerdir; böylece düşünmeden yeni bir hareket ve karşıtlık yaratmaktadır.
Washington’un Brezilya’daki politik etkisinin analizi oldukça karışıktır. Bir tarafta merkez sağda Amerikancı Cardoso rejimi, denizaşırı bankacılar ve yerel seçkinler hariç desteğinin büyük bir kısmını kaybetmiştir. Diğer yandan sol İşçi Partisi, önderliğinin ve başkan adayı Luiz Inacio Lula Da Silva’nın sağa kaymasıyla şiddetli bir şekilde zayıflamaktadır.
Sağcı Liberal Parti ile ittifakı ve neoliberal icraatların birçoğunu kucaklaması, ABD’nin zaferini sağlamaktadır. Sağa kayış, alt tabakadaki birçok İşçi Partisi seçmenini uzaklaştıracak ve belki de seçimleri kaybetmesi, partiyi bölecektir. Ya da eğer olası olmayan bir şekilde seçimler İşçi Partisi’nin zaferi ile sonuçlansa da, bu ABD’nin menfaatlerini etkilemeyecektir. Bilinmeyen faktör ise İşçi Partisi’nin sağa kayması solun yeni grup oluşturmasıyla sonuçlanacak -etkili, toplumsal hareketlerin olduğu (mülksüz işçiler, küçük köylüler, kent ve konut hareketleri), radikal sol partiler, ve İşçi Partisi’nden ayrılan sol azınlıklar da güçlere katılabilecektir.
Seçim partilerinden bağımsız olarak, FTAA’ya ve son on yıldır ekonomik durgunluğa yol açan ABD ve Avrupa tarafından kışkırtılmış ekonomik politikalara karşı gelen etkili ve halihazırda ulusalcı ve antiemperyalist görüşler yükseliyor. Dahası, Brezilya ordusu Pentagon için güvenilir bir ittifak olmadığı gibi, ABD’nin yeni müdahalelerine direnebilecek güçlü ve tarihsel kökleri olan ulusalcı akımları içermektedir.
Özetle, ABD’nin askeri-politik saldırılarını yalnızca küresel faktörlere bağlamak hata olacaktır. ABD 11 Eylül’ün karşı saldırısının tarihini önceden atmıştır-Kolombiya Planı hemen hemen 2 yıl önceden başlamıştır. Latin Amerika sömürgeci saldırısı, 2001 yılının son yarısındaki olaylardan daha büyük ideolojik ve askeri sürükleyici güç elde etti, ancak aynı şekilde önemli olan şey halk hareketlerinin ilerlemesi ve bazı büyük ülkelerin orta sınıfları içinde antiemperyalist, antiliberal düşüncelerin yayılmasıdır. Amerikan neoliberal imparatorluğunun Latin Amerika’daki başarısız rejim sendromu Arjantin’de dramatik bir şekilde resmedilmiştir; ancak bu resim her yere yayılmaktadır. Pazarlar üzerindeki kontrolü tutmak için bir emperyalist strateji olan, neoliberalizm, ulusal girişimler, ve doğal kaynaklar ile birlikte en son noktalarına ulaşıyor gibi görünüyor. Oluşan şey ise ekonomiler, sermaye ve meta dolaşımı üzerinde daha yüksek derecede doğrudan sömürgeci kontrolüdür.
ABD Saldırısı: Sol Üzerindeki Etkileri
Bugünkü ABD sömürgeci saldırısı Latin Amerika’daki sol oluşumlar üzerinde farklı etkiler yaratmıştır. Genelde diyebiliriz ki seçim partileri sağa kaydılar. Sosyo-politik hareketler ise radikalleştiler. Saldırı, yalnızca politik dizilişi ve stratejiyi değil, aynı zamanda ekonomik programları da etkiledi.
Olumsuz tarafla başlayalım! Solun bu kısmı, ABD müdahale, tehdit, baskı ve propagandalarının sonucu olarak merkeze kaymıştır. İki en ünlü örnek Nikaragua’da Sandinist Ulusal Özgürlük Cephesi (FSLN) ve Brezilya’da İşçi Partisi’dir. İki örnekte de geçtiğimiz on yılda yavaş yavaş merkeze doğru kayma olmuştur.
Nikaragua’daki 2001 başkanlık seçimlerinde Daniel Ortega, neoliberal bir başkan yardımcısı adayı seçti, 11 Eylül’den sonra, ABD’nin Afganistan’ı bombalamasını ve dünya çapındaki askeri saldırısını, FTAA’yı, dış borçların ödenmesini ve ortodoks neoliberal politikalarını onayladı. Ancak bunların hepsi boşunaydı. Washington ve ABD büyükelçisi seçimlere müdahale etti, kendisine uygun liberal adayı favori gösterdi ve seçmenleri, gerillalara verilen oyların liberal oylara döndürmeleri yönünde tehdit etti. Ortega, savaşçılarını ve iş çevrelerinin desteğini sağlamamış solu uzaklaştırarak seçimleri kaybetti.
Brezilya’da İşçi Partisi önderliği sosyalist bir programdan, sosyal demokrat bir programa ve son zamanlarda ise neoliberal bir programa kaymıştır. İşçi Partisi hala güçlü bir sol sosyal-demokratlardan azınlığa ve rasgele birkaç Marksist entelektüele sahipken bile, onun şu anki yönelimi, muhafazakar Liberal Parti ve Brezilya Demokratik Hareket Partisi ile ittifak sağlayarak merkez sağa doğru hareket etmektir. Parti önderliğinin sağa kaymasıyla, lafzı lider Lula, otoriter bir liderin özelliklerini takınarak sosyoekonomik sistemi değiştirmek ve reformlar yapmak yerine iktidarı elde etmekle daha çok ilgilenmiştir. Lula ve önderlik takımı Washington’un itaatli yandaş, olabilmek için onların isteklerini gerçekleştirmeye yönelik hem sembolik hem de ciddi önlemler almışlardı: Borç ödemelerini garanti ettiklerine, özel girişimleri savunacaklarına ve ABD yatırımcılarını teşvik edeceklerine dair söz verdiler. Sembolik ve ciddi düzeyde Lula’nın milyoner tekstilci işadamını seçmesi, militan sendikacılara ve Mülksüz İşçi Hareketi’ne düşmanlığı ve FTAA’ya uyumu, tıpkı seçim ortağı gibi, İşçi Partisi’nin hala sağa doğru gittiğini gösteriyor. İşçi Partisi’nin 11 Eylül sonrasında daha belirgin bir şeklide sağa hareket etmesi, iç parti politikasının sonucu olan sürecin Washington’un baskısı tarafından hızlandırıldığını gösteriyor.
Meksika’da Demokratik Devrim Partisi’nin, (büyük sağcı partiyle birlikte), Kızılderili topluluğunun önderi Zapatista’ya (gerçekte bütün Kızılderili topluluklarına) zarar veren yasa lehinde oy vermesi şu anki önderliğinin uzlaşmacı politikalarını göstermektedir. Demokratik Devrim Partisi liderinin, Meksika Dışişleri Bakanı’nın provokatif açıklamasını açıkça suçlamayı reddetmesi ve Küba karşıtı eylemleri, DDP’nin bazı kısımlarının Washington’un Meksika Senatosundaki favori yandaşı olmak için Ulusal Eylem Partisi ile rekabete girebileceğini göstermektedir.
Özetle, ABD askeri-politik saldırısı, birçok merkez-sol seçim partilerinin sağa itilmesinde özel etkiye sahiptir. Çoğu durumda, bununla beraber bu sağa dönüşüm başlamış olsa da baskı çoğunlukla süreci hızlandırmış, belki de bu partileri umduklarından daha fazla sağa itmiştir.
Bunun karşısında, ABD askeri-politik saldırısı ve FTAA’yı kabul etmeye itiş, birçok bölgedeki sosyo-politik hareketin alanını, derinliğini ve radikalleşmesini artırmıştır.
Kolombiya’da, barış görüşmelerini kesmek ve tarafsız bölgeyi askerileştirmek, gerillaların büyük başarı sağladığı karşı saldırılara, FARC ile ELN arasında yakın işbirliğine ve gerilla saldırıları dolayısıyla ekonominin bariz bozulmasına- petrol akışı, elektrik, enerji ve su stokunu içeriyor- yol açmıştır. Dahası savaş koşulları ve sınıf karşıtlığı altında, isyancıların programatik talepleri radikalleşecek gibi. Hiç olmazsa ilk aşamada, ABD-Kolombiya saldırısı, gerillalarca askerden arındırılmış bölgede az kalmış tecrit kasabaların ele geçirilmesinden başka ABD ve Kolombiya ordusu tarafından finanse edilen paramiliter ölüm timlerinin önemli kayıplar vermesi gibi birçok defa taktik yenilgilere yol açmıştır.
Arjantin’de Duhalde’nin ABD’yi yatıştırma gayretleri -borçların ödeneceğine söz vermesi, Küba aleyhinde oy kullanması, IMF’nin talimatlarına uyması- muhalefeti ve radikal talepleri artırmıştır. Birbirinden tamamen farklı gruplar ve sınıflar etkili bir birliktelik için artarak birleşmektedir. Ulusal birlik mitingleri, binlerin katıldığı ve orta sınıf işsizler tarafından kuşatılmış büyük caddelerde çatışmak gösteriler yapılmaktadır. Ekonomi iki misli küçülme göstererek batmaya devam ediyor. Fonlarına hala el koyulan orta sınıf, ABD ve Avrupa bankacıları ve onların Arjantin’deki yandaşlarının banka hesapları dondurulmadan önce yaklaşık 40 milyar doları ABD, Avrupa ve Uruguay’a gönderebildiğini fark etmiştir. Sonuç ise var olan siyasilerin etkili ve bilinçli olarak reddedilmesi olmuştur. ABD saldırısı politik yandaşlarının tecrit edilmesinde etkiye sahiptir. Saldırı, halkın yükselen isyanının sindirilmesinde ve tarafsızlaştırmasında aynı etkiye sahip olamamıştır. Duhalde rejimi, ABD saldırısını savunurken, toplumsal açıdan aciz ve politik açıdan tecrit edilmiş, herhangi bir önemli politikayı hayata geçirmede beceriksiz durumdadır. Daha da önemlisi, Washington sabit bir muhataba sahip değil -Duhalde rejimi de kendi dönemini tamamlamayabilir.
Venezüella’da ABD saldırısı; iş çevrelerini, dinsel hiyerarşiyi ve sendika ağalarını; Chavez’i devirip, yerine sadık bir yandaş getirecek, askeri darbe kışkırtması umuduyla geniş ölçekli gösteriler düzenlenmesi için, başarıyla harekete geçirmiştir. Diğer taraftan Chavez ise kent yoksulları ve azınlık sendikacılar arasından oluşan destekçilerinin cesaretli yığın hareketleri ile cevap vermiştir. Chavez aynı zamanda ordu komutanlarının sadakatini de elinde bulundurmaktadır. ABD müdahalesi Chavez’in konuşmalarını radikalleştirmiş ve yoksulluğu iyileştirecek daha ciddi sosyo-ekonomik değişiklikler yapabileceğinin sinyallerini vermiştir.
Karşıtlıklar, bir tarafta zengin üst sınıf ve refah içindeki orta sınıf, diğer tarafta fakirleştirilmiş orta sınıf ve kent ve kır yoksulları arasında daha büyük sosyal kutuplaşmaya yol açmıştır. Washington’un saldırısı ülkeyi kutuplara ayırmış ve her iki tarafın politik ve toplumsal taleplerini radikalleştirmiştir: Varlıklı sınıflar açıkça Chavez’in bağımsız dış politikasını tersine çevirecek bir yandaş rejimi tekrar getirecek askeri çözümü destekliyorlar; yoksullar ise Chavez’i dış-destekli muhalefete karşı acımasızca davranmaya ve bir radikal yeniden dağılım programı uygulamaya çağırıyorlar. Chavez, şimdiye kadar, gittikçe savunması zorlaşan bir yeri -sağın onu devirme çabalarına direnerek, kitleleri anayasal rejimi desteklemeye çağırarak ve bağımsız dış politikasını muhafaza ederek- korumaya çalışıyor ancak bunu açıkça tasarlanmış sosyal değişim işine girişmeden yapıyor.
Meksika, Brezilya, Ekvador ve Paraguay’da ABD kendisinin dünya çapındaki saldırısının onaylanmasını yandaş rejimleri sayesinde sağlamıştır. Ancak süreçte, rejimlerin kendileri gittikçe tecrit hale gelmekte ve ABD’nin Latin Amerika’daki etkisiz bir aracı olmaktadırlar. Dahası, rejimin altında, halk hareketlerine karşı katliam dolu uzun bir tarihe sahip baskıcı askeri güçlere çaresiz bel bağlamış, öldürücü neoliberal politikaları hayata geçirmek için ABD destekli askeri kampanyaya küçük de olsa bir destek vardır.
Washington, uluslararası forumlardaki birçok rejimin arasında tehditlerle ve oy satın almalarla, uygun uluslararası dizilim sağlamaktadır; ancak Washington bölgede, bazı seçkin entelektüeller ve uyumlu hükümet dışı örgütlerin haricinde ideolojik hegemonyasını kaybetmiştir.
Zıt olarak, yoldaki barikatlar Patagonya’nın anayollarından ve Bolivya’nın taşra yollarından Kolombiya’nın ormanlarına çoğalmaktadır. ABD piyon bakanlarına olan vaatlerini yerine getirmekte ancak yakılan araba lastiklerinin kokusu dikenli tellerin öbür tarafındaki ağır silahlı askerlerin kirli yüzlerine doğru süzülürken, gittikçe başkanlık sarayları ve kongre binaları protestocularla kuşatılmaktadır. Seçmen kitlesinin kendilerini kesin olarak terk ettiği anda, oportünist politikacılara ABD saldırısı gözdağı vermiştir.
Sonuç
ABD askeri saldırısı, askeri darbeler (ya da darbe çabaları), kitle hareketleri, politik kutuplaşma ve toplumsal betimlemenin yeni formları tarafından karakterize edildiği bir dönem içerisindeyiz. Resmi bir sonuç yoktur -ABD saldırısının kazanımları ve kayıpları başkanların oyları ve sadık generallerin varlığıyla ölçülemez-. Toplumsal hareketlerin ve halk isyanlarının ilerlemesi, sömürgeci talanın ve sendeleyen yandaş rejimlerin foyasını ortaya çıkarmış; ancak politik sonucu kesinleşmemiştir.
Toplumsal ve askeri çarpışmalar kıta temelinde olmuştur. Yandaş başkanlar yükselip düşmüşler ve yeni değişiklikler zorla kabul ettirilmiştir. Hareketler ve partiler gelişip sonra da kesin parola ile karşı karşıyadır: Uzlaşmak ya da iktidara gitmek. Reformist programların başarısızlıkları ve sınırlamaları sosyalizm düşüncesini bir kere daha gündeme getirmiştir.
Ortaya çıkan yeni nesil 1970’lerin politik yenilgilerini ve terörünü yaşamadılar ancak 1990’ların açlık, yoksulluk, işsizlik ve politik bozulmasını yaşadılar. Ortaya çıkan militan hareketlerin ve halk isyanlarının hiçbiri son on yılın tarihsel yenilgisini yaşamadılar. Geçici olarak yükselen ve düşen hareketlerin hala yörüngesi yukarıya doğru gitmektedir. Bununla beraber hiçbir sonuç kaçınılmaz ya da önceden tahmin edilebilir değildir; bugünkü sömürgeci saldırının tarihsel bir yenilgiye uğratılması için bilinçli örgütlenmeler, politik netlik ve cüretli insan müdahalesi ve bunun da ötesinde başarılı bir sosyalist devrim gerekmektedir.